
Selam arkadaşlaaaaar, sizi Deniz'le tanıştırayım. Biliyorsunuz ki benim modelim yok. Ama olsa tam olarak böyle olurdu, yapay zeka sağ olsun anlattım, anlattım ve bana Deniz'i çizdi. Düşlediğimden daha yakışıklı olduğunu söylemek isterim :)
Bal rengi gözleri, dalgalı ve dağınık saçları, mükemmel burnu, kirli sakalları ve kavruk teniyle tam bir Deniz Aladağ değil mi ? <3
Ve bu elbise de Ada'mın Deniz'i kıskançlığa sürükleyen o meşhur elbisesi :)
Bir de isimler konusunda kafası karışanlar için soy ağacı hazırladım. Onlar da bu şekilde;
Kirpiklerimi aralamaya çalıştığımda Sarp'ın ve Uygar'ın sesleri kulağıma çalındı. Göz kapaklarım ağırlaşmış gibiydi. Açmak istemiyordum. Hastane kokusu, içi klor dolu bir fanus gibi sarmıştı ciğerlerimi ama en azından nefes alabiliyordum. Hayatta olmak böyle bir şey miydi? Sessizce dinlemeye devam ettim.
"Bu riski almanız büyük aptallık." dedi Uygar, sesi her zamanki gibi kontrollüydü ama içinde öfke de vardı. "Yanınızda kimse yokken, gerekli teçhizat yokken ve bu kadar savunmasızken nasıl Ada'nın aklına uydun da Sonart Holding'in peşine düştün sen?"
Demek o da Deniz gibi düşünüyordu. İçim acımıştı. Ben onları korumaya çalışırken, onlar bana öfke duyuyordu.
"Bari bana söyleseydin Sarp." dedi Uygar. "Hadi Ada'nın kanı deli akıyor. Kızda büyük deli cesareti var ama sen nasıl dizginlemezsin onu?"
Sarp iç çekti, sesi Uygar’a göre daha yumuşaktı. "Şeytan tüyü var onda. Ciddi söylüyorum. Sana bir bakıyor, bir cümle kuruyor, dünyadaki en mantıksız şeye bile evet diyorsun. Onu asla tam anlamıyla durduramıyorsun."
"Olmayacaktın Sarp, ikna olmayacaktın." Uygar'ın sesi yükseldi. "Hadi Melis'e musallat olan adamın peşine düşmeniz belli bir noktaya kadar anlaşılır. Ama bu çok başka bir şey. Bu uluslararası suç örgütüyle resmen burun buruna gelmek!"
"Biliyorum." dedi Sarp. Sesi suçluluk taşıyan bir kabul gibiydi. "Ama Ada'nın kararlılığı, başka hiçbirine benzemiyor. Onu durdurmaya kalkarsan kendini yalnız başına hareket ederken buluyorsun. O yüzden yanında olmayı tercih ettim. Yanında ben vardım. Hiçbir şey olmazdı."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" dedi Uygar. "İmar müdürünün gidip Richard'a yaşanılan her şeyi anlatmayacağından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ya onun ağzı çözülürse? Ya Ada'nın kaydettiği ses dosyası yetmezse?"
Demek ki Sarp her şeyi anlatmıştı. İçimdeki yük bir anda hafiflemiş gibi hissettim. Beni korumak adına bu kadarını yapmıştı. Ona sarılmak, teşekkür etmek istiyordum.
"O kayıt Richard'ı değil, imar müdürünü susturmak için." dedi Sarp sakin bir tonla. "Richard'ı dize getirmek başka bir mesele. Bunun için onu önce bulmamız gerekiyor."
Kapı nazikçe tıklatıldı, ayak sesleri gelmişti.
"Uyanmadı mı hâlâ?" dedi bir ses. Doktor olmalıydı.
"Henüz değil." dedi Deniz boğuk bir sesle. Bir an gözlerimi açacak gibi oldum. Deniz ne zamandan beri buradaydı? Sarp ve Uygar konuşurken o sadece dinlemeyi mi tercih etmişti?
"Sizinle yalnız konuşabilir miyiz?" dedi. Sanırım Deniz'e söylüyordu. Sonra sesi biraz daha resmi bir tona büründü. "Odada yalnızca eşi kalsın, sizi dışarıya alabilir miyiz?"
Birkaç adım sesi geldi, Sarp ve Uygar çıkmış olmalıydı.
"Bana olanları anlatmak ister misiniz?" dedi doktor. "Eşinize ne olduğunu sorabilir miyim?"
Deniz birkaç saniye sustu. "Bu soruyu asıl benim size sormam gerekmiyor mu? Karım üç saattir baygın ve hala net bir şey söyleyemiyorsunuz? Ne oldu Ada'ya?" Sesi çok sakindi ama o sakinliğin altındaki öfkeyi bir tek ben anlayabiliyordum.
Doktor içli bir nefes verdi. "Eşinizin kanında toksik dozda parasetamol tespit ettik."
"Bu da ne demek oluyor?" dedi Deniz içimden geçen soruyu sorarak.
"İlaç zehirlenmesi." dedi doktor. "Eşiniz intihar etmiş olabilir mi?"
"Saçmalık!" dedi Deniz. Haklıydı. Bu tamamen saçmalıktı. İntihar falan etmemiştim, bu da nereden çıkmıştı? "Bakın ben hala ne demek istediğinizi anlayamadım. Açık açık anlatır mısınız?"
"Eşiniz zehirlenmeye yol açacak kadar yüksek dozda parasetamol almış Deniz Bey. Toksik doz dediğimiz şey bu. Yani siz eminsiniz değil mi eşinizin böyle bir şey yapmayacağından?"
"Eminim." dedi Deniz. "Eminim yapmış olamaz."
"O zaman dışarıdan biri verdi. Fark ettirmeden." dedi doktor. Bir anda kanımın çekildiğini hissettim. Ben nasıl fark etmeden zehirlenecek kadar yüksek dozda ilacı içmiştim? "Suya karıştırılıp eritilen ilaçlar var. Belki o şekilde verilmiş olabilir. Belki karınız yanlışlıkla da içmiş olabilir. Her ihtimal düşünülmeli."
Beynim uğuldamaya başlamıştı. Konuşulanları algılayabiliyordum ama hiçbirine inanmak istemiyordum. Ne ilaç almıştım, ne de böyle bir şeyi bilerek yapmıştım. Ama kanımda çıktığına göre biri bunu bilerek yapmıştı.
"Anladım." dedi Deniz. "Anladım. Şimdi ne olacak peki? Ne zaman uyanacak karım?" Sesi o kadar tedirgindi ki kalkıp ona sarılmak istiyordum.
Göz kapaklarım, sanki tonlarca ağırlık yüklenmiş gibi kalkmak istemiyordu. Ama yine de yavaşça gözlerimi açtım. İlk gördüğüm şey, beyaz bir tavan oldu. Steril ışıklar gözlerimi yaktı. Sonra başımı hafifçe sağa çevirdim, Deniz'le göz göze geldik.
Gözlerindeki ifadenin ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum. Korku, öfke, endişe ama en çok da sevgi. Gözlerinde dudaklarından dökülmeyen cümleleri görebiliyordum.
Dudak kenarındaki çizgi, gözaltındaki yorgunluk, alnındaki gerginlik. Günlerce uyumamış gibiydi. Sanki ben her şeyin ortasında ayakta kalmaya çalışırken o da benim yanımda durmuştu. Sandalyesinde kıpırdandı.
Doktor yüzünü bana çevirdi. "Ada Hanım merhaba, iyi misiniz?"
Deniz'e bakarak başımı yavaşça salladım. Sesim kısık ama kararlıydı. "Evet.''
"Biraz baş dönmesi ya da mide bulantısı hissedebilirsiniz. Başınız ağrıyor mu?"
Deniz'i izlemeye devam ettim. Hızlı hareketlerle elimi tuttu. Parmağını bileğime hafifçe bastırdı. Yaşıyordum. Emin olmak istiyordu. ''Hayır, hafif bir sersemlik var sadece." dedim, gözümü Deniz’den ayırmadan.
"Bilinç bulanıklığı ya da nefes darlığı?"
Başımı doktora çevirdim, gözlerimi kısa bir an kapattım. Sonra tekrar Deniz'e döndüm. "Hayır iyiyim." dedim ama iki belirti de hala devam ediyordu. "Ne oldu bana?"
Doktor başını salladı. ''Ada Hanım.'' dedi ciddiyetle. ''Son tetkik sonuçlarınızı aldık. Sormam gerekiyor. Son 24 saat içinde yüksek dozda herhangi bir ilaç kullandınız mı? Özellikle parasetamol türevi bir ağrı kesici?"
''Hayır.'' dedim hemen. ''İlaç kullanmayı sevmem ben. En son ne zaman ağrı kesici içtim onu bile bilmiyorum.'' Gerçekten bilmiyordum. Doğum kontrol ilaçlarını bile bırakmıştım.
''Kanınızda yüksek dozda parasetamol var. Bir tür ilaç zehirlenmesi geçiriyorsunuz.'' dedi doktor konuştuklarını duyduğumdan habersiz. ''Ama her şey kontrol altında merak etmeyin.''
''İmkansız.'' dedim. "Bunu neden yapayım? Dedim ya ben en son ne zaman ilaç kullandım onu bile bilmiyorum.'' dedim, intihar etmediğimi bilmesi gerekiyordu.
"Ada Hanım siz içmediğinize göre demek dışarıdan verildi. Fark ettirilmeden." dedi doktor tedirgin bir ifadeyle. "Şüphelendiğiniz bir şey var mı? Ya da yanlışlıkla tıbbi bir ilacı içmiş olabilir misiniz? Su zannederek?"
Başımı iki yana salladım. Düşündüm. Bunu kim yapabilirdi? Bugün ne yapmıştım? Nerede, ne tüketmiştim?
Kahve!
Selay'ın düğününün olacağı yerde, orada çalışan personel bize kahve ikram etmişti. Yanında da açık su getirmişti. Aklıma sadece bu ihtimal geliyordu. "Dışarıda kahve ve su içmiştim." dedim kısık bir sesle.
"Orada içtiklerinizden olduğuna emin misiniz peki? Yani kasıtlı olan bir şey mi sizce?"
Deniz sıkıntılı bir nefes verdi. Sanırım işin suç boyutunu doktorla konuşmak istemiyordu. Çünkü şu an onun için daha önemli şeyler vardı. Elimi tuttuğu parmakları titriyordu.
"Doktor Bey, bu daha sonra konuşulacak bir şey. Bahsettiğiniz durumun ciddiyeti nedir peki? Yani ne olacak karıma?"
Doktor sesini yumuşattı, ciddiyetini kaybetmeden devam etti. "Şu an için büyük bir tehlike görünmüyor ama vücudu gözlemlememiz gerek. Verilen maddenin karaciğer üzerindeki etkisini birkaç gün daha takip etmemiz şart. Sizler tam zamanında gelmişsiniz. İlk müdahale için şanslıyız.''
"Hastanede mi kalacak?" dedi Deniz hemen, sesi hâlâ gergindi.
Doktor başını salladı. "Yarınki tetkiklere göre karar vereceğiz. Karaciğer enzimleri yüksek, ateşi de yükselmeye meyilli. Ayaktan ilaç tedavisi bu durumda yeterli olmayabilir. Ayrıca bir sonraki kriz daha ağır seyredebilir, bağışıklık sistemi bu tarz yabancı maddelere tepki vermeye açık hale gelir."
Bir anlığına gözlerimi kapattım. Her şey birbirine karışmış gibiydi. Gözümü yeniden açtığımda Deniz doktorun sözlerini dikkatle dinliyordu.
"Peki sonra?" dedi. "İyileştikten sonra?"
"İyileşme süreci tamamlandığında birkaç hafta boyunca ağır egzersizden, alkolden, bazı ilaçlardan kaçınmalı."
Deniz başını hafifçe kaldırdı. ''Peki tam olarak ne yaşadı? Neden bu kadar uzun süre baygın kaldı?"
Doktor elindeki tableti kontrol etti. "Bu tür durumlarda nefes yolları aniden daralabilir. Ada Hanım'da da öyle olmuş. İlk müdahalede biraz gecikilseydi tablo farklı olabilirdi."
Deniz'in çenesinin kasıldığını gördüm. Elim hâlâ onun elindeydi. Sanki beni avuçlarının içine saklamak ister gibiydi. ''Hayati tehlikeyi atlattı ama değil mi?" diye sordu. Güçlü görünmeye çalışıyordu ama içinde fırtına koptuğuna emindim.
"İlk müdahaleyle birlikte tablo kontrol altına alındı. Ancak birkaç gün boyunca vücudu tamamen toparlanana kadar dikkatli olunmalı, bir süre gözetim altında kalmalı." dedi doktor. "Ama toparlamaya başlamış. Tekrardan geçmiş olsun.''
Deniz başını salladı. ''Anladım, teşekkürler.''
Doktor ''İyi geceler.'' dedi ve odadan çıktı.
"Senin o otele gideceğini kim biliyordu?'' dedi Deniz korkuyla, gözleri kararmış gibiydi. ''Gideceğini nereden bildiler Ada? Kim verdi sana o kahveyi ve suyu?''
''Kimse bilmiyordu Deniz.'' dedim. Ama bunun arkasında Evren'in ya da diğer belalılarımızın olduğu kesindi. Belki de ben Deniz'den habersiz iş yaparken birileri çoktan düğmeye basmıştı ve oyun start almıştı. Deniz haklı olabilir miydi? Belki de burnumu sokmasaydım başıma böyle bir şey gelmeyecekti.
Deniz de benimle aynı şeyi düşünür gibi yüzüme baktı. Ona belli etmemeye çalıştım. Gözlerimi ondan kaçırdım, tavanın beyaz ışığına takıldım.
Birilerinin kuyruğuna basmıştım ve bir kahveyle ya da suyla cezalandırılmıştım. Bir kahve, bir su. Sıradan, gündelik bir şey. Ama bu sefer bedenim onun uyarılarını hiçe sayışımın bedelini ödemişti. Belki gerçekten de burnumu fazla sokmuştum. Belki biraz geri çekilmem gerekiyordu.
Ama bu benim doğam değildi. Geri çekilmenin ne olduğunu bilmiyordum.
