83. Bölüm

79.Bölüm - Ege'ye Kaçış

Kubra Akyol
_kubraakyol

Deniz gözlerini araladığında yatakta hafifçe doğruldu, sırtını başlığa dayadı, beni de yukarıya doğru çekti ve sırtımı göğsüne yaslayıp kollarını bana sardı. Tam sekiz saat uyumuştu. Uyumak için bana ihtiyaç duyacağını bildiğim için sekiz saat boyunca yanından ayrılmamış, uyumamış olsam bile yanında yatıp onu izlemiştim. Ara sıra sayıklamıştı, sanırım kâbus görmüştü. Elimi yanağına dokundurunca sayıklamaları da kesilmişti.

Saçlarımı öptü. Başparmağını karnımın üzerinde iki kez gezdirdi. "Bu nasıl oldu?" dedi merakla. "Bir de ikiz."

"İmkânsız değilmiş." dedim, elimi elinin üzerine koydum. "Doktor Melike'ye gittim Deniz. Ona Fransa'daki doktorların bana anlattıklarını anlattım. Hormon ilaçları kullandığımı, doğum kontrol ilaçları aldığımı, çocuğumun olma ihtimalinin çok düşük olduğunu anlattıklarını söyledim. Bana ne dedi biliyor musun?"

"Ne?" dedi merakla.

"
Çocuk sahibi olmanızda hiçbir engel görmüyorum. Hangi doktora gittiyseniz alanında başarısız bir hekimmiş. dedi."

"Nasıl yani? Fransa'da gittiğin doktorlar yanılmış mı? Sen boşu boşuna mı o ilaçları almışsın?"

"Yanıldıklarını düşünmüyorum." dedim, çok kısa bir nefes verdim. "Üç doktor da alanında başarısız olamaz. Bana o cümleleri özellikle söylediklerini düşünüyorum. Biri çocuğumun olmayacağını düşünmemi istedi ve doktorlara da bana bu cümleleri söylememi istedi."

"Richard." dedi fısıltı gibi bir sesle. "O kadarını yapmış olamaz herhalde değil mi?"

"Yapmamış olması için hiçbir sebep yok. Beni başından beri izliyormuş. Psikolojik olarak çökmemi istedi belki de. Bilmiyorum."

"Bunu neden istesin ki?" dedi, anlam veremediğini anlayabiliyordum.

"Bir çocuk sahibi olamayacağımı öğrendiğimde sana döneceğim varsa bile dönmeyeceğimi düşünerek yapmış olabilir. Ki haksız da sayılmaz. Çok küçük bir payı olsa da bu yüzden de dönmedim ben."

"İyi de sevgilim böyle düşünmesi için seni yakından tanıması gerekmez mi? Böyle düşüneceğini nasıl bilebilir ki?"

"İşte onu bir anlasam." dedim. Başımı kaldırıp yüzüne baktım, konuyu değiştirdim. "Seninle böyle gizli saklı buluşmak zoruma gidiyor. Ne zaman yakalanma korkumuz olmadan eski günlerimize döneceğiz biz? Ben hamileyim ve bu dönem sana en çok ihtiyaç duyacağım bir dönem. Ayrı kalmak istemiyorum ben senden." dedim. Neredeyse ağlayacaktım.

Minicik gülümsedi. "Ayrı kalmayacağız." dedi. Kaşlarımı çatıp devam etmesini bekledim. "Serbest kaldığımı kimse bilmiyor. Bilmeyecek de." Komodin üzerindeki telefonuna uzandı, ekranı açıp rastgele bir haber sitesine girdi, okumaya başladı. "Ünlü iş insanı Deniz Aladağ'ın merakla beklenen davası bu sabah saatlerinde görüldü. Avukatları tarafından serbest kalması umulan Deniz Aladağ'ın tutukluluk halinin devam edilmesine karar verildi. Deniz Aladağ adliyeden tekrar cezaevine götürüldü. Hangi cezaevine götürüldüğü ve bir sonraki duruşmanın ne zaman olacağı ise basınla paylaşılmadı."

Gözlerimi belli belirsiz açtım. "Yani şimdi herkes seni cezaevinde mi zannediyor?"

Başını yavaş yavaş salladı. "Richard'ın açık vermesi için böyle bir fikir sundu savcı. Kabul ettim ben de. Bir süre saklanacağım."

"Hiç kimseye görünmeden nasıl saklanacaksın Deniz? Cezaevine değil de buraya geldiğini savcı biliyor, polisler de biliyordur. Ne kadar süre saklanabilirsin ki hem? Bu çok mantıksız. Kimseye görünmemen için evden hiç çıkmaman gerekiyor. Ev hapsi denir buna." diye sitemle söylendim.

"Ev hapsinde olmayacağım." dedi. Artık sabırsızlanmaya başlamıştım çünkü Deniz'in cümleleri giderek daha gizemli bir hal almaya başlamıştı.

"Hala anlamadım." dedim. Kaşlarımı çattım ve açıklamasını bekledim.

"Saklanacağım ama evde değil." dedi. Bu açıklama hala tatmin edici değildi. "Boş ver şimdi sen detayları. Evimize gidelim mi?"

Her ne kadar bunu çok istiyor olsam da "Bu çok riskli." dedim. "Richard bulunana kadar ayrı kalmak zorundayız. Birkaç kişi dışında kimse bilmiyor bizim oynadığımız oyunu. Tamam sen şimdi dışarıdasın ama yine de hiçbir şey çözüme kavuşmuş değil. Ya biri öğrenirse yanında olduğumu?"

Başını sağa sola hafifçe salladı. "Sadece birkaç gün." dedi yalvarır gibi. "Kim öğrenecek ayrıca? Herkes beni hapiste zannediyor."

"Sevgilim." dedim, kısa bir nefes aldım. "Bilmiyorum. Bu gerçekten riskli."

"Roma seni özlemiştir." dedi. "Onu görmek istemiyor musun?"

Dudağımı ısırdım. "İstiyorum."

"O zaman evimize gidelim." dedi, beni hafifçe ittirdi ve yataktan kalkıp beni de kaldırdı.

Gülümsedim. "Pekâlâ, pes ediyorum. Evimize gidelim."

Deniz'e sarıldım, bir elini belime bir elini de başımın arkasına koyup beni göğsüne bastırdı. "Güzelim." dedi, saçlarımı öptü.

"Efendim sevgilim." diye mırıldandım.

"Seni seviyorum." dedi, bu zaten emin olduğum bir şeydi ama Deniz her söylediğinde sanki sevgisi daha da artıyormuş gibi hissediyordum. İnsan sevildiği yerde olunca dünyanın en güzel duygularını yaşıyormuş gibi hissediyordu.

Kollarından ayrıldım, elini karnıma yasladım. "Biz de seni seviyoruz." dedim gülümserken.

"O zaman düzeltiyorum." dedi pişman olmuş bir sesle. "Sizi seviyorum." Kocaman gülümsüyordu. "Çok seviyorum."

Uzanıp yanağını öptüm. Aklında ne vardı, ne düşünüyordu bilmiyordum ama bildiğim tek şey, sorgulamadan onun dediğini yapacak oluşumdu.

Bizi neyin beklediğini bilmiyordum. Tanıştığımızdan bu yana aksiyonsuz geçen gün sayımız iki elimizin parmaklarından daha azdı. Yaşadığımız her zorluk bir öncekinden daha zormuş gibi geliyordu. Sanki her düğüm bir öncekinden daha sıkı bağlanmıştı ve biz çözmekte zorlanıyorduk. Bu düğümlerin bir gün biteceğini biliyordum ama o günün bir an önce gelmesini bekliyordum. Deniz'le mutlu bir hayatı hak ettiğimden daha çok bildiğim bir şey yoktu. Bu mutlu hayatı yaşamak için mücadele etmekten asla pes etmeyecektim. Çünkü biz çok aşıktık, üstelik çocuklarımız olacaktı.

Evimizden içeriye girer girmez içimi tarifi zor bir duygu kaplamıştı. Evimiz dünyada en çok sevdiğim yerdi. Hiçbir yerde burada hissettiğim huzuru bulamıyordum. Deniz'e söylememiştim ama burada birkaç gün değil, daha fazla kalmak istiyordum ama planımızı da tehlikeye atmamak için susmuştum.

"Romaaaa!" diye sevinç çığlığı attım. Yere eğildim ve onu kucağıma alıp göğsüme bastırdım. "Yakışıklı oğlum benim. Kocaman olmuşsun sen. Nasıl bu kadar büyüdün sen böyle?"

Roma huzursuz bir şekilde kucağımda hareket etmeye başlayınca onu sıkmak istemedim ve yere bırakmak için eğildim. Deniz nispet yapar gibi Roma'yı eline aldı ve onu göğsüne bastırıp karnını sevip artık küçük olmayan başını öptü. Roma benim kucağımda olduğunun aksine şu an o kadar huzurluydu ki neredeyse kıskançlıktan ağlayacaktım. "Nasıl yani? Sende neden duruyor o?"

"Çünkü bana çok alıştı. Sahibi olarak beni görüyor." dedi Deniz gülümseyerek. Bir aydır bu evde değildim. Onun öncesinde de iki hafta Bursa'da kalmıştım. Yani bir buçuk aydır Roma beni görmüyordu. Unutması çok normaldi ama ben yine de bu duruma çok içerlemiştim. Sonuçta bir kedi sahiplenmeyi ben istemiştim ama sevgili Roma beni unutmuştu.

"Sen sabahtan beri hiçbir şey yemedin. Sana bir şeyler hazırlamamı ister misin?" dedim konuyu değiştirerek.

Deniz Roma'yı kucağından indirdi. Kolunu belime sardı. Beni mutfağa yürüttü. "Beraber hazırlayalım sevgilim."

"Hazırlayalım." dedim. "Aşkım."

"Söyle sevgilim." dedi, saçlarımı öptü.

"Ben şimdi sen yokken nasıl yaşıyorsam öyle yaşamaya devam mı edeceğim Richard bulunana kadar? Yani mesela biliyorsun bir aydır otelde yaşıyorum. Oradan gidip geliyorum hep Savaş'ın şirketine, kütüphaneye ve kültür merkezine. Yine buna devam mı edeceğim?"

"Onu konuşuruz. Ben anlatacağım sana ne yapacağımızı." dedi, demek aklında başka bir plan vardı. Sorgulamak istemiyordum. Tek istediğim birkaç gün sürecek bu ev halimizin keyfini çıkartmaktı. "Kültür merkezi demişken. Louis ne âlemde? İlgilensin o işte kültür merkeziyle. Proje sahibi o değil mi sonuçta?"

"Gitti o." dedim birden. Deniz anlamamış gibi suratıma baktığında nihayet mutfağa girmiştik. "Başka işleri varmış, projeyi bana bıraktı ve gitti. Daha sonra dönecek tabii ama şu an Türkiye'de değil."

"Buna sevinmedim desem yalan olur. Tamamen kurtulsak şu heriften, bak o zaman nasıl keyfim yerine geliyor."

Kıkırdadım, hemen ardından yüzüm düştü. "Projeyi tamamen bana bıraktı Louis. Ben kabul etmedim çünkü uğraşacak bir sürü şeyim vardı. Ama
bana Projeyi devam ettirmezsen beş milyon dolarına mal olur. deyince kabul etmek zorunda kaldım. O projeyi devam ettirmem lazım Deniz."

"Yavşak herif, sana şart mı koştu utanmadan? Hani senin dostundu bu adam?"

"Öyleydi." dedim dudaklarımı büzerek. "Neden böyle davrandığını bilmiyorum."

"Neyse sen sıkma canını. İstemiyorum ben o projede devam etmeni. Bırak ne hali varsa görsün, uyanıklık yapacak demek ki aklı sıra."

"Ama beş milyon dolar?" dedim kaşlarımı kaldırıp.

"Dert ettiğin beş milyon dolar olsun sevgilim." dedi.

"Bizim iki tane çocuğumuz olacak Deniz. Paramızı har vurup harman savuramayız. Tutumlu olmamız gerekiyor."

Deniz
Gerçekten mi? dercesine bakarken bir yandan da gülümsüyordu. "Gerekirse ek iş yaparım sevgilim. Ama seni ve çocuklarımızı aç bırakmam." dedi, kocaman gülümsedi.

"Sen anca dalga geç." dedim, elimin tersiyle koluna hafifçe vurdum.

"Dalga geçmiyorum." dedi ciddi bir ifadeyle. "Şirketten çıkar pazarda limon satarım. Ya da bir taksi alır geceleri taksi şoförlüğü yaparım." Kısa bir süre ifademi inceledi. "İnanmıyor musun bana?"

"İnanıyorum." dedim omuz silkerek. "Ama yine de beş milyon dolarımızı Louis'e vermeyeceğiz."

Alnımı öptü, ellerini kollarımın iki yanına koydu, kısa bir nefes aldı. "Pekâlâ sevgilim, anlaştık."


***

Deniz'le birlikte hazırladığım sofraya bakarken açlıktan öleceğimi fark etmiştim. Saat akşam sekize geliyordu, akşam yemeği yapmak zahmetli ve uzun geldiğinden kahvaltı hazırlamayı tercih etmiştik ve bu akşam kahvaltısı baktıkça iştahımı açıyordu. Elimi karnıma koydum. "Çok acıkmışız." dedim çocuklarımız adına da konuşarak.

"Sen bir şeyler yemedin mi?" dedi tedirgin bir ifadeyle. Başımı iki yana salladım. "Sekiz saat boyunca yanımda mıydın yani?"

"Uyuyamıyordun. Kâbus gördün sürekli. Ben de yanında olmak istedim." dedim, sonra hemen savunmaya geçtim. "Zaten daha yeni aç hissediyorum. Sen uyurken aç hissetmiyordum."

"Kâbus görsem bile uyanır, sonra tekrar uykuya dalardım Ada. Sen bütün gün niye aç durdun?" dedi, endişesi sesine ulaşmıştı.

Endişesini dindirmek için konuyu geçiştirdim. "Dedim ya sevgilim, aç hissetmedim." Doğruyu söylüyordum. "Gerçekten bak." Kollarından tutup onu masaya çevirdim. "Gel hadi yemek yiyelim artık. Soğumasın masadakiler." Sırtından onu hafifçe masaya doğru ittim.

"Hiç ikna olmadım." dedi, sandalyeye oturdu, hemen yanına geçip ben de sandalyeye oturdum. "Ölüyor olmadığım sürece kendini düşüneceksin Ada. Hatta ölüyor olsam bile kendini düşüneceksin. Üstelik sen üç can taşıyorsun. Sen acıkmasan bile bebeklerimiz acıkmıştır."

"Acıksalar anlardım." Karnıma dokunup gözlerimi Deniz'e diktim. "Uyuyordu onlar da tıpkı babaları gibi."

Deniz'in ifadesi nihayet yumuşadığında gözlerime sıcacık baktı. "Hadi söyle uyansınlar o zaman. Yemek vakti."

"Sen uyandır." dedim. "Her zaman anne sözü geçmesin, babalarının sözünü de dinlesinler." Hafifçe kıkırdadım.

"İçimden bir ses ikisi de haylaz olacak diyor." dedi tek kaşını kaldırıp.

"Biriyle ben ilgilenirim, biriyle de sen ilgilenirsin." dedim, makul bir çözümdü.

"Biri susacak biri ağlayacak, biri uyuyacak biri uyanacak, biri acıkacak biri oyun isteyecek." dedi. Halinden çok memnun görünüyordu. Ben onu bir de çocuklar doğunca görecektim.

"Ne kadar sevimli bir şeymiş gibi anlatıyorsun." dedim gülerek. "İki tane çocuğumuz olacak. Hem de aynı günde. Aynı saatlerde."

Deniz kahkaha attı. Karnıma doğru eğilip elini de karnıma yasladı. Bir şey söyleyecek gibiydi ama söze nasıl gireceğini bilmediği için öylece bekliyor gibi bir hali vardı. En sonunda öksürerek sesini düzeltti. "Merhaba çocuklar." Biraz daha eğilip tshirtümün üzerinden karnımı öptü. "Uyanmanız gerekiyor, yemek yiyeceğiz." Başını kaldırıp yüzüme baktı. "Sence uyandılar mı?"

Dudaklarımın arasından kısık bir gülümseme çıktı. "Uyandılar bence. Ve hatta acıktık diye ağlıyor olabilirler."

Deniz başını yavaşça salladı, masadaki salatalık tabağına uzandı, ağzıma iki dilim salatalık sokuşturdu. "O zaman bebeklerimizi doyuralım."

Başımı salladım. Tabağımı doldurdum ve sanki günlerdir aç kalmışım gibi tabağımdaki her şeyi yedim. Gözüm hala masadaki diğer kahvaltılıklardaydı. Doymuş hissettiğim halde ağzımın suyu aka aka patates kızartmasına bakıyordum. Deniz patates kızartmasının olduğu tabağı aldı, kalan bütün patatesleri benim tabağıma boşalttı. "Doymadın sen hala değil mi?"

"Doydum." diye çıkıştım. "Doydum Deniz."

"O yüzden mi aşkla bakıyordun patateslere?" dedi gülerek. Çatalıma patates batırıp onları da ağzıma tıktı. "Kilo almaktan mı korkuyorsun?"

"İki çocuğumuz olacak. Yani her şeyi X2 olarak yaşayacağım. Hormonlarım iki katı çalışacak. Kilo alırsam bile normalden iki kat fazla alacağım." dedim kaşlarımı kaldırarak. "Korkunç."

"Hiç de korkunç değil. Dünyanın en sevimli hamilesi olacaksın."

"Emin misin? Bak durduk yere ufacık şeylere sinirlenebilirim, durduk yere en olmadık şeyler yüzünden ağlayabilirim. Yani bunlar beni sevimli yapmaz ki. Çekilmez yapar."

Deniz umursamaz bir tavırla omuz silkti. "İstediğin kadar sinirlen, bana istediğin kadar trip at, seni anlayışla karşılarım. Eğer seni rahatlatacaksa ağlamana da müsaade edebilirim. Bunları seve seve yaparım ama sen eğer kendine bir daha çekilmez dersen." İşaret parmağıyla burnuma minik bir fiske vurdu. "İşte o zaman bozuşuruz sevgilim."

Keyifle arkama yaslandım. "Mesela." dedim düşünür gibi yaparak. "Otuz kilo aldım. Hala beni sevimli mi görürsün?"

Başını geriye atıp kahkaha attı, yutkundu. Âdemelmasına inanılmaz bir çekim duysam da kendimi tuttum. "Seni tanıdığım en seksi kadınsın. Bunu sadece fiziğin yüzünden söylemiyorum. Bir insanı seksi yapan tek şey fiziği değildir çünkü. Zekâ ve cesaret de bir insanı seksi yapar. Ve sen benim başıma gelen en zeki, en cesur şeysin. Yani sevgilim, sen çok çekicisin. Kilo alsan bile benim için değişmeyecek bu."

Pekâlâ, işte bunları gerçekten beklemiyordum. Deniz her defasında beni kendisine hayran bıraktıracak bir şeyler söylemeyi başarıyordu ve kahretsin ki bunu çok iyi yapıyordu. "Çok yakışıklısın." dedim birdenbire. Daha önce de ona onlarca kez bu cümleyi söylediğim halde Deniz sanki ilk kez duyuyormuş gibi heyecanla gülümsedi. "Aklımı başımdan alacak kadar." Yutkundum ve devam ettim. "Ki aldın da zaten."

Deniz tekrar kahkaha attığında gözlerim istemsizce yüzünde gezindi. Gözlerimden kaçacak hiçbir ayrıntısı yoktu. Gözlerimi ona zincirlemiş gibi bakıyordum. O kalın ve düzgün çizilmiş kaşlarının arasındaki hafif kıvrımı, bal rengi gözlerinin içindeki parıltıyı izledim. Saçlarının dağınık ama özenli duran telleri parmak uçlarımla karıştırmak için deli gibi sabırsızlandığım bir davet gibiydi. Elmacık kemiklerinin çıkıklığına takıldım sonra. Öyle belirgindi ki gülümsemesiyle birlikte yanaklarına düşen hafif gölgeler bile kalbimi sıkıştırmaya yetiyordu. Yüzüne her baktığımda insanı büyüleyen o belirgin elmacık kemiklerini görmezden gelmem mümkün değildi.

Sonra bakışlarım boynuna indi. Bir şey içerken ya da kahkahasının ardından yutkunurken, Âdemelmasının yukarı aşağı o ince hareketini izlemek akıl sağlığımı tehdit edecek kadar tehlikeliydi. Sanki o kemik, beni esir almak için hareket ediyor, bakışlarımı oradan koparmama izin vermiyordu. Onu izlerken nefes alışverişinin ritmine kendimi kaptırıyordum.

Bakışlarım köprücük kemiklerine kaydı. O kadar zarif ve aynı anda güçlü duruyorlardı ki üzerlerine dudaklarımı kondurmayı, hatta izlerini dilimle takip etmeyi düşündüğümde içimdeki arzu kabarıyordu.

Hâlâ onu gördüğümde içimden geçen ilk şey
Bu adam benim. cümlesi oluyordu. Ve her defasında kendime karşı koymakta zorlanıyordum. Onu sevmek başka bir şeydi ama onun her hareketi, her bakışı, her nefesi bende tarifi zor bir arzuyu uyandırıyordu. Sanki gözlerimle bile onu yiyebilirim gibi hissediyordum.

Bazen sadece gülümsemesi bile dizlerimin bağını çözüyordu çünkü ben onu sadece sevmiyordum, içimde ona karşı kontrolsüz bir tutku da vardı. Onunla yan yana otururken bile zihnimdeki sınırlar bulanıklaşıyordu. Ellerimle saçlarını kavramak, boynunu öpmek, göğsüne yüzümü bastırıp orada kaybolmak.

Kanımın kaynadığını ve iflah olmaz bir dalgayla dalgalandığını hissettim. Havanın sıcak olması yetmiyormuş gibi içimde ısınan kan beni neredeyse ateşe verecekmiş gibi damarlarımda akıyordu. Vücudumun kontrol merkezinin aşağılara bir yerlere kaydığını hissettim.

''Ne düşünüyorsun?'' dedi Deniz çarpık bir gülümsemeyle.

''Seni öpmeyi.'' dedim, uzun bir nefes verdim. ''Ve hatta mümkünse daha fazlasını yapmayı.''

Deniz zaten bunları duymayı bekliyormuş gibi bir ifadeyle beni izlerken, kendi gözlerimde de olduğuna emin olduğum bir bakışla bana bakıyordu. Sanki gözleri birer çakmaktı ve ben bakışlarını ateşlemiştim. ''Vaktimiz var mı, bir düşünmem lazım.'' dedi kaşlarını hafifçe yukarı kaldırırken.

Gözlerimle onu yiyip bitirirken ''Ne için vaktimiz var mı?'' diye sordum. ''Bir planın mı var?''

Dudaklarını birbirine bastırdı ve bana öldürücü bir darbe gibi gelen çekici bir sesle ''Hmmm.'' diye bir şeyler mırıldandı. ''Sanırım vaktimiz var.''

Ellerimi havaya kaldırdım. ''Ben hiçbir şey anlamadım.'' Deniz güldü, sandalyesinden kalktı ve bir
Hopluk sürede beni kucaklayıp merdivenlere doğru yürüdü. ''Bana hala neden sevişmemize vakit bulup bulamamakla ilgili tereddütte kaldığına dair bir açıklama yapmadın farkında mısın?'' dedim.

''O güzel aklındaki sorularla beni yiyip bitirdiğini biliyorsun değil mi?'' dedi.

''Ah.'' diye kısık bir ses çıkardım. ''Elbette biliyorum.''

''O zaman benim de senin yanaklarını, burnunu, dudaklarını ve vücudunun geri kalan kısımlarını yiyeceğimi de biliyorsun.'' dedi, boynuna daha sıkı sarılma ihtiyacı hissettim. Üzerinde olduğum kolları beni sıkıca sarıp sarmalıyordu. Uzun parmaklarının tenime uyguladığı baskı yüzünden neredeyse alev alacaktım. O parmakların vücudumun her santiminde gezdiğini düşündükçe kanım lav gibi akıyordu ve bedenimin komuta merkezi çoktan uyluk kemiklerimin arasına konumlanmıştı.

''Hı hı.'' dedim çatallaşmış bir sesle. ''Biliyorum.'' Sesim o kadar kısıktı ki duyup duymadığından bile emin değildim.

"O zaman bildiklerini sana tekrar hatırlatmaktan zevk duyacağım sevgilim."

***

Birkaç saat sonra odamızdan çıktıktan sonra soluğu bahçemizdeki bahçe salıncağında almıştık. Deniz'in bacaklarının arasına oturmuştum ve sırtım da göğsüne yaslanmıştı. Göğsümün altına kenetlediği kollarının üzerine ellerimi yerleştirdim ve parmaklarımı teninde gezdirdim. Sanki bana muhtaçmış gibi saçlarımı kokluyor, ara sıra daha sıkı sarılıyordu.

Ayakucumuza yatan Roma'ya baktım. "Çocuklarımızla iyi anlaşır mı sence Roma?" dedim gülerek.

Deniz de kısık bir sesle gülmüştü. "Anlaşır, uysal bir hayvan çünkü." dedi, ayağının ucuyla Roma'nın burnunu sevdi. Ellerini indirip karnımın üzerine yerleştirdi. "Çok mutluyum. İnsanın içinin içine sığmaması, dolup taşması çok güzelmiş. Bu duyguya uzun zamandır uzaktım. En son sen döndüğünde bu kadar mutluydum sanırım."

"Hayatımızı bizden çalmasalardı şimdi nasıl bir hayatımız olurdu acaba?" diye içli bir sesle konuştum. "Ben gitmeseydim, çocuğumuzu kaybetmeseydik, Evren ve Richard olmasaydı, nasıl bir hayatı yaşardık?"

"Acı çekmediğimiz bir hayat." dedi buruk bir sesle. "Neşeni hiç kaybetmediğin, gözlerindeki ışığın hiç sönmediği, etrafa gülücükler saçtığın bir hayat." Titreyen sesine aldırmadan konuşmaya devam etti. "Çocuğumuzun bizi cennetten izlemek zorunda kalmadığı, şurada yanı başımızda oyunlar oynadığı bir hayat." Yutkunduğunda neredeyse ağlamak üzere olduğunu anladım. "Sekiz yüz yedi sayısından nefret ediyorum." dedi, yumruğunu sıktığının farkında olmadan. "Sekiz yüz yedi gün boyunca her şeyle tek başına mücadele ettiğini, yanında olamadığımı düşündükçe kendimden de nefret ediyorum. Dört kez canına kıydığını düşündükçe kendimden daha da nefret ediyorum. Düşündükçe aklımı kaybediyorum."

Konuyu dağıtmak istedim çünkü Deniz tahmin ettiğimden de fazla dağılmıştı. "Sence cinsiyetleri ne?" dedim hiç konuyla alakası olmayan bir soru sorarak. Deniz bu sorum karşısında onu dinlemediğimi düşünmüş olabilirdi ama onu kimsenin benim kadar can kulağıyla dinlemeyeceğini bilecek kadar da beni tanıyordu. Uzun bir süre sustu.

"Senin hislerin kuvvetli. Bu zamana kadar hislerinde yanıldığını görmedim. Sorduğun soruya sen cevap ver. Sence cinsiyetleri ne?" dedi. Sesindeki gölge nihayet dağılmıştı.

"Bence." dedim sondaki e harfini gereğinden fazla uzatarak. "Bir kızımız bir oğlumuz olacak. Minik bir Ada ve minik bir Deniz. Çok tatlı olmaz mı?"

"Minik bir Deniz'e katlanabileceğini düşünmüyorum." dedi haylaz bir tonla.

Başımı kaldırdım, gözlerini yakalamaya çalıştım ama o da aynı benim gibi başını geriye atmıştı ve gökyüzüne bakıyordu. Gülümsedim. "Ne?" dedim merakla. "Çok mu yaramazdın?"

Omuzlarını kıstı. "Bilmem, sanırım öyle olduğumu söyleyebilirim."

Kolunu hafifçe çimdirdim. "Ya anlatsana Deniz. Bir şey söyleyip sonra öylece susamazsın."

Sahte bir acıyla inleyip kolunu okşadı. "Sen böyle şiddete meyilli değildin sevgilim."

"Hadi anlat." dedim konuyu dağıtmasına izin vermeyerek. "Anlat hadi, bana küçük Deniz'i anlat."

Dudaklarının kenarında beliren gülümseme bana çok şey anlatıyordu. "Küçükken babamla hep hastaneye gitmek isterdim ama babam beni yanında götürmek istemezdi çünkü hastaneler her ne kadar yaşam vadetse de ölümlerin de olduğu bir yer ve babam görüp de etkilenmemi istemiyordu. Bir keresinde gitmek için inat etmiştim ama babam yine de götürmeyeceğini söylemişti. Sonra ben de onun bütün ayakkabılarını saklamıştım, benim yüzümden işe bir saat geç kalmıştı." Sesindeki gülümsemeyi hissettiğimde ben de minik bir sesle güldüm.

"Seni inatçı." dedim daha da gülerek. Bu asla Deniz'den beklediğim bir şey değildi. "Peki başka?"

"Annemin bahçeye ektiği çiçeklerin yapraklarını kopartıp tabağa koymuştum, sonra üstlerine çamurdan sos yapıp Ülkü ablaya götürerek ondan yaptığım sahte yemek karşılığında para istemiştim ve bunu yaptığımda henüz beş yaşındaydım."

Az öncekinden daha canlı bir kahkaha attığımda Deniz'in sesindeki neşenin de arttığını hissettim. "Ticari zekâ demek. Şimdi CEO olmamana şaşmamalı. Daha o zamandan belli etmişsin kendini."

"Öyle." dedi hala gülerken. Benim bir şey söylememe fırsat vermeden anlatmaya devam etti. "Dört beş yaşlarındayken sanırım koltuğun tepesine çıkıp perdeyi bedenime dolayarak kendime Superman pelerini yapmıştım. Sonra uçabileceğimi iddia ederek yere atladım. Perde maalesef koptu ve ben de uçamadığım için yere paralel uzanmak zorunda kalmıştım."

"Yaa annen çok kızmış mıydı?" dedim biraz üzgün biraz muzip bir sesle.

"Anne ve babamın bana ya da Melis ile Eren'e bir kez bile kızdığını hatırlamıyorum. Gülüp geçmişlerdi o zaman da." Durdu ve kısa bir nefes verdi. Sanırım o zamanları özlüyordu çünkü ailesiyle arası şimdilerde hiç iyi değildi. Evren ve onun yaptıkları yüzünden Deniz'in anne ve babasıyla arası kötü, çok kötüydü. Deniz'i anlıyordum, sorumluluk almaktan çok yorulmuş, her şeyi sırtlamaktan bıkmıştı. Kimse elini taşın altına koymuyordu. Tüm bu olanlar yüzünden dağılan tek kişi Deniz olmuştu. Ama ben yine de eskisi gibi olmalarını istiyordum. Fatih Bey ve Canan Hanım'ın Deniz'i sevgiyle kucakladığı, Melis'in nazlandığı, Eren'in komik şakalar yaptığı günleri ben bile çok özlemiştim. Deniz'in de benimle aynı duyguları yaşadığını anlayabiliyordum.

"Babamın sevmediğim bir arkadaşı vardı." diye tekrar söze girdiğinde düşüncelerim dağıldı. "Bize akşam yemeğine gelmişti. Ama adamdan o kadar hazzetmiyordum ki gördükçe sinirleniyordum ve tüm bu siniri yaşarken sadece altı yaşındaydım." dedi, kendi kendine yine gülümsedi. "Oyuncak bir kurbağam vardı ve dokunulduğunda hareket edebiliyordu. O kurbağayı adamın yemek tabağına koyup üzerine sos döktüm. Adam çatalıyla oyuncağıma dokunduğu an kurbağa sanki gerçekmiş gibi adamın üzerine zıplamıştı." Deniz sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi neşeli bir kahkaha attı. "Adam bir korktu Ada, görmen lazım. Sana nasıl eğlendiğimi anlatamam."

Kahkaha atıp elimin tersiyle koluna hafifçe vurdum. "Sana inanamıyorum Deniz. Neden yaptın bunu?"

"Beni kaçırmakla tehdit ediyordu. Onun oğlu olmamı istiyordu." dedi hala gülerken. "Gerçekten beni alıp götüreceğini zannediyordum." dedi, kısa süre ikimiz de gülmüştük.

"Sonra nasıl uysallaştın peki?" diye merakla sordum.

"Melis doğduktan sonra yani abi kimliğini benimsemeye başladığım sıralarda yaramaz huylarım da yavaş yavaş silindi." Başını yana eğdi, dudaklarının kenarında ince bir tebessüm belirdi. Gözlerini kısacık bir süre kapadı. "Melis doğduktan sonra bambaşka biri oldum." dedi yumuşak bir sesle. "Onu ilk kucağıma aldığımda minicik bir şeydi, nefes almaya korkar gibi titriyordu. Daha sekiz yaşında olmama rağmen onu korumalıyım duygusuyla dolup taşıyordum. Mesela o uyurken yanına kıvrılırdım. Annem beni odasından çıkarmaya çalışırdı ama asla izin vermezdim. Kardeşim nefes alırken ben de onun nefesini dinlerdim. Gece uyanıp ağladığında koşarak ilk ben giderdim yanına. O küçücük ellerini tutar, sakinleşsin diye ninniler mırıldanırdım. Sanki annemin yerine ben büyütüyordum Melis'i." Yüzümde derin bir gülümsemeyle onu dikkatle dinliyordum. Sesindeki yumuşama beni etkiliyordu. "Bir keresinde." diye devam etti, gözleri uzaklara dalmıştı. "Daha birkaç aylıktı, annem mutfakta oyalanıyordu. Ben başında nöbet tutuyordum. Melis ufacık bir hıçkırıkla irkilince korkudan ağlayacak gibi oldum. Hemen kucağıma aldım, sallamaya başladım. Kollarım uyuştu ama bırakmadım. Annem geldiğinde ter içindeydim. Bana gülümseyip
Artık evin küçük babası oldun. demişti. O an çok gururlanmıştım."

Elimi kolunun üzerine koydum, usulca sıktım. "Gerçekten küçük bir baba olmuşsun." dedim duygulanarak.

Deniz'in bakışları bana çevrildi, yüzünde sıcak bir gülümseme yayıldı. "Evet, öyleydim. Daha çocuktum ama Melis benim için dünyadaki en değerli şeydi. Onun ağlamasına dayanamazdım, düşmesin diye etrafında sürekli dolaşırdım. Bahçeye çıktığımızda yanına oturur, en ufak bir böcek yaklaşsa uzaklaştırırdım. Kimse ona yanlışlıkla bile zarar veremezdi. O benim ilk sorumluluğumdu Ada. İlk defa birinin bana ihtiyaç duyduğunu hissettim. Ve bu beni değiştirdi."

"Özlüyor musun o günleri?" diye sordum. "Ailenle iyi olduğun günleri? Her şeyin yolunda olduğu o günleri?"

"Geçmişi kim özlemez ki?" diye kaçamak bir cevap verdi. "Şimdi her şey bambaşka."

"En azından Melis ve Eren'le aran biraz da olsa iyi." dedim işaret parmağımı kolunda bir aşağı bir yukarı gezdirirken. "Bence anne ve babanla da daha iyi olacaksınız, zamanla."

Saçlarımda dudaklarının baskısını hissedince başımı hafifçe kaldırdım ve yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım. Duygularını sakladığı maskesini takmıştı. "Hala minik bir Deniz konusunda aynı fikirde misin?" diyerek konuyu değiştirdi.

Gülümsedim ve değiştirdiği konuya anında uyum sağladım. "Evet." dedim net bir sesle. "Düşünsene. Böyle açık kahverengi saçları, bal rengi gözleri, kavruk buğday rengi teni olacak. Etrafta dolaşıp senin yaptığın yaramazlıkları yapacak." Düşündükçe dişlerim kamaşıyor, hiç görmediğim çocuğuma karşı neredeyse ağzımın suları akıyordu. Henüz doğmayan çocuğumu ısıra ısıra sevmek istiyordum.

"Bir de bunun minik Ada versiyonunu düşünsek." Elimi okşadı, burnunu saçlarımın arasına sokuşturdu. "Gözleri geceden bile siyah, pamuk kadar beyaz teni olan tatlı mı tatlı bir kız çocuğu. Kömür karası saçlarıyla, inci gibi dişleriyle etrafta bir sağa bir sola koşan, annesinin küçük versiyonu olan bir kız çocuğu."

"Bir an önce o günlere geçmek ister gibi bir halin var." dedim kıkırdayarak.

"Sen istemiyor musun?"

"Ben her günün tadını çıkarmak istiyorum yani öyle hemen geçmek istemiyorum o günlere."

Düşünceli bir
Hmm. sesi çıkardı. "Mesela?"

"Mesela sürekli senin gece yarıları markete gitmene sebep olacak şeyler aşermek istiyorum. Çok yoruldum diyerek evde yatağıma uzanmak ve kalkmamak istiyorum. Yani hamileliğimin tüm nimetlerinden yararlanmak istiyorum." Minik kahkahasıyla başımı tekrar ona doğru kaldırdım. "Ne? Yapamaz mıyım? Yaparım, bal gibi de yaparım."

"Çocuklarımızın dünyaya gelmesini beklediğimiz bu süreçte hep yanında olacağım. Türkiye'de yetişmeyen egzotik meyvelerden bile istesen, gider bulurum."

Buruk bir ifadeyle gülümsedim. Deniz hapiste zannedildiği için saklanmak zorundayken ben onun yanında bile olamayacaktım. Değil bir şey aşerdiğimde gidip almak, normal zamanda bile yanımda olamayacaktı. "Sevgilim." dedim. "Seni çok seviyorum."

"Ben de seni seviyorum." dedi. “Şimdi sıra sende. Hadi sen de bana küçük Ada’yı anlat.”

Ciğerlerimi dolduracak kadar güçlü bir nefes aldım ve usulca dışarıya üfledim. Benim anılarım Deniz’in anıları gibi değildi. Onun sevgi dolu geçmişine karşı benim geçmişim anne ve babasız geçmişti. Üstelik arayıp da bulamadığım bir ikiz kardeşim vardı. Arayışla geçen bir çocukluk ve gençliğim olmuştu ama buna rağmen mutsuz olduğum söylenemezdi. Dayım ve yengem bana ve Güneş’e çok iyi bakmıştı. Her yaz akşamında evin verandasında yediğimiz yemekleri, her hafta sonu beraber gittiğimiz yerleri, Selay ve ailesiyle geçirdiğimiz günleri düşününce gülümsedim. Bir şeyler eksik olsa da yine de huzurlu bir çocuktum. “Dayım ve yengem bizim hiçbir şeyimizi eksik etmiyordu.” dedim nihayet konuşmaya karar verdiğimde. “Her hafta sonu mutlaka bir yerlere gidiyorduk. Lunaparklar, müzeler, tarihi yerler, turistik yerler, konserler, aklına gelebilecek ne varsa götürmüşlerdi bizi. Bir keresinde lunaparka gitmiştik, sanırım sekiz yaşındaydım. Bütün gün eğlenmiştik. Çarpışan araba, dönme dolap, balerin, canımız ne istediyse binmiştik. Eve dönüş vaktimiz geldiğinde lunaparktaki palyaço önümüzü kesip beni gıdıklamaya başlamıştı ve ben neredeyse çığlıklar atarak ağlamıştım çünkü onlardan çok korkuyordum. Hala da korkuyorum.”

Deniz parmaklarını hafif hafif kolumda gezdirirken sessizce gülümsedi. “Gerçekten korkuyor musun?”

“Evet, yüzlerini boyuyorlar ve kılık değiştiriyorlar. Kıyafetlerin ve o boyaların altından kimin çıkacağını bilemiyoruz. Sapık mı katil mi psikopat mı belli değil.” dedim, içim yine ürpermişti. “Ne zaman görsem korkarım.”

“Pekâlâ, yazdım bunu.” dedi Deniz, bana daha sıkı sarılmıştı.

“Güzel bir çocukluk geçirdim aslında. Senin aksine sessiz, sakin ve uyumlu bir çocuktum.”

Deniz’in eli karnımın üzerinde nazikçe dururken başını hafifçe eğdi. “Çocukluğuna dair içinde ukde kalan bir şey var mı peki?” diye sordu. Sesi öyle yumuşaktı ki sanki kalbimin en kuytu köşelerine dokunuyordu. Sesindeki merak beni her zaman olduğu gibi çırılçıplak bırakıyordu.

“Doğum günlerim.” dedim belli belirsiz bir sesle. “Babam Savaş’ı götürdükten sonra ve biz Aydın’a yerleştikten sonra sadece bir kez kutladım doğum günümü. O da altıncı yaş günümdü. Savaş’ı bulana kadar kutlamayı reddetmiştim ve dayım da buna saygı duymuştu. Yaşım ilerledikçe kararımı değiştiririm diye düşünüyordu ama ben kararımdan dönmemiştim. Bir pastanın mumlarını üflemek ve dilek dilemek içten içe hep istediğim bir şeydi aslında.” Buruk bir duyguyla gülümsedim. Savaş’ı bulmuştum bulmasına ama bu sefer de Deniz’i kaybetmiştim ve bu geçtiğimiz üç doğum günümü de kutlamamıştım. “Sanırım doğduğu güne benim kadar yabancı olan başka biri daha yoktur.”

“O zaman bir sonraki 14 Ocak’ta Savaş’la birlikte üfleyeceksin o mumları.” dedi, sesinde öyle bir kararlılık vardı ki sanki bu sözü evrene bir yemin gibi sunuyordu.

Heyecanla başımı ona doğru kaldırdım, ellerimi karnıma koydum. “Muhtemelen karnım burnumda olurum.” Hesaplarıma göre çocuklarımız Ocak ayının sonlarında doğacaktı. “Geçireceğim en güzel doğum günü olacak. Sen, ben, çocuklarımız ve Savaş.” dediğimde bakışlarım evin olduğu tarafa kaydı, bize doğru birinin geldiğini gördüm. Gelen Ece'ydi.

"Ece." dedim şaşkınlıkla. Eve ne zaman ve nasıl geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Deniz
Herkes beni hapiste zannedecek. demişti ve şimdi Ece'nin karşısında hiç tereddüt etmeden öylece duruyordu. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." dedi Ece. Deniz'in kollarında doğruldum. Ayağa kalktım, Ece'yi kucakladım. Deniz Ece'nin gelmesine ufacık bir şaşkınlık belirtisi bile göstermemişti.

"Neler oluyor burada?" dedim ikisini birbirine muzip bir şekilde bakarken yakaladığımda.

Ece ellerini birbirine çarpıp iki kere alkışladı. "Şöyle ki Ada." dedi, konuşmak için Deniz'den izin alır gibi ona baktı. Deniz başını hafifçe salladığında Ece devam etti. "Tatile gidiyorsunuz."

Kaşlarımı kaldırdım, ağzım hafifçe açıldı. "Tatile gidiyorsunuz derken?"

Bakışlarım seri bir hızla ikisi arasında gezerken Deniz kolunu omzuma attı, şakağımı öptü. "Seni kaçıracağım."

"Deniz ne tatili, ne kaçırması? Gerçekten ne dediğinin farkında mısın sen?" dedim kollarının arasından ayrılıp ellerimi belime koyarak. "Herkesten saklanman gerekmiyor mu senin? Ayrıca bin tane problem var başımızda. Savaş yoğun bakımda. O yaşam savaşı verirken ben hiçbir şey olmamış gibi eğlenemem. Ayrıca mimarisini yaptığım bir kültür merkezi var. Bunları bırakıp hiçbir yere gidemem ben. Ortadan öylece kaybolamam."

Deniz benden bu tepkiyi beklemiyor olacak ki yüzü hafifçe düştü, Ece'ye döndü. "Ece sen salona geçer misin? Biz birazdan geleceğiz."

Ece burada bulunmaktan son derece rahatsızmış gibi duran bir ifadeyle gülümsedi ve hızlı adımlarla eve doğru ilerledi.

"Sorun ne Ada?" dedi Deniz temkinli bir sesle. "Her şey yolunda mı?"

"Sorun ne mi?" Nefesimi düzene sokmaya çalıştım. "Sorun, uğraşmamız gereken onlarca problem varken senin hiçbir şey yokmuş gibi davranman. Sorun, ikiz kardeşim komada yatarken benim kafa dağıtacağımı düşünmen. Sorun, Louis'e beş milyon dolar vermemek için lanet olası kültür merkeziyle ilgilenmek zorunda olduğum halde beni alıp götürmek istemen." dedim.

"Sevgilim." diye son derece sakin bir ses tonuyla bana bir adım yaklaştı ve ellerini kollarımın iki yanına koyarak bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Biraz sakin olmanı istiyorum." Başımı istemsizce yana çevirdim ama bakışlarımı kaçırmam onun sabrını daha da tetiklemiş gibiydi. Başını hafifçe eğerek gözlerimi yakalamaya çalıştı. "Ben hiçbir şeyi görmezden gelmiyorum Ada." dedi, kaşlarının arasındaki çizgi derinleşmişti. Elini yavaşça belime uzattı ama kararlılığımı görünce geri çekti. Bu sefer ellerini iki yana açtı. "Savaş'ı, kültür merkezini, yaşadığımız her şeyi biliyorum. Ama senin ne kadar yorulduğunu da görüyorum. Geceleri nasıl uyuyamadığını, her sabah nasıl yorgun kalktığını. Hepsini görüyorum." Sanki kalbi hızla çarpıyormuş gibi göğsü inip kalkıyordu. "Bir süreliğine bile olsa, sadece sen ve ben olsak... Bize iyi gelmez mi sanıyorsun?"
Kollarımı göğsümde kavuşturmuş, kaşlarımı çatmıştım. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırırken bakışlarımı yere indirdim. Deniz bunu fark edince yavaşça elini uzattı, çenemin altına dokundu. Parmağının ucuyla başımı kaldırmaya çalışırken gözlerinde o bildiğim inatçı parıltı vardı. "Seni çok seviyorum Ada." dedi fısıltıya yakın bir sesle. Dudaklarının kenarında yorgun ama sıcak bir gülümseme belirdi. "Sadece biraz nefes alalım istiyorum. Sen yanımdayken dünya daha az acımasız geliyor bana." Elimi usulca kavradı, avuç içlerimizi birbirine kapatırken bakışlarını gözlerime kilitledi. "Seni mutlu görmek istiyorum, seni yanımda gözlerin ışıl ışıl parlarken görmek istiyorum. Kaygısız, korkusuz, neşeli ve cıvıl cıvıl görmek istiyorum. Bize bunu çok görme yalvarırım. Sorumluluk almaktan çok yoruldum."

"Deniz onca şey varken ben." dediysem de sözümü kesti.

"Bana güven Ada. Bu zamana kadar nasıl güvendiysen yine öyle güven. Gözünü arkada bırakmayacağım." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp burnumun ucunu öptü. "Kimse bizi görmeyecek, beraber saklanacağız. Bu süreçte polisler Koral ve Victor'u izleyecek. Evrim ve Güney'i aramaya devam edecekler. Feyyaz'ı Türkiye'ye getirmek için uğraşacaklar. Bir yandan Richard'ı arayacaklar. Kültür merkezini de dert etme. Ne yapılması gerekiyorsa bizim şirket halledecek."

"Peki ya Savaş?" dedim titreyen bir sesle. "Savaş ölüm kalım mücadelesi veriyor. Ya onu kaybedersek ve ben yanında olamazsam? Ya da ya o gözlerini açarsa ve ben yanında olamazsam? Bu beni çok, çok ama çok kötü bir kardeş yapmaz mı Deniz? O, o haldeyken günümü gün edemem. Yapamam bunu."

"Savaş'ı kaybetmeyeceğiz. Durumu iyiye gidiyor. Gözünü açtığında Uygar ona olan biten her şeyi anlatacak. Savaş anlayacaktır." dedi, beni hala ikna etmeye çalışıyordu.

"Benim anlatmam gerekiyor Deniz." Elimi ikimiz arasında şöyle bir salladım. "İkimizin beraber anlatması gerekiyor. Bunu ona borçluyuz. Ayrıca ortalıktan bir anda kaybolamam. Babama, dayıma, Güneş'e ne diyeceğim?"

"Kısa bir süreliğine uzaklaşmak istediğini söyleyebilirsin. Kimse seni yadırgamaz. Yaşadıklarından sonra herkesin bunu normal karşılayacağına eminim ben."

Başımı karasız bir ifadeyle iki yana salladım. "Bilmiyorum Deniz. Bu doğru gelmiyor."

"Hayatı kaçırıyoruz Ada." dedi bir anda sitemli bir sesle. "Beraber biriktireceğimiz bir sürü anı varken sen elinin tersiyle itiyorsun. Sürekli başımıza gelen problemleri düşünerek yaşayamayız."

"Problemler, onları yok saydığımızda silinip gitmiyor." dedim ve önünde sağa sola yürüdüm. "Sen kaçmaktan bahsediyorsun. Farkındasın değil mi?"

"Farkındayım. Yapmak istediğim şey tam olarak bu. Çünkü yoruldum."

"Ben de yoruldum." dedim ve tam karşısında durdum. "Sürekli bir şeylerle mücadele etmekten, canımı korumaya çalışmaktan, senin başına bir şey gelecek mi diye endişe duymaktan çok yoruldum Deniz. Seninle uyuyamamaktan, seninle uyunamamaktan, seni istediğim zaman öpememekten, tüm bu kötü şeylerin başkahramanı olmaktan çok yoruldum." Gözlerimin ne zaman dolduğunu, yaşların yanağıma ne zaman süzüldüğünü bile bilmiyordum.

Deniz ellerimi yanaklarıma yasladı ve yaşları silip alnımı öptü. "Nefes almaya ihtiyacın var Ada, kabul et. Benimle birlikte nefes almaya, uzaklaşmaya ihtiyacın var. Vicdan yapıyorsun. O yüzden bana kızıyorsun. Ama kabul et, uzaklaşmaya ihtiyacın olduğunu kabul et. İstediğim tek şey kendini bana bırakman."

"Korkuyorum." dedim çoktan çatallaşmış bir sesle. "Deniz çok korkuyorum. Her şeyin kontrolden çıkmasından çok korkuyorum. Müdahale edememekten çok korkuyorum. Ya biz yokken her şey daha da karışırsa. Ya bize ihtiyaç duyarlarsa?"

"Kim bize ihtiyaç duyacak?" dedi sakin bir sesle. "Korktuğun şey ne?" Bir elini belime koydu ve beni kendine biraz daha yaklaştırdı. "Bebeğim, anlat bana."

"Daha kötü şeyler yaşamaktan korkuyorum." dedim, alnımı göğsüne yasladım. Kalbinin ritmik atışlarını hissedebiliyordum. Sakinmiş gibi çarpsa da içinde bir fırtına koptuğunu anlayabiliyordum.

Yumuşak dudaklarını saçlarıma bastırdı. Elini sırtımda ve belimde gezdirirken parmaklarının titrediğini hissedebiliyordum. "Bebeğim." dedi, sesi aramızdaki küçücük mesafede yankılanıyordu. Çenesini başımın üzerine koydu. Kollarımı ona sardığımda parmaklarım istemsiz bir şekilde gömleğini kavramıştı. "Senin gözlerindeki korkuyu görmek bana bin savaş kaybettiriyor." Saçlarımı bir kez daha öptü. "Korkmanı istemiyorum. İstediğim tek şey benimle gelmen. İnan bana uzun sürmeyecek." Elini çenemin altına koyarak başımı kaldırdı, alnını alnıma yasladı. "Kontrol edemeyeceğimiz şeyler olacak, evet. Bunu inkâr edemem." Burnumu öptü. "Ama bir kez olsun kendini bırak Ada. İnan bana hiçbir şey korktuğun gibi olmayacak."

***

Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi yat teknemizde, suya vuran yakamoza bakarken bulmuştum. Deniz, Ece’nin hazırladığı ve benim bu süreçte farkına bile varmadığım valizlerimi yatak odasına yerleştiriyordu. Her şeyi bana fark ettirmeden o kadar kaşla göz arasında hallediyordu ki onu anlayamıyordum. Çözemediğim tek yanı buydu. Olanları gözden kaçıran biri olmamama rağmen Deniz’in gizli saklı yaptığı hiçbir şeyi göremiyordum.

“Yani.” dedim Deniz arkamdan bana sarılıp çenesini omzuma koyduğunda. “Sen diyorsun ki biz bahçe salıncağımızda otururken Hakan Ece’yi eve aldı, Ece de benim valizlerimi hazırladı.”

“Aynen öyle diyorum sevgilim.” dediğinde elbisemin açıkta bıraktığı boynuma bir öpücük bırakmıştı bile.

“Peki sen Ece gelecek diye mi sevişmek için vaktimiz olup olmadığını sorguluyordun? O yüzden mi tereddütte kaldın?” dedim, başımı yanağına yasladım. Yatın demirlerine tutunurken bir yandan da Deniz’in kollarında sağa sola salınıyordum.

“Evet.” dedi, boynumu bir kez daha öptü. ‘’Ece aslında daha erken bir vakitte gelecekti. Ama sen bana karşı öyle arzu doluydun ki seni kırmak istemedim ve Ece’ye birkaç saat geç gelmesini söyledim.’’

‘’Hmm.’’ dedim ve göz ucuyla yatın içine baktım. ‘’Ne zaman planladın sen bu tatil işini?’’

‘’Cezaevindeyken Eser’e bahsettim. Aklımdaki tek sorun, sana tatilde giyebileceğin eşyaların olduğu bir valizi nasıl hazırlayacağımdı. Sonra aklıma Ece geldi. Eser de planımızı Ece’ye anlattı. Senin zevkini pek bilmemesine rağmen iyi iş çıkartmış. Aldığı şeyler hoşuma gitti.’’ Bir elini göğsümün altına yasladı ve başparmağıyla tenimi hafifçe okşadı.

‘’Ne almış ki?’’ Deniz’e doğru dönüp kollarımı boynuna sardım, ensesindeki saçlarını parmaklarımın arasına geçirdim.

Eğilip burnumun ucunu öptü. ‘’Sana çok yakışacağını düşündüğüm bikiniler, mayolar, rengârenk elbiseler. Bunların yanında güneş kremleri ve pamuk teninin güneşten zarar görmemesi için koruyucu yağlar.’’

Kaşlarımı yukarıya kaldırıp gözlerimi açtım. ‘’Biz nereye gideceğiz ki?’’ dedim merakla.

Düşünür gibi yaptı, bir elini belimden çekip topuz yaptığım saçlarımı açtı ve gözümün kenarına yumuşacık bir buse kondurdu. ‘’Hatırlıyor musun, bana Cemre’nin aslında hayatta olduğunu söylemeden bir gece önce biz seninle dışarıda yemeğe çıkmıştık.’’

Başımla onayladım. Deniz iki elini de bel boşluğuma yerleştirip mümkünmüş gibi beni kendine çekti, gövdem onun gövdesine yapışmıştı. ‘’Hatırlıyorum.’’

‘’O gece dans ederken bana Ege koylarını gezmek istediğini ve yıllardır süregelen su korkunu benimle yenmek istediğini de söylemiştin. Bunları hatırlıyor musun?’’ Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra çenemin boynumla birleşen noktasını öptü ve geri çekilip vereceğim cevabı bekledi.

‘’Onu da hatırlıyorum.’’ Biraz düşündüm ve heyecanla gövdemi geri çekip gözlerimi gözlerine sabitledim. ‘’Ege koylarında tatil mi yapacağız? Hem de yatınla? Karaya ayak basmadan?’’

Burnumu öpüp geri çekildiğinde yüzünde, içimde güller açtıran mutlu bir ifadeyle karşılaşmıştım. ‘’Bu yat senin, unuttun mu?’’

Gözlerimi devirdim. Richard bizi tehdit ettikten sonra Deniz her ihtimali düşünmüştü. Her kötü ihtimali ele almış, bir gün tutuklanma ve mal varlıklarına el konulma olasılığını hesaplamış, mülklerimizi kaybetmemek için çoğu taşınmaz veya taşınır mal varlığını benim üzerime yapmıştı. Ve şu an içinde bulunduğumuz yat da onlardan biriydi. “Her şey normale döndüğünde benim üzerime ne verdiysen sana geri vereceğim, sen bunu unuttun mu?” dedim sevimli bir edayla.

“Vermesen de olur.” dedi umursamaz bir tavırla. “İki tane çocuğumuz olacak bizim. Sen bana dünyaları verdin. Ben sana birkaç bir şey vermişim çok mu?”

Şaşkınlıktan hafifçe aralanan ağzımı saniyeler içinde kapattım. Ardından açtım. Çünkü Deniz’in önemsiz bir şeyden bahseder gibi üzerime geçirdiği o şeyler hiç de önemsiz değildi. Mesela tapusu bana ait olan on yedi tane arsam olmuştu. Yaşadığımız evi ve arabalarının hepsini benim üzerime bildirmişti. Otellerden birkaçını daha benim üzerime verecekti ki son anda onları Eren’in üzerine bildirmesi için ikna edebilmiştim. “Arsalarını geri vereceğim. Evimizi geri vereceğim. Arabalarını ve yatını da geri vereceğim. Otelim, kütüphanem ve arabam bana yetiyor.”

Deniz sanki dünyanın en saçma şeylerini söylemişim gibi beni umursamadı ve konuyu başka yöne çevirdi. “Şu saçmalıklar biter bitmez yapacağım ilk iş seninle tekrardan evlenmek olacak. Karım olmadığını hatırladıkça başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor sanki.”

“Bu kadar eminsin yani seninle tekrar evleneceğimden?” dedim vereceği tepkiyi merakla beklerken.

Yüzünün düşeceğini zannetsem de beni yanıltmış, yüzüne haylaz bir ifade yerleştirmişti. “Olsun, seninle bekâr olarak da yaşarım ben. Alt tarafı bir imza. Atmasak da olur, değil mi sevgilim?”

Omuz kıstım ve ona uydum. “Bana göre hava hoş. Senin karın olmadan da başımın çaresine bakabilirim. Ne de olsa bir sürü mal varlığım var.”

“Bana geri vereceğini söylediğin mal varlığından bahsetmiyorsundur umarım.” dedi inanılmaz uyuz bir ifadeyle.

Kendi kazdığım kuyuya kendim düşmüştüm, yine de bozuntuya vermedim. “Otelim benim için büyük bir gelir kaynağı.” dedim omuzlarımı dikleştirip. “Ayrıca mimarım ben. Mesleğimi icra ederek de para kazanabilirim.”

“Çok inatçısın.” dedi burnumu burnuyla severken. “İnadınla, zekânla, cesaretinle, güzelliğinle benim aklımı yiyip bitiriyorsun. Ben seninle ne yapacağım?”

“Bir düşüneyim.” dediysem de hiçbir şey düşünmemiştim. Deniz benimle ne yapacağını benden daha iyi biliyordu. “Bulamadım ki.” dedim omuzlarımı kaldırıp indirdikten hemen sonra. “İnsan ne yapar ki benim gibi bir sevgilisi olduğunda?”

Deniz aşağı doğru sarkıttığım dudaklarıma minicik bir öpücük bırakıp yüzümü izledi. “Seni her gün öperek uyandırabilirim. Her akşam senin için çay demleyebilirim. Gördüğüm her sarı nesneyi senin için alabilirim. Evde her gün incir bulunmasını sağlayabilirim. Seninle beyaz şarap içerek geleceğimiz için planlar yapabilirim. Seni resim yaparken izleyebilirim. Seninle mekân ve zaman fark etmeksizin sevişebilirim. Yorulduğunda dizlerime yatırıp saçlarını okşayabilirim. Mutlu yaşaman için tüm dünyayla savaşabilirim. Dilediğin her an dizinin dibinde bitebilirim.”

Tüm yüzüme yayılan büyük bir gülümsemeyle Deniz’e baktım. Onun sevgisi bende mutluluktan ağlama isteği uyandırıyordu. “Hayatın bana verdiği en güzel şeysin sen.” dedim sesimi toparlamaya çalışırken. “Sana aşığım ve sana aşık olmaya da aşığım. İçim öyle bir şenleniyor ki sen yanımda olunca, bütün kötü şeyleri unutuveriyorum. Kokunu duyunca bile sakinleşiyorum. Ne güzel şey seni sevmek! Ne güzel şey seni yanımda görmek!”

“Eğer biraz daha böyle sevimli davranmaya devam edersen seni alıp yatak odasına kaçıracağım.” dedi muzip bir gülüşle.

“Kaçır.” dedim I harfini gereğinden fazla uzatarak.

Bakışlarıyla yattan denize doğru inen zinciri gösterdi. “Birazdan çapayı çekeceğim, hareket etmemiz lazım. Yola çıkmalıyız.”

Kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yasladım. “Peki, o zaman gidelim sevgilim.”

 

***

22 Haziran, Çarşamba

Bir beşikte sallanıyormuşuz gibi bir hisle uyandım, güneş tam yüzüme vuruyor, Deniz’in sıcak nefesi de boynuma çarpıyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ve açıkçası umurumda da değildi. Çekmeceye uzanıp telefonumu aldım. Deniz’in aldığı taşınabilir Wi-Fi kutusunun şifresini telefonuma girdim ve gelen mesajlarımı kontrol ettim. Bütün arkadaşlarım ve akrabalarım aniden çıkan tatil kararım karşısında şaşkınlıklarını bildiren mesajlar atmışlardı. Hepsine iyi ve güvende olduğumu, bir süre kafamı dinlemek istediğimi, sürekli onlarla iletişimde olacağımı söyledikten sonra öpücük attığım bir selfie çektim ve hepsine tek tek gönderdim. Bu tatilin ne kadar süreceğini bilmiyordum ama içimden bir ses hepsini özleyeceğim kadar uzun süreceğini söylüyordu.

Mesajlar arasında gezerken İpek’in de bana bir mesaj attığını gördüm. Bana Mavi’yle çektiği bir video göndermişti. Mavi beni çok özlediğini söylüyordu. Ben de onu çok özlemiştim. İpek’e en kısa zamanda görüşmek istediğimi yazıp ultrason görüntümü attım ve altına Mavi’ye iki tane kardeş geliyor yazarak ellerini yüzüne kapatan maymun emojisi gönderdim. Mesajlarım henüz İpek’e iletilmemişti. Muhtemelen Fransa’da saat sabahın körüydü.

Mesajlardan sonra telefonumu çekmeceye tekrar koydum ve dizüstü bilgisayarımı alıp maillerimi okumaya başladım. Sorumlusu olduğum kültür merkezinin muhtemel genel müdürü Tayfun Gümüşçü bir belge atıp benim de imzalamam gerektiğini söylemişti. Deniz tatildeyken bir yandan da çalışmaya devam edebilmem için her şeyi düşünmüştü ve bu her şeye dizüstü bilgisayarım ve tarayıcı görevi de gören yazıcım da dâhildi.

Tayfun Gümüşçü’nün attığı imzalı belgeyi yazıcıdan çıkarttım, dikkatlice okudum. Önemli bir şey değildi. Kültür merkezinin bekleme salonuna alınacak lambaderler için gelen fiyat teklini onayladığı bir belgeydi. Fiyat benim için de uygundu, belgeyi imzaladım, taratıp PDF olarak kaydettim ve mail üzerinden Tayfun Gümüşçü’ye attım.

Telefonumu tekrar aldım ve Sarp’tan gelen mesajı okudum. Sarp Deniz’in planından haberdardı ve bu kaçar gibi yaptığımız tatilde bize eşlik edecekti. Tabii yatta olmayacaktı. Sadece biz hangi limana demir atarsak o şehre gelecekti ve ihtiyaç duyduğumuz şeyleri bize verecekti. Yani tüm Ege kıyı şeridi boyunca bir yolculuk yapacak gibi görünüyordu.

Sarp dışında bu kaçışımızı sadece Eser, Uygar, Ece ve Deniz’in adamları biliyordu. Uygar ve Eser İstanbul’da kalacak ve geride bıraktığımız tüm meselelerle ilgileneceklerdi. Uygar istifa etmesine rağmen şirketle meşgul olacaktı. Her ne kadar Deniz’le arası eskisi gibi olmasa da şirketle ilgilenmeyi kabul etmişti. Deniz’e kalsa pek de içinden gelerek yapmıyordu çünkü Uygar Deniz’e hala kırgındı. Kendince haklı olabilirdi, Deniz ondan birçok şey saklamıştı. Bu da Uygar’ın zoruna gitmiş olmalıydı. Bu geçtiğimiz iki ay boyunca ettikleri tartışmalara ben de şahit olmuştum. Uygar bizim ayrılığımızı gerçek zannederken Deniz onun gözünün içine baka baka gerçekleri saklamıştı. Bir gün tekrar eskisi gibi olmalarını umdum.

Bu süreçte Eser de Richard, Victor, Koral, Feyyaz, Güney ve Evrim’in yakalanma süreciyle ilgilenecekti ve bana kalırsa işin zor tarafı kesinlikle ondaydı. Deniz ondan her gün bilgi istemişti. En küçük ve basit gibi görünen detayları bile öğrenmek istiyordu. Eser’in ne yapıp ne edip bu işlerin altından kalkacağına emindim. Çünkü Eser geleceğini düşünmeden korkusuzca her şeye atlıyordu. Bu da onu başarılı kılıyordu ama geleceğe dair hiçbir umudunun olmaması beni kendimden beklemediğim kadar üzüyordu. Kaygısı yoktu,
Başıma bir şey gelirse ne olur? gibi bir korkusu yoktu. Bence bu korku herkeste olmalıydı ama Eser’in arkasında bırakacak kimsesi olmaması böyle bir karaktere sahip olmasında önemli bir etkendi. Beyza’yla olmalarını diledim ve Sarp’ın mesajına odaklandım.

-Günaydın, neredesiniz? Deniz bana saat 10 sularında Gelibolu açıklarında olabileceğinizi söyledi. Ben Çanakkale’deyim. Eğer bir şey olursa ararsınız. Ben uyuyacağım çünkü bütün gece direksiyon salladım.

+Günaydın, nerede olduğumuzu bilmiyorum. Şu anlık sana ihtiyacımız yok gibi. Sen uyu ve dinlenmene bak. Eğer Gelibolu açıklarına gelmediysek bizi orada beklersin. Eğer orayı çoktan geçtiysek sen sonradan bize yakın olan şehre gelirsin.

Mesajım tek tik olmuştu. Anlaşılan Sarp mesajı atar atmaz kendini yatağa atmıştı. Telefonu tekrar çekmeceye bırakıp bilgisayar ekranına döndüm. Deniz’in mırıldanarak hareket etmesiyle başımı ona doğru çevirdim. Gözlerini açmaya çalışıyordu. “Daha ilk günden tatilimizden sıkıldın ve işe mi koyuldun?”

Ekranı indirip tekrar yatar pozisyona geçtim ve Deniz’e sokulup yanağını öptüm. “Sana da günaydın sevgilim.”

“Günaydın gün ışığım.” dedi sevecen bir ses tonuyla.

“Sen uyanana kadar işlerime bakayım dedim çünkü günün geri kalan kısmında vaktim olmayacak.”

“Neden?” diye meraklı bir ifadeyle sordu.

Burnuna hafifçe vurdum. “Çünkü ben bugün tamamen seninle ilgileneceğim.”

“Bak bu çok güzel bir fikre benziyor işte.” dedi, yanıma sokulup sakallarını boynumda gezdirdi. Gıdıklandığım için kahkaha atmaya başladım.

Mutluluk çığlığına karışan büyük bir kahkaha attım. Ardından kahkahalarım kesilene kadar adını sayıkladım. “Deniz, Deniz, Deniz. Adın, sevdiğim en güzel kelime. Deniz, benim Deniz’im. Korktuğum halde içine balıklama atladığım en derin suyum.”

Yüzünü boynumdan çekti, yüzüme yayınlan saçlarımı elinin tersiyle geriye itti. “Romantik halini öyle çok seviyorum ki.”

Yüzüme sahte bir üzüntü yerleştirdim. “Oysa ben senin her halini seviyorum. Sen sadece romantik halimi mi seviyorsun?”

Başını iki yana sallayıp içli ve sabırsız bir nefes verdi. “Her halini seviyorum. Kaygılı halini, bir şeylerden korkuyorken ki halini, cesur halini, duygusal halini, uykulu halini, dinlenmiş halini. Seni sen yapan her halini seviyorum. Seni komple seviyorum.”

Heyecanla olduğum yerde kıpırdadım. “İçim içime sığmıyor. İçimde kocaman bir coşku var ve bu coşku içimden taşacak gibi. Nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama içim içime sığmıyor.” dedim gözlerimin ışıl ışıl olduğuna emin olduğum bir anda. “Sanki tüm duygularım bedenime büyük geliyor.”

Deniz saçımı geriye atıp gülümsedi. “Duygularını ifade edemiyor olmanı dert etmiyorum. Davranışlarınla yeterince belli ediyorsun zaten.”

Heyecanlı bir nefes aldım. “Nasıl belli ediyorum? Ne yapıyorum mesela?”

“Yüzüme bakarken gözlerinin içi gülüyor. Oradan anlıyorum içindeki coşkuyu. Bana dokunurken ellerin, bir şey söylerken sesin titriyor.”

“Bu kadar çok mu belli ediyormuşum duygularımı?” dedim ve biraz da olsa bedeninden uzaklaştım.

“Bir şeyleri gizlemeyi öğrendin evet, ki bu hiç hoşuma gitmiyor o ayrı, fakat sevgini gizlemeyi artık başaramıyorsun. Önceden başarıyordun. O yüzden seni, beni sevmemekle suçlamıştım.” dedi, son derece pişman bir ifadeyle. “Düğünümüzden önce.” diye fısıltı bir sesle de ekledi.

Kulağının üzerindeki saçları elimin tersiyle sevdim. “Bence şimdi bunları konuşmayalım. Ne konuşalım biliyor musun?”

“Ne konuşalım sevgilim?” diye sordu sanki ona dünyanın en önemli cevabını verecekmişim gibi bir merakla.

“Bugün ne yapacağımızı konuşalım. Sarp mesaj attı mesela.
Gelibolu’da mısınız? diyor. O Çanakkale’deymiş. Uyuyor ama şimdi, yorulmuş bütün gece direksiyon salladığı için. Bugün onunla hiç görüş-”

Kelimelerim Deniz’in beni öpmesiyle kesildiğinde söyleyeceğim her şeyi önümüzdeki dakikalara ertelemiştim. Ben ne zaman heyecanla bir şeyler anlatsam Deniz dayanamıyor ve beni öperek susturuyordu. Sanırım beni heyecanlı gördüğünde içi içine sığmıyor, beni kendi içine katası geliyordu.

“Biraz anı mı yaşasak sevgilim? Akışa bıraksak biraz. Her şeyi kontrol etmeye çalışmasak.”

“Ama öyle olunca her şey kontrolden çıkıyor.” dedim soluklanmak için ara verdiğimiz sırada.

“Sevgilim.” dedi, duraksadı. “Su akar yolunu bulur. Düşünme artık.”

Burnunu burnumla sevdim. “Su hangi güzergâhı izlerse izlesin, varacağı son durak toprak olur, biliyorsun değil mi?”

“Bilmez miyim?” dediğinde çoktan dudaklarıma kapanmıştı.

***

Ilık rüzgâr saçlarımı okşayıp yavaşça havalandırırken içime derin bir nefes çektim. Nemli ve tuzlu hava ciğerlerimi doldurdu. Bu koku şehirdeki egzoz kokusundan o kadar uzaktı ki sanki yeni bir gezegene gelmiş gibiydim. Martılar uzakta çığlıklar atarak süzülüyordu. Sahilden gelen sesler denizin ritmik dalga seslerine karışıyor ve doğanın en güzel senfonisini oluşturuyordu.

Deniz’in cümleleri odağımı böldüğü sırada Gelibolu’nun eşsiz manzarasını izliyordum. “Evet.” dedi güvertedeki masaya çay bardaklarımızı bırakırken. “Başka istediğin bir şey var mı sevgilim?”

Güneş gözlüğümün altından ona baktım. Sonra bakışlarımı neredeyse sadece kuş sütünün eksik olduğu masaya çevirdim. Hamile oluşumu bahane ederek bana bir tabak bile taşıtmamış, tüm kahvaltıyı o hazırlamış, masayı da o hazırlamıştı. “Oturmanı istiyorum. Evet, senden tek istediğim oturman.” Deniz
Bir saniye. der gibi başını salladı, üzerimize açtığı büyük plaj şemsiyesini bana doğru çekti ve güneşin yüzüme vurmasını engelleyerek nihayet yanıma oturdu. “Biraz daha benimle böyle bebekmişim gibi ilgilenmeye devam edersen kişisel motor becerilerimi yerine getirememekten korkmaya başlayacağım.” Tabağıma uzandım ve bir üzümü ağzıma attım.

Deniz önce güneşin vurduğu açıyı gözleriyle kontrol etti, sonra buz gibi karpuz suyunun olduğu bardağı ağzıma sokuşturdu. “İç bakalım.” Dediğini yapıp bir yudum içtim. Ama bu Deniz için yetersiz olmalıydı ki bardağı ağzımda tutmaya devam etti. “Oh, iç iç, şifa olsun. Hadi birkaç yudum daha Ada.”

İki yudum daha aldıktan sonra bardağı kendimden uzaklaştırdım. “Çok lezzetli olmuş. Eline sağlık.” dedim, gözlüğümü çıkartıp taç gibi saçıma taktım. Deniz ise hala güneş gözlüğüyle duruyordu. Üstünde hiçbir şey yoktu. Altında ise birazdan denize atlayacakmış gibi üzerine geçirdiği bir şort vardı.

“Afiyet olsun benim güzel sevgilim.” dedi, ucunu kırdığı ekmeği tavada dumanı tüten menemene bandırdı, soğuması için üfledi, bana doğru uzattı, ağzımın içine itti. “En son ne zaman tatil yaptığımı hiç hatırlamıyorum.” dedi uzaklara dalıp gitmiş gibi bir sesle.

“Çok tatile çıkar mıydınız?” dedim, çayımdan bir yudum aldım. Deniz’in anlatmasını beklemeden kendi tatil anılarımdan bir tanesini anlatmaya başladım. “Ben en son dört yıl önce çıkmıştım tatile. Selay ve Can’la birlikte İzmir’e gitmiştik. Onlar tüm tatil boyunca ördek gibi yüzmüşlerdi, bense günler boyunca şezlongda yatarak onları izlemiştim.”

“Bu sefer izlemeyeceksin.” dedi, gözlerinde güneş gözlüğü olmasına rağmen göz kırptığını anlayabiliyordum.

“Biz tatile çıkmış tatlı sevgililer değiliz. Biz herkesten gizlenmek için denize açılan o belalı sevgilileriz, biliyorsun değil mi?” dedim şaşkınlıktan açılmış ağzımla. “Yani bence öyle
Bu sefer izlemeyeceksin. demen biraz iddialı oldu.”

“Biz tatile çıkmış tatlı sevgilileriz sevgilim.” dedi. “Karaya ayak basana kadar bir tane bile sorun düşünmeyeceğiz.” Gözlüğünü çıkarttı, benim gibi saçlarının üzerine taktı.

“Sorunları düşünmek istediğimden değil ama bizim karaya ayak basmamız gereken bazı durumlar olabilir.” dedim dudaklarımı aşağı sarkıtarak. Deniz
Ne oldu? der gibi bakınca devam ettim. “Doktor kontrolüne gitmem gerekecek Deniz. Çocuklarımızın durumuna hiç bakmayacak mıyız? Üstelik bu yatta kaç gün ya da kaç hafta yaşayacağımız bile belli değil.”

Deniz arkasına yaslanıp kollarını tabağının iki kenarından masaya koydu. “Onu da düşündüm. Birkaç rota belirledim. O rotalarda demir atacağım. Sarp da biliyor o noktaları. Oralara geldiğimizde Sarp seni alacak, hastaneye götürecek, kan vereceksin ve ultrason kontrolüne gireceksin. Sarp sonuçları Adelia kimliğinle bizim hastanemizdeki Melike Hoca’ya atacak. Melike Hoca da onu bilgilendirecek.”

En küçük detaya kadar düşündüğü plan karşısında dudaklarımı araladım. Ellerimi yanaklarına yasladım ve yanağını minicik öpüp geri çekildim. “Her şeyi bu kadar düşünemezsin Deniz. Nasıl yapabiliyorsun bunu? Hangi ara? Ne zaman?”

Deniz burnunu kırıştırarak sırıttı. “Konu sen olunca benim düşünme özelliğim.” dedi, cümlesini yarıda bıraktı, çenemi tuttu, başparmağıyla dudağımın kenarını okşadı. Ne söyleyeceğini unutmuş gibi gözlerini kıstı, başını iki yana sallayıp ana döndü. “Ne diyordum? Benim düşünme özelliğim hiç bitmiyor Ada. Hayatımın tüm odak noktası sensin. Tüm benliğim hayatı sana daha nasıl konforlu yaşatabilirim gibi düşüncelerle dolup taşıyor.” Yüzümdeki gülümseme kocaman olurken yanağını okşamaya devam ettim. “Ben senden önce ne yaptığımı, nasıl yaşadığımı, ne düşündüğümü hiç bilmiyorum. Sanki o zamanlar sadece var olmak için varmışım.” Elimi tuttu, avucumun içine bir öpücük kondurdu. "Şimdi nefes alıyorum. Seninle birlikte, bizimle birlikte. Sen her şeyi o kadar güzelleştirdin ki kötü olan her şeyi göz ardı edesim geliyor.”

“Ya ben.” dedim, sesim titremişti. “Asıl ben senden önce ne yapıyormuşum hiç bilmiyorum ki. Sanki sensizken siyahtım, şimdi seninle gökkuşağıyım. Öyle parlattın ki beni, ben artık kendi karanlığımdan hiç korkmuyorum Deniz.”

Deniz bana doğru uzandı, önce yanaklarımı kısaca öptü, sonra dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı. “Böyle konuşmaya devam edersek bu işin sonu yatak odamızda biter, biliyorsun değil mi?”

Utangaç bir tavırla başımı aşağı yukarı salladım, konuyu hemen değiştirdim. “Kahvaltı harika görünüyor, bütün iştahım kabardı.” Telefonumun çalmasıyla masadan aldım ve hoparlöre alarak aramayı yanıtladım.

Arayan Louis’ti. “Günaydın Ada.” dedi coşkulu bir sesle. Türkçe konuşmuştu,
Günaydın. onun bildiği Türkçe birkaç kelimeden biriydi, ara sıra kullanıyordu.

“Günaydın.” diye gergin bir sesle yanıtladım. Telefonu neden açtığımı bile bilmiyordum.

Louis Fransızca devam etti. “Nasılsın?” dedi havadan sudan konuşmak için aramış gibi. “Nasıl gidiyor?”

“İyiyim Louis. Kültür merkezini soracaksan eğer, ilgileniyorum merak etme. Hatta bugün Tayfun Bey’le mailleştim. Raporları bizzat yakından takip ediyorum. Planladığın açılış tarihine yetişmesi için elimden geleni yapacağım. Sen nasılsın, nasıl gidiyor?”

“İyiyim. Portekiz’deyim. Kültür merkezi için aramamıştım. Seni merak ettim.” dediğinde huzursuzca yerimde kıpırdandım. Parmaklarımla masaya birkaç kez vurdum. “Duyduğuma göre Deniz’in tutukluluk hali devam ediyormuş.”

Kaşlarımı çattım. Bakışlarımı bir anlığına Deniz’e çevirdim. Gözlerinde bastıramadığı bir huzursuzluk hali vardı. “Ya, evet öyle.” dedim ağzımın ucuyla. “Cezaevinde kalmaya devam edecek.”

“Anladım.” dedi, sesi keyifli geliyordu ve ben telefonumu derhal denize atmamak için kendimi zor tutuyordum.

Bir anlık cesaretle “Beni bir daha arama.” dedim. Neden böyle bir şey dediğimi bilmiyordum. Sanırım projeye tek başıma devam etmek istemediğim için beni beş milyon dolar ödemekle tehdit etti diye Louis’e çok kızgındım ve artık aramızda bir arkadaşlık bağı hissetmiyordum. Tabii tek neden bu değildi. Sarp’ın son zamanlarda söylediği gibi Louis’in bana karşı bir şeyler hissettiğine ben de inanmaya başlamıştım ve onu kendimden uzak tutmak istiyordum.

Louis telefonun başında kalakalmış gibi uzun bir süre sustu. Ardından şaşkın bir sesle sordu. “Neden Ada?”

“Bazı kararlar aldım.” dedim ağzıma bir peynir parçası atarken. “Senin arkadaşlığın bana iyi gelmiyor. O yüzden sadece ortak olarak devam edelim. Zaten proje bitmek üzere. Bittiğinde ortaklığımız da bitecek.”

Louis az öncekinden de şaşkın bir sesle devam etti. “Sen, beş milyon dolar meselesi yüzünden kızgınsın bana hala, değil mi?”

Sanki oksijen bana sabır getirecekmiş gibi derin bir nefes aldım. Sesim umduğumdan çok daha sakin çıkmıştı. "Kızgınlık doğru kelime değil Louis." dedim, her kelimeyi özenle seçerek. "Hayal kırıklığı. Evet, bu daha doğru. Ben seni bir arkadaş olarak görüyordum. Arkadaşlar, en zor anlarında birbirlerini maddi yaptırımlarla tehdit etmezler."

Louis söylediklerimi sindirmek ister gibi kısa bir süre sessiz kaldı. "Ada, o bir tehdit değildi. Sadece... Sözleşmeler ciddi şeylerdir. Senin projeye olan bağlılığını sorguladığını hissettim ve... tepkim sert oldu. Bu senin kişisel durumunu görmezden gelmem için bir mazeret değil, biliyorum."

Gözlerimi kıstım. "Önemli olan o değil artık, Louis." diye devam ettim, sesim yorgun çıkıyordu. "Önemli olan benim artık ekstra duygusal yük taşıyamayacak olmam. Sadece işimize odaklanalım. Projeyi bitirelim, açılış tarihini tutturalım. Sonra da yollarımızı ayıralım. Bu ikimiz için de en sağlıklısı."

"Yani... Beni hayatından tamamen çıkarmak mı istiyorsun?" Sesindeki şaşkınlık yerini hüzünlü bir kabullenişe bırakmıştı.

"Hayatımdan değil.” diye düzelttim son bir kez netleştirmek istercesine. "Sadece özel hayatımdan çıkarıyorum. Telefonlarım, ofisim, proje saham. Hepsi açık senin için. Ama
Portekiz'den merak ettim. aramalarına kapalı. Bunu anlayabiliyor musun?"

“Hayır anlamıyorum.” diye diretti. “Ada gerçek dünyadayız. Bu işler böyle yürür. Sözleşmeleri çiğneyemezsin ve bunun sonuçları olacağını bilmelisin. Bu kişisel bir saldırı değildi, profesyonel bir uyarıydı."

İçimde bir öfke dalgası yükseldi. "Profesyonel uyarı mı?" diye çıkıştım, artık sesimi saklama gereği duymuyordum. "Louis, kardeşim yoğun bakımda! Psikolojik olarak paramparçayım. Ve sen o anda bana beş milyon dolarlık bir fatura kesmekten bahsettin. Buna profesyonellik mi diyorsun? Bence sana yeniden bir sözlük almak gerekiyor."

"Ada, lütfen.” diye başladı ama sözünü kestim.

"Hayır, sen lütfen Louis! Beni dinle. Az önce de söyledim. Senin arkadaşlığın artık bana iyi gelmiyor. Proje bittikten sonra seninle görüşmek istemiyorum."

"Bu kadar kolay değil.” diye ısrar etti. "Seninle sadece proje ortağı değiliz, aynı zamanda arkadaşız. İki yıldır tanıyoruz birbirimizi. Bir tartışma yüzünden bunu çöpe atamazsın."

"Bir tartışma değildi bu Louis!" diye bağırdım. "O gün üstüne düşmedim ama oteldeki odama girmen bile bir sınır ihlaliydi! Odama izinsiz girdin, daha o an hamile olduğumu öğrendin. Çünkü gebelik testi odamda duruyordu. Savaş’ın evine geldiğinde zaten hamile olduğumu biliyordun. Ama Savaş’ın evine gelerek benim ağzımdan da duymak istedin.”

"Ben senin iyiliğini istiyorum, Ada! Her zaman istedim!" diye sesini yükseltti. "Seni korumaya çalışıyorum. Deniz’in etrafında dönen bu karanlık işlerden uzak tutmaya çalışıyorum. Ama anladığım kadarıyla sen uzak durmak istememişsin. Gitmişsin ondan hamile kalmışsın.”

"KES!" diye bağırdım. Nefes nefese kalmıştım. "Sakın. Benim hayatımla, kararlarımla, kiminle olduğumla ilgili tek kelime daha etme. Senin bu konuda hiçbir söz hakkın yok. Anlıyor musun? HİÇ!"

Louis "Pekâlâ, Ada.” diyerek beni şaşırmıştı. “Profesyonel mesafeyi koruyalım o zaman. Madem öyle istiyorsun. Ama unutma, sözleşme hâlâ geçerli. Proje bitene kadar bana bağlısın. Ve ben de seninle ilgili endişelerimi dile getirmekte özgürüm. Bu arkadaşlık senin dediğin kadar kolay bitmeyecek." Telefonu yüzüne kapatmadan önce son sözlerini duydum. "Görüşürüz çok yakında."

Telefonu elimden masaya bıraktım. Deniz endişeli bakışlarla bana bakıyordu. "İyi misin?" diye sordu, sesi yumuşak ama gergindi.

“İyiyim.” dedim, Deniz’in bakışlarında sorular vardı ve onun sormasına fırsat vermeden açıklamaya çalıştım. “Senin tutuklandığın ilk gün, biz Sarp’la Savaş’ın evine gittik. Louis de geldi.” Deniz hafifçe başını salladı. “Oteldeki odama girip beni aradığını söyledi. O sırada gebelik testi de odadaydı. Onu orada bırakmamalıydım biliyorum ama sen tutuklanınca ben her şeyi unuttum, hiçbir şeyi düşünemedim.” Kısa bir ara verip söyleyeceklerimi kafamda bir araya getirdim. “Neyse işte Savaş’ın evine geldi. Orada da hamile olduğumu söylemek zorunda kaldım.”

Deniz elini uzatıp yanağımı okşadı. “Louis senin arkadaşınsa.” dedi, başımı salladım. “Hamile olduğunu bilmesinin senin için bir sakınca yaratmaması gerekirdi.” Başımı tekrar salladım. “Ama sen bu durumdan rahatsız olmuşsun. Sarp, Uygar ve Eser hamile olduğunu biliyor ve en ufak bir tedirginliğin yok. Louis’in bilmesi neden rahatsız etti seni?”

Başımı bu sefer iki yana salladım. “Bilmiyorum Deniz.” Gerçekten bilmiyordum. “Sanırım sen haklıydın. Sarp da senin gibi düşünüyor çünkü.”

“Ne düşünüyor?” diye sordu ama daha sorarken vereceğim cevabı zaten biliyordu.

“Louis’in benden hoşlandığını düşünüyor.” dedim ve başparmağımın tırnağıyla oyalanmaya çalıştım, bakışlarımı kaçırdım. “Ben de öyle düşünmeye başladım ama bu çok saçma.” Louis’le tanıştığım günden bu yana geçirdiğimiz günleri düşündüm. “Çok saçma çünkü Louis’in doğası böyle. Herkese karşı aynı. Nazik ve biraz fazla sıcakkanlı. Flörtöz biri yani sakın yanlış bir şey düşünme Deniz. Evet, flörtöz biri ama biz asla düşündüğün gibi bir şey yaşamadık. O sadece insanlara iltifat etmeyi seviyor. Karşıdan nasıl göründüğünü biliyorum ama bu zamana kadar bana, diğer kadınlara davrandığından farklı davranmadı.”

“Peki şimdi neden sana diğer kadınlara davrandığından farklı davrandığını düşünüyorsun?”

“Bilmiyorum, sadece bir his. Küçük bir his ama beni rahatsız etmeye yetiyor.”

Deniz’in aklında ne vardı, ne düşünüyordu bilmiyordum ama uzun diyebileceğim bir süre düşündü. “Sen nasıl tanıştın bu adamla? Sarp mı tanıştırdı?”

“Hayır, aynı anda tanıştık. Louis bir restoran almış Fransa’da. Mimarisi için Ozan’a başvurmuş. Ozan da işi bana verdi. Bir gün Sarp’la restoranı görmeye gittik, Louis’le de öyle tanıştık. Müşteriydi yani ilk başlarda. Sonra işimiz gereği sürekli restorana gitmek zorunda kaldık. O sırada da çoktan arkadaş olmuştuk. Bir yatırımcıydı ve bir sürü bağlantısı vardı. Ozan’a onlarca müşteri buldu.”

“Anladım. Ne zaman peki? Sen Fransa’ya gittikten ne kadar sonra?”

“Yaklaşık iki ay sonra. Ama sık denk gelmiyorduk onunla. Çünkü sürekli yurt dışına çıkıyordu. Onlarca ülkede yatırımları var. Adam gayrimenkul zengini. Fransa’ya nadir geliyordu ama sürekli iletişim halindeydik. Dediğim gibi sürekli Ozan’a müşteri buluyordu. O yüzden iletişimimiz hiç kopmamıştı.”

“Uluslararası bağlantıları olan bir yatırımcı yani.” dedi gözlerini kısarak. Sesinde garip bir tını vardı. “Baya zengin olmalı. Aileden mi zenginmiş?”

Hafızamı yokladım ve bugüne kadar Louis’in ailesiyle ilgili hiçbir şey öğrenmediğimi fark ettim. Anne tarafının İngiliz, baba tarafının Fransız olduğu bilgisinden başka hiçbir şey bilmiyordum. “Bilmiyorum.” dedim, kaşlarım istemsizce havaya kalkmıştı. “Hiç bahsetmedi. Konusu açılmadı belki de. Ya da merak etmediğim için sorma gereği duymadım. Nerede yaşıyorlar, kardeşi var mı? Varsa neden hiç bilmedik.” Başımı sağa sola salladım. “Gerçekten bilmiyorum.”

Deniz başını salladı, telefonu çaldı ve böylece Louis’in konusu da dağılmıştı. “Günaydın Eser.” dedi, adını aldığı sonsuz maviliğe gözlerini çevirerek. “İyiyiz, sağ ol.” Tabağıma doldurduğum peynirlerden bir dilim alıp ağzıma attım, karpuz suyumdan yudumladım. “Ne demek Melis benim hangi cezaevinde olduğumu soruyor?” Bir dilim ekmek aldım, menemene bandım ve onu da ağzıma atıp Deniz’e odaklandım. “Engel ol Eser. Avukatla konuş, Melis’i arasın. Beni görmesinin imkânsız olduğundan bahsetsin. Görüşün yasak olduğunu anlatsın.” Bir üzüm alıp Deniz’in ağzına sıkıştırdım. “Ne ara geldi ki o İstanbul’a?” Bir domates ve salatalık dilimini aynı anda ağzıma attım, çayımdan bir yudum aldım. Bu gidişle midem altüst olacaktı. Aynı anda hem karpuz suyu hem çay içiyordum. “Ben de biliyorum okulların yaz dönemine girdiğini Eser ama Melis iki senedir yaz tatillerini Aydın’da geçiriyor. Ayrıca hiç bahsetmemişti geleceğinden, Ada’dan boşandığım için bana düşman zaten hala. Neden görmek istiyor ki beni?” Sustu, bir süre Eser’i dinledi. “Neyse, başka bir gelişme var mı?” Telefonu kulağı ve omzu arasına sıkıştırdı, kahvaltısına devam etmeye çalıştı. “Yani diyorsun ki ne Feyyaz’dan haber var, ne Evrim’den ne Güney’den.” Sıkıntılı bir nefes verip arkasına yaslandı. “Tamam Eser, sağ ol. Görüşürüz.”

Deniz telefonu kapatıp masaya bıraktı, işaret parmağıyla burnumun ucuna hafifçe vurdu. “Neden düştü bu bal surat?”

Omuz kıstım. “Bilmem. Yine hiçbir şey yolunda gitmiyor. Canım sıkıldı sanırım. Neyse. Hadi biz keyfimize bakalım.”

“Bakalım.” dedi. Yüzünü yaklaştırdı, yanağımı aralıksız beş kez öptü. “Balım. Tadı bal gibi tatlı sevgilim.”

“Beni çok şımartıyorsun. Hamileyim diye değil mi? Bak eğer çocuklarımız doğduğunda bana olan ilginde en ufak bir azalma olursa fena bozuşuruz.” dedim sahte bir sitemle.

“Mesela?” dedi, ağzına küçükçe bir ceviz ve peynir attı. “Nasıl bozuşuruz? Ne yaparsın?”

“Hmm.” diye düşünceli bir ses çıkardım, gözlerimi hafifçe kısıp onu süzdüm. Çatalımla tabağımdaki zeytini oynatarak sanki çok ciddi bir cevap arıyormuşum gibi yaptım. “Mesela grip olduğunda seninle ilgilenmem. Çorba yapmam, ıhlamur kaynatmam, seninle hiç ilgilenmem.
Dolapta ilaç var canım. der televizyonun karşısında keyfime bakarım.”

Deniz’in kaşları hafifçe kalktı, gözlerinde hem eğlence hem de
Yapma canım. der gibi bir ifade vardı. “Devam et.” dedi, çenesini eline dayayarak beni dinlemeye hazırlandı.

“Tabii.” dedim. “Gömleklerinin ütülenip ütülenmediğini kontrol etmem.
Sevgilim bugün de kırışmış gömlekle gidiver şirkete. derim.”

Hafifçe güldü. “Peki ya ben
Sevgilim bugün çok yoruldum, sırtıma masaj yapar mısın? desem?”

“Ah, ona da hazırım!” dedim, ellerimi ovuşturarak. “Sen yüzüstü yatarsın, ben de telefonuma yeni indirdiğim oyunu oynamaya başlarım. Ara sıra
Hı hı olur canım, birazdan yapacağım. derim. Ama o birazdan asla gelmez.”

“Vay, vay, vay.” diye başını iki yana salladı Deniz ama gözleri gülüyordu. “Demek planların böyle.”

“Evet.” dedim gururla. “Ve daha bitmedi. Okuduğun kitabı finale az kala saklarım. Böylece sonunu asla öğrenemezsin.”

“Korkunç.” dedi Deniz. “Bozuşmayalım biz hiç.”

“Bozuşmayacağız Deniz.” dedim, yüzümdeki muzip ifade yerini yumuşak bir ifadeye bırakmıştı. “Söylediğim hiçbir şeyi yapmayacağım.”

Deniz beni ikna etmek ister gibi ellerimi avuçlarının arasına aldı, iki elimi de sırayla öptü. “İlgim azalmayacak Ada. Hatta genişleyecek, kocaman olacak. Seni daha az sevmeyeceğim, aksine sevgim her gün katlanarak büyüyecek.”

“Öyleyse.” dedim yutkunarak. “İntikam planlarıma hiç gerek kalmayacak.”

Kısa bir sessizlikten sonra ikimiz de aynı anda gülmeye başladık. Gülüşlerimiz yatıştıktan sonra yüzümü okşadı. Gözlerindeki şaka ve eğlence yerini derin, yoğun bir sevgiye bırakmıştı. “İyi ki varsın.” dedi, sesi yumuşacık ve ciddiydi. “Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum.” dedim, kelimeler basit gelse de hissettiklerim okyanuslar kadar derindi. “İncirlerimi seninle paylaşacak kadar çok seviyorum.”

“Sevgi skalan baya bir değişikmiş sevgilim.” dedi, minik bir kahkaha attı. Ağzıma ceviz ve fındık sokuşturup kendi de bir parça ekmeği ağzına attı. Hemen ardından kaşlarını hafifçe çattı. “Sen evimize ilk geldiğinde biz köy pazarına inmiştik.” Onaylarcasına başımı aşağı yukarı salladım. “İncir tezgâhından aldığın bir inciri ısırmıştın.” Yaşadığı aydınlanmayla kocaman sırıttı. “Isırdıktan sonra bana uzatmıştın.”

“Hayır sevgilim, daha o zaman bile seni sevmiyordum. Lütfen yanlış yorumlama.” dedim kendimden emin olduğum bir tavırla.

“Ama yine de bu, benimle incirini paylaştığın gerçeğini değiştirmez.” dedi, arkasına yaslandı. “Peki, bana aşık olduğunu ilk ne zaman anladın?”

“Yani açık konuşmak gerekirse ilk görüşte yaşanan bir aşk değildi.” dedim, Deniz’in ince ince doğradığı havuç dilimlerinden bir tanesini ısırdım. “İlk başta fiziksel ve enerjisel başlayan hislerim vardı. Zamanla derinleşti ve hayatıma anlam katan duygulara dönüştü. Belli bir zamanda olan bir şey değildi, bir süreç içinde gerçekleşti diyebilirim. Şefkatin, ilgin, cesaretin, bana olan inancın, senin yanında hiçbir şeyden korkmuyor oluşum. Daha bir sürü şey var. Senden gerçekten etkileniyordum ama adını koyamıyordum. Bana ilk kez beni sevdiğini söylediğin gece farkına vardım duygularımın. Yani aslında aşıkmışım, sen söyleyince fark etmiştim.”

Deniz keyifle güldü, uzanıp kaşımın kenarını öptü. “O kadar şanslıyım ki sırf sen hayatımdasın diye hayata küsmüyorum Ada. Bin tane derdim var ama sana sarılınca o bin tane dert sıfıra iniyor. Daha önce hiçbir şeye şükretmedim bu kadar. İyi ki hayatımdasın.”

“Yine şımardım.” dedim, burnunu burnumla sevdim.

“Sınırsız hakkın var.” dedi, sınırsız hakkımı hayatımın sonuna kadar kullanacaktım.

 

 

 

***

Kahvaltıdan sonra masayı toplamış, bulaşıkları yerleştirmiş, güvertedeki şezlonglara geçmiştik. Deniz bana meyve kokteyli, kendine de votkalı bir kokteyl yapmıştı. “Gel bakalım.” dedi yanıma oturduğunda. Elindeki güneş kremini çalkaladı, sırtımı kendine doğru çevirdi.

“Ben şezlongda yatacağım zaten, sırtıma neden sürüyorsun? Güneş bile görmeyecek sırtım.” diye direttim.

“İlla kalkarsın Ada, akşama kadar yatacak halin yok herhalde.” dedi, güneş kremini sırtımın her yerine sıktı ve eliyle dağıtmaya başladı.

“Yoo, ben akşama kadar yatmayı düşünüyordum.” dedim, telefonumu gösterdim. “Tüm gün sosyal medyada gezmek istiyorum.”

“Sen?” dedi inanamıyormuş gibi bir sesle. “Sen sosyal medyaya düşkün değilsin ki.”

“Bugünden itibaren düşkünüm. Yani yaklaşık beş dakikadır düşkünüm.”

Minik bir kahkaha attı, beni kendine çevirdi. Gözünün gördüğü her yere güneş kremi sıktı ve tekrar dağıtmaya başladı. “Sen hani gün boyunca benimle ilgilenecektin? Sosyal medya da nereden çıktı?’’

“İlgileneceğim canım! Aksini söylemedim ki.” dedim, o bana güneş kremini sürerken ben de kremi aldım ve elime sıkıp Deniz’in yüzüne sürmeye başladım. “Bak ilgileniyorum hatta.”

“Hmmm. Güzel, bunu sevdim.” dedi, burnumun ucunu öptü. Bir yandan bir eliyle bacağıma güneş kremini dağıtırken bir yandan yanağımı, boynumu, omzumu öpüyordu. “İlgilenmeye devam et lütfen.” diye mırıldandı. “Ama adil olalım, ben de seninle ilgilenmeliyim.”

“Nasıl ilgileneceksin?” diyerek yutkundum.

Ellerini bel çukurumda birleştirip beni kendine yaklaştırdı, saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı, başparmağıyla dudaklarımdaki minik gülümsemeyi okşadı.

“Bilmem.” Omuzlarını kıstı. “Belki krem sürdüğüm her yerini özenle ve yavaşça öperim.” dedi her kelimeyi vurgulayarak. Hemen ardından dudağımı öptü.

Ellerim omuzlarına gitti. “Deniz.” diye fısıldadım. “Biri bizi görebilir.”

“Kim görebilir?” diye karşılık verdi, dudakları boynumun en hassas noktasında gezerken. “Burası bizim yatımız. Ve ben kısa bir süre sonra karım olacak olan sevgilimi öpüyorum.” Dişlerini köprücük kemiklerime hafif bir baskıyla bastırdığında dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissetmiştim.

“Karın, ha?” diye gülümsedim. “Kulağa hiç fena gelmiyor.” Bir an düşündüm. “Yani bu bir evlenme teklifi mi?”

Başını iki yana salladı. “Henüz değil.” diye fısıldadı dudakları kulağıma yaklaşırken. Sıcak nefesi tenimi yakıyordu. “Her şeyinle, her halinle mükemmelsin. Bazı noktalarda sana karşı koymayı öğrenmem gerekiyor.”

Elimi göğsüne koydum. “Kalbin deli gibi çarpıyor.” dedim.

“Çünkü içinde sen varsın.” diye karşılık verdi, alnını alnıma dayadı. “Sen her zaman oradasın, Ada. Her zaman.”

“Beni mahvediyorsun Deniz Aladağ.” diye fısıldadım.

Dudaklarımı tutkuyla ele geçirdi. Öpüşü yavaş ve tatlı başlamıştı ama çabucak derinleşmiş, içimdeki bir açlığı tetiklemişti. Dünyanın geri kalanı bulanıklaşırken ona tutundum.

Sonunda nefes nefese ayrıldığımızda “Güneş kreminin tadı hiç fena değil.” dedi, alnıma bir öpücük kondurarak. “Ama bir dahaki sefere Hindistan cevizi kokulusunu almalıyız. Tenine daha çok yakışır.”

“Not aldım.” dedim, şezlonga uzanmaya çalıştım. Ama Deniz bana engel oldu ve beni bir anda kucaklayıp omzuna attı. “Hayır.” diye bir çığlık attım. “Deniz sakın.” diye bağırdım.

“Güverteyi gezeceğiz.” dedi muzip bir sesle.

“Yalancı!” dedim bağırarak. “Bırak ne olur.” diye yalvardım.

“Çok seveceksin.” dedi.

“Sevmeyeceğim.” dedim.

“Ada, artık buna hazırsın.” dedi inatçı bir sesle.

“Değilim.” dedim, sırtını hafifçe yumrukladım.

Hayatında daha önce hiç bu kadar hızlı koşmadığına emin olduğum bir hızla koştu, koştu, koştu ve güvertenin sonuna geldiğimizde adımlarını boşluğa attı. Suyla buluşmadan önce bana söylediği son sözler “Nefesini tut.” olmuştu.

Nefesimi tuttum. Suya çarpışımız sert ve serindi. Ani temasla birlikte ciğerlerime bir panik çöktü. Dalışın şoku geçer geçmez suyun altında gözlerimi açtım. Etrafımı saran sonsuz mavilik bana bir anda su korkumu hatırlattı. Boğulacakmış gibi hissedip çırpınmaya başladım. Dudaklarımın arasından hava kabarcıkları yükselirken içgüdüsel bir dehşetle etrafa tekme savurdum.

Deniz panikle çırpınan ellerimi yakaladı, diğer koluyla belimi sardı ve beni suyun altında tutarak gözlerimin içine baktı. Onun gözlerinde panik yoktu, sadece derin bir sakinlik ve güven vardı. Kalbim hâlâ göğsümde bir çekiç gibi güm güm atıyordu ama onun bakışlarındaki o dinginlik, yavaş yavaş içime işlemeye başladı. Çırpınmalarım azaldı. Hayatımın kaynağına tutunur gibi ona tutundum.

Güneş ışığı suyun yüzeyinden süzülüp Deniz'in saçlarının etrafında bir hale oluşturuyordu. Suyun bulanıklığına rağmen gözleri bana olan sevgisi ve heyecanıyla parlıyordu.

Biraz sonra yüzeye çıktığımızda ikimiz de nefes nefese kalmıştık ve kahkahalar atıyorduk. "Delisin!" diye bağırdım, omzuna vurarak. "Hamile bir kadın suya atılır mı?"

Başını iki yana sallayarak karşılık verdi, ıslak saçlarımı yüzümden geriye doğru itti. Dudaklarıma, tuzlu suyun tadını hissedebileceğim kadar yaklaştı. "İtiraf et, içten içe bunu sevdin." İtiraf etmek istemedim ama haklıydı. “İyi misin?" diye sordu, alnıma yumuşak bir öpücük kondurarak.

“Beni bırakmayacaksın değil mi?” diyerek omuzlarına sıkı sıkı tutundum.

“Asla.” dedi, bir eliyle sırtımı sıvazlıyor, bir koluyla da beni dengede tutmaya çalışıyordu. “Sen gerçekten hazır olana kadar ellerimi çekmeyeceğim.”

“Ama böyle yüzemiyorsun. Benim yüzümden suda böylece duracak mısın?”

“Derdim yüzmek değil.” diye mırıldandı dudaklarıma çok yakın bir yerde. “Hayallerinden birini gerçekleştirmek için atladım suya seninle beraber.”

Su bizi hafif hafif sallarken gözlerimi kapattım, alnımı alnına dayadım. Bacaklarımı beline, kollarımı da boynuna sararak ensesindeki saçlarıyla oynamaya başladım. Su korkum, yerini garip bir huzur ve aidiyet duygusuna bırakmıştı. Onun kollarında, hiç olmadığım kadar güvende hissedebiliyordum. “Neymiş benim hayalim?” diye fısıldadım.

“Uçsuz bucaksız bir denizde beni dilediğince öpmek gibi bir hayalin vardı.”

"Evet vardı." diye fısıldadım, sonra dudaklarını yakaladım.

Bu öpüş, suyun serinliğine rağmen içimi ısıtan bir tutkuyla doluydu. Ellerim onun ıslak saçlarında kayarken o da belimi sıkıca kavramıştı.

Su bizi hafifçe sallarken birbirimize tutunduk ve ben sudan çıkana kadar da dudaklarımızı birbirinden ayırmadık.

***

Güvertedeki merdivenin başına oturmuş, büyük bir hasretle suda kulaç atan Deniz’i izliyor, bir yandan da bacaklarımı sallıyordum. Deniz dakikalardır yüzüyor, ara sıra da sırtüstü uzanıp suyun üzerinde güneşleniyordu. Onu izledikçe canım onu çekiyordu. “Çok erken çıktın.” diye bağırdı başını suyun yüzeyine çıkardığında.

“İlk gün için bu kadar yeterli.” dedim sırıtarak.

Deniz başını salladı. “Pekala, o zaman ben de çıkıyorum.” dedi, bana doğru yüzdü, merdivenleri tırmandı, bir eliyle korkuluğa tutundu, bir elini belime sardı.

“Ne oldu? Doydun mu suya?” dedim kollarımı boynuna sararken.

Kaşlarını kaldırıp başını iki yana salladı. “Yok doymadım.” dedi. Korkuluğa tutunduğu elini bıraktığında anlık bir şokla çığlık attım çünkü Deniz benimle birlikte suya atlıyordu.

Deniz’in sırtı suyla buluşurken ben de onun üstüne doğru düşüyordum ve nihayetinde suya daldık. “Çok adisin.” dedim yüzeye çıktığımızda. “Saçlarım kurumaya başlamıştı!”

“Kurur yine.” dedi umursamıyormuş gibi bir sesle.

“Sen böyle beni hep kandıracak mısın?” diye sordum. Suda kendimi tutabilmek adına bacaklarımı sallamaya başladım. Hafıza çok enteresan bir şeydi. Dün ne yediğini unutan insan motor becerilerini unutmuyordu. Hiç yüzme bilmiyor olsam da küçükken suyun içinde durmayı öğrenmiştim ve şimdi de durabiliyordum. Tek yapmam gereken kendimi suya bırakmak ve bacaklarımla kollarımı hareket ettirmekti. Gerçi suda durabilme işini şimdilik benim yerime Deniz hallediyordu.

‘’Kanmaya müsaitsen benim yapabileceğim pek de bir şey yok sevgilim.’’ dedi son derece gıcık bir ses tonuyla. Ardından bir elini bacaklarımın arkasına, bir elini sırtıma yaslayıp beni sırtüstü yatırdı. ‘’Serbest bırak kendini, batıyorsun.’’ dedi ama elleri hala bedenimin altındaydı. ‘’Ada, kasıyorsun şu an, başını da suya yatırman gerek, boynun çok yukarıda.’’ dediğinde kalçamın aşağı doğru çöktüğünü hissettim.

‘’Olmuyor Deniz, bırak beni. Yatamam ben su üstünde.’’

‘’Ada. Seni tutuyorum, tek yapman gereken yatakta sırtüstü yatıyormuş gibi burada da yatman, şu başını indir. Kollarını da iki yana aç.’’ dedi cesaret veren bir sesle ama ben yapabileceğimi hissetmiyordum. ‘’Çok gerginsin. Ada hadi, yap şu dediğimi.’’

‘’Deniz, boğulacağım, kalkmak istiyorum.’’ diyerek çırpındım. Zor bir çabayla kalkmaya çalıştım. Ellerimi omuzlarına bastırdım. İstemeden de olsa onu dibe doğru itiyordum. Tüm vücudu suyun içindeydi ama benim paniğimin aksine o kadar sakindi ki aşağı doğru çökmesine rağmen hiç telaşlanmamıştı. Bacaklarımdan tuttuğu gibi beni omzuna attı ve kısa bir süre sonra su yüzüne çıkıp derin bir nefes aldı. Onu boğmak üzere olduğum için neredeyse ağlayacaktım.

‘’İyi misin?’’ dedi telaşla. ‘’İyi değilsen yata yüzeceğim.’’ Sessiz kaldım çünkü kalbim hala deli gibi çarpıyordu. ‘’Sevgilim iyi misin?’’

Beni korkuyla omzundan indirip karşısına aldı ve kollarını belime sardı. Gözlerimin açık olduğunu ve nefes aldığımı görünce de derin bir nefes aldı. ‘’Deniz seni öldürecektim.’’

Beni sakinleştirmek için yaptığına emin olduğum bir şekilde minik bir kahkaha attı. ‘’Abartma Ada. Küçük bir panik anı yaşadın, o kadar. Seni korkuttuğum için özür dilerim. Sadece cesaretlendirmek istemiştim.’’ dedi, bir kolunu belimden çekti, yanağımı okşadı. ‘’İyi misin?’’ Başımı iki yana salladım. ‘’Sakinleşmen gerek.’’ Nasıl sakinleşeceğimi bilmiyordum ama Deniz bunu nasıl başaracağını çok iyi biliyordu.

Beni öpmeye başladığında kendimi ona bıraktım ve boynuna sıkı sıkı sarıldım. Nefes alma ihtiyacı duyana kadar beni öpmüştü. ‘’Balıklardan korkar mısın?’’ dedi yüzünü geri çektiğinde.

‘’Balık mı?’’ diyerek kaşlarımı çattım. ‘’O da nereden çıktı?’’

Bakışlarıyla suyun içini gösterdiğinde bacaklarımızın etrafında dönen minik balıkları gördüm ve sırıttım. ‘’Hayır korkmuyorum.’’ dedim, bir tanesinin bacağımı ısırmasıyla neşe dolu, kocaman bir kahkaha attım. ‘’Deniz, bacağımı ısırıyorlar.’’ Az öncekinden daha büyük bir kahkaha attım.

‘’Seni benden başkası ısıramaz.’’ dedi sahte bir kıskançlıkla. Hemen ardından dudaklarıyla bikinimin ipini omzumdan aşağı düşürdü.

Etrafa baktım, insanlar bizden metrelerce uzaktı, o yüzden yaptığı şeyi engellemedim. ‘’Yaşam alanlarını işgal ediyoruz, korkup sinirlenmekte haklılar bence.’’ dedim. ‘’Yani beni ısırmaları, yerinde bir tepki.’’ Deniz diğer omzumdaki ipi de dudaklarıyla aşağı indirdi, sırtımdaki düğümü çözdü. Söylediğim cümlelerle hiç ilgilenmemişti. Bikinimin üstü saniyeler içinde Deniz’in bir avucunun içindeydi. Benimle birlikte yata doğru biraz yüzdü, elindeki parçayı güverteye fırlattı ve bedenimi bedenine sarıp beni büyük bir açlıkla öpmeye başladı. Birkaç uzun dakikadan sonra sırtım yatımızın merdivenlerine yaslandığında beni boyuyla eşitlediği merdivene oturttu ve bacaklarımın arasına yerleşti.

‘’O zaman biz de yaşam alanlarından ayrılırız.’’ dedi, balıklardan bahsediyordu. Ben onu, söylediklerimle ilgilenmiyor zannederken o söylediğim her şeyi çoktan kafasına kodlamıştı.

Yüzüme doğru eğildi, dudaklarımı yakaladı. Serin ve deniz tuzu bulaşan dudaklarını öpmek bende büyük bir haz duygusu yaratmıştı, beni hep öpsün istiyordum. Suyun tadı, Deniz’in kendine has kokusu ve dudaklarının tadıyla karışıyor, başımı döndürüyordu.

Ellerimi ıslak saçlarına daldırdım. Denizin sesi, kalp atışlarımızın ritmine eşlik eden bir fon müziğine dönüştüğünde beni belimden kavradı ve benimle birlikte merdivenlerden çıktı, güvertede şezlonglarımıza doğru ilerledi. Beni indirdi, eğilip havlumu aldı, önce benim bedenimdeki suları, sonra kendi bedenindeki suları kuruladı. ‘’Üşüyor musun?’’ dedi gözleri tüm vücudumu talan ederken.

‘’I-ıı hayır.’’ diyerek onu kısa bir cevapla yanıtladım.

‘’Güzel.’’ dedi, beni bir çırpıda kucağına aldı ve içeriye, yatak odasına soktu. Beni yere indirdikten sonra üzerimizde kalan son kumaş parçalarını çıkarttı ve deyim yerindeyse beni resmen yatağa attı. Kahkaha atıp elimi uzattım, onu yatağa çektim. ‘’Şimdi benimle gerçekten ilgilenebilirsin sevgilim.’’

***

Deniz yatı marinaya sürdükten sonra Sarp’la sözleştiğim üzere bir kafede buluştum. Karada olmak güzeldi, çünkü sürekli beşikte sallanıyormuş hissinden kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmıştım ama Deniz yatta yalnız olduğu için bir an önce yata da dönmek istiyordum.

“Sarp! İnanamıyorum, istediğim tüm kitapları bulmuşsun.’’ dedim heyecanla boynuna atlarken. ‘’Çok teşekkür ederim.’’

‘’Sen iste, biz yerine getirelim.’’ dedi Sarp. Sarılmamızı sonlandırdım, sandalyeme oturdum. Poşeti tamamen boşalttım, Sarp’tan istediğim romanları tek tek masaya dizdim. Bunları okumak için bol bol vaktim olacaktı. Diğer poşeti masaya dağıttım. Sarp bana bir sürü protein barları, yulaflı barlar, kuruyemiş ve meyveli barlar almıştı. Bunları ben istememiştim, sanırım Sarp’a Deniz söylemişti.

‘’Burada nereden baksan bir senelik atıştırmalık var.’’ dedim şaşkınlıkla. ‘’Biraz başka insanlara da bıraksaydın Sarp.’’

‘’Deniz öyle istedi. Stok yaptırdı resmen. Sen yatın kilerine bakmadın herhalde.’’ dedi, buzlu kahvesinden bir yudum aldı. Ardından ikimizi selfie çekip bana attı.

‘’Yok bakmadım. Durum çok mu kötü?’’ dedim. Sarp’ın bana attığı fotoğrafı sanki gerçekten Sarp’la tatil yapıyormuşçasına tüm aileme ve arkadaşlarıma gönderdim.

‘’Şöyle düşün. Bir sene o yattan ayrılmasanız, günde beş öğün yemek yeseniz bile o erzaklar bitmez. Sevgilin inanılmaz garantici biri.’’

Başımı salladım. ‘’Ne kadar süre yatta yaşayacağımızı bilmiyorum. Açıkçası uzun olmasını da istemiyorum. Böyle her şeyden uzakta gibiyim.’’

‘’Bu kadar kontrolcü olmasan mı Ada? Bir sürü adam var İstanbul’da. Herkes bir işin ucundan tutuyor. Biraz sal, tatilinin tadını çıkart.’’ dedi Sarp gayet rahat bir şekilde.

‘’Daha düne kadar Deniz’in boğazına yapışacak kadar nefret ediyordun ondan. Şimdi bana anı yaşa diyorsun. İnanılmaz bir adamsın Sarp.’’

‘’Benim bütün stratejim senin çıkarlarını, akıl ve ruh sağlığını korumak üzere programlı. Seni ne mutlu ediyorsa onun yanındayım. Seni ne mutsuz ediyorsa karşısındayım. Deniz’in boğazına yapışacak kadar nefret ediyordum evet, çünkü senin mutsuz olmana sebep olduğunu düşünüyordum. Şimdi ondan nefret etmiyorum çünkü şimdi karşımda yüzü gülen bir kadın var ve bunun sebebinin Deniz olduğunu biliyorum.’’

Keyifle arkama yaslandım. ‘’İki yıl önce iş için yanıma geldin ama şimdi karşımda bu cümleleri kuruyorsun. Senin dostluğunu hak edecek ne yaptım acaba ben?’’ dedim, düşünür gibi yaptım.

‘’İlla bir yerlerde bir sevap işlemişsindir ya. Kolay kolay herkesin başına gelmem çünkü.’’

Kaşlarımı kaldırdım. ‘’Biliyor musun? Dünyada aslan diye bir burç olmasaydı, sen yine aslan olurdun.’’ dedim.

Kahkaha attı. ‘’Namımız yeter.’’

Önce gülümsedim. Sonra “Ee kaldığın otel nasıldı? Neler yaptın tüm bunları almaya çıkmadan önce?’’ dedim bakışlarımla masadakileri işaret ederek.

“Sağa yattım, sola yattım, sırtüstü yattım, yüzüstü yattım. Öyle, genel yattım.” dedi ve bir yudum daha kahve içti. “Öyle bir yorulmuşum ki anlatamam. Temiz hava da çarptı biraz.” Bakışlarını etrafta gezdirdi. “Burası harika bir yer.”

“Öyle.” dedim. “Ee bir sonraki durağımız neresi olacak biliyor musun?”

“Bozcaada diyordu sanki Deniz.” Telefonunu çıkarttı, ekranda bir şeyleri kaydırdı. “Evet Bozcaada açıklarına demir atacaksınız. Ben de o sırada Geyikli’de olacağım.”

“Birine yakalanacağız diye çok korkuyorum.” dedim. “Bütün bu plan boşa gider.”

“Yakalanmayacaksınız. Güven bana.” Kısa bir soluk verdi, bana göz kırptı. “Ee siz ne yaptınız?”

“Hiç.” dedim verilebilecek en basit cevabı vererek. “Kahvaltı yaptık, Deniz bol bol yüzdü. Sarp ben de suya girdim inanabiliyor musun?! Gerçi Deniz beni tuttu ama olsun. Suyun içinde durdum. Hem de dakikalarca.”

“Sonunda kırdın şu korkunu yani. Senin adına çok sevindim.” Güldü ve neşeyle devam etti. “Bir bakmışsın bu yat turunun sonunda yüzmeyi de öğrenmişsin.”

“Dalga geçme.” dedim. “Hem sana dedim, o kadar uzun süre kalmak istemiyorum.”

“Sen yine de Deniz’den bir şeyler kapmaya bak. Yüzmek güzel eylem. Mesela şimdi senin yanından ayrılır ayrılmaz otelime gideceğim ve kendimi Marmara ve Ege’nin karıştığı sulara bırakacağım.”

Saate baktım. Akşam 20.42’yi gösteriyordu. “Akşam oldu?” dedim. Bana
Ee. dercesine baktı. “Ciddi ciddi yüzecek misin?”

“Hayat daha yeni başlıyor Ada.” dedi.

“Anladım.” dedim, kısa bir aydınlanmayla konuyu değiştirdim. “Louis aradı.”

Sarp halinden gayet hoşnutsuz bir tavırla gözlerini bana dikti. “Ne diyor densiz herif?”

“Saçmalıyor işte.” dedim sesimi alçaltarak. Etrafımızdaki masalara kaçamak bir bakış attım. “Louis her zamanki gibi. Önce havadan sudan konuştu. Portekiz’deymiş. Ama asıl mesele, onu hayatımdan çıkarmak istediğimi söyledim. Arkadaşlığımızın bana iyi gelmediğini, sadece iş ortağı olarak kalmamız gerektiğini belirttim.”

Sarp’ın kaşları çatıldı, elindeki kahveyi masaya koydu ve öne doğru eğildi. “İyi yapmışsın.” dedi sert bir sesle. “O adamın sana karşı bir şeyler hissettiğini defalarca söyledim. Hamile olduğunu öğrendiği o gün, Savaş’ın evinde, gözlerindeki bakışı hatırlıyorsun değil mi? Profesyonellik kisvesi altında seni manipüle etmeye çalışıyor. Beş milyon dolar tehdidi de cabası.”

“Neyse ki projenin bitmesine az kaldı. Bittikten sonra onunla eskisi gibi görüşeceğimi düşünmüyorum. Belki de Türkiye’ye dönmez bile.” diyerek omuz kıstım. “Aman, boş verelim şimdi onu.’’ Saate baktım. “Kalkalım mı artık?”

Sarp başıyla onayladı, göz kırptı ve elini kaldırıp bir deftere bir şeyler yazıyormuş gibi yaparak garsondan hesabı istedi. “Koçum bizim hesabı getir sana zahmet.”

Kitaplarımı toparladım, atıştırmalıklarımı poşete doldurdum, Sarp post cihazıyla hesabı öderken ayağa kalktım. “Seni marinaya ben bırakacağım.” Başımı salladım, Sarp poşetlerimi aldı ve marinaya doğru yürüdük.

***

Yata döndüğümde Deniz’i bilgisayarının başında bulmuştum. İşiyle ilgili bir şeylerle ilgileniyor, maillerinde göz gezdiriyordu. “Hoş geldin sevgilim.” dedi beni gördüğünde.

Arkasına geçtim, kollarımı boynuna sardım, yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. “Hoş buldum yakışıklı.” Yanağını kokladım ve bir daha öptüm. “Oh mis gibi kokuyorsun.”

Başını bana doğru çevirip o da benim yanağımı öptü. Bilgisayarının ekranını indirdi ve yan dönüp beni bir bacağının üzerine oturttu. “Anlat bakalım, neler yaptınız?”

“Hiiç, kahve içtik, sohbet ettik. İstediğim bütün kitapları bulmuş biliyor musun? Okumak için sabırsızlanıyorum.” dedim dişlerim kamaşarak. Deniz heyecanla beni dinliyordu. “Gerçi bu yat tatili ne kadar sürecek bilmiyorum ama içimden bir ses okumak istediğim kitapları okumama yetecek kadar uzun bir süre kalacağımızı söylüyor.”

“Hangi kitaplarmış onlar?” dedi ilgiyle.

Poşetimdeki kitapları tek tek çıkartıp adlarını söyleyerek masaya dizdim. “İspanyol Aşk Aldatmacası, Aşk Teorik Olarak, Sahte Balayı, Özel Koruma, Aşk Hipotezi.” dedim ve bir tepki vermesini bekledim. “Hepsi tam yaz mevsimine uygun, romantik komedi türünde kitaplar. Bayıla bayıla okuyacağım kesin.”

Deniz elini yanağıma yasladı, başparmağıyla dudağımın kenarını okşayarak gülümsedi. “Çok iyi seçmişsin sevgilim. Kafan dağılır hem.”

“Pekala. O zaman derhal birinden başlıyorum.” dedim, önce Deniz’in dudaklarını öptüm, sonra bacağından kalktım. “Önce üzerimi değiştireceğim, sonra da okumaya başlayacağım. Hem de güvertedeki koltukta uzanarak!”

“Harika fikir.” diyerek gülümsedi Deniz. Yanından ayrıldım, yatak odasına gittim, üzerime şortlu pijama takımımı giydim, Deniz’in yanına döndüm. Çalışmaya devam ediyordu. Yanağını öptüm, kitaplardan birini aldım ve koltuğa uzanıp bir bacağımı bir bacağımın üzerine attım. Kitabın kokusunu içime çektim ve ilk sayfayı açıp okumaya başladım.

Yirminci sayfaya geldiğimde Deniz koltuğun kolçağına benim için bir fincan bitki çayı bıraktı, odağımı daha fazla dağıtmadan yanağımı öptü ve tekrar bilgisayarının başına geçti. Bir yandan maillerine bakıyor, bir yandan da kendisine de hazırladığı çaydan yudumluyordu.

Uzun bir süre sonra “Aşkım.” diye seslendiğinde yüzümde aptal bir gülümsemeyle bakışlarımı satırlar arasında gezdiriyordum.

Gözlerimi kitaptan ayırmadan sadece dudaklarımın kenarında beliren o belli belirsiz gülümsemeyle “Efendim sevgilim?” diye karşılık verdim.

“Ne okuduğunu sorabilir miyim? Yüzünde anlam veremediğim bir gülümseme var da.” dedi. Kafamı kaldırıp ona baktım. Hayranlıkla beni izliyordu.

“Bu kitaptaki erkek karakter.” dedim, sayfayı parmağımla işaret ederek. “Sana inanılmaz benziyor. Hem yakışıklı, hem düşünceli , hem de sürekli kadın kahramanı düşünüyor. Aynı şirkette çalışıyorlar. Onları bize benzettim, o yüzden gülümsüyorum.” Biraz daha gülümsedim. “Ama senin bu adamdan bir farkın var. Çünkü onun ofisinin duvarları ve camları var. Senin ofisinse tüm Ege Denizi, uçsuz bucaksız.”

Minik bir kahkaha attı. Bilgisayarını kapattı, hemen ardından bana doğru döndü. O bal rengi gözlerindeki ışıltı güvertedeki ışıkların yansımasıyla daha da parlıyordu. “Şikayetçi değilim, manzaram çok güzel. Çünkü şirketimde çalışan en sevdiğim çalışanım şu an pijamalarıyla koltukta kıvrılmış, roman okuyor. Okuduğun kitaptaki adamın böyle bir lüksü var mı? Bence yok.” Yanıma geldi, eğilip yanağımı öptü ve bacaklarımın hemen yanına oturdu.

“Çalışanın hamile ve huysuz. Acaba yarın işe gelmesem mi ben?” dedim çayımdan bir yudum alırken.

Abartılı bir endişeyle ellerini beline koydu. “Aman Tanrım! Lütfen yapma! Ofisimdeki çiçeklerimi sulayacak, bana dosyalarımı getirecek başka kimse yok.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Ha, sırf çiçeklerini sulayayım, sana dosya getireyim diye istiyorsun yani beni?” dedim sitemkar bir sesle.

Deniz’in yüzündeki haylaz ifade derinleşti, gözleri muzip bir pırıltıyla parlıyordu. “Hayır asla.” dedi başını iki yana sallayarak. “Hayalindeki mesleği yapman için, sen başarıdan başarıya koşarken yanında olabilmek için seni şirkette görmek istiyorum.”

Düşünür gibi yaptım. “Peki, o zaman sana bazı şartlarla gelirim. Mola zamanlarında beni öpeceksin ama ofis kurallarına aykırı olmadan.”

Yanıma iyice yaklaştı. “Ofis kurallarını ben yazıyorum sevgilim.” dedi alnıma bir öpücük kondurarak. “Ve ilk kural, patron çalışanını istediği zaman ve istediği yerde öpebilir.”

“Bir sonraki kural da.” diye ekledim elimi çenesine doğru götürerek, “Çalışan, patronunu istediği zaman işinden alıkoyabilir.”

“Sonraki kural.” diye fısıldadı dudaklarıma iyice yaklaşarak. “İş arkadaşları arasında elektrik olması kesinlikle serbest, hatta teşvik edilir.”

Tam dudaklarımı öpecekken işaret parmağımı dudaklarına bastırıp yüzümü geri çektim. ‘’Çalışan hamile olduğu için, dikkatini çekerim -ikiz bebeklere hamile- her an her şeyi aşerebilir. Patron da talepleri yerine getirmek zorunda.’’

Deniz’in gözlerindeki muzip pırıltı kalbimi çarpıtmaya yetmişti. “Aşerme mi?” dedi, kaşlarını kaldırarak. “Bak sen, bu kural bayağı zorlayıcıymış. Mesela, şu an ne aşeriyorsun? Söyle de patron hemen yerine getirsin.”

Gülerek omuzlarımı silktim, sanki dünyanın en ciddi kararını veriyormuş gibi çenemi sıvazladım. “Hımm, zor bir soru. Şöyle bol çikolatalı, fıstıklı bir dondurma olabilir. Ama denizin ortasında, yatta, gece yarısı dondurma bulmak? Patron, bu senin için biraz fazla iddialı olabilir.”

Deniz bir an duraksadı, sonra o kendinden emin gülümsemesiyle başını salladı. “Ada sen beni hafife alıyorsun.’’ dedi ve yanımdan kalkıp hızlı adımlarla içeriye girdi, bir dakika sonra yanıma döndüğünde elinde fıstıklı ve çikolatalı bir dondurma vardı.

‘’Yok artık.’’ dedim şaşkınlıkla. ‘’Bir gün çikolatalı ve fıstıklı dondurma isteyeceğimi nereden bilebilirsin Deniz?’’

Burnuma hafifçe vurdu. ‘’Ben bilirim.’’ dedi gururla. Dondurmanın kapağını açıp kaşığa bir parça dondurma aldı ve bana uzattı. “Patronun bir diğer kuralı.” dedi göz kırparak. “Çalışanın her zaman şımartılması gerekir. Özellikle de ikiz bebeklere hamileyse.”

Kaşığı ağzıma götürdüm, çikolata ve fıstığın mükemmel uyumu damaklarımda dans ederken “Tamam, bu kuralı kabul ediyorum.” dedim.

Deniz bir kaşık dondurmayı daha ağzıma doğru uzattı ama ben kaşığı dudaklarımın arasına alamadan Deniz saniyeler içinde dondurmayı kendi ağzına atmıştı bile.

‘’Beni hep kandırıyorsun.’’ dedim, kaşığı aldım, kutuya daldırıp dondurma aldım ve bir kaşık dolusu dondurmayı ağzıma attım. ‘’Kanmayacağım bir daha.’’ Kaşığı ağzımdan çıkarıp dik bir şekilde tutarak Deniz’e doğru salladım. ‘’Gerçekten, sana bir daha hiç kanmayacağım.’’

‘’Ben olsam o kadar emin konuşmazdım.’’ dedi kendinden emin bir sesle. Yanağıma yumuşacık bir öpücük bıraktıktan sonra yanımdan kalktı, tekrardan bilgisayarının başına geçti ve çalışmaya döndü. Ben de kitabımı tekrardan açtım ve kaldığım yerden devam ettim.

 

23 Haziran, Perşembe

Deniz merdivenlerden çıkıp kollarını güverteye yaslayarak kokteylini yudumladığında ben şezlonguma uzanmış kitabımı okuyordum. Bakışlarımı Deniz’e çevirdiğimde ‘’Hadi gel artık, sensiz yüzmek istemiyorum.’’ diyerek bardağından bir yudum kokteyl aldı.

‘’Bir sayfa daha okuyup geleceğim.’’ dedim, telefonumu Bluetooth’la Deniz’in aldığı büyük hoparlöre bağladım, Yaşar’ın Kumralım şarkısını açtım. Deniz şarkıyı duyunca keyifle güldü çünkü onu düşünerek açtığımın farkındaydı.


Hüzünler başıma vurdu yine
Sevginin çıkmaz yollarında senin dolaylarında
Sana dair hasretim yüzyıllardan kalma
Aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında


Şarkının sözlerine eşlik ettikten sonra çenesini kollarının üzerine koyup beni izlemeye başladı. Neden gülümsediğini anlayamıyordum. ‘’Kaçıncı sayfadasın?’’

Orda her kiminleysen belki sevgilinleysen
Söyle kumralım için sızlamaz mı
Bilmem hatırlar mısın gözlerim ne renkti
Söyle kumralım benim adım neydi


‘’Üç yüz yirmi sekizdeyim. Neden sordun?’’

‘’Üç yüz yirmi dokuza geçince haber ver.’’ dedi, kollarını çekti, kendini geriye doğru sulara bıraktı.

Bir an önce okuyup sayfayı çevirmek istiyordum. Üç yüz yirmi dokuzda ne vardı?


Ne zaman güneş doğar
Aylardan hangi aydır
Söyle kumralım ben adımı unuttum
Bilmem hatırlar mısın gözlerim ne renkti
Söyle kumralım benim adım neydi


Üç yüz yirmi sekizi okudum, sayfayı çevirdim. Kaldığım yerden devam etmek yerine gözlerimle sayfayı taradım. Deniz bir cümlenin altını çizmişti. Aklımı yitirmeme neden olmaya çok yakınsın.

Gözlerimden kalpler çıkan bir anda olduğuma emin olarak kitabı kapattım, ayağa kalktım ve güvertenin en kenar kısmına giderek Deniz’i izledim. Sırtüstü öylece uzanıyordu.

‘’Bahsettiğin sayfaya geldim.’’ dedim bağırarak. Gözlerini açtı, bana doğru yüzmeye başladı. Yata iyice yaklaştığında bana, benim de yüzümde olduğuna emin olduğum aşk dolu bir ifadeyle baktı. ‘’Aklını kaybedecek kadar aşık mısın bana gerçekten?’’ dedim kollarımı göğsümde birleştirerek.

Deniz başını salladı ve iki eliyle birden üzerime su sıçratmaya başladı. Çığlık atarak gülmeye başladım. ‘’Dur, ne yapıyorsun?’’

‘’Hadi atla, yanıma gel.’’ dedi Deniz.

Geriye doğru adımlar atarak üzerime attığı sulardan kurtulmaya çalıştım ama yine de ıslanmaya devam ediyordum. ‘’Sırılsıklam oldum!’’ dedim gülerek.

‘’Aşksal olarak sırılsıklam oldun değil mi? Evet, evet ben de aynı durumdayım.’’ dedi, elini bana doğru uzattı. ‘’Hadi sevgilim, gel.’’

Üzerimdeki pareoyu çıkarttım, şezlonga attım ve merdivenlere yaklaştım. Merdivenlerden inerek denize girmeyi düşünsem de Deniz beni durdurdu. ‘’Atlayabileceğini biliyorum. Hadi, dediğimi yap.’’

‘’Bu benim için çok fazla, suyla daha yeni barıştım.’’ dedim tedirgin bir ifadeyle. Ellerimi belimin iki yanına koydum ve endişeyle önümde uzanan maviliğe baktım. Bugün Bozcaada açıklarındaydık.

‘’Dün benim kucağımda atlarken nasıl olduysa yine aynısı olacak.’’ dedi, beni ikna etmek istediğini biliyordum. Ama o kadar cesur olduğumdan pek de emin değildim. ‘’Korkmanı gerektirecek bir şey yok.’’

‘’Bilemiyorum.’’ dedim.

Deniz merdivenleri tırmanmaya başladığında merakla izledim. Şarkıyı başa sardı, sesi sonuna kadar açtı. ‘’Tamam, gel beraber atlayacağız.’’ dedi, duyabilmem için yüksek sesle konuştu, elimi tuttu ve benimle birlikte geriye doğru beş altı adım attı. ‘’Üç dediğimde koşmaya başlayacağız, tamam mı?’’ Önce Deniz’e sonra sulara baktım. ‘’Bir.’’ dedi Deniz, elimi biraz daha sıktı. ‘’İki.’’ Dediğinde koşma pozisyonu aldı. ‘’Üç.’’ Dediğindeyse büyük bir hızla koşmaya başladı. Elele olduğumuz için ben de hızlıca koşmaya başlamıştım. Birkaç adım sonra adımlarımız boşluğa düşmüştü, saniyeler sonrasında da suya daldık. Deniz elimi hiç bırakmamıştı. Suyun yüzeyine çıktığımızda tıpkı dünkü gibi beni belimden sıkı sıkı tutuyordu.

Elimi yanağına yaslayıp yüzünü uzun uzun izledim. Gözleri bu dünyada gördüğüm en güzel gözlerdi. ‘’Gözlerin her şeyden iki kere daha güzel.’’ dedim. Bana daha açık olmamı ister gibi baktı, dudaklarında da beni onu öpmeye davet eden bir gülümseme vardı. ‘’Güneşten daha güzel, bir ormandan daha güzel, gökyüzünden daha güzel. Aklına gelebilecek her şeyden iki kat daha güzel. Gözlerinin içinde kendimi görmeyi o kadar çok seviyorum ki anlatamam. Bu, dünyanın en güzel hazinesi olabilir.’’

Söylemek istediği ama kelimelere dökemediği duygularla beni kısa bir süre inceledi, ardından önce nazikçe, sonra yumuşak bir baskıyla öpmeye başladı. ‘’Sana aşığım, sen bu evrende var edilmiş ve bana bahşedilmiş en güzel şeysin.’’ dedi öpücüklerinin arasından.

‘’Kumralım.’’ dedim, şarkı hala devam ediyordu. Gülümsedim, hemen ardından onu öpmeye devam ettim.

Yüzünü tekrar uzaklaştırdı, elini yüzüme yasladı. ‘’Güneş sen gülünce doğar, sen yanımda olduktan sonra hangi ayda olduğumuzun hiçbir önemi yok. Adın Ada Dinçer ama çok yakında tekrardan Ada Dinçer Aladağ olacak. Gözlerin gece siyahı, bunu unutmamın imkanı yok.’’ dedi, dinlediğimiz şarkıdaki soruların cevaplarını sıralayarak.

Başımı geriye atıp kahkaha attığım sırada boynuma ikinci öpücüğünü bırakmıştı.

***

‘’Bugün daha iyisin.’’ dedi elleri sırtımın ve bacaklarımın altında beni desteklerken. Beni su üzerinde yatırmaya çalışıyordu.

‘’Deniz kulaklarıma su giriyor, seni duyamıyorum bile. Her şey çok uğultulu.’’ dedim gözlerimi kısarak. Güneş tam gözlerimin içine giriyordu.

‘’Nazlanma.’’ dedi Deniz. ‘’Bunu öğrendiğin zaman çok seveceksin, güven bana.’’

‘’Sakın ellerini çekme.’’ dedim tehditkar olduğunu zannettiğim bir sesle.

‘’Bak, gel bir anlaşma yapalım. Bacaklarının altında olan elimi çekeyim ama sırtında olan elim kalsın. Anlaştık mı?’’ dedi ikna etmeye kararlı bir sesle.

Tek kaşımı kaldırarak şüpheyle baktım. ‘’Ya suyun dibine çökersem?’’

‘’Bunu anladığım an müdahale edeceğim. Tek yapman gereken suya değil de yatağımıza uzanıyormuş gibi rahat olman. Kendini suya bırak, gerisi bende.’’

Dudağımı büktüm. ‘’Pekala. Çekebilirsin elini.’’

Deniz bacaklarımın altındaki elini çekti, beni sadece tek eliyle tutuyordu. Sandığımın aksine suda durmaya devam ediyordum, suyun dibine doğru çökmemiştim. ‘’Bak gördün mü? Korkacak bir şey yokmuş.’’

‘’Bu çok güzel.’’ dedim heyecanla. ‘’Sanki dünyanın en özgür insanı benim.’’

Deniz neşeli bir kahkaha atıp beni doğrulttu ve dudaklarını benimkilere bastırdı. ‘’Benim özgürlük anlayışım senin tarafından esir alınmak.’’

Gülümsedim, dudaklarını tekrar bulmadan önce yüzümü geri çektim. ‘’Okuduğum kitapta öyle bir cümle olduğunu nereden biliyordun?’’

‘’Daha önce okumuştum.’’ dedi yüzünü boynuma yaslayarak. Her kelimenin arasında beni minik minik öpüyordu. ‘’Sen dün gece uyur uyumaz o sayfayı buldum ve çizdim.’’

‘’Hiçbir şeyi kaçırmıyorsun.’’

‘’Kaçırmam.’’ dedi, beni bir kez daha suya yatırdı. ‘’Hadi bakalım Ada Hanım, suda yatma işi bugün öğrenilecek.’’

‘’Yoksa ne yaparsın, canım bir şey istediğinde yerine getirmez misin?’’ dedim masum olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle.

Başını iki yana salladı. ‘’Getirmem.’’ demesiyle dudaklarına muzip bir ifade yerleştirmesi bir olmuştu. Getireceğini biliyordum. O da benim bugün, suyun üstünde yatmayı öğreneceğimi biliyordu.

Aradan saatler geçtiğinde ve suda durmaktan parmak izlerimiz silindiğinde Deniz’in desteği olmadan suda sırtüstü yatabilen biri olmuştum.

Bölüm : 25.09.2025 16:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 79.Bölüm - Ege'ye Kaçış
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...