82. Bölüm

78. Bölüm - Çifte Mutluluk

Kubra Akyol
_kubraakyol

 

Herkese merhaba. Öncelikle geciktiğim için kusura bakmayın. Bu ay tam üç tane düğün atlattım ve hiç müsait olamadığım için bu bölümü elimde süründüre süründüre yazdım. Yaz, sil baştan yaz, sil, bir daha yaz olarak ilerlediğim bir bölümdü çünkü içime sinmesini istedim. Öyle de oldu.

 

Şimdi size bir haberim var. Belki pano merkezinden görenleriniz olmuştur. Kurgum kitap olacak. Bunun için anlatılamaz derecede heyecanlı ve mutluyum. Ne zaman basılacağı henüz belli değil. Basılana kadar buradan bölüm paylaşmaya devam edeceğim. Hedefim finali buraya yetiştirmek. O yüzden beklemeden bölüm yazıp paylaşmak istiyorum.

 

Sizden bir isteğim var. Kitabım için alıntı kartı yapmaya karar verdik yayınevimle. Kurgum en az üç kitap olacak. Sizden ilk kitabımın alıntı kartı için fikir istiyorum. Lütfen okuyan herkes yorum bildirsin. Benim için çok önemli. Sizce hangisi olsun.

 

Ben en çok ilkbaharı severim ve kıştan nefret ederim. Ama sen bana kış olsan, bütün dünya ilkbahar olsa ben yine de seni seçerim.

 

Burası benim. Kalbin benim.

 

Gözlerin gece gibi siyah ama bana bakarken bu gece siyahı gözler gökyüzünde ışıldayan birer yıldıza dönüşüyor.

 

Ona aşık olmak ateşe dokunmakla eş değerdi. Dokunursam yanacaktım ama ben bir an bile tereddüt etmeden o ateşe atladım.

 

Karanlığın aydınlığa dönmesi gibi. Fırtınadan hemen sonra güneş açması gibi. Sen hayatın bana verdiği en güzel hediyesin.

 

Onu sevmeye başladığım andan beri kalbimin orta yerinde rengarenk balonlarla yaşıyormuş gibi hissediyorum.

 

Yaşıyor olmak başka, yaşadığını hissetmek başka. Ben onunla yaşadığımı hissediyorum.

 

Hüzünlüyken bile bu kadar güzel bakan biri mutlu olduğunda acaba nasıl bakardı?

 

Evet şimdi sizi yeni bölümle baş başa bırakıyorum. :)

Deniz'in ne hissettiğini bilmiyordum ama gözlerinde hissettiğim ilk tepki korkuydu. İçinden geçenleri okumak zor değildi. Ben buradayken, onca suçla yargılanacakken bir bebeğimiz mi olacak?

 

Soğuk ve nemli odada, tavan lambası soluk sarı bir ışıkla üzerimize düşerken Deniz başını iki yana salladı. Gözlerinde birer boncuk gibi asılı kalan yaşlar, sanki daha fazla tutunacak güçleri kalmamış gibi yanaklarına aktı. ''Buradan çıkamayacağım.'' dedi titreyen sesiyle. Dudakları zorla hareket ediyor, sesi derin bir uçurumdan geliyordu. "Ada ben buradan çıkamayacağım. Tüm o süreçte yalnız mı olacaksın? O bebeği göremeyeceğim bile belki de. Bensiz nasıl büyüteceksin?''

 

Acıyla yutkundum. Deniz'in bu hayatta en çok istediği şey benim yanında olmamdı, ikincisi ise bir bebeğimizin olmasıydı. Şimdi ona bunun gerçekleşeceğini söylüyordum fakat o, o kadar korku dolu ve umutsuzdu ki neredeyse bebeğimizi istemediğini söyleyecekti.

 

''Sensiz falan büyütmeyeceğim. Çıkacaksın buradan ve ben bunun için her şeyi yapacağım.'' dedim, yağmur damlaları gibi yanaklarına süzülen yaşları sildim. ''Beraber büyüteceğiz onu.'' dedim, kelepçeli ellerini karnıma yasladım. ''Annesi de babası da yanında olacak. Seni kaybetmeyeceğim, bu sefer bebeğimizi de kaybetmeyeceğim.''

 

Deniz gözümün ne kadar karardığını yeni anlamışçasına başını sağa sola salladı. ''Başını belaya sokamazsın Ada, sakın bir delilik yapma. Seni kaybedemem ben.''

 

''Kaybetmeyeceksin. Söz veriyorum sevgilim. Sen beni hiç kaybetmeyeceksin.'' dedim, içimde çığlıklar vardı ama Deniz'e belli etmekten özellikle kaçınıyordum. Çünkü benim dağıldığımı fark ederse o daha çok dağılırdı. O yüzden gözlerimdeki korkuyu, yerini sevgiye ve inanca bırakması için bastırdım.

 

''Çıkmanız lazım artık hanımefendi.'' dedi dışarıdan sert bir ses. ''Süreniz doldu.''

 

Gözlerimi kısa bir an dışarıya çevirdim, ardından hemen tekrardan Deniz'e baktım. ''Seni seviyorum.'' dedim, gözlerime sıcacık bir ifade yerleştirdim. ''Çok seviyorum.''

 

Deniz kısaca başını salladı, ellerini kaldırdı, saçımı okşadı. ''Ben seni daha çok seviyorum." dedi.

 

Memur içeriye girdi, Deniz'in yanından uzaklaştım. ''Süreniz doldu, çıkmanız gerek.''

 

Başımı salladım, Deniz'e baka baka sorgu odasından çıktım. Beni kapıda Sarp karşılamıştı, ona sıkıca sarıldım. ''Ağlama artık Ada, bak sen böyle yaparsan iyice güçten düşeceksin.''

 

''Sarp onu çıkarmak zorundayız.'' dedim titreyen bir sesle.

 

''Çıkaracağız.'' dedi, daha sıkı sarıldı. Sarp olmasa neyden ya da kimden güç alırdım bilmiyordum. Benim en yakın dostumdu, içimi en iyi bilen, neyi neden yaptığımı anlayabilen, beni korumak için Deniz'e bile kafa tutan biri olmuştu. Daha saatler önce ben üzülmeyeyim diye Deniz'e nefret kusan Sarp, şimdi yine sırf ben üzülüyorum diye Deniz'in serbest kalmasını istiyordu.

''Nefes alamıyorum.'' dedim. Sarp sarılmamızı sonlandırıp beni çıkışa doğru yürüttü. Ben nefes almak için dışarı çıkabiliyorken Deniz içerideydi, nefes almak için dışarı çıkamazdı. Bunu düşündükçe aldığım nefes bile bana ağır geliyordu. ''Deniz de hava almak istiyorsa Sarp?''

 

Sarp bana cevap vermemiş, karşıdan gelen Eser'e ve iki avukata bakmıştı. ''Evet durum nedir?'' diye sordu merakla. Sesi kontrollü ama sabırsızdı.

 

Avukatlar ve Eser sıkıntıyla başını salladı. ''Suçlamalar çok ağır.'' dedi avukatlardan biri. "Özellikle organize suç kapsamında değerlendirilen belgelerde evrakta sahtecilik ve silah bulundurma iddiaları, dosyayı ağırlaştırıyor."

 

''Bunu zaten biliyoruz. Ne yapabiliriz onu söyleseniz?'' dedi Sarp sıkıntıyla.

 

Diğer avukat söze girdi. ''Suçlamaları reddedeceğiz, ilk işimiz savunma davası açmak olacak. Belgelerin sahte olduğunu ve imzaların Deniz Bey'in bilgisi dışında atıldığını söyleyeceğiz. Gerçekleri anlatacağız yani.''

 

''Bu süre içinde savunmamızı destekleyecek deliller bulmamız gerekiyor.'' dedi diğer avukat.

 

''Dosyaya Serhat Savcı bakamaz mı?'' dedim. ''O Deniz'i tanıyor. Bize yardım edebilir. Ailesiyle de yakındı Deniz'in ailesi.''

 

Avukat üzgün bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Ne yazık ki dosyaya atanan savcı başka biri. Disiplinli, mesafeli ve oldukça sert bir savcı. Tarafsızlığıyla bilinir, takdir yetkisini de ciddi anlamda dar kullanıyor. Empati yoksunu diyebiliriz."

 

Eser iç çekti. "Deniz'e denk gele gele bu mu denk geldi yani? Şansa bak."

Konuşmalara aldırmadan konuyu değiştirdim. ''Şimdi Deniz'e ne olacak?'' dedim iki avukatın yüzünde de bakışlarımı gezdirirken.

 

Bir avukat saatine baktı. ''Birkaç saat sonra adliyeye sevk edilir. Duruşmaya alırlar.''

 

''Siz yeterince hazır mısınız savunmak için?'' dedi Sarp tereddütlü bir sesle. Üzerinde bir güvensizlik olduğunu sanırım hepimiz anlamıştık.

 

''Emin olun ki Deniz Bey'in bu durumda olması en az sizin kadar bizim de canımızı sıkıyor. Ve yine emin olun ki serbest kalması için elimizden geleni yapacağız.''

 

''Evren'in ölümü hiç iyi olmadı. Onun üstüne yıkardık ki zaten bütün suç onun amına koyayım.'' dedi Eser.

 

''Bulacağız artık bir yolunu ama önce sizin de bize her şeyi anlatmanız lazım. Nedir bu silah saklama mevzusu?'' dedi bir avukat.

 

Herkese bıkkınlıkla baktım. Benim kimseye bir şey anlatacak gücüm yoktu. ''Tamam yenge.'' dedi Eser elini koluma hafifçe vurarak. ''Sen çık dışarı hava al. Biz Sarp'la anlatacağız her şeyi.''

 

Başımı salladım. Ağır adımlarla karakoldan çıktım, banklardan birine oturdum. Önce yüzümü ellerimle kapatıp olabildiğince derin bir nefes aldım. Aldığım nefes atmosfere karışırken telefonumu çıkartıp Uygar'ı aradım. Saat 06.49'du, bu saatte uyuduğuna emindim ama arayanın ben olduğunu görünce açacağını biliyordum. Çünkü Uygar bana değil Deniz'e kızgındı ve bunun tüm sebebi Deniz'in bana yaptıklarıydı.

Uygar bana kızgın olmadığı halde onu bir ay boyunca hiç aramamıştım ve neden aramadığımı da bilmiyordum. Aslına bakarsak o da beni aramamıştı ve muhtemelen Deniz adına bana karşı mahcup hissediyordu. Ama şimdi bütün bunları geride bırakmak zorundaydık çünkü Deniz hapse girecekti ve Uygar yardımına ihtiyaç duyduğum ilk insanların başında geliyordu. ''Uygar.'' dedim telefonu yedinci çalışında yanıtladığında.

 

''Ada.'' dedi, sesindeki şaşkınlığı telefondan bile hissedebiliyordum. ''Ada iyi misin?''

 

''Bilmiyorum.'' dedim. ''Uygar çok kötü bir şey oldu. Sana ihtiyacım var.'' dedim. Uygar biz Deniz'le boşandıktan sonra şirketteki işinden istifa etmişti ve bu süre içinde başka bir firmada işe başlamamıştı. Miray onun kafa tatili yaptığını söylese de ben evden hiç çıkmamasının nasıl bir kafa tatili olduğunu düşünüp duruyordum. Neyse ki geçen hafta Ankara'ya gitmişti ve bahsettiği kafa tatilini tek başına da olsa yapıyordu. Bütün bunları Miray'dan öğrenmiştim.

 

''Ne oldu Ada? Sana mı bir şey oldu? Deniz'le bir şey mi oldu? Ne oldu?'' dedi telaşla. Birkaç hafif hareket duyduğumda yatakta doğrulduğunu hissettim.

 

''Uygar, Deniz'i tutukladılar. İstanbul'a gelmen lazım. Lütfen gelir misin?''

 

Uygar ilk beş saniye sessiz kaldı, ardından ''Bir dakika Ada, yavaş yavaş gidelim. Nasıl yani? Deniz tutuklandı derken? Ne zaman, neden?'' dedi.

 

''Bir saat önce falan oldu Uygar. Richard tüm belgeleri savcıya vermiş. Deniz sahte imar izni, rüşvet ve silah kaçırma suçlarından tutuklu şimdi.''

 

''Ha siktir.'' dedi Uygar. ''Ada sen ne diyorsun?''

''İlk uçakla İstanbul'a dön diyorum Uygar. Delil bulmamız lazım bizim. Deniz'i kurtarmamız lazım.'' dedim ve parmaklarımı saçlarımdan geçirdim.

 

''Tamam.'' dedi, durdu, bir süre düşündüğüne emindim. ''Ama Ada, siz boşandınız. Yani sen şimdi tüm bunlardan nasıl haberdar oldun?'' dedi boşanmış olmamız aklına yeni gelmiş gibi.

 

''Uygar o kadar sırası değil ki şimdi bunu anlatmanın. Gelince anlatacağım her şeyi, bir an önce gelmen lazım.''

 

''Tamam, tamam. İndiğimde haber veririm. Şu an neyin içine düştünüz bilmiyorum ama.'' dedi, sesli ve uzun bir nefes verdi. ''Kendine dikkat et Ada.''

 

''Denerim.'' dedim ve telefonu kapattım.

 

''Burada yapacak bir şeyimiz kalmadı.'' dedi Sarp yanıma geldiklerinde. ''Gidelim artık, durmayalım burada. Biri seni burada görürse Deniz için geldiğini anlar.''

 

İstemeyerek de olsa oturduğum yerden kalktım, sanki Deniz'i görebilecekmişim gibi karakolun binasına baktım. Sarp elini sırtıma koydu, beni arabaya doğru çevirdi, ileriye doğru bir adım atmamı sağladı. ''Onu burada bırakıp gitmek istemiyorum.'' dedim. ''Sarp çok kötüyüm.''

 

''Biliyorum Ada.'' dedi Sarp gerçekten üzgün bir sesle. ''Çıkacak ama oradan. İnan bana elimizden geleni yapacağız. Bizim üstesinden gelemeyeceğimiz bir şey oldu mu bu zamana kadar?'' dedi, sesinde minik bir gülümseme vardı. ''Ha oldu mu?''

 

Gülümsedim. ''Hayır olmadı.''

 

''Ha şöyle gül biraz yenge.'' dedi Eser. ''Çıkacak Deniz. Er ya da geç suçsuz olduğunu ispat edeceğiz.''

 

Sarp kolunu sırtıma sardı ve yürümeme yardım etti. ''Şimdi eve gidip adam akıllı plan yapma vakti.''

 

***

 

Sarp ve Eser'le birlikte Savaş'ın evine geldik. Savaş kaza yaptığından beri Sarp ve Eser burada yaşıyordu. Ben aslında Deniz'le olan evimize gitmek istiyordum ama oyunumuzu tehlikeye atmamak için Savaş'ın evine gelmiştik. Savaş'ın yokluğu ruhumu sıkıyor gibi hissediyordum. O olmadan tek bir adım bile atasım gelmiyordu ama nihayetinde kendimi salonun ortasındaki koltukta otururken bulmuştum.

Dirseklerimi dizlerime koydum, ellerimle yüzümü kapattım ve derin bir nefes alıp arkama yaslandım. ''Evet, ne yapıyoruz? Var mı aklında bir planı olan?''

 

''Bekleyin, geliyorum.'' dedi Eser, salondan hızlı adımlarla çıktı.

 

''Aklında ne var?'' dedim gözlerimle Eser'in gittiği yönü Sarp'a gösterirken.

 

Sarp omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Bilmem, bahsetmedi hiç. Umarım kayda değer bir şeydir.''

 

''Umarım.'' dedim. Kısa bir sessizlikten sonra Eser elinde kalın bir dosyayla yanımıza döndü. Hemen karşımdaki koltuğa oturup dosyayı orta sehpaya koydu ve kapağı açtı. ''Ne bu?'' dedim merakla.

''Tolga'nın üstlendiği silah kaçakçılığının belgeleri.'' dedi Eser önce bana sonra Sarp'a bakarak. ''Burada bu sevkiyatı Güney'in yürüttüğüne dair belgeler var. Hatırlarsanız Selay ve Can'ın düğününde Deniz bunları kullanarak Güney'e gözdağı vermişti.''

 

''Evet, hatırlıyorum.'' dedi Sarp. Sesi düşünceli çıkıyordu. ''Sevkiyatı Güney'in yönettiği, sonradan kendi sevkiyatını baltaladığı, olaya adı karışınca da Deniz'den adının aklanmasını istediği, yani kısaca her şey var burada.''

 

''Yani bu belgelerle Deniz’in tehdit aldığını ispat edebiliriz.'' dedi Eser. ''Bu tehditlerin devam ettiğini, Evren'in Deniz'i Romanya'ya silah kaçırması için zorladığını ama Deniz'in kaçakçılık işine girmek istemediği için silahları İzmir'deki depoda sakladığını söyleyebiliriz.''

 

''Tamam, İzmir deposuna sakladığımız silahları bu şekilde açıklayabilir ve en azından bu suçlamadan kurtarabiliriz Deniz'i. Peki ya diğer suçlamalar? Sahte imar izni, rüşvetler? Onları ne yapacağız?'' dedi Sarp.

 

''Bu riskli.'' dedim. ''Victor sevkiyatı Evren yaptı zannediyordu. Boş konteynırları Evren gönderdi zannediyordu. Bu yüzden öldürdü Evren'i. Sevkiyatın Deniz'in kontrolünde olduğunu öğrenirse bir düşman daha edinmiş oluruz. Zaten Richard yetiyor. Bir de Victor'la uğraşamayız.''

 

''Yanılıyorsun.'' dedi Sarp. ''Victor Deniz'i suçlamaz. Sevkiyatı bir başkasına yaptırdığı için yine Evren'e kızar. Araya başkasını soktu sonuçta Evren.'' dedi Sarp.

 

Eser'e baktım. ''Ben de Sarp gibi düşünüyorum.''

 

''Offf.'' dedim içli bir sesle. ''Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum ben artık.''

 

Sarp yüzüme dikkatle baktı, gözleriyle hâlimi okudu. "Sen uyusana." dedi, sesi yumuşak ama ısrarcıydı. "Az sonra bayılacak gibisin."

 

Başımı iki yana sallayıp ayağa kalktım ve odada volta atmaya başladım. ''Uyuyamam, aşık olduğum adam dört duvarın içinde çaresizce beklerken ben uyuyamam.''

 

''Ada.'' dedi Sarp sabırla. ''Hamilesin. Yorgun düşmek mi istiyorsun?''

 

Hamile olduğumu yeni hatırlamış gibi Sarp'a baktım. ''Aşık olduğum adamın çocuğuna hamileyim ama sevinemiyorum bile.'' dedim sitemle. ''Çünkü her şey karman çorman. Her şey birbirine girdi. Kardeşim yoğun bakımda, Deniz'e deli gibi aşık olduğum halde ondan boşandım ve etrafa birbirimizi sevmediğimizi ikna etmek için oyun oynuyoruz, Deniz saçma sapan suçlamalarla karşı karşıya ve elimden hiçbir şey gelmiyor.''

 

''Yenge bak bu kadar stres yapma. Bebeğe bir şey olursa çok-''

 

''Sussana oğlum.'' dedi Sarp sinirle. İlk bebeğimin öldüğünü bana hatırlattığı için Eser'e çok sinirlenmiş gibi duruyordu. ''Mal mal konuşuyorsun.''

 

''Kötü niyetle söylemedim.'' dedi Eser mahcup bir sesle. Ona önemi yok dercesine baktım.

 

''Hamileliğimi sizden başka kimse bilmiyor. Sakın, bak sakın diyorum. Kimseye söylemeyeceksiniz.'' dedim uyarıcı bakışlarımla.

 

''Bu meseleyi fazla büyütüyorsun Ada. Boşanmadan önce hamile kalmış olabilirsin sonuçta. Yani insanlar hamileliğini öğrense bile Deniz'le hala beraber olduğunuzu anlamaz ki.'' dedi Sarp. Kısa bir es verdi. ''Bak açık konuşacağım. Bir ay önce boşandınız. Bebek de muhtemelen en az bir aylıktır. Yani evli olduğunuz zamana denk geliyor.'' İşaret parmağımla, alt dudağımı dişlerimin arasına ittirdim ve alt dudağımı ısırmaya başladım. Bir yandan da Sarp'ın söylediği şeyi mantıklı bir zemine oturtmaya çalışıyordum. ''İki ay önce boşansaydınız ve bebeğiniz bir aylık olsaydı, işte o zaman insanlar şüphelenirdi.''

 

Tek elimle şakaklarımı bastırdım. Şu an utançtan kızaracağım bir yerdeydik çünkü her ne kadar en yakın dostum da olsa Sarp özel hayatım hakkında analiz yapıyordu, üstelik Eser de buradaydı.

 

''Sarp haklı yenge.'' dedi Eser.

 

''Nasıl çıkacağız biz bu işin içinden?'' dedim, çalan telefonuma baktım. Aramayı reddettim ve telefonu koltuğa attım.

 

''Louis mi?'' dedi Sarp. Ona Nasıl anladın? der gibi baktım. ''Sabahın köründe kim arar seni ondan başka?''

 

''Hiç uğraşamayacağım şimdi onunla. Sabah sabah kafa açacak durduk yere.'' dedim ama telefonum bir kez daha çalınca aramayı yanıtlamak zorunda kaldım. ''Alo.'' dedim keyiften uzak bir sesle.

 

Louis beni abartılı bir neşeyle yanıtladı. ''Günaydın kaçak prenses.''

 

"Günaydın Louis." dedim ve bir an önce bu sohbetin bitmesini diledim. "Önemli bir şey mi oldu? Neden aramıştın?"

 

Louis cevap vermeden önce birkaç saniye bekledi. "Yok canım. Dün gece birden ortadan kaybolunca merak ettim. Lansman bitmeden ortadan kayboldun."

 

"Savaş'ı ziyarete gittim, şimdi de onun evindeyim." dedim sağa sola yürürken. Neden Louis'e hesap verdiğimi bile bilmiyordum. Nerede ne yaptığımdan ona neydi?

 

Louis derin bir nefes aldı. "Haberleri gördün mü?"

 

"Ne var ki haberlerde?" dedim, sehpanın üzerindeki kumandaya uzandım ve televizyonu açtım. Sinirlerim bozulmuştu çünkü ekranda Deniz'in asla yapmadığı skandallar sıralanıyordu.

 

"Günaydın sayın seyirciler. Güne, ülke gündemine bomba gibi düşen bir gelişmeyle başlıyoruz. Ünlü iş insanı Deniz Aladağ hakkında çok sayıda ağır suçlamayla soruşturma başlatıldı. Aladağ'ın adının karıştığı iddialar arasında; sahte imar izinlerinin düzenlenmesi, kamu görevlilerine rüşvet verilmesi ve silah kaçakçılığına aracılık etmek yer alıyor. Savcılık kaynaklarından edinilen bilgilere göre, Aladağ'a ait bir otel için, belediyeden usulsüz ruhsatlar alındığı ve bu süreçte rüşvetin devreye sokulduğu iddia ediliyor. Öte yandan, İzmir'de ele geçirilen silahların yurtdışına kaçırılmak üzere Deniz Aladağ tarafından saklandığı iddia ediliyor. Henüz resmi bir tutuklama kararı bulunmasa da Aladağ hakkında yurtdışına çıkış yasağı getirildiği ve mal varlığına tedbir konulduğu bildirildi. Gözler şimdi, bu iddiaların nasıl bir hukuk sürecine dönüşeceğinde. Kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz. Gelişmelerle yeniden karşınızda olacağız."

 

Cümleler ilerledikçe evin havası bir anda soğumuştu. Spiker konuşmaya devam ederken göz ucuyla Sarp'a baktım. Yüzüne buz gibi bir öfke yerleşmişti. Kaşlarının arasındaki çizgi derinleşmiş, çenesini sıkarak ekrana kilitlenmişti. Eser kanepenin ucuna ilişmiş, tek eliyle şakaklarını bastırıyordu.

 

"Vay be." dedi Louis hattın diğer ucundan. "Eski kocan neler yapmış öyle." Yutkundum ve ayağımla halının ucuyla oynadım. "Ne düşünüyorsun olanlar hakkında?"

 

"Bir şey düşünmüyorum Louis. Ne düşüneceğim?" dedim umurumda değilmiş gibi yaparken. "Eğer bir suçluysa cezasını çeksin tabii. Ama beni ilgilendirmiyor sonuçta senin de dediğin gibi eski kocam. Öyle değil mi?"

 

"Yani hiç mi şaşırmadın ya da üzülmedin?" dedi Louis tepkimi ölçmek ister gibi bir sesle.

 

"Neden üzüleyim Louis? Deniz benim için geçmişte kaldı. Başına ne geldiğiyle ilgilenmiyorum." dedim, Sarp'ın yanına oturdum. "Neyse Louis ben kapatıyorum. Doğru düzgün uyuyamadım zaten. Dinlenmem gerek."

 

"Ofise gelecek misin?" dedi merakla.

 

Ofise gitmek istemiyordum. Deniz'i kurtarmak için delil toplamak istiyordum. "Hayır gelmeyeceğim. Savaş'ın şirketine geçerim belki, biliyorsun onun yokluğunda ben idare ettim."

 

"Belki yanına uğrarım." dedi Louis. Neden yakama yapışmış gibi hissediyordum?

 

"Tamam Louis. Daha sonra görüşürüz, şimdi izninle kapatıp uyumaya çalışacağım."

 

"Pekâlâ. Görüşmek üzere."

 

"Görüşürüz Louis." dedim, Eser'e döndüm. "Avukatı arar mısın Eser? Öğren bakalım doğru mu haberlerde geçen yurt dışı yasağı? Mal varlığına konulan tedbir kararını da sor."

 

Eser komutumla birlikte derhal telefonunu aldı ve numarayı tuşlayıp aramayı hoparlöre aldı. İki kez çalışından sonra adliye koridorlarının sesi salonu doldurdu. "Alo avukat." dedi Eser. "Haberlerde Deniz'e yurtdışı yasağının geldiğini ve mal varlığına el konulduğu söyleniyor. Aslı var mı bu söylenenlerin?"

 

"Doğru." dedi avukat bir saniye bile düşünmeden.

 

Sarp ağzının ucuyla bir küfür mırıldandı. "Duruşma ne zaman?" diye devam etti Eser. "Deniz ne durumda?"

 

"Yarım saat sonra başlayacak duruşma. Saati bekliyoruz." dedi avukat. "Deniz Bey'in nasıl olduğu hakkında bir bilgim yok. Karakoldan bu yana onu hiç görmedik."

 

"Anladım." dedi Eser. Bakışları televizyona kaydı. Başımı çevirip ekrana baktım. Deniz'in kelepçeli ellerle karakoldan çıkartılıp adliyeye sevk edildiği görüntüler vardı. "Bir gelişme olursa haber verin bizlere. Ha bir de Ada Hanım'ın oraya geldiğini kimseye söylemeyin. Eğer olur da bu haber medyaya düşerse-"

 

Avukat Eser'in konuşmasını böldü. "Siz nasıl isterseniz."

 

"Güzel." dedi Eser, telefonu kapattı ve bize döndü. "Ben Aydın'a gidip şu belediye başkanını indirsem mi ne yapsam?"

 

Birkaç saniye düşündüm, ardından başımı salladım. "O adamı ne yap, ne et buraya getir Eser. Onun vereceği ifade çok önemli."

 

Eser başını sallayarak ayağa kalktı. "Kaç tane adam alayım yanıma yenge?"

 

Kaşlarımı çattım, birkaç saniye düşündüm. "Deniz'in adamlarından Mert'i al. Savaş'ın adamlarından da Yiğit'i al. Yeterli mi iki kişi?"

 

"Yeterli yeterli. Diğerleri burada kalsın. Burası daha tehlikeli şu anda." Başımla Eser'i onayladım. "Ben yukarı çıkıp hazırlanayım."

 

Eser merdivenlere yönelirken Sarp sessizliğimizi bozmuştu. "İyi misin Ada sen? Bak çok ciddiyim, uyu dinlen."

 

"Nasıl uyuyayım Sarp?" diye sordum sakince. "Yarım saat sonra duruşma var. Ne karar verilecek bilmiyorum bile. Deniz'i cezaevine sevk edecekler. Ben nasıl uyurum?"

 

"İyi görünmüyorsun Ada." dedi endişeli bir sesle.

 

"Değilim zaten Sarp." dedim ve ayağa kalktım. "Kahve istiyor musun?"

 

Sarp inanamıyormuş gibi başını iki yana salladı. Ardından pes etti, kısık bir sesle beni onayladı. "Olur, içerim."

 

Mutfağa doğru ağır adımlarla yürüdüm, her adımda kalbimin ağırlığı biraz daha artıyordu. Kahve makinesinin önünde durdum, ellerim titriyordu. Hangi kahveyi seçtiğimi bile bilmiyordum, her şey bulanıktı, zihnim karmaşık bir sisle kaplanmış gibiydi.

 

Makineye suyu koydum, düğmeye bastım. İçimdeki o boğucu sıkışma, az önce televizyonda gördüğüm haberlerin, Deniz'in çaresizliğinin, Savaş'ın durumunun, bebeğimizin geleceğinin getirdiği tüm endişelerle iyice büyümüştü.

 

Kahveyi fincanlara boşalttım, ellerim hala titriyordu. Fincanları tepsiye koydum ve Sarp'ın yanına döndüm. Sarp iki tane dizüstü bilgisayarını orta sehpaya koymuş durmaksızın iki ekranda bir şeylere bakıyor, bir yandan da hızlıca tuşlara basıyordu. Fincanını uzattım.

 

"Teşekkürler." dedi kısaca. Sormamı beklemeden de devam etti. "Feyyaz Korkmaz'ı araştırıyorum. Çalıştığı belediyenin internet sitesinden birkaç bilgiye ulaştım. Sitenin güvenlik ağı çok zayıf. Çok acemi bir iş yapmışlar, yani bu bizim için harika bir şey."

 

Sarp'ın yanına çöktüm ve Eser'in orta sehpaya dağıttığı dosyaları önüme çekip sayfaları karıştırdım. Bu dosyalar sayesinde Deniz'in suçlamaları hafifleyebilirdi. Hatta yine bu belgeler sayesinde Tolga da hapisten çıkabilirdi.

 

İçime az da olsa bir umut yerleşmişti. İnanıyordum, Deniz kurtulacaktı. "Sarp." dedim aklıma yeni gelen bir şeyle.

 

Sarp bana bakmadan beni cevapladı. "Söyle Ada."

 

"Deniz'in babasının suçlanmasına sebep olan sahte hastane belgelerini de delil olarak kullanabiliriz. Yani sonuçta o sahte belgeleri Evren hazırlamıştı. Silah sevkiyatına da Evren yüzünden bulaştık ve bu önümdeki dosyayla bunu kanıtlayabiliriz. Deniz'in tehdit aldığını kanıtlayabiliriz."

 

Sarp başını yavaşça salladı, dudaklarının kenarı hafifçe gerilmişti. Gözlerini kısarak önündeki bilgisayara baktı. "En azından bu suçlamalardan sıyrılır, evet." dedi derin bir nefes vererek. Sesi kararlıydı ama hâlâ içinde kalan endişenin izlerini taşıyordu. Ardından başını hafifçe yana eğip bana döndü. "Ama önemli olan iki konu daha var ki... Onlar da sahte imar izni ve rüşvet."

 

Koltukta dikleşerek öne eğildim, elimdeki dosyayı yavaşça masaya bıraktım. "Eser belediye başkanını buraya getirebilirse onu konuştururuz. Konuşmasa bile elimde ses kayıtları duruyor." dedim. Elimi hafifçe havaya kaldırarak konuşmamı vurguladım. "Hatırla, onunla konuşmaya gittiğimizde tüm konuşmaları kayıt etmiştim. Bu sahte imar iznini Sonart Holding'in aldığını, belediyenin de rüşvet karşılığında bu izni verdiğini anlatıyor sonuçta."

 

Gözlerinde bir kıvılcım parladı. "Doğru diyorsun." dedi, dudaklarının kenarında memnuniyetle belirginleşen bir gülümsemeyle. "Ama böyle olunca da Richard daha fazla delirmez mi? Ya bir şey yapmaya kalkarsa?"

 

"Daha ne yapabilir Sarp?" dedim. Eser merdivenlerden indi. "Eser."

 

"Buyur yenge." Gözlerini benden ayırmadan beklemeye geçti.

 

"Hakan'ı ara. Gökalp'in ölümüyle ilgili Fatih Bey'in adının karıştığı dosyayı tüm belgeleriyle götürüp avukata versin. Sonra avukatı ara ve olan biteni anlat. Deniz'in tehdit aldığını anlatsın avukatlar. Sonra." dedim, kısa bir süre düşündüm. "Hımmm. Evren sana mesaj atmıştı. Silah sevkiyatını Deniz yönetmezse seni öldürürüm. yazmıştı. O mesaj duruyor mu?"

 

"Duruyor yenge." dedi başını sallayarak.

 

"Harika. O mesajın görüntüsünü de at avukata."

 

Eser kısa bir Tamam. anlamında başını eğdi. "O zaman ben gidiyorum. Yolda ararım Hakan'ı." dedi aceleyle.

 

"Tamam." dedim. "Eser dikkat et."

 

"Siz de dikkat edin yenge." dedi Eser. Hızlı adımlarla salondan ayrıldı. Telefonumu alıp belediye başkanının her şeyi itiraf ettiği ses kaydını Eser'e attım. Altına da Eser, bu kaydı da gönder avukata. yazdım. Eser OK. emojisini attı, sohbetten çıktım. Telefonum çalıyordu, arayan Selay'dı. Aramayı beklemeye aldım, bir süre sonra Selay aramayı sonlandırdı. Selay'ın ardından çağrı geçmişim tanıdığım isimlerle dolmuştu. Haberleri izleyen beni arıyordu.

 

"Belediye başkanının itirafı büyük bir delil olacak." dedi Sarp. "Bir de şu Feyyaz'ı bulabilsek."

 

"Benim derdim Richard." dedim. "Feyyaz'ı boş ver. Richard'ı ara sen." Ekrana baktım. Sarp bir sürü üyesi bulunan ve izi sürülemez bir sitede birilerine bir şeyler soruyordu. Bu sitede hackerlığı hobi edinmiş insanlar vardı ve birinin ihtiyacı olduğunda diğerleri yardımcı oluyordu. Kendini geliştirmek isteyen yazılımcıların da burada olduğunu biliyordum. Aslında Sarp'ın böyle bir siteye üye olmasına gerek yoktu, çünkü zaten işinde iyiydi. Ama şu an vaktimiz dardı ve ne kadar çok kişi Feyyaz'ı ararsa, o kadar iyiydi.

 

Sarp'ın kullanıcı adına baktım. GhostRover. yazıyordu, gülümsedim. Hayalet Gezici. Tam Sarp'lık bir kullanıcı adıydı. Mesajları okudum. "Feyyaz Korkmaz, 34 yaşında, Mersinli. Aydın Belediyesi'nde bir müddet çalışmış. Aldığı rüşvetlerden sonra ülkeyi terk etmiş. Türkiye'de kullandığı telefon numarası 0534 * * *

Kimlik numarası *****

Bekâr, Aydın'da ailesiyle yaşıyormuş. Ailesi Feyyaz'ın nerede olduğunu bilmediğini söylüyor. Bu adamı bulun bana." yazmıştı Sarp. Bu bilgilere ne zaman ulaştığını bilmiyordum.

 

"Feyyaz'ın ailesinin adresi var mı Sarp?" dedim odağını bana çevirmesini sağlayarak.

 

Sarp başını salladı, telefonunu aldı ve birini aradı. "Alo Eser, sana bir adres atacağım. O adrese git. Feyyaz'ın ailesi yaşıyor. Onları da bir yokla bakalım. Feyyaz'ın yerini hala bilmiyorlar mı?" dedi, kısa bir süre sustu.

 

"Tamam Eser, görüşürüz." Telefonu kapattı.

"Sence konuşurlar mı?" dedim. Pek de umudum yoktu.

 

"Denemekten zarar gelmez." dedi, kahvesinden bir yudum aldı. "Şimdi Ada, Deniz'le oynadığınız oyuna devam etmen gerekiyor. Bir sürü delil sunduk. Bu Richard'ı sinirlendirebilir. Tamam boşandınız ama ben bu adamın rahat duracağını hiç sanmıyorum. Temkinli gidelim. Ortalık sakinleşsin biraz."

 

Başımı yavaşça salladım ama içim içimi yiyordu. Derin bir nefes alıp tutarak sözlerimi toparladım. "Ama Uygar'a anlatacağım." dedim kısık bir sesle. Sarp ekrana döndü, çenesini eline yasladı. "Victor ve Koral'la buluşmak istiyorum ben, bu gece."

 

Sarp bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Gerek yok şu an buna Ada. Bak ne güzel elimizdeki delillerle gidiyoruz. Bundan sonrasını devlet halletsin." dedi, bakışlarıyla önümüzdeki dosyaları gösterdi. "Ne de olsa bu belgelerde Victor'un adı var. İzmir'de saklanan silahları Romanya'da bekleyen kişi Victor'du sonuçta. Bırakalım polis uğraşsın, polis bulsun, savcı alsın ifadesini. Seni tehlikeye atamam ben. Deniz yok, Savaş yoğun bakımda. Eser de gitti. Fransa'da iki yıl boyunca nasıl bana emanetsen şimdi de bana emanetsin." dedi, kısa bir an hüzünle baktı. "Üstelik hamilesin. Eser'i susturdum ama adam haklıydı. Bir kere daha üzüntü, stres ve korku yaşarsan yine bebeğini kaybedersin. Farkındasın değil mi bunun?"

 

"Ama Sarp." dedim gözlerim dolduğunda.

 

"Bunun bir aması yok, Ada." diye sözümü sertçe kesti Sarp. Kaşları çatılmış, göz bebekleri büyümüştü. Gergin çenesi tek bir noktaya kitlenmişti. "Bir delilik yapmanı istemiyorum. Bu adamlar tehlikeli. En ufak bir şüphe duyduklarında yapabilecekleri şeyleri düşün. Biz onlar kadar acımasız değiliz. Çiğ çiğ yer bu adamlar bizi."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kucağımdaki ellerim titriyordu. "Bilmiyorum, Sarp..." dedim. Aklım hâlâ söylediklerine yatmıyordu. Kalbim mantığıma karşı direnirken boğazımda bir yumru büyüyordu.

 

Sarp ekrana döndü ve yazışmaları gözden geçirdi. Sol kaşı hafif yukarı kalkmıştı, odaklıydı ama omuzlarının sertliğinden hâlâ endişeli olduğu anlaşılıyordu. Ben ise yerimde kıpırdanıyordum. Ellerim dizlerimde geziniyor, içimde giderek büyüyen bir huzursuzlukla odanın içinde sıkışıp kalmış gibi hissediyordum. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Oturup hiçbir şey yapmadan beklemek beni boğuyordu. "Yasemin abla." diye mutfağa doğru seslendi Sarp.

 

Savaş'ın yardımcısı olan kadın hızlı adımlarla salona geldi ve merakla bizi izledi. "Söyleyin Sarp Bey."

 

"Kahvaltı hazırlar mısın bize? Bol proteinli bir kahvaltı olsun, Ada için taze meyvelerden meyve suyu da yapar mısın?"

 

Yasemin abla başını salladı ve neredeyse koşarak mutfağa doğru gitti. Sarp'ın telefonu çalıyordu, beklemeden açtı. "Buyurun." dedi ciddiyetle. "Evet, yanımda." Sanırım avukat aramıştı. "Anladım. Tamamdır, bugün içinde Hakan size Deniz'in tehdit aldığına dair deliller getirecek." Kısa bir nefes verdi. "Feyyaz Korkmaz'ın hangi deliğe girdiğini bulmaya çalışıyorum. Eser Aydın'a gidiyor. Belediye başkanını getirecek, yani umarım." Benim telefonum da çalıyordu ve arayan yine Louis'ti, çağrıyı beklemeye aldım. "Eser size belediye başkanının ses kaydını ve Evren'in attığı mesajın ekran görüntüsünü gönderdi mi?" Sarp karşı tarafı dinledi ve başını yavaşça salladı. "Teşekkürler, bir gelişme olursa haberdar edin mutlaka."

 

Sarp telefonu kapattığında kapı zili çalmaya başlamıştı. "Kim bu?" dedim sanki Sarp biliyormuş gibi. Sarp anında önündeki bilgisayardan dış kapının kamerasına bağlandı ve gelen kişiye baktı. ''Louis?'' dedim kaşlarımı çatarak Sarp'a bakarken. Sarp kumandaya uzandı, televizyonu kapattı, önündeki bilgisayarların ekranını indirdi. ''Niye geldi ki?'' dedim kendi kendime. Ayağa kalktım, kapıya yürüdüm. ''Louis.'' dedim kapıyı açıp da yüzünü gördüğümde.

 

''Selam.'' dedi neşeyle. Elindeki poşeti bana uzattı.

 

''Kahvaltı yaptınız mı?''

 

''Yapmadık da.'' dedim, elindeki poşeti aldım. ''Seni beklemiyorduk.''

 

''Sen ofise gelemeyeceğini söyleyince ben sana geldim.'' dedi, içeriye doğru yürüdü. Gelmek için daha yanlış bir zaman seçemezdi. İçeriye doğru yürüyüşünü izledim, ardından peşinden ben de salona ilerledim. ''Sarp. Sen de mi buradaydın?'' dedi şaşkın ve bozulmuş bir sesle.

 

''Bir aydır burada yaşıyorum ya ben Louis. Neden bu kadar şaşırdın sen?'' dedi Sarp, Louis'le el sıkıştı, ardından tekli koltuğa yayıldı. Bilgisayarlar ortadan kaybolmuştu.

 

''Sahi.'' dedi Louis aklına yeni gelmiş gibi. ''Doğru diyorsun.'' Bana döndü, yanındaki koltuğa yerleşip bacak bacak üstüne attı. ''Savaş'ın durumu nasılmış?''

 

Elimdeki poşeti sehpaya bıraktım, karşısındaki koltuğa oturdum. ''Aynı ama parmağını hareket ettirdi, bu da iyi bir gelişme diye düşünüyorum.'' dedim.

 

''Bu güzel bir haber.'' dedi Louis. Ardından bakışlarını Sarp ve benim üzerimde gezdirdi. ''Otele gidersin diye düşünüyordum.'' Elini iç cebine doğru götürdü. ''Sigara içebilir miyim?''

 

''Evet.'' dedim başımı sallaya sallaya.

 

''Hayır.'' dedi Sarp kaşlarını kaldırıp. Louis önce Sarp'a sonra bana baktı. Hamile olduğumu unutup Louis'e izin vermiştim ama Sarp sigara dumanının bebeğe zarar vereceğini düşünerek Louis'e karşı çıkmıştı. ''Boğazım.'' dedi Sarp. ''Enfeksiyon kapmış da. Duman rahatsız ediyor.''

 

''Tamam.'' dedi Louis, elini cebinden çekti. "İçmiyorum." Louis her ne kadar bizim arkadaşımız da olsa Sarp her şeyi bilmesine gerek olmadığını düşünüyor olmalıydı. Yani benimle aynı fikirdeydi. "Ada."

 

"Efendim Louis." dedim bıkkınlıkla ona bakarken. Keşke bir an önce gitseydi çünkü Sarp'la yapacak çok işimiz vardı. Onun yanındayken nasıl delil araştıracaktık?

 

"Hayat seni Deniz'den kurtardığı için çok şanslısın. Baksana, resmen bir suç adamıymış." dedi, onu onaylamamı isteyen bakışlarla bakıyordu.

 

"Öyle." dedim. "Şanslıymışım."

 

"Şimdi güvendesin." dedi Louis.

 

"Fazlasıyla." dedim. Sarp'a döndüm, Türkçe devam ettim. "Sarp, gönder onu buradan. Bir ton işimiz var, onun yanındayken yapamayız." dedim. Aslında Louis'e gerçekleri anlatmak gibi bir seçeneğimiz de vardı ama Sarp'la sözsüz bir anlaşmaya varmış gibi ikimiz de Louis'ten tüm olanları saklıyorduk.

 

"Nasıl göndereyim Ada?" dedi Sarp, elini saçlarının arasına geçirip başını hafifçe geriye yaslayarak. Gerginliği omuzlarına çökmüş gibiydi. "Ne işi var burada? Onu da çözemedim zaten."

 

Kollarımı göğsümde kavuşturdum, yüzümde sabırsız bir ifade vardı. Gözlerimi Sarp'tan kaçırıp Louis'e kaydırırken dişlerimi sıktığımı fark ettim. "Bilmiyorum." dedim biraz daha alçak bir sesle. "Ama gitmesi lazım. Vakit kaybediyoruz."

 

Louis iki elini dizlerinin üstüne koydu. "Yani." dedi, gözlerini kıstı. "Gerçekten hiç mi üzülmedin Deniz'in başına gelenler için?"

 

"Neden üzülsün?" dedi Sarp araya girerek. "Sahi, sen dün neden çağırdın onu lansmana?"

 

Louis şaşkın bir kahkaha attı, sanki suçsuzluğunu vurgulamak ister gibiydi. "Sponsorların hepsini çağırdım." dedi, sonra başını hafifçe yana eğdi, gözlerini kaçırmadan konuştu. "Benim kişisel olarak bir problemim yok sonuçta onunla." Dudakları arasında kısa bir duraksama oldu, düşünüyormuş gibiydi. "Bir sorun mu oldu?"

 

"Hayır. Ne sorunu olacak?" dedim. "Bir şey olmadı."

 

Louis koltuğa iyice yayıldı, eliyle hayali bir tozu dizinden siler gibi yaptı. Ardından başını kaldırdı ve gözlerini gözlerime dikti. "Deniz'i senin otelinden almış polisler." dedi, sesi fazlasıyla rahattı. Cümlesini kurarken dudaklarının kıyısında fark edilmesi zor bir memnuniyetsizlik kıvrımı belirmişti. Bu bilgiye nasıl ve neden ulaştığı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

"Haberim var." dedim umurumda değilmiş gibi yaparken. "Lansmandan sonra eve dönmek istemedi herhalde. Bir odaya rezervasyon yaptırmış. Oradayken alıp götürmüşler." Kaşlarımı çattım, düşünceli bir şekilde baktım. "Sen nereden biliyorsun?"

Louis omuz kıstı. "Haberlerden gördüm canım. Medya barışmış olma ihtimalinizden bahsediyor, haberi görmedim deme."

 

"Saçmalık." dedim. "Yok öyle bir şey. Külliyen yalan." Korkuyla ve telaşla Sarp'a baktım. Bu haberi yalanlamam gerekiyordu. Richard'ın kulağına gitmemeliydi.

 

"Sakin ol." dedi Sarp bana bakıp Türkçe konuşarak. Ardından Louis'e dönüp İngilizce devam etti. "Şiddetli geçimsizlik yaşadıklarına sen de şahit oldun Louis. Olur olmadık yerlerde tartışıyorlardı. Hatırlasana, senin yanında bile tartışmışlardı. Deniz Ada'ya psikolojik baskı uyguluyordu."

 

"Hatırlıyorum." dedi Louis. Ben hatırlamak istemiyordum. Oyun olduğunu bile bile Deniz'in bana söylemek zorunda olduğu şeyler yüzünden hissettiği duygular benim bile içimi acıtıyordu.

 

"Neyse, sen neden gelmiştin?" dedi Sarp, kollarını iki yana açarak arkasına yaslandı. Yüzünde yorgun bir ifade vardı.

 

"Ada'yı aradığımda buraya yakındım. Geçerken de bir uğradım." dedi, kısa bir nefes verdi. "Ada."

 

"Efendim Louis."

 

"Dün gece otelde seni ararken odana uğradım. Yani senin Savaş'ın yanına gittiğin vakitlerde."

 

"Evet?"

 

"Görevli odana girmişti, ben de içeriye girip seni sormak istedim." dedi kaşlarını kaldırıp. Misafir otelden ayrılmadığı sürece odalara temizlik görevlisi girmiyordu. Otelin genel kuralı böyleydi. Bu kuralı kim, nasıl çiğnemişti ve Louis ben yokken odama nasıl girebilirdi? Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim çünkü Louis gebelik testini görmüştü. "Hamile misin?"

 

Düşünmek ve düşünmemek arasında gidip geliyordum. Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım. Louis'in odama girmesine ayrı, testi görmesine ayrı, testi öylece bırakan kendime ayrı kızmıştım. "Evet." dedim doğruyu söyleyerek. "Ne yazık ki hamileyim."

 

Louis ağır ağır başını sallarken gözlerime boş bir ifadeyle bakıyordu. "Babası, Deniz mi?"

 

Parmaklarımı saçlarımdan geçirip ofladım. Bu soru sinirlerimi bozmuştu. Bu ne saçma soruydu. Ben herhangi birinden hamile kalacak biri miydim? "Evet." dedim. Sarp'ın söylediklerini hatırladım. "Başka kimden olacak Louis? Boşanmadan önce Deniz'le geçirdiğim gecelerden birinde olmuş bir şey."

 

"Şiddetli geçimsizlik yaşadığınızı zannediyorduk." dedi Louis. Bu muhabbet canımı o kadar sıkmıştı ki midem kasılıyordu.

 

"Haddini aşmasana sen Louis. Ada'nın özel hayatını bu kadar açık açık ortaya dökemezsin. Sana ne. Karı kocaydı ya sonuçta bu insanlar. Ne yaşadıkları kimseyi ilgilendirmez." diyerek beni açıklama zahmetinden kurtarmıştı Sarp. Harika bir kurtarıcıydı. Acaba maaşına zam mı yapsan Ada?

 

Louis ellerini hafifçe havaya kaldırdı. "Bir şey demedim Sarp. Sakin ol. Ben sadece kurtarılabilir bir evlilik olduğunu düşündüm. Şiddetli geçimsizliğe rağmen hamile kaldığına göre bir şansları vardı belki de."

 

"Şu konuyu artık kapatın." dedim çünkü başka ne diyeceğimi bilmiyordum. "Kurtarılabilecek bir evlilik olsaydı kurtarırdık. Ama kurtaramadık. Boşandık ve bitti. Bu kadar."

Louis yarım bir gülümsemeyle gülümsedi. ''Deniz biliyor mu bir bebeğinizin olacağını? Eminim çok sevinir bu habere.''

 

''Hayır.'' diye net bir şekilde cevapladım. Bu konu neden kapanmıyordu. ''Louis, şu konuyu kapat artık.''

 

"Peki, gerilme lütfen." dedi Louis. "Size bir haberim var." Pes etmiş, konuyu da değiştirmişti.

 

"Nedir?" dedik Sarp'la aynı anda.

 

"Bir süreliğine Türkiye'den ayrılıyorum." dediğinde şaşırmıştım çünkü Louis Türkiye'yi çok sevmişti ve ben artık buraya yerleşeceğine inanmaya başlamıştım.

 

"Neden?" dedi Sarp kaşlarını kaldırarak.

 

"Ee benim işim sadece Türkiye'de değil ki. Dünyanın her yerinde bir bağım var. Oralarla da ilgilenmem lazım." dedi umursamaz bir tavırla.

 

"Kültür merkezi ne olacak?" dedim.

 

"Sen varsın ya canım." dedi gülerek. Louis şaka yapıyor olmalıydı. Deniz hapse girecekti, onu oradan çıkartmanın bir yolunu bulmalıydım. Tüm bunlar olurken asla kültür merkeziyle ilgilenemezdim.

 

"Louis, ben tek başıma bunun altından kalkamam." dedim. "Öylece bana bırakıp gidemezsin."

 

"Sen çok başarılı bir kadınsın Ada. Ben başaracağına eminim."

 

"Konu başarıp başarmamak değil." dedim. "Benim kültür merkeziyle ilgilenecek bir vaktim yok."

 

"Senin mesleğin bu?" dedi şaşkın bir bakışla. "Vaktim yok ne demek? Ayrıca vaktin nasıl olmuyor? Seni meşgul eden başka ne var ki?"

 

"Savaş'ın şirketiyle ilgileniyorum ya Louis, unuttun mu?" dedim gergin bir sesle. Bu iş hiç iyi olmamıştı.

 

"Savaş'ın şirketinin CEO'su var. O halledebilir. Ayrıca sen oraya sadece kontrol için gidiyorsun. Yönetici bile değilsin. İlgileniyorum dediğin şey, şirkete gidip sadece kendini göstermekten ibaret."

 

"Bu seni ilgilendirmez Louis. Hem ayrıca sahibi olduğum otelim ve kütüphanem var. Onlarla da ilgileniyorum."

 

"Otelinin de genel müdürü var." dedi Louis. Her söylediğime karşılık bir şey söylüyordu ve ben an geçtikçe daha da geriliyordum. "O halleder."

 

"Louis." dedim uyarıcı bir sesle. Ardından sakinleşmek için kendime zaman tanıdım. "Biz beraber başladık bu işe. Şimdi öylece gidemezsin. Bin tane derdim var zaten. Ne gitmesinden bahsediyorsun?"

 

"Ne derdi Ada?" dedi Louis.

 

"Uzatma Louis. Ada psikolojik olarak çok zor bir dönemden geçiyor. Bu kadar sorumluluğu tek başına üstlenemez. Ada'nın yanına birini ver, o şekilde destek olabilir kültür merkezinin tamamlanmasına."

 

"Bu projeyi en iyi Ada biliyor. Başkasını getiremem." dedi Louis.

 

"Louis sen anlamıyor musun?" dedi Sarp. "Kız iki aydır neler yaşıyor. Kardeşi yoğun bakımda, Deniz'le boşandı, hayata devam etmeye çalışıyor. Bu kadar üstüne gitmesene."

"Sen onun avukatı mısın Sarp?!" dedi Louis. "Burada seni ilgilendiren bir şey olduğunu düşünmüyorum."

 

"Avukatıyım Louis. Avukatıyım, en yakın dostuyum, özel korumasıyım, bu hayatta en çok güvendiği insanlardan biriyim. Onun çıkarlarını düşünmek benim işim. Ve şu an sen onu zorluyorsun. Buna müsaade edemem."

 

"Ada yetişkin biri! Ve bir sözleşmemiz var. Proje bitene kadar devam etmek zorunda."

 

"Devam etmeyeceğim demedim! Tek başıma yürütemem dedim Louis. Madem sen gidiyorsun, yerine başka birini bul. Yine iki kişi devam edelim. Eğer göndermezsen de sözleşmeyi bozarım."

 

"Beş milyon dolarına mal olur." dedi Louis tehditkâr bir sesle.

 

"Tehdit mi ediyorsun?" dedim hayal kırıklığıyla. "Bunu senden beklemezdim. Biz arkadaştık!"

 

"Aynı zamanda ortak da olduk." dedi Louis. Oturduğu koltuktan kalktı. "Resmi olarak üstlenmen gerekenler var. Vaktim yok diyerek işin içinden çıkamazsın. Ayrıca tüm bunlar bahane değil mi? Başka bir derdin var senin. O yüzden kültür merkeziyle uğraşmak istemiyorsun."

 

"Yok başka bir derdim Louis. Ne saçmalıyorsun?" dedim.

 

"Var var." dedi, neden üzerime oynadığını ve benim neden ondan gerçekleri sakladığımı anlamıyordum. Sanırım saklamaya devam ettikçe tartışmamız da büyüyecekti.

 

Kısa bir süre sustum. "Pekâlâ." dedim. Nasıl olsa hamile olduğumu öğrenmişti. Deniz'le hala beraber olduğumu öğrense de olurdu. "Louis biz Deniz'le."

 

"İyi ki boşandınız." diye anında sözümü kesti Sarp. Şaşkınlıkla ona baktım. "Baştan aşağı yanlış bir evlilikti."

 

Şaşkınlığıma son verip Sarp'ın başlatmış olduğu konuyu devam ettirdim. Belli ki Deniz'le oynadığımız oyunu kimse bilsin istemiyordu. "Evet biz boşandık ve her ne kadar belli etmesem de çok zor bir dönemden geçiyorum. Fiziksel ve zihinsel olarak çok yetersizim. Böyle bir süreç yaşarken o kültür merkezinin inşasını tek başına yürütemem. Beni anla."

 

Louis yumuşar gibi olsa da kararı netti. "Son kararını bana bu akşam bildirirsin."

 

Louis'e hayal kırıklığıyla baktım. Hızlı adımlarla salondan ayrıldığında parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. "Bunun derdi ne?" dedim sinirle. "Bir anda gelip Bir süreliğine gidiyorum. ne demek? Ayrıca neden tek başıma çalışmam için zorluyor?"

 

"Siktir et Ada. Onu mu düşüneceksin? Bırak ne derse desin. Daha önemli dertlerimiz var."

 

"Hayır bir de sözleşme diyor Sarp. Benim ona verecek beş milyon dolarım yok."

 

"Sakin ol Ada. Stres yapma. Boş boş konuşuyor. Sözleşme umurunda bile değildir."

 

"E neden tek başıma devam etmemi istiyor Sarp?"

 

"Louis'in tüm ortakları erkek. Muhtemelen senin yanına onlardan birini vermek istemiyor."

 

"Ne alaka?" dedim çattığım kaşlarımla. Birkaç saniye sonra bahsettiği şeyi anladığımda kaşlarımı daha da çattım. "Saçmalama Sarp, başlama yine."

 

"Kıskanıyor çünkü. Sana kaç kere dedim. Herif senden hoşlanıyor. Gecenin bir yarısı odana girmiş olmasından anlayabilirsin bunu."

 

"Hoşlanması batsın." dedim sinirden gülerek. "Ayrıca ben ona gerçeği söyleyecektim. Neden sözümü kestin?"

 

"Ona güvenmiyorum. Sadece ona değil kimseye güvenmiyorum Ada. Kimse bilmesin bir süre hiçbir şeyi. Richard'ın kulağına gitmesin. Deniz'in hala seni sevdiğini öğrenirse onun canını yakmak için sana zarar verir. Bunun olmasına izin veremeyiz. Ne ben, ne Eser ne de birkaç saat sonra gerçekleri öğrenecek olan Uygar."

 

Başımı salladım, yavaşça kalktım, küçük adımlarla yanına gidip ona sarıldım. "Fransa'da beni hiç yalnız bırakmadın. Hala da ilk önceliğin benim. Sen çok ama çok mükemmel bir dostsun Sarp. Yaptığın her şey için çok teşekkür ederim."

 

"Saçmalama Ada. Ne teşekkürü?" dedi Sarp gülen bir sesle.

 

"Biliyor musun ilk hamileliğimi öğrenen ilk kişi Savaş olmuştu. Şimdi yine hamileyim ve yine ilk ona söyledim." dedim, sarılmamızı sonlandırıp tekrar koltuğa oturdum. "Beni duyduğuna eminim çünkü parmağını oynattı." Gülümsedim.

 

"Ada, her şey geçecek bana inan." dedi Sarp. "Bunu teselli etmek için söylemiyorum. Ya da olmasını istediğimiz için söylemiyorum. İnan her şey son bulacak. Ama her şey bittiğinde Deniz seni böyle mi görsün istiyorsun? O senin güçlü halini, cesur halini çok seviyor. Eve döndüğünde seni böyle görmesin. Topla kendini."

 

"Elimde değil." dedim. "Sanki mutsuz olmam kaderimmiş gibi."

 

"Ada o kadar kötüye odaklısın ki güzel olan şeyleri bile görmüyorsun." dedi, anlamayan bakışlarla baktım. Güzel olan ne vardı? "Ada Fransa'daki doktorların ne dediğini ben de hatırlıyorum. Hamile kalmanın neredeyse imkânsız olduğunu söylediler sana. Ama bak şimdi hamilesin. Bu sana umut aşılamak için gayet önemli bir şey. Göz ardı edemezsin."

 

"Göz ardı etmiyorum." dedim kısık sesle. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu ama ellerimle silmeye bile üşenecek kadar yorgundum. "Sadece... Korkuyorum."

 

"Korkacak bir şey yok." dedi Sarp.

 

O sırada Yasemin abla içeriye girdi. "Sarp Bey, Ada Hanım. Kahvaltı hazır."

 

Sarp başını salladı, koltuktan kalkmamı bekledi. Eliyle bana mutfağı gösterdi ve hemen arkamdan mutfağa doğru ilerledi. "Ben hiçbir şey yemek istemiyorum." dedim.

 

"Başlama yine Ada. Doktorlar ne demişti sana? Hamile kalmanız çok düşük ihtimal ama eğer o ihtimal gerçekleşirse yediklerinize çok dikkat etmeniz, stresten uzak durmanız gerekiyor. demişlerdi."

 

"Böyle bir hayatta nasıl stresten uzak durabilirim Sarp?" dedim acıyla gülümseyerek.

 

"Sen bize bırak sadece." dedi Sarp. Masaya geçtik. Her ne kadar canım hiçbir şey istemiyor olsa da varlığına hala alışamadığım ve hatta sevinemediğim bebek için tabağımı doldurdum. Yasemin abla bol proteinli ve vitaminli bir kahvaltı hazırlamıştı. Boğazımdan nasıl geçeceğini bilmiyordum. Deniz belki de şu an duruşmadaydı ve hakkında tutuklama kararı verilecekti. Telefonuma baktım. Yanıtlamadığım elli dört çağrı vardı. Herkes beni aramıştı ve ben onlara ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

"Kahvaltıdan sonra ifade vermeye gidelim. Bildiklerimizi anlatalım." dedi Sarp, başımı salladım. "Beklemekten nefret ediyorum, elimizde kullanabileceğimiz güçlü bir koz olmamasından da nefret ediyorum. Eser bir an önce varsa Aydın'a da getirse şu adamı." dedi, kısa bir an sustu. "Uygar ne yaptı acaba? Bindi mi uçağa?"

 

"Hiç bilmiyorum." dedim. Telefonumdan haberlere göz gezdirdim. Deniz'in duruşmasının bittiğini söylüyorlardı.

 

Sarp hemen avukatı aradı. "Avukat." dedi. "Sonuç ne?"

 

"Cezaevine sevk edilecek Deniz Bey." dedi avukat memnuniyetsiz bir sesle. "Bunu zaten bekliyorduk."

 

Sıkıntıyla iç geçirdim ve tek elimle şakaklarımı bastırdım. "Dava devam edecek ama değil mi? Verilmiş bir karar yok şu an?" diye sordu Sarp.

 

"Doğrudur. Karar verilmedi. Sadece tutuklu yargılanacak. Bir sonraki mahkeme beş gün sonra."

 

"Ne yani beş gün boyunca hapiste mi kalacak Deniz?" dedim. Hissettiğim çaresizliği anlatamıyordum. Deniz masumdu ama beş gününü cezaevinde geçirecekti. İçim acıyordu ama bundan daha çok hissettiğim şey öfkeydi. Her şeyin bedelini Deniz'in ödemesinden çok sıkılmıştım. Her şeyin ucu neden Deniz'e dokunuyordu ve neden kimse ona acımıyordu?

 

"Maalesef Ada Hanım." dedi avukat. "Bu süreçte delil toplamaya devam edeceğiz."

 

"Lütfen." dedim pürüzlü bir sesle. "Bir yolunu bulun."

 

"Bulacağız Ada Hanım."

 

"Pekâlâ." dedi Sarp. "Bir şey olursa ararsınız." Sarp aramayı sonlandırdıktan sonra telefonu masaya bıraktı, peçeteyle ağzını sildi ve bana baktı. "Hadi kalk gidelim."

 

"Nereye?" dedim merakla.

 

"Duramıyorsun burada biliyorum. İçin içini yiyor. Gel ifadeye gidelim. Savcıyı bulalım, ona anlatalım."

 

Elimdeki çatalı nasıl bir hızda masaya bırakmıştım bilmiyordum ama çatal masadan kayıp hızla yere düşmüştü. Önemsemedim. Derhal ayağa kalktım. "Gidelim. Tamam gidelim."

 

Benim ardımdan Sarp da kalktı ve saniyeler içinde evden çıktık.

 

İlk işimiz karakola gidip ifade vermek olmuştu. Evren hayatımıza girdiğinden beri başımıza gelen her şeyi A'dan Z'ye anlatmıştık. Gökalp'in ölümünü nasıl planladıklarını, suçu Fatih Bey'e attıklarını, yüksek dozlu sahte anestezi raporunu, tehdit aldığı için Deniz'in Güney'i akladığını ve bu sayede Güney'in kurtulduğunu, Tolga'nın boş yere hapiste yattığını, Güney'in Melis'i kaçırdığını, beni ilaçla zehirlediğini, Evren'in üzerimize yıktığı silah sevkiyatını yapmamak için silahları İzmir depoda sakladığımızı anlatmıştık. Bunlar Evren ve Güney'in başımıza açtığı işlerdi. Bir de olayların Richard penceresi vardı ki o taraf daha karanlıktı.

 

İfademizde Richard'ın Sonart Holding ismiyle sahte imar izni aldığını, belediye çalışanına rüşvet verdiğini, ülkeye uyuşturucu soktuğunu, Avrupa ve Orta Doğu arasında silah taşıdığını, Deniz'i ve beni öldürmekle tehdit ettiğini polislere anlatmıştık. Elimizde ne kadar dosya, ses kaydı ve mesaj varsa hepsini delil olarak sunmuştuk. Koral ve Victor ilgili de bildiğimiz her şeyi anlatmıştık.

 

Yaptığımız riskliydi çünkü bu zamana kadar bunları polise ya da savcıya anlatmamız gerekiyordu ama biz saklamıştık. Sessiz kalmak da suçtu ama neyse ki mahkemeye çıkmayacak, tutuklanmayacaktık.

 

Karakoldan sonra adliyeye gidip savcıyı bulduk. Ona da tüm bildiklerimizi anlattık. Tüm kalbimle inandığım tek bir şey vardı ki o da sonunda Deniz'le her şeyin üstesinden geleceğimizdi.

 

Adliyeden eve gelişimizin üçüncü saatinde üzerimi değiştirdim ve salona döndüm. Sarp beni bekliyordu. "Yani Ada bu plan ne kadar işe yarar hiç bilmiyorum." dedi sıkıntıyla. "Sanki seni riske atıyoruz gibi."

 

Telefonumun ekranından yansımama baktım. Açık kahverengi lenslerim, bakır rengi kısa peruğum ve ağır makyajımla Adelia Dienes olmuştum ve evden çıkmayı bekliyordum. "Riske falan girmiyorum. Oraya tek gitmeyeceğim. Birincisi sen yanımda olacaksın. İkincisi polisler çok yakınımızda olacaklar ve bizi izleyecekler."

 

"Deniz burada olsaydı buna asla müsaade etmezdi, biliyorsun değil mi?" dedi Sarp kaşlarını kaldırıp benden onay ister gibi bir bakışla bana bakarken.

 

"Deniz burada olmadığı için yapıyoruz ya zaten bu planı Sarp." dedim. Derin bir nefes aldım. "Bak Sarp, Deniz cezaevine sevk edildi. Savaş yoğun bakımda. Uygar yanımda değil. Eser Aydın'a gidiyor. Bir tek sen varsın şu an ve sen bana yardımcı olmazsan ben kimsesiz hissederim."

 

"Kimsesiz değilsin Ada. Ben yanında olacağım ama yine de tedirginim." Sarp tereddüt ediyordu. Çünkü başımıza başka bir felaket gelmesinden korkuyordu. Ben de korkuyordum ama o kadar çaresizdim ki Deniz'e bir an önce kavuşmak için her yolu deneyecekmişim gibi hissediyordum.

 

"Tedirgin olmanı gerektirecek bir şey yok." dedim.

 

Telefonum çalıyordu, bekletmeden yanıtladım. "Uygar." dedim telaşla. "İndin mi?"

 

"İndim Ada. Neredesiniz? Otelde misiniz?"

 

"Hayır Savaş'ın evindeyiz. Sarp yanımda."

 

"Ada ben hiçbir şey anlamıyorum." dedi tedirgin bir sesle. Uygar'ın olanlardan hiç haberi yoktu ve bu yüzden hiçbir şeye bir anlam veremiyordu.

 

"Her şey anlatacağım Uygar. Endişelenmeni gerektirecek hiçbir durum yok. Sen geldiğinde her şeyi anlatacağım." dedim. "Yanımda olmana ihtiyacım var."

 

Uygar uzun bir nefes verdi. "Geleceğim Ada. Bak rica ediyorum dikkat et kendine, ben gelene kadar."

 

"Edeceğim. Görüşürüz Uygar."

 

"Görüşürüz." dedi ve telefonu kapattım.

 

Sarp oturduğu koltukta arkasına yaslandığında televizyonu açtım. Gördüğüm görüntüler nefesimi kesmeye yetecek kadar korkunç görüntülerdi.

 

"Sikerler artık böyle işi." dedi Sarp yerinden kalkıp odada sağa sola yürürken. "Yok artık, gerçekten yok artık ama."

 

Donup kalmıştım, ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Gözlerim ekranda, kulaklarım da muhabirin söylediklerindeydi.

 

"Merhaba sayın seyirciler." dedi muhabir telaşlı bir sesle. "Deniz Aladağ davasına ismi karışan Aydın Belediye Başkanı Serkan Erden evinde ölü bulundu." İçimde yıldırım çarpmış gibi yüksek dozlu bir akım vardı. Sanki tüm damarlarım biri onları sallıyormuş gibi hareket ediyordu. İç organlarımın bulandığını hissettim. "Bu ölüme kim ya da kimler sebep oldu henüz bilinmiyor."

 

"Allah kahretsin böyle işi ya. Gerçekten Allah kahretsin. Olayın bir numaralı şahidini ortadan kaldırmışlar. Hiç iyi olmadı bu, hiç."

 

Yutkundum. "Ses kaydı var. Serkan Erden'in her şeyi anlattığı o ses kaydı var. Yetmez mi?" dedim, kendimi toparlamaya çalışıyordum. "Richard'ın öldürttüğünü anlarlar değil mi?" Sarp'a baktım. "Ya Deniz suçlanırsa bu ölüm için? Sarp ya Deniz'in üstüne kalırsa?"

 

"Bilmiyorum Ada. Her şey olabilir. Bilmiyorum, yani sanmıyorum." dedi, endişeli bakışlarını bana çevirdi. "Tamam sen sakin ol. Panik yapacak bir şey yok."

 

"Her şey zaman geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bir problemi çözsek üstüne daha büyük bir problem geliyor. Çok sıkıldım, gerçekten çok sıkıldım." dedim ve ben de ayağa kalktım.

 

Sarp telefonunu çıkartıp kulağına götürdü. "Alo, Eser." dedi, birkaç saniye dinledi. "Duydun mu olanları?... Öldürülmüş belediye başkanı... Aynen Eser, biz de şok olduk... İstanbul'a geri dönün siz, boş ver Feyyaz'ın ailesini sen... Tamam haberleşiriz. Kulağını dört aç... Görüşürüz." Sarp telefonu kapatıp sinirle koltuğa fırlattı. "Kurban keseceğim bir işimiz rast giderse."

 

Dilim, damağım kuruduğu için masanın üstündeki şişeyi aldım, kafama diktim, içindeki su saniyeler içinde bitmişti. Koltuğa tekrar oturdum, birkaç saniye sonra kalktım, odada sağa sola yürüdüm, adımlarım sabırsız, kollarım karnıma sarılı, başım öne eğikti. Her turda duvara çarpacakmış gibi yürüyüp dönüyor, sonra tekrar koltuğa çöküyordum. Sarp hiç ses çıkarmıyordu, tek yaptığı beni izlemekti. Bu döngü Uygar gelene kadar devam etmişti.

 

Zil çaldığında Yasemin abla kapıyı açtı, Uygar'ın telaşlı adımlarını duydum, birkaç saniye içinde salona varmıştı. "Neler oluyor?" demişti telaşla. Gözlerinde panik ve öfke arasında bir yerde duran o tanıdık bakış vardı.

 

Başımı iki yana salladım, bana açılan kollarına sığındım ve beni kucaklamasına izin verdim. "Çok kötü şeyler oldu Uygar. Çok, çok kötü."

 

"Tamam, gelin önce oturun şöyle." dedi Sarp ikimizi de koltuğa çekiştirirken. "Anlatacağız."

 

"Sen neden bu kılığa girdin yine?" dedi Uygar merakla. Bakışları saçımda ve gözlerimde geziyordu.

 

Kılığım şu an önemli sayılacak son şey bile değildi. Tek bir önemli konumuz vardı, o da Deniz'in cezaevine nakledilmesiydi. "Uygar Deniz'i kurtarmamız gerekiyor."

 

''Allah aşkına bana başından anlatır mısınız bu olanları? Aklım allak bullak oldu.'' dedi Uygar.

 

Uygar'ı daha fazla merak ettirmemek için söze başladım. Bana dikkatle bakıyordu. ''Uygar, silah sevkiyatının olduğu gece Richard Deniz'e bir mesaj attı, tehdit mesajı.''

 

Uygar'ın kaşları şaşkınlıkla havalandı. ''Ve bunu bize söylemediniz?'' dedi başını sertçe iki yana sallaya sallaya.

 

''Söyleyemezdik Uygar. Tehlikeliydi, eğer anlatsaydık hepimizin hayatı mahvolurdu.''

 

Öfkeli bir kahkaha attı. ''Hayatımızın mahvolmamış hali buysa, mahvolmuş halini düşünemiyorum bile.'' dedi Uygar, çenesi kaskatı olmuştu. ''Ne diye tehdit etti bu herif sizi?''

 

Telefonumu çıkartıp Richard'ın attığı mesajı Uygar'a gösterdim. Uygar mesajı sesli okumayı tercih etmişti. ''Senin de oyun oynamayı sevdiğini varsayıyorum ve seni kontrolün bende olduğu bir oyuna davet ediyorum. Arazimi bana geri ver. Yoksa;

 

Yaptığın sevkiyatın tüm belgelerini ve video kayıtlarını uluslararası basına servis ederim. Türkiye, Avrupa ve Amerikan basınında silah kaçakçılığıyla anılır, gazetelerde manşet olursun. Aladağ Holding Silah Kaçakçılığı. Nasıl? Bomba gibi haber değil mi?

 

Sahte imar izinleriyle Aydın'da inşa ettirdiğin Aladağ Otel projesinin tüm usulsüzlük dosyalarını, rüşvetle alınan tapu kayıtlarını ve iç yazışmaları yayınlarım. Holdingin batar. Zaten hastanelerinizin adı da usulsüzlüğe karışmıştı değil mi? Gökalp Karahan için çok üzgünüm.

 

Tabii sadece bunlarla sınırlı kalacağımı düşünmeni istemem. Ada'nın bir daha çocuk sahibi olamayacağı ve Fransa'daki kişisel arayış günleri tüm Türkiye'nin magazin çöplüğüne düşer.

 

O arazi benim kırmızı çizgimdi ve ben o araziyi senin yüzünden kaybettim. Ada da senin kırmızın çizgin, en değerlin, en kıymetlin, uğruna her şeyi yapabileceğin tek zaafın. Ve şunu bilmeni isterim. Eğer bu mesajı ciddiye almaz, bana arazimi iade etmez ve oyunu uzatmaya kalkarsan, senin kırmızı çizgine dokunurum.

 

Belki bir gün arkasından biri yaklaşır ve o güzel boynunu soğuk bir bıçakla deler geçer, belki bir gün siyah saçlarının arasına kurşun yer, belki bir gün kütüphanesi bombalanır. Belki bir gün arabasının frenleri tutmaz ve kazaya karışır. Belki bir gün karşıdan karşıya geçerken bir otomobilin altında kalır. Nasıl olacağı önemli değil, bunu izlemeni sağlarım. Sana son kez söylüyorum, seçim senin. Ya arazimi ya da karının hayatını alırım. Seçim senin.

 

R.'' Uygar mesajı okuduktan sonra ekranı kapattı ve telefonu bana verdi. ''Gün geçmiyor ki yeni bir orospu çocuğu daha hayatımıza girmesin.'' Sesli bir nefes verdi ve bakışlarını Sarp ve benim aramda gezdirdi. ''Siz ne yaptınız bu mesajdan sonra?''

 

''Deniz'in kırmızı çizgisi olmadığıma ikna etmek için bir oyun oynamaya karar verdik.''

 

''Bir dakika.'' dedi Uygar. ''Siz, bu yüzden mi boşandınız? Richard, Deniz'in seni sevmediğini düşünsün diye?''

 

''Evet.'' dedim başımla da onaylayarak. Gözlerim dolmuştu. ''Hepsi oyundu Uygar, tartışmalarımız, kavgalarımız hepsi oyundu. Birbirimizi sevmediğimize inandırmaya çalıştık sizi. Siz inanmazsanız kimse inanmazdı çünkü.''

 

''Ada.'' dedi Uygar, hala inanamıyordu. ''Siz sürekli tartışıyordunuz.'' Sarp'a baktı. ''Bizim yanımızda kaç kere tartışmadılar mı? Senin yanında Deniz'in yüzüne yüzüğünü atmadı mı Ada?''

 

''Attı.'' dedi Sarp başını sallaya sallaya.

 

''O günden sonra dört gün bu evde yaşadı Ada, sonra bir şekilde barıştılar, sponsorluk yemeği için buluştuk, Deniz bebeği düşürdü diye Ada'yı suçladı, Senin yüzünden bebeğimiz öldü. dedi. Sen bir kere gittin, senin sevgine güvenmiyorum, bir kere giden yine gider. dedi. Demedi mi Sarp? Sen söyle. Bu tartışmanın olduğu gün ben dayanamayıp Deniz'in suratına bir tane geçirmedim mi? O günden hemen sonra Ada Bursa'ya gitmedi mi? Gitti.''

 

Uygar'ın bahsettiği tartışmayı hatırladım. Bu tartışmamız da diğer tartışmalarımız gibi bizim planladığımız sahte bir tartışmaydı ama sahte de olsa Deniz'le tartışıyor olmak beni parçalara bölünmüş gibi hissettiriyordu.

 

Louis'in evinde yemekteydik. Deniz'in kültür merkezine sponsor oluşunu kutlamak için bütün herkes bir araya toplanmıştı. Deniz, ben, Uygar, Miray, Sarp ve Eser. Başta her şey normal gidiyordu. Birazdan yaşayacağımız tartışma için gergin bir şekilde bekliyor, konuşmayı o yöne çekmek için bir fırsat kolluyordum. Deniz benden önce davranmıştı. ''Ee Miray, Selay nasıl? Bebeği iyi mi?'' dedi işaret ve başparmağını birbirine sürterek. O da benim gibi gergindi.

 

''Çok iyi.'' dedi Miray. ''Bu ara tuhaf şeyler aşeriyor ama Can hallediyor sanırım.'' dedi, minik bir kahkaha atmıştı.

 

''Ne güzel.'' dedi Deniz içli bir sesle bakışlarını masaya indirirken. ''Ada sahip çıkabilseydi bizim de bir bebeğimiz olacaktı.''

 

''Ne demek istiyorsun?'' dedim, kalbim deli gibi çarpıyordu. Bu düşüncelerin Deniz'in gerçek düşünceleri olmadığını bilmeme rağmen kalbim kırılıyordu.

 

''Ne demek istediğim gayet ortada. Savaş'la kendi başınıza iş yaptınız. Sonucunda da bebeğimin ölmesine sebep oldun.''

 

''Ağzından çıkanı kulağın duysun!'' dedi Uygar. ''Ada'nın gitmek zorunda olduğunu bile bile şimdi nasıl bu cümleleri söylersin?''

 

''Bırak, ne söyleyecekse söylesin Uygar. İçinde kalmasın.'' dedim titreyen bir sesle. Yumruklarımı sıktım, parmaklarımın avuç içlerime kıvrılışını bile hissedemiyordum. ''Gerçek düşüncelerini öğreniyoruz böylelikle.'' dedim, Deniz'e döndüm. ''Konuş, anlat içindekileri de dert olmasın sana.''

 

''Yalan mı Ada?'' dedi, bakışlarını kaçırmak istediğini, gözbebeklerinin büyüdüğünü ve yüz ifadesindeki çaresizliği bir tek ben fark ediyordum. ''Bebeğimizi taşıyamadın, öldü bebeğimiz ve şimdi bir çocuğumuzun olması imkânsız! Senin yüzünden bebeğim öldü ve senin yüzünden baba olamayacağım! Şimdi de haberlerde bas bas bizim çocuğumuzun olmayacağı konuşuluyor.''

 

''Baba olmanın senin için önemli olmadığını söylemiştin!'' dedim, sesim istemeden de olsa yüksek çıkmıştı. Kelimeler dilimden dökülmüyor, düşüyordu.

 

''Yanılmışım, önemliymiş.'' dedi, söylediği cümle bıçak gibi keskindi. Kimse bir şey söyleyemiyordu. ''Eğer gitmeye kalkmasaydın, saçma sapan bir planın içine düşmeseydin yaşayacaktı bebeğimiz.'' Yutkundu, göz kapaklarını birkaç saniye kapalı tuttu. ''Hoş sen aldırmaya da gitmiştin değil mi bebeğimizi? Ben bunu bile affettim. Hem de hiç hak etmediğin halde.''

 

Boğazımdan mideme kadar inen bir boşluk vardı. ''Neden hala yanımdasın o zaman? Bu kadar hatalıyım madem? Niye hala berabersin benimle?'' Gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum. Ama o artık bana bakamıyordu.

 

''Alışkanlık.'' dedi omuz kısarak. Sesinde küçümseyici bir umursamazlık vardı. ''Sen de bu yüzden yanımda değil misin en nihayetinde?''

 

Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. ''Alışkanlık?'' dedim kelimenin ne anlama geldiğini unutmuşum gibi.

 

''Sen beni hiç sevmedin ki Ada. Alışkanlıkların yüzünden yanımdaydın. Sevseydin gitmezdin. Şimdi aynı şeyleri yaşasak yine gidersin. Sana hiç güvenmiyorum.''

 

''Ne oluyor ya?'' diye araya girmişti Miray. Kaşlarını çatmış, ellerini iki yana açmıştı. ''Ne oluyor size? Deniz kendine gel. Öyle her ağzına geleni Ada'ya söyleyemezsin. Ne dediğini bilmiyorsun.''

 

''Ben ne dediğimi gayet iyi biliyorum. Siz sadece onun tarafından bakıyorsunuz olaylara. Kimse benim ne yaşadığımı görmüyor.''

 

''Senin yaşadıkların benim yaşadıklarımın dörtte biri bile değil.'' dedim.

 

''Dert mi yarıştıracağız? Hangimizin acısı daha büyük diye tartışacak mıyız?'' dedi. ''Gerçi yarışmaya gerek mi var? Zirve sende. Sorsak en büyük acıları Ada çekti. En çok o üzüldü, en çok Ada çaresiz kaldı. Peki ya Deniz?''

 

''Uzatma Deniz.'' dedi Uygar. ''Yetti artık şu kızın üstüne gitmelerin. Bir insan bir insanı bu kadar da üzemez. Ne istiyorsun sen bu kadar Ada'dan? Derdin ne?''

 

''Derdim benden çaldığı 807 gün.'' dedi Deniz rahat bir tavırla.

 

''Cemre de senin dört yılını çalmıştı!'' dedim. ''Ona karşı bile böyle olmadın sen.'' Derin bir nefes alıp yutkundum. ''Hadi itiraf et. Onu daha çok sevdin değil mi?''

 

Deniz gözlerini yumdu, sessizce yutkundu, parmaklarını avuç içlerine batırdı. ''Evet.'' dedi. ''Madem bunu duymak istiyorsun. EVET.''

 

''Sikerler yavaş.'' dedi Uygar. ''Sen ne dediğinin farkında mısın Deniz? Karşındaki kadın senin karın. Ada.'' Yerinden kalktı ve Deniz'e doğru ilerledi.

 

''Sen karışma Uygar. Bu benimle Ada arasında olan bir mesele.''

 

''Karışırım, Ada benim kardeşim.''

 

''Abicilik oynamandan bıktım.''

 

''Biz de senden bıktık.'' dedi Uygar.

 

''Beğenmeyen siktir olup gider.'' dedi Deniz. Uygar dayanamamış, Deniz'in çenesine güçlü bir yumruk savurmuştu.

 

''Senin gibi arkadaş olmaz olsun.'' dedi Uygar, Miray'ın elini tuttu ve onunla birlikte Louis'in evinden ayrıldı.

 

''Yani siz bile isteye birbirinizin canını mı yakıyordunuz?'' diye sordu Uygar, anılardan sıyrılıp ana döndüm. Ben dalıp gittiğim için tüm olanları Uygar'a Sarp anlatmıştı.

 

''Evet Uygar, biz birbirimizi sevmekten hiç vazgeçmedik. Herkesten gizli sürekli buluşuyorduk.''

 

''Onu nasıl başarıyordunuz? Kimse görmedi mi sizi?''

 

''Benim otelime Eser'in kimliğiyle kayıt yaptırmıştı, şapka ve gözlükle girip çıkıyordu, odalarımız yan yanaydı, otele gelir gelmez benim odama geliyordu.''

 

''O kattaki misafirlerden biri görmedi mi yani?'' dedi Uygar. ''Riskli değil mi bu?''

 

''Olduğumuz kattaki odaların tamamı boştu. Özellikle kimseyi almamasını istedim ben Tuna'dan. Sadece temizlikçi gelip gidiyordu diğer odalara.'' dedim. Derin bir nefes aldım. ''Uygar.''

 

''Efendim Ada.'' dedi yorgun bir sesle.

 

Gözlerini sehpadaki dosyalara dikmişti. ''Deniz'i oradan çıkarmak zorundayız.'' dedim, başını salladı. ''Çünkü ben hamileyim.''

 

Uygar'ın ağzı ve gözleri eş zamanlı açıldığında söyleyeceği kelimeleri bekledim. ''Sen.'' dedi şaşkın bir sesle. ''Gerçekten mi Ada?''

 

Başımı salladım, yanağıma akan yaşı sildim. Uygar yanıma sokuldu ve bedenimi sarıp sarmaladı. ''Çok korkuyorum.''

 

''Korkma Ada. Neden korkuyorsun?'' dedi Uygar, saçlarımı karıştırdı. ''Kaç tane insanız sonuçta. Çıkaracağız Deniz'i. Korkma, tamam mı?''

 

''Hak etmiyoruz bunların hiçbirini. Nerede kötü var, onlar mutlu. Nerede iyi var, acı çekiyor. Böyle adaletin çarkına başlarım ben.'' dedim hafif öfkeli çıkan bir sesle. ''Niye hep iyiler kaybediyor Uygar? Kötü mü olalım illa?''

 

Uygar kolunu boynuma sardı ve başımı kendine çekip saçlarımı öptü. ''Tamam, sinirlerin bozulmuş senin. Sakin ol. Halledeceğiz. Stres yapmak yasak.''

 

''Ben de aynılarını söylüyorum ama dinlemiyor ki. Yani bu kızın gözleri de kulakları da Deniz'den başka herkese kapalı.'' dedi Sarp. Koltukta öne eğildi, dizüstü bilgisayarının touchpadine dokundu, gözleri ekranda gezinirken ağzının ucuyla da bir şeyler okuyordu. ''Yürü be koçum.'' dedi zaferle. ''Aslan bu aslan.''

 

''Ne oldu?'' dedi Uygar göz kırparak.

 

''Feyyaz Korkmaz'ın nerede olduğunu artık biliyoruz.'' dedi Sarp. Sonra İşte bu. der gibi hafifçe yumruğunu salladı. ''Aptal kafam daha önce neden aklıma gelmedi ki bu?''

 

''Neredeymiş?'' diye heyecanla sordum.

 

''Kazakistan.'' dedi Sarp, önünde bir harita açıktı, küçük bir noktayı yaklaştırabildiği kadar yaklaştırdı. ''Demek buradasın, şerefsiz rüşvetçi.''

 

''Ee nasıl getireceğiz onu buraya?'' dedi Uygar.

 

''Biz değil, polis getirecek.'' dedi Sarp, arkasına yaslandı.

 

''Anlamıyorum.'' dedi Uygar. Bakışları ikimiz arasında gidip gelirken çalan telefonuma baktım. Savcı arıyordu.

 

''Buyurun.'' dedim tok tutmaya çalıştığım bir sesle.

 

''Buluşma yerine geçiyoruz, sizin de evden çıkmanız gerek.''

 

Ayağa kalktım, başımla Sarp'a kalkması gerektiğini anlattım, Sarp hızlıca kalktı. Uygar aynı meraklı bakışlarla ikimize bakmaya devam ediyordu.

 

''Tamam savcım, hazırız. Çıkıyoruz biz de.'' dedim. Savcı bir şey demeye gerek duymadan telefonu kapattı.

 

''Pardon.'' dedi Uygar. ''Tam olarak nereye gidiyorsunuz?''

 

''Koral ve Victor'la buluşmaya.'' dedik Sarp'la aynı anda.

 

''Kafayı mı yediniz siz? Hiçbir yere göndermem ben seni Ada. Üstelik hamilesin. Seni bir katilin yanına gönderebileceğimi düşünmüyorsun herhalde.''

 

''Düşünüyorum.'' dedim. Hiç beklemeden devam ettim. ''Polis ve savcıyla beraber çalışıyoruz Uygar. Richard'ın peşine düşmek için Koral ve Victor'u kullanacağız. Bu yüzden bu kılığa girdim.''

 

''Bu saçmalık. Savcı Bey'ler hiç kusura bakmasınlar ve kendilerine başka yem bulsunlar çünkü ben seni göndermem.'' dedi Uygar, sesi kararlıydı ama ben onu dinleyecek durumu çoktan geçmiştim.

 

''Bak Uygar.'' dedim, sabırsız bir nefes verip Uygar'ın omuzlarına ellerimi yerleştirdim. ''Senin kardeşin yani benim aşık olduğum adam şu an cezaevinde. Onu oradan çıkartmak için delil bulmamız gerek. Aydın'daki müdürü kullanacaktık ama adamı infaz etmişler. Bir diğer tanığımız şu an Kazakistan'da ve onun bulunup buraya getirilmesini bekleyemem ben, tamam mı? Yani demem o ki... Ben gidiyorum.''

 

"Sarp bir şey söyle."

 

"Ne söyleyeyim Uygar? Ada'yı tanımıyormuşsun gibi... Ben de baştan istemedim ama bir şey olmayacak korkma. Polisler çevrede olacak. Tehlike anında müdahale edecekler. Hem Ada'nın can yeleği var."

 

"Biri kafasına sıksa ne olacak peki? Buna nasıl bir açıklama yapacaksın?"

 

"Kötüyü çağırma Uygar." diye araya girdim. "Şimdi, sen burada kal ve avukatlarla irtibat halinde ol. Deniz'i çıkarmak için neler yapabiliriz onu düşün. Belki bir delil bulursun, bilmiyorum."

 

"O kadar içime sinmiyor ki yani o kadar olur."

 

Söylediğini umursamadım ve konuyu değiştirdim. "Bak, sen Evrim ve Güney'i bulmaya çalış tamam mı? Onlar da bu olayın en kritik isimleri. Polis de arıyor bir yandan ama sen de araştır. Ne kadar çok kişi peşlerine düşerse o kadar iyi."

 

"Sürekli bir belanın içindesin, farkında mısın?" dedi, tek kaşını kaldırmış, başını da iki yana sallamıştı.

 

"Bir şey olmayacak Uygar. Ada sözü." dedim, göz kırptım ve Sarp'la birlikte kapıya yürüyüp evden çıktım.

 

***

 

Toplantı bir davet salonunda olacaktı. Sarp Koral'ı aramış, Adelia Hanım sizle bir sevkiyat planlamak istiyor. diyerek apar topar bir buluşma ayarlamıştı. Neyse ki Victor da Koral da Türkiye'deydi de buluşma ertesi güne kalmamıştı.

 

Güneş hala batmamıştı. Dar, beton duvarların arasında yürüyorduk. İçimde kıyamet koptukça, omuzlarımdaki gerilim de sırtıma kadar yayılıyordu.

 

Sarp önümde yürüyordu, sessizce kapıyı açtı. Bir anlığına nefesimi tuttum. İçeride sigara dumanına karışan metal kokusu, kanla kirlenmiş geçmişlerin izlerini taşıyordu.

 

Loş ama onlarca ampulle aydınlanan odaya adım attığımızda ayakkabılarımızın altındaki parke uzun zamandır kullanılmayan bir sırrı bastırıyormuş gibi iniltiyle gıcırdadı. Sarp sessizdi ama diken üstünde olduğunu da anlayabiliyordum.

 

Koral yerinden kalkmadan başıyla selam verdi. Elinde kristal bir kadeh vardı, içindeki koyu sıvı benim midemdeki yanmaya benziyordu. Victor ise pencerenin kenarındaydı, sigarasını içerken dumanı parmaklarıyla nazikçe savuşturuyordu. Sanki hiçbir şey umurunda değilmiş gibiydi. Bilmiyordu ama biz onun umurunda olacak kadar tehlikeliydik.

 

"Hoş geldiniz." dedi Victor bize döndüğünde. Her konuştuğunda tüylerim diken diken oluyordu çünkü o bir katildi ve korkumu ondan gizlemem gerekiyordu.

 

"Geç kaldınız." dedi Koral. Sesi, odaya kılçıklı bir diken gibi saplandı.

 

"Hoş bulduk." dedi Sarp. Victor’un anlaması için İngilizce konuşmuştu. "İstanbul trafiği dert oldu yine başımıza. Beklettiğimiz için kusura bakmayın."

 

Koral da Victor da başını yavaşça aşağı sallayınca masaya doğru ilerledik. Sarp sandalyemi çekti, oturmama yardım ettikten sonra da arkamda durup ellerini önünde birleştirdi.

 

"Size bir şeyler ikram edelim mi?" dedi Koral. İkimize de dikkatle bakıyordu. Bir önceki buluşmamızda da anladığım üzere şüpheci biriydi. "Adelia Hanım?"

 

Kalbim çok hızlı atıyordu, yüzüm belki de taş gibiydi, yutkundum. İki yılı aşkın bir süredir bana eşlik eden bu isim şimdi o kadar yabancı geliyordu ki sanki bana değil bir başkasına sesleniyor gibi hissetmiştim. "Teşekkür ederim, bir şey almayacağım." dedim. Sarp'a zaten teklif bile etmemişlerdi.

 

"Korumanız her daim yanınızda mıdır?" dedi Victor bakışlarıyla bana Sarp'ı göstererek. ‘’Önceki buluşmamızda da yanınızdaydı.’’

 

"Her zaman." dedim. "Hayatımı ona borçluyum. Eğer ona bir şey olursa." Birkaç saniye susup sesime tehditkâr bir hava yerleştirdim. "Sebep olan kişinin hayatını cehenneme çeviririm."

 

"Bu kadar derin bir bağınız var demek. Ne güzel." dedi Koral. "Sizin gibi güzel bir hanımefendi neden bu tür işlerle ilgileniyor, anlayamıyoruz." Victor'a döndü, Victor Koral'ı desteklercesine başını aşağı yukarı salladı. "Neden bu işin içindesiniz?"

 

"Para kazanmak kolay değil. İnsan bir kere kolay yolu bulunca ondan pek de çabuk vazgeçemiyor." dedim omuz silkip arkama yaslanarak.

 

"Yani sırf para için mi?" dedi Victor. "Para için bu tehlikeli hayata atıldınız öyle mi?"

 

"Evet. Ve risk alıp daha da büyük işler yapmak istiyorum. İlk buluşmamızda size ettiğim teklif hala geçerli. Olumlu yanıt vermeniz benim için çok önemli."

 

Koral kaşlarını kaldırdı. "Yani siz diyorsunuz ki." dedi, sesini alçaltarak. "Üç farklı noktadan aynı anda size beşer konteyner silah çıkarabilirim. Hiçbir güvenlik zafiyeti olmadan bu silahları teslim ederim."

 

"Aynen öyle." dedim. İnanmalarını bekleyen bakışlarla ikisini de izledim. "O konteynırların hepsini uçakla göndereceğim size. Hiçbir iz olmadan. İsterseniz hangi limanları, hangi konteynırları ve hangi uçağı kullanacağımı bile söyleyebilirim şimdiden size."

 

Victor kaşlarını çattı. "O kadar silahı nereden bulacaksınız?" diye sordu. "Böyle bir söz vermek için silah üretimini bizzat kendiniz yapmanız lazım."

 

Duruşumu dikleştirdim. "Bir fabrikam var." dedim yalan söyleyerek. "İran bölgesinde."

 

"Neden adınızı daha önce duymadık?" dedi Koral şaşkın bakışlarla. "Öyle olsa bilirdik."

 

"Evren o silahları bana ürettiriyordu. Benden alıp size kaçırıyordu." dedim. Yüzlerindeki şaşkınlık iyice artmıştı.

 

"Yani Evren'in teminatçısı siz miydiniz?" dedi Victor. O Koral'dan daha çok şaşırmıştı çünkü Evren'le daha çok temas halinde olan kendisiydi ve Evren'in ölüm emrini vermişti.

 

"Ta kendisiyim." dedim. "Şimdi de silahlarımı alacak birini arıyorum."

 

"Neden biz?" dedi Koral. "Eminim daha bir sürü adam vardır bizden başka."

 

"Yani sizden daha güçlü olanlardan mı bahsediyorsunuz?" dedim, biraz da olsa küçümseyici olan bu tavrım erkeklik damarını kabartacak ve bunun sonunda silah sevkiyatını yapmaya razı gelecekti.

 

"Kimse bizden daha güçlü değil." diye öne atıldı Victor. "Koral öyle demek istemedi."

 

"Richard da mı sizden daha güçlü değil?" dedim sinsi bir gülümsemeyle. Damarlarına basmak hoşuma gidiyordu.

 

"Nereden tanıyorsun onu?" dedi Victor. "Alçağın biri o."

 

"Alçağın biri olduğu için onunla hala beraber çalışıyorsun ve ondan aldığın bilgileri Koral'a taşıyorsun. Öyle değil mi?" dedim. Ortaya atacak ne kadar da çok zarf vardı.

 

"Sen." dedi Victor inanamıyormuş gibi bir tavırla. "Bunları biliyor olamazsın."

 

"A'dan Z'ye biliyorum." dedim keyifle arkama yaslanarak. "Şimdi silahlarımı alacak mısınız yoksa bildiklerimi dökmeye devam edeyim mi?"

 

"Ne istiyorsun?" dedi Koral. "Derdini çözemedik."

 

"Derdim Richard. Bana onun yerini söyleyeceksiniz. O sadece sizin değil benim de düşmanım."

 

"Neden?" dedi Koral. "Senin gibi birinin Richard'la ne işi olur?"

 

"Sattığım malların bir kısmı onun çizgisine denk geliyor. Evren benim ortağım sayılırdı ve Evren'in onunla bağlantısı var. Eğer onun sahasına giriyorsam, önlem almak zorundayım. Ve işin aslı... O sahayı istiyorum."

 

"Sadece bu yüzden mi?" dedi Victor. "Bu piyasada herkes her an başka birinin sahasına sahip olabilir. Güç meselesi bu. Sırf bu yüzden onu bulmak mı istiyorsun?"

 

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Richard nerede?" dedim dişlerimi birbirine daha da bastırıp.

 

"Bilmiyoruz." dedi ikisi de aynı anda.

 

"Size inanmıyorum." dedim. Koral'a döndüm. Ve tehdit cümlelerimi sıralamaya başladım. "Ocak ayında Richard Romanya sınırındayken Güney Sancaktar sana Richard'ın yerini söylemiş." dedim, Victor'a döndüm. "Senin adamların da silahların olduğu mekânı basmış, Richard'ın sevkiyatını baltalamışsınız."

 

"Sen kimsin?" dedi Victor silahını çıkartıp bana doğru çevirerek. Sarp da anında silahlarını çıkarttı ve birini Koral'a, birini de Victor'a doğrulttu.

 

Birkaç saniye bekleyip nefesimi düzene soktum. "Ben sizinle aynı taraftayım. Hepimiz Richard'ı bitirmek istiyoruz. Bana silah çekmeniz çok anlamsız." Koral da Victor da silahlarını indirmeyince ellerimi masaya dayadım. "İndirin şunları." Kısa bir süre bekledim, hala dediğimi yapmamaları sinirlerimi bozmuştu. Ceketimin bilek kısmına sakladığım bıçağı yavaşça çıkardım ve Koral ve Victor'un arasından geçmesini sağlayacak şekilde karşımdaki duvara doğru hızla fırlattım. Bıçak kendi etrafında hızla döne döne ilerledi ve tam karşımdaki duvara çakıldı. Şaşkın bakışlarını arkadaki duvara çevirmenin bir hata olduğunun farkında değillerdi. Her şey saniyeler içinde olmuştu. Ben Koral'ın bileğini bükmüştüm. Sarp da Victor'un bileğini bükmüştü ve nihayetinde silahlarına el koymuştuk. Zafer edasıyla yerime oturdum ve sanki hiçbir şey olmamış gibi neşeyle arkama yaslandım. "Ben kim miyim? Adelia Dienes."

 

"Buradan çıkamayacaksınız." dedi Koral.

 

Dediğini umursamadım. "Richard'la eskiden beraber çalışıyormuşsun. Avrupa hattında gümrüklerde onun işini yapıyormuşsun. Sonra Richard senin adına sahte belge düzenlemiş, şirketini batırmış. O günden beri intikam almaya çalışıyormuşsun." Koral yutkunduğunda Victor'a döndüm. "Sen de Richard'la hala iş yapıyor gibi görünüyormuşsun. Çünkü onu bitirip, onun yerine geçmeyi planlıyormuşsun."

 

"Bütün bunları nereden bilebilirsin?" dedi Victor.

 

"Güney Sancaktar anlattı. Birkaç tehditle kuş gibi açıldı dili. Çok salak ve korkak insanlarla çalışıyormuşsunuz." dedim.

 

"O iti geberteceğim." dedi Koral.

 

"Nerede olduğunu biliyor musun ki?" dedim. "Malum, Victor Evren'i öldürtünce karısı Evrim ve oğlu Güney ortadan kayboldu ya." Bakışlarım Koral'ın üzerinden Victor'a kaydığında yüzünün artık bembeyaz olduğunu fark ettim. Yüzünde Bunu nereden biliyorsun? ifadesi vardı. "Evet, bunu da biliyorum."

 

"Bizden gerçekten ne istiyorsun Adelia?" dedi Koral.

 

"Silahlarımı alacaksınız. Richard'ın yerini söyleyeceksiniz. Biliyorsanız Evrim ve Güney'in de yerini söyleyeceksiniz. Siz söylemezseniz ben ne yapar ne eder bulurum Richard'ı ve arkasından çevirdiğiniz dolapları ona bir bir anlatırım. Öğrendiğinde size neler yapabileceğini hayal edebiliyor musunuz? Bakın mesela Aydın'daki belediye başkanı öldürülmüş. Bunu Richard'dan başka kim yapmış olabilir ki?"

 

"Onu bulamazsın." dedi Victor.

 

"Rüşvet verdiği bir adam vardı, Feyyaz Korkmaz, onu bulduk. Richard'ı da bulurum ama ben zaman kaybetmek istemiyorum. Kısa yollar her zaman ilk tercihim yollar olmuştur."

 

"Feyyaz küçük bir yemdi. Richard onu kullandı." dedi Koral.

 

"Sizin de haberiniz var yani?" dedim. "Aydın'daki otelin sahte imar iznini Richard'ın aldığından, Feyyaz'a rüşvet verdiğinden?"

 

"Elbette var. Richard Evren'e ve Güney'e bahsetmişti o plandan. O otelin sahibine düşman olmuş. Böyle intikam almak istemiş. Otelin sahibi almış gibi belediyeden sahte imar izni almış rüşvet karşılığında."

 

Kaşlarımı çattım ama içimde büyük bir zafer vardı. Çünkü Victor ve Koral'a gerçek suçluları itiraf ettiriyordum. Deniz aklanacaktı. "Kimdi o otelin sahibi?" diye sordum.

 

"Deniz Aladağ diye biri." dedi Koral.

 

"Yani aslında Deniz Aladağ suçsuz öyle mi?"

 

"Suçsuz." dedi Victor.

 

"Yazık." dedim. "Ne derdi var ki Richard'ın bahsettiğiniz o adamla?"

 

"Marmara kıyılarında bir arsası vardı Richard'ın. Liman bölgesine yakındı. O arsa Richard'ın lojistik zincirinin en önemli noktasıydı, kaçakçılık güzergâhının en kilit yeriydi. O hattan silah, ilaç, veri, uyuşturucu soktu Türkiye'ye. Deniz Aladağ istemeden de olsa Richard'ın önünü kesti. Bu yüzden düşman ona."

 

Mutluluktan deliye dönebilirdim ama umurumda değilmiş gibi omuz kıstım. "Neyse, konumuza dönelim. Richard nerede?"

 

Victor kısa bir nefes verdi. Öne eğildi, dirseklerini masaya koydu. "Richard ortalıkta yok. Bir süredir biz de onun izini sürüyoruz."

 

"İstihbaratınız zayıf demek ki. Ne biçim uluslararası mafyasınız siz? Adamlarınız, hackerlarınız falan yok mu? Alt tarafı beraber iş yaptığınız adamı bulacaksınız." dedim hafif de olsa sinirlenerek.

 

"Adamın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz bile. Neye benzediği hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Şu arkandaki herif bile olabilir Richard." dedi Victor. Anlamayan gözlerle baktım. "Bizimle buluşurdu ama film kaplı pencerenin arkasından konuşurdu hep. Sesine de robotik efekt eklerdi. Yani onun neye benzediğini de bilmiyoruz, sesinin nasıl olduğunu da bilmiyoruz. İki metre boyunda biri de olabilir, bir elli boyunda biri de olabilir. Uyruğunu bile bilen yok. İtalyan mı Fransız mı İngiliz mi Türk mü? Kimse bilmiyor."

 

Hafızamı yokladım. "Güney bana Babam Richard'la buluşmaya gidiyordu. demişti. Yani onun karşısına da mı çıkmıyordu?"

 

"Çıkmıyordu." dedi Koral. "O adam hayaletin teki. Gerçek adının ne olduğu bile bilinmiyor."

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Evrim ve Güney nerede?" Koral ve Victor birbirine tereddütle baktığında yerlerini bildiklerini anladım, sabırsız bakışlarımı ikisi arasında gezdirdim. "Size soruyorum, onlardan korkacak haliniz yok herhalde."

 

"Ben Evren'i öldürttüğümde Richard'ın yanına sığınmışlardı. O zamanlar Richard'dan haber alabiliyorduk. Daha sonra ne oldu bilmiyorum. Çok zaman geçti." dedi Victor.

 

Sabırsız bir nefes aldım, verdim. "Nerede Richard?" dedim bir kez daha. Sabrım tükenmek üzereydi.

 

"Gerçekten bilmiyoruz." dedi Koral. Hala elimde olan silahını alıp ona doğrulttum. Aynı şeyi Sarp da Victor'a yapmıştı.

 

"Yalan söylüyorsunuz." dedim. "Nerede o?"

 

Koral ve Victor teslim olmuş gibi ellerini havaya kaldırdığında kulağımda savcının sesi yankılandı. Konuşmanın başından beri müdahale etmemişti, belli ki iyi idare etmiştim. "Ayrılın artık oradan." dedi tok bir sesle. "Yalan mı söylüyorlar yoksa gerçekten bilmiyorlar mı öğreniriz yakında."

 

"Bilsek sizden önce biz enseleriz Richard'ı." dedi Victor.

 

Sarp silahı indirdi, benim elimi de indirdi. Masaya kartını bıraktı. "Bu benim numaram. O herifi bulduğunuz an bana söyleyeceksiniz. Söylemezseniz tüm bu anlattıklarınız ülkemizin polisinin ve savcısının kulağına da gider." Savcı da polis de konuştuğumuz her şeyi üzerimize yerleştirdikleri ses dinleme cihazıyla zaten dinlemişti ama sonuçta Koral ve Victor bunu bilmiyordu. Ve bilmedikleri için bu tehdit onları tedirgin etmeye yetmişti.

 

"Sakın, aklınızdan bile geçirmeyin." dedi Victor.

 

Sarp onun silahını inceliyormuş gibi yaparken el çabukluğuyla silahın tetik korkuluğunun iç kısmına ses dinleme çipi yerleştirdi. Fark edilmesinin imkânı yoktu ve bu çipi bizzat Sarp'ın kendisi yapmıştı. "Adelia Hanım'dan alınan bir silah mı bu?" dedi alelade bir sesle.

 

Koral ve Victor bize anlamsız bakışlarla bakarken Sarp silahı masaya koyup Victor'a doğru ittirdi. Sonra benim elimde olan Koral'ın silahını aldı ve ona da ses dinleme çipi yerleştirdi, o silahı da Koral'a doğru ittirdi. "Neyse biz artık kaçalım. Hiçbir verim alamadık bu buluşmadan."

 

Başımı salladım. Arkama döndüm. Kapıya doğru ilerledim, Sarp arkamdan geliyordu ama anlaştığımız üzere geri geri yürüyordu çünkü Koral ve Victor'un arkamızdan silah sıkma ihtimali vardı. Sarp da bu ihtimale karşı elinde silahla, kapıya kadar geri geri yürümüş, kapıdan çıkınca da yanıma varıp adımlarımı hızlandırarak beni apar topar binadan uzaklaştırmıştı. Yaklaşık elli metre yürüdükten sonra savcının ve polislerin olduğu yere vardık.

 

"Savcım." dedim heyecanla. "Duydunuz değil mi her şeyi? Deniz suçsuz. Onun hiçbir suçu yok. Bütün suç Richard denen o adamın."

 

"Ada Hanım." dedi savcı. "Evet duyduk. Bütün o suçları Deniz Aladağ'ın işlememiş olması masum olduğu anlamına gelmez. Siz suç karşısında susmuşsunuz. Suçu gizleme suçu işlemişsiniz. Bunun farkında mısınız?"

 

"Farkındayım." dedim titreyen bir sesle. Az önce bana silah tutanların karşısında titremeyen sesim konu Deniz olunca çok titriyordu. "Farkındayım ama tehdit ediliyorduk. Bize yazdığı mesajı siz de gördünüz. Ona boyun eğmek zorundaydık. Hayatta kalmamız buna bağlıydı. Sizden hakkaniyetli davranmanızı istiyorum. Yaşadıklarımızı görmezden gelemezsiniz."

 

"Davayla ilgili görüşlerim değişmedi." dedi savcı, bu kadar sert olmak zorunda mıydı?

 

"Tamam ama sonuçta her şeyi anlattık size. Gerçek suçluları bulacaksınız sayemizde." dedim. Bir yanım susmak isterken bir yanım isyan etmek istiyordu. Suçlu olduğumuzu biliyordum ama sonuçta biz ne kaçakçılık yapmıştık, ne ülkeye uyuşturucu sokmuştuk, ne de birilerinin canını almıştık. Bizi o suçlularla aynı kefeye koyamazdı.

 

"Beş gün sonra davanız var. Eşiniz tahliye mi olur yoksa cezaevinde kalmaya devam mı eder buna hâkim karar verir. Benim işim delillere dayanarak tutukluluk talep etmek."

 

"Anladım." dedim. Umutsuzca başımı salladım.

 

''Şimdi siz bu oynadığınız oyunu oynamaya devam edin. Herkes sizin boşanmanızı gerçek olarak bilmeye devam etsin. Richard'ın size ya da herhangi birine zarar vermesini istemiyorum.'' dedi savcı. Deniz zaten cezaevindeyken onunla yakın olmamın imkânı yoktu. İstemeden de olsa ondan uzak duracaktım.

 

"Siz nasıl isterseniz.'' dedim, daha güçlü bir sesle devam ettim. ''Ben size yardım etmeye her zaman hazırım. Siz de lütfen bir gelişme olursa bana haber verin olur mu?"

 

Savcı başını salladı. "Deniz Aladağ'ın avukatlarıyla dosyayı paylaşacağım. Onlarla da irtibat halinde olabilirsiniz. Avukatları da anlatırlar eşinize detayları." dedi elindeki dosyayı incelerken. İki defa Deniz'den bahsederken Eşiniz. demişti. Deniz eşim değildi ama birinden bunu duymak beni tahmin ettiğimden daha fazla duygulandırmıştı. Bir an önce bu olanlardan kurtulmak ve tekrar Deniz'in eşi olmak istiyordum.

 

"Peki teşekkürler." dedi Sarp beni arabaya yönlendirdi, gözlerime süzülen gözyaşlarını silme gereği duymadan kendime sarıldım, yolcu koltuğuna geçtim, kemerimi taktım ve gözlerimi kapattım.

 

"İyi misin?" dedi Sarp arabayı çalıştırdığında. "Bak ben hâkimin savcı kadar gaddar olduğunu düşünmüyorum. Bir sürü delilimiz var. Adamlar her şeyi itiraf etti. Deniz'in suçsuzluğu ispatlandı. Çıkacak oradan, inan bana."

 

Başımı salladım, ellerimi yüzüme götürüp yanaklarımı silmeye hala mecalim yoktu. Burnumu çektim. "İyiyim." dedim. "Artık hastaneye gidebiliriz."

 

Sarp ayağını frenden çekti ve yola koyulduk. Uygar'ı aradım. Telefon elinde bekliyormuş gibi anında yanıtlamıştı. "Ada." dedi telaşla. "Ne yaptınız? İyi misiniz? Neredesiniz şu anda? Sarp yanında mı? Güvende misiniz?"

 

"İyiyiz Uygar. Sarp yanımda. Koral ve Victor her şeyi itiraf etti. Savcı artık her şeyi Richard'ın yaptığını biliyor. Silahlarına çip yerleştirdi Sarp. Richard'ın yerini öğrenene kadar savcı onları izlemeye ve dinlemeye devam edecek."

 

Uygar sevinçle bağırdı. "Ada bu harika bir haber! Harika."

 

"Evet." dedim, gülümsedim. "Şimdi beklemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

 

"Deniz peki? Ona söyleyecekler mi?"

 

"Savcı avukatlarla dosyayı paylaşacakmış. Avukatlar da Deniz'e anlatır." dedim, kısa bir nefes verdim. "Deniz için hazırladığım çantayı cezaevine gönderebildin mi?" Deniz'in çıkacağına adım gibi emindim ama sonuçta orada kısa bir süre için bile olsa kalacağı için temiz çamaşıra ve kişisel eşyalarına ihtiyacı vardı. Bu yüzden de onun için bir çanta hazırlamış ve evden çıkmadan salona bırakmıştım.

 

"Gönderdim gönderdim. Hastane işi de tamam. Melike Hanım seni bekliyor."

 

Saate baktım. 20.38'e geliyordu. Bu saatte bir hastayı muayene etmeyi nasıl kabul ettiğini bilmiyordum. Uygar yine Uygar'lığını yapıp halletmiş olmalıydı. "Nasıl hallettin?"

 

"Adelia Dienes kimliğinle kayıt yaptırdım. Bülent amcayı araya soktum, Melike Hanım'dan gelmesini rica etti. Kabul etmiş o da gelmeyi. Hastanede şu an." dedi, uzun bir es verdi. "Yalnız Melike Hanım bilmiyor ama Bülent amca biliyor Adelia'nın sen olduğunu. Başka türlü ikna edemezdim, üzgünüm."

 

Parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. "Tamam, sorun değil." dedim, gerçekten de sorun değildi. Deniz'in dört kez vurulduğunu Deniz'in anne babasından gizleyen Bülent amca benim Ada olduğumu da elbet gizlerdi. "Teşekkür ederim Uygar."

 

"Rica ederim serseri civciv." dedi Uygar. Sesinde minicik de olsa umut dolu bir gülümseme vardı. "Hadi bir an önce gelin eve."

 

"Görüşürüz Uygar." dedim gülümsemeye çalışarak.

 

Uygar'la konuşmam sonlandıktan sonra gözlerimi kapattım. Saatlerdir uykusuzdum ve birazdan bayılacak kadar uyku hasreti çekiyordum.

 

 

***

 

''Ada, uyan geldik.'' dedi Sarp. Gözlerimi yavaşça araladım. Hastanenin önündeydik. ''Günaydın.''

 

''Günaydın.'' dedim çatallı bir sesle, güneş ışığını engelleyen kısmı aşağı indirdim, ayna kısmını açıp peruğumu düzelttim. Saatlerdir lensle duruyordum, gözlerim hem uykusuzluktan hem de lens yüzünden kıpkırmızı olmuştu.

 

''Benim de gelmemi ister misin?''

 

Başımı iki yana salladım. ''Uzun kalırım belki. Babamın yanına giderim, hem belki Savaş'ı tekrar görürüm. Sen çocuklardan birini gönderirsin, beni alırlar.''

 

''Tamam, evde görüşürüz o zaman.'' dedi Sarp, arabadan indim ve hastaneye girip Melike Hanım'ın odasının kapısını çaldım.

 

''Buyurun.'' dedi kibar bir sesle. İngilizce konuşmuştu. Demek gerçekten sadece beni bekliyordu. Sessizce kapıyı açtım. Melike Hanım aynı sesi gibi kibar bir tavırla beni karşıladı. ''Hoş geldiniz.''

 

''Hoş buldum.'' dedim. ''Bülent Bey'in ricasını kırmayıp beni muayene etmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.''

 

''Sorun değil.'' dedi Melike Hanım. ''Ne şikâyetiniz vardı?''

 

Önce buruk bir şekilde gülümsedim. Ardından devam ettim. ''İki yıl evvel bir hamilelik yaşadım ama ne yazık ki düşük yaptım. O günden sonra gittiğim doktorlar bana hamile kalmamın neredeyse imkânsız olduğunu söylediler. İki yıl boyunca hormon düzenleyici ilaçlar ve doğum kontrol ilaçları kullandım. Sonra ilaç kullanmayı bıraktım. Çünkü adet düzensizliklerim hiç düzelmemişti.'' Kısa bir nefes verdim. ''Ama bir şey oldu. Dün gece test yaptım ve pozitif çıktı. Hamile miyim yoksa değil miyim öğrenmek istiyorum.''

 

''Kaybınız için çok üzgünüm.'' dedi Melike Hanım. ''Gelin sizi muayene edelim.'' Başımı salladım, sedyeye doğru ilerledim. Ayakkabılarımı çıkardım. ''En son ne zaman regl olmuştunuz?''

 

''18 Nisan.'' dedim. ''O günden beri regl olmuyorum. Ama bu benim için beklenmedik bir şey değil. Çünkü düşük yaptıktan sonra regl düzensizliğiyle baş etmeye çalıştım.'' Sedyeye uzandım, t-shirtümü sıyırdım. Melike Hanım karnıma jel sürdü, makineyi açtı ve bana dikkatli gözlerle baktı. ''Normal bir düzensizlik zannettim ama son günlerde başım dönmeye, midem bulanmaya başlamıştı. Karnımda da gördüğünüz üzere hafif bir şişlik var.''

 

Melike Hanım başını salladı. ''Pekâlâ, o halde. Aklınızdaki soru işaretlerini silelim.'' Ultrason cihazını karnıma yasladı ve gezdirmeye başladı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu, dikkatlice ekrana bakıyordu. Başımı kaldırıp ben de ekrana baktım ama hiçbir şey anlamıyordum. Yer yer karartılar, yer yer de beyazlıklar vardı. ''Evet.'' dedi, bakışlarını bana çevirdi, yüzünde minik bir gülümseme vardı. Heyecanlanmak istemiyordum ama ne söyleyeceğini de deli gibi merak ediyordum. ''Adelia Hanım.''

 

''Evet.'' dedim devam etmesi için yalvaran bakışlarla.

 

''Yaptığınız test doğruymuş. Gerçekten hamilesiniz.'' dedi, gülümsemesi daha da büyürken ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu hissettim. ''Ve size bir haberim daha var.''

 

''Nedir?'' dedim merakla.

 

''İki tane kese görüyorum.'' dedi. ''Yani ikizleriniz olacak.'' Ellerimi hızla ağzıma kapatıp hıçkırıklarımın sesini kesmeye çalıştım. Bir yandan kahkahalar atmak bir yandan da gözyaşlarım bitene kadar ağlamak istiyordum. ''Ve bu ikizler tam sekiz haftalık.'' dedi. Gözyaşlarım şakaklarımdan yastığa doğru süzüldü. ''Ama tek yumurta mı yoksa çift yumurta mı onu henüz göremiyoruz. Birkaç hafta içinde o da belli olur.''

 

Doktor bir şeyler söylüyordu ama ben algılayamıyordum. Onlarca kötü şey vardı ve benim hayatıma iki mucize birden düşmüştü. Kalbimin yerinden çıkacak kadar güçlü attığını hissediyordum. Bizim ikiz çocuklarımız olacaktı. Ben hiç çocuğumuzun olmayacağını düşünürken bizim ikiz çocuklarımız olacaktı.

 

İki aydır bu dünyada cehennemi yaşıyormuş gibi acılar çekerken, stresle boğuşurken, doğru düzgün yemek yemiyorken, uyku uyumuyorken bebeklerim bana tutunmuşlar ve bugüne kadar gelmişlerdi. Buna inanamayacak kadar şaşkındım. Varlıklarından bile haberim yoktu ama iki aydır benim bedenimde yaşıyorlardı. ''Emin misiniz?'' dedim sanki birazdan her şeyin şaka olduğunu duyacakmış gibi korkarak. ''Ama bana Bebeğiniz olmaz. dediler. Siz bana şimdi İkiz bebekleriniz olacak. diyorsunuz.''

 

''Bu cümleleri size kim söyledi bilmiyorum ama yumurtalıklarınız, meslek hayatım boyunca gördüğüm en sağlıklı yumurtalıklar. Rahim duvarınız da hamile kalmanız için çok uygun. Kim söylediyse alanında başarısız hekimlermiş. Regl düzensizliği de düşük yaptığınız için değil, aldığınız o ilaçlar yüzünden olmuş olmalı.'' dedi üzgün bir sesle.

 

Üç doktora gitmiştim ve üçü de bana aynı şeyi söylemişti. Üçü de mi başarısızdı? Ben boşu boşuna mı iki yıl boyunca bir bebeğimin olmayacağını düşüne düşüne üzülmüştüm? Boşuna mı ilaç kullanarak hormonlarımı bozmuştum? Aklım almıyordu ama düşünmek de istemiyordum. ''Sağlıkları iyi mi?'' dedim iç çekerek. ''İyiler mi?''

 

''İkisi de şu anlık iyi görünüyor.'' dedi. "Hatta size ne dinleteceğim." Ultrason cihazının sesini açıp, kontrol ucunu tekrar karnıma yasladı. İki farklı kalp sesi kulaklarımı doldurduğunda hıçkırıklarımı kontrol etmekten vazgeçtim ve deyim yerindeyse canım çıkana kadar ağladım. Tek bedende üç can taşıyordum. Bizim bebeğimiz değil bebeklerimiz olacaktı. Sağlıklılardı. Stresime, üzüntülerime nasıl dayanmışlardı? Sanırım mucize diye bir şey gerçekten vardı.

 

''İşte bunlar da ultrason görüntüleri.'' dedi Melike Hanım. Görüntüleri elime alıp parmağımın ucuyla dokundum. Melike Hanım önce birini sonra da birini gösterdi. ''Bakın biri burada, biri de burada.''

 

Çenem titreye titreye, gözlerimden yaşlar aka aka fotoğrafı öptüm. ''Sizi babanıza söylemek için sabırsızlanıyorum.'' dedim.

 

Melike Hanım gülümsedi. Sedyede doğruldum ve üstümü başımı düzelttim. ''Ben size çok ama çok teşekkür ederim.'' dedim. ''Son günlerde böyle güzel bir haber almaya o kadar ihtiyacım vardı ki.''

 

''Bu benim işim ve severek yapıyorum.'' dedi kocaman gülümseyerek. ''Sizi haftaya tekrar görmek istiyorum. Her gebelik çok önemli fakat ikiz gebelikler üzerine daha çok düşündüğümüz gebelikler oluyor. Çünkü dikkat seviyesi iki katına çıkıyor. Ekstranın da ekstrasında kontrol etmek zorunda kalıyoruz. İki kişiyi değil üç kişiyi düşünüyoruz.''

 

Başımı salladım. ''Kesinlikle geleceğim.'' dedim. Melike Hanım'ın elini sıktım. ''Tekrardan çok teşekkür ederim.'' Sedyeden indim, odadan çıkıp lavaboya gittim. Peruğumu ve lenslerimi çıkarttım, sonrasında koşa koşa babamın yanına çıktım.

 

"Kızım." dedi babam beni görünce. Hem şaşkın hem telaşlıydı. "Kızım sen neredesin?" diye devam etti ona sarıldığımda. "Sabah haberlerini izlediğimden beri seni arıyorum. Arkadaşların seni arıyor, herkes seni arıyor, sana ulaşamıyoruz. Sarp'a da ulaşamıyoruz. Neredesiniz siz?"

 

"İyiyim baba. Savaş'ın evindeydim." dedim. Sesim hâlâ titriyordu. Tüm dünyaya Bizim ikiz bebeklerimiz olacak. diye haykırıp mutluluğumu paylaşmak istiyordum.

 

"Kızım Deniz cezaevinde diyorlar. Doğru mu?"

 

"Bilgim yok." dedim. Herkese hala oyun oynuyor olmak zoruma gidiyordu. Böylesine güzel bir haberi almışken babamla paylaşamıyordum. "Haberlerde ne gördüyseniz ben de o kadarını biliyorum."

 

"Aramalarımıza neden cevap vermedin peki?" dedi. Sarılmamızı sonlandırıp yüzünü sevdim. "Uyuyordum babacım. Ben Savaş'ı görmek istiyorum. Beyza hemşire nerede?"

 

Babam ikna olmadığını gayet açıkça belli eden bakışlarla birkaç saniye beni inceledi. Ardından kısa bir nefes alıp konuşmaya devam etti. "Bilmem, buralardaydı az önce. Neden görmek istiyorsun? Daha yirmi dört saat bile olmadı sen onu göreli."

 

"Bir daha görmek istedim." dedim. Omuz silktim. "Ben Beyza hemşireyi bulayım."

 

Babamın yanından ayrıldıktan sonra koridorun sonuna ilerleyip Beyza hemşireyi aramış, onu hemşire odasında ağlarken bulmuştum.

 

"Beyza." dedim tedirgin bir sesle. Onu korkutmaktan çekinmiştim. "İyi misin?"

 

Beyza içini çeke çeke ağlıyordu. ''Ada Hanım.'' dedi, telaşla sandalyeden kalktı ve acele bir tavırla yanaklarını silip burnunu çekti. ''Buyurun, ne istemiştiniz?''

 

''Beyza sen iyi misin?'' dedim, yanına ilerledim, onu kalktığı sandalyesine tekrar oturttum ve su sebilinden soğuk su doldurup ona uzattım. ''İç önce bir şunu.''

 

Beyza suyu kana kana içerken önüne çöktüm ve ellerimi dizlerine yerleştirdim. Bardağı yavaş hareketlerle masaya bıraktı ve halinden utanır gibi bir ifadeyle yüzüme baktı. ''Teşekkür ederim.'' dedi, ciğerlerini büyük bir nefesle doldurmaya çalışsa da başaramamıştı. ''Su için.''

 

''Önemli değil.'' dedim. ''Neyin var senin? Ne oldu?''

 

''Önemli bir şey değil.'' dedi ama önemli olduğunu anlayabiliyordum.

 

''İnsan önemsiz bir şey için bu kadar çok ağlamaz. Hadi anlat, belki benim çözebileceğim bir şeydir.'' dedim, beni bir dostu olarak görmesini istiyordum.

 

''Çözemez kimse.'' dedi, iç çekti.

 

Elimi uzatıp önüne düşen saçı arkasına attım. ''Nedir bu çözülmesi zor olan şey?''

 

''Sevgilim.'' dedi hıçkırıkları arttı, sakinleşemiyordu.

 

''Tamam. Ne oldu ona?''

 

''Beni aldatmış.'' dedi, o kadar çok ağlıyordu ki benim ciğerlerim acımıştı. ''Defalarca aldatmış. Aldattığı kız hamileymiş.'' Yaşlarla dolu olan yanaklarına ellerini yasladı. ''Ben nasıl görmedim bunu? Nasıl fark etmedim?''

 

Ayağa kalkıp Beyza'nın başını gövdeme yasladım ve kollarımı başının etrafına sardım. ''Sshh, böyle harap mı edeceksin kendini?'' Sorduğum sorunun ne derece mantıklı olduğunu ya da olmadığını bilmiyordum. Hiç aldatılmamıştım. Sadece aldatıldığımı sanmıştım. Yıllar önce Ozan ve İpek'in öpüşürlerken çekilen fotoğrafını gördüğümde üzülmemiş, sadece kızmıştım. Gerçek bir aldatılma karşısında nasıl hissedilir bilmiyordum. Ozan'ı seviyor olsaydım muhtemelen Beyza gibi dağılırdım.

 

''Evleneceklermiş. Utanmadan gelip bana söyledi bugün. İnanabiliyor musunuz? O kadar rahattı ki. Yüzü bile kızarmadan söyledi.'' Miray da Uygar'dan önceki sevgilisi tarafından aldatılmıştı, psikoloji okuyor olmasına rağmen senelerce bunun acısını çekmişti. Dışarıdan sadece bunu görebiliyordum. Aldatılan kişi dağılıyordu ve toparlanması hiç kolay olmuyordu. Empati yapmaya çalışsam da Beyza'yı anlayamıyordum. Tek istediğim bu kadar üzülmemesiydi ama insan üzülme denilince üzülmeyi bırakmıyordu. Beyza da bırakmayacaktı. Sanki ne söylesem Beyza'yı teselli edemeyecekmişim gibi geliyordu.

 

''Böyle şerefsiz birinden kurtulduğun için mutlu olman gerekmez mi?'' dedim, olumlu yerden bakmaya çalışırken saçmalamaktan çok korkuyordum. ''Evlenseydiniz, evliyken aldatsaydı seni mesela.'' Kollarımı başının etrafından çektim.

 

Beyza boynunda asılı duran zincirin ucunu önlüğün dışına çıkarıp bana gösterdi. Tek taş bir yüzüktü. ''Daha iki ay önce evlenme teklifi etti bana. İki ay önce. Ama beni sekiz aydır aldatıyormuş.'' İç çekti ve zinciri hızlıca çekip koparttı. ''Allah belasını versin.''

 

''Versin.'' dedim. ''Versin ama sen böyle ağlarsan daha kötü olacaksın Beyza. Topla kendini Allah aşkına.'' Kollarımı başının etrafından çektim.

 

''Ayrıldığımız için üzülmüyorum. Ona harcadığım iki yıla üzülüyorum. Madem sevmiyordu neden benim hayatımdan çaldı? Nasıl reva gördü bana bunu? Madem sevmiyordu neden yanımda oldu?'' Bu soruları bana değil kendine soruyordu ama hiçbir cevap bulamıyordu, bana sorsaydı ben de cevap bulamazdım çünkü insanların neyi neden yaptığını anlamaya çalışmaktan çoktan vazgeçmiştim. ''İki yıl.''

 

''Uzun bir süre değil. Yeri dolmayacak bir zaman dilimi değil Beyza. Sen kalan ömrünün tüm iki yıllarını dolu dolu yaşayarak, onun inadına çok mutlu olarak yaşayabilirsin. Telafi edebilirsin. Bak ben de iki yıl sevdiklerimden ayrı kaldım. O iki yıl hayatımın en kayıp zamanıydı ama şimdi telafi ediyorum ve o günleri hiç düşünmüyorum bile. Çünkü geçmişe bakarsam geleceğimi planlayamam. Sen de bakma geçmişe.'' Beyza hala yaşlarla dolu gözlerle bana bakıyordu. ''Gençsin. Koca bir ömrün var ve bu iki yıl okyanusta bir tencere kadar bile su etmez.''

 

''Koca bir ömrüm olduğunu bana kimse garanti etmedi Ada Hanım.'' dedi, tekrar hıçkırmaya başladı. ''Onu çok seviyordum. Herkesten çok seviyordum. O sevmiyormuş ama o kadar iyi rol yaptı ki ben gerçekten seviyor sandım. Neden ben? Neden?''

 

Derin bir nefes alıp daha güçlü cümleler kurmaya çalıştım. "Nedensiz şeyler oluyor hayatta Beyza.'' dedim. "Cevabı ararken daha çok canın yanıyor. Kimi zaman bir açıklaması olmuyor bazı acıların."

 

Başını yavaşça öne eğdi. Dışarıdan sakin görünüyordu ama içi hâlâ duman altıydı. "Ben onunla çocuk bile hayal etmiştim." dedi. "Kucağıma alacağım bebeğin onun gülüşünü taşımasını istemiştim. Düşünsenize, ben hayal kurarken o başka bir kadını gerçekten hamile bırakmış. Ben kurarken o yıkmış."

 

''Seni aldatarak değersiz hissetmene sebep olan biri için çok fazla üzülmeni istemiyorum Beyza. Bak, tamam her şey çok yeni ama ben seni böyle görmek istemiyorum. Neşeni kaybetmeni istemiyorum.''

 

''Çoktan kaybettim ben neşemi. Yarın sabah da aynı acıyla uyanacağım. Bunu biliyorum.'' dedi. "İyileşmem aylar sürecek, belki yıllar. Ama onun bir tek uykusunu bile kaçırmayacağını da biliyorum. Adalet bu mu?"

 

''Kendine zaman tanı Beyza. Eminim ki yıllar sürmeyecek. Sen çok ama çok kısa bir süre içinde atlatacaksın bunu. Güçlü olduğunu biliyorum.''

 

''Sevdiğim adamdan utanıyorum. Ve bu iğrenç bir hismiş.''

 

Elimi omzuna koydum. ''Sen utanılacak bir şey yapmadın Beyza. Yapma böyle lütfen.''

 

Beyza beni ne kadar anlamıştı bilmiyordum. Söylediklerimin bir kulağından girip diğer kulağından çıktığına emin sayılırdım ama yine de onunla konuşmamın ona iyi geldiğini anlayabiliyordum. ''Siz beni neden aramıştınız?'' dedi, sesi sakinleşmiş gibiydi.

 

''Savaş'ın yanına girebilir miyim diyecektim.''

 

Beyza beni kırmamış, henüz Savaş'ı yeni görmüş olmama rağmen bana izin vermişti. Yoğun bakım ünitesine girdim.

 

Heyecanla giyinip Savaş'ın yanına gittiğimde yatağın ucuna oturdum, elini tuttum. İçimden bağıra bağıra söylediğim ama dışımdan fısıltıyla bile söyleyemediğim o cümleyi Savaş'a söyledim. "Savaş, canım ikizim." dedim sevinçle. "Hani demiştim ya sana hamileyim diye. Az önce doktor muayene etti. Gerçekten hamileyim. Üstelik ikiz bebeklerim olacak." Sağ yanağımdaki yaşı sildim. "Evet ikizlerim olacak. İnanabiliyor musun? Biz ikiziz ve benim de ikiz çocuklarım olacak. O kadar mutluyum ki içim içime sığmıyor. Bu haberi Deniz'e vermek için sabırsızlanıyorum." Kısa bir nefes verdim. "Acaba cinsiyetleri ne olacak? Belki aynı bizim gibi biri erkek biri kızdır. Biz birbirimize benzemiyoruz, ikizlerim birbirine benzer mi acaba çok merak ediyorum." Bir nefes daha verdim. "Birinin adı belli. Toprak. Diğerinin adını ne koyacağız peki?" Güldüm. "O kadar soru var ki aklımda ve her şeye rağmen o kadar mutluyum ki nasıl anlatılır inan bilmiyorum. Keşke uyansan artık. Keşke uyansan ve sana her şeyi anlatabilsem. Sana çok ihtiyacım var. Yeğenlerinin da dayılarına ihtiyaçları olacak. Lütfen uyan artık. Beni daha fazla eksik bırakma. Ne olur Savaş, uyan."

 

Savaş bu kez ne kadar umut etsem de parmağını oynatmamıştı. Belki de beni duymamıştı, bilmiyordum. Tek bildiğim gözlerini açar açmaz ona her şeyi anlatacağımdı.

 

Odadan çıktım, babamla vedalaştım ve Savaş'ın evinin yolunu tuttum. Eve vardığımda saat 22.45 olmuştu ve ben uykusuzluktan ölmek üzereydim. Çünkü yaklaşık 35 saattir uyumamıştım. Muhtemelen Deniz de uyuyamamıştı. Belki de özgür olana kadar uyuyamayacaktı.

 

"Ada hoş geldin." diyerek bana sarıldı Uygar. Yolumu gözlemiş gibi bir hali vardı.

 

"Hoş buldum." dedim, gözlerim tekli koltukta uyuklayan Sarp'a kaymıştı. Sesimi duyunca olduğu yerde sıçradı.

 

"Geldin mi?" diye mırıldandı ağzının ucuyla.

 

Başımı salladım. Uygar'ın kollarından ayrıldım. "Sarp anlattı olan biteni." dedi keyifli bir sesle. O da tıpkı benim gibi Deniz'in serbest kalacağına inanıyordu.

 

"Tek yapmamız gereken beş gün sonraki duruşmayı beklemek." dedim mutsuz bir sesle. Beş gün nasıl geçecekti?

 

Uygar başını salladı. Bakışlarını karnıma kaydırdı. "Ne dedi doktor?" dedi merakla.

 

Gülümsememe engel olamamış, neredeyse tüm üst dişlerim görünecek şekilde gülmüştüm. "Hiç." dedim önemsiz bir şeyden bahseder gibi. Hemen ardından ekledim. "Çok sağlıklıymış bebeklerim."

 

Uygar da Sarp da baştan anlamamış, sadece kafalarını sallamakla yetinmişlerdi. Ardından ikisinin de şaşkın yüzleri bana çevrildi. Daha açık anlatmamı istiyorlardı. "Bir dakika ne dedin sen?" dedi Uygar. "Bebeklerim derken?"

 

Minik bir kahkaha attım. "Uygar, sakin ol söyleyeceğim." dedim. Beni sabırla bekledi. Hem ona hem Sarp'a sırayla baktım. "Deniz'le ikiz bebeklerim olacak." Kısa bir süre Uygar'ın algılamasını bekledim. "Sekiz haftalık hamileymişim."

 

"Bir dakika." dedi Uygar bir elini koluma yaslayarak. "Sen şaka yapmıyorsun."

 

Elimi karnıma koydum ve bir anlık karnıma bakıp tekrar Uygar'a baktım. "Şaka yapmıyorum Uygar. İkiz bebeklerim olacak."

 

"Ben dedim." dedi kocaman sırıtarak. "Hatırla Ada. Siz daha sevgili bile değilken ben dedim. Yaşasın ikiz yeğenlerim olacak. dedim."

 

Kendimi tekrardan Uygar'ın kollarının arasında bulduğumda kocaman gülümsedim. Gülümsemekten yanaklarım ağrımıştı. "Hatırlıyorum." dedim. "Evet demiştin."

 

"İnanamıyorum. Ada inanamıyorum. Benim ikiz yeğenlerim olacak." dedi gülerken. Kocaman bir kahkaha attı. Güldükçe gülüyordu. "Harika bir haber bu."

 

"Evet Uygar'cım öyle." dedim.

 

Sarp yanımıza geldi. "Bana da müsaade edecek misin Uygar?" dedi hafif gülerken.

 

Uygar'ın yerini Sarp aldığında kemiklerim az öncekinden daha fazla acımıştı çünkü Sarp bana Uygar'dan bile daha sıkı sarılmıştı. "Senin adına çok mutluyum." dedi üzgün ama mutlu bir sesle. "Tebrik ederim."

 

"Teşekkür ederim." dedim. Sarp'ın bana sarılışı beni çok duygulandırmıştı çünkü bebeğimi kaybettiğim için onun yanında onlarca kez hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Benim en çaresiz anlarıma o tanık olmuştu ve şimdi o günleri geride bıraktığım için benim adıma mutlu olmuştu. "Benim çocuklarımın bir tane dayısı vardı." dedim. "Savaş." Gülümsedim. "Uygar'la tanıştım, çocuklarımın dayı sayısı iki oldu." Daha da gülümsedim. "Şimdi sen de varsın. Çocuklarımın üç tane dayısı olacak. Çok şanslılar."

 

Sarp gülümseyerek "Onlara Fransızca ve yakın dövüş öğreteceğim." dedi. "Belki biraz hovardalık da öğretirim."

 

"Çocuklarımın serseri olmasını istemiyorum." dedim, sarılmamızı sonlandırdım ve elimin tersiyle Sarp'ın koluna hafifçe vurup kahkaha attım. "Akıllı uslu yetiştireceğim ben onları."

 

"Göreceğiz." dedi Sarp meydan okuyan bir sesle. Ardından bana dikkatlice baktı. "Aç mısın? Mutfakta makarna var. Hem de domates soslu."

 

Elimi karnıma koydum, çok uykum vardı ama karnımın da aç olduğunu hissediyordum. Dudağımı hafifçe büküp kaşlarımı çattım. "Sanırım hayır diyemeyeceğim." dedim, Sarp koluma girdi ve beni mutfağa doğru yürüttü.

 

"Ben çıkıyorum." dedi Uygar. "Benlik bir şey olursa arayın mutlaka."

 

"İyi geceler." dedik Sarp'la aynı anda.

 

''İyi geceler.'' dedi Uygar. Birkaç adım sonra mutfağa vardık, tencereden kendime bolca makarna koydum, dolaptan ayran aldım ve boş sandalyelerden birine oturdum.

 

"Seni daha iyi gördüm." dedi Sarp.

 

"Daha iyiyim." dedim. "Umudum var çünkü."

 

Sarp gülümsedi. "O bıçağı nasıl attın sen öyle ya?" dedi, o anı kafasında canlandırmış gibi bir hali vardı. Elini havaya kaldırdı, hayali bir bıçağı ileri fırlatıyormuş gibi benim taklidimi yaptı. "Helal olsun sana. Gizli gizli hedef vurma mı çalışıyorsun sen ne yapıyorsun?"

 

"Fransa'da neredeyse her gün bana zorla Dart oynatıyordun Sarp. O küçük okları sana atmamak için kendimi zor tutuyordum." dedim kahkaha atarak.

 

"Ne var kızım? Fena mı olmuş? Bak o oyun sayesinde şimdi hiçbir şeyi ıskalamıyorsun. Yaptığımız alıştırmalar sayesinde hedefleri tam on ikiden vurmayı öğrendin. Onun dışında dövüşmeyi öğrendin. Kas gücün arttı. Beni bile döversin sen." dedi daha da gülerek.

 

"Abartma Sarp." dedim. Ben de gülüyordum.

 

"Ya bırak, duyan da çıtkırıldım zanneder seni.''

 

''Her şey olabilirim ama asla çıtkırıldım olamam.'' dedim.

 

''E ben de onu diyorum.'' dedi. ''Gözlerin kan çanağı gibi olmuş. Tabağını bitir de uyu Ada.''

 

Başımı salladım, makarnayı apar topar bitirip ayranımı da fondip yaptıktan sonra Savaş'ın odasına gidip yatağa uzandım. Uykuya dalmam sadece bir dakikamı almıştı.

 

***

 

Dilimde ve damağımda hissettiğim, Sahra Çölü'nü aratmayan kuruluk yüzünden gözlerimi araladım, kirpiklerimi kırpıştırarak sehpaya baktım. Sürahi ya da bardak yoktu. Normalde olsa üşenir ve inmezdim ama o kadar çok susamıştım ki zorla da olsa yataktan kalktım ve odadan çıktım. Bir daha asla ama asla uyumadan önce domates soslu makarna yemeyecektim. Sen domates soslu makarnaya bayılırsın Ada.

 

Hızlı adımlarla aşağı indim. Mutfak kapısının altından ışık sızıyordu ve kulağıma bir şarkı çalınmıştı. Kaşlarımı kaldırıp şaşkın bir ifadeyle kapıya ilerledim, kapalı olmadığı için hafifçe ittim, kapı açılınca mutfak masasına rakı sofrası kuran Eser'le karşılaştım. Duvar saatine baktım. Saat sabaha karşı 4.46'ydı. Telefonundan Seksendört grubunun Eyvah şarkısını açmış, eşlik ediyordu.

Yüreğim derdi iyi bilir
Geceler dostum olabilir
Bi gönül kaç kez sevebilir
Eyvah

Yaranı eller sarabilir
Bu gönül sende kalabilir
Bi gönül kaç kez sevebilir
Eyvah

Geldiğimi fark etmemişti.

 

''Eser.'' dedim sessiz bir sesle. Seslendiğimde başını bana doğru çevirdi.

 

''Yenge.'' dedi, ayağa kalktı. Neden telaşlandığını ve mahcup göründüğünü anlayamamıştım. ''Bir şey mi istedin?''

 

''Ne yapıyorsun Eser sen bu saatte böyle? Saat sabahın beşi olmuş.''

 

''Hiç, öyle, genel.'' dedi. Sanırım kafası güzel olmuştu.

 

Başımı salladım, önce dolaptan buz gibi su alıp içtim ve karşısına oturdum. ''Otursana Eser.'' dedim uyarır gibi. ''Dikilecek misin öyle?'' Eser başını kaşıdı ve ağır hareketlerle sandalyesine oturdu. ''Ne zamandır aşıksın sen Beyza'ya?'' dedim dan diye.

 

''Yok ben öylesine içiyorum.'' dedi ama kafasının dumanlı olduğunu anlayacak kadar aklım başımdaydı.

 

''Ne zamandır aşıksın sen Beyza'ya?'' diye sorumu yineledim.

 

Eser bir yudum rakı alıp, bir dilim de kavun yedi. ''Sen ortadan kaybolduktan sonra Deniz Melis'in hastaneye götürülme işini bana vermişti. Bir gün Melis'i hastaneye götürdüğümde gördüm onu. O zaman işte.'' dedi, bir yudum daha içti. Müziğin sesini kıstı. ''Rakı teklif edemem ama kavun, peynir ister misin yenge? Çatal vereyim sana.''

 

''Sağ ol yemeyeceğim.'' dedim. ''Unutmayı denedin mi hiç? Beyza'yı?''

 

''Denemedim, neden unutayım ki? Leş gibi bir hayatın içindeyim, içimde güzel olan tek duygu ona olan sevgim. O tek güzel duyguyu öldürmek istemiyorum.'' Kadehini kafasına dikip kalan tüm rakıyı bitirdi. ''Deniz bana dedi ya Beyza'ya açıl. diye.''

 

''Evet.'' dedim, merakla dinledim.

 

''Gittim ben bir gün. Gerçekten de anlatacaktım ona. Çiçek bile almıştım. Benim gibi bir adamın çiçek alması ne demektir biliyor musun? Bilemezsin. Hoş, eli kanlı olan biri o elle çiçek tutsa ne olur tutmasa ne olur?''

 

''Anlattın mı ona?'' dedim şaşkınlıkla.

 

Başını iki yana salladı. ''O gün mesaisi bittiğinde bahçeye koşa koşa çıktı, ona doğru yürüdüm ama o başkasına koşuyordu yenge. O başkası da çiçek almış ona. Koştu, boynuna atladı.'' Yutkundu. ''Sevdiği varmış, iki senedir beraberlermiş. O herif de seviyor onu belli. Sevmese Beyza'nın gözlerinin içi bile gülmezdi. Mutluydu yenge. Gölge olmam ben, olamam. Bir gün elbet biter içimdeki o şey. Geçer değil mi? Ölene kadar durmaz yani şuramda?'' Eliyle kalbine dokundu.

 

Eser'e o herifin Beyza'yı aldattığını ve ayrıldıklarını söylememek için kendimi zor tutuyordum. Bu habere deli gibi sevineceğinin farkındaydım ama ihtimalleri de düşünmeden edemiyordum. Eser Beyza'nın artık yalnız olduğunu öğrendiğinde bir heyecanla gidip Beyza'ya açılabilirdi. Beyza duygusal boşlukta olduğu için istemeden de olsa Eser'i yara bandı olarak kullanabilirdi. Hem zaten yeni ayrılmıştı. Hemen başka birini sevemez, güvenemezdi. Eser hayal kırıklığına uğrayabilirdi. Bunların olmasını istemiyordum ama Eser'in Beyza'yla olmasını çok istiyordum. Ne yapacağımı ise hiç bilmiyordum. ''Geçer.'' dedim bakışlarımı kaçırarak. ''Geçer, her şey geçer.''

 

''Sizin sevginiz bitmedi ama.'' dedi içli bir sesle. Rakı şişesinden kadehe boşalttı ve su ekleme gereği duymadan kadehinden bir yudum aldı.

 

''Geçmesini istemedik çünkü. Ama sen istiyorsun.''

 

Başını salladı. ''İstiyorum. Unutmayı denemedim ama geçmesini istiyorum.'' İki yudum rakı içti, ardından bir yudum şalgam aldı. Geçmesini istemiyordu.

 

"Eser." dedim. Konuyu değiştirmek istiyordum çünkü konu derinleştikçe üzülüyordu ve ben daha fazla sebep olmak istemiyordum.

 

"Söyle yenge."

 

"Sen iki sene boyunca hem Deniz'e çalışıp hem Evren'in yanında nasıl çalıştın?" O kadar alakasız bir yerden sormuştum ki Eser gülmüştü. Kalkıp bir bardak aldım ve kendime şalgam koydum. Tekrardan karşısına oturdum.

 

"Çoğunlukla Evren'in yanındaydım ben. Deniz'le telefonla iletişim kuruyorduk."

 

"Tamam ama Deniz'in yanına geldiğinde Evren'in gözünün önünden kaybolmuş oluyorsun ya hani. Evren demiyor muydu hiç Sen neredesin ulan? diye?"

 

Eser daha da güldü. "Bir bahane bulup çıkıyordum. Evren dışarıya birini göndereceği zaman hemen atlıyordum Ben gideyim. diye. Böylelikle yanından ayrılabiliyordum. Yani hem onun işini yapıyordum hem de Deniz'le buluşabiliyordum."

 

"Anladıııım." dedim, bir yudum şalgam içtim. "Eee peki sen vurulmuştun ya bacağından. Hani biz seni ziyarete geldik Denizlerin hastanesine. O zaman dilimini nasıl açıkladın Evren'e?"

Eser kaşlarını havaya kaldırdı, yüzünde muzip bir ifade vardı. "Senin uyku da baya açılmış yenge. Bu vakitte nereden geliyor bu sorular aklına?"

 

"Benim beynim hep çalışır, hiç durmaz." dedim.

 

Eser gülümsedi, kısa bir süre düşündü. "Motorum vardı benim. Kaza yaptım. demiştim. Umurunda bile olmadı. İyileşince gel. dedi o kadar. Toprağı az olsun, ateşi bol olsun, öyle bir herifti ki gamsız itin tekiydi. Ölmüş müyüm kalmış mıyım hiç tasalanmadı yani. Bu da işimize geldi."

 

"Büyük kumarmış yaptığın. Deniz için neden böyle bir risk aldın? Sonuçta onu tanımıyordun bile."

 

"Hakikatli biri Deniz. Salih dayım gibi yani." dedi, üç büyük yudum rakıyı daha midesine gönderdi. "Sizin düğünden bir gün önce dayım beni aradı. Ada sana emanet. dedi. Hissetmiş herhalde kötü bir şey olacağını. Bu zamana kadar sana ben baktım, bunun karşılığında senden Deniz'e ve Ada'ya sahip çıkmanı istiyorum. dedi. Ben de kabul ettim işte öyle. O yüzden de Deniz ne derse yaptım." Bir büyük yudum şalgam içip kısa süreliğine boşluğa daldım. Eser belki de bu hayatta kendisi için hiçbir şey yapmayan insanlardan biriydi. Salih abi ondan bizi korumasını istemişti. Eser sorgusuz sualsiz kabul etmişti. Dayısını o kadar çok seviyordu ki onun isteğini yerine getirmişti. Kendisini o kadar sevmiyordu ki dayısının isteğini yerine getirmiş, kendi hayatını bir kenara itmişti.

 

"Salih abiyi çok özlüyorum." diye fısıldadım. "Kerem'i de çok özlüyorum. O da Sarp gibi beni hep koruyordu." Uzun bir nefes aldım. "Dayını çok sevmeni anlıyorum. Ama sen kendi hayatını bir kenara atıp Salih abinin isteğini yerine getirmek için yaşamışsın resmen. Senin hayatının hiç değeri yok muydu? Mesela en son ne zaman kendin için bir şey yaptın?"

 

"Annem öldüğünde yedi yaşındaydım." dedi, gözleri uzaklara daldı ama sonra hemen bana döndü. "İntihar etmişti." Bunu biliyordum çünkü Salih abi söylemişti. Biz Eser'le dert ortağı sayılırdık. İkimizin de annesi yoktu ve intihar ederek bu dünyadan gitmeyi tercih etmişlerdi. "Şahin denen orospu çocuğunun yaptıklarına dayanamıyordu çünkü. Beni dayıma emanet edip gitti bu dünyadan. Dayım çok iyi baktı bana. Üstümde çok emeği var. Ona hayır diyemezdim. Kendi hayatımdan çalma pahasına kabul ettim benden istediğini." Kısa bir süre söyleyeceklerine ara verdi. "En son ne zaman kendim için bir şey yaptım? Hımmm." Düşündü, kaşlarını çattı. "En son iki saat önce kendim için bir şey yaptım ve bu masayı kurdum."

 

"Ya Eser." diyerek büyük sayılabilecek bir kahkaha attım. "Onu mu kast ettim ben?"

 

"Başkaları için yaşamak daha cazip geliyor yenge. Kendim için yaşasaydım şu an karşında değil mezarda olurdum herhalde. Çünkü kendim için yaşasaydım bu kadar mücadele etmezdim."

 

"Sen çok güzel bir insansın." dedim, gözlerimin neden dolduğunu bilmiyordum. "Annenin ölümüne rağmen, babanın yaptıklarına rağmen böyle kalabilmişsin. Daha da karanlık bir dünyaya girmemişsin."

 

"Dayım sayesinde oldu." dedi, sonra aklına yeni gelmiş gibi bakışlarını bana dikti. "Bu zamana kadar aramızda asılı kalan bir mevzu vardı yenge."

 

"Ne?" dedim, çatallaşan sesimi şalgam içerek düzeltmeye çalışıyordum.

 

"Deden." dedi, dikkatle dinledim. "İyi ki öldürmüş babamı."

 

Bu durumda gülümsemek psikolojide nasıl adlandırılırdı bilmiyordum ama açıkçası umurumda da değildi çünkü ben gülümsemek istiyordum. Eser de benim dostlarımdan biri sayılırdı ve dedemin onun babasını öldürmüş olması aramızda bir sorun değildi. Utanmasam kalkıp Eser'e sarılacaktım ama Eser o kadar ağır abiydi ki buna müsaade etmezdi. Bunu bildiğim için olduğum yerde kalıp kalan şalgamı tek yudumda bitirdim ve bardağı masaya bıraktım. "Yarasın." dedi bardağıma bakarak. "Hiç şalgam seven birine benzemiyordun. Şaşırdım doğrusu."

 

"İnanır mısın?" dedim. "Hayatımda ilk kez içiyorum ve bayıldım."

 

Eser şaşkınlıkla ağzını açtığında ayağa kalktım. Hamile olmanın ve aşermenin ne olduğunu asla deneyimleyemeyeceği için ona herhangi bir açıklama yapmanın anlamsız olacağını düşünmüştüm. Eser de benimle aynı fikirde olacak ki hiçbir şey sormamış, öylece gidişimi izlemişti.

 

"Saat onda hastaneye gideceğim." dedim kapıdan tam çıkmak üzereyken. "Randevum var." Aslında randevum yoktu. Eser'i hastaneye götürmenin bir yolunu arıyordum. Onu Beyza'yla yakınlaştırmak istiyordum ama bu sanki tesadüfler sonucu olmuş gibi olsun istiyordum. Bence iyi bir plan yapmıştım. Eser Beyza'nın sevgilisinden ayrıldığını bilmediği için ona açılmayacaktı. Beyza da sevgilisinden yeni ayrıldığı için ve Eser'in duygularından habersiz olduğu için ilişkileri önce arkadaş gibi başlayacaktı. Sonra yavaş adımlarla ilerleyeceklerdi ve finalde de umarım sevgili olacaklardı. "Seninle gidelim."

 

"Tamam yenge." dedi uykulu bir sesle. Sabah olduğunda başına geleceklerden habersiz bir şekilde masum masum oturuyordu. Gülümsedim.

 

"O saate kadar ayılmış ol yoksa külahları değişiriz." dedim, mutfaktan çıktım, Savaş'ın odasına dönüp tekrar yatağa kıvrıldım ve tam sekiz haftalık olan bebeklerime sarılıp gözlerimi kapattım.

 

 

21 Haziran, Salı

 

İçimin içime sığmaması hissiyle uyandım. Beş gün geçmişti ve nihayet bugün Deniz'in duruşması vardı. Tahliye olacağını biliyordum. Deniz bugün bana gelecekti. Savcı da öyle söylemişti.

 

Duruşmaya gidemeyecek olmak beni zannettiğimden daha çok üzmüştü ama oynadığımız bir oyun vardı ve Eser, Sarp, Uygar, savcı ve birkaç polis haricinde bunu kimse bilmiyordu. Elimden gelen tek şey beklemekti ki ben artık buna bile razıydım.

 

Yatakta doğruldum, saate baktım, 11.00'a geliyordu. Son beş gündür tek yapabildiğim uyumaktı çünkü hem sıcak havalar yüzünden ağırlık çöküyordu, hem de uyuyarak tüm sorunlarımdan kaçıyordum. Ama bunların da ötesinde daha önemli bir faktör vardı ki o da hamile oluşumdu. Ve ben bu faktöre hayrandım. Beni sürekli uykuya iten bebeklerim doğduklarında muhtemelen bir damla uykuya muhtaç olacaktım. O yüzden şimdi uyuyabildiğim kadar uyumak istiyordum.

 

Banyoya girdim, duş aldım, saçımı kurutup dalgalandırdım, kâküllerimi şekillendirdim, üzerimi giyinip aşağı indim. Uygar ve Sarp salonda oturmuş, duruşma saatini bekliyorlardı.

 

"Günaydın." dedim, yanlarına ilerledim, bir koltuğa geçtim.

 

"Günaydın." dedi Sarp. "Miden nasıl oldu?"

 

Sarp midemi soruyordu çünkü son üç gündür uyumak dışında yaptığım tek şey kusmaktı. Yediğim her şeyi kusuyordum. Sanırım midem bedenimde olmayı reddediyordu. "Daha iyiyim."

 

"Tamam geç kahvaltı yap o zaman." dedi Uygar bakışlarıyla masayı göstererek.

 

"Yerim bir şeyler daha sonra. Şimdi canım bir şey istemiyor."

 

"Eser niye hastaneye gitti?" dedi Uygar.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp bakışlarımı hafifçe kaçırdım. "Saatim hastanede kalmış da. Onu almaya gönderdim."

 

Aslında saatimi unutmamıştım. Bu, Eser'i hastaneye göndermek için bir bahaneydi. Eser hastaneye gidecek, Beyza hemşireye saatimi soracaktı. Beraber hemşire odasında saatimi ararken vakit geçireceklerdi ve bu bence gayet harika bir plandı.

 

Dört gün önce Eser'le hastaneye gittiğimde türlü bahanelere onu hemşire odasına göndermiş, Beyza'yla iletişim kurmasını sağlamıştım. Bir yerden sonra Eser şüphelenmeye başlayınca da oynadığım oyuna son vermiştim. Çünkü Eser kendini en son Beyza Hanım, lütfen buraya bakın. Ada Hanım'ın tansiyonu çıktı galiba, ölçer misiniz? derken bulmuştu. Bu gayet normaldi fakat bir yerde açık vermiştim. Çünkü Eser'e tansiyonum çıktı yalanını söyledikten sonra Eser beni tuzlu mu tuzlu ayran içerken yakalamıştı.

 

Yine de iyi ilerlemiştim.

 

"Çocuklardan birini neden göndermedin?" dedi Uygar. "Eser'e burada ihtiyacımız var."

 

"Gelir ya çok geçmeden." dedim, bakışlarımı ikisi arasında gezdirdim. İkisi de huzursuz görünüyordu. "Ne oldu size böyle? Ne bu suratlarınızın hali?"

 

"Kendini iyi hissettiğine emin misin?" diye sordu Sarp.

 

"Evet, ne oldu? Bir sorun mu var?" dedim öne doğru eğilerek.

 

Uygar ve Sarp birbirlerine baktıktan sonra aynı anda bana döndüler. "Savcıyla konuştuk." dedi Uygar.

 

"Eee, dolandırma lafı da söyle Uygar."

 

"Deniz'in tutukluluk haline devam kararı verilecekmiş." dedi bir anda.

 

Gülerek başımı iki yana salladım. Sarp ve Uygar gülmüyordu. "Saçmalık. Bir sürü delil sunduk. İtiraf kayıtları var Koral ve Victor'un. Serbest kalacak Deniz. Savcı ne dediğini bilmiyor."

 

"Suçlu olduğu için değil." dedi Sarp. "Şimdi Deniz suçlu zannediliyor ya. Richard da okların kendi üzerinden çekildiğini zannediyor. Böylece nasıl olsa benimle ilgili bir şüphe yok diye düşünecek ve saklanmayacak. Savcının onu bulması daha kolay olacak."

 

"Deniz serbest kalırsa Richard kendisinden şüphelenildiğini anlar ve saklanmaya devam eder." dedi Uygar.

 

"Saçmalamayın." diyerek ayağa kalktım. "Richard açık versin diye Deniz hapiste mi yatacak yani? Bu benim hayatımda duyduğum en en en saçma şeylerden biri olabilir."

 

"Savcı böyle istiyor Ada. Hâkime de sunacak bu teklifi. Hâkim kabul eder."

 

Sinir dolu bir kahkaha attım. "Ya sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Hakim savcının önerisine göre mi hareket edecek yani? Akla, mantığa uyuyor mu bu söyledikleriniz? Sırf Richard kendisinden şüphelenildiğini öğrenmesin diye masum biri hapiste kalmaya devam mı edecek yani?"

 

Sarp ayağa kalkıp kollarımı iki yanımdan tuttu. "Geçici bir süre için."

 

Tam ağzımı açmıştım ki kapalı olan televizyon birden açılmış, son sesle müzik çalmaya başlamıştı. Kulak zarım delinmiş gibiydi. "Kapat şu televizyonu Uygar. Ne bu ses?!" diye bağırdım.

 

Uygar kumandada saçma sapan düğmelere basıyordu ve ses asla kısılmıyordu. "Olmuyor Ada, kısılmıyor. Kumandanız bozulmuş herhalde."

 

Sarp'ın kollarından kurtulmaya çalıştım. "Sarp, sen de bıraksana beni. Ne diye tutuyorsun kollarımı?!"

 

"Tamam bırakıyorum." diye bağırdı Sarp. Uygar sonunda doğru düğmeyi bulmuş olacak ki ses bir anda kesildi.

 

En son ne diyeceğimi hatırlamaya çalıştım. "Nerede kalmıştık?" dedim. Burnumun direğine kadar giren kokuyla serseme dönmüştüm çünkü çok özlediğimden olsa gerek Deniz'in kokusunu duyuyordum.

 

Uygar gülümsedi, neden gülümsediğini anlamıyordum. Sonra biri arkamdan bedenime iki kolunu mengene gibi sardı. Hayal mi yoksa rüya mıydı bilmiyordum. "Deniz!" dedim büyük bir şokla. Beni saran kolların arasında arkama döndüm ve bana hiç de yabancı olmayan, aşık olduğum bedenle karşılaştım. Bakışlarımı anında yukarıya kaldırdım. "Deniz." dedim bir daha. Kahkaha atmaya başladığında sarılması el verdiğince onun göğsüne yumruklar atmaya başladım. "Sen çok kötüsün." dedim. Gözyaşlarım sicim sicim yanağımdan süzülüyordu. "Çok kötüsün! Sen benim tanıdığım en kötü, en düzenbaz insansın."

 

Ben ağlıyordum, Deniz gülüyordu. Sarp ve Uygar da gülüyordu. Bunu onlara ödetmek istiyordum. Beni kandırmak neymiş görmelilerdi. "Hoş buldum sevgilim." dedi, kollarımı tuttu, ellerimi beline götürüp ona sarılmamı sağladı. Sonra bir elini belime, bir elini de başımın arkasına koyup saçlarıma bir sürü öpücük bıraktı.

 

"Çok adisin. Sen var ya sen. İnsan sevdiğine bunu yapar mı? Niye kandırıyorsun sen beni? Ne kadar üzüldüm biliyor musun sen? Gerçekten hapiste kalacaksın zannettim."

 

Deniz kısık sesle gülmeye ederken Uygar'ın ve Sarp'ın hareket ettiğini duydum, onlara bakmak istemiyordum çünkü Deniz'in kollarının arasına saklanmayı çok özlemiştim.

 

"Biz gidelim artık." dedi Sarp.

 

"Evet sizi yalnız bırakalım." dedi Uygar.

 

"Eyvallah." dedi Deniz. "Sağ olun her şey için."

 

"Ne demek." dedi Uygar. "Haberleşiriz yine."

 

"Haberleşiriz." dedi Deniz.

 

Uygar ve Sarp'ın ayak sesi uzaklaştığında başımı kaldırıp Deniz'e baktım. "Gerçekten sensin." dedim inanamıyormuş gibi.

 

"Gerçekten benim." dedi. Gülümsemesi de bakışları da sesi de sıcacıktı.

 

"Çok özledim seni. Çok, çok özledim." dedim, ayakucumda yükselip yanağının boynuyla birleşen kısmını öptüm.

 

"Benim kadar olamaz." dedi Deniz. Kollarını belime sardı ve boynumu sayamadığım kadar öptü. "Seni ve bebeğimizi düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Hep aklımdaydınız."

 

Muzip bir şekilde güldüm. Arka cebime sakladığım ultrason görüntüsünü çıkarttım ve Deniz’e uzattım. "Bak burada ne var?"

 

Deniz heyecanla elime uzandı ve uzun uzun izledi. Ne söyleyeceğini bilemediğinden olsa gerek susmuştu. Parmağımın ucuyla bebeklerimizden bir tanesini gösterdim. Bir zeytin büyüklüğündeydi. "Bu mu?" dedi Deniz titreyen bir sesle. Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz kaşlarını çatıp dikkatlice görüntüye baktı. Parmağının ucuyla diğer bebeğimizin görüntüsüne dokundu. "Aynı karartıdan burada da var?" dedi meraklı bir ifadeyle.

 

"Allah Allah, neden öyle olmuş ki?" dedim dudaklarımı aşağı sarkıtıp omuzlarımı silkerek. Dikkatle Deniz'e bakıyordum.

 

Bakışlarını bana çevirdi, yüzümü inceledi. Bir ifade ya da mimik yakalamaya çalıştığını hissedebiliyordum. "Sevgilim, bir sorun mu var?"

 

"Yoo." dedim, neşeyle güldüm. "Bebeklerimiz çok sağlıklı."

 

Deniz önce dudaklarını araladı, gözlerini hafifçe açtı, kaşlarını kaldırdı. Bir süre bana, bir süre ultrason görüntüsüne baktı. Bakışları en son bende kaldı. Şaşkınlığı ve sevinci arttıkça yüzündeki ifade de değişiyordu ve ben o ifadeyi içime katıp saklamak istiyordum. "Nasıl yani?" dedi önce. "Sevgilim, sen ne dediğinin farkındasın değil mi?"

 

Başımı usulca salladım. Yüzümde bir işaret, bir doğrulama arıyordu. Gözlerinin içi parlıyordu ama o parlaklık gözyaşının ta kendisiydi. "İkiz mi?" dedi fısıltıyla. "Bizim… İki bebeğimiz mi olacak?"

Başımı tekrardan salladım. Elimi saçlarının arasına koydum. "Evet. İkizlerimiz olacak. İçimde iki minik kalp atıyor."

Deniz nefes almayı unutmuş gibi beni izledi. Ardından gülümsedi. Hani bir insan mutluluktan çıldıracak gibi olurdu ya, öyle bakıyordu. Karşımda diz çöktü, alnını karnıma yasladı, bir kolunu bacaklarıma doladı, sımsıkı sarıldı. Sanki tek bir kelime bile bu anı kirletecekmiş gibi bir süre sadece sustu.

Sonra başını kaldırdı, gözlerinden akan iki damla yaş yanaklarına süzüldü. "Ada." dedi, sesinde hem şükür hem hayret vardı. "Ben nasıl bu kadar büyük bir şeye layık oldum bilmiyorum ama… Sana her şeyimi borçluyum." Boşta olan elinin parmak uçlarıyla karnımı okşadı. "İkiz." diye fısıldadı, kendi kendine söyler gibiydi.

Gülümsedim. "Biri senin kadar romantik olacak, öbürü benim kadar inatçı." dedim. "Hangisi daha zor olur bilemem."

Kahkaha attı, gözyaşlarıyla karışık bir kahkahaydı. Başını iki yana salladı. Sanki içimde atan minik kalpleri duyacakmış gibi derin bir nefes aldı. Bedeninde bir rahatlama vardı. Gözyaşları, karnımda gezdirdiği öpücüklere karışıyordu.

Ellerimle saçlarını okşadım. Küçük bir çocuk gibi ağlıyordu. Bir süre öylece kalmıştı. Yavaş hareketlerle başını kaldırdı, gözlerinin içi kıpkırmızıydı ama gülümsüyordu. O gülümsemede hem geçmişin yarası, hem geleceğin umudu vardı. Ayağa kalktı, ellerimden tuttu, dudaklarıma bir öpücük kondurdu, sonra alnıma, sonra gözlerimin kenarına. Her dokunuşu bir teşekkür gibiydi.

"Ben seninle tanışınca ikinci kez doğmuştum Ada." dedi. "Ama şimdi üçüncü bir hayatım başlıyor. İçinde senin ve çocuklarımın olduğu bir hayat. Ve ben bu hayatta seni de çocuklarımı da kendi canımdan çok seveceğim. Korkmadan, eksiltmeden."

Gözyaşlarımı silip ellerimi Deniz'in yanaklarına yerleştirdim. "Seni çok seviyorum." dedim, hem ağlıyor hem gülüyordum. Sonra bir sevincimi daha onunla paylaşmak istediğimi fark ettim. "Kalplerinin atışını duydum Deniz. Çok hızlıydı. Çok canlıydı."

"Affet beni." dedi birden. Sesi titriyordu. "O zaman yanında olamadım." İlk bebeğimizin ölümünden bahsediyordu. "Dünyan başına yıkıldığında senin yanında olamadım. Ama şimdi son nefesime kadar yanınızda olacağım."

Ayakucumda yükselip dudaklarını dudaklarıma bastırdım. Beni beş günün acısını çıkartacak kadar uzun bir süre öpmüş, hemen ardından havaya kaldırmış, sonrasında da Savaş'ın misafir odalarından birine taşıyıp yüzünü koynuma saklayarak saatlerce uyumuştu.

 

 

Bölüm : 29.07.2025 17:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 78. Bölüm - Çifte Mutluluk
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...