Deniz telefonunu kulağına götürdü. "Uygar." dedi emir veren bir sesle. "Sarp'ı da Savaş'ı da al gel." dedi daha da sertleşen bir sesle. "Hemen gelin Uygar." Telefonu kapattı ve bir elimi iki elinin içine alıp bir öpücük bıraktı.
Birkaç saniye sonra kapı tıklatıldı. "Girin." dedi Deniz. Önce Uygar sonra Sarp ve Savaş içeriye girdi.
"Ne oldu?" dedi Uygar. "Önemli bir şey mi var?"
Savaş başucuma geldi, saçlarımı geriye doğru sevdi ve alnımı öptü.
Deniz ayağa kalktı, odada sağa sola birkaç adım attı ve koltuğa oturdu. "Ada'nın kanında yüksek doz parasetamol çıktı."
"Nasıl yani?" dedi Savaş endişeyle. "Ne demek bu?" Yüzüme merak ve korkuyla bakıyordu.
"Dışarıdan verilmiş. Fark ettirilmeden." dedim.
"Ben hala anlamıyorum." dedi Sarp. "Kim, ne zaman yapsın böyle bir şeyi?''
"Otele gittik ya." dedim öksürerek sesimi düzeltirken.
"Kahve." dedi Savaş. "Kahve içtik."
"Evet." dedim yorgun bir sesle. "Yani aklıma başka bir şey gelmiyor."
"Ee tadında bir değişiklik algılamadın mı Ada sen kahvenin?" dedi Uygar.
Başımı iki yana salladım. "Kahvenin tadı normal sade kahve tadındaydı. Biraz acıydı ama fazla kavrulduğu için öyle olduğunu düşündüm. Tadı garip olan şey suydu."
"Otele gideceğinizi kim biliyordu?" dedi Deniz. Sarp'a ve Savaş'a bakıyordu. Yüzünde tanıdık bir kararlılık vardı. "Otelde olduğunuzu kim biliyordu?" diye sordu tekrar.
"Ben kimseye söylemedim." dedi Sarp. ''Zaten anlık gelişti. Bir anda gittik, hep beraber.''
"Ben de söylemedim." dedi Savaş hemen ardından.
"Otelde birileriyle karşılaştınız mı?" dedi Uygar. Bana bakıyordu ama herkes duysun ister gibiydi.
"Görevli adamı hatırlıyorum. Uzun saçlı, orta boyluydu. Masamıza kahveyi ve suyu getirdi." dedim.
"Tanıdık biri miydi?" dedi Deniz.
"Hayır." dedim başımı yavaşça sallayarak. "Daha önce hiç görmedim. Ama kahveyi getirmeden önce başka birileriyle konuşuyordu. Masaya gelirken telaşlı gibiydi."
Deniz cebinden telefonunu çıkardı, birkaç saniye bekledi. "Gülşah." dedi ardından. Birkaç saniye Gülşah'ı dinledi. "Gülşah sen bu sürpriz düğünü kimlere söyledin?... Rezervasyonu kim adına yaptın?... "Gülşah ben sana Can ve Selay adına yaptırma. dedim diye sen gittin, Ada'nın adına mı yaptırdın rezervasyonu?" dedi, çok sinirlenmişti ama bana kalsa sinirlenecek hiçbir şey yoktu. Gülşah sürpriz yapılacak olan kişilerden saklamak için benim adımı kullanmıştı. Eğer Can ve Selay adına yapsaydı bir şekilde kulaklarına giderdi ve sürpriz bozulurdu. Gülşah buna engel olmuştu ama bunu yaparken beni açık hedef haline getirdiğini bilmiyordu. "Kapat Gülşah." dedi Deniz ve onun kapatmasını beklemeden telefonu kapatıp dirseklerini dizlerine koydu, ellerini havada birleştirdi, alnını ellerine yasladı.
"Çıldırmamak elde değil." dedi Uygar. "Kimsenin gözünden de bir şey kaçmıyor. Herkes bir açığımızı kolluyor. Şans eseri yaşıyoruz resmen."
"Önlem almamız lazım." dedi Savaş. "Sen niye buraya kimseyi getirmedin Deniz? Niye bütün adamların İstanbul'da senin?" Savaş Deniz'e bakıyordu ama Deniz yere bakıyordu.
"Çünkü Deniz Beyler koruma ordusuyla gezmek istemiyormuş." dedi Uygar. "Nefes almak istiyormuş, bunalmış. Kafa dinlemek istiyormuş. Etrafında bir ton insan istemiyormuş karısıyla gezerken."
"Kelle koltukta yaşıyoruz!" dedi Sarp inanamıyormuş gibi. "Adamların İstanbul'da olması mantıklı değil. Çağır gelsin ne kadar adamın varsa Deniz."
''Bir plan yapmamız lazım.'' dedi Uygar. ''Bunlar düğünün yarın olacağını biliyordur. Bir şey yapmaya kalkmasınlar?''
''Bir düğün travması daha yaşayamam ben.'' dedim. Hepsi yüzüme bakmıştı.
''Yapmasak mı düğünü?'' dedi Sarp.
''Olmaz.'' diye karşı çıktım.
''Ada haklı, iptal edemeyiz.'' dedi Deniz.
''Ne yapacağız peki?'' dedi Savaş. ''Bir plan yapmamız gerekiyor o zaman?''
''Önce kimin yaptırdığını bulmamız lazım. Düşman kimse ona göre yaparız planı.'' dedi Deniz.
''Evren değil midir?'' dedi Uygar. ''Nasıl öğreneceğiz bunu? Eser'le de irtibatı kestik. Adam yaşıyor mu onu bile bilmiyoruz.''
''Dün konuştum ben onunla.'' dedi Deniz. Bütün yüzler ona dönünce devam etti. ''Hiçbir bilgiye ulaşamadığını söyledi. Ama Evren hala içindeki köstebeği arıyormuş.''
''Daha önce de söyledim. Eser orada kalmaya devam ederse yarın bir gün kapımıza ölüsünü atarlar.''
''Ağzından hayırlı bir şey çıksın Uygar.'' dedi Deniz.
''Aman efendim yaşadıklarımız çok hayırlı ya, bir benim söylediğim cümle hayırsız. Affedersin, huzurunuzu kaçırmak istemezdim.''
''Sen niye her şeyi tersten anlıyorsun Uygar?'' dedi Deniz, sinirlendiğini anlayabiliyordum. ''Senin tripkolik hallerinle uğraşamayacağım.''
''Ters falan anlamıyorum.'' dedi Uygar. ''Senin derdin ne?''
''Bari burada yapmayın.'' dedi Savaş. ''Hastanedeyiz.''
''Bana değil, o yanındakine söyle.'' dedi Uygar.
''Ne söyleyecekmiş ya bana?'' dedi Deniz. ''Sen söyle ne söyleyeceksen.''
''Yeter.'' diye araya girdi Sarp. ''Ne derdiniz varsa sonra çözün. Bir sürü önemli mesele var. Çocuk gibi tartışıyorsunuz. Ada'nın tüm ailesi koridorda, Ada'yı görmek için bekliyorlar. Bir zahmet onlardan bir çekingeniz olsun.''
''Herkes dışarıda mı?'' dedim hayretler içerisindeyken. Deniz ve Uygar'ın tartışmasına girmek istemiyordum. Araları hala bozuktu ve ben düzeltmeye kalkarsam muhtemelen ucu bana dokunacaktı. En iyisi başka şeylere odaklanmaktı.
''Evet.'' dedi Uygar. ''Doktor izin vermiyor kalabalık ortamda kalmana. Biz de çıkalım artık yoksa elimden bir kaza çıkacak.''
Deniz tam bir şey söyleyecekti ki Sarp ayağa kalktı ve Uygar'ın koluna girerek onu kapıya doğru yürüttü. ''Gel biz gidelim Uygar.''
Sarp, Uygar ve Savaş odadan hızla çıktı. ''Fark etmemişim ben.'' dedim çatallı bir sesle Deniz'e bakarken.
''Neyi?'' dedi, sesi yumuşacıktı.
''Kahvede ya da suda ilaç olduğunu.''
Deniz minicik bir gülümseme bahşetti bana. Dudaklarının kenarı titriyordu. "Bazen olur öyle." dedi. "Bazı şeyleri fark etmeden yapıverirsin."
"Özür dilerim." dedim, sesim neredeyse bir çocuk fısıltısı gibiydi. ''Senden gizli iş yapmaya kalktığım için.''
Gözlerini üzerimden ayırmadan konuştu. "Bir şey yaptıysan özür dileme Ada. Özür dileyeceksen de o şeyi yapma." Tonunda yargı yoktu ama kalbinin derin yerinden gelen bir sitem vardı.
Gözümden yastığa doğru bir yaş damladı. Söylediklerini umursamadım ve beş saniye önce hazırladığım özür metnini dile dökmeye çabaladım. Beş saniye önce zihnimde kusursuz sandığım cümleler, dudaklarımdan dökülürken kekeliyordu. ''Seni endişelendirdiğim için, korkuttuğum için özür dilerim. Arkandan iş çevirmemden rahatsız oluyorsun. Sinirlendiğin şey bu. Senden gizli olduğu için değil, tehlikeli olduğu için kızıyorsun. Sürprizler de gizli olur mesela. Ben senin arkandan sürpriz hazırlasam kızmazsın çünkü tehlikeli değil. Bu farkı yeni anlıyorum.''
Deniz başını salladı ve hafifçe güldü. Boynunda bir damar belirginleşmişti. ''Sen benim dünyamı değiştirmeye çalışıyorsun. Ve bunu inanarak yapıyorsun. Haklısın da. Ama değişmez Ada. Değişmesini istediğimiz şeyler bazen bizim ellerimizden kayar. Buna benim gücüm bile yetmiyor. Kalbin o kadar büyük ki bedenine sığmadığını düşünüyorum.''
"Ben güçsüz değilim." dedim hemen, sesim biraz yüksek çıkmıştı.
''Biliyorum. Ben senin cesaretine âşık oldum Ada." dedi. Gözleri cam gibi berraktı ama içi hüzün doluydu. "Ama bazen senin o cesaretin beni paramparça ediyor. Bu kadar cesur ve gözü kara olman beni delirtiyor. Seni koruyamamaktan, sana yetememekten, bir gün seni kurtaramamaktan delice korkuyorum. Kucağımda gözlerin kapandığında.'' dedi yutkundu. Oturduğu yerde hafifçe doğruldu, yatağıma biraz daha yaklaştı. Elini yüzüme getirdi, saçlarımı kulağımın arkasına itti. ''Çok korktum. Senin gözlerini bir daha böyle kapalı görmeye dayanamam." dedi. "Bir daha böyle korkamam."
''Seni korkutmak istemiyorum.'' dedim. Gözlerimden birer damla yaş yanaklarıma süzüldü. "Yemin ederim, aklımda tek bir an bile seni üzmek yoktu."
Deniz başını iki yana salladı. Eli elimi sıkıca kavradı. ''Özür dilerim diyorsun ya. Asıl ben özür dilerim. Benden korkmana sebep olduğum için özür dilerim.'' Serumla bağlı elimi yavaşça kaldırdım, titreyen parmaklarımla yanağını okşadım. Yüzüme eğildi, alnımı öptü. "Sana zarar vermeden seni sevebilmenin yolunu arıyorum." dedi. "Ama benim kalbim, senin anlayabileceğinden çok daha karmaşık bir yer. Belki de o yüzden birbirimizi bu kadar çok seviyoruz."
"Seni her halinle seviyorum.'' dedim.
''Ben seni daha çok seviyorum.'' dedi. Yüzünü geri çekti. Güldü. ''Madem sabaha kadar buradayız.'' dedi. ''Anlat bakalım, kimmiş bu Richard Warner?''
Gözlerimi heyecanla açtım. Derin bir nefes aldım ve her şeyi bildiğine emin olduğum halde benden de duymak istediğini anladığım hikayeyi anlatmaya başladım. ''Şimdi bu adam uluslararası...''
***
Doktor odaya tekrar geldiğinde Sonart Holding ve Richard Warner ile ilgili tüm hikayeyi Deniz'e anlatmıştım. Beni korkuyla dinlese de şimdi yanında ve güvende olduğum için içi rahattı.
''Merhaba.'' dedi doktor. ''Şimdi nasılsınız?''
''Daha iyiyim.'' dedim.
''Sonuçlarınız da iyi görünüyor.'' dedi doktor. ''Eğer böyle iyileşme devam ederse sizi yarın öğlen taburcu edebiliriz.'' Deniz elimi ellerinin arasına aldı, sıcak bir nefes verdi ve parmaklarımın üzerine iki tane öpücük bıraktı. ''Bazı ilaçlar vereceğim. Kullanmanız gerek.'' Başımı aşağı yukarı salladım. ''Bu fazla doz hakkında polisle görüşmek ister misiniz?''
Başımı iki yana salladım. ''Ben yanlışlıkla içmiş olmalıyım doktor bey. Siz bunu dert etmeyin. Ben iyiyim.''
''Peki, siz bilirsiniz. Yakınlarınız sizi görmek istiyor.''
''Tabii gelsinler lütfen.'' dedim, doktor odadan çıktı. Deniz saçlarımı geriye ittirerek alnımı sevdi.
'Uygar seni çok seviyor.'' dedim pürüzlü bir sesle. ''Biliyorsun değil mi?''
''Biliyorum.'' dedi düşünmeden.
''Biliyorsan neden bilmiyormuş gibi davranıyorsun?''
''Bazı şeylere bu kadar karışmasını istemiyorum çünkü.'' dedi.
''Sizin tüm hayatınız beraber geçmiş. O her zaman en zor zamanlarında yanında olmuş. Karışmak hakkı. Melis de Eren de onu çok seviyor. Sen de seviyorsun biliyorum.''
''İşte bu yüzden istemiyorum Ada.'' dedi. ''Sizin can güvenliğinizi sağlamak benim için yeterince zor. Uygar da işin içine girince işler daha da zorlaşıyor. Uzak durmasını istiyorum, zaten her şey karışık. Uygar da suyu bulandırıyor.''
''Seni düşündüğü için yapıyor.''
''Beni değil, kendini düşünsün.'' dedi. ''Sen de öyle. Beni değil önce kendini düşün.''
Tam ağzımı açmıştım ki kapı çalındı ve babam başta olmak üzere Güneş, dayım, yengem, Selay ve Miray içeriye girdi. ''Kızım.'' dedi babam başucuma oturup. ''Güzel yavrum ne oldu sana?''
''İyiyim, merak edilecek bir şey yok. Üşütmüşüm sadece.'' dedim.
''Hava değişiminden mi oldu acaba? İstanbul'dan Aydın'a gelince.'' dedi yengem.
''Ee kolay şeyler yaşamadı ki benim güzelim.'' dedi dayım. ''Fransa, İstanbul, Bursa, Nevşehir, Aydın derken vücut direnci düştü. Vücut sistemi adapte olamadı hemen.''
''Ya ya, evet. Öyle.'' dedim başımı sallaya sallaya. ''Ama iyiyim merak etmeyin. Yarın taburcu olacağım büyük ihtimalle. Doktor öyle söyledi.''
''Nasılsın peki Ada?'' dedi Selay, babamın yanına geldi, elimi tuttu. ''İyi misin?''
''İyiyim kuzum, endişelenme. Sen kendini ve minik bebeğini düşün.'' dedim gülümseyerek.
Yengem ikimize de yaşlı gözlerle baktı. ''Daha dün evlerimizin önünde ip atlayan, sek sek oynayan, incir ağaçlarına tırmanan kızlarımız ne çabuk büyümüş.'' dedi. ''İkisi de evlenip yuvasını kurdu, şimdi birbirlerine destek oluyorlar.''
''Aaaa yenge, neden ağlıyorsun ama sen şimdi?'' dedim. ''İyiyiz biz bak.''
''Öyle bir duygulandım.'' dedi.
''Siz daha fazla yorulmayın, hadi eve gidin artık.'' dedim. ''Yarın parti var, dinlenin.''
''Sen bu haldeyken partiye gidecek halimiz yok.'' dedi Selay.
''Yarın buradan çıkacağım Selaycım. O partiye gitmemek için hiçbir sebebimiz yok.''
''Sen bir eve gel de sonrasına bakarız.''
''Ada haklı.'' dedi Deniz. Babama döndü. ''Selçuk abi sen de hadi. Gidip dinlen, yoruldun.''
''İyiyim evladım.'' dedi babam, gözümün içine bakıyordu. Sanki iyi olup olmadığıma emin olamamıştı.
''Babacım, ben iyiyim. Hadi siz gidin.'' dedim. Herkes kısa bir sessizlikten sonra sırayla bana sarıldı ve ağır adımlarla odadan çıktı.
''Hadi uyu sen sevgilim.'' dedi Deniz.
''Zaten saatlerdir yatıyorum. Sıkıldım, uyumayacağım.'' dedim. ''İstersen sen uyu.''
Deniz omuz kıstı. ''Dayının evinde ben de uyudum ya güzelim, uykum yok.'' dedi.
''Uykum gelene kadar seni izleyeyim ben o zaman.'' dedim.
Deniz nabzımı okşadı, gülümsedi. ''İzle sevgilim.'' dedi. ''Ama benim bir telefon görüşmesi yapmam lazım.'' Kimi arayacaksın? der gibi bakmış olmalıyım ki hemen devam etti. ''Eser'i arayacağım.'' Başımı salladım. Deniz telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. Birkaç saniye bekledi. ''Eser, n'aber?'' dedi ardından yine kısa süre bekledi. ''İyiyiz biz de.'' dedi, havadan sudan konuşur gibi bir hali vardı ama Eser bu kadar diken üstünde yaşarken Deniz'in onu havadan sudan konuşmak için arayacağını hiç düşünmüyordum.
''Nihayet aradın Deniz.'' dedi Eser. ''Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var.''
"Ne öğrendin?"
''Evren'in karısının nerede olduğunu öğrendim.''
Deniz heyecanla olduğu yerde duruşunu dikleştirdi. ''Neredeymiş?''
''Hala Aydın'da. Didim'de. Salak oğlu Güney söyledi.''
''Yem olmasın Eser?'' dedi Deniz. ''Seni denemek için? Bakalım bize söyleyecek misin diye?''
''O da olabilir ama sen bir baktır istersen. Duruma göre aksiyon alırsın.''
Deniz ofladı. ''Silah sevkiyatıyla ilgili bir bilgi alabildin mi hiç? Ne zaman yapacak yüklemeyi?''
''Valla sır gibi saklıyor Deniz. İnan hiçbir bilgim yok. Zaten ağzından cımbızla laf alıyoruz. Kimseye güvenmiyor artık.''
''Zaman geçtikçe senin hayatın da tehlikeye giriyor. Bir an önce ayrılman lazım oradan Eser.''
''Ayrılırsam öğrenemeyiz Deniz, sen de biliyorsun.''
''Bulurum belki başka bir yolunu.''
''Nasıl öğreneceksin Deniz Allah aşkına?''
''Güney'i konuşturamaz mıyız?'' dedi Deniz.
''Konuştursan ne olacak? Anında gider babasına yetiştirir. Değiştirirler sevkiyatı.''
Deniz bir daha ofladı. ''Hiçbir şey bilmiyorum Eser. Kafam karman çorman.''
''Sen bir sabret. Şimdilik bir şey yapma. Kuyruğuna bastık zaten Evren'in. Kopması yakındır.''
''Keşke tek derdim Evren olsa.'' dedi Deniz yorgun bir sesle.
''Deniz Güney geliyor.''
''Kapatma, ben de duyayım.'' dedi Deniz. Eser'in sesi kesildi. Ardından silik de olsa daha önce hiç duymadığım bir sesi duydum.
''Eser.'' dedi yabancı olduğum ses.
Eser ''Efendim Güney Bey.'' diye yanıtladı.
''Hazırlan, seni tatile götürüyorum.''
''Anlamadım efendim.'' dedi Eser. ''Ne tatili?''
''İki senedir beraberiz, hiç izne çıkmadın, Sürekli çalışıyorsun, biraz dinlen istedim.''
''Ben iyiyim, tatile ihtiyacım yok.'' dedi Eser.
''İş gezisi gibi düşün, Aydın'a gidiyoruz.'' dedi Güney.
Deniz'le birbirimize baktık. ''Aydın mı?'' dedi Eser.
''Düğün varmış. Davetli değiliz ama bir icabet edelim derim ben. Sen ne dersin?''
Eser bir süre sustu. ''Babanızın bilgisi var mı efendim?'' dedi kısık bir sesle.
''Babam çok sıkıcı biri. Anlamaz o tatil işlerinden. Biz seninle gideriz. Hem annem de orada.''
''Anladım Güney Bey, siz nasıl isterseniz. Peki ne zaman gideceğiz?''
''Uçak sabah sekizde. Öğle vakitlerinde ineriz. Kuzen ziyareti yaparız bir güzel.''
''Peki efendim.'' dedi Eser.
''Neyse ben gidiyorum. Sabah altıda çıkarız evden.''
''Tamam.'' dedi Eser, Güney'in adım sesleri uzaklaşırken Deniz'e baktım. Ardından Eser'in sesi tekrardan kulaklarımızı buldu. ''Bu niye Aydın'a geliyor şimdi?'' dedi Eser sinirle.
''Gelsin Eser bırak, geleceği varsa göreceği de vardır elbet.''
''Sen bütün adamlarını topla Aydın'a. Bu Güney'in sağı solu belli olmaz.''
''Öyle yapacağım artık.'' dedi Deniz. ''Sen daha fazla göze batmadan kapat hadi. Bir şey olursa haber ver, dikkat et, gözünü dört aç.''
''Hadi Allah'a emanet.'' dedi Eser ve telefonu kapattı.
Deniz hiç beklemeden telefonunu bir daha kulağına götürdü. ''Uygar, neredesin? ... Gelsene acil odaya... Alınganlığına başlatma Uygar, önemli... Aynen çağır onları da.'' dedi ve telefonu kapattı.
''Deniz.'' dedim telaşla. ''Deniz ne yapacağız? Neden geliyor Güney?''
''Bilmiyorum sevgilim, tamam endişelenme. Bir şey olmayacak.''
''Bak bizim düğünümüz kan gölüne döndü. Aynı şeyi Selay'ın da yaşamasını istemiyorum. Bir şey yap ne olur.'' dedim, gözümden bir yaş süzüldü.
''Sevgilim.'' dedi Deniz beni telkin etmek ister gibi bir sesle. ''Güven bana hiçbir şey olmayacak.''
Kapı çaldı. Uygar, Sarp ve Savaş hızlı adımlarla içeriye girdi. ''Ne oldu?'' dedi Savaş.
''Sarp.'' dedi Deniz. ''Arasana İstanbul'dan birilerini. Hakan'ı ara. Orada iki kişi kalsın. Geri kalan herkes Aydın'a gelsin. Hemen. Sabaha kalmadan herkesi burada istiyorum.''
''Neler oluyor?'' dedi Uygar.
''Eser aradı.'' dedim. ''Güney yarın buraya gelecekmiş. Düğüne geleceğini söyledi.''
''Sikerler.'' dedi Sarp. ''Elini kolunu sallaya sallaya gelecek yani öyle mi? Oldu canım.''
"Ne güzel! Adamlar düğüne bile davetiye istemiyor artık. Silahını kapan geliyor. Gerçekten çok medeni bir ortamdayız, bravo bize.'' dedi Uygar.
''Bizim acil bir şeyler yapmamız lazım.'' dedi Savaş, Sarp gibi o da telefonunu kulağına götürmüştü.
Sarp Hakan'la, Savaş da Yiğit'le konuşuyordu.
''Hakan abi, topla herkesi Aydın'a gel. İstanbul'da iki kişi kalsın, geri kalan herkes Aydın'a gelsin. dedi Deniz.'' dedi Sarp.
''Yiğit, on kişi al hemen Aydın'a gel. Hemen. Yarın sabah herkesi karşımda istiyorum.'' dedi Savaş.
Uygar hala bize bakıyordu. ''Siz hala bu düğünün olması tarafında mısınız?'' dedi kaşlarını çatarak.
''İptal etmeyeceğiz.'' dedim gözlerimi kocaman açarak.
"Biz sizin düğününüzde kaç tabut taşıdık, hatırlatırım. Güney'in buraya gelmesi sadece bir misafirlik ziyareti değil. Bu, açık açık savaş ilanı."
''Aynı şeyi yaşayacağız diye bir kaide yok!'' dedi Deniz. ''Kimseye bir şey olmayacak. Kimsenin burnu bile kanamayacak. Herkes rahat olsun.''
"Ben artık herkesin aklını başına devşirmesini istiyorum. Deniz, Ada'yı zehirlediler. Karını! Biraz daha geç getirilseydi buraya, şu an morgda olabilirdi. Ve sen hâlâ bana rahat ol mu diyorsun?"
''Yanına bırakacağımı mı zannediyorsun?'' dedi Deniz.
''Sizin kavgalarınızdan çok sıkıldım.'' dedi Savaş. ''Hiçbir çözüme ulaşmıyoruz. Sakin olun ikiniz de.''
''Ya bırak ne sakin olacağım?'' dedi Uygar. ''Adama mekanı ayarla dedik, bıraktı işleri Gülşah'a, Kapadokya'ya kaçtı. Acelesi mi vardı? Elimizde bombayla yaşıyoruz amına koyayım. Önce şu belalardan kurtulalım demek yok. Al bıraktı Gülşah'a mekan işini, ebemizin şeyini gördük. Kıza zehir içirmişler ya farkında mısınız? Hiçbir planımız yok. Hala düğün konuşuyoruz. Çok güzel çok.''
''Kes Uygar.'' dedi Deniz. ''Geçmişi değil artık bundan sonra ne yapacağımızı konuşmamız lazım.''
''Buyur anlat o zaman. Anlat ne yapacakmışız?'' dedi Uygar ve konuşması için elini Deniz'e uzattı.
Deniz derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğdi ve sonra toparlanıp konuşmaya başladı. "Yarın düğün olacak. Bu kesin. Güney gelecek, bunu da biliyoruz. Biz de buna göre davranacağız. Onun buraya gelişi sıradan bir ziyaret değil. Bunun bir gövde gösterisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Babasının haberi yok, annesinin peşine bahane uyduruyor.'"
Uygar araya girdi. "Nasıl davranacağız mesela? Şu an plan falan yok elimizde Deniz. Sadece dua ediyoruz adam gelip ortalığı yakıp yıkmasın diye. Siz hâlâ normal düğün havasındasınız ya, inanamıyorum!"
Deniz sakin ama kararlı bir sesle devam etti. "Burak ve Sarp sabaha kadar çalışacak. Mekanın içine dışına, otelin tüm giriş çıkış noktalarına, kameraların kör noktalarına, hepsine bakacak. Biz de oturma düzenini oluşturacağız. En güvenli yerlere çocukları ve kadınları yerleştireceğiz. Sabah olduğunda organizasyon şirketine listeyi veririz.''
''Eee tamam, Savaş da adamları yerleştirsin mesela mekanın etrafına. Her şey iyi güzel, sonra ne olacak? Güney geldiğinde içeriye girecek mi yani?'' dedi Uygar.
''Evet.'' dedi Deniz.
''Sinyal kesici kullanırım. Cihazla çalışan bir şey getirirse, frekansını keseriz. Sürprize yer vermeyelim.'' dedi Sarp.
Deniz derin bir nefes aldı, ayağa kalktı ve gözlerini sırayla Sarp, Uygar ve Savaş'a çevirdi. ''Güney hariç içeriye davetli olmayan kimse giremeyecek. Otel personelini tek tek kontrol etmemiz lazım. Kamera kaydını an be an izlemesi için birini görevlendireceğim.''
''Yani siz baya kararlısınız bu düğünü yapmaya?''
Deniz ellerini cebine attı, sesi daha da netleşti. ''Biz bu düğünü iptal etmeyeceğiz. Geri çekilmeyeceğiz. İptal edersek Güney kazandığını düşünecek. Ada için, Selay için, burada bulunan herkes için güvenli alanı bozma lüksümüz yok. O yüzden Güney buraya geldiğinde onunla konuşacağım." Sarp tam itiraz edecek gibi oldu, Deniz gözlerini kısıp devam etti. "Hayır, konuşacağım. Ama kavga etmeyeceğim. Ona burada oyun çevirmesini gereksiz kılacak kadar açık ve net bir uyarı vereceğim. Çünkü ben blöf yapmam. Gerekirse düğün yerini üç dakikada savaş alanına çeviririm ama bunu istemiyorum. Bu işi sessizce çözmek zorundayız."
Uygar kollarını kavuşturmuş, gözlerini Deniz'den ayırmadan onu izliyordu. ‘’Güney'le konuşacağım. Düğün sırasında tek bir yanlış hamlede bulunursa, nefes almaya bile vakti kalmayacak. Ama eğer hiçbir şeye karışmazsa, biz de karışmayacağız. Bu kadar basit.''
Savaş kısık sesle mırıldandı. ''Ya blöf olduğunu anlarsa?"
Deniz doğrudan ona döndü. ''Anlamayacak. Çünkü blöf yapmıyorum. Adamlarım burada olacak, mekan kontrol altında olacak, tüm çıkışları tutacağız. Güney'in köşeye sıkıştığını hissetmesi gerek.''
Uygar bir süre sessiz kaldı. "Peki." dedi sonunda. "Tamam gibi yapacağım şimdilik."
Sarp kaşlarını kaldırdı. "Tamam gibi yapmak ne demek Uygar?"
"Şu demek." dedi Uygar soğuk bir tebessümle. "Bu gece tartışmayacağım. Bir çatışma daha çıkmayacak. Ama sabah, kafamda hâlâ soru işareti kalırsa tekrar konuşacağız. Net bir cevap alana kadar da peşinizi bırakmayacağım. Özellikle senin, Deniz."
Deniz başını salladı. "Tamam." dedi, ciddi bir sesle. "Sabah tekrar konuşuruz."
Uygar gözlerini Deniz'den ayırmadan bir adım geri çekildi. "Hadi bakalım. Şimdilik iyi geceler." dedi ve sonra bana dönüp gözlerini yumuşattı. "İyi misin?"
Başımı salladım. "İyiyim. Merak etme."
"Tamam o zaman." dedi ve arkasını dönmeden önce saçlarımı karıştırdı. Sarp'a ve Savaş'a kısa bir bakış attı. "Hadi çıkalım, gece uzun.''
***
Göğsümün ortasında bir şey baskı yapıyordu. Kalbim ritmini şaşırmış gibiydi. Terlemiştim. Korku, ince bir katman gibi üzerime yapışmıştı. Sadece kendi nefesimi duyuyordum.
Sahildeydim. Selay'ın düğündeydik. Güneş batmak üzereydi. Her şey pastel renklere bürünmüştü. Masalar dizilmişti, çiçekler yerleştirilmişti, insanlar gülümsüyordu. Ama ben yalnızdım.
Sonra bir garson yaklaştı. Elinde kahve tepsisi vardı. Tepside yedi tane fincan gördüm. Hangisinin bana ait olduğunu söylememişti. Hepsi birbirine benziyordu. Herkes benden içmemi bekliyordu. Sanki içmek zorundaymışım gibi hissettim. Kahveyi değil suyu aldım. Dudaklarım bardağa değdiğinde dilimin ucuna gelen tat yakıcıydı. Acı. Zehirli bir acı.
Sonra o tat karanlığa dönüştü. Gözlerim karardı. Ayakta kalamıyordum. Düşüyordum. Ama kimse beni tutmuyordu. Aksine herkes bana bakıyor, yargılıyordu. ‘Neden içtin?’ diyorlardı.
Her şey bir oyundu. Ben bu oyunun parçasıydım. Ama o oyunda herkes kendi yerini bilirken ben kaybolmuştum. Kendi yerimi unutmuştum.
Sonra karşımda bir beşik gördüm. Beşik bembeyazdı. Hafifçe sallanıyordu. İçinde Toprak vardı. Gözleri açıktı, teni ışık gibiydi. Dünyanın en güzel bebeğiydi. Bana elini uzattı. Anne dedi. Sesi fısıltı gibiydi. Ama ben ona dokunamadım. Beşik benden uzaklaştı. Koşmak istedim ama ayaklarım yerime çivilenmişti. Gözyaşlarım akıyordu ama ağlayamıyordum. İçimden çığlık atmak istedim ama sesim yoktu. İçimde binlerce kez yaşadığım o anı bir daha yaşıyordum. Kollarım boştu. Kalbim boştu. Ben yine eksiktim.
Derken bir el omzuma dokundu. Dönüp baktım. Deniz'di. Yüzü bembeyazdı. Dudakları kıpırdadı. "Senin yüzünden." dedi. "Hepsi senin yüzünden oldu."
Uyanmak istiyordum. Bağırmak istedim. "Ben korumak istedim sadece!" demek istedim. Boğazımda bir düğüm, ciğerimde zehir vardı.
Sonra birden biri daha geldi. Uygar. Elinde bir silah vardı. "Daha ne kadar dayanacaksın?" dedi. "Bizi de kendini de bitiriyorsun."
O sırada düğün alanı yanmaya başladı. Beyaz çiçekler siyaha döndü. Masalar devrildi. Müzik bozuldu. Çığlıklar yükseldi. Herkes kaçıyordu. Ama ben kıpırdayamıyordum.
Ve en sonunda bir ses. Toprak'ın sesi. Bir bebek sesi gibi değildi. Bir rüzgar gibi incecikti. "Anne beni unutma." demişti.
Hıçkırarak gözlerimi açtım. Odaya gün ışığı sızıyordu. Hava aydınlanmıştı.
''Ada.'' dedi Deniz telaşla. Karşımdaki koltuktan kalktı, korkuyla yanıma geldi, yüzümü ellerinin arasına aldı. ''Sevgilim.'' dedi. Nefesim kesile kesile ağlıyordum ve Deniz'e cevap vermek şu an dünyanın en zor şeyiydi. ''Tamam.'' dedi ve bana sıkıca sarıldı. ''Tamam, kabus gördün. Kabustu, geçti. Bak yanındayım.''
''Deniz.'' dedim. ''Deniz Toprak'ı gördüm. Çocuğumuzu.'' Gözyaşlarım sicim sicim yanaklarıma süzülüyordu. ''Çok.'' dedim ve içimi çektim. ''Çok güzeldi. Anne dedi bana.''
''Tamam, tamam bi'tanem. Geçti. Geçti güzelim.'' dedi, elleri sırtımda geziyordu. Dudakları saçlarımda, boynumda, yanağımda ilerliyordu.
Bir şey diyemedim. Sakinleşene kadar Deniz'in göğsünde ağladım. Sakinleştiğimde ve Deniz koltuğa geçtiğinde kapı üç kez tıklandı. Sonra aralandı. Savaş, Sarp ve Uygar sırayla içeriye girdi. Üçü de sanki aynı geceyi yaşamış gibiydi ama her birinin yorgunluğu başka türlüydü.
Savaş'ın gözlerinin altı morarmıştı. Üzerinde hâlâ aynı tişört vardı. Saçları darmadağınıktı ama farkında bile değildi. Odağa kilitlenmiş gibiydi, içeri girer girmez gözleri Deniz'i aradı.
Sarp'ın kravatı gevşemişti. Gömleği buruş buruştu. Elinde bir dosya vardı, hastaneye bile onunla gelmişti. Onun yorgunluğu fizikselden çok zihinseldi. Gözleri kızarmıştı, muhtemelen ekran başında sabahlamıştı.
Uygar sakindi ama içinde bir fırtına dolanıyordu. Suratında ne sinir, ne memnuniyet, ne de bir umut ifadesi vardı. Sanki sabahı değil, bir savaşı atlatmış gibiydi. Siyah bir tişört giymişti. Bana kısa bir bakış attı ama fazla üzerimde durmadı.
''Günaydın.'' dedi hepsi bir anda. Herkes bir yere oturdu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Savaş. Yatağın başucuna gelip sandalyeye çöktü. Elimden tuttu. Parmakları soğuktu. "Biraz daha iyi görünüyorsun."
"İyiyim." dedim yavaşça.
''Günaydın.'' dedi Deniz, koltuğundan doğrulup Sarp'a döndü. "Mekânın içi dışı hazır mı?"
Sarp dosyayı açtı, sayfalardan birini gösterdi. "Otelin iç ve dış planlarını çıkardık. Kameraların kör noktalarını belirledik. Oraları nöbetle tutacağız. Kayıtlar anlık olarak izlenecek. Sinyal kesiciler devrede olacak, WiFi dâhil her şey kontrol altında."
Uygar kafasını eğip alnını kaşıdı. "Personel listesi?"
"Burak tek tek isimlerini aldı." dedi Sarp. "Ayrıca organizasyon şirketinden gelen geçici personellerin tamamı arka kapıdan içeri alınacak. Misafir alanına giremeyecekler."
Deniz başını salladı. "Savaş, senin ekip?"
Savaş göz kapaklarını birkaç kez kırpıştırdı. Uyumamıştı, belliydi. "Senin adamların da benim adamlarım da İstanbul'dan geldi, hepsi mekana yerleştirildi. Mekânın dört köşesinde, her girişte, otoparkta, lobide, mutfakla salon arasında bile birileri var. Giyimleri sivil, ama üstlerinde telsiz olacak. Otelin güvenlik kameraları bizim ekibin erişiminde."
Sarp planı zihninde tekrar oynatıyor gibiydi. Cümle kurmasa bile kafasının içinde hala hesap kitap vardı.
''Ne zaman taburcu olacaksın?'' dedi Savaş, gözlerinde uykusuzlukla birlikte endişe de vardı.
''Doktor birazdan gelir.'' dedi Deniz. ''Eren'in, Gülşah'ın ve Ece'nin uçağı inecek birkaç saate. Havaalanına gidip onları almanız lazım.''
Sarp başını salladı. ''Mert'e söylerim gider.''
Telefonum çalıyordu. Savaş çekmeceye uzandı. ''İpek arıyor.'' dedi telefonumu bana uzatırken.
Telefonumu aldım, görüntülü aramayı kabul ettim. Ekranda Mavi vardı. ''Adaaaa.'' dedi büyük bir sevinç çığlığıyla. ''Ada.''
''Mavişim. Boncuğum.'' dedim ve ona onlarca öpücük attım. O da elinin içini öptü ve bana el salladı. Ekran İpek'e döndü. ''Sürpriiiiz.'' dedi İpek heyecanla. ''Biz geldik.''
''Aaa inanamıyorum. Çok kötüsün İpek, hani gelemeyecektiniz?''
''Sürpriz işte Adacım.'' dedi, ciddi bir ifadeye büründü. ''Sen hastanede misin Ada? Ne oldu? İyi misin? Neyin var?''
''İyiyim iyiyim. Üşüttüm biraz ama düğüne kadar toparlarım, taburcu olacağım birkaç saate. Ee neredesiniz siz şimdi?''
''Havaalanındayız, bana dayının konumunu at diyecektim ama hastaneye mi gelsek?''
''Yok yok, siz geçin eve. Ben sana atıyorum şimdi konumu.''
''Tamam canım görüşürüz o zaman.''
''Görüşürüz.'' dedim, aramayı sonlandırdım.
Kapı yeniden tıklandı. Ardından doktor içeriye girdi.
"Günaydın." dedi gülümseyerek. Elindeki dosyayı kontrol etti, ardından bana baktı. "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"
Nefes aldım. Bu sefer içimdeki düğüm biraz daha gevşemişti. "Daha iyiyim."
"İyi görünüyorsunuz. Gece boyunca izlemeye devam ettik, değerleriniz normale dönmeye başladı. Eğer yeni bir bulgu çıkmazsa..." Dosyayı kapattı. "Bir saate sizi taburcu edebiliriz."
Deniz başını salladı ama bakışları hemen bana döndü. Benim cevabımı bekliyordu.
"Eve gitmek istiyorum." dedim yavaşça. "Gerçekten gitmek istiyorum."
"Peki." dedi doktor. "İlaçlarınızı ve kullanım talimatlarını birazdan getireceğiz. Çıkış işlemleriniz hazırlanıyor zaten."
‘’Teşekkürler.’’ dedim.
Doktor odadan çıkar çıkmaz "Ben hastaneye gelirken kahvaltı bile etmedim." dedi Uygar, ellerini iki yana açarak. "Burada kurabiye falan yok mu?"
"Sen ne ara aç kaldın?" dedi Sarp. "Gece sabaha kadar iki kez yemek söyledik."
"Onlar yemek mi? Buz gibi sandviç yedirdiniz bana." dedi Uygar. "Ben kahvaltıdan, sahanda yumurtadan, hatta mümkünse sucuktan bahsediyorum."
Savaş kıkırdadı. "Senin aklına hep yemek geliyor zaten. Kriz var, savaş var, adam sabah kahvaltısı peşinde."
"Evet, çünkü aç karına plan yapamam." dedi Uygar ciddiyetle. Sonra başını yana eğdi. "Hatta siz şimdi beni eve bırakın. Ben biraz uyuyayım, bir de sıcak duş alayım. Sonra tekrar strateji konuşuruz."
"Bir de SPA yaptıralım istersen?" dedi Sarp gülerek. "Manikür falan?"
Deniz gözlerini devirdi ama gülümsüyordu. "Cidden kafayı yediniz siz." dedi.
"Olabilir." dedi Savaş ve göz kırptı.
Gülümsedim. ''Artık düğünle de ilgilenmeniz lazım.'' dedim. ''Can'a sponsorluk toplantısı var dediniz. Onu halletmeniz lazım. Düşündünüz mü mesela? Adam diyecek Hani toplantı?''
''Hallettik onu.'' dedi Uygar. ''Öğleden sonra çıkacağız biz Deniz ve Can'la. Sonra da düğün yerine geçeriz.''
''Tamam, biz de evde hazırlanıp geliriz. Sakın Can'a bir şey belli etmeyin.'' dedim.
''Ayıpsın.'' dedi Uygar. ''Ben çıkıyorum, Miray yazıp duruyor.'' dedi, yüzü düşmüştü. Bu olanlar yüzünden onu ihmal ettiğini anlayabiliyordum. Bizim yüzümüzden ilişkileri zedeleniyordu. ''Öğlene kadar onunla olacağım ben.'' Sarp'a ve Savaş'a bakıyordu. Deniz'dense bakışlarını özellikle kaçırıyordu. Gergin olmalarından nefret ediyordum.
''Görüşürüz.'' dedi Sarp. Uygar hızlı adımlarla odadan çıktı.
***
Taburcu işlemlerim çok kısa sürmüştü ve bir dakika daha burada olmak istemediğim için apar topar hastaneden çıkmıştık. Arabaya bindiğimizde içeride ferahlatıcı bir serinlik vardı. Deniz kapımı kapattıktan sonra direksiyonun başına geçti. Emniyet kemerimi taktım, koltuğa yaslandım. Birkaç saniye ikimiz de sessiz kaldık. Sonra Deniz kontağı çevirdi.
"Eve gidiyoruz hanımefendi. Rahatınıza bakın." dedi, sesi bir taksici tonundaydı.
Kafamı çevirdim. "Hanımefendi mi?" dedim. "Bir anda aramızdaki ilişki resmileşti gibi."
"Yani sonuçta seni hastaneden çıkardım. Ciddi bir sorumluluğum var." dedi, göz kırptı.
"Allah korusun, memur beye yakalanmayalım da kaçırıyor beni demeyeyim sonra."
Deniz güldü. "Zaten bu gidişle yakalarlarsa seni değil beni tutuklarlar. Adamlarımıza bak bir, yirmi kişi konvoy yapmışız. Mafya gibi olduk."
Camdan dışarı baktım. Önde iki, arkada beş araç vardı. "Biz baya çete olmuşuz aslında. Acaba bizi Selay'ın düğününde görenler ne düşünecek?"
Deniz başını salladı. "Beni kocan değil de seni korumaya çalışan biri sanırlar. Böyle romantik bodyguard gibi."
"Sen romantik bodyguard olsan, sürekli talimat verirdin. Hanımefendi, suya dokunmayın! Zehirlenebilirsiniz!''
"Yalnız o kadar da haksız bir uyarı sayılmaz." dedi gözlerini kısarak. "Su konusunda travmamız var artık."
Tam ortamı yumuşatmak için bir şeyler söyleyecektim ki Deniz'in telefonu çaldı. Ekranda Sarp'ın adını görünce açmakta bir sakınca görmemiştim.
''Deniz.'' dedi sesi dışarıya verdiğimde.
''Söyle.''
''Evrim gerçekten de burada. Almış çocuklar, nereye götürsünler?'' dedi Sarp, telaşla Deniz'e baktım. Evrim'i esir mi alacaktık?
''Senin şu Melis'e bileklik getiren piçi tuttuğun yer var ya, oraya götürsünler.'' dedi Deniz alelade bir sesle.
''Tamam, konuştursunlar mı?''
''Hayır, benden haber bekleyin.''
''Anlaşıldı.'' dedi Sarp, aramayı sonlandırdı.
Telefon kapanınca arabada bir sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra ilk konuşan ben olmuştum. "Deniz.'' dedim, sesim yumuşaktı. "Bu iş nereye varacak?"
Gözlerini yoldan ayırmadan cevap verdi. "Ne kadar uzağa gitmesi gerekiyorsa oraya."
"Evrim... Ona zarar vermeyeceksiniz değil mi?" dedim, bir an kendimden emin olamadım. Çünkü tanıdığım Deniz çok şey yapardı ama bazı kırmızı çizgileri vardı. Umarım hâlâ vardı.
"Evrim bir piyon. Ben sadece ne kadarını biliyor, onu öğrenmek istiyorum. Konuşturacağız ama öyle zannettiğin gibi işkenceyle değil." dedi ve sonra bir anlık duraksamayla bana döndü. ''Neyse, konumuz Evrim değil. Canının istediği bir şey var mı?''
''Kahve istiyorum, sen yapsana bana. Köpüklü istiyorum.'' dedim. ''Bol köpüklü olsun.''
"Evde sana kahve yapmazsam adım Deniz değil." dedi gururla. "Ama köpüksüz olursa üstüme gelme, cezveyle çözersin derdini."
Deniz'in lafı bitince kıkırdadım. "Cezveyle konuşmak mı? Eğer cansız bir nesneyle konuşmaya başlarsam, durum gerçekten vahim demektir."
Deniz gözlerini kısıp bana döndü. "Yani o zaman ben de koltukla falan tartışmaya başlarsam, seninle baş edemiyorum demektir."
Güldüm. "O zaman gerçekten terapi almamız gerekebilir."
"Ama çift terapisi." dedi Deniz ciddi bir ifadeyle. "Çünkü biz ayrı ayrı değil, birlikte delirdik."
"Birlikte iyileşiriz." dedim, gülümsedim.
***
Evin önüne geldiğimizde daha arabanın kapısını açmamıştım ki bahçede bir hareketlilik hissettim. Bahçe kapısı ardına kadar açıktı, Deniz arabadan indi, kapımı açtı.
"Gel bakalım." dedi, bir kolunu belime sardı ve yürümem için bana destek oldu. "İyisin değil mi?"
"İyiyim." dedim. O sırada bütün ev ahalisi bahçe kapısından çıktı ve beni karşılamak için sokağa döküldü.
Güneş, Selay, Miray, babam, yengem, dayım. Herkes beni kapıda karşılamış ve bana sıkı sıkı sarılmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve ben cevap veremeyecek kadar yorgun hissediyordum.
"Aman kızım hoş geldin." dedi babam.
"Yavrum iyi misin?" dedi yengem.
"Abla bizi çok korkuttun." dedi Güneş.
"İyi misin kuzum?" dedi Selay.
Hepsine onların içini ferahlatacak cevapları vererek bahçeye doğru ilerledim. "Sana bir sürprizimiz var." dedi dayım.
Ne sürprizi? dememe kalmadan Mavi'nin o ince ve tatlı sesi kulaklarımı neşelendirdi. "ADAAAAA!" dedi büyük bir sevinç çığlığıyla. Kalabalığın arasından sıyrıldım ve bize doğru fıtı fıtı yürüyerek gelen Mavi'yi görünce dizlerimin üzerine çöktüm. İpek Mavi'ye turuncu bir salopet giydirmişti. Ayaklarında da beyaz ışıklı ayakkabı vardı. O kadar tatlı görünüyordu ki beklemeden kollarımı açtım.
"Boncuğum!" dedim heyecanla. "Güzeller güzelim."
Mavi bana ulaştığında kollarını boynuma sardı, onu kucakladığım gibi ayağa kalktım ve yüzünün her yerine bir sürü öpücük kondurdum. Mavi kelimenin tam anlamıyla bedenime yapışmıştı.
"Ada geyydiğğmm." dedi elini yüzüme koyarak.
"Sen büyüdün mü?" dedim yanağını ısırdım. "Büyüdün mü sen ben görmeyeli he?"
Mavi ne dediğimi asla anlamasa da gülümsedi ve etrafta göz gezdirdi. Gözlerinin durduğu yere baktım. Deniz'e bakıyordu. "Nenişşşş." dedi gülerek. "Geyy."
Deniz kocaman gülümsedi ve yanımıza gelerek Mavi'yi öptü. "Hoş geldin prenses." dedi, Mavi'nin çenesinin altını gıdıkladı. Mavi kıkırdarken gözlerim İpek'i arıyordu.
"İpek nerede?"
"Geldim geldim." dedi İpek. "Sana çok sevdiğin kekten yaptım, onu çıkarıyordum fırından."
İpek'e minnetle gülümsedim. Bir kolumla Mavi'yi tuttuğum için boşta olan kolumu açtım ve İpek'e sarıldım. "Hoş geldin."
"Hoş buldum Ada. İyi misin?" dedi, Mavi'yi almaya çalıştı.
"İyiyim iyiyim. Mavi kucağımda kalabilir."
"Daha yeni geldin hastaneden, yormasın seni."
"Yormaz o beni." dedim gülerek. "Hadi içeriye geçelim."
"Bu cadı seni çok özlüyor Ada." dedi İpek içeriye doğru yürürken.
Mavi'ye bakıp yanağına sulu bir öpücük bıraktım. "Ben de onu özlüyorum annesi."
Mavi başını boynuma sakladı ve içeriye girene kadar da kaldırmadı. Yengem salona ziyafetleri aratmayacak bir sofra kurmuştu. Ev mahşer yeri gibi kalabalıktı. Zaten evde olanların nüfusu fazlayken Savaş ve Sarp'ın da gelmesiyle iyice kalabalık olmuştu.
İlk bulduğum koltuğa çökerken gözlerim Melis'i arıyordu. Salonda değildi. Yukarıda olmalıydı. "Ada, hadi gel kızım bir şeyler ye. Yorgun düşeceksin." dedi yengem.
"Ben istemiyorum yengecim. Ben Mavi'yi yiyeceğim şimdi." dedim. Mavi anlamış gibi kıkır kıkır gülüyordu. Onu bacaklarıma oturttum, bacaklarını iki yanıma sarkıttım. "Mavi'yi yiyeceğim, evet."
Deniz başucuma geldi, kolunu boynumun arkasından sardı ve önce saçlarımı sonra yanağımı öptü. Acaba o da içinden Keşke kendi çocuğumuzu da sevebilsek. diye geçiriyor muydu?
"Evladım ama hiçbir şey yemeden olur mu?" dedi babam. "Hadi gel iki lokma bir şey ye."
"Babacım vallahi acıkınca yiyeceğim ama şu an istemiyorum." dedim.
Herkes Deniz'e beni ikna etmesi için bakıyordu. Deniz ısrar etmemeleri gerektiğini anlatan bakışlarla etrafa bakarken ben yine etrafa bakıyordum.
"Biz de kalmayacağız." dedi Uygar. "Sponsorluk toplantısına az kaldı." Deniz'e ve Can'a baktı. "Beyler hadi hazırlanın da çıkalım."
Deniz de Can da sessizce başını salladı ve hazırlanmak için salondan ayrıldılar. Bense kahvaltı bitene kadar Mavi'yi sevmiştim.
İçerisi kalabalıktı ama içimdeki sessizlik hiçbir şeyle bastırılamıyordu. Herkes konuşuyordu, gülüşüyordu, kahvaltıya odaklanmıştı. Mavi hâlâ kucağımdaydı, benden hiç ayrılmak istemiyordu.
İpek bulunduğum durumu fark etmiş olmalıydı ki sessizce yanıma geldi, eğildi. "Ben alayım mı onu biraz?" dedi.
Mavi'nin başı omzumda, gözleri yarı kapalıydı. Yorgunluktan değil, huzurdandı. Kıpırdatmak istemedim ama yine de başımı salladım.
İpek kolunu uzattı. "Gel bakalım minik baykuş." dedi yumuşak bir sesle. "Azıcık da ben seveyim seni."
Mavi dudaklarını büzdü ama itiraz etmedi. Ona bir öpücük kondurdum, yanağını sıvazladım. "Hemen geliyorum." dedim fısıltıyla.
Mutfakta gidip bir dilim kek alarak tabağa koydum. Ardından ince belli bir bardağa çay doldurdum. Tabak elimde, bardakla birlikte üst kata doğru yürüdüm.
Merdivenleri yavaşça çıktım. Melis Güneş'in odasındaydı. İçeride camın önünde oturuyordu, ayaklarını kendine çekmişti. Kucağında bir yastık vardı. Dışarı bakıyordu ama bir şey görüyor gibi durmuyordu.
Kapı eşiğinde durdum. "Girebilir miyim?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
Melis sessiz kaldı. İçeri girmekte bir sakınca görmemiştim. "Sana kek getirdim." dedim. "Bir de çay. İpek yapmış keki." diye ekledim çabucak.
Yavaşça kafasını çevirdi, önce tabağa, sonra çaya, sonra bana baktı. Sonra hiçbir şey demeden tekrar cama döndü.
"Burada olman güzel." dedim. "Yani orada oturman değil, evde olman." Oturduğu koltuğun yanına çöktüm. Kek tabağını sehpanın köşesine bıraktım. Bacaklarımı kendime çektim, sırtımı koltuğa dayadım. "Aşağısı baya kalabalık. O yüzden mi buraya kaçtın?" dedim. Melis'in konuşmaya niyeti yoktu ama ben konuşmak istiyordum.
"Sessizlik bugün daha iyi geliyor." dedi.
Konuşmasından cesaret alarak konuya girdim. "Dün için üzgünüm." dedim. "Sana öyle konuşmak istemezdim. Ama başka türlü söyleyemezdim sanırım." Bir şey demedi. Yalnızca parmaklarını yastığın ucunda gezdirdi. "Seni haksız çıkarmak için yapmadım. Sadece o kadar çok korktum ki Melis. Seni kaybetmekten değil sadece. Seni uzaklaştırmaktan. O sırada içimde ne varsa döküldü."
Gözlerini bana çevirdi. "Sen de benim hissettiklerimi küçümsedin." dedi. "Sanki ben sadece inat ediyormuşum gibi."
Başımı eğdim. "Haklısın. O anda kelimeleri seçmedim. Kırıldığını biliyorum. Kızgın olduğunu da. Ama bu, seni sevmediğim ya da anlamaya çalışmadığım anlamına gelmiyor."
"Ben de senin beni sevdiğini biliyorum." dedi. "Ama sevgi, bazen insanların kendi korkularını dayatma şekline dönüşüyor. Dün hissettiğim şey buydu."
İçim sızladı. Haklıydı. Bazen korumak adına sevdiklerimizi daraltıyorduk. Ve farkında olmadan en çok orayı kırıyorduk.
"Bunu yapmak istemiyorum." dedim. "Yani sana bir şeyleri dayatmak istemiyorum."
"Ben affedemem demiyorum." dedi. "Ama şu an affetmiş gibi davranmak istemiyorum. İçimdeki kırıklık kolay geçmiyor Ada. Ve ben bir şey olmamış gibi yapmayı sevmem."
Başımı salladım. "Zaten onarmak için geldim, unutman için değil. Kızgın olmanı anlıyorum. Zaman istiyorsan, tamam."
Melis çayı dudaklarına götürdü, ufak bir yudum aldı. Sonra gözlerini tekrar pencereye çevirdi. Kalkmaya hazırlandım ama Deniz'in sesi beni engelledi. "İzin var mı girmeme?" dedi kapıyı tıklatırken. Siyah bir gömlek giymişti ve kollarını kıvırmıştı. Melis cevap vermeyince Deniz' döndüm. ''Gelebilirsin.'' dedim.
Deniz kapıyı arkasından kapatınca oda tekrar sessizleşti. "Sen hâlâ küssün yani." dedi, cümlesinin odağı Melis'ti.
Melis kıpırdamadı. O an kime söylediğini anlamayan biri olsaydı, bu cümleyi havaya söylenmiş sanabilirdi.
Melis hala bir cevap vermemişti. Deniz bir adım attı, bize doğru yaklaştı. Bir üçgen oluşturmuş gibiydik ve Melis kenarlarından birini sertleştirmişti.
"Bir insan, abisinin hastaneden yeni çıkmış karısına bir Geçmiş olsun. bile demez mi?" dedi Deniz, sesi yüksek değildi ama her kelimesi keskin ve netti. "Aşağıya inmemeni geçtim, dakikalardır Ada'ya nasıl olduğunu sormuyorsun. Göz göze bile gelmedin onunla." Melis'in omuzları hafifçe kalktı. Ama yüzü değişmedi. Sanki duyuyordu ama dinlemiyordu. "Yani tamam, bana kırgınsın. Eyvallah. Ama Ada ne yaptı sana?" dedi Deniz. "Ada seni hâlâ düşünüp buraya geliyor. Elinde kekle, çayla. Büyüklük gösteriyor. Sen ne yapıyorsun?"
"Büyüklük göstermek böyle olmaz" dedi Melis, çayı bırakmadan. "Sen ne zaman başkasının sınırına saygı gösterdin ki?"
"Senin sınırın bu mu yani?" dedi Deniz, sesi buz gibiydi. "Kız hasta yatarken geçmiş olsun bile dememek mi? Sırtını dönmek mi? Bunu mu seçtin? Her seferinde biz mi hatalıyız Melis?" dedi Deniz. "Sen ne zaman dönüp de Ben biraz fazla ileri gittim. dedin? Ne zaman bir öz eleştiri yaptın?"
Melis nihayet başını çevirdi. "Herkes kadar haklıyım ben de. Ama bunu sizin onayınıza göre ölçmeyeceğim."
Deniz başını iki yana salladı. "Ada senin hakkında günlerdir telefonda bana ne diyor biliyor musun? Melis zor bir dönemden geçiyor, üstüne gitmeyelim. diyor. Ama sen ona böyle mi davranacaksın? Bu mudur yani senin ölçün? Sadece kendi kırgınlıklarına odaklanmak mı? O seni savunduğu halde sen nasıl böyle davranırsın Melis?''
Melis dudaklarını sıktı. "Benim de taşıyamadıklarım var. Ve evet, belki sessiz kalmak hataydı. Ama ben kendimi savunacak bir alan bulamıyorum. Siz aynı cephede duruyorsunuz. Ben yalnızım."
"Melis, yalnız olduğunu hissetmen beni çok üzüyor. Çünkü asla yalnız bırakmak istemedim seni. Dün söylediklerim kötüydü, evet. Ama içimdeki korkuyla söyledim. Sana kızdığımdan değil, seni kaybetmekten korktuğumuzdan." dedim.
Melis gözlerini kaçırdı. Çayı sehpanın kenarına bıraktı. "Belki de şu an için bu kadar konuşmak yeter." dedi.
Deniz iç çekti. "Bu konuşma seni rahatlatmıyor olabilir ama gerçekler değişmiyor. Biz bu kadar yükün içinde seni kaybetmek istemediğimiz için bazen kırıcı oluyoruz. Ama sen bu kadar soğuk durdukça, içimden ne korumak geliyor ne konuşmak."
''Koruma abi o zaman.'' dedi Melis, pencereye döndü. Ben iki kişi arasında kalmış ama ikisini de sevdiğini hatırlayan tek kişiydim. Kalbim iki yana eşit yükle asılmış gibiydi.
"Çıkalım mı?" dedi Deniz bana gözleri hâlâ Melis'teyken.
Ben başımı sallayarak ayağa kalktım. "Melis." dedim yavaşça. "İstersen sonra konuşuruz. Ben sadece seni düşündüğümü bil istedim."
Melis başını salladı ama bana dönmedi. Deniz kapıyı açtı. Birlikte sessizce odadan çıkıp aşağı indik. Can ve Uygar hazırlanmış, Deniz'i bekliyordu.
''Hadi oğlum nerede kaldın? Seni bekliyoruz.'' dedi Uygar son merdiveni indiğimizde. Miray'ın beline kolunu sarmış bizi izliyordu.
''Geldim, çıkalım hadi.'' dedi Deniz. Selay ve Can da dış kapıya doğru yürüyordu.
''Bu ne sponsorluğu?'' dedi Selay meraklı gözlerle.
''Şimdi şöyle baldız.'' dedi Uygar. ''Aydın Belediyesi'nin sokak hayvanları için yapmak istediği bir proje var. Büyük bir barınak inşa etmek istiyorlar fakat yeterli sermayeleri yok. Biz de sponsor olmaya karar verdik. Ee böyle işler usulsüz olmayacağı için sevgili kocanı da yanımızda götürüyoruz. Hukuksal olarak her şey düzgün olmalı.''
Aydın Belediyesi gerçekten böyle bir projeyi düşünüyor muydu yoksa Uygar Can'ı ikna etmek için kendiliğinden bir proje mi uydurmuştu bilmiyordum fakat Selay gayet inanmış görünüyordu. Can ise çoktan ikna olmuştu.
''Anladım.'' dedi Selay. ''İyi şanslar o halde.''
''Teşekkürler baldız.'' dedi Uygar. Deniz'le yaşadığı gerginliği asla yansıtmıyordu ve sanırım onun en çok bu yönünü seviyordum. Ne olursa olsun enerjisi hiç düşmüyordu.
''Hadi biz çıkalım artık.'' dedi Miray'a döndüğünde. Dudağına minicik bir öpücük bıraktı ve ona sıkıca sarıldı. ''Seni seviyorum.'' diye fısıldadı, dışarıya doğru yürüdü. O sırada Selay ve Can bahçeye doğru çoktan yol almıştı.
Deniz bana döndü, ellerini bel çukuruma yerleştirip beni kendine yapıştırdı. ''Kendini yoracak bir şey asla yapmıyorsun. Dinlenmeyi ve ilaçlarını içmeyi asla ihmal etmiyorsun. Anlaştık mı?'' dedi, burnumu burnuyla sevdi.
''Anlaştık kocacım. Su içmeden önce ya da çöp atmadan önce sana haber vermeli miyim peki?'' dedim ve kocaman sırıtarak dün akşam bana söylediği cümleleri ona hatırlattım.
Deniz pişman olmuş bir ifadeyle başını iki yana salladı. ''Yaptığım-'' dedi ama lafını kestim.
''Düpedüz öküzlüktü.'' dedim, başımı aşağı eğerek alnımı göğsüne yasladım. Kahkaha atmamak için zor duruyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Deniz çenemi tutup başımı yukarıya kaldırdı. ''Çok ayıp.'' dedi. ''İnsan kocasına böyle şeyler söyler mi?''
Tek kaşımı kaldırıp ellerimi belimin iki yanına koydum. ''İnsan karısına emir veriyorsa pekala öküz lafını duymayı da hak edebilir.''
''Sen böyle hiçbir şeyi unutmaz mısın?''
''Unutmam.'' dedim.
''Seni ilk ne zaman öptüm?'' diye sordu.
''18 Eylül, Çarşamba, 2019.'' dedim bir saniye bile düşünmeden.
Gülümsedi. Çenemi tutmaya devam ederken bir yandan da başparmağıyla alt dudağımı okşuyordu. Beni öpmek istediğini anlayabiliyordum. Hatta belki daha fazlasını istiyordu. Günlerdir birbirimizden uzak kalmıştık, zor sabrettiğini tahmin etmek zor değildi. ''Böyle şeyleri unutmuyorsun fakat hayatını tehlikeye atmaman gerektiğini çabucak unutuveriyorsun sevgilim. Onu ne yapacağız?''
''Sen koruyorsun ya işte beni.'' dedim savunmaya geçerek. ''Sen varken bana hiçbir şey olmaz sevgilim.'' Kollarını belimden çektim, onu kapıya çevirdim. ''Hadi Uygar ve Can ağaç oldu dışarıda. Aaaaa akşama kadar seni bekleyemezler değil mi?'' dedim ve onu dışarıya doğru ittirdim.
''Ah sevgilim.'' dedi yaptığım muzipliği fark ettiğinde. ''Şimdi yaka paça gönderiyorsun ama bunun gecesi de var, unutma.'' dedi. Kahkaha attım. Deniz bana döndü, göz kırptı ve kocaman gülümseyerek Uygar ve Can'a doğru ilerledi.
İçeri girdiğimde mutfakta kurulu sofranın neredeyse tamamen toplanmış olduğunu gördüm. Ev hâlâ kalabalıktı ama artık biraz daha dağınık bir kalabalıktı. Bir grup insan verandadaydı, bir grup salonda, birkaç kişi merdiven başında ayakta laflıyordu. Mavi yine beni bulmuş, paçama tutunmuştu.
"Parti için hazırlanacağız fıstığım." dedim eğilip. "Kızlar makyaj yapacak. Sen de bize yardım eder misin?"
"Addddaaa," dedi ve dudağını büktü. Yere çöküp yanağına minicik bir öpücük kondurdum.
"Gel, seninle süslenelim." dedim. Onu kucağıma alıp ayağa kalktım, salona girdim.
Selay aynanın karşısına bir saç maşası açmış, elinde ısı koruyucu spreyle Miray'a direktif veriyordu. Miray kahkahalarla Selay'a direniyordu.
"Ben düz saçla gideceğim!" dedi Miray. "Ne bu Hollywood bukleleri?"
"Partiye gidiyoruz, çay bahçesine değil. Lütfen." dedi Selay, sprey şişesini adeta silah gibi Miray'a doğrultarak.
İpek koltukta oturmuş, bir oje çantasını önüne açmıştı. Her renkten bir tane vardı. "Ben bordo süreceğim." dedi. "Ama Selay'a kesin nude sürelim.''
"Vallahi hiç hayır demem.'' dedi Selay. İpek'e doğru yürüdü ve yanına oturdu.
''Ben bir duş alsam fena olmaz.'' dedim. ''Hala hastane gibi kokuyorum.''
''Tamam ver Mavi'yi bana.'' dedi Miray. Mavi bana daha sıkı sarıldı.
"Mavi bak ne yapalım biliyor musun?" dedi İpek hemen devreye girerek. "Sen bana yardım et, oje seçelim seninle. Sonra sana da sürerim. Ada zaten hemen gelecek."
Mavi kaşlarını çattı ama bu teklif kafasını biraz kurcalamış gibiydi. "Hadi anneye." dedim gülerek. Onu İpek'e teslim ettim ama gözüm sürekli üzerindeydi. Her an fikrini değiştirme ihtimali vardı.
Üst kata çıktığımda koridorda Güneş'le karşılaştım. Elinde bir makyaj çantası vardı. "Melis'in yanına gidiyorum." dedi. "Kıyamam, kendi kendine hazırlanmaya çalışıyor.''
"İyi akıl etmişsin." dedim. "Senin yanında kendini daha iyi hisseder." Güneş apar topar Melis'in yanına girerken ben de odama girdim ve kendimi hemen suyun altına attım.
Hızlı bir duştan sonra odaya döndüm, Selay'ı kandırmak için aldığım beyaz elbiseyi üzerime geçirdim. Saçlarımı kuruttum ve makyaj yapmak için aşağı indim.
Salon savaş alanı gibiydi, herkesin makyaj çantası masaya açılmıştı, kimin malzemesi nerede belli değildi. Herkes telaşla bir şeylerle uğraşıyordu ve salonda bir gürültü hakimdi. Bir kuaför salonundaymışım gibi hissettim.
''Bence saçın böyle çok güzel oldu.'' dedi Miray Selay'a. Wag dalgası yaptığı saçlarını Selay'ın sağ tarafına almıştı ve sol omzu tamamen açıkta kalacaktı. Elbisesini giydiğinde çok güzel görüneceğine emindim.
''Allah aşkına simli farım nereye kayboldu kızlar?'' dedi İpek. ''Gören versin hemen yoksa ben hazırlanamayacağım. Makyaj çantam savaş alanı gibi."
İpek'in simli farı muhtemelen az önce Mavi'nin elindeydi çünkü Mavi, sim içindeki yeşil renge dönmüş yüzüyle hızlı hızlı yanıma yürüdü ve bacaklarıma sarıldı.
Mavi'nin gelişiyle benim gelişimi fark eden kızlar bakışlarını bana çevirdi. Miray'ın alnının ortasında komik bir şekilde fırçayla sürülmüş bir nemlendirici tabakası vardı. "Ada!" dedi. "Senin cildin hâlâ bebek gibi ya! Bu adaletsizlik!"
Kıkırdadım ve yere bakarak İpek'in simli farını aradım. ''Aa Mavi. Kızım senin yüzüne ne oldu?'' dedi İpek.
''Ufak bir makyaj denemesi yapmış sanırım.'' dedim, yere eğildim ve parçaları yere dökülmüş olan farı elime alıp İpek'e gösterdim. Farın tamamı dökülmüştü. ''Farın için üzgünüm.'' dedim.
Herkes kahkaha atmıştı. ''Benden kullan istediğin farı.'' dedi Selay.
''Gel biz senin yüzünü temizleyelim.'' dedim ve Mavi'yle birlikte banyoya ilerledim. Yüzünü güzelce temizledim ve sildim, tekrar salona döndüm.
Verandadaki kahkaha sesleri içeri doluyordu. Dayım gülerek bir şeyler anlatıyordu, yengem "Ay Harun sus." diye kahkaha atıyordu, babam da aralarına laf sokuyordu.
"Bak bak." dedi Selay pencereye yönelip. "Biz burada çatır çatır hazırlanıyoruz, adamlar orada çayla kekle muhabbet.''
Mutfaktan birden Sarp'ın sesi duyuldu. "Savaş hadi oğlum, geç kalacağız!"
"Ne geç kalması?" dedi Selay başını uzatıp bağırarak. ''Nereye gidiyorsunuz?''
Sarp içerden cevapladı. "Ufak bir işimiz var, sonra sizi almaya geliriz.''
Savaş daha net sesle bağırdı: "Bizi özleyiiin!"
"Siz özlenmeyi hak edecek bir şey yapın önce!" dedi Miray.
Kızlar hep bir ağızdan gülüştü. Onlar hazırlanırken ayak bağı olmaması için Mavi'yi oyalamaya karar verdim. İpek'in ojeleri arasından turuncu olanı seçtim, kapağını açtım ve Mavi'nin tırnaklarına sürmeye başladım. Selay doksanlardan bir şarkı açtı ve dans ede ede Miray'ın saçlarını yapmaya başladı.
Mavi'nin son tırnağına geldiğimde Mavi oje şişesini eline aldı ve bana uzattı. Fakat ben daha tutmadan şişeyi elinden bıraktı ve oje böylelikle kucağıma düştü. Birkaç saniye içinde üzerinde turuncu lekesi olan beyaz elbiseli birine dönmüştüm.
''Hay Allah.'' dedi İpek, hızla yerinden kalktı ve Mavi'yi kucağına aldı. ''Kızım ne yaptın sen?''
Mavi'yi yemek istiyordum çünkü gerçek düğün elbisemi giymek için artık bir bahaneye ihtiyacım kalmamıştı. ''Sorun değil İpek. Ne olacak sanki.''
''Ayyy.'' dedi Selay. ''Ada bizim evde beyaz elbise vardı, gidip almamı ister misin?''
''Ben de konsepte uymayıvereyim Selaycım. Hiç uğraşma. Zaten amaç eğlenmek değil mi?'' dedim. ''Ben gidip üzerimi değiştireyim.''
''Aa konsept mi vardı?'' dedi İpek. ''Haberim yoktu.''
''Aman boş ver, giyen giysin.'' dedi Miray. ''Zaten Melis ve Güneş de beyaz giymeyecekmiş.''
Üst kattaki odama çıktım. Kapadokya'dan aldığım sarı ve ultra seksi elbisem yatak ucundaki askıdaydı. Beyaz elbiseyi çıkartıp sarı elbisemi giydim. Gerçekten göz alıcı görünüyordum. Topuklu ayakkabılarımı da giydim, aşağı indim. Kızlar toparlanmaya başlamıştı. Mavi beni görür görmez yine ayaklarıma dolandı. Küçük bir kelebek gibi etrafımda dört dönen minik bir neşe balonuydu.
"Adaaa." dedi dudaklarını büze büze. "Geyyy." Kucağıma çıkmak ister gibi ellerini uzattı.
"Yine mi geldin boncuğum?" dedim, eğilip onu kucağıma aldım. "Ama bak bana yardım etmen lazım, güzel olmam gerekiyor."
Mavi başını iki yana salladı. "Hayıyy."
"O kadar net mi?" dedim gülerek.
Miray başını uzattı. "Bu çocuk seni bırakmıyor ya. Resmen manyak aşık."
"Duyuyor musun Mavi? Ne dediler senin için?" dedim burnumu onun burnuna dokundurarak.
Mavi sadece güldü, sonra İpek'e döndü. "Anneee!"
"Ben buradayım aşkım." dedi İpek. "Gel hadi biraz da ben alayım seni. Ada'yı rahat bırak artık bak daha makyaj yapamadı kız.''
Mavi dudaklarını büzdü ama ikna oldu. İpek onu alırken "Nasıl baş edeceğim ben seninle küçük cadı?'' dedi ve Mavi neşeyle kıkırdadı.
''Ada.'' dedi Selay beni baştan aşağı süzerken. ''Sen Deniz'in nefesini kesmeyi mi planlıyorsun? Bu nasıl bir güzellik?''
''Abartma canım.'' dedim kendime bakarken.
''Yok ne abartması?'' dedi İpek. ‘’Çok büyüleyici görünüyorsun.''
''Teşekkür ederim.'' dedim. Selay elimi tuttu ve beni koltuğa çekip oturttu. ''Hadi bir sen kaldın. Ben saçını yapacağım, makyaj da İpek'te. Miray sen de Mavi'yle ilgilen hadi bakalım.'' dediğinde gülümseyerek beni izleyen Mavi'ye büyük bir öpücük gönderdim.
Evin içi telaşın ve kahkahanın arasında neredeyse titriyordu. Saç spreylerinin kokusu, fondötenin pudralı havasına karışmıştı. Aynalar yer değiştiriyor, topuk sesleri koridorlarda yankılanıyordu. Mavi nihayet Miray'ın kucağında uyuyakalmıştı. Yüzünde sanki biraz önce plan yapmış gibi bir gülümseme vardı.
"Saat kaç oldu ya?" dedi Miray, telefonuna bakarak. "Geç kalmayalım, hadi herkes son bir kez kendine baksın!"
Çantamı ararken Selay kendi etrafında bir tur attı, sonra aynaya bakıp kaşlarını çattı. "Ben neden bu kadar parlıyorum ya?" dedi. "Herkes sade sade giyinmiş, ben sanki ödül törenine gidiyorum."
"Çünkü sen kraliçesin Selaycım." dedim gülerek. "Kendini törende sanman çok normal."
"Şaka bir yana, bu partinin konsepti beyaz elbise değil miydi? Siz rengârenksiniz? Benim elbisem neden beyaz? Allah'ım ben mi yanlış anladım konsepti?"
"Doğru anladın Seloo." dedi İpek omuz silkip. "Sen sade olamazsın, doğana aykırı. Ayrıca Melis ve Güneş beyaz giymek istemedi. Ada giyse de biliyorsun ki Mavi üzerine oje döktü. E Miray da yanlışlıkla yırttı elbisesini.''
Selay kısa bir süre düşündü. "İyi o zaman. En azından parıltının hakkını verelim." dedi, aynaya bir öpücük gönderip rujunu tazeledi.
''Nerede kaldı bu çocuklar ya?'' dedi Miray. ''Savaş da Sarp da piyasada yok.''
Herkes son hazırlıklarını yaparken birden kapı açıldı ve Savaş içeriye girdi. "Vay vay vay." dedi gülerek. "Parti değil, sanki Cannes Film Festivali konvoyu."
"Bizim de kırmızı halımız olsa fena olmazdı." dedi Selay, yanımdan geçerken saçını düzelterek.
Savaş kollarını iki yana açarak bize doğru döndü. "Fotoğraf çekilmeden kimse arabaya binmiyor!" dedi ve telefonunu çıkartıp ön kamerasını açarak bizden birkaç adım uzağa yürüdü. Selay, Miray, İpek, Güneş, Melis ve Sarp'la birlikte yan yana geçtik, kocaman gülümseyerek Savaş'a poz verdik. Harika bir selfie olmuştu.
''Gençler hazırsanız çıkalım artık, arabalar hazır.'' dedi Sarp. Önce bahçeye sonra sokağa çıktık. İki araba hazır bekliyordu. Ben, Selay ve Miray'la gidecektim. Arabayı Savaş kullanacaktı. Melis, Güneş, İpek ve Mavi de beraber gidecekti, onların arabasını ise Sarp kullanacaktı.
Dayım, yengem, babam ve Selay'ın ailesinin gezmeye diyerek evden çıkmalarının üzerinden bir saat geçmişti. Düğün yerine çoktan varmış olmalılardı. Denizlerin sözde sponsorluk toplantısı da bitmişti ve Can'ı galaya gidiyoruz diyerek düğün alanına götürüyorlardı.
Hiçbir aksilik yaşamadan bu gecenin sonlanmasını tüm kalbimle diledim ve arabaya bindim. İstikametimiz Güney'in de geleceği düğün alanıydı. Önümüzdeki ve arkamızdaki arabalar bize eskortluk ediyordu ve ben kaç tane olduklarını saymamıştım.
***
Düğünün olacağı otelin önüne geldiğimizde Savaş arabayı sağa yanaştırdı ve motoru susturdu. Savaş'ın ardından Sarp da hemen arkamızda durduğunda kapımı açtım. Arabadan iner inmez ılık bahar havası yüzüme çarptı. Selay çok şanslıydı çünkü hava çok güzeldi.
Benim ardımdan Miray ve Selay da indi. Melis ve Güneş ise çoktan inmiş, otele koşarak giriş yapmışlardı. İpek Mavi'yi arabadan indirmeye çalışıyordu.
''Hava mis gibi.'' dedi Miray. ''Bütün gece dans edeceğiz haberiniz olsun.''
''Oturmak yasak.'' dedi Selay.
Mavi ellerini birbirine vurdu ve kahkaha attı. Bir arabanın motoru sustuğunda otoparka baktım. Denizler de gelmişti. ''Aaa.'' dedi Selay. ''Deniz'in arabası değil mi? Aaa evet. İçindekiler de Can ve Uygar işte. Ne işleri var burada?''
''Bilmem ki.'' dedim. ''Gala bu otelde mi acaba?''
''Ne tatlı olur!'' dedi Miray.
Deniz, Can, Uygar aynı anda yanımıza geldi. Deniz bana, Can Selay'a, Uygar da Miray'a sarıldı. ''Siz burada ne arıyorsunuz?'' dedi Selay.
''Gala burada mı?'' dedim şaşırmış gibi yaparak.
''Evet!'' dedi Uygar. ''Sizin parti de mi burada yoksa?'' dedi. Oyunumuza uyuyordu.
Hep bir ağızdan ‘’Eveeet.’’ dedik.
''Ay harika.'' dedim. ''Ee hadi geçelim o zaman otele.''
Herkes en sevdiğine sarılıp otele doğru yürürken Can ve Selay'ı önden yürüttük ki Melis ve Güneş onların fotoğrafını çekebilsin.
Önce otele girdik, sonra sahil kısmına doğru ilerledik. Burnuma önce lavanta, sonra gece zambağı kokusu çarptı. Gözümü hafifçe araladığımda koridorun sonunda yolun başladığını gördüm. Yol dediğim şey, sanki gökyüzünden yere inmişti. Yıldızlar adeta yere dizilmiş, bir patika oluşturmuştu. Dışarıya çıktık, kalabalığın olduğu yer karanlıktı. Sadece yürüdüğümüz ışıklı yolun ışıkları vardı. İncecik, zarif ışıklarla çevrelenmiş beyaz taşların arasından geçiyorduk. Sanki zaman yavaşlamıştı. Beyaz çiçekler, minik fenerler, adımlarımızın altında yankılanan taş zemin. Herkesin gözleri ön taraftaydı. Ama Selay ve Can, bunun hala sıradan bir parti olduğunu sanıyordu. Henüz hiçbir şey anlamamışlardı.
Bir anda ışıklar yandı, düğün giriş müziği çalmaya başladı. ''Hoş geldiniz!" diye yükselen çığlıklarla birlikte bir anda etrafı alkışlar, kahkahalar ve ışıklar sardı. Tam karşımızda dev bir çiçek kemeri, onun altında kurulan beyaz bir masa, masa üzerinde parlayan isimleri vardı. Selay & Can.
Can da Selay da bir anda durdu. Selay'ın gözleri kocaman açıldı. Herkes onlara bakıyordu. Alkışlar yükseldiğinde Selay'ın elleri ağzına gitti. Can bir şey sormak ister gibi bize döndü.
Ben sadece gülümsedim. "Sürpriz." dedim fısıltıyla.
Selay gözlerini tutamıyordu. Can etrafına şaşkınlıkla ve hayranlıkla bakıyordu. ''Siz.'' dedi Selay. ''Bizi kandırdınız mı?''
''Biraz öyle oldu baldız.'' dedi Uygar. ''Düğününüze hoş geldiniz.''
Can Selay'ın elini tekrar tuttu ve onu ışıklı yol boyunca yürüttü. Güneş kaşla göz arasında gelin çiçeğini Selay'ın eline tutuşturdu. Dans pistinin olduğu yere varana kadar Selay etrafa gülücükler saçmıştı. Düğün giriş müziği sustu, çok güzel bir dans müziği çalmaya başladı.
Deniz'in kolu belimdeydi. Parmakları tenimde gezdikçe içim ürperiyordu ama o an sadece Selay ve Can'a odaklanmıştım. Dans pistinin ortasında dönüyorlardı, ikisi de mutlu, huzurlu, neşeliydi. Arada bir gülüşüyorlar, ellerini sıkıca tutuyorlardı. Bu izlemeye doyamadığım bir sahneydi.
''Gerçekten çok güzeller.'' dedim başımı hafifçe Deniz'in omzuna yaslayarak.
''Hı hı.'' dedi ama sesi boğuk geliyordu.
Başımı kaldırdım. "Ne oldu?" dedim gülümseyerek.
"Gözümü nereye çevirsem senin bacaklarına bakan insanlarla göz göze geliyorum." dedi, sesi belirgin şekilde sinirliydi.
Gözlerimi devirdim. "Abartma."
"Abartmıyorum Ada. Bu kadar kısa olmasa elbise güzel aslında. Göğüs dekoltenden bahsetmiyorum bile.''
"Bu kadar kısa olmasa mı?" dedim dudaklarımı ısırarak. "Demek elbisemi beğenmedin?"
"Ben elbiseni çok beğendim." dedi, sesi bu sefer kısık bir homurtuya dönüştü. "Benim dışımda beğenen herkese uyuzum sadece."
Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Hafifçe ona yaklaştım. "Ben zaten seni etkilemek için giydim. Başkaları beğense ne olur?"
"Bunu sen söylerken bile iki adam sana bakıyor, haberin var mı?" dedi, hafifçe arkamı kolluyormuş gibi döndü. "Bak birinin gözü dalmış, ben ona ne yapayım?"
"Deniz." dedim, gülüşümü bastıramadan. "Şu an kıskançsın."
"Kıskanıyorum tabii. Sen farkında değilsin ama sen bu elbiseyle yürürken bütün alanda rüzgar esiyor gibi oluyor. Allah'tan senin o belinin üstünde elim var ya, hani herkes görüyor ya içim biraz rahatlıyor."
"Yani herkes bilsin ki bu kadın benim diyorsun?"
"Hayır." dedi, yüzüme eğildi. "Bu kadına kimse bakmasın, çünkü gerekirse düğünü yakarım. diyorum."
Bir kahkaha daha attım. "Romantik tehditler sıralamak için çok güzel bir akşam değil mi aşkım?"
"Senin elbisen bu kadar kısa olmasa ben şu an dünya barışı konuşuyordum zaten." dedi, gözlerini kısmıştı.
Ona döndüm, başımı hafifçe yana eğdim. "O zaman söyle bakalım, bu elbiseyle dans edebilir miyim?"
''Kesinlikle hayır.'' dedi hiç düşünmeden.
''Seninle vals yapmadan bu düğünden ayrılmayacağım.'' dedim.
''Seninle vals yapmam için buradaki herkesin gözlerini oymam gerek biliyorsun değil mi?''
''Yok yok, herkesin gözü yüzünde kalacak ama biz vals yapacağız.''
Deniz'in sarılışı beni daha da kendine esir ederken Selay ve Can'ın dansı bitti, orkestra çiftetelliye geçti. Herkes bu anı bekliyor gibi piste koştu ve kurtlarını dökercesine oynamaya başladı. Onlara katılmayanlarsa Uygar, Sarp ve Savaş'la birlikte ben ve Deniz kalmıştık.
Çiftetelli tüm hızıyla devam ediyordu. Pistteki kahkahalar, ayak sesleri, şarkının ritmine karışan neşe dolu çığlıklar adeta gecenin üstünü örterken ben hâlâ Deniz'in kolunun sıcaklığını tenimde hissediyordum. Gözüm Selay ve Can'ın yüzündeki mutlulukta, kulağım müziğin melodisindeydi. O an içimde her şey gerçekten yolunda gibi hissettiriyordu. Ta ki Sarp, Savaş ve Uygar yanımıza gelene kadar.
Deniz onları görünce elini belimden yavaşça çekti. O hareketi bile içimi üşüttü. Gözleri tek tek üçünün gözlerine baktı, sonra Uygar'a döndü. "Ne oldu?"
Uygar bir an bize değil, kalabalığın arkasındaki otel kapısına baktı. "Evrim’i getirdiler."
''Şu an burada mı?"
"Arka girişten alındı." dedi Sarp, sesi sakindi ama dudaklarının kenarı gerilmişti. "Adamlar giriş çıkışı kontrol altında tutuyor. Gören yok."
Savaş öne çıktı. "Konuşmadı. Ama rahat durmuyor."
Deniz'in çenesi gerildi. "Güney'den haber var mı? Eser'e ulaşamıyorum.''
"Yok." dedi Uygar. "Ve biz hâlâ onun ne zaman geleceğini, ne getireceğini, kimi yanında getireceğini bilmiyoruz."
Kalabalık aynı hızla dans ediyordu. Mavi, Melis'in kucağında mutlu mutlu alkışlıyordu. Deniz gözlerini pistten çekmeden konuştu. "İçeri giriş çıkış tamamen kapatıldı mı?"
Sarp başını salladı. "Kilitlendi. Otel personeli kontrol altında. Kamera kayıtlarını sürekli döndürüyoruz."
"Güzel." dedi Deniz, sonra kısa bir sessizlik oldu.
"Ne yapacağız?" dedim fısıltıyla.
Deniz'in sesi buz gibiydi. ''Bize yakışanı yaparak misafirlerimizi en iyi şekilde ağırlayacağız sevgilim.'' dedi. ''Kim var kadının başında?''
''Hakan var.'' dedi Sarp.
Deniz başını salladı. ''Bekleyelim bakalım Güney efendiyi.''
Deniz'in sözleriyle birlikte içinde bulunduğumuz bu görünmez cepheyi, görünürdeki şölene sızdırmamaya yemin etmiş gibiydik. Savaş, Uygar ve Sarp birer gölge gibi sessizce çekildiler. Deniz yeniden yanıma yaklaştı, kolunu usulca belime doladı. İç çekti, göğsü hafifçe yükselip alçaldı. Gözleri pistin ötesinde bir yere takılıydı ama dudaklarından çıkan kelimeler netti.
Müzik bir anda yükseldi. Kalabalık coşkuyla ellerini havaya kaldırdı. Renkli ışıklar sahili taramaya başladı. Pist, bir anda bir lunaparka dönüşmüş gibiydi.
Miray, Selay'ı kolundan tutup pistin ortasına çekti. Güneş hemen peşlerinden gitti. İpek önce Mavi'yi Melis'in kucağına bıraktı, sonra topuklularına inat pistte zıplamaya başladı. Mavi çılgınlar gibi alkışlıyordu, ağzında minicik bir gülümseme vardı. Kafasını sallaya sallaya müziğe eşlik ediyordu.
"Bunu kaçırmam!" dedim ve topuklularımı çıkarıp bir kenara attım. Elbisemin kısa oluşunun hiçbir önemi kalmamıştı.
Koşar adımlarla sahile indik. Kumun üzerine yerleştirilmiş platforma çıktığımızda herkes dönüp bize baktı.
"ABLAM GELDİ!" diye bağırdı Güneş ve beni iki elinden yakaladı.
Güçlü bir kadın sesi, geceyi ikiye böldü. "Şinanay da yavrum şinanay, şinanay da hoppa!"
Hep birlikte çığlık attık. Şarkı devam ederken herkes birbirini tutup döndü, kahkahalar havada çarpıştı. Pist gelinliğini kenarından tutup zıplayan bir Selay, saçlarını çözmüş kahkahalarla savuran bir Miray, ojesi bozulmuş ama umurunda bile olmayan bir İpek ve gözleri parıldayan bir Güneş'le dolup taşmıştı.
Uygar ceketini beline bağlamıştı. Savaş, elinde telefonla dans edenleri çekiyordu ama her iki saniyede bir kamerayı bırakıp kendini piste atıyordu. Sarp bile müziğe dayanamayıp pistin kenarından ritme eşlik ediyordu.
Deniz ise kenarda durmuş, bana bakıyordu. Elleri cebindeydi. Gözlerinde yorgun ama huzurlu bir gülümseme vardı. Dans etmiyordu ama kalbiyle bizimleydi. Göz göze geldik. O elbiseyle dans etme. demişti. Ona meydan okur gibi hafifçe belimi çevirdim, saçlarımı geriye savurup kahkaha attım. Gözlerini kaçırmadı.
Şarkılar peş peşe geldi. Milli marşımız Erik Dalı çalınca yer yerinden oynadı. Kalabalık bir oldu, ayaklar yerden kesildi. Babam, dayım, yengem, Selay'ın babası, herkes bir yerden çıkmış, halay başına dizilmişti. Mavi'yi kucağıma aldım ve onu kucağımda zıplata zıplata oynadım. Yorulduğumu fark ettiğimde Mavi'yi Sarp'ın kucağına bıraktım, Deniz'in yanına koştum. Çok terlediğim için alnımdan süzülen terleri elimin tersiyle sildim. Bir elimle Deniz'in kolundan tutup ondan destek aldım. ''Ayy.'' dedim soluklanırken. ''Çok yoruldum.''
''Bir dakika bile dinlenmeden pistte zıpladın sevgilim.'' dedi, kollarımı kendine sardı, sonra kendi kollarını benim belime sardı. Göğsüm göğsüyle birleşti. Alnıma bir öpücük bıraktı. ''Riskli bir hastalık atlattın, durumun hala çok iyi değil. Kendini neden bu kadar yoruyorsun? Ben anlamıyorum ki.''
''Ama.'' dedim nazlı bir sesle. ''Bugün Selay'ın en mutlu günü.''
''Ben anlamam. Bundan sonra oturup dinleneceksin.'' dedi.
Başımı geriye attım. ''Zaten çok yoruldum, saçım başım da dağıldı. Oynayamam ki istesem de.''
Deniz saçlarıma sıcak nefesini bıraktı. ''Şu halinle bile.'' dedi, iç geçirdi. ''Şu halinle bile o kadar güzelsin ki. Şu gece bitsin de seni otele kaçırayım diye saniyeleri sayıyorum.''
Kıkırdadım. ''Bu gece Selay ve Can'ın düğünü.'' dedim. ''Bizim değil.''
''Olabilir.'' dedi, kısa bir süre sustu. ''Seni çok özledim ve sana sadece bakmakla yetinmek bana işkence gibi geliyor.'' dedi, sesi kısılmıştı. Sanki kalabalığın içinden yalnızca bana fısıldıyordu. Gözleri bir an için yüzümden ayrıldı. Elbisemin boynundan kayarak omzuma inen ince askısına takıldı bakışı. Sonra o askıya dokunmuş gibi hafifçe yutkundu. "Senin bu elbisen." dedi, sesi kısıktı. "Beni ya delirtecek ya da kendimi kaybettirecek kadar çok şey düşündürecek."
Kaşlarımı kaldırdım. Dudaklarımda yaramaz bir tebessüm vardı. "Ne gibi mesela?"
Gözlerini gözlerime sabitledi. Öyle bir bakıştı ki içimden geçen her şeyi ezberlemiş gibiydi. "Mesela." dedi fısıltıyla, dudaklarını kulağıma yaklaştırarak. "Şu anda elim belindeyken, seni şöyle biraz daha kendime çeksem, şu ince kumaşın altından, derin nefes alışlarını ellerimde hissetsem." Boğazım kurudu. Cevap veremedim. O konuşmaya devam etti. ''Ve sonra gece biter bitmez bu elbiseyi." Bir saniye durdu, sanki bir sonraki kelimeyi düşünüyor gibiydi. "Senden usulca çıkarsam. Düğme ya da fermuarı olmaması çok iyi. Yırtmak için fazla güzel ve ben sabırlı biri değilim Ada."
Kalbim deli gibi atıyordu. "Deniz." dedim, nefes nefese. "Bu çok ayıp."
"Hayır." dedi usulca, dudaklarını çenemin kenarına dokundurarak. "Bu tam bizlik bir senaryo." Sonra gözleri yine kalabalığa kaydı. Ciddi ve dikkatliydi ama hâlâ dudağında o şeytani kıvrım vardı. "Gece uzun sevgilim." dedi. "Ve benim aklım senin elbisenin boyundan çok, onu ne zaman çıkarabileceğimde. Hadi gel.''
''Nereye?'' dedim, beni dans pistine doğru koşar adımlarla yürüttü.
''Dans etmeye.'' dedi heyecanla.
DJ kabininde neon ışıklar dönmeye başladı ve aniden yüksek tempolu bir pop şarkısı sahili inletti. Bass titreşimleri ayaklarımızın altından geçti, kalabalığın çığlıkları müziğe karıştı.
Sanırım büyüyorum en sonunda
Hala ayıp bi şey demedim hesap et ordan
Yine de sen iste böleyim denizi ikiye
Bi an peşimizden gelemesinler diye
Sen üzülme boynunu bükme
Gelse bile bi gün ölüm ensemden göğsüme
Vurmak istedim yerleri göğe
Bitik başlarken her yeni güne
Ama şimdi güzel pazar ertesi bile bütün cennetlere göre çok
Olsam bile kalabalıklar içinde yokluğun var eder iliklerimde hiçliği
Yazın mont giyen evsiz şarapçı dayı da bıraktı şerefime içmeyi
Şişelerin dibindekiler gibi biter sandım ama sürecek şarkın
Bi ömür sana mahkum etse beni adaletinle yargın
Adını yazsam sahilimin ıslak kumlarına
Denizler gider mi suyuma
Görünmem senden başkasına iki gözüm âmâ
Adını yazsam sahilimin ıslak kumlarına
Denizler gider mi suyuma
Görünmem senden başkasına iki gözüm âmâ
"Ahh bu şarkı çok güzel!" dedim.
İnsanlar arasında kıvrılarak ilerledik. Güneş, Selay ve Miray pistin ortasında zıplıyorlardı. Saçları terden alnına yapışmıştı ama yüzlerinde sadece kocaman gülümsemeler vardı. Mavi Melis'in kucağındaydı ama ellerini sallayıp dans eden herkese eşlik ediyordu.
Şarkı sesi yükseldi, tempo arttı. Kalabalık bir dalga gibi inip çıkıyordu. Deniz belimden kavradı, beni kendine doğru çekti.
"Dünyanın en güzel kadını sen olabilirsin." dedi nefes nefese. "Ve ben dünyanın en şanslısı."
"Ne, sadece şu an mı?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Sonra kendi etrafımda hızlıca döndüm, saçlarım onun göğsüne çarptı.
"Ömür boyu." dedi, hemen ardından. "Ama şu an kesin zirvedeyiz."
Sırtımı onun göğsüne yaslamış, kollarımı iki yana kocaman açmıştım. Deniz de kollarını açtı ve ellerimi tuttu. Şarkının ritmine uygun olarak kollarımızı hareket ettiriyorduk. Şarkılar değiştikçe daha da hızlandık. Pist bir gece kulübüne dönmüştü. Işıklar üzerimizde dönüyor, fondaki ekranlardan renkli animasyonlar akıyordu. Kimin ne düşündüğü, kimin baktığı hiç umurumda değildi.
"Beni pistte tek başına bırakacak mısın?" dedim dönerken.
"Hayır." dedi Deniz. "Bu gece ne yaparsan yap, yanında olacağım. Hatta."
"Evet?" dedim.
"Gece bitince bile yanında olacağım. Ama o zaman müzik yerine nefesinle dans ederim." dedi fısıldayarak. Sonra bir anda bakışları değişti. Gözleri sahnenin arkasına, loş ışıkların arasına kaydı.
"Ne oldu?" dedim nefesimi tutarak.
Cevap vermedi. Sadece başını eğip kulağıma fısıldadı. "Sakın korkma. Birazdan sen de göreceksin."
Ama ben çoktan başımı çevirmiştim. Kalabalığın kenarında bir hareketlenme vardı. Siyah takım elbiseli iki adam, bir kadını neredeyse sürüklercesine arka taraftaki kapıya götürüyordu. Kadının yüzü görünmüyordu ama Evrim olduğunu tahmin etmek hiç zor değildi.
Diğer girişte gölgelerin arasından Güney yürüyerek içeri girdi. Üzerinde geceye yakışmayacak kadar koyu bir takım vardı. Yanında kimse yoktu ama varlığı bile kalabalığın enerjisini değiştirmeye başlamıştı.
"Deniz." dedim fısıltıyla. Elim hala onun kolundaydı.
"Korkma." dedi. Gözlerini bir an bile Güney'den ayırmadan. Derin bir nefes aldı. DJ'e döndü, bir şeyler söyledi. Müziğin ritmi değişti. Birkaç kişi gelip sahnedeki herkesi yanımızdan uzaklaştırdı. Güney gelmişti ve Deniz dikkat dağıtmaya çalışıyordu. Beni belimden kavradı. "Vals yapmak istiyordun değil mi?" dedi göğsüme doğru fısıldarken. "Şimdi nefesinle dans etmeye başlıyorum."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |