
Güneş, Ege’nin sakin ufkunda eriyen bir portakal gibi yavaşça batarken yatımız Balıkesir’in masmavi marinasına doğru usulca süzülüyordu. Gökyüzü turuncudan pembeye, oradan laciverte dönen bir renk cümbüşüyle denizin üzerine aheste aheste kapanıyordu. Şezlonguma uzanmış, elimde İspanyol Aşk Aldatmacası’nın sayfaları arasında kaybolmuştum.
Deniz kaptan köşkünde yata son manevralarını yaptırıyordu. Motor sesi kesildiğinde başımı kitaptan kaldırdım. Deniz’in bal rengi gözlerinde yorgun ama içimi ısıtan bir ışıltı vardı. “Sevgilim, hadi gel.” dedi. Kitabı kapattım. “Sarp birazdan gelir. Masayı hazırlayalım mı?’’
“Tamam patron.” dedim gülerek, kitabı sehpaya bırakıp ayağa kalktım. Esneyerek gerindim, tenimde hala güneşin bıraktığı sıcaklık vardı.
Deniz’in dudaklarında muzip bir gülümseme belirdi. Köprüyü açarken bir an durdu, başını hafifçe yana eğdi ve “Patron ha?” dedi kaşlarını kaldırarak. Sonra hızlı adımlarla yanıma geldi, elini belime doladı, beni kendine çekti. Yanağıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Dudakları tuzlu deniz kokuyordu. “Yorgun hissediyorsan uzanmaya devam et, ben hallederim.’’
Birlikte mutfağa doğru yürüyorduk. Başımı iki yana salladım. ‘’İyiyim sevgilim.’’ dedim, mini dolaptan mavi ve beyaz desenli seramik tabakları çıkardım, her biri Ege’nin dalgalarını andırıyordu. “Bu tabaklar çok güzelmiş.” dedim bir tabağı elimde çevirerek. “Sanki denizin kendisi üstüne işlenmiş.”
Deniz peçeteleri katlayıp tepsiye yerleştirirken gülümsedi. “Annem seçmişti.” dedi, sesinde geçmişe ait bir özlem duygusu sezmiştim. “Yazları bu yatta çok yemek yerdik, bu tabaklarda.” Bir an durdu, gözleri uzaklara daldı. “Her şey daha basitti o zamanlar. Biz bütün gün denize girer, güneş batana kadar çıkmazdık. Annem ve babam da şezlonglarına uzanır bizi izlerdi.’’
Dolaptaki bardaklara uzandım, parmaklarım serin camlarda gezindi. “Dün sormuştum ama sen cevap veremeden ben anlatmaya başladım, sen susmak zorunda kaldın.” dedim gülerek, bir an göz göze geldik. “Çok tatile çıkar mıydınız?”
‘’Ben üniversiteye gidene kadar evet, her yaz tatile çıkardık. Ege ve Akdeniz şeridindeki tüm plajlarda ve koylarda denize girdim. Üniversiteyi kazandığımda dedem bu yatı hediye etmişti bana, babamın babası olan dedem.’’ dedi, derin bir nefes aldı.
‘’Mahir deden.’’ dedim.
Deniz gülümseyerek başını salladı. ‘’Yat sahibi olduktan sonra şehir şehir gezmemeye başladık. Yata atlayıp yakın mesafedeki yerlere gidiyorduk sadece.’’
‘’Kaptan ehliyetini nereden aldın?’’ dedim, çatalları tepsiye koydum.
‘’Amerika’da okurken aldım, Türkiye’ye çok sık gelemiyordum ve kursa gitmek için pek vaktim yoktu.’’ dedi, su doldurduğu sürahiyi masaya bıraktı.
‘’En son ne zaman açıldınız peki bu yatla?’’ dedim, bir tabağa lahana turşusu doldurdum. Turşunun kokusu zaten açık olan iştahımı kabartmıştı.
‘’Kazadan önceki son yaz.’’ dedi içli içli. ‘’Melis ve Cemre’nin kazasından sonra hiçbirimizin tatil düşünecek bir motivasyonu olmadı çünkü. Yani kısacası sevgilim, yedi yıldır ben de tatile çıkmıyorum.’’
Yanına yaklaşıp yanağını öptüm. ‘’Telafi ederiz sevgilim.’’
‘’N’aber millet?’’ diye bir ses duyduğumuzda başımızı güverteye doğru çevirdik. Sarp elindeki paketleri havaya kaldırdı. ‘’Yemekler geldi.’’ dedi gülerek.
‘’Aa hoş geldin.’’ dedim. Tepsiyi aldım ve Deniz’le birlikte mutfaktan güverteye ilerledim. ‘’Neler aldın bize?’’
Sarp elindekileri masaya bıraktı ve bir sandalyeye kurulup ellerini başının arkasında birleştirdi. ‘’Bol soslu iskender, zeytinyağlı yaprak sarma ve fındıklı baklava.’’
Sevinçle Deniz’e döndüm. ‘’Deniz!’’ dedim elimle göğsümü tutarak. ‘’Bunlar Fransa’dayken yemeyi en çok özlediğim şeylerdi. Sen bunları unutmadın mı gerçekten?’’
‘’Unutmadım ama bir türlü fırsat olmadı ki yemek için. Ne zamandır aklımdaydı, bugüne kısmetmiş.’’ dedi, yumuşacık gülümsüyordu.
Sarp paketlere uzandı, yemekleri tek tek çıkartmaya başladı. Ben o sırada tepsideki tabakları ve bardakları masaya diziyordum. ‘’Çok acıkmışım.’’ dedi Sarp. ‘’Bir kurt gibi açım.’’
‘’Ben de çok acıktım.’’ dedim, bir tabağı burnumun dibine getirdim ve yemeğin kokusunu içime çektim.
‘’Bütün gün suya gir çık, gir çık tabii acıkırsın.’’ dedi Sarp. Hemen ardından Deniz’e döndü. ‘’Sen bu kızı iyi alıştırdın he. Suyun yanına bile yaklaştıramadım ben Ada’yı iki yıl boyunca. Demek ki senin yanında olması gerekiyormuş.’’
‘’Demek ki.’’ diye gururlu bir sesle onayladı Deniz. Sandalyelerimize oturduk. Tabaklarımızı önümüze aldık.
‘’Ee.’’ dedi Sarp, bir ekmeğin kenarını kırdı, tabağındaki sosa bandı. ‘’Nasıl gidiyor bu gizlenme işleri?’’
Deniz omuz silkti. ‘’Şimdilik bir sorun yok. Ada baştan istemedi ama gördüğün üzere halinden memnun şimdi.’’
Bir yaprak sarmayı ağzıma sıkıştırırken bakışlarımı ikisi arasında gezdirdim. ‘’Savaş.’’ dedim. ‘’Savaş’ı düşünüyorum sadece.’’
‘’İyi olacağına eminim.’’ dedi Sarp. ‘’Eser’le konuştum. Melis İstanbul’a gitmiş.’’
Deniz sıkıntıyla ofladı. ‘’İlle de beni görmek istiyormuş. Bu kızın inadını anlamıyorum. Biz Ada’yla boşandıktan sonra bir kez bile görüşmedi benimle. Şimdi ne değişti bilmiyorum.’’
‘’Avukat görüşme yasağı var demiş kesin bir dille ama Melis inat etmiş baya.’’ dedim. ‘’Yine tehdit almış olabilir mi?’’
Sarp başını iki yana salladı. ‘’Telefonunu izliyorum. Yabancı bir numaradan hiç arama ya da mesaj gelmedi. Bence özlediği için böyle davranıyor. Çünkü tutuklandığını zannediyor, seni göremeyeceğini zannediyor. Panik yaptı muhtemelen. Korkmuştur.’’
‘’Yakın zaman sonra öğrenecek gerçekleri.’’ dedi Deniz, yaptığı şeyler yüzünden hala pişmandı ama yüzünde yapmak zorunda olmasının verdiği bir farkındalık da vardı. ‘’Neyse, Melis meselesini şimdilik rafa kaldıralım. Sarp, bu adamlardan hala haber yok. Diğerleri neyse de Feyyaz’ı nasıl getiremediler? Kazakistan’da değil mi bu herif?’’
‘’Öyle.’’ dedi Sarp. ‘’Ekip gönderdiler Türkiye’den. Bakalım, birkaç güne netleşir. O en kolay iş. Asıl olay Richard’ı bulmakta. Onu da Koral ve Victor’la bulacağız diye düşünüyorum. İzleniyorlar biliyorsun.’’ Deniz’le aynı anda başımızı salladık. Sarp heyecanla devam etti. ‘’Bir dakika ya siz güzel haberi almadınız mı?’’
‘’Ne haberi?’’ dedik Deniz’le aynı anda.
‘’Tolga serbest kaldı. Eser söylemedi mi bunu size?’’ Kaşlarını havaya kaldırdı. ‘’Söylememiş.’’
‘’Ciddi misin sen?’’ dedi Deniz.
‘’Ciddiyim tabii.’’ dedi Sarp. ‘’Tahliye oldu çocuk bu sabah. Eser unuttu herhalde söylemeyi.’’
‘’Bugün konuşmadık daha. Aramadı yani. Muhtemelen sen ondan önce verdin müjdeyi.’’
Sarp omuz silkip önündeki sarmalardan aldı. ‘’Neyse, önemli olan Tolga’nın serbest kalması nihayetinde.’’
‘’Öyle.’’ dedi Deniz hak verir bir sesle. ‘’Bunu da atlattık. Yavaş yavaş düzlüğe çıkacağız. Az kaldı.’’
Sarp başıyla Deniz’i onayladı. Ardından bana döndü. ‘’Savaş nasılmış? Selçuk abiyle konuşamadım ben bugün.’’
Keyifsiz bir tavırla başımı iki yana salladım. ‘’Konuştum ama değişen bir şey yok Sarp. Sanki sonsuza kadar o şekilde uyumaya devam edecekmiş gibi hissediyorum.’’ Deniz’in de Sarp’ın da yüzü düştüğünde konuyu değiştirdim. Bir sarma daha alıp ağzıma sokuşturdum. ‘’Bu iskender ve yaprak sarma ne kadar güzelmiş ya bayıldım. Uzun zamandır böyle lezzetli şeyler yememiştim.’’
‘’Civardaki en iyi restorandan aldım.’’ dedi Sarp. ‘’Beğenmenize sevindim.’’
‘’Bayıldım bayıldım. Beğenmek ne kelime?’’ dedim ayranımı yudumlamadan hemen önce. ‘’Benim iştah kilidim açıldı sanırım yine. Yedikçe yiyesim geliyor.’’
‘’Bebekler yüzünden mi?’’ dedi Sarp. Önce güldü sonra devam etti. ‘’Sahi yarın randevun var, hastaneye gideceğiz.’’
‘’Deniz bahsetti.’’ dedim. ‘’Bugün konuşmuştuk.’’
‘’Sonuçlar direkt sisteme düşer. Ben de Melike Hoca’yla iletişime geçer, bilgi alırım. Sonra da haber veririm.’’
‘’Eyvallah.’’ dedi Deniz. Telefonunu aldı ve Uygar’dan gelen maillere bakmaya başladı.
Sarp kaşlarını çatıp düşünceli bir sesle odağımızı kendi üzerine çekti. ‘’Bu bizimkiler ne zaman evlenecek?’’
‘’Bizimkiler?’’ dedik Deniz’le aynı anda.
‘’Canım, Uygar ve Miray işte. Adam evlenme teklifi ettiğiyle kaldı. Düğünü geçtim aile arası yüzük bile takamadılar.’’
‘’Bir süre daha beklemeleri herkes için daha iyi olur.’’ dedi Deniz.
‘’Bizim yüzümüzden kendi hayatlarını ikinci plana atıyorlar.’’ diyerek araya girdim. ‘’Kimse onların yaptığı fedakarlığı yapmazdı. Onların hayatından çalıyormuşuz gibi hissediyorum Deniz. Kimse kendi hayatını bir kenara bırakıp başkasını öncelik yapmaz.’’
‘’Böyle bir durumdayken ve çıkmazdayken düğün düşüneceklerini sanmıyorum. Düşünüyorsa da kendi bilir. Sonuçta kendi hayatı. Ben ona Dur şu sorunları halledelim, ondan sonra yaşa hayatını. diye bir şey demedim. Evlenirse de saygı duyarım. Bekleyin diyecek halim yok. Ama böyle bir durumdayken de kimsenin düğününe katılamam.’’
Deniz’e inanamayarak baktım. ‘’Uygar senin en yakının.’’ dedim pürüzlü bir sesle. ‘’Benim gelinliğimden düğünümüzün organizasyonuna kadar her şeyle ilgilenmişti. Sen onu yalnız mı bırakacaksın?’’
‘’Normal şartlarda bırakmam elbette ama kalkıp da ben saklanmak zorundayken evlenmeye kalkarsa ona hiçbir yardımım dokunamaz. Biliyorsun ki şu yattan adımımı bile atamam. Savcı aksini söyleyene kadar saklanmaya devam etmek zorundayım.’’
Sarp ‘’Bu planın da uzun sürebileceğini düşünmüyorum ben.’’ diyerek araya girdi. ‘’Tabii ki gönlüm işe yaramasından yana ama Richard açık verene kadar senin saklanman imkansız. Diyelim ki bir sene oldu, hala ortada yok. Ne olacak yani bir sene boyunca burada mı yaşayacaksınız?’’ Deniz’e döndü. ‘’Hadi şimdilik Melis’i seni görmekten vazgeçirdik, daha ne kadar engelleyebiliriz bu durumu?’’ Sonra bana döndü. ‘’Ya sen Ada? Ailen ve arkadaşların artık dönmeni istediğinde ne olacak? Kucağında iki bebekle mi çıkacaksın karşılarına?’’
İçli bir nefes aldım, Sarp’ı yanıtlayan Deniz olmuştu. ‘’İnan bilmiyorum Sarp. Yaşayarak göreceğiz bunu.’’
Sarp sandalyesiyle geriye doğru kaydı ve ayaklandı. ‘’Neyse, dilerim kısa sürer.’’
‘’Gidiyor musun?’’ dedim, ağzımı sildim.
‘’Gideyim, yeni rotamıza doğru yola çıkmam lazım. Yarın haberleşiriz.’’
‘’Tamam, görüşürüz. Bir şey olursa haberleşiriz.’’ dedi Deniz.
Sarp elini kaldırarak bizi son kez selamladı ve hızlı adımlarla yattan ayrıldı.
***
Gecenin ilerleyen saatlerinde yorgun argın bir vaziyette yatağımızda yatıyordum. Deniz de günlük işlerini bilgisayardan halletmiş, yatmak için üzerini değiştiriyordu.
Yeni başladığım kitabımı çekmeceye koydum, gece lambasını kapatmak için ışığa uzandım. ‘’Dur, kapatma.’’ dedi Deniz. ‘’Çok uykun yoksa bana da okur musun?’’
‘’Yani uykum yok da sen emin misin bu kitabı okumamı istediğinden?’’ Deniz yatağa uzandı, kollarını göğsümün altında birleştirdi. ‘’Romantik komedi okuyorum, biliyorsun değil mi?’’
‘’Biliyorum. Ne yani ben romantik komedi okuyamaz ya da izleyemez miyim?’’
‘’Okursun, izlersin tabii canım neden okuyamayasın, neden izleyemeyesin de öyle bir an şaşırdım sadece.’’
Deniz kitabın kapağına baktı, başını geriye atarak minik bir kahkaha attı ve başını iki yana sallaya sallaya gülmeye devam etti. ‘’Sahte Balayı.’’ dedi, kahkahasını durdurmak için dudaklarını birbirine bastırdı.
‘’Ne, ne oldu? Neden gülüyorsun?’’ dedim ama ben de gülüyordum.
‘’Bu biraz manidar oldu. Biz de şöyle Gizli Balayı isimli bir kitap mı çıkarsak acaba? Düşmanları açık versin diye cezaevine sevk edildiği söylenen ama aslında serbest kalan genç adam ve deliler gibi aşık olduğu sevgilisi bir yat tatiline çıkarlar, gözden uzakta günlerini geçirmeye başlarlar.’’
Elimin tersiyle Deniz’in koluna hafifçe vurdum. ‘’Geç dalganı.’’
‘’Hadi ama sevgilim okuyacak mısın artık? Okumamak için kaytarıyor musun anlamadım ki.’’ dedi, ellerimde duran kitabı açtı ve kaldığım yeri buldu. ‘’Hadi seni dinliyorum. Sen değil miydin bir yatakta sana kitap okumak istiyorum diyen? Başla bakalım, sendeyim.’’
Öksürerek sesimi düzelttim ve uyuyakalana dek Deniz’e kitap okudum.
24 Haziran, Cuma
‘’Hayır sevgilim, yine yanlış yapıyorsun.’’ dedim parmaklarımla boynumdaki farklı bir noktayı bastırarak. ‘’Burası ağrıyor, senin dokunduğun yer değil.’’
Deniz parmaklarının konumunu değiştirip parmaklarını omuzlarımdan yukarıya çekti ve masajına devam etti. ‘’Niye böyle boynun tutuldu senin? Gece çok rahat uyuyor gibiydin üstelik.’’
Kaslarımı kontrol etme amacıyla başımı sağa sola yatırdım. ‘’Bilmiyorum ki.’’
‘’Bu halde denize de giremezsin.’’ Eline kas gevşetici sürdü, boynuma, enseme, omuzlarıma yaydı. ‘’Şimdi daha iyi mi?’’
‘’Hı hı.’’ Saatime baktım. Sarp’la buluşmama on dakika,
hastane randevuma da yarım saat kalmıştı. ‘’Keşke sen de gelebilseydin hastaneye. Sensiz hiçbir şey yapasım gelmiyor benim.’’
Eğilip yanağımı öptü. ‘’Çok sürmeyecek. Biraz idare edeceğiz o kadar.’’
Her ne kadar bu durumdan memnun olmasam da istemsizce kabullendim ve telefonumu elime alıp mesajlara baktım. Güneş ve Selay onlarca mesaj atmıştı. Hepsine tek tek cevap verdim, tam mesaj uygulamasından çıkmak üzereydim ki Melis’in mesajı düşmüştü. Ada, neredesin? Abimi görmek istiyorum ama görüşün yasak olduğunu söylüyorlar. Onu çok özledim, hala çok kızgınım ona ama yine de çok özledim. Sana ihtiyacım var.
‘’Melis yazmış.’’ dedim telefonu Deniz’e uzatarak. Deniz masajı bıraktı ve telefonumu alıp sesli bir şekilde okudu.
‘’Ona abisiyle artık evli olmadığını, hangi cezaevinde olduğunu bilmediğini ve yardım edemeyeceğini yaz.’’ dedi telefonumu bana uzatırken.
‘’İnsanlardan bir şeyler saklamaktan çok yoruldum.’’ dedim. ‘’En yakınlarımız bile hiçbir şey bilmiyor. Uygar tam da bu yüzden kırgın değil mi sana? Her şeyi sakladığımız için.’’
‘’Kırgın olması beni ilgilendirmiyor. Önemli olan hayatta olması. Melis de gerçekleri öğrenince beni anlayacaktır. Uygar’ın inatla anlamamayı tercih etmesini de anlamıyorum zaten. Bilecekti de ne değişecekti mesela?’’
‘’Belki bir şey değişmeyecekti ama Uygar’ın kırıldığı nokta bu değil ki. Bir işe yaramayacak olsa bile bilmeyi hak ettiğine inanıyor. Sen olsan nasıl bir tepki verirdin? En yakın dostunun iki ay boyunca senden önemli bir şey sakladığını öğrendin. Ne yapardın?’’
‘’Bir şey yapmazdım Ada.’’ diyerek masajına kaldığı yerden
devam etti. ‘’Arkadaşım böyle uygun görmüş, en iyi olanın bu olduğuna karar vermiş. der, kararına saygı duyar ve ondan sonrası için elimden ne geliyorsa yapardım. Ben neden her defasında yaptıkları için hesap vermek zorunda kalan biri oluyorum? Ayrıca sen de kimseye bir şey söylemedin ve söylememeye de devam ediyorsun. Beni suçlayıp aynı şeyi kendin de yapıyorsun.’’
Yataktan kalktım ve öfkeyle sağa sola yürüdüm. ‘’En başından beri herkesten saklayalım diyen sendin. Sen istedin diye kimseye söylemedim ben Deniz. Bu senin tercihindi, benim değil. Ben başından beri anlatmak istedim. Uygar’a, Sarp’a, Savaş’a.’’ İşaret parmağımla Deniz’e kendisini işaret ettim. ‘’Ama sırf sen istiyorsun diye kimseye anlatmadım. İkizimden sakladım. Belki o bilseydi-’’ dedim ama devamını getiremedim. Boynumu hızlı çevirdiğim için kaslarım gerilmiş, canımın yanmasına sebep olmuştu.
‘’Belki bilseydi?’’ dedi devam etmemi ister gibi bir bakışla. ‘’Bilseydi ne Ada?’’ Ayağa kalktı ve tam karşımda durdu. ‘’Söyle hadi, susma.’’
Gözlerimi yumdum ve boğazıma oturan taşı zor da olsa yutkundum. ‘’Bilseydi belki de şimdi komada olmayacaktı, bilseydi belki de ölümle cebelleşmeyecekti.’’
Gözlerimi açtığımda Deniz’in yüzü öfkeden çok derin bir acıyla gölgelenmişti. Sözlerim ikimizi de vuran bir bıçak gibi havada asılı kalmıştı. “Ada.” dedi, sesi titriyordu. “Bunu mu düşünüyorsun sahiden? Savaş’ın komada olmasını benim suçum mu sanıyorsun? Bunu söylemek için mi bekledin bunca zaman?”
“Öyle demedim!” diye bağırdım, sesim yatta yankılandı. “Ama eğer Savaş her şeyi bilseydi, belki o da kendini korumak için daha dikkatli olurdu. Belki o da bu lanet olası bir planın bir
parçası olsaydı, şu an o hastane yatağında yatmıyor olurdu!”
‘’Uygar, Sarp ve Savaş Richard’ın bize ulaştığını öğrendikleri an ortalığı ayağa kaldırırdı Ada. Bunu benim kadar sen de çok iyi biliyorsun. Richard bu kaostan yararlanırdı ve başımıza çok daha kötü şeyler gelebilirdi. Tek amacım bunları engellemekti. Ama sen bana Savaş’ın başına gelenler için beni suçladığını söylüyorsun, sana gerçekten inanamıyorum.’’
‘’Seni suçladığımı söylemiyorum!’’ diye tekrarladım. ‘’Neden her şeyi yanlış anlamakta bu kadar ısrarcısın?’’
‘’Ben mi yanlış anlıyorum?’’ diye şaşkın bir sesle sordu.
Çalan telefonumu aldım, Sarp’ın çağrısını reddettim ve çantamı alıp kapıya döndüm. ‘’Ben çıkıyorum Deniz. Döndüğümde konuşuruz.’’
Deniz bir şeyler mırıldandıysa da dinlemedim ve önce güverteye çıktım, hemen sonrasında da yattan inip marinada beni bekleyen Sarp’a doğru ilerledim.
***
‘’Yattan indiğinden beri suratın sirke satıyor Ada. Ne bu halin?’’ dedi Sarp elindeki su şişesini bana uzatırken.
‘’Boynum ağrıyor Sarp, söyledim ya.’’ dedim, suyu aldım, birkaç yudum içtim.
‘’Evet, bu beni kandırmak için bulduğun bahanen. Şimdi bana gerçek sebebi söyle.’’
‘’Bir şey olmadı diyorum ya Sarp, ne diye ısrar ediyorsun ben anlamıyorum gerçekten.’’
Sarp kaşlarını kaldırdı, her zamanki alaycı gülümsemesi yüzüne yayıldı. “Ada, seninle iki yıldır tanışıyoruz. Suratından neyin döndüğünü okumak için medyum olmaya gerek yok.
Deniz’le mi kavga ettiniz?’’
Deniz’e duyduğum öfke Sarp’a patlamama engel olamamıştı. “Sarp, lütfen sadece susar mısın?” dedim, su şişesini ona geri uzattım ama o şişeyi almamış sadece bana bakmaya devam etmişti.
“Tamam, tamam.” dedi, ellerini havaya kaldırarak teslim olmuş gibi yaptı. “Ama Deniz’in yanına bu suratla dönersen hastanede işlerin yolunda gitmediğini zannedebilir.’’
Omuz kıstım. ‘’Melike Hoca sana döner dönmez sonuçları bana da söyle Sarp.’’ diyerek elimi karnıma koydum.
Sarp başını salladı, elini sırtıma koyarak yürümem için beni yönlendirdi. ‘’O iş bende, bir şey olursa haberleşiriz.’’
Sarp bana göz kırparken zor da olsa gülümsemeye çalıştım ve marinadaki yata doğru hızlı adımlarla ilerledim. Deniz kaptan köşkünde beni bekliyordu. Köprüyü yürüdüm, güverteyi geçerek mutfağa girdim, sandalyelerden birine oturdum, maillerime döndüm, Uygar’a yeni yapacakları bir otelin krokisini attım, kahve makinesi çalıştırdım. Ben tüm bunları yaparken Deniz köprüyü kapatmakla, çapayı çekmekle meşgul olmuştu. Yaklaşık on dakika sonra da motoru çalıştırdı.
Deniz mutfağa girip ‘’Nasıl geçti muayene?’’ dediğinde bilgisayarıma daldığım için irkilmiştim. ‘’Korkuttum mu?’’
‘’Dalmışım.’’ dedim. ‘’Bir şey olmadı, kan verdim, ultrasona girdim. Sarp Melike Hoca’ya attı, yanıt vermesini bekliyorum.’’ Bunları söylerken Deniz’e değil bilgisayarımın ekranına bakıyordum. Aramızdaki soğukluğu görmezden gelerek muhabbet etmeye çalışsam da yaşadığımız tartışmanın üzerimizde yarattığı gerginlik su götürmez bir gerçekti.
‘’Anladım. İyi misin peki?’’ dedi, tam karşımdaki sandalyeye oturdu, ellerini masaya koydu.
Başımı kaldırmadan bakışlarımı Deniz’e çevirdim, sadece bir saniyelik bakıştan sonra tekrar ekrana döndüm. ‘’İyiyim?’’ dedim soru imalı bir sesle.
Sanki İyiyiz. dememi bekler gibi yalvaran bir sesle ‘’Peki biz iyi miyiz?’’ diye sordu. Bakışlarımı gözlerine diktim ve saniyelerce sessiz kaldım. İyi olmadığımızı illa benim sesimden mi duymak istiyordu? Ben cevap vermeyince konuyu bambaşka bir yöne çevirdi. ‘’Aç mısın? Saat dokuza geliyor. Kahvaltıyla duruyorsun.’’
Başımı iki yana sallayıp ekrana döndüm. ‘’Teşekkür ederim. İstemiyorum, midem bulanıyor.’’ Bilgisayarın touchpadini amaçsızsa aşağı yukarı kaydırıp boş ekranda gözlerimi gezdirdim.’’
Deniz sandalyeden kalktı, dolaptan balık çıkarıp tezgaha koydu. Balığın keskin ve tuzlu kokusu burnuma dolduğu anda midemde bir huzursuzluk hissettim. Hamilelik başından beri kokulara karşı hassasiyetimi artırmıştı ama bu koku başkaydı. Sanki genzime yapışıyor, ciğerlerime sızıyor, midemi bir mengene gibi sıkıyordu. Dilimin üzerinde metalik ve acımsı bir tat hissettim. Midem kasıldıkça göğsümde baskı artıyordu. İlk başta hafif bir bulantıydı ama koku güçlendikçe midem isyan etmeye başladı. Boğazıma ekşi bir tat yükseldi, sanki içimdeki her şey yukarı çıkmak için yarışıyordu. Ellerim istemsizce karnıma gitti. Sanki bebeklerimiz de bu kokudan rahatsız olmuştu.
“Deniz.” dedim, sesim titrek ve zayıftı. “Lütfen şu balığı kaldır.” Ama Deniz çoktan tezgahta balığı temizlemeye başlamıştı. Bıçağın pullara sürtünme sesi kulaklarımda yankılanıyor, kokuyu daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Elimle ağzımı kapattım, sandalyeyle birlikte geriye kaydım.
“Ada, neyin var?” dedi Deniz, sesi uzaktan geliyormuş gibi boğuktu.
Sadece ‘’Deniz.’’ diyebildim, apar topar banyoya koştum, klozetin başına eğildim.
‘’Ada.’’ dedi Deniz, yanıma çöküp elini sırtıma yasladı. ‘’Ada.’’ Midem Deniz’e cevap vermemi engellemiş, kahvaltıda yediğim ne varsa dışarıya atmıştı. ‘’İyi misin sevgilim?’’
Öğürmekten konuşamıyordum. ‘’Midem bulanıyor.’’
Saçlarımı geriye yatırdı. Midemi boşaltana kadar başımda bekledi, iyi olduğumu anlayınca beni ayağa kaldırdı, lavaboyu açtı, ağzıma su doldurdu, yüzümü temizledi. ‘’Daha iyi misin?’’
Başımla onayladım. ‘’Şeyden, hamilelikten. O yüzden bulanıyor midem. Lanet olası balık.’’ diye mırıldandım hâlâ lavaboya tutunurken.
Deniz’in yüzünde suçlulukla karışık bir gülümseme belirdi ama gözlerindeki endişe hâlâ sıcacıktı. “Tamam, tamam, balığı suçladık ama asıl suçlu benim herhalde.” dedi, sesinde muzip bir özür vardı. “Bir daha balık mı, asla! Tavuk mu istersin, köfte mi?’’
Gülmekle ağlamak arasında bir yerde, istemsizce kıkırdadım. “Tavuk.” dedim, sesim hâlâ biraz çatallıydı. “Bebekler de onayladı, bak.” Sanki içerideki minikler gerçekten tavuk için tezahürat yapıyormuş gibi elimle karnımı işaret ettim.
Deniz gülümsedi, beni banyodan çıkarttı. ‘’Güverteye çıkalım mı? Hava almak ister misin?’’
‘’Çıkalım.’’ dedim, güverteye çıktığımızda koltuğa oturdum.
‘’Ben yemeği hazırlayayım.’’ dedi Deniz, tam uzaklaşırken elini tutup Deniz’i de yanıma oturttum.
‘’Deniz.’’
Deniz merakla yüzümü inceledi, bir elini yanağıma yasladı. ‘’Dinliyorum.’’
‘’Ben öyle demek istemedim. Yani seni suçlamak istemedim. Ben sadece Uygar’la bu kadar uzaklaşmış olmanıza çok üzülüyorum ve eskisi gibi olmanızı istiyorum o kadar. Konunun Savaş’a geleceğini düşünmedim, düşünmeden konuştum.’’
Deniz sıcacık gülümsedi, yanağıma yumuşacık bir öpücük bıraktı. ‘’Biliyorum.’’ Başparmağının dudaklarımda gezerken bıraktığı hisse odaklandım. ‘’Şimdi iyi miyiz?’’
‘’İyiyiz.’’ dedim yumuşak bir sesle.
Eser’in aramasıyla Deniz elini çekti, telefonu yanıtladı, sesi dışarıya verdi. ‘’Efendim Eser.’’
‘’Bomba gibi bir haberim var.’’ dedi Eser heyecanlı bir sesle. ‘’Hazır mısınız duymaya?’’
“Ne haberi Eser?” dedim Deniz’in koluna yaslanırken. Güvertedeki temiz hava midemi biraz olsun sakinleştirmişti ama Eser’in sesindeki o abartılı heyecan beni hem meraklandırıyor hem de hafifçe gülümsetiyordu.
Deniz telefonu elinde tutarken kaşlarını kaldırdı, o tanıdık haylaz gülümsemesi yüzüne yerleşti. “Hadi Eser, patlat şu bombayı da görelim.” dedi, göz kırparak bana baktı.
Elimle hafifçe koluna vurdum. “Deniz, ciddiye al. Eser sen de anlat hadi, neymiş bu haber?”
Eser telefondan kahkaha attı, sesi güvertede yankılandı. “Tamam âşıklar, sakin olun. Feyyaz’ı yakaladılar! Adam şu an Türkiye’ye getiriliyor. Kazakistan’da paketlediler, şimdi uçakta, birkaç saate İstanbul’da olur. Ne diyorsunuz, bu bomba değil de ne?”
Deniz’le aynı anda birbirimize baktık. “Ciddi misin Eser?” dedi Deniz, sesinde bir umut kıvılcımı vardı. “Yani… Feyyaz işini hallettik mi?”
Eser keyifle devam etti. ‘’Hallettik hallettik. Şimdi sıra Richard’da. Siz keyfinize bakın, burada her şey yolunda.’’
Deniz başını salladı, gülümsemesi yüzünden eksik olmuyordu. “Tamam Eser, bizi haberdar et. Bu iş bitince sana borçlu kalacağım.” dedi, sesinde hem rahatlama hem de o tanıdık esprili ton vardı.
“Borç mu? Borç falan yok Deniz. Şu belalardan kurtulunca bir kutlama partisi verelim yeter.” dedi. “Neyse ben sizi fazla tutmayayım. Hastaneye gideceğim.”
‘’Hastane?’’ dedim merakla.
‘’Babanın yanına uğrayacağım yenge. Eve gideceğini söyledi, onu eve götürüp sonra tekrar hastaneye getireceğim.’’
‘’Öyle mi?’’ dedim. ‘’Tamam o zaman, önemli bir şey varsa bana da haber verirsin. Daha sonra görüşürüz.’’
‘’Tamam yengelerin yengesi. Görüşürüz.’’
Deniz “Görüşürüz.” diyerek telefonu kapattı ve sehpaya bıraktı. Bir an sessizce denize baktı, sonra dönüp bana sarıldı, kollarını sırtıma doladı. “Ada.” dedi, sesi yumuşacık bir tondaydı. “Bu haber yani, her şey yoluna girmeye başladı, hissediyorum. Feyyaz’ın yakalanması büyük iş.”
Gülümsedim. “Evet, sevgilim.”
Deniz çenesini omzuma koydu, saçlarımı okşadı. ‘’Kurtulacağız tüm bu belalardan. Çok değil biraz zaman, çok az zaman.’’
‘’Biliyorum.’’ diyerek onu onayladım.
Deniz güldü, sarılmamızı sonlandırıp gözlerimin içine baktı. ‘’Eser’i duydun mu? Neşesi nasıl yerindeydi.’’
‘’Değil mi değil mi? Hiç ondan beklenmeyecek bir şekilde neşeliydi hem de.’’
‘’Adamın motivasyonu bu. Kötüleri alt etme sevdası kanına işlemiş.’’ Biraz durdu, kahkahası yüzüne yerleşirken yanağımdan makas aldı. ‘’Yengelerin yengesi.’’
‘’Ya Deniz.’’ dedim gülerek, yanağını aralıksız üç kez öptüm. Bu sefer de Sarp mesaj atarak bizi bölmüştü. Ada, Melike Hoca sonuçlarını değerlendirmiş, dosyayı sana attım. Her şey yolunda görünüyor. yazmıştı. Dosyayı açtım, Melike Hoca’nın değerlendirmesini okumaya başladım. Deniz de benimle eş zamanlı olarak okuyordu. Kan değerlerim tam da olması gerektiği gibiydi, ultrason sonuçlarıma göre de bebeklerimin gelişimi normaldi. Hiçbir anormallik yoktu ve şu an ikisi de zeytin büyüklüğündeydi. Elimi karnıma koydum. ‘’Olan onca şeye rağmen bana tutunuyorlar.’’ dedim. ‘’Bizi seçtikleri için çok mutluyum Deniz.’’
Deniz de bir elini karnıma koydu, yanağımı öptü. ‘’Dünyanın en mutlu ve en şanslı adamıyım.’’ dedi, gözlerinin içi bile gülüyordu.
‘’Peki dünyanın en mutlu, en şanslı ve en yakışıklı adamı, dünya üzerinde en sevdiği kadına ve çocuklarına ne zaman yemek hazırlayacak?’’ dedim yüzüme yerleştirdiğim muzip bir gülüşle. Uzanıp dudaklarını öptüm.
Ayağa kalktı. ‘’Bir saate hazır olur.’’
27 Ağustos, Cumartesi
Bodrum Açıkları
Gizli balayımızın ikinci ayını çoktan aştığımız bir günde, tıpkı geçtiğimiz iki ay boyunca yaptığım gibi güvertedeki şezlongda güneşleniyordum. Hayatımın en uzun ve en güzel tatilini geçirmiştim. İki ay boyunca Deniz’le birlikte denize girmiş, birlikte güneşlenmiş, neredeyse her gece ona kitap okumuş, onunla birlikte yemek yapmış, beraber yıldızları izlemiş, bir sürü anı biriktirmiş, dilediğimiz zaman sevişmiş, tüm Ege koylarını gezmiştik. Deniz hiç kimsenin olmadığı ve bizi görmeyeceklerine emin olduğu koylarda benimle birlikte kumsala gelmiş, benim bir sürü fotoğrafımı çekmişti. Tabii fotoğraf konusu bununla sınırlı değildi. Uygun bir yer bulup telefonu zamanlayıcıya ayarlıyor, koşa koşa yanıma gelip benimle birlikte pozlar veriyordu. Evimize döndüğümüzde yapacağım ilk işlerden birisi bu fotoğrafların hepsini çıkartmak ve bir aile albümü alıp zaman sırasına göre dizmek olacaktı. Çocuklarımız, anne babalarının bu mutlu anlarını görmeyi hak ediyordu.
O koylarda asla unutamayacağım çok güzel anılar da biriktirmiştik. Deniz beni kumlarda kovalamış, üzerime her defasında deniz suyu sıçratmış, beni kucaklayıp kucaklayıp Ege’nin sularına atmıştı. Bu tatili asla unutmayacaktım.
Bu iki aylık süreçte beyaz tenim hiç olmadığı kadar bronz olmuştu. Hala tam anlamıyla yüzmeyi bilmiyordum ama en azından artık suya kendim atlayabiliyor, suda Deniz’in yardımı olmadan durabiliyor ve sırtüstü yatabiliyordum. Sırtüstü yatıp denizin sakin kollarında salınırken gökyüzündeki bulutları izliyordum. Bu tatil hem bana hem Deniz’e tahmin edemeyeceğimiz kadar iyi gelmişti.
“Offf çok sıcak.” diyerek şezlongda doğruldum ve hamileliğim yüzünden yavaş yavaş çatlamaya başlayan karnıma onarıcı krem sürmeye çalıştım. Bebeklerim on yedi haftalık olmuştu ve artık ikisi de birer elma boyutuna gelmişti. Karnım iyice belirginleşmiş, pantolonlarım olmamaya başlamıştı. Hamilelik belirtilerim de değişmişti. Mesela artık aşermiyordum. Mide bulantılarım geçmişti. Ama bu sefer de şiddetli baş dönmeleri ve ağrıları, burun kanamaları, mide yanmaları, hazımsızlık, yağlı bir cilt, ağır yorgunluk ve uyku hissi gibi sorunlarla baş etmeye çalışıyordum.
Tüm bu olumsuz sorunların yanında iyi olan bir şey de vardı ki o da bebeklerimin hareketlerini hissetmeye başlamış olmamdı. Tabii henüz tekme atacak kadar kasları gelişmemişti ama içimde oradan oraya hareket ettiklerini anlayabiliyordum. Öyle ki bazen mideme çok yükleniyorlardı ve midem boğazıma çıkmış gibi hissediyordum. Hayatım boyunca hiç yaşamadığım reflü hastalığıyla tanışmıştım.
İki hafta önce verdiğim kan sonuçlarım ve ultrason görüntülerim yine oldukça iyi çıkmıştı. Bunu yine Sarp aracılığıyla Melike Hoca’dan öğrenmiştim. Bebeklerime dair bilmediğim tek şey cinsiyetleriydi ki onu da Deniz karaya adım atmadan öğrenmek istemiyordum. Tek korkum Sarp’ın yanlışlıkla ağzından kaçırıp bize söylemesiydi çünkü o biliyordu, Melike Hoca’dan öğrenmişti.
Bu iki ay boyunca kayda değer çok güzel üç gelişme daha olmuştu. Bunlardan ilki Evrim ve Güney’in izinin bulunması, ikisinin de Türkiye’ye getirilmesi, getirildikleri gibi de hapse atılmalarıydı. Her ne kadar ifadeleri alınsa da Richard’ın yerini söylememiş olmaları çok can sıkıcıydı ama ben onun da çok kısa bir süre içinde bulunacağını biliyordum.
İkinci güzel gelişme Koral ve Victor’un da tutuklanmasıydı.
Üçüncü ve en önemli gelişme ise Savaş’ın normal odaya alınmasıydı. Kendine gelir gelmez yanında beni görmeyi istediğini öğrendiğimde dakikalarca hiç susmadan ağlamıştım. Uygar ona tüm gerçekleri anlatmış, en kısa sürede de İstanbul’a döneceğimi söylemişti. O günden sonra her gün görüntülü konuşmuştuk. Beni kolay kolay affetmemişti ama bu o kadar da önemli değildi çünkü Savaş kendine gelmişti ve ben artık gökyüzüne boğazıma bir yumru oturmadan
bakabiliyordum.
Her ne kadar her gün iletişim kursam da ailemi ve arkadaşlarımı çok özlemiştim. Savcı hala Deniz’in saklanması gerektiğini düşünüyordu ama bir noktada ben artık normal hayata dönmeliydim. Bunun için de bu geceki uçakla İstanbul’a gidecek, pazartesi günü açılacak olan Kültür Merkezi’nin açılış törenine katılacak, sonra ilk uçakla tekrar Deniz’in yanına dönecektim. Belirginleşen karnımı bol bir elbise giyerek saklayacaktım ama aldığım altı kiloyu nasıl saklayacağımı bilmiyordum.
“Sevgilim hadi gelsene.” dedi Deniz başını sudan çıkartıp kollarını güverteye yaslayarak. “Daha ne kadar güneşleneceksin?”
Kremi küçük sehpaya bıraktım, şezlongdan kalktım ve denize atlamak için koşa koşa ilerledim. Ayaklarım boşluğa düştükten saniyeler sonra suyun içine doğru çekildim, kendimi suyun yüzeyine doğru ittim ve nihayetinde başımı sudan çıkardıktan sonra Deniz’in yanıma gelmesini bekledim. “Çok mu özledin beni?” dedim yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru ittirdikten sonra.
Deniz yanıma gelir gelmez kollarını bana sarmış, beni kendine hapsetmişti. “Çok özledim. Sensiz bir dakika bile geçiremiyorum.”
Burnunu burnumla sevdim. “İstanbul’a gitmeyi hiç istemiyorum.” diye nazlandım. “Tamam hemen döneceğim ama yine de seni çok özleyeceğim.”
“Sen mi ben mi?” diye mırıltılı bir ses çıkartıp yanağıma ve omzuma birer öpücük bıraktı. “Louis denen herif niye gelmiyor bu açılışa? İki aydır ortada yok, hiçbir şeyle ilgilenmedi, resmen her şeyi sana bırakıp gitti ve açılışla bile sadece sen uğraştın. Nerede bu ortak çalışma?”
Gülümseyip burnunu tekrar burnumla sevdim. “Olsun, biliyorsun ki ben hallettim. Geriye sadece açılış kaldı. Zaten tüm bu karışıklığın içinde bir de onunla uğraşamazdım. Yani ayak altında olmaması benim için çok daha iyi oldu.”
“Bana kalsa hiç uğraşmaman taraftarıydım biliyorsun.” dedi kaşlarını kaldırarak. “Ama sen beş milyon dolarımızı ona vermemekte ısrar edince seni kıramadım.”
“Çocuklarımızı düşünmek zorundayım.” dedim altını çizerek ve vurgulu bir sesle. “Her şey bitse de cinsiyetlerini öğrensek. İçim içime sığmıyor. Acaba kızlarımız mı olacak, oğullarımız mı yoksa bir kızımız bir oğlumuz mu? Yani farkında mısın çocuklarımız için bir zıbın bile alamadık. Ben artık çocuklarım için alışveriş yaptığım, onların odasını dizayn ettiğim, gerekli gereksiz her şeyi aldığım kısma geçmek istiyorum.”
Deniz küçük bir kahkahayla güldü. “Odalarını beraber boyarız, mobilyalarını beraber seçer, onlar için aldığımız minik kıyafetleri dolaplara beraber yerleştiririz.”
Heyecanın getirdiği bir hisle Deniz’e daha sıkı sarıldım. “Deniz minicik elleri olacak, minicik ayakları olacak. Gözleri, burunları, kulakları, tüm uzuvları minicik olacak. İnanabiliyor musun? İki tane minicik bebek. Bizim bebeklerimiz.”
“İnanabiliyorum sevgilim.” dedi Deniz en az benimki kadar heyecanlı bir sesle.
Gülümsedim, gözlerimi kapattım ve sırtüstü uzanıp yaz güneşinin tadını çıkardım.
***
“İner inmez beni ara.” dedi Deniz güvertede bana sıkı sıkı sarılırken. “Yolunda gitmeyen bir şey varsa önce bana, sonra mutlaka Eser’e söyle. Sarp seni bir an bile yalnız bırakmasın.”
“Tamam sevgilim, sen de ben yokken beni çok özle. İşim biter bitmez döneceğim. Aklın bende kalmasın.”
“Öyle bir şey mümkün mü sevgilim? Benim aklım tamamen seninle meşgulken aklım nasıl sende kalmasın?” dedi Deniz, sarılmamızı sonlandırıp ellerini kollarımın iki yanına koydu, ardından iki elini de indirdi ve elleri ellerimi buldu.
Gözlerimiz buluştuğunda “Seni seviyorum.” dedim. “Sonsuza kadar da seveceğim.”
“Ben de seni seviyorum, ölene kadar da seveceğim.”
İşaret parmağımı dudaklarına bastırarak onu susturdum. “Böyle şeyler söylersen o güzel ağzına yazık olacak Deniz.” diye tehditkâr bir cümle kurdum. “Ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu acaba senin?”
Deniz başını iki yana salladı, muzip bir ifadeyle beni izledi ve gözleriyle marinayı işaret etti. “Sarp gelmiş, bekletme artık istersen. Uçak saatin de yaklaştı.”
Küçük valizimi alıp Deniz’in yanaklarını öptüm, son bir kez sarılıp köprüyü yürüdüm ve marinaya indim. Yatımıza doğru baktım, Deniz’e el salladım, köprüyü kapatmasını ve marinadan uzaklaşmasını izledim. Daha yeni ayrılmamıza rağmen onu özlediğimi hissettiğimde göz kapaklarımı kırpıştırdım ve yaşların akmasını engelledim.
“İyi misin benim sulu göz arkadaşım?” dedi Sarp elimdeki valize uzanırken. “Bıraksam şıp şıp ağlayacaksın gibi bir halin var.”
Ellerimi yelpaze gibi sallayarak gözlerimdeki yaşları kurutmaya çalıştım. “İyiyim iyiyim. Hadi gidelim, uçak saati yaklaştı.” Sarp otoparka doğru ilerledi, peşinden yürüdüm. “Ee sen ne yaptın Sarp? Annen, baban, kardeşin nasıllar?”
“Sayenizde ailemle bir hafta geçirdim. Hepsini o kadar çok özlemişim ki anlatamam Ada. Hepsi iyi şükür. Bol bol vakit geçirdik.”
“İki seneyi aşkın süredir yanımdasın. İzin kullandığın günlerin sayısı on parmağımı geçmez. Bir hafta daha tatil yap dedim o kadar sana. İnadın tuttu. Hazır buraya kadar gelmişken biraz daha vakit geçirirdin ailenle.”
“Bu kadar yetti. Belki kışın kaçarım bir yerlere, o zaman kullanırım izin haklarımı.” Kolunu kaldırdı, on gün önce doğum gününde ona hediye ettiğim saate baktı ve adımlarını hızlandırdı. “Hadi lafa tuttun beni, hızlı yürü biraz.”
Koşar adımlarla arkasından ilerledim. “Tamam tamam, sustum.”
Arabaya biner binmez telefonumu aldım ve mesaj trafiğime göz atmaya başladım. Bizi havaalanından Eser alacaktı ve direkt benim otelime götürecekti. Selay, Can, Miray, Uygar ve babam beni otelde bekliyordu. Açılış için benden daha fazla heyecanlılardı. Babam, Selay ve Miray beni çok özlemişti. Gelmemi dört gözle beklediklerini yazdıkları bir sürü mesaj vardı. “Louis gelecek mi açılışa? Bir bilgin var mı?” dedi Sarp.
Bakışlarımı ona çevirdim. “Hayır. Yaşayıp yaşamadığından bile emin değilim artık ama bana kalırsa bir yerlerden çıkar. Bu kültür merkezini çok önemsiyordu çünkü.”
“İki aydır hiç sesinin çıkmaması çok anlamsız. Hadi sen arkadaşlığını bitirdin, benim aramalarıma neden hiç dönmedi?”
“Bilmiyorum. Yani biz yakın olduğumuz için seninle de görüşmek istemedi belki de. Aman boş ver şimdi Louis’i. Şu açılış bir an önce bitsin istiyorum. İki aydır gecem gündüzüme karıştı. Kültür merkezi bir yandan, şirket bir yandan, Savaş’ın şirketi bir yandan, otelim bir yandan. Her şey birbirine girdi. Tamam tatil yaptık ama uzaktan da olsa tüm işleri idare ettik biliyorsun.”
“Geri döndüğünüzde daha kolay olacağına eminim. Sen biraz kontrol manyağı olduğun için uzakta olmak seni strese soktu. O yüzden bu kadar yoruldun. Üstüne bir de hamilelik stresi eklendi.”
Elimi karnıma yasladım. “Bilmiyorum. Yine de yoğun bir yaz geçirdik.”
“Yoğundu falan ama güzel bir yazdı. Bu yazın en harika olayları da Feyyaz, Evrim, Güney, Koral ve Victor’un yakalanması. Gerçi hiçbir işe yaramadılar ama sonuçta suçlular ve hapiste olmaları son derece tatmin edici.”
“Hepsinin Richard’la o kadar bağlantısı varken Richard’ın hala bulunamamış olması çok saçma. Bu adam nasıl kamufle edebiliyor kendini?”
Sarp omuzlarını silkti. “Ya çok iyi gizleniyor ya da gözümüzün önünde ama biz göremiyoruz.” dedi düşünceli bir sesle. Gözlerini yola sabitlemişti. Sanki zihninde Richard’ın olası saklanma yerlerini tarıyordu.
Arabanın camından dışarı baktım. Bodrum’un dar, taş döşeli yolları yerini havaalanına giden geniş asfalt yola bırakmıştı.
“Sarp.” dedim, sesimde hafif bir titreme vardı. “Sence bu iş ne zaman bitecek?”
Sarp derin bir nefes aldı. “Ada bu adamlar yakalanır, her zaman yakalanırlar. Sadece biraz zaman meselesi. Sen şimdi açılışa odaklan, İstanbul’da aileni, arkadaşlarını gör. Biraz nefes al. Gerisi hallolur.” Yüzünde bir gülümseme belirdi ama gözlerindeki ciddiyet saklanamıyordu.
Başımı cama yasladım, dışarıdaki manzaraya daldım. “Haklısın.” dedim kendimi telkin etmeye çalışarak. “Ama yine de Deniz’i yalnız bırakmak içime sinmiyor.”
Sarp gülerek direksiyonu çevirdi, havaalanının otoparkına yöneldi. “Sen şu açılışı bir hallet, sonra koşar adımlarla sevgiline dönersin.” Göz kırptı, sağa çekip motoru susturdu, arabadan inerken valizimi kaptı.
Havaalanının girişindeki klimanın serin havası yüzüme çarpmıştı. Sarp valizimi çekerek hızlı adımlarla check-in kontuarına ilerledi. Etrafımız kalabalıktı. Yazın son günlerini yaşayan turistler, ellerinde bavullarla koşturan iş insanları, çocuklarıyla telaşlı aileler. Herkesin bir yere yetişme telaşı vardı ama ben sanki zamanın içinde askıya alınmış gibi hissediyordum.
Check-in sırası kısa sürdü. Bekleme alanında beklerken Sarp yanımdaki koltuğa çöktü, telefonunu karıştırıyordu. “Selay’la Miray bana da mesaj atıp duruyor, sabırsızlanıyorlar.”
“Onları çok özledim.” dedim, sesimde hafif bir çatallaşma vardı. “Ama bu karnımı nasıl saklayacağım bilmiyorum. Altı kilo aldım Sarp. Bol elbise bile bunu gizleyemez.”
Sarp kahkaha attı, telefonunu cebine koydu. “Ada, sen hamile olduğunu söylemek istemiyorsan kimse bir şey anlamaz.” Elini omzuma koydu, cesaret verircesine sıktı. “Hadi, uçağa geç kalmayalım.”
Uçağa bindikten sonra cam kenarı koltuğuma yerleşip dışarıdaki pistte hareket eden uçakları izledim. Gökyüzü lacivert bir örtü gibi Bodrum’un üzerine kapanıyordu. Telefonumu elime aldım, Deniz’e kısa bir mesaj attım. Uçağa bindim, iner inmez ararım. Seni şimdiden özledim. Mesajı gönderdikten sonra telefonu kapattım, başımı koltuğa yasladım.
***
Uçak İstanbul’a iner inmez telefonumu açtım ve Deniz’e kısa bir mesaj attım. İndim sevgilim. Mesajı gönderdikten sonra Sarp’la birlikte valizlerimizi almak için bagaj teslim alanına yürüdük. Havaalanının kalabalığı Bodrum’un sakinliğinden sonra başımı döndürmüştü. İnsanların telaşlı adımları, valiz tekerleklerinin zeminde çıkardığı sesler ve etraftaki uğultu sanki beni yeniden şehir hayatının girdabına çekiyordu. Sarp yanımdaki valizi çekerken “Hadi Ada, fazla oyalanma. Eser bekliyor olmalı.” dedi, bir yandan telefonuna bakıyordu.
Dışarı çıktığımızda Eser’in arabası tam karşımızdaydı. Bizi görür görmez geniş bir gülümsemeyle kapıyı açtı. “Yengelerin yengesi! Nihayet geldin!” diyerek önce benimle sonra Sarp’la tokalaştı. “Hadi bakalım atlayın arabaya, otelde koca bir karşılama komitesi sizi bekliyor.”
Arabanın arka koltuğuna yerleşirken “Karşılama komitesi mi?” dedim gülerek. “Kimler var ki?”
Eser direksiyona geçti, aynadan bana göz kırptı. “Selay, Miray, Uygar, Can ve tabii ki baban. Hepsi otelde, sabırsızlanıyorlar. Selay az önce mesaj attı Uçak hala inmedi mi? diye.”
Güldüm ama içimde bir huzursuzluk vardı. Karnımı bol elbisenin altına saklamaya çalışsam da aldığım kilolar ve belirginleşen göbeğim yüzünden kendimi tedirgin hissediyordum. “Umarım kimse bir şey fark etmez.” dedim ellerimi istemsizce karnıma götürerek.
Sarp ön koltuktan başını bana doğru çevirdi. “Tatil boyunca çok yediğini ve kilo aldığını söylerim.’’
‘’Sen beni hiç ciddiye almıyorsun.’’ dedim. Eser de Sarp da hiçbir şey söylememiş, sadece gülmüşlerdi.
***
Otelin önüne geldiğimizde Selay, Miray, Uygar, Can ve babam kapının önünde toplanmış bizi bekliyordu. Arabadan iner inmez Selay koşarak yanıma geldi, kollarını boynuma doladı. “Ada! Nihayet!” diye bağırdı, sesi özlemle doluydu. “Seni çok özledim.”
Sarılmamızı sonlandırıp geri çekildim. “Ben de seni özledim Selay.” dedim, elimi karnına koydum. ‘’Selay!’’ diye neredeyse büyük bir çığlık attım. ‘’Karnın kocaman olmuş. Bu çocuk ne zaman bu kadar büyüdü?’’ Eğildim ve Selay’ın karnını öptüm.
Selay elini karnına koyup tenini sıvazladı. ‘’Büyüdü tabii teyzesi, altı aylık oldu benim oğlum.’’ Gülümsedim. Selay elimi tutup havaya kaldırdı. ‘’Sen ne kadar güzel olmuşsun böyle ya. Seni ilk kez bronz bir tenle görüyorum. Güneş gibi parlıyorsun.’’
Selay’a sevimli bir gülümseme gönderdiğim sırada Miray araya girdi. ‘’Hadi bırak da biz de sarılalım Selaycım.’’
Hep bir ağızdan kahkaha attıktan sonra önce Miray’la sonra Uygar ve Can’la sarıldım. Babam ağır adımlarla bana yaklaştı, yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı. “Kızım.” dedi, kollarını açtı, ben de kendimi onun kucağına bıraktım. Kokusu içimi ısıtmıştı. “Seni çok özledim güzel kızım benim.”
‘’Ben de seni ve hepinizi çok özledim.’’ dedim, sarılmamızı sonlandırdım.
‘’Aç mısınız?’’ dedi babam bana ve Sarp’a bakarak. ‘’Yorgun musunuz yoksa? Dinlenmek ister misiniz?’’
‘’Aç değiliz.’’ diye hemen babamı yanıtladım. ‘’Biraz dinlenip hemen hastaneye giderek Savaş’ı görmek istiyorum.’’
Sarp valizlerimizi Tuna’ya teslim ederken babam beni lobiye
doğru yönlendirdi. ‘’Tamam, geçelim o zaman şuraya, soluklanın siz de. Ben de senin gül yüzünü göreyim.’’
Babamın koluna girdim, başımı omzuna yasladım. ‘’Babacım seni çok ama çok seviyorum.’’
Babam saçlarımı öptü. Otelin lobisindeki koltuklara geçtiğimizde herkes bir anda konuşmaya başladı. Selay ve Miray kültür merkezinin açılışı için ne kadar heyecanlı olduklarını anlatıyordu. Babam, Savaş’ın iyileşme sürecinden bahsediyor, Can ise açılışta yapılacak kokteylin detaylarını soruyordu. Uygar ise daha sessizdi, sadece dinliyor, arada bir başını sallıyordu.
‘’Hamilelik nasıl gidiyor?’’ dedim Selay’ın ışıl ışıl parıldayan gözlerine bakarak. Ona hamile olduğumu söylemek için can atıyordum. Çocuklarımız çok yakın zamanda doğacak ve çok yakın arkadaş olacaklardı. İçim içime sığmıyordu.
‘’Çok zor.’’ dedi Selay arkasına yaslanarak. Ellerini ve ayaklarını kaldırdı. ‘’Şu ellerime ve ayaklarıma bak, nasıl şiştiler. Yürümekte zorlanıyorum artık. Bir ay daha çalışabilirsem ne mutlu bana.’’
‘’Haftalardır çalışmana gerek yok diyorum ama dinletemiyorum ki sana. Zorlanıyorsun ama inatla çalışmaya devam ediyorsun.’’ dedi Can.
‘’En azından bir ay daha çalışmak istiyorum.’’ dedi Selay, hala karnını seviyordu. ‘’Mesleğimi çok seviyorum, yardıma muhtaç sokak hayvanlarını düşündükçe ne kadar çok klinikte kalırsam o kadar iyi diye düşünüyorum, ne yapayım.’’
Miray ablalık içgüdüsüyle konuşmaya müdahale etti. “Bir ay daha mı?” dedi kaşlarını kaldırarak Selay’a bakarken. Sesinde hafif bir şaşkınlık ve itiraz tınısı vardı. “Selay bu halde çalışmak zorunda değilsin. Dinlensen, kendine baksan, bebek
için daha iyi olmaz mı?”
Selay başını iki yana salladı. “Miray çalışmak istiyorum. Oturup evde pineklemek bana göre değil. Hem zaten klinikte herkes bana yardımcı oluyor, fazla yorulmuyorum.”
Uygar koltuğunda hafifçe kıpırdandı, bakışlarını Miray’a çevirdi. “Herkes kendi kararlarını verebilir Miray.” dedi, sesi sakin ama keskin bir tondaydı. “Selay çalışmak istiyorsa bu onun seçimi. Kimse ona yapma dememeli.”
Miray’ın yüzü bir anda gerildi, gözleri Uygar’a kilitlendi. “Kimse ona yapma demiyor Uygar. Ben sadece onun sağlığını düşünüyorum. Hamilelik kolay bir şey değil, hele ki bu kadar ilerlemişken. Biraz mantıklı düşün lütfen.”
“Mantıklı olan ne?” diye karşılık verdi Uygar ama sesindeki gerginlik artmıştı. “Sadece şunu söylüyorum. Selay yetişkin bir insan. Ne istediğini biliyor. Senin ona çalışmasan da olur demen, onun iradesine karışmak gibi geliyor.”
Selay kaşlarını çattı, araya girmek için nefes aldı ama Miray ondan önce davranmıştı. “İradesine karışmak mı? Uygar, bu ne saçma bir suçlama! Ben sadece kardeşimi düşünüyorum. Senin bu her şeye bu kadar… bu kadar mesafeli yaklaşman beni çileden çıkarıyor! Sanki hiçbir şey umurunda değil! Ayrıca hamile olmakla ilgili ne biliyorsun ki böyle ahkam kesiyorsun?’’
‘’Hey hey, biraz sakin mi olsanız siz acaba? Ne oluyor size?’’ diyerek araya girdim ve önce Uygar’a sonra Miray’a baktım. ‘’Sorun ne?’’
Miray oturduğu koltuktan kalktı, kelimelerinin hedefi ben olsam da gözleri Uygar’dan bir saniye bile ayrılmamıştı. ‘’Sorun falan yok Ada. İzninizle ben odaya çıkacağım, bugün biraz yoruldum.’’
‘’Abla.’’ dedi Selay. Miray’a çok nadir zamanlarda abla diye hitap ederdi, konu gerçekten ciddi olmalıydı. ‘’Otur lütfen.’’
‘’Kendimi iyi hissetmiyorum Selay, daha sonra size eşlik ederim. Yarın görüşürüz. Size iyi akşamlar.’’
Hepimiz şaşkınlıkla birbirimizi izlemiştik, kimsenin Miray’a Kal. demek için cesareti yok gibiydi. Hep bir ağızdan ona ‘’İyi geceler.’’ dediğimizde Miray çoktan merdivenlere doğru ilerlemişti.
Gözlerim Uygar’a kaydı. Onunla konuşmam gerektiğini biliyordum ama bu kalabalıkta doğru anı bulmak zordu. “Uygar.” dedim usulca. “Sonra konuşalım mı? Bir kahve içelim, ne dersin?”
Uygar bir an duraksadı, sonra başını salladı. “Olur Ada. Konuşuruz.” dedi dümdüz bir sesle, sesinde ne bir soğukluk ne de bir sıcaklık vardı.
Selay elimi tuttu ve içinde bulunduğumuz gerginliği dağıtmak için konuyu değiştirdi. “Hadi bize iki aylık tatilinin nasıl geçtiğini anlat.’’ Sarp’a döndü ve aynı heyecanla devam etti. ‘’Sarp, sen de anlat. Neler yaptı bizim deli kız?’’
“Valla, nereden başlasam…” dedim gülümseyerek zaman kazanmaya çalışırken. Elimi saçlarımda gezdirdim, bol elbisemin eteğini düzelttim. “Öncelikle şunu söyleyeyim, bu yaz hayatımın en güzel yazlarından biriydi. Ege’nin koylarında, o masmavi sularda vakit geçirmek. Bilmiyorum, sanki dünyadan kopup başka bir evrene gittim. Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Aydın, Muğla, tüm kıyı şeridini gezdik yani anlayacağınız.’’
Selay gözlerini kocaman açtı. “Ayy, ne kadar güzel! Anlatsana, bütün gün yatta mıydın, yoksa karaya inip gezdin mi?”
Sarp kahkaha attı, araya girdi. “Selay, bu kızı karaya indirmek ne mümkün? Başını belaya sokar diye gözüm hep
üstündeydi. Ama yatta epey eğlendik, değil mi Ada?”
Herkes gülmeye başladı. Babam “Aynı Ada’dan mı bahsediyoruz? Yatta mı geçirdi bütün yazı?” dedi şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak. Sonra bana döndü. “Hani sen suyun yanına bile yaklaşmazdın?”
‘’Artık bu korkumu kırmam gerektiğini düşündüm. Sonra bir baktım, suda sırtüstü yatıyorum! İnanabiliyor musunuz, ben bile şaşırdım.”
Selay iç çekti. “Off, kulağa rüya gibi geliyor. Bizi özledin mi peki?”
‘’Özlemez olur muyum? Hepiniz burnumda tüttünüz.’’
‘’Açılış için heyecanlı mısın peki?’’ diye sordu Can. ‘’Arkadaşınız Louis ortalarda görünmüyor. Lansman için bile günler önceden dört dönüyordu etrafta.’’
Sarp ‘’Onun biraz işleri var. En son Portekiz’deydi.’’ diyerek alelade bir cevap verdi. Sonra bana döndü. ‘’Ee hadi, Savaş’ı görmeye gitmiyor muyuz?’’
‘’Gideceğiz.’’ dedim, Uygar’a döndüm. ‘’Ama benim önce Uygar’la konuşmam gerek.’’
Herkes oturduğu yerde sessizce kıpırdanırken ve kalkmaya hazırlanırken Uygar sessizce başını salladı. Yalnız kaldığımızda nihayet söze girdim. ‘’Her şey yolunda mı Uygar?’’
‘’Değil.’’ diyerek beni dürüstçe yanıtladığında konuşmaya nasıl devam edeceğimi düşünüyordum.
“Miray’la ne oluyor?” dedim sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışarak. “Onunla aran neden bozuk?”
Uygar iç çekti, ellerini saçlarında gezdirdi. ‘’Miray’ı tanıdığımda her şey o kadar kolaydı ki Ada. O benim en büyük desteğim oldu. İş stresimde, aile meselelerimde hep yanımdaydı. Ben de onun için aynıydım. Ama son zamanlarda her şey değişti. Her şey üst üste geliyor. Sürekli bir kaosun içindeyiz. O da yoruldu. Ben de yoruldum. Sürekli bir şeylerle uğraşıyoruz, kendi hayatımızı yaşamayı unuttuk. Miray Evlenme teklifi ettiğinde bu kadar büyük sorunlar yoktu, o zaman diliminde evlenebilirdik. diyor. Ama aslında o dönemde bile nasıl bir kaosun içinde olduğumuzu bilmiyor. Hiçbir şeyi bilmediği için dışarıdan her şeyin yolunda olduğunu düşünüyor. Hala bir sürü derdimiz var. Richard hâlâ dışarıda, herkes Deniz’i hapiste zannediyor, siz yatta saklanıyorsunuz. Böyle bir durumda ne evlenmesi Ada?”
“Uygar seni anlıyorum. Ve Miray’ı da anlıyorum. İkiniz de çok fedakarlık yaptınız. Ama lütfen Miray’la aranı düzelt. Onu kaybetme. O seni çok seviyor ve sadece seninle bir gelecek istiyor.”
Derin bir nefes aldı. Gözleri nemlenmişti ama gözyaşlarını tutuyordu. “Evlenme teklifi ettiğimde o kadar mutluydu ki. Sonra aradan aylar geçti. Miray sabırlıydı ama son zamanlarda patladı.”
“Nasıl yani?” dedim. “Ne dedi sana?”
“Beni suçladı Ada. Beni öncelik yapmıyorsun. dedi. Her zaman başka sorumlulukların var, hepsi bizim mutluluğumuzun önüne geçiyor. dedi Haklı belki. Ama ben ne yapayım? Deniz benim kardeşim. Miray’a dedim ki Bekleyelim, her şey düzelsin. Ama o yoruldu. İki yıldır bekliyorum. Bu ilişki nereye gidiyor? Sen beni gerçekten istiyor musun, yoksa sadece alışkanlık mı? diye soruyor. Geçen hafta büyük bir kavga ettik. Az önceki tartışma, sadece buzdağının görünen kısmıydı.”
‘’Peki konuşmayı denedin mi?’’
Uygar sessizce başını salladı. ‘’Ama hiçbir şeyi bilmediği için
anlattıklarımı makul bir zemine yerleştiremiyor kafasında.’’
‘’Her şey bizim yüzümüzden değil mi?’’ dedim hüzün dolu bir sesle. ‘’Ben iki sene kayıptım, sonra Richard olayları patladı. Bizim yüzümüzden kendi hayatınızı erteliyorsunuz.’’
‘’O nasıl söz Ada?’’ diyerek söylediklerimi reddetse de içten içe bana hak verdiğini biliyor, onu anlıyor ve ona asla kızmıyordum. ‘’Şimdi de kendini suçlu mu hissedeceksin gerçekten?’’
Parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. ‘’Onunla konuşmamı ister misin?’’
Başını iki yana salladı, ayağa kalktı. ‘’Biz hallederiz Ada. Hadi sen daha fazla durma burada. Savaş’ı görmeye git.’’
Her ne kadar Uygar’ı bu halde bırakmak istemesem de dediğine uydum ve koltuktan kalkıp ona sarıldım. ‘’Dilerim ki en kısa sürede her şey yoluna girer ve eskisi gibi mutlu olursunuz.’’
‘’Umarım.’’ dedi Uygar umutsuz bir sesle. Sarılmamızı sonlandırıp ellerini kollarıma koydu. ‘’Dikkat et, bir şey olursa ara. Pazartesi günü açılışta görüşürüz.’’
‘’Görüşürüz.’’ dedim ve çıkışa doğru ilerledim.
***
Sarp yorgun olduğu için beni hastaneye Eser getirmişti. Hastaneye giden yol boyunca Uygar ve Miray’ı düşünmüştüm. Biz Deniz’le onların aniden evlenme ihtimalini düşünürken ve bu konuda yargılama hakkımız olmadığını konuşurken onlar neredeyse ayrılığın eşiğine gelmişti ve bunun sebebi Uygar her ne kadar kabul etmese de Deniz ve bendim. Bunu düzeltmenin bir yolu olmalıydı.
‘’Ben dışarıda bekleyeyim yenge.’’ dedi Eser motoru
susturduğunda. Dikiz aynasından beni izliyordu. Beni hastaneye Eser’in getirmesi benim işime gelmişti çünkü Eser ve Beyza ilişkisinin bu iki aylık süreçte nasıl ilerlediğini yakından görme fırsatım olacaktı.
Kaşlarımı çattım. ‘’Neden? Savaş’ı görmeden mi döneceksin otele?’’
‘’Sabah gördüm ben zaten.’’ diyerek omuz silkti.
‘’Ee bir daha gör.’’ diye direttim. Tam ağzını açmış tekrar itiraz edecekti ki daha başlamadan sözünü kestim. ‘’Beyza’dan mı kaçıyorsun sen?’’
‘’Yok yenge ne alakası var?’’ dedi eli ayağına dolaşırken.
‘’Tamam, gel o zaman benimle. Yardımına ihtiyacım olabilir.’’
‘’Yardım?’’
‘’Yardım işte.’’ dedim. Ne yardımı Ada? ‘’Yani biliyorsun tanınan biriyim. Başıma üşüşüp sorular sormaya çalışanlar olabilir. Onları uzaklaştırabilirsin.’’
Eser başını hafifçe eğdi, kısa bir süre düşündü ve sonunda teklifimi kabul etti. ‘’Pekala yenge, gidelim.’’
Arabadan inip hastaneye girdik. Yatan hastaların olduğu kata çıktık. Eser Savaş’ın hangi odada yattığını bildiği için önden gidiyordu ve ben de onu takip ediyordum. Bir yandan da gözlerim Beyza’yı arıyordu. ‘’Nerede bu kız?’’ dedim kendi kendime.
‘’Efendim yenge, duymadım.’’
‘’Hiç hiç. Yok bir şey, ben öyle kendi kendime mırıldanıyordum. Hangi oda Savaş’ın? Daha gelmedik mi?’’
Eser durdu, hemen önündeki kapıya vurdu. İçeriden Savaş’ın
‘’Gelebilirsiniz.’’ sesini duyduğumda neredeyse ağlayacaktım. Çünkü o ses, üç ayı aşkın süredir kâbuslarımda yankılanan sessizliğin yerine doluyordu.
Eser hiç beklemeden kapıyı açtı, benim öncelikli olarak odaya girmeme müsaade etti. Koşar adımlarla odanın içine doğru ilerledim. Bir hemşire Savaş’ın serumuyla ilgileniyordu. Savaş’ın yüzünü görememiştim. ‘’Savaş.’’ dedim titreyen bir sesle.
Hemşire Savaş’la ilgilenmeyi bırakıp kenara çekildiğinde o hemşirenin Beyza olduğunu anladım. Fakat bu detay üzerinde fazla durmadım çünkü üç ayı aşkın bir süre sonra ilk kez Savaş’ı sağlıklı ve iyi bir şekilde karşımda görüyordum. Yatağın başlığına sırtını dayamıştı, yüzü solgun ama yine de canlıydı. Sanki komada geçirdiği o karanlık günler hiç yaşanmamış gibiydi. Ama yaşanmıştı. Her korku dolu bekleyiş içimde bir yara açmıştı. Onu şimdi karşımda görmek, o yaraları hem iyileştiriyor hem de daha derin bir özlemle sızlatıyordu.
“Savaş!” dedim tekrar. Koşar adımlarla yatağına ulaştım, kendimi tutamayıp kollarımı boynuna doladım. Başımı göğsüne bastırdım, kokusunu içime çektim. Savaş’ın kolları yavaşça etrafıma kapandı, zayıf ama kararlı bir şekilde beni sımsıkı sardı. “Ada.” dedi, sesi titrek ama sıcacıktı.
Hıçkırıklarım göğsüne süzülürken gülmeye çalıştım ama gözyaşlarım durmuyordu. “Seni o kadar özledim ki.” dedim, yüzümü göğsünden kaldırmadan. “Savaş, sensiz ne yapardım ben?” Başımı kaldırıp yüzüne baktım. ‘’Çok iyi görünüyorsun.’’ Gözlerine baktım, eskisi gibi ışıl ışıl, masmaviydi.
Elini yanağıma yasladı. ‘’İyiyim güzelim.’’ dedi çatallı bir sesle. ‘’Çok iyiyim. Sen nasılsın?’’
‘’Beni boş ver.’’ diyerek elimin tersiyle yanağıma akan yaşı sildim. ‘’Gerçekten iyi hissediyor musun? Ağrın var mı? Bir yerin acıyor mu?’’
‘’Seni görünce tüm acılarım silindi.’’ dedi muzip bir gülüşle.
Beyza’ya döndüm. ‘’Beyza, her şey yolunda mı?’’
‘’Hiçbir sorun yok Ada Hanım. Hatta.’’ Savaş’a döndü, sanki bir şey söylemek için izin ister gibiydi. Savaş başıyla Beyza’yı onayladığında merakla Beyza’ya baktım. ‘’Yarın Savaş Bey’i taburcu etmeyi planlıyoruz.’’
Ellerimle yüzümü kapatıp derin bir iç çektim. ‘’Çok şükür, Allah’ım teşekkür ederim.’’ diyerek ellerimi yüzümden çektim. ‘’Bu harika bir haber.’’
‘’Evet, sonunda çıkıyorum.’’
‘’Bir şeye ihtiyacınız yoksa ben artık çıkayım.’’ dedi Beyza.
‘’Şu anlık iyiyim. Bir şey olursa çağırırım Beyza. Teşekkürler.’’ dedi Savaş yatağında hafifçe doğrularak.
Beyza Eser’e döndü. “Siz de çıkın isterseniz, Eser Bey.” dedi, ismini vurgularken sesinde alaycı bir tını vardı. “Ada Hanım ve Savaş Bey yalnız kalsınlar.”
Eser’e baktım. “Hah, tabii.” diye mırıldandı. “Zaten burada istenmediğim belli.” Başını hafifçe eğdi, gözlerini Beyza’dan kaçırarak kapıya yöneldi.
Ben neler olduğunu çözmeye çalışırken Eser kapıyı açtı ve hızlı adımlarla çıktı, Beyza da peşinden gitmişti. Onlar çıkar çıkmaz Savaş’a döndüm. Bunların nesi var Savaş?’’ diye sordum. Ben onların sevgili olmasını umut ederken onlar neredeyse birbirine ateş püskürecekti.
‘’Kedi köpek gibi didişiyorlar sürekli.’’ dedi Savaş umurunda
değilmiş gibi.
‘’Nasıl yani? Neden? Yani Eser Beyza’yı seviyor ama sen didiştiklerini söylüyorsun.’’
‘’Eser flört etmeyi beceremediği için sürekli Beyza’yı kızdırıyor, zıtlaşıp duruyor kızla. Beyza’nın da hoşuna gidiyor aslında ama bilmiyorum. Bugün farklı bir tansiyon var aralarında.’’ Gülümsedim, bu yüksek çekimden kaynaklanan bir gerilimdi. ‘’Neyse boş ver sen şimdi onları. Uygar bana her şeyi anlattı ama senden de duymak istiyorum. Richard’ın mesaj attığı günden itibaren neler döndüğünü bana hemen anlatıyorsun. Hadi seni dinliyorum.’’
Yorgun bir nefes aldım ve tüm olanları kronolojik bir şekilde Savaş’a anlattım. Savaş her şeyi bildiği için detaylara çok fazla takılmamıştı ve ben olanları kısa sürede anlatabilmiştim. ‘’Yani anlayacağın bu sürecin en güzel gelişmesi ikiz bebeklere hamile kalışım oldu Savaş. İkizlerim olacak. Tıpkı bizim gibi benim de ikiz çocuklarım olacak. Düşündükçe dişlerim kamaşıyor. Öyle mutluyum ki.’’
‘’Bu haberi verdiğinden beri onlar için internetten alışveriş yapıyorum.’’ dedi heyecanlı bir sesle.
Ona inanamayarak baktım. ‘’Sen ciddi misin Savaş?’’ dedim şaşkın ama sevgi dolu bir sesle. ‘’Ne aldın? Hani neredeler?’’ Odada gözlerimi gezdirdim. ‘’Ne aldın Savaş? Söyle hadi.’’
Savaş kahkaha attı. ‘’İkisi için de puset aldım. Cinsiyetlerini bilmediğim için cinsiyetsiz renklerde pijama takımları, zıbınlar, organik pamuk battaniyeler ve oyuncaklar aldım.’’
Dudaklarımı birbirine bastırıp dolmuş gözlerle Savaş’ı izledim. ‘’Sana inanamıyorum. Beni ağlatacak mısın sen?’’
‘’Ağlaman için söylemedim Ada.’’ dedi elini elimin üzerine koyarak.
Elini elimden kaldırıp karnıma koydum. Savaş dayı olacak olmanın verdiği bir mutlulukla bana bakıyordu. ‘’Onlarla tanış.’’ dedim.
Savaş elini karnımın üzerinde gezdirirken bir yandan da gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. ‘’ İkizimin ikizleri olacak. Bu harika bir duygu. Onlarla tanışmayı çok istiyorum. Eğer tanışamasaydım çok üzülürdüm.’’
‘’Kötü kötü şeyler söyleme.’’ dedim sahte bir sinirle. ‘’Bak iyisin, hayattasın.’’
‘’Deniz’e bir hayat borçluyum. Bana böbreğini verdiği için hayattayım.’’
Başımı iki yana salladım. ‘’Deniz’e bir borcun yok Savaş. O bunu isteyerek yaptı, bir karşılık beklemiyor.’’
‘’Ben ondan seni üzdüğü için nefret ederken o her zaman seni düşünmeye devam ediyormuş meğer.’’ dedi mahcup bir sesle. Başımı salladım. ‘’Açılışta yanında olmasını isterdim.’’
‘’Ben de.’’ dedim. ‘’Ama bir süre daha saklanması gerekiyor. Daha ne kadar sürdürebiliriz bilmiyorum gerçi. Melis iki aydır Deniz’le görüşemediği için çok mutsuz. Görüş yasağı bahanesine artık inanmıyor. Yarın kültür merkezinin açılışı için dayım, yengem ve Güneş’le birlikte İstanbul’a gelecek. Yine Deniz’i görmek isteyecektir.’’
Savaş beni başıyla onayladı. ‘’Sarp Louis’in Portekiz’de olduğundan bahsetti. Açılışa gelmeyecek mi?’’
‘’Umurumda değil.’’ diyerek omuz kıstım. ‘’Bana resmen bu projeye tek başıma devam etmem için baskı yaptı Savaş. Bir an önce şu açılışı yapmak ve onunla olan tüm bağımı kesmek istiyorum.’’
‘’O kadar netsin yani?’’ dedi şüpheci bir sesle.
‘’Aynen öyle.’’ diyerek onayladım. ‘’İki aydır nelerle uğraşıyorum. Bir de kültür merkezini yetiştirmeye çalıştım hiç işim gücüm yokmuş gibi.’’
‘’Anladım, sıkma canını. Üstesinden gelmişsin işte bak. Eminim ki harika olmuştur.’’
Gururlu bir ifadeyle gülümsedim. ‘’Yani evet güzel oldu.’’
‘’Görmek için sabırsızlanıyorum.’’
‘’Pazartesi göreceksin, sabret.’’ diyerek göz kırptım.
Saçlarımı karıştırdı. ‘’Hadi sen gidip dinlen artık. Yarın nasıl olsa taburcu olacağım. Bol bol görüşeceğiz.’’
‘’Tamam, sabah erkenden geleceğim. Benden kurtulamazsın.’’ dedim işaret parmağımı ona doğru sallayarak.
Savaş başını iki yana sallaya sallaya gülerken yataktan kalktım, yanağına kocaman bir öpücük bıraktım ve ona sıkı sıkı sarıldım. ‘’Seni çok seviyorum Ada. İkizim olduğun için çok mutluyum.’’
‘’Ben de seni çok seviyorum.’’ dedim, sarılmamızı sonlandırdım. ‘’Yarın görüşürüz.’’
‘’Görüşürüz güzelim.’’
Gülümsedim ve odadan çıktım. Eser bekleme alanında beni bekliyordu. ‘’Ne yapıyoruz yenge? Gidiyor muyuz?’’
‘’Gidiyoruz da Beyza’yla ne ayak?’’ dedim göz kırparak.
‘’Bir ayak de-’’ diye itiraz edecek gibi olduğunda onu susturdum.
‘’Hiç, hiç öyle itiraz etmeye kalkma. Savaş söyledi, sürekli didişiyormuşsunuz. Ben sizi iki ay önce böyle mi bıraktım?’’
‘’Yenge valla benim bir şey yaptığım yok.’’ diye hiçbir dayanağı olmayan bir savunmaya giriştiğinde ona sabırsız bir nefes vererek baktım.
Kaşlarımı kaldırdım. ‘’Bir şey yaptığın yok mu? O yüzden mi birbirinizi boğacak gibi baktınız içeride birbirinize?’’
‘’Ben değil Beyza bana öyle baktı. Ben ağzımı bile açmadım, kendi gözünle gördün ya yenge.’’
‘’Ben onu bunu anlamam Eser. Beyza’yı üzme sakın. Tamam ben oğlan tarafıyım ama hemcinsimin üzülmesini de istemiyorum açıkçası.’’
Eser’in gözleri bir anda ışıldadı. ‘’Gerçekten oğlan tarafı mısın?’’ dedi heyecanla. Yüzünde birileri tarafından tercih edilmenin verdiği bir mutluluk vardı ve ben bu mutluluğun onun yüzüne çok nadir yerleştiğini bilecek kadar Eser’i tanıyordum.
Elimi omzuna koydum. ‘’Ne sandın Eser?’’ dedim hayırdır der gibi başımı sallayıp göz kırparak.
‘’Eyvallah yenge. Böyle bir şey oldum, onore oldum. Bi’ duygulandım.’’
Minik bir kahkaha attım. ‘’Neyse, hadi beni otele götür. Yarın çok işim var. Savaş taburcu olacak, bizimkiler havaalanından alınacak, kültür merkezinin açılışı için son hazırlıklara da bakmam lazım. Bir an önce yatıp uyumak istiyorum.’’
Eser bana asker selamı verdi. ‘’Emredersin, hadi buyur.’’ Eliyle koridoru gösterdi. ‘’Gidelim.’’
Gülümsedim ve çıkışa doğru koridorda ilerledim.
28 Ağustos, Pazar
Sabahın erken saatlerinde hastanenin koridorunda Eser’le birlikte hızlı adımlarla ilerliyorduk. Elimde Savaş için getirdiğim küçük bir çanta vardı. Onun hastane kıyafetlerinden kurtulup kendi kıyafetleriyle eve döneceğini düşünmek bile içimi ısıtıyordu.
Eser telefonuna baktı. “Yenge, Beyza mesaj attı. Savaş’ın çıkış işlemleri bitmiş, odada bekliyor.” dedi, sesinde hafif bir çekingenlik vardı. Dün akşam Beyza’yla olan gerginliğini hatırlayınca kaşlarımı kaldırıp ona baktım.
“Beyza’yla barışacak mısınız bari?” dedim alaycı bir gülümsemeyle.
Eser omuz silkti, yüzünde muzip bir ifade vardı. “Yenge, barışacak bir şey yok ki. O kendi kendine trip atıyor, ben de ona uyuyorum işte.” Başımı iki yana salladım. Gerçekten çocuk gibilerdi. “Boş ver, hadi gidelim. Savaş bekler.” diyerek konuyu değiştirdi. Kapıya vardığımızda yavaşça açtım. Savaş yatağın kenarında oturuyordu, yüzü dün gördüğümden bile daha canlıydı. Saçları hafif dağınıktı, mavi gözleri sabah ışığında parlıyordu. Beni görünce dudaklarında geniş bir gülümseme belirdi. “Ada!” dedi, neşeyle. “Erken geldin.”
Koşar adımlarla yanına gittim, çantayı yatağın üzerine bırakıp ona sarıldım. “Erken gelmeyip de ne yapacağım, Savaş? Seni bu hastaneden çıkarmak için sabırsızlanıyorum.” Başımı göğsüne yasladım.
Savaş da bana sıkıca sarıldı, sonra başımı hafifçe geri itip yüzüme baktı. “Biliyor musun, bu hastane odasından sıkıldım. Artık eve gitmek istiyorum. Kendi yatağımda uyumak, kendi kahvemi içmek istiyorum.”
“İşte bu yüzden buradayım!” dedim, çantayı işaret ederek.
“Hadi, bunları giy de çıkalım buradan. Eser dışarıda bekliyor, seni eve götürecek.”
‘’Tamam geliyorum birazdan.’’ dedi, odayı terk ettiğimde kapıda Beyza’yla karşılaştım. Elinde bir dosya, yüzünde yorgun ama nazik bir gülümseme vardı. “Ada Hanım, iyi sabahlar.” dedi. “Savaş Bey’in çıkış evrakları hazır. Sadece bu kağıtları imzalaması gerekiyor.”
“Çok teşekkür ederim Beyza.” dedim, içten bir gülümsemeyle. “Senin sayende Savaş bu kadar çabuk toparlandı, biliyorum.”
Beyza mahcup bir şekilde başını eğdi. “Ben sadece işimi yaptım Ada Hanım.” dedi ama sesinde bir sıcaklık vardı. Sonra gözleri Eser’e kaydı, kaşlarını hafifçe çattı. “Eser Bey, siz yine burada mısınız?”
Eser ellerini ceplerine soktu, umursamaz bir tavırla omuz silkti. “Yengemi bırakıp nereye gideyim, Beyza Hanım? Görev başındayım.”
Beyza gözlerini devirdi, dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme vardı. “Görev başındaysanız, o zaman şu evrakları imzalaması için Savaş Bey’e götürseniz iyi olur.” dedi, dosyayı Eser’e uzattı.
Eser dosyayı alırken “Emredersiniz, hemşire hanım.” dedi alaycı bir selam vererek. Beyza’nın gözleri bir an parladı ama bir şey söylemeden koridorda uzaklaştı.
Onların bu tatlı atışmasını izlerken gülümsedim. “Eser, bu kızı cidden kaçırma.” dedim, koluna hafifçe vurarak.
Eser sessizce güldü, hemen ardından hızlı adımlarla Savaş’ın odasına girdi. Kısa bir süre sonra ikisi de odadan çıktı. “Hazırım!” dedi Savaş neşeli bir sesle. “Hadi, gidelim.”
Hastane çıkışına vardığımızda Eser arabayı getirdi. Savaş arka
koltuğa yerleşirken “Eve gidince ilk iş ne yapacağım biliyor musun?” diye sordu. “Güzel bir duş alıp kendi yatağıma uzanacağım.’’
‘’Yerinde olmak isterdim ama yapacak çok işim var.’’ diyerek küçük bir serzenişte bulundum. ‘’Yarın açılışa kesin geleceksin değil mi?’’ Arkama döndüm ve yavru kedi bakışlarımla Savaş’a baktım. ‘’Kendini iyi hissediyorsan tabii.’’
Savaş’ın gözleri parladı. “Tabii ki geleceğim! Senin bu projeni görmek için sabırsızlanıyorum.” Elimin içini öpüp Savaş’a doğru üfledim. ‘’Açılıştan sonra hemen gidecek misin Bodrum’a?’’
‘’Gideceğim. Deniz’i yalnız bırakmak istemiyorum.’’ dedim, telefonumu çıkarttım ve hızlıca bir mesaj yazıp Deniz’e gönderdim. Günaydın sevgilim. Bensiz denize girmek nasıl?
‘’Peki şimdi nereye gideceksin?’’
‘’Dayımları havaalanından alacağım. Sonra kültür merkezine gidip ne durumdayız diye bakacağım. Oradan çıkınca da bir mağazaya uğrayıp elbise almam lazım. Karnımı saklayamamaktan çok korkuyorum.’’
‘’Korkmanı gerektirecek bir şey yok Ada. Sonuçta hamileyken boşanmışsınız. Yani kimse sizin birlikteliğinizin devam ettiğini anlamaz ki.’’
İç geçirdim ve telefonuma gelen mesaja baktım. Günaydın sevgilim, sensiz tadı olmayacağı için denize girmedim. İyi misin? Çocuklarımız nasıl? Tüm sıkıntım dağılmıştı. Savaş’ın ne söylediğini bile hatırlamıyordum. ‘’Efendim, ne demiştin Savaş?’’
‘’Hiç öyle kendi kendime konuşuyorum.’’
‘’Tamam.’’ dedim. Deniz’e cevap yazmaya başladım. Biz çok
iyiyiz, Savaş taburcu oldu, şimdi onu eve bırakacağız. Sonra kültür merkezine gideceğim. Sen nasılsın?
‘’Tamam diyor ya. Kızım senin aklın yerinde mi?’’ dedi Savaş gülerek. ‘’Deniz’le mi konuşuyorsun?’’
Telefonumu kucağıma koydum. ‘’Evet.’’
‘’Neyse, üstüne gelmeyeceğim. Dedemler ve halamlar da gelecekmiş akşama doğru. Haberin var mıydı?’’
‘’Evet. Sarp karşılayacak hepsini, sonra da otele yerleştirecek.’’
‘’Ne oteli Ada? Ben hepsini çok özledim. Dayımlar da dedemler de bende kalsınlar. En son ben normal odaya geçtiğimde görüştüm onlarla. Vakit geçirmek istiyorum.’’
‘’Daha yeni taburcu oldun. Dinlenmek istersin diye düşünmüştüm.’’
‘’Aylardır yatıyorum zaten. O yüzden hiç oteli karıştırma. Evimde herkese yetecek kadar oda var.’’
Omuz kıstım. ‘’Peki o zaman, sen bilirsin.’’
***
Savaş’ı evine bıraktıktan sonra Eser’le birlikte havaalanına doğru yola koyulduk. İstanbul’un sabah trafiği her zamanki gibi sıkışıktı, arabaların korna sesleri ve yavaş ilerleyen kuyruklar sabrımı zorlasa da içimdeki heyecan buna izin vermiyordu. Savaş hem hepimizin dönüşte rahatça sığabilmesi hem de güvenliğimizi sağlamak için arkamızdan Yiğit’in kullandığı ikinci bir araba göndermişti.
Trafikte geçen uzun bir yolculuğun ardından nihayet havaalanına vardık. Dayım, yengem, Güneş ve Melis’i karşıladım. Melis’in gözlerinde Deniz’i görme umuduyla karışık bir huzursuzluk vardı ama bunu konuşmak için uygun zaman değildi. Hızlı bir selamlaşmanın ardından akşam Savaş’ın evinde buluşmak üzere sözleştik. Yiğit onları Savaş’ın evine götürmek için arabaya yönlendirdi, ben de Eser’le birlikte kültür merkezine doğru yola çıktım. Şehir trafiği bu kez de kültür merkezine ulaşmamızı geciktirdi ama yol boyunca yarınki açılışın heyecanı içimi sarmıştı.
Kültür merkezine vardığımızda saat öğleye yaklaşıyordu. Merkezin cam kapılarından içeri adım attığımızda içerideki telaşlı ama düzenli bir hareketlilikle karşılaştım. Geniş lobide çalışanlar son dekorasyon detaylarını tamamlıyor, afişler asılıyor, ışıklar kontrol ediliyordu. Binanın modern ama sıcak atmosferi, iki aydır döktüğüm emeğin bir yansıması gibiydi. Duvarlardaki ahşap panellerle camın uyumu, her köşede dikkatle seçilmiş sanat eserleri ve yumuşak ışıklandırma. Burası tam da hayal ettiğim gibi olmuştu. Ama yine de içimde bir huzursuzluk vardı. Louis’in baskısı, Melis’in Deniz hakkındaki soruları ve Deniz’in hâlâ yatta saklanması. Her şey mükemmel görünse de bir şeyler eksik gibiydi.
“Yenge, burası harika olmuş!” dedi Eser lobide etrafına bakarken. “Cidden, bunu sen mi yaptın?”
Gülümsedim ama içimdeki gerginlik hâlâ geçmemişti. “Evet ama tek başıma değil tabii. Ekibim harika çalıştı. Yine de son bir kontrol yapmam lazım. Hadi, sen de bana eşlik et.”
Merdivenlerden üst kata çıkarken, organizasyon sorumlusu Elif koşarak yanıma geldi. Elinde bir tablet, yüzünde hafif bir panik vardı. “Ada Hanım, iyi ki geldiniz! Açılış konuşması için metni son kez gözden geçirdik ama birkaç noktada sizin onayınızı almamız lazım. Bir de sahne ışıklarında ufak bir sorun var, teknisyenler uğraşıyor.”
“Tamam Elif.” dedim, derin bir nefes alarak. “Önce konuşma metnini göreyim, sonra sahneye bakarız.” Tableti elime aldım, metni hızlıca taradım. Açılış konuşması kısa ama etkileyici olmalıydı. Çünkü lansmanda yeterince anlatmış, görsellerle de desteklemiştim. Metin iyiydi ama birkaç cümleyi daha kişisel hale getirmek için notlar aldım. “Bunu biraz daha içten yapalım.” dedim Elif’e.
Elif başını salladı, notlarını aldı. “Hemen düzenlerim Ada Hanım. Başka ne yapalım?”
“Sahne ışıklarını kontrol edelim, sonra sergi salonuna bakarız.” dedim. Eser’e döndüm. “Sen de gel, belki teknisyenlere yardım edersin.”
Eser gözlerini devirdi ama peşimden geldi. Sahne salonuna vardığımızda teknisyenler bir ışık paneliyle uğraşıyordu. “Sorun ne?” diye sordum, sahnenin ortasına yürüyerek.
“Birkaç spotun açısı yanlış Ada Hanım.” dedi teknisyenlerden biri. “Ayrıca bir lamba titriyor, değiştirmemiz gerekebilir.”
“Değiştirin o zaman.” dedim. “Açılışta her şey kusursuz olmalı. Işıklar sahnede konuşmacıyı öne çıkarmalı ama gözleri de rahatsız etmemeli.” Eser’e dönüp “Sen şu lambaları kontrol et Eser. Elektrikle aran iyi, değil mi?” dedim, hafif alaycı bir gülümsemeyle.
“Yenge, beni niye bu işlere bulaştırıyorsun?” dedi ama gülerek teknisyenlerin yanına gitti. Onun bu halleri beni her zaman güldürüyordu. Ne kadar mızmızlansa da iş başa düşünce elini taşın altına koymaktan çekinmezdi.
Sahne işini hallettikten sonra sergi salonuna geçtik. Duvarlarda asılı tablolar, heykeller ve fotoğraf sergisi, kültür merkezinin açılış temasına uygun olarak “Geçmişten Geleceğe” hikayesini anlatıyordu. Her bir eseri tek tek kontrol ettim. Etiketler doğru mu, çerçeveler düzgün mü, ışıklandırma eserleri yeterince öne çıkarıyor mu? Bir tablonun etiketinde küçük bir yazım hatası fark ettim. “Elif şu etiketi düzeltelim.” dedim, tablete işaret ederek. “Sanatçının adı yanlış yazılmış, bu ayıp olur.”
Elif hemen not aldı. “Hemen hallederiz Ada Hanım. Başka bir şey var mı?”
“Bir de girişteki karşılama masasını kontrol edelim.” dedim. “Davetiyeler, yaka kartları, broşürler. Hepsi hazır olmalı. Misafirler geldiğinde her şey düzenli görünmeli.”
Giriş lobisine döndüğümüzde karşılama masası hazırlanmıştı. Davetiyeler düzenli bir şekilde dizilmiş, yaka kartları alfabetik sırayla sıralanmış, broşürler ise merkezin vizyonunu anlatan şık tasarımlarıyla hazır bekliyordu. Ama masanın üzerinde bir şey dikkatimi çekti, bir vazo çiçek eksik gibiydi. “Elif, buraya bir buket daha çiçek koyalım.” dedim. “Renkli bir şeyler olsun, lütfen. Açılışın enerjisini yansıtmalı.”
Elif gülümsedi. “Haklısınız, hemen organize ederim.”
Son olarak kafe alanına göz attım. Açılış sonrası misafirler için hafif atıştırmalıklar ve içecekler hazırlanmıştı. Masalarda beyaz örtüler, küçük çiçek aranjmanları ve şık bardaklar vardı. “Burası da güzel olmuş.” dedim. “Ama kahve makinesini kontrol ettiniz mi? Geçen gün biraz sorun çıkardığını söylemiştin.”
“Evet Ada Hanım, teknisyenler halletti. Artık sorunsuz çalışıyor.” dedi Elif kendinden emin bir şekilde.
Telefonuma bir mesaj geldiğinde çantamdan çıkartıp baktım. Deniz yazmıştı. Sevgilim, her şey yolunda mı? Açılış için heyecanlı mısın?
Gülümsedim ama içimde bir burukluk vardı. Onun burada, yanımda olmasını çok istiyordum. Hızlıca cevap yazdım.
Her şey yolunda ama seni çok özledim. Açılış güzel olacak, merak etme. Sen nasılsın?
Eser yanıma geldi, elinde bir kabloyla oynuyordu. “Yenge, her şey tamam mı? Artık gidelim mi, yoksa başka iş mi var?”
Başımı salladım. “Hemen hemen tamam Eser. Sadece bir şeyi daha kontrol edeceğim.” Elif’e döndüm. “Konuşma için sahneye çıkacağım süreyi bir kez prova edelim. Zamanlama önemli.”
Sahneye çıkıp mikrofonu elime aldım. Boş salona bakarken yarın bu alanın dolu olacağını, dayımın, yengemin, Güneş’in, Savaş’ın, dedemin, babaannemin, halamın, kuzenlerimin, Melis’in orada olacağını hayal ettim. Ama Deniz olmayacaktı. Bu düşünce içimi sızlatıyordu. Derin bir nefes aldım, metni okudum. Sesim salonda yankılanırken kendime güvenim geri geliyordu. Bu projeyi ben başarmıştım. Ve yarın bunu herkese gösterecektim.
Prova bittiğinde Elif alkışladı. “Ada Hanım, harikaydı! Yarın herkes bayılacak.”
‘’Teşekkür ederim Elif.’’ Gülümsedim. Eser’e döndüm. “Hadi artık gidelim.”
Eser gülerek başını salladı. “Emredersin, yenge.’’
***
Alışveriş merkezine vardığımızda, saat 15.00’ı geçmişti. İstanbul’un kalabalığı burada da kendini hissettiriyordu. Eser’le birlikte bir butiğe girdik. Raflarda sıralı elbiseler, askılarda parlayan kumaşlar vardı. Hamileliğimi saklayacak bir şey bulmam gerekiyordu. Hem şık olmalı hem de karnımı çok belli etmemeliydi. Görevli bir kız yanıma geldi. “Size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi nazik bir gülümsemeyle.
Bir şeyler uydurdum. “Biraz kilo aldım ve epey bir göbeğim var.’’ dedim inandırıcı olduğunu düşündüğüm bir sesle. ‘’Göbeğimi çok göstermeyecek ama önemli bir açılış için uygun, şık bir elbise arıyorum.” dedim, sesimi alçaltarak. Eser bir köşede telefonuna bakıyordu, ama kulağının bende olduğuna emindim.
Kız elime birkaç elbise tutuşturdu, kabine girdim. İlk olarak lacivert, dökümlü bir elbise seçtim. Kumaşı hafifti, bel kısmı geniş bırakılmıştı ama yine de şık duruyordu. Aynanın önüne geçtim, elbiseyi üzerimde çevirip baktım. Karnım çok belli olmuyordu ama yine de emin olmak için telefonumu çıkardım, aynada bir selfie çektim ve Deniz’e attım. Bunu beğendin mi? Açılış için olur mu sence?
Birkaç dakika içinde Deniz’den cevap geldi. Sevgilim, harika görünüyor! Ama sanki biraz ciddi mi? Senin ışıltını daha çok gösterecek bir şey baksan?
Elbiseyi kenara koydum. İkinci elbise pastel yeşili, uzun kollu bir modeldi. Kumaşı ipeksiydi, belinde hafif bir kemer detayı vardı ama karnımı güzelce kamufle ediyordu. Yine bir fotoğraf çektim, Deniz’e gönderdim. Bu nasıl? Işıltılı mı?
Deniz hemen yazmıştı. Bir de kırmızı dene, sen kırmızıyı çok güzel taşıyorsun.
Hafif parlak, A kesim, göğüs kısmında minik drape detayları olan bir model giydim. Kumaş karnımın üzerinden akıyordu, hamileliğimi tamamen gizliyordu ama aynı zamanda kendimi prenses gibi hissettiriyordu. Aynada kendime bakarken dudaklarımın kenarında bir gülümseme belirdi. Fotoğrafı çektim, Deniz’e attım. Ne diyorsun?
Mükemmel. Açılışta bütün gözler sende olacak. Ama zaten hep öyle, değil mi? yazmıştı Deniz. Elbiseyi çıkardım, kendi kıyafetlerimi giydim, kabinden çıktım, kırmızı elbiseyi görevli kıza uzattım.
“Bu olacak.” dedim görevli kıza. “Bunu alıyorum.” Ödemeyi yaptıktan sonra mağazadan çıktık. Hemen yan taraftaki aksesuar satan mağazaya girdim ve elbisemi tamamlayacak kolye ve küpeler aldım. O sırada dikkatimi çeken bir şey daha vardı, Eser de Beyza için olduğunu düşündüğüm bir bilekliği diğer satış danışmanına uzatıyordu. Gülümsedim, her şey tam da istediğim gibi gidiyordu, Deniz’e mesaj attım.
Elbiseyi aldım sevgilim. Şimdi Savaş’ın evine gidiyoruz.
Bana sık sık yaz. Bir sorun olursa hemen ara. Seni seviyorum.
Gülümsedim, elimi karnıma koydum. Biz de seni seviyoruz.
***
Savaş’ın evine vardığımızda akşam olmuştu. Salona adım attığımda ailemin sıcaklığıyla karşılaştım. Dayım ve yengem koltukta çay içiyor, babam eski bir Bursa anısını anlatırken halam gülerek dinliyordu. Güneş, Oya ve Oğuz’la kanepede sıkış tepiş oturmuş, telefonlarında birbirlerine bir şeyler gösterip kıkırdıyorlardı. Dedem ve babaannem pencere kenarında Melis’le konuşuyordu. Melis’in yüzünde huzursuzluk vardı, gözleri dalgındı.
Çoktan hazırlanmış yemek masasına geçtik. Yemek boyunca kültür merkezi açılışı konuşulmuştu. Herkes yarın sahnede beni izlemek için sabırsızlanıyordu. Güneş fotoğraf çekeceğini ve sosyal medyada paylaşacağını söylüyordu ve bunu söylerken gözleri parlıyordu. Dedem benimle gurur duyduğunu anlatıp duruyordu.
Deniz’in konusu hiç açılmamıştı çünkü herkes boşanmamızın ve yaptığım tatilin bana çok iyi geldiği konusunda hemfikirdi. Boşandığımızdan beri başıma hiç kötü bir şey gelmediği için boşanma kararımızın yerinde bir karar olduğunu düşünüyor olmalılardı. Herkese bir an önce gerçekleri anlatmak istiyordum.
Yemekten sonra kahvelerimizi içtik, sohbet geceye uzadı. Aklım Melis’teydi çünkü onun aklı tamamen başka bir yerdeydi. Dalgın bakışları içimi kemiriyordu, yalan söylediğim için suçluluk hissediyordum.
Kalabalık dağıldıktan sonra Melis, Sarp, Eser ve ben salonda kaldık. Melis derin bir nefes aldı, ellerini kucağında sıkıca kavuşturdu. "Ada." dedi sesi titrerken. "Abimle ilgili gerçekten bir şey bilmiyor musun? İki aydır hapiste, görüş yasağı var diyorlar. İki aydır onu göremiyorum ve artık dayanamadığımı hissediyorum. Bak tamam, abim senden boşanmak istedi, ona kızgın olabilirsin, hatta ondan nefret ediyor da olabilirsin ama sen bana yardım edemez misin? Hiç mi bir şey bilmiyorsun? Abim hangi cezaevinde? Allah aşkına abim azılı suçlu mu? Katil mi, uyuşturucu taciri mi, terörist mi? Neden nerede olduğu saklanıyor?’’
Yalan söylemekten nefret ediyordum ama başka çarem yoktu. Melis'in acısını görebiliyordum. Boşanmamız onu da yaralamıştı, biliyordum. Deniz'in dava açmasını hâlâ affedememişti ama yine de abisini görmek için can atıyordu. Göremedikçe de tedirginliği artıyordu.
Başımı yavaşça iki yana salladım. "Melis, inan bir şey bilmiyorum." dedim yumuşak bir sesle, elini tutmak için uzandım ama çekindim. "Avukatlarınız ilgileniyor, biliyorsun suçluların çoğu yakalandı. Sadece Richard kaldı. O da bulunduğunda abinin suçsuz olduğu ortaya çıkacaktır.’’
‘’İçeride olan herkes abimi suçlu gösterirken ve kimse Richard’ın adını bile ağzına almazken nasıl böyle emin konuşabiliyorsun Ada? Abim oradan asla çıkamayacak gibi hissediyorum.’’
Sarp araya girdi, kaşlarını çatarak sakin bir sesle konuştu,
elini Melis'in omzuna koydu. "Melis, abin iyi. Merak etme. Avukatlar gidip görüyor ve sen de haber alıyorsun her hafta. Biz de takipteyiz, kötü bir şey olsa haberin olur zaten."
Eser başını salladı. "Sarp doğru diyor, avukatlar görüşmeye gidip görüyor." dedi ama sesinde bir tedirginlik vardı. Eser de yalan söylemekten hoşlanmıyordu.
Melis çoktan yanağına akan yaşları sildi. "Haklısınız belki ama.’’ Kısa bir es verdi. ‘’Ada, sen de üzgünsün değil mi? Boşandınız diye. Abim seni incitti, biliyorum. Ama yine de onu çok seviyorum, seni de çok seviyorum. İki aydır her gece rüyamda onu görüyorum, hapiste yalnız."
Göğsüm daralmıştı, Melis'in acısını iliklerime kadar hissediyordum. Özlemi, kızgınlığı, sevgisi birbirine karışmıştı. Kollarımı uzatıp onu kendime çektim, başını göğsüme yaslayıp saçlarını sevdim, başının üzerine bir sürü öpücük kondurdum. ‘’İnan bana çok az kaldı Melis. Her şey düzelecek. Abine kavuşacaksın. Ağlama lütfen.’’
‘’Annem ve babamla aramız çok kötü, Eren’le de koptuk. Abim hapiste. Kimsem yok gibi hissediyorum. Çok yoruldum.’’
‘’Duymamış olayım Melis.’’ dedim yanağını severken. ‘’Ben her zaman senin yanında olacağım.’’
Eser yavaşça ayağa kalktı, ellerini ceplerine soktu. “Beni de yok sayma, Melis. Ben de abin sayılırım senin.”
‘’Ben de.’’ dedi Sarp, hemen ardından yüzü kızardı. ‘’Yani abin sayılmam.’’ Ellerini telaşla salladı. “Öyle demedim, yani… şey, Melis, beni yok sayma dedim, hani, ben de buradayım, destek için yani.” Paniği yüzünden okunuyordu. Kaşları havaya kalkmış, bir elini ensesine götürmüştü. Melis’e bakarken gözleri parlıyordu ama yanlış anlaşılmaktan korktuğu belliydi. “Abi gibi değil, yani arkadaş gibi, öyle işte.”
Melis bir an şaşkınlıkla Sarp’a baktı, sonra dudaklarının kenarında küçük bir gülümseme belirdi, ilk kez o akşam gözleri biraz aydınlanmıştı. “Tamam, Sarp, anladım.” dedi, sesi hâlâ buruktu ama hafif bir yumuşama vardı.
Eser kahkaha attı, elini Sarp’ın omzuna vurdu. “Kanka, ne güzel anlatıyorsun derdini.” dedi alaycı bir sırıtışla.
‘’Tamam, kes zırvalamayı.’’ dedi Sarp, hızla ayağa kalktı ve yüzüne ciddi bir ifade yerleştirmeye çalıştı. ‘’Ben yatıyorum, hadi sizi iyi geceler.’’
Sarp hızla merdivenlere yürürken Eser Bu neydi şimdi? der gibi bir ifadeyle bana baktı. Dudaklarımı aşağı sarkıtıp omuz kıstım.
‘’Ben de iznin olursa yatayım yenge.’’
Başımı salladım. ‘’İyi geceler Eser, sabah görüşürüz.’’
Eser az evvel Sarp’ın yürüdüğü merdivenlere yürürken uzaktan kumandayla salonun ışıklarını kapattım. Bu gece burada uyuyacaktım çünkü Melis’in gözleri göğsümde çoktan kapanmıştı.
29 Ağustos, Pazartesi
Centre Culturel d'A & L
Savaş’ın evinden kültür merkezine vardığımda sabahın erken saatleriydi ama buna rağmen Centre Culturel d'A & L bir arı kovanı gibi hareketliydi. Kapıdan içeri adım attığımda kalbim göğsümde bir kelebek gibi çırpınıyordu. Üzerimde kırmızı elbisem vardı. Hafif parlak kumaşı, A kesimiyle karnımı ustalıkla gizliyor, göğüs kısmındaki drape detayları zarif bir ışıltı katıyordu. Aynada kendime bakarken hissettiğim o prenses havası hâlâ üzerimdeydi. Bir ayna fotoğrafı çekip Deniz’e attım. Altına Günaydın sevgilim. Ben, çocuklarımız ve kırmızı elbisem açılışa hazırız. yazdım ve sonuna öpücüklü
emoji attım.
Açılış konuşmasını yapmama dakikalar kala lobiye indim. Lobi bir sarayın çağdaş yansıması gibiydi. Yüksek tavanlarda kristal avizeler ışığı mermer zeminlere saçıyor, duvarlardaki Osmanlı motifli mozaikler çelik ve camla dans ediyordu. Lobinin ortasında bronz bir nar ağacı maketi yükseliyordu. Dalları ışığın altında parıldıyor, etrafındaki minik su kanalları, eski bir hamamın sakinliğini anımsatıyordu.
Dışarıdaki açık alanlar kültür merkezinin konfor alanlarıydı. Banklar Boğaz manzarasına açılıyordu. Her biri, bir kitabı açıp okumak ya da sadece denizi seyretmek için mükemmel bir köşeydi. Açık hava tiyatrosu, bahçenin kalbindeydi. Taş basamaklar amfitiyatro şeklinde dizilmişti. Etrafında begonviller ve yaseminler vardı.
İçerideki galeriler sanatın soluk aldığı bir dünyaydı. Beyaz duvarlar, modern sanat eserleriyle canlanıyordu. Her tablo, heykel ya da enstalasyon, özel ışıklandırmayla hayat buluyordu. Tiyatro salonları, kırmızı kadife koltukları ve altın işlemeli perdeleriyle bir opera evini andırıyordu. Akustiği öyle kusursuzdu ki bir fısıltı bile sahneden en uzak koltuğa ulaşırdı. Konferans alanları, geniş pencerelerden sızan gün ışığıyla doluyordu. Son teknoloji ekranlar ve deri koltuklar salonlara yerleştirilmişti.
Kalabalık hızla büyüyordu. Medya ordusu flaşlarıyla lobiyi bir ışık şölenine çevirmişti. Kanal muhabirleri kameralarını kurmuş, röportaj için sıraya girmişti. Ailem ve arkadaşlarım da buradaydı. Dayım, yengem, Güneş ve Melis bir masada; babam, dedem, babaannem, halam, Oğuz ve Oya bir masada; Uygar, Miray, Selay ve Can bir masada; Savaş, Ece, Gülşah, Beyza ve Eren de bir masada oturuyordu. Eser ve Sarp, güvenlik ekibiyle koşturuyordu. Sarp’ın gözleri sık sık Melis’e kayıyor, o şapşal heyecanı yüzünden okunuyordu.
Merkezin her köşesi canlıydı. Galerilerde sanatçılar eserlerini anlatıyor, dinlenme bahçelerinde kahve kokusu yayılıyor, açık hava tiyatrosunda bir kemanın narin notaları prova için yükseliyordu. Hava yazın o boğucu nemiyle doluydu ama yasemin kokuları mekana zarif bir ferahlık katıyordu.
Kalabalık, şık elbiseler ve takım elbiselerle doluydu. Kadınların pastel tonlu kuyruklu elbiseleri çimlere sürtünüyor, erkeklerin kravatları sıcakta gevşiyordu. Garsonlar, beyaz eldivenleriyle şarap ve ordövr tepsileri taşıyor, nazikçe servis yapıyordu.
Sahneye çıkma vakti yaklaştıkça heyecanım da artıyordu. Çünkü konuşma yapacağım kitle çok önemli insanlardan oluşuyordu. Türk medyasının yanı sıra Fransa’dan da çok değerli isimler bu açılıştaki yerlerini almıştı. Kalbim yerinden çıkacak gibi hissederken Sarp hemen yanıma geldi ve elini belime koydu. ‘’İyi misin sen?’’
‘’Bilmiyorum, midem bulanıyor.’’ dedim kalabalıkta gözlerimi gezdirirken. ‘’Çok heyecanlıyım ama içimde tatsız bir his de var. Sanki bir şey olacak.’’
‘’Hiçbir şey olmayacak Ada. Bak sevdiğin herkes burada, güvenlik düzeyi de en üst seviyede. İki aydır bunun için uğraşıyorum biliyorsun. Merkezin etrafı onlarca adamla sarılı. İçeride de bir sürü adam var biliyorsun ki.’’ Gözleriyle önümüzdeki garsonu gösterdi. ‘’Bak mesela şu adam. İşinin ustası olmuş bir garson gibi görünüyor değil mi?’’ Bahsettiği garsonu izledim. ‘’Aslında garson değil. Bizim koruma ekibinden.’’
‘’Biliyorum ama yine de tedirginim işte.’’ dedim. Adım okunduğunda benim için serilmiş kırmızı halıda, alkışlar eşliğinde platforma doğru yürüdüm.
Platforma çıktığımda kalabalık sessizleşti. Basın ordusu
kameralarıyla beni hedef almıştı, Fransız basınından gelen isimler ise not defterlerine bir şeyler karalıyordu. Dayım ve yengem gururlu bakışlarla, dedem ve babaannem gözleri parlayarak beni izliyordu. Güneş sanki onlarca kamera beni çekmiyormuş gibi telefonuyla beni videoya çekiyordu.
Mikrofonu elime aldım, derin bir nefes çektim. Midemdeki bulantı ve içimdeki o tatsız his, heyecanımla birleşip bir fırtına yaratıyordu. Gözlerimi kalabalığa çevirdim, gülümsedim.
“Sayın konuklar, değerli ailem, sevgili dostlar, Türk ve Fransız basınının kıymetli temsilcileri. Hepiniz hoş geldiniz.” dedim, sesim lobinin kusursuz akustiğinde dalgalanıyordu. Herkes alkışlamaya başladı. “Bu akşam, Centre Culturel d'A & L’nin açılışında sizlerle bir araya gelmek, benim için tarif edilemez bir onur. Bu mekan sadece bir bina değil, bir hayal, bir köprü, bir buluşma noktası. Modern mimariyle kültürel hafızamızı kucaklayan, geçmişle geleceği birleştiren bir yaşam alanı. Burası sanatın soluk aldığı galerileri, yıldızların altında hikayeler anlatacak açık hava tiyatrosu, düşüncelerin özgürce yankılanacağı konferans salonlarıyla İstanbul’un yeni kalbi olacak.”
Alkışlar yükselirken devam ettim, sesimde hem gurur hem de içimdeki fırtınanın izleri vardı. Bir elimi mikrofonda tutarken bir elimi de kimsenin görmediği bir açıda karnıma koydum. “Bu proje yalnızca benim imzamı taşımıyor.’’ dedim. ‘’Bu projede bir ekibin, bir ailenin, bir topluluğun kocaman emeği var.’’ Derin bir nefes aldım, ellerimi kavuşturdum. “Canla başla çalışarak kültür merkezini bu noktaya getiren tüm çalışma arkadaşlarıma, bize her türlü kolaylığı sağlayan belediye başkanımıza, projeye izin veren sayın kültür bakanımıza, saygıdeğer sponsorlarımıza, benimle bu hayali paylaşan sizlere, aileme, dostlarıma ve.’’ dedim, sonra bir an sustum. Louis iki aydır hayatımda olmasa da onun adını da söylemem gerekiyordu çünkü bu merkezi o satın almıştı ve bu projeyle kendimi göstermeme fırsat sağlamıştı. Onun sayesinde bu başarıya imza attığımı göz ardı etmek istemiyordum. Tamam, beni beş milyon dolarla tehdit etmişti ama şimdi karşımda bir medya ordusu varsa bunun sebebi Louis’ti. ‘’Bir mimar olarak bana hayallerimi gerçeğe dönüştürme şansı verdiği için sevgili patronum Louis D’Aragon’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.’’ Alkışlar kulağımı doldururken devam ettim. ‘’Ne yazık ki bu akşam aramızda değil ama kendisine bu cesur adımı attığı için bir kez daha teşekkürlerimi sunuyor ve size iyi eğlenceler diliyorum.’’ dediğim anda belimin bir kol tarafından sarıldığını hissettim.
Anlık bir şokla başımı çevirdim ve o tanıdık, keskin bakışlarla karşılaştım. Louis D’Aragon. Lacivert takım elbisesi her zamanki gibi kusursuzdu. Fransız aksanıyla hafifçe gülümseyerek “Sürprizzzz!!” dedi, sesi hem samimi hem de tehditkâr bir tonda yankılanmıştı. Çok şaşırmıştım ama medyanın flaşları patlarken, kalabalığın uğultusu kulaklarımda yükselirken kimseye hiçbir şey belli etmemem gerektiğini biliyordum. Louis… Burada… Nasıl?
‘’Ada harikaydın.’’ İki ay önce ortadan kaybolan, beni beş milyon dolarla tehdit eden bu adam, şimdi sahnede belime sarılmış, medyanın gözü önünde duruyordu. Kulağıma takılan minik kulaklıktan duyduğum Sarp’ın sesi irkilmeme sebep olmuştu. Sakin ol Ada.
Bakışlarını benden çekti, kalabalığa döndü. Onu taklit ederek ve yüzüme heyecanlıymışım gibi bir maske takarak ben de kalabalığa döndüm. “Mesdames et messieurs, sevgili konuklar. Patron geri döndü.” dedi havalı Fransız aksanıyla. Bir elini cebine atıp diğerini mikrofonun sapına sardı. Kalabalık sessizleşti, flaşlar onun üzerine çevrildi. “Ada’nın konuşmasını dinlediniz, değil mi? Voilà, işte bu bir sanat! Bu merkez, sadece bir bina değil, bir vizyon, bir tutku. Ve Ada Dinçer…” Durdu, bana döndü, kaşlarını hafifçe kaldırıp o şımarık
gülümsemesini takındı. “Ada, sen bu vizyonu bir başyapıta dönüştürdün. Konuşman, bu mekan gibi hem zarif hem güçlüydü. Centre Culturel d'A & L, benim hayalim olabilir ama senin dehan olmadan sadece bir taş yığını olurdu. Sana ve bu muhteşem ekibe, teşekkürlerimi sunuyorum.”
Kalabalığa göz attım, Sarp ve Eser güvenlik ekibinde çalışan birkaç adamla hararetli bir tartışmaya dalmıştı. Yüzümü toparlamaya çalıştım, gülümsememi sağlamlaştırdım ama içimde bir bulantı vardı. Elimi karnıma koydum, bebeklerime dokundum. Deniz, keşke burada olsan.
Yüzümdeki gülümsemeyi korumak için tüm gücümü topladım. “Ben sana teşekkür ederim, Louis.” dedim, sesim net çıkmakta zorlanmıştı. “Bu merkez, hepimizin eseri.” Kalabalığa döndüm. “Herkese iyi eğlenceler.” dedim ve platformdan inmeye yeltendim. Ama Louis’in eli sırtımda bir ağırlık gibiydi. Elimi tekrar karnıma koydum, içimden bebeklerimle konuştum. Babanız burada olsaydı, bu adamı bir kaşık suda boğardı.
‘’Biliyor musunuz?’’ dedi Louis, birden İngilizce konuşmaya başlamıştı. Çoğunluğun anlaması için dil değiştirdiğini anlayabiliyordum ama beni neden hala sahnede tutmakta ısrar ettiğini anlamıyordum. ‘’Ada çok başarılı bir mimar.’’ Konuklar onu onaylarcasına başını sallarken samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme ile kameralara baktım. ‘’Çok iyi bir iş çıkardı.’’ Bakışlarım kalabalıkta geziniyordu. Herkesin gözü üstümdeyken kaç kişinin tedirginliğimi anlayıp anlayamadığını düşündüm. Neden tedirgin olduğumu bilmiyordum, tek istediğim bu platformdan inmekti çünkü yüzümdeki zoraki gülümsemeye devam edemiyordum. ‘’İki aydır gözlerden uzakta bir tatil yapmasına ve.’’ Flaşlar patlarken cümlenin devamını dinlemek için Louis’e döndüm. ‘’İkiz bebeklere hamile olmasına rağmen.’’
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |