
Şok, kalbin aorta attığı kanın akut olarak azalmasına bağlı bir hipoperfüzyon sendromdur. Şok olgusunda yaşamsal dokulara ve organlara yeterli kan gidemez. Dolaşan kanın azalması, dokuların oksijen ve enerji kaynaklarının kesilmesi, metabolizma artıklarının temizlenememesi anlamına gelir. Başlangıç belirtiler hipotansiyon, bilinç kaybı, ağızda kuruluk, deride solukluk, terleme, nabızda artma/azalma, laktik asidoz, parmak uçlarında ve dudaklarda siyanozdur.
Şok kelimesinin sözlük anlamı buydu ve ben bu tanımdaki belirtileri ilk kez yaşamıyordum, muhtemelen son da olmayacaktı ama bir an önce bu şok halinden kurtulmam gerektiğinin farkındaydım.
Louis’in sözleri salonun kristal avizelerinin ışığında bir bomba gibi patlamıştı. Nefesim kesilmiş, dünya bir an durmuş gibiydi. Kalbim göğsümde öyle hızlı çarpıyordu ki kırmızı elbisemin iki yanına süzülen ellerimin titrediğini hissettim. Hava 38 dereceydi ama bedenim buz gibi olmuştu.
Nefesimi kontrol etmeye çalıştım, olmamıştı. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyor, beynim konuşmam için dilime komut vermeye çabalıyordu. Aslında beynime de birinin komut vermesi gerekiyordu zira beynimi kullanamayacak kadar ambale olmuştum. Acilen bir karar vermem, verdiğim karar sonucunda da bir cevap vermem gerekiyordu.
Dudaklarıma zoraki bir gülümseme yerleştirdim. Çenemi hafifçe kaldırdım, kalabalığa göz attım. Nasıl biliyor? Kim söyledi? Beynim bir düşünce seline kapılmıştı. Louis’in sesi, aileme ve arkadaşlarıma söylediğim yalanlar, Melis’in mutsuz bakışları, hepsi bir girdap gibi zihnimi yutuyordu. Flaşlar patlıyor, kameralar yüzüme zoom yapıyor, kalabalığın uğultusu bir tsunami gibi yükseliyordu. Bozuntuya verme, Ada. Medya burada. Herkes seni izliyor. Dudaklarım titriyordu. İçimde bir fırtına kopuyordu. Louis sadece hamile olduğumu biliyordu, ikiz bebeklere hamile olduğumu nereden öğrenmişti?
Salon bir kaos sahnesiydi. Savaş alanındaki patlamalara benzeyen flaşların ışığı gözlerimi kamaştırıyordu. Kalabalığın fısıltıyla başlayan sesleri gürültüye dönmüştü. Hamile mi? İkiz mi? sesleri, açık hava tiyatrosunun taş basamaklarında yankılanan keman notaları gibi kulaklarımda çınlıyordu ve kameralar yüzümdeki her mikro ifadeyi kaydederken ben hala ne diyeceğimi düşünüyordum.
Sarp’ın sesini kulağımda tekrar duydum, etrafındaki adamlara öfkeyle bir şeyler söylüyordu. Louis’in geldiğini neden bana söylemediniz?!
Ailem donakalmıştı. Dedemin kaşları çatılmış, babaannem elini ağzına götürmüş, Güneş’in telefonu elinden kayıp kucağına düşmüştü. Oya ve Oğuz, fısıldaşarak birbirine bakıyordu. Dayım, yengem, Selay, Miray ve tanıdığım diğer herkes şaşkınlık içindeydi. Hepsinin bakışları göğsüme bir yumru gibi oturmuştu.
Sakin ol. dedi kulağımdaki ses. Beni kendime getirmeye yetmişti. Medyanın gözü üzerinde, Ada Dinçer’in güçlü duruşunu korumak zorundasın. Derin nefes al.
Ne yapacağım? Zihnim bir çıkış yolu arıyordu. Louis’e cevap mı versem? Medyaya bir açıklama mı yapsam? Yoksa sadece gülüp geçip platformdan mı insem? Ama bacaklarım sanki yere çakılmıştı. Neden hamileliğimi ifşa etmişti? Elimi tekrar karnıma koydum, bebeklerime dokundum. Sizleri korumalıyım. Babanızı korumalıyım. Ama nasıl? Medya, bu haberi bir skandala çevirebilirdi. Ada Dinçer’in gizli hamileliği! manşetleri gözümde canlanıyordu.
Kafamda düşünceler birbiriyle çarpışıyordu. Richard bunu duyarsa ne yapacak? Louis’in eli hâlâ sırtımdaydı, o havalı gülümsemesi yüzünden eksilmiyordu. Neden yaptı bunu? Beş milyon dolarlık tehdidi zihnimde bir gölge gibi belirdi. Beni kontrol etmek mi istiyor? Sarp’ın dediğini yaparak derin bir nefes aldım, ellerimin titremesini gizlemeye çalıştım. Toparlan, Ada. Hemen. Bir şeyler söyle. Durumu kurtar.
“Evet.” dedim nihayet konuşmaya karar verdiğimde. Sesim titriyordu ama mikrofonda net yankılanmıştı. Kalabalığın gürültüsü bir anda kesildi, çıt çıkmıyordu. “Louis’e bu güzel sözleri için teşekkür ederim. Ve evet, hamileyim. İkiz bebek bekliyorum. Hamile olduğumu Deniz Aladağ ile boşandıktan sonra öğrendim. Bu bilgi kendisine avukatları aracılığıyla verildi. Yanlış bilgilere sebebiyet olmamak adına, bebeklerimin dört aylık olduğunu, Deniz Aladağ ile üç ay önce boşandığımı belirtmek isterim. Davasının akıbeti hakkında bir fikrim yok, bundan sonra ne olur bilmiyorum ama eğer serbest kalırsa sadece çocuklarımın babası olarak hayatımda olacak. Çünkü boşandığımızda bizim aramızdaki tüm ilişki tekrar bir araya gelmeyeceğimiz şekilde sonlandı.’’
Yutkundum. Muhabirlerin soruları bir sel gibi üzerime yağdı. Mikrofonlar yüzüme uzanıyor, kameralar her nefesimi kaydediyor, kalabalığın uğultusu kulaklarıma bir dalga gibi çarpıyordu. Sanki zihnimi bir mengeneyle sıkıştırıyorlardı.
-Ada Hanım, hamileliğinizi saklamak için mi iki aydır gözden uzakta bir tatil yapıyorsunuz?
-Ada Hanım, Deniz Bey’le hiç görüştünüz mü? Bebekler için o ne düşünüyor?
-Ada Hanım, asla hamile kalamayacağınız konuşuluyordu. Tedavi mi oldunuz?
-Bebekler tekrar barışmanızı sağlayabilir mi?
-Sizce Richard yakalanacak mı? Deniz Bey neden hala hapiste?
-Cinsiyetleri belli mi?
-Kaç aylık hamilesiniz?
Sorular birbiri ardına yağarken beynim beni ayakta tutmaya çalışıyordu. İn sahneden. dedi Sarp. Ada, derhal in sahneden. Sarp’ın sesi telaşlıydı. Muhtemelen çok kötü görünüyordum, sahnede bayılmamdan endişe duymuş olmalıydı.
‘’Anlatacaklarım bu kadar, teşekkürler.’’ dedim. Bedenimi Louis’in ellerinden kurtardım. Sahnenin arkasına doğru koşar adımlarla ilerledim. Koruma ordusu medyanın peşimden gelmesini engellemişti. Ciğerlerim bir parça derin nefes için yalvarırken Sarp’ı hemen yanı başımda buluvermiştim. Bir elini sırtıma koydu ve beni koşa koşa toplantı odasına ilerletti. ‘’İyi misin?’’ dedi merak ve endişeyle. ‘’Ada iyi misin?’’
‘’Ailem.’’ dedim kekeleyerek. ‘’Sarp, onlara anlatmam lazım. Her şeyi, hamile olduğumu anlatmam lazım.’’
‘’Anlatırız.’’ dedi Sarp. ‘’Önce sakin ol.’’ Çalan telefonunu cebinden çıkardı, Deniz’in adı yazıyordu. Sarp aramayı reddetti ama ben onunla konuşmak ve ondan akıl almak istiyordum. Belki de hayatımda ilk kez bildiğimi okumak istemiyordum.
Sarp beni bir koltuğa oturturken kapı açıldı. Önce Louis, ardından Eser ve Tolga, onların da ardından Louis’in iki koruması içeriye girmişti. Louis’i görür görmez ayağa kalktım ve üzerine yürüdüm. Korumaları önüme geçerek bana engel olmaya çalışsa da onları aştım ve Louis’in iki yakasına yapıştım. Gözüm dönmüştü. ‘’Sen!’’ dedim öfkeyle. ‘’Sen kim oluyorsun da benim hakkımda olan bir bilgiyi kameralar karşısında gevşek gevşek açıklayabiliyorsun ya? Hangi hakla? Ne cüretle?’’ Louis İngilizceyi unutmuş gibi şaşkınlıkla yüzüme bakarken Fransızca devam ettim. ‘’Sen kim oluyorsun Louis? Ulan sen kim oluyorsun? Cevap versene! Sen. Sen nasıl? Nasıl benim özelimi, bana sormadan uluorta paylaşırsın ya? Öldüreceğim seni!’’
‘’Ada, sakin ol.’’ dedi Sarp, o dahil bize kimse müdahale etmiyordu.
Sarp’a baktım. ‘’Ne, ne sakin olması ya? Sarp ben aylardır saklıyorum hamile olduğumu. Bu geri zekalı herif medyaya servis etsin diye mi saklıyorum? Aylardır yürüttüğümüz plan elimizde patladı.’’ Tekrar Louis’e baktım. ‘’Patavatsızsın, hep böyleydin. Ne zaman, nerede, ne söyleyeceğini bilmeyen aptalın tekisin. Ya sen, sen nasıl söylersin bunu Louis? Yemin ederim öldüreceğim seni.’’
Louis’in elleri bileklerimi buldu ve iki yakasını ellerimden kurtardı. ‘’Sakin ol, iyi görünmüyorsun.’’
‘’Neden acaba?’’ dedim alayla, bileklerimi ellerinden çektim. ‘’İki aydır saklanıyorum ya ben. Richard duymasın diye saklanıyorum. Birine bir zarar verir diye hamile olduğumu saklıyorum. Şimdi senin yüzünden her şey ama her şey altüst oldu.’’ Önümdeki uzun ve ince masayı devirdim. ‘’Geri zekalı.’’
‘’Neden bu kadar endişeleniyorsun?’’ dedi Louis. Benim aksime çok sakindi. ‘’Richard hamile olduğunu öğrense ne olacak? Sonuçta boşandığınızı biliyor, üstelik evliyken hamile kalmışsın, az önce altını çize çize anlattın ya medyaya, boşandıktan sonra öğrendim hamile olduğumu diye. Aranızda hala bir şeyler olduğunu düşünmesi için bir sebebi yok.’’
‘’Aptal!’’ dedim ona doğru dönerek. ‘’Boşandığımızı bilse ne olacak? Deniz’i üzmek için beni ve bebeklerimi kullanabilir! Senin yüzünden hayatımız tehlikeye girdi!’’ Konuştukça sinirleniyor, sinirlendikçe ona zarar vermek istiyordum. Tekrardan üzerine yürüdüm, ellerimi gövdesine koydum ve onu geriye doğru ittirdim. ‘’ Seni parçalara ayırmak istiyorum. Richard eğer senin boşboğazlığın yüzünden bana ya da Deniz’e bir zarar verirse seni öldüreceğim. Duydun mu beni?’’
Louis kaşlarını çattı. ‘’Hala Deniz için endişeleniyorsun.’’ Sesinde tereddüt yoktu çünkü söylediği şeyin doğru olduğunu anlamıştı. ‘’Neden?’’
‘’Çocuklarının babası çünkü Louis. Endişelenmesinden daha doğal ne var?’’ dedi Sarp, yanıma geldi, beni Louis’in yanından uzaklaştırdı. ‘’Tansiyonun düşecek, otur şöyle.’’ Beni koltuğa oturtmaya çalıştığında ona engel oldum ve tekrar Louis’in karşısında dikildim.
‘’Nereden öğrendin sen benim ikizlerim olacağını? Sadece hamile olduğumu biliyordun. İkiz olduğunu nereden öğrendin? İki aydır ortada yoksun, ne arıyorsun, ne de aramalarımıza yanıt veriyorsun. Ortada bir iletişim yokken sen nasıl bilebilirsin böyle bir şeyi? Söyle!’’
Louis Gerçekten mi? der gibi bir ifadeyle beni süzdü. ‘’Kontrollerin Adelia kimliğinle yapılıyor. Bu sana bir şey ifade etmiyor mu?’’
‘’Ne ifade etmesi gerekiyor, uzatma lafı da söyle.’’ dedim ayağımı yere vura vura. Sinirden delirmek üzereydim, iyi ki yanımda bir silah yoktu.
‘’Ada, Adelia kimliğinle yaptığın her işlem, o kimliğe dair kaydedilen her şey, daha o an benim mailime düşüyor unuttun mu?’’ dedi, kaşlarımı çattım, Sarp’a döndüm, Sarp Hassiktir. der gibi başını iki yana salladı. Unuttuğumuz bir şey vardı ve bu şey benim canımı çok sıkmıştı. ‘’O kimlikle otobüs bileti alsan bana mail geliyor, turnikeden geçsen bana mail geliyor, çünkü eğer hatırlarsan Sarp senin kimliğini benim mailime kodlamıştı. Çünkü mail kullanmak istemiyordun, halihazırda benim mailim vardı ve benimkini kullanabileceğini söylemiştin! Bu senin fikrindi. Bir tane mail adresi almak çok zormuş gibi.’’
‘’Sikeyim.’’ diye mırıldandım. Louis haklıydı. Sarp benim kimliğimle yaptığım her işlemi onun mailine yönlendirmişti. Mail hesabı açmak istememiştim. Çünkü Adelia’yla ilgili ne kadar az dijital iz bırakırsam o kadar iyi olur diye düşünmüştüm.
Louis omuzlarını dikleştirdi, nefes aldı, omuzlarını indirdi. ‘’Yani Adelia’nın ikiz bebeklere hamile olduğu bilgisi benim mailime düşmüş, ben dün sabah gördüm.’’
‘’Ve bu bilgiyi nasıl kullanabilirim diye mi düşündün?’’ dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. Hemen ardından Türkçeye dönüp bir küfür savurdum. ‘’Gelmişini geçmişini sikeceğim şimdi, az kaldı.’’
‘’Yenge sakin ol.’’ dedi Eser, konuşulanların ne kadarını anladığını bilmiyordum ama sinirlendiğimi görebiliyordu. Bir an önce beni alıp buradan çıkarmak ister gibi bir hali vardı ama ben ne sakin olmak ne de buradan çıkmak istiyordum.
‘’Sen iyi değilsin Ada.’’ dedi Louis. ‘’Bu bilgiyi kullanmak istediğimi de nereden çıkardın? Bunu neden yapayım? Zor durumda kalmanı isteyecek biri miyim ben?’’
Kaşlarımı kaldırdım ve hayretler içinde olduğumu gayet açıkça belli ettiğim bir ifadeyle devam ettim. ‘’Beni beş milyon dolarla tehdit ederek zor durumda bırakan da sen değil miydin?’’
‘’O iş meselesi, onu karıştırma. Bu tamamen kişisel bir durum.’’ diyerek karşı savunmaya geçti. ‘’Kişisel bir meseleyle seni zan altında bırakabileceğimi nasıl düşünebilirsin?’’
‘’Söyle o zaman. Neden medyanın karşısında bu haberi duyurdun?’’
‘’Sakladığını bilmiyordum! Ada nereden bileyim gizlediğini.’’
‘’Bilmiyorsan neden ağzını açıyorsun o zaman sen ya? Nasıl bu kadar densiz olabilirsin? Kimsenin bilmediği ihtimalini nasıl düşünmezsin. Aptal mısın sen?’’
‘’Yeter!’’ dedi Louis. ‘’Beni Türkiye’ye geldiğime pişman ettiniz. Kötü bir amacımın olmayacağını bile bile nasıl bu kadar üstüme gelebilirsin Ada? Yaptığım tek şey seni övmekti. Hamile bir kadının gerektiğinde çok güzel işler başarabileceğini göstermek istedim. Bu suç mu?’’
‘’Sana mı kaldı?’’ dedi Sarp. ‘Bir insanın başarılı olup olmamasını nasıl hamile olmasıyla bağdaştırabilirsin? Bu ne biçim bir kıstas?’’
‘’Sen karışma Sarp.’’ dedi Louis.
Sarp Louis’in üzerine doğru yürüdüğünde önüne geçtim ve ona engel oldum. ‘’Hayır, dur Sarp.’’
‘’Yenge hepimiz çok gerildik, gönderelim şu herifi buradan, sakin kafayla konuşmamız lazım.’’
Sarp Louis’e ölümcül bakışlar atarken Louis’e döndüm. ‘’Git buradan Louis. Seninle sonra konuşacağız. Şimdi açıklama yapmam gereken bir ailem var, başıma ördüğün çoraplardan kurtulmam gerek.’’
Eser ve Tolga, Louis’in korumalarına sert bir bakış attı, ellerini yumruk yapmışlardı ve her an bir kavgaya hazır gibiydiler. Louis, omuzlarını silkti, o havalı gülümsemesini tekrar takındı. “Pekâlâ, sonra konuşuruz.
” dedi ve korumalarıyla birlikte odadan çıktı.
Sarp beni koltuğa oturttu. “Nefes al, Ada.” dedi, diz çöküp yüzüme baktı. “Çok kötü görünüyorsun.” Telefonu cebinde tekrar çaldı, ekranında Deniz’in adı yanıp sönüyordu. “Cevap vereyim mi?” dedi ama ben başımı iki yana salladım. Onu daha sonra ben arayacaktım. Yattaki televizyondan açılışın canlı yayınını izlediğini ve tüm olanları görüp endişeyle dolduğunu tahmin edebiliyordum ama burada çözülmesi gereken daha büyük bir kaos vardı.
‘’Tansiyonun mu düştü acaba?’’ dedi Sarp, Eser’e döndü. ‘’Eser, Beyza’ya söylesene, tansiyon aletiyle gelsin hemen.’’
Eser aldığı komutla telefonunu eline aldı, birkaç dakika sonra Beyza elinde tansiyon aletiyle odaya girmişti. ‘’9’a 6.’’ dedi ekrana bakarken. ‘’Çok düşmüş. Şöyle bir uzanın.’’ Bakışlarıyla üzerinde oturduğum koltuğu göstererek yatmam gerektiğini anlattı.
Dilimle dudaklarımı ıslattım. ‘’Ailemle ve arkadaşlarımla konuşmam gerek.’’
‘’Sırası değil.’’ dedi Sarp.
‘’Ben çıkayım.’’ dedi Beyza.
‘’Acil bol tuzlu bir şeyler getirin.’’ dedi Eser telefonda konuştuğu birine.
‘’Hastaneye mi gitsek?’’
‘’Abartma Sarp.’’ dedim. ‘’İlk kez düşmüyor ya tansiyonum. Hamileliğimin başından beri oluyor.’’
‘’Bu kadar düşmemişti ama.’’
‘’Ben iyiyim.’’ dedim, kapı çaldı, Tolga elinde tuzlu çubuk kraker ve tuzlu olduğunu tahmin ettiğim bir ayranla hızlı adımlarla içeriye girdi.
‘’Buyurun.’’ dedi paketi ve ayranı bana uzatırken. Gülümsedim ve daha Hoş geldin, iyi ki aramıza tekrar döndün. diyemediğim Tolga’nın elinden krakeri ve ayranı aldım. Tüm ailem ve arkadaşlarım odaya doluştuğunda olanların ne kadarını anlatıp anlatamayacağımı düşündüm.
‘’Böyle hepiniz birden gelmeseydiniz keşke.’’ dedi Sarp. ‘’Tansiyonu çok düşük zaten. Daha kötü olacak.’’
Öksürdüm. ‘’Kalsınlar Sarp.’’ dedim, hepsinin yüzüne tek tek baktım. Selay hızlı adımlarla yanıma gelip elini karnıma, başını omzuma koydu. ‘’Her şeyi anlatmam gerek yoksa boğulacağım.’’
‘’İyi misin?’’ dedi Selay elimi sıkarken.
‘’İyiyim.’’ dedim. ‘’Ama önce herkes bir yere otursun. Anlatacaklarım epey uzun.’’
Babam, dayım, yengem, Güneş, Savaş, dedem, babaannem, halam, Oya, Oğuz, Melis, Eren, Miray ve Can bir yerlere otururken Uygar ve Eser ayakta kalmayı tercih etmişti.
‘’Gerçekten hamile misin?’’ dedi babam, gözleri yaşlarla doluydu. Bir baba ve anne için en acı verici şeylerden biri evladını acı çekerken görmek olmalıydı ve babam beni sürekli acı çekerken görüyordu. Hamile olmamın getirdiği mutluluğu bile yaşayamadığımı görüyor, içi bin parçaya bölünüyordu.
‘’Hamileyim. Gerçekten ikiz bebeklerim olacak. On yedi haftalıklar.’’ Gözlerimden akan yaşlara tezat bir şekilde gülümsedim.
Benimle empati yapabilecek tek kişi olan Selay omzumu öptü.
‘’Kuzum, anlat bize o vakit.’’ dedi babaannem. ‘’Siz neler yaşadınız? Niye gün yüzü görmüyorsunuz?’’
Derin bir nefes aldım, burnumu çektim. “Tamam.” dedim, sesim titriyordu. “Size her şeyi anlatacağım. Kronolojik olarak, baştan sona. Ama lütfen, sakin olun.” Herkes endişeyle beni izliyordu. “Her şey, Deniz’le İzmir’den dönerken başladı.” diye başladım. “Yoldayken Deniz’e bir mesaj geldi. Tehdit mesajı. Richard’dan. Meğer Richard, iki yıldır beni izliyormuş. Fransa’da kaldığım evi, her hareketimi biliyormuş. O mesajda, Deniz’e bir araziyi geri vermesini söylüyordu. Eğer vermezse, ona ve bana zarar verecekti. Özellikle bana zarar verecekti.”
Eren “Hangi arazi?” diye sordu.
‘’Çocuk hastanesi yaptırdığınız bir arazi vardı ya.’’ dedi Uygar. Eren başını salladı. ‘’Meğer o arazi Richard’ın uyuşturucu ve silah kaçırırken kullandığı güzergahtaki en kilit araziymiş. Ama biz o araziyi alınca Richard’ın tüm işi sekteye uğramış. O araziyi geri almak istiyor.’’
Gözyaşlarımı sildim. “Deniz araziyi vermek istedi ama ben istemedim. Verme. dedim. O kazanırsa, durmaz. Sonuçta vermedik. Biz vermeyince de Richard durmadı. Tehditlerini artırdı.”
Dayım “Ada, neden polise gitmediniz? Bu adamı neden şikâyet etmediniz?” diye merakla sordu.
“Gidemezdik dayı.” dedim. “Çünkü karşımızda uluslararası bir mafya var. Bize neler yapabileceğini tahmin edemedik. Tek yanlışımız bir sürü kötü sonuca sebep olabilirdi. Kimseye bir zarar vermesini istemiyorduk. Deniz benim için endişeleniyordu. Bu yüzden bir oyun oynamaya karar verdik. Deniz bana çok kötü davranmaya başlamıştı çünkü Richard’ın, benim Deniz’in zaafı ve kırmızı çizgisi olmadığımı düşünmesini istiyordu. Herkesin önünde kavga etmeye başladık. Ama Richard yine de durmadı.”
Selay elini ağzına götürdü. “Aman Allahım, Ada… O kavgalar sahte miydi?”
“Sahteydi.” dedim, sesim çatallaşmıştı. “Richard, araziyi alamadıkça daha kötü planlar yaptı. Önce medyaya benim hamile kalamayacağımı sızdırdı. Birkaç gün sonra ben Bursa’ya geldim.’’ dedim dedeme ve babaanneme bakarken. ‘’Sizin yanınıza. Orada güvende olurum diye.”
Babaannem gözyaşlarını sildi. “Kızım, sen Bursa’ya geldiğinde o yüzden mi öyle durgundun? Bunca şeyi mi taşıyordun yüreğinde? Neden anlatmadın? Düşünür bir yolunu bulurduk.’’
“Bulamazdık.” dedim. “Richard tahmin ettiğinizden daha karanlık biri. Zaten biliyorsunuz, onun kim olduğunu, neye benzediğini bilen tek bir kimse yok. Yüzünü bile bilmediğimiz bir adamla nasıl baş edebiliriz ki?’’ dedim, burnumu bir daha çektim. ‘’Richard Bursa’da da beni buldu. Bir fotoğraf çekmiş, Deniz’e yollamış. Bunun üzerine size bir zarar vermemesi için İstanbul’a döndüm. Savaş’la buluştuğum bir akşam, üzerimize bir araba sürdü Richard. Savaş komaya girdi o yüzden.”
Oda bir anda buz kesmişti. Yengem korkuyla elini ağzına götürüp Savaş’a baktı. “Ne? O bir kaza değil miydi? Richard mı yaptı?”
“Evet, yenge.” dedim. “Richard. Aslında bana çarpmayı planlıyordu ama Savaş beni kurtarmak için kaldırıma itti. Kazadan sonrasını biliyorsunuz. O süreçte Deniz bana boşanmayı önerdi. Boşanırsak durur. dedi. Beni bırakırsan, bizi rahat bırakır. Kabul ettim. Boşandık. Ama Richard yine durmadı.”
Melis hıçkırarak ayağa kalktı ve odada sağa sola yürüdü. “Richard yüzünden mi boşandınız?’’
“Melis.” dedim, ona sarılmak için kalktım ama Sarp kolumdan tuttu, beni yeniden oturttu. Sanırım tansiyonum için hala endişeliydi. “Evet, Richard yüzünden boşandık. Boşandıktan sonra Richard, Aydın’daki oteli ihbar etti.”
Can araya girdi. ‘’Gerçekten bize neden söylemediniz? Yardım edebilirdik!”
“Can korktuk.” dedim. “Richard her yerdeydi. Sürekli tehdit ediyordu. Deniz tutuklandı ama… ama savcı bir plan yaptı. Richard açık versin diye, medyaya Deniz’in tutuklu kaldığını söylediler. Ama aslında… Deniz serbest bırakıldı.”
Odaya önce derin bir sessizlik yayıldı. Şokun verdiği bir sessizlikti. Herkes suratıma söylediğim şeyin doğru olup olmadığını ya da delirip delirmediğimi sorgular gibi bakıyordu. Sonra herkes aynı anda konuşmaya başladı. Melis kocaman olmuş gözlerle bana döndü. “Abim serbest mi? Hapiste değil mi? Ada, yalan mı söyledin bize?”
‘’Melis sakin.’’ dedi Uygar.
Melis saçlarını geriye doğru savurdu. Uygar’a, Sarp’a, Eser’e baktı. ‘’Siz biliyor muydunuz?’’ dedi öfkeyle. ‘’Hah, tabii ki biliyordunuz.’’ İnanamıyormuş gibi diliyle üç kez Çıks çıks çıks sesini çıkardı, hayal kırıklığıyla Uygar’a baktı. ‘’Sana yazıklar olsun Uygar abi.’’ Hıçkırdı ve artık mosmor olmuş gözlerinin altını sildi. ‘’Ben iki aydır.’’ Parmaklarıyla iki yaptı. ‘’İki aydır ya. İki aydır abi, abi diye ağlıyorum. Canım yanıyor, abimi görmek istiyorum diye yalvarıyorum. Sen göz göre göre nasıl müsaade ettin ya buna? Hiç mi üzülmedin? Hiç mi?’’
‘’Sakin ol Melis.’’ dedi Uygar ve Melis’i bir sandalyeye oturttu.
‘’Bu yüzden hangi cezaevinde olduğunu bilmiyoruz diye yalan söyledin sürekli değil mi?’’ dedi Eser’e bakarken. ‘’Cezaevinde olmadığı için.’’
‘’Melis biliyorum anlaması güç ama buna mecburduk. Yapma böyle yalvarırım.’’ dedim.
Eren kalkıp Melis’in yanına gitti, başını kendine doğru çekti ve saçlarını sevdi. ‘’Nerede peki abim? Nerede saklanıyor?”
Ellerimi yüzüme kapattım, bir süre derin nefesler almaya çalıştım. ‘’İki aydır yatta saklanıyor… Benimle birlikte.’’
‘’Yani siz beraber miydiniz?’’ dedi Miray.
Miray’a karşı mahcuptum çünkü onlar bizim yüzümüzden ilişkilerinin en kötü zamanlarını yaşarken biz iki aydır birlikte tatil yapıyorduk. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sadece başımı sallamakla yetindim.
‘’Tamam.’’ dedi Güneş. ‘’Peki şimdi ne yapacağız? Bu adam bulunana kadar biz Deniz hapisteymiş gibi mi davranacağız? Siz birbirinizden nefret ediyormuşsunuz gibi mi davranacağız?’’
‘’Bilmiyorum.’’ dedim. ‘’İnan bilmiyorum Güneş.’’ Telefonum çalıyordu ve arayan Deniz’di.
‘’Sevgilim.’’ dedi ben açar açmaz. ‘’Neredesin sen, neden açmıyorsun? Kaç kez aradım. Sarp’ı aradım, Eser’i aradım. Ne olup bittiğinden haberim yok, meraktan deliye döndüm. Sen neden açmıyorsun?’’
‘’Endişe etme.’’ dedim yorgun bir sesle. ‘’Hepimiz iyiyiz.’’
‘’Nerede o Louis denen yavşak?’’ diye sordu. ‘’Nereden biliyor bizim ikizlerimiz olacağını? Böyle bir şeyi medyaya nasıl sunar? Hangi hadle? Ağzını yüzünü birbirine geçirmek istiyorum.’’
‘’Sakin ol, konuştuk. Haddini bildirdim merak etme. Bundan sonra yanıma yaklaşmayacak.’’ dedim. ‘’Ben başka bir şey söylemek istiyorum.’’
Deniz olanları hazmetmek ister gibi uzun bir nefes verdi. ‘’Tüm ailen oradaydı, hamile olduğunu öğrendiler. Her şeyi anlatmak zorunda kaldın değil mi?’’
‘’Evet. Herkes her şeyi biliyor artık.’’
‘’Ada sakın, sakın kimse ağzından bir şey kaçırmasın.’’
‘’Merak etme, kimse kimseye bir şey anlatmayacak.’’ dedim, telefonu kapattım.
Herkes Deniz’in nasıl olduğunu aynı anda bana sorarken seslerinin birer uğultuya dönüştüğünden habersizdi. ‘’Tamam, tamam sakin olun bir artık. Burada anlattıklarım buradan çıkmayacak.’’ Bakışlarımı hepsinin yüzünde gezdirdim. ‘’Anladınız mı beni? Bu anlattıklarımı kimseye söylemeyeceksiniz çünkü hayatımız söz konusu. Biliyorum insanın içinde tutması zor bir sır bu ama eğer Deniz’in aslında serbest olduğu duyulursa savcının tüm planı tersine döner. Buna sebep olamazsınız.’’
‘’Ne diyelim kızım?’’ dedi babam. ‘’Siz ne derseniz o. Sizin başınıza bir şey gelmesine dayanamayız. Zaten az daha Savaş’ı kaybediyorduk. Birine daha bir şey olmasına izin veremeyiz.’’
‘’Baban haklı.’’ dedi dayım. ‘’Hayatınız söz konusu.’’
Selay gözyaşlarını sildi, yüzüme gülümseyerek baktı ve tekrar karnımı sevdi. ‘’Cinsiyetleri ne? On altı haftayı çoktan geçmişler. Cinsiyetleri belli olmuştur.’’ dedi konuyu değiştirerek. Sanırım onca kötü şeyle değil hamile oluşumla ilgilenmek istiyordu.
Gülümsedim. ‘’Henüz öğrenmedik. Deniz’le aynı anda öğrenmek istiyorum. İşler düzelince, ki düzelir mi bilmiyorum ama ondan sonra beraber öğreneceğiz.’’
‘’Ben biliyorum.’’ dedi Sarp afacan bir ifadeyle. ‘’Doktoru bana söyledi.’’
Herkes heyecanla Sarp’a dönüp Bana da söyle. diye çığlık atarken yerimden kalktım ve pencereye yürüyüp camdan dışarıyı izledim. Deniz tüm güzelliğiyle karşımda dururken benim yanında olmak istediğim sadece tek bir Deniz vardı ve beni Ege’nin sularında bekliyordu.
***
30 Ağustos, Salı
Saat 02.40
‘’Evet işte geldik.’’ dedi Sarp arabanın motorunu susturduğunda. Başımı camdan kaldırdım ve önce şoför koltuğundaki Sarp’a, sonra da hemen yanındaki koltukta oturan Eser’e baktım. Eser’in neden bizimle geldiğini bilmiyordum. İstanbul’da işler daha karışıktı ve kimse Eser kadar iyi idare edemezdi ama Eser’in demesine göre savcı böyle istemişti.
‘’Yata kadar gelmemizi ister misin yenge?’’ dedi Eser, Aydın’ın yakamoz vurmuş sularına bakarken. Deniz ben yokken Bodrum’dan Aydın’ın kıyılarına sürmüştü.
‘’Gerek yok Eser, siz de gidin dinlenin. Saatlerdir siz de benimle birlikte harap oldunuz zaten.’’ dedim bayrağımızla ve Atatürk’ün birbirinden güzel fotoğraflarıyla donatılmış marinaya bakarken. Gece olmasına rağmen marinadan yayılan ışıklar sayesinde bayrağımızın kıpkırmızı rengini ve ulu önderimizin fotoğraflarını görebiliyordum. Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı’mızdı. Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve yurdun her köşesinde savaşmış atalarımıza minnettardım. Bu ülke onlarla yeniden var olmuştu.
‘’Çantanı indireyim ben.’’ dedi Eser, arabadan indi, kapımı açtı, ben indikten sonra bagajdan çantamı aldı ve bana uzattı.
‘’Sabah görüşürüz.’’ dedim Sarp’ın da duyabilmesi için yüksek sesle.
‘’Görüşürüz yenge.’’ dedi Eser. ‘’Deniz’e selam söyle, dikkatli olun.’’
‘’Olur, söylerim.’’ dedim, elimle Eser’i selamladım ve arkamdan beni izlediğine emin olarak marinada ilerledim. Deniz güvertede beni bekliyordu.
Yata vardığımda köprüyü koşarak geçtim, çantamı yere attığım gibi Deniz’in kucağına zıpladım, bacaklarımı beline sardım. Deniz’in dudakları elbisemin açıkta bıraktığı boynumda gezerken beni güvertedeki masaya oturttu ve ellerini yanaklarıma koydu. ‘’Hayatımda senin kadar hoş gelen birini tanımadım.’’ dedi, burnumu öptü. ‘’Hoş geldin sevgilim.’’
‘’Hoş buldum.’’ dedim, beni yaklaşık elli beş saattir görmüyordu. Ve sadece elli beş saattir görmemesine rağmen çok özlemişti.
‘’İyi misin? İyisin değil mi? Nasıl geçti yolculuk? Yorgun musun?’’ dedi merakla.
Yanağını öptüm. ‘’İyiyim.’’ dedim.
Deniz buna ikna olduktan sonra Eser’i aradı. ‘’Alo Eser.’’ dedi, kısa süre Eser’i dinledi. ‘’Kimsenin takip etmediğinden eminsiniz değil mi? Fiziksel ve dijital olarak güvende miyiz?’’ Bir süre daha Eser’i dinledi. ‘’Tamam, sabah geç kalmayın. Söylediğim saatte hiçbir sıkıntı istemiyorum, ben uyanır uyanmaz sana haber veririm.’’ dedi, Eser’in son cümlelerini dinledikten sonra telefonu kapatıp koltuğa fırlattı ve beni kucağından indirmeden yatak odasına indi.
‘’Yarın ne olacak?’’ dedim merakla. ‘’Eser’e söylediğin saatte ne olacak yani?’’
Deniz’in yüzüne daha önce defalarca şahit olduğum ve bundan çok keyif aldığım bir ifade yayıldı. Haylaz bir gülümsemeyle beni izliyordu. ‘’Sana bir şey itiraf edeyim mi?’’
‘’Bana aşık olduğunu mu itiraf edeceksin?’’ dedim, ellerim bir türlü rahat durmuyor, sırtında ve göğsünde geziyordu.
‘’Hayır, meraklı olmana bayıldığımı itiraf edecektim. Küçük, tatlı bir çocuk gibi merak ediyorsun ve soruyorsun. Bu o kadar tatlı ki.’’
‘’Merak ettiğim bir sürü şey daha var.’’ dedim sevimli bir sesle. Nedir? der gibi baktı. ‘’İkinci en sevdiğin renk ne? Birinciyi biliyorum. Gece siyahı. Zaten saçlarımı ve gözlerimi bu yüzden çok seviyorsun. Ama ikinci en sevdiğin renk ne?’’
Neşeli bir kahkaha attı. ‘’Benim en kavramım yok Ada. En olarak nitelendirebileceğim tüm olgular seninle ilgili. Mesela en çok seni seviyorum, en çok senin kokunu seviyorum, en çok sana güveniyorum. En çok senin başına bir şey gelir diye korkuyorum.’’
Cevabını çok sevmiştim, çok romantikti ama enleri olmamasına üzülmüştüm çünkü daha ona en sevdiği meyveyi bile soramamıştım. Sormama da gerek kalmamıştı çünkü muhtemelen en sevdiği meyve diye bir şey yoktu. ‘’Anladım.’’ dedim.
‘’Saçlarını ve gözlerini en sevdiğim renk siyah diye çok sevmiyorum. Saçların ve gözlerin siyah olduğu için en sevdiğim renk siyah.’’ dediğinde kollarının arasında eriyecekmişim gibi hissetmiştim. Az önce düşüşe geçen moralim saniyeler içinde tekrar yükselmişti.
Güldüm. ‘’Saçlarım pembe olsaydı en sevdiğin renk pembe mi olacaktı yani?’’ dedim kahkaha atarak.
Deniz de bana uyarak kahkaha attığında gamzesine dokundum. ‘’Gözlerin de mesela mor olsaydı en sevdiğim renk mor olurdu.’’
Kahkaham normal gülümsemeye dönerken parmaklarım yüzünü sevmeye devam ediyordu. ‘’Merak ettiğim başka şeyler de var.’’
‘’Ne?’’ dedi merakla, parmaklarımı öptü.
‘’Beni özledin mi?’’ dedim.
‘’Çok.’’ dedi.
‘’Ya ama akışı bozuyorsun.’’ diye nazlandım. ‘’Sen Evet. diyecektin. Sonra ben Ne kadar? diyecektim. İşte sen o zaman Çok. diyecektin.’’
Deniz yeniden bir kahkaha attı. ‘’O kadar iyi geldin ki Ada. Onca şeyin arasında o kadar iyi geldin ki.’’ dedi. Nazlanmayı bıraktım, uzanıp yanağını öptüm. ‘’Bak sana ne diyeceğim.’’
‘’Ne diyeceksin sevgilim?’’
‘’Biliyorsun 30 Ağustos’a girdik.’’ Başımı salladım. ‘’Yarın sabah erkenden marinadan bando takımı geçecekmiş.’’ Bunu biliyordum çünkü her resmi bayramımızda yapılan bir şeydi. ‘’Ben diyorum ki yattan izleyelim.’’
‘’Olur sevgilim.’’
‘’Ece senin için beyaz bir elbise koymuştu valize, diyorum ki onu giy.’’
Kaşlarımı çattım. ‘’Giyerim de törene biz de mi katılacağız?’’
‘’Yok sevgilim, yani yatta senin fotoğraflarını çekerim. Marina bayrağımızla donatılmış. Arkanda kırmızı bayrağımız, sen önde beyaz elbisenle, güzel olur yani günün anlam ve önemine ithafen.’’
‘’Olur sevgilim, sabah kahvaltı yapar yapmaz elbisemi giyerim, bando ekibini karşılarız.’’ Esnedim ve elimle ağzımı kapattım. ‘’Uyuyalım mı artık?’’
‘’Yok yok, kahvaltıdan önce giyip çık sen yukarı. Ben öğrendim, sabah erkenden geçecekmiş bando takımı. Kaçırmayalım.’’
‘’Sen uyanır izlersin Deniz. Ben burada yaşadığım yıllar boyunca izledim zaten. Sen görmek istiyorsan erkenden uyan?’’ dedim sorarcasına. ‘’Neden sabah erkenden bando takımını karşılıyoruz ki?’’
‘’Ben seninle izlemek istiyorum sevgilim. Hem ilk kez Aydın’da bando takımı izleyeceğim. Ve ben en çok seninle bir şeyin ilkini yaşamayı seviyorum. Al sana benimle ilgili bir en olgusu daha. Beni kıracak mısın?’’
Gözlerimi devirdim. ‘’Peki, eğer uyanabilirsem elbisemi giyerim ve beraber çıkarız güverteye. Oldu mu?’’
Deniz burnunu burnumla sevdi. ‘’Oldu sevgilim.’’ Başını göğsüme koydu.
‘’Sence Richard ikizlerimiz olacağını öğrenmiş midir?’’ dedim parmaklarımı saçlarında gezdirirken.
‘’Önümüzdeki yirmi dört saat boyunca kötü olan hiçbir şey düşünmek istemiyorum Ada. Buna kafa yoracak bir psikolojide değilim şu an. Uyumak istiyorum. Hadi sen de uyu.’’
Göğsümle birlikte bir yukarı bir aşağı hareket eden başını öptüm. ‘’Pekala, iyi geceler sevgilim.’’
‘’İyi geceler sevgilim.’’ dedi, önce ışıkları sonra da gözlerini kapattı.
***
Sabahın ilk ışıkları camdan süzülürken gözlerimi araladım. Deniz’in kokusu ciğerlerime dolmuştu. “Deniz?” diye mırıldandım, elimi soğuk çarşafa uzattım. Yatak boştu. Herhalde bando takımı için güvertede. dedim içimden gülümseyerek.
Yatakta doğruldum. Gözlerim odanın köşesindeki koltuğa takıldı. Orada katlanmış bir şekilde, beyaz bir elbise duruyordu. Yataktan kalktım, koltuğa ilerledim, elbiseyi aldım. İpek, uzun, straplez, zarif, göğsünde minik yasemin işlemeleri olan, eteği dalgalı bir elbiseydi. Bando takımı için bu kadar şık mı olacaktım?
Odadan çıktım. “Deniz?” diye seslendim merdivenlerden çıkarken. “Deniz, neredesin sevgilim?”
Telaşlı bir sesle güverteden “Ada, sevgilim!’’ diye beni yanıtladı. ‘’Yatın motorunda arıza var. Usta geldi, onunla ilgileniyorum. Sen giyin de gel istersen.”
“Usta mı?” dedim kaşlarımı çatarak. “Endişelenmem gerekiyor mu?”
“Her şey yolunda sevgilim. Sen sadece giyin ve gel.’’
‘’Pekala.’’ dedim, bu motor arızası da nereden çıkmıştı?
Odaya döndüm, elbiseyi aldım. İpek kumaş parmaklarımda kayıyordu. Bu niye bu kadar şık ki? diye mırıldandım ama giydim. Aynada kendime baktım, elbise gereğinden fazla mükemmel görünüyordu ve ben de elbiseye uygun bir şekilde mükemmel olmalıydım. Hem Deniz fotoğraflarımı çekeceğini söylemişti, saçımı da yapmalıydım. Belki makyaj da yapardım. Fotoğraflarda güzel çıkmak istiyordum, sonuçta ileride çocuklarım da görecekti. Saçlarımı taradım, yandan ayırdım, dalgalandırdım, makyaj olarak sadece dudaklarıma hafif ruj sürmüştüm. Merdivenleri yavaşça çıktım, güverteden gelen sese kulak kabarttım.
“Evet, her şey tamam mı?” diyordu Deniz. Ustayla konuşuyor olmalıydı.
Güverteye adım attım.
Donakaldım.
Romantik bir giriş müziği şaşkınlığıma eşlik eder gibi kulaklarımda çınlıyordu.
Güverte bembeyaz güller ve yaseminlerle bir bahçeye dönüşmüştü. Ortadaki çardak tül perdelerle ve çiçek zincirleriyle süslüydü. Deniz siyah smokin içinde karşımda duruyordu ve öyle yakışıklıydı ki nefesim kesilmişti. Yanında cübbesiyle bir adam duruyordu. Sarp ve Eser şık takım elbiseleriyle sırıtarak bekliyordu. Sarp elinde bir buket yasemin tutuyordu.
‘’Gelin geldi.’’ diye büyük bir neşeyle güldü Eser.
Düştüğüm şaşkınlıktan henüz çıkamamış, meraklı, şaşkın ve aynı zamanda endişeli gözlerle yatı inceliyordum.
“Deniz?” dedim, sesim titriyordu. Sarp elindeki buketi elime tutuşturdu. ‘’Siz nasıl? Bu kadar kısa sürede nasıl organize olabildiniz? Yani ben.’’ dedim.
Deniz yanıma geldi, önümde diz çöktü. ‘’Biliyorum evlilik teklifi nikahtan hemen beş dakika önce yapılmaz.’’ dedi öksürerek. Sağ yanağındaki gamzesi, gülümsemesiyle dans ediyordu. Gülümsedim. ‘’Bunu daha önce yapmam gerekiyordu ama böylesinin daha şaşırtıcı bir teklif olduğu aşikar.’’ Başımla onayladım, gözlerimden ne zaman yaş akmaya başlamıştı? ‘’Bugün burada, seninle yeniden evlenmek istiyorum. Sen Ada Dinçer, tekrar Ada Dinçer Aladağ olur musun?”
Gözyaşlarım akıyordu, konuşamıyordum. “Evet de.’’ dedi Eser. ‘’Evet de yenge.’’
‘’Evet de.’’ diye Eser’i tekrarladı Sarp.
‘’Benimle evlenir misin Ada?’’ dedi Deniz.
Diz çöküp Deniz’in yanaklarına ellerimi yasladım. ‘’Eveet.’’ diye bağırdım. ‘’Seninle evlenirim.’’
Deniz yanaklarıma oldukça fazla öpücük kondurduktan sonra ayağa kalktı, beni de kaldırdı. Birlikte nikahımızın kıyılacağı yüksek sehpaya ilerledik.
Kalbim göğsümde bir kuş gibi çırpınıyordu. Mutluluktan mı yoksa korkudan mı ayırt edemiyordum. Nikah memuru gülümsedi, elindeki kağıtları karıştırdı. Resmi tatilde nikah memuru nasıl ayarladıklarına kafa yoramayacak kadar zihnim doluydu. Bu nikahı ne zaman planlamışlardı? Sarp ve Eser daha dün benimle birlikte İstanbul’da Louis’e sövüp sayıyordu. Bunca işi nasıl halletmişlerdi?
‘’Evet.’’ dedi nikah memuru. Sarp ve Eser şahitlerimiz olarak sehpaya yaklaştı, Deniz papyonunu düzeltti. ‘’Bugün burada iki saygıdeğer insanın evlilik kurumuna adım atışına vesile olacağız.’’
‘’Sizlere ne kadar teşekkür etsem az.’’ dedi Deniz. Sanırım nikah memurunu rica minnet ikna etmişti ve bundan mahcubiyet duyuyordu.
‘’Ben sadece değerli savcımızın ricasına uydum.’’ dedi memur gülerken. ‘’Hazırsanız törene geçelim.’’
Görenlerin kendisinin evlendiğini düşüneceği kadar büyük bir heyecanla ‘’Geçelim.’’ dedi Eser, onun kadar heyecanlı olmamaktan şüphe duyuyordum.
Nikah memuru gülümsedi. ‘’Ada Dinçer ve Deniz Aladağ çifti, evlenme arzunuzu belediyemize beyan ettiniz ve evlenmenizde bir mani görülmedi. Şimdi size şahitler huzurunda bir kez daha soracağım.’’
Deniz’in karısı olacağım için çok heyecanlıydım ama Richard duyarsa diye çok korkuyordum. Deniz’in karısı olacağım için çok mutluydum ama yanımda kimse olmadığı için çok eksik hissediyordum. Ailem burada değildi. Sevdiğim herkes uzaktaydı, güvenlik açısından kimsenin gelmediğini biliyordum ama yine de bu yalnızlık mutluluğumu yaralıyordu. Tek avuntum bir önceki nikahımıza herkesin eşlik etmiş olmasıydı.
Bir önceki nikahınızda her yer kan gölüne dönmüştü Ada.
Birçok duygu mutluluğumu zehirlemeye başlamıştı. Richard bizi boşanmış sanıyordu. Deniz'i hapiste sanıyordu. Bu nikah eğer duyulursa her şeyi mahvedebilirdi. Richard her yerdeydi. Dün Louis’in boşboğazlığı yüzünden zaten her şey altüst olmuştu ve biz şimdi yapmamamız gereken ilk şeyi yaparak evleniyorduk. Bir fotoğraf, bir ihbar Richard’ı her şeyden haberdar edebilirdi ama Deniz’in bunları zaten düşündüğünü ve ihtimalleri düşünerek adım attığına emindim.
Nikah memuru boğazını temizledi. "Siz Ada Dinçer. Hastalıkta, sağlıkta, iyi günde, kötü günde, her zaman Deniz Aladağ’ın yanında olmayı kabul ediyor musunuz?’’
Derince bir nefes alıp Deniz’e baktım, heyecanla birazdan ağzımdan çıkacak olan tek bir kelimeyi bekliyordu. Elini tuttum. ‘’Evet.’’ dedim parmaklarım parmaklarını iyice sararken. ‘’Kabul ediyorum.’’ Sevinç çığlıkları atmak istiyordum, evlendiğim için çok mutlu olduğumu haykırmak istiyordum ama tedirginliğimi üzerimden atamamıştım ve bu yüzden sesim umduğumdan da kısık çıkmıştı. Buna rağmen Sarp ve Eser beni alkışlamış, cevabımı kutlamışlardı.
Nikah memuru Deniz’e döndü ve bana sorduğu soruyu yineledi. Deniz benim aksime öyle güçlü, öyle kendinden emin ve öyle heyecanlı bir sesle ‘’Eveeeet.’’ demişti ki marinaya yakın olsak insanların onu duyabileceğinden şüphelenmiştim.
Sarp ve Eser’in alkışları kesildiğinde nikah memuru ikisine döndü. ‘’Sizler şahitlik ediyor musunuz?’’
İkisi de bu soruyu aynı anda Evet’lerken biz Deniz’le nikah defterini imzalıyorduk. Tekrardan Ada Dinçer Aladağ olan adıma gülümseyerek baktım. Kalbimin içinde kuşlar uçuşuyordu.
‘’Ben de sizi karı koca ilan ediyorum.’’ dedi memur evlilik cüzdanımızı uzatırken. ‘’Gelini öpebilirsiniz.’’
Evlilik cüzdanımızı aldım, Deniz’e doğru sanki az önce evlenen kendisi değilmiş gibi cüzdanı ona göstererek ve gülümseyerek döndüm. Ellerini yanaklarıma koydu, dudaklarını alnıma dokundurdu. ‘’Bu sefer asla boşanmak yok.’’ dedi gülümserken. Boğazından çıkan tarifsiz kıkırtıya eşlik ederek ben de güldüm.
‘’Tebrikler Deniz.’’ dedi Eser Deniz’i kendi kollarına çekiştirirken. Eser’in birilerine sarıldığına ilk kez şahit oluyor olabilirdim.
‘’Adacım.’’ dedi Sarp, o da beni kendine çekiyordu. ‘’Her daim mutlu olman dileğimle.’’ dedi kolları sırtımı sararken. ‘’Her zaman ve her koşulda yanında olmaya devam edeceğim.’’ dedi. Ağlamaya başladım.
Eser Deniz’i serbest bıraktığında bana ne yapacağını bilemez bir halde bakıyordu. Sarılmak ve el sıkışmak arasında bocaladığını fark ettim ve ona kollarımı açtım. ‘’Gel buraya Eser.’’
Eser büyük kollarını etrafıma sardı. ‘’Mutlu ol yenge.’’ dedi, sesinde sıcacık bir tını vardı.
‘’Darısı başınıza.’’ dedim, Eser derhal benden uzaklaştı ve az önceki konumda yerini aldı.
Nikah memuru saatine baktı. ‘’Ben artık gideyim. Sizleri tebrik ederim tekrardan.’’ Önce Deniz’le sonra benimle el sıkıştı. Kendine ait eşyalarını topladıktan sonra da güverteden inip hemen yan taraftaki küçük bota bindi. Biri onu götürüyordu.
Eser ve Sarp düğün hediyelerini bize uzatırken aslında bunlara hiç gerek olmadığını anlatacağım uzun bir metne girecektim ama Sarp amacımı anlamış, beni daha ağzımı açmadan susturmuştu. ‘’Pahalı bir şey değil.’’ demişti. Paketi açtım, açmamla birlikte daha çok ağlamaya başladım. Bir Dart tahtası ve okları vardı. Bu Dart tahtası Fransa’da ilk kez oynarken kullandığımız tahtaydı. Rengi sarıydı ve ona sahip olmak istediğimi söyleyerek neredeyse Sarp’a yalvarmıştım ama o bu tahtanın ve okların Salih abinin hediyesi olduğunu, ondan yadigar olan bir şeyi de bana vermek istemediğini söylemişti. Sonrasında Sarp’a küsmüştüm ama bu küslük üç saat sonraki dövüş kursumuz başlayana kadar sürmüştü.
‘’Sarp inanamıyorum. Sen bunu çok seviyordun, neden bana verdin? Kabul edemem ki ben bunu.’’ dedim ama boynuna atlamaktan da kendimi alamamıştım.
‘’Evet, Dart tahtasını seviyorum ama seni daha çok seviyorum. Mutlu olacağını düşündüm.’’ dedi, onun da sesi titriyordu. ‘’Hem ben senin yakın koruman değil miyim? Bu tahtayla ben de sık sık oynayabilirim.’’ dedi, geri çekildi ve sorar gibi bir ifadeyle baktı. ‘’Oynayabilirim yani değil mi?’’
‘’Elbette.’’ dedim gülerek.
Deniz ve Eser de bize gülümseyerek bakıyordu. Eser Deniz’e bir kutu uzattı. ‘’Benimki Sarp’ınki kadar manevi değil.’’
‘’Gerek yoktu, teşekkür ederim Eser.’’ dedi, kutuyu açtı. Kol düğmesi almıştı ve görünüşe bakılırsa çok zevkli parçalardı. ‘’Bunlar baya iyiymiş.’’ dedi Deniz. ‘’Sağ ol kardeşim.’’
Eser önemi yok dercesine baktığında Sarp Sen Benim Şarkılarımsın şarkısını açtı ve Deniz’in kolları saniyeler içinde belimi sardı, kollarımı boynuna sardım ve başımı boynunun hemen altına yasladım. Bu şarkı gerçekten bizim şarkımızdı ve ne zaman duysam içimde tarifi zor duygular kabarıyordu. Sevdiğim binlerce şarkı vardı, Deniz o şarkıların tamamıydı, benim sadece şarkılarım değil hayatımın tamamıydı.
‘’Nasıl bir aşk bu?’’ dedim.
‘’Gün geçtikçe çoğalan ve unutulması imkansız bir aşk.’’ dedi, yanağımı usulca öptü ve benimle birlikte dansın ritmine kapıldı.
Dans bittiğinde koltuğa doğru ilerliyorduk. Masa kutlama masasına çevrilmişti. Meyveler, kuruyemişler, çerezler ve alkoller vardı. Ben tabii ki içmeyecektim ama meyve yemekte bir sınırım yoktu.
Deniz yanıma geçti, kolunu boynumun arkasından uzattı ve omzuma sardı. Eser üç bardağa şampanya koyarken Deniz de boşta kalan eliyle bir bardağa su koyuyordu. Birazdan o suya zerdeçal katacaktı çünkü hamilelik yüzünden yaşadığım reflü krizlerimi engellemenin tek yolu buydu.
‘’Vay be.’’ dedi Sarp bize gülümseyerek bakarken. ‘’Efsane çift geri döndü ha?’’
‘’Henüz dönmedik.’’ dedi Deniz, yarım çay kaşığı zerdeçalı suyuma attı ve bana verdi. ‘’Ama döneceğiz az kaldı.’’
Başlarda nefret ede ede, sonraları Aslında o kadar da kötü değilmiş. diyerek, şimdilerde de bayıla bayıla içtiğim zerdeçallı sudan bir yudum alıp başımı Deniz’in omzuna yasladım. Bana sardığı elini omzumda tatlı tatlı gezdiriyordu. Bir incir alıp ağzıma attım. İncirin tam mevsimiydi ve ben ilk hamileliğimdeki gibi bu sefer incirden tiksinmediğim için çok mutluydum.
Ellerim karnıma gittiğinde Deniz’in dudakları saçlarımı bulmuştu.
‘’Yenge sen şimdi üzgünsün, hani ailen burada değil, arkadaşların falan da öyle ama hepsi hem sizin hem de onların güvenliği için.’’ dedi Eser.
‘’Evlendiğimizi biliyorlar mı?’’ diye sordum.
‘’Hayır.’’ dedi Sarp. ‘’Ama eğer söylemek istersen.’’
Başımı iki yana salladım. Risklerden, korkulardan, tehlikelerden ve kötü şeylerden bahsetmek istemiyordum. Ben bugün evlenmiştim ve bu konunun dışında bir konu konuşulmasını istemiyordum. ‘’Uygar burada olmalıydı.’’ dedim.
‘’Çok isterdim.’’ dedi Deniz. ‘Ama gelmemesi daha iyi, bitme noktasına gelen ilişkisini kurtarsın önce.’’ Sarp’a baktı. ‘’Benim önceliğim nasıl Ada’ysa, onun da önceliği Miray olsun. O kızı kaybederse hayatının hatasını yapar.’’ Bu sefer bakışlarını Eser’e çevirdi. ‘’Haksız mıyım? Bir şey söylesenize.’’
‘’Haklısın.’’ dedi ikisi de aynı anda. ‘’Ama dostluk da ayrı bir şey. Yanında olmak ister haliyle.’’
‘’Sen bu durumda ne yapardın Eser?’’ dedim. ‘’Diyelim ki aşık olduğun kızla ipler kopmak üzere, arkadaşının da sana ihtiyacı olduğunu biliyorsun. Sevdiğin kızın yanında mı olurdun yoksa arkadaşının yanına mı giderdin?’’
‘’Tuzak sorular sorma yenge.’’ dedi Eser şampanyasından bir yudum alırken.
‘’Bu soruya Sevdiğim kadının yanında olurdum. demeyen erkek olmamalı bence.’’ dedi Eser. ‘’Uygar zor olsa da doğru olanı yaptı.’’
‘’Bazen Deniz sevgisi ağır basacak diye çok korkuyorum.’’ dedi Deniz gülerken.
Sarp hınzır bir ifadeyle beni izledi. ‘’Benim size başka bir sürprizim daha var ya.’’ Kaşlarımı kaldırıp merakla baktım ve ağzıma bir üzüm attım. ‘’Şimdi bebeklerinizin cinsiyetini öğrenmek için illa karaya ayak basmanıza falan gerek yok sizin. Maksat beraber öğrenmeniz değil mi?’’
Bunu öğrenmek isteyip istemediğini sorgulamak üzere Deniz’e baktım. O da aynı ifadeyle bana bakıyordu. ‘’Öyle.’’ dedim Sarp’a döndüğümde. Kalbim birden çarpmaya başlamıştı. Öğrenmeyi çok istiyordum ama bu da çok ani olmuştu.
‘’Öğrenmek için harika bir gün.’’ dedi Eser. Deniz cebinden bir kutu çıkartıp mevcut alyanslarımızı çıkardı ve kendi alyansını çıkardı. ‘’Evlendiğiniz gün öğrenmeniz çok hoş olmaz mı?’’
‘’Nasıl ya sana da mı söyledi Sarp?’’ dedim. Yüzüğümü takması için parmağımı Deniz’e uzattım. Yüzük ilk eklemden geçmişti fakat daha fazla aşağı inmemişti. Çünkü tüm vücudum gibi parmaklarım da şişmişti.
‘’Şaka gibi, yüzüğüm olmuyor.’’ dedim. Sadece yarısına kadar geçirebildiğimiz yüzüğü çıkardım ve Deniz’e arkamı döndüm. ‘’Kolyemi çıkartır mısın sevgilim?’’
Deniz ucunda deniz kabuğu olan kolyenin kopçasını açarken Eser az evvel ona sorduğum soruya ancak cevap verebiliyordu. ‘’Yenge sen ailene bütün gerçekleri anlattıktan sonra herkes Sarp’ı cinsiyetleri öğrenmek için sıkıştırdı ya, unuttun mu ben de oradaydım.’’
‘’Doğru, aklımdan çıkmış.’’ dedim. ‘’Yani ben ve Deniz hariç herkes biliyor öyle mi?’’ Deniz çıkardığı kolyemi bana uzattı, yüzüğümü kolyeye geçirdim ve takması için tekrar Deniz’e verdim. Eser ve Sarp başını salladığında Deniz’e baktım. ‘’Öğrenelim mi sevgilim?’’
‘’Ama öyle kuru kuru söylemeyiz.’’ dedi Sarp, neyden bahsettiğini anlamıyordum.
‘’O ne demek ya?’’ dedim, bir üzüm daha yedim.
‘’Cinsiyet öğrenmek sadece kız mı erkek mi deyip sormakla olmaz. Bugün sizin gününüz. Nikahınız kıyıldı, şimdi bebeklerinizi kutlayalım. Hem de şöyle, ileride anlatılacak bir anı olsun.’’
‘’Nasıl yapacağız ki onu?’’ dedim merakla.
‘’Çok basit.’’ dedi Eser, Deniz’e döndü. ‘’Deniz’in gözlerini kapatacağız, sonra iki elini de boyayacağız. Deniz sana sarılacak yenge. Sırtında Deniz’in ellerinin boyalı izi çıkacak. Sonra bize sırtınızı döneceksiniz. Fotoğrafınızı çekecek Sarp. Fotoğraftan göreceksiniz sırtında hangi renk olduğunu. Hem elbiseyi de anı olarak saklayabilirsiniz. Hem nikah elbisen hem de çocuklarının cinsiyetine dair ilk simgesel eşyan olacak o elbise.’’
Deniz Daha neler. der gibi bakmıştı ama bence çok tatlıydı. Deniz’in ne düşündüğünü umursamadan ‘’Tamam yapalım. Şimdi yapalım. Hani boya nerede?’’ dedim heyecanla.
‘’Ben getireyim.’’ dedi Sarp, ayağa kalktı, güvertenin diğer tarafına yürüdü.
‘’Ben de gözlerinizi bağlayayım.’’ dedi Eser, organizasyonun getirdiği tüllerden kopartıp Deniz’in gözlerini bağladı. ‘’Sen de görme yenge, seninkini de bağlayalım.’’
İkimizin de gözlerini bağladığında ‘’Yenge bu kaç?’’ diye bir soru sordu. Sanırım gözlerimin önünde parmaklarıyla herhangi bir sayıyı gösteriyordu. ‘’Bir şey görmüyorum Eser, sayı mı gösteriyorsun?’’
‘’Güzel. Peki bu kaç Deniz?’’ dedi, sanırım bu sefer de Deniz’e soruyordu.
‘’Ben de görmüyorum Eser, hadi boyayın şu ellerimi.’’ dedi Deniz, sesinde sabırsız bir heyecan vardı.
‘’Geldim geldim.’’ dedi Sarp. ‘’Uzat elini Deniz.’’ Birkaç saniye sonra burnuma keskin bir boya kokusu yayıldı. Acaba pembe mi yoksa mavi miydi? Heyecandan ölmek üzereydim. Ayağımı durmaksızın yere vurmaya başladım. Zaman bir türlü geçmiyordu. ‘’Şimdi sıra diğer elde.’’ dedi Sarp.
‘’Aman yere akmasın.’’ dedi Eser.
‘’Aksın sileriz.’’ dedim. Şu an hiçbir önemi yoktu. Bir an önce bebeklerimin cinsiyetlerini öğrenmek istiyordum.
‘’Sileriz de gözlerinizi açar açmaz yerdeki boyayı görmeyin yani.’’ dedi Sarp.
‘’Tamam, bu da bitti.’’ dedi Eser. ‘’Şimdi boyanın elbisenin başka yerlerine bulaşmaması için sizin sarılmanızı biz sağlayacağız.’’
‘’Gel Ada.’’ dedi Sarp beni ayağa kaldırırken.
Eser de Deniz’i bana yaklaştırıyor olmalıydı, birkaç saniye sonra Deniz’in kolları belimi sarmıştı. Deniz’in elleri elbiseyle buluştuğunda boyanın ıslaklığını tenimde hissetmiştim. Elbisemde Deniz’in ellerinin izleri vardı. İkisi de pembe miydi? Mavi miydi? Yoksa biri pembe biri mavi miydi? Dişlerim kamaşmıştı.
‘’Biraz daha bastıralım şöyle.’’ dedi Eser, sesi yakından geliyordu. Biraz sonra Deniz’in ellerinin olduğu yerin tenime baskılandığını hissettim. Eser Deniz’in ellerini benim sırtıma iyice yapıştırıyor olmalıydı.
‘’Ben de delilleri toplayayım.’’ dedi Sarp.
‘’Tamam, bu kadar yeter. Sarılmanızı sonlandırabilirsiniz.’’ dedi Eser. ‘’Deniz senin ellerini silelim, gözlerini o zaman açarız.’’
‘’Tamam.’’ dedi Deniz. Sarp’ın delilleri temizlemesi, Eser’in Deniz’in ellerindeki boyaları silmesi tahminimce on dakika sürmüştü.
‘’Açıyoruz gözlerinizi.’’ dedi Sarp. Birkaç saniye sonra gözlerimiz açılmıştı. Bakışlarımın bulduğu ilk bakışlar ise Deniz’in bakışları olmuştu.
Sarp elinde telefonuyla bize sırıtarak bakıyordu. ‘’Hadi hazır mısınız?” dedi, sesinde muzip bir heyecan vardı. “Arkalarınızı dönün, marinaya doğru bakın. Fotoğrafı çekiyorum.”
Deniz’le birbirimize baktık, gözlerimizde aynı merak, aynı mutluluk vardı. Elbisenin arkasında neler olduğunu bilmiyorduk ve birazdan öğrenecektik. Deniz elimi sıktı, parmakları sıcacıktı. “Hadi sevgilim.” dedi, sesi titrerken. Beraber marinaya döndük, sırtlarımız Sarp ve Eser’e, yüzlerimiz denizin üzerindeki marinanın ışıklarına ve al bayrağımıza dönüktü. Güvertenin yasemin kokusu, 30 Ağustos’un zafer havasıyla karışıyordu. Deklanşör sesi duyuldu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefesim kesilecek sanıyordum.
“Tamamdır!” dedi Sarp, koşarak yanımıza geldi. “Bakın şimdi.” Telefonu uzattı, ekranı bize çevirdi. Deniz’le başlarımız birbirine değerken ekrana eğildik. Fotoğrafta, beyaz elbisemin arkasında iki el izi vardı. Sağ tarafımda pembe, sol tarafımda mavi. Bir kız, bir erkek! Gözyaşlarım yanaklarıma süzülürken bir kahkaha attım, boğazım düğümlenmişti. “Bir kızımız, bir oğlumuz olacak!” dedim bağırarak. Yerimde duramıyor, zıplıyordum. Kahkaha attım. ‘’Deniz bir kızımız bir oğlumuz olacak.’’ Deniz’e döndüm, onun da benden bir farkı yoktu. Ellerini yüzüme koydu, kahkaha dolu çığlıklarımla birlikte kollarımı boynuna doladım. ‘’Gördün mü? Bir kızımız olacak ve bir de oğlumuz.’’
‘’Gördüm, gördüm sevgilim.’’ dedi Deniz. Tekrardan yüzüme baktı. Gözleri dolmuştu, gamzesinden aşağı bir gözyaşı süzülüyordu.
“Bir romantik, bir de inatçı keçi.” dedim, Deniz alnımı öpüyordu. “Tıpkı bizim gibi.”
Deniz elbisemin arkasına bakmak için beni hafifçe çevirdi. “Vay canına.” dedi kahkaha atarak. “Bu elbiseyi çerçeveletelim.” Parmakları sırtımda gezindi, boyanın ıslaklığına dokundu. “Pembe ve mavi.’’ Mavi boyanın olduğu sol tarafıma dokundu. ‘’Toprak.’’ dedi fısıltı gibi bir sesle. Oğlumuzun adının Toprak olmasını istiyordu.
O, kaybettiğimiz çocuğumuzun kız olmasını istediği için ve adını da Toprak koyduğumuz için şimdi rahmimde taşıdığım kızımızın adının Toprak olmasını istemiyordu. Kaderini yaşamasından korkuyordu, o yüzden bu sefer oğlumuza Toprak ismini vermek istiyordu. Bunu iliklerime kadar hissetmiştim.
Pembe boyanın olduğu sağ tarafıma dokundu. Sanırım kızımızın adını bana bırakmıştı. Hiç düşünmeden ‘’Su.’’ dedim. Bu ana kadar aslında hiç düşünmediğim bu ismin iki harfi dudaklarımdan dökülürken anılar da gözümde canlanmıştı.
"Bence erkek." dedim karnımı severken. Deniz kısa süreliğine bana bakıp yola döndü.
"Bebeğimiz mi erkek?" dedi memnun olmadığını çok açık belli eden bir ses tonuyla.
"Evet bebeğimiz erkek. Hem Toprak ismi erkeğe daha çok yakışıyor bence. Bak prova yapıyorum. Toprak gel oğlum, baba işten gelmiş. Seninle oynamak istiyor. Nasıl çok güzel olmadı mı?"
"Toprak, benim güzel kızım." dedi elini direksiyondan çekip karnıma koyarak. "Sen anneyi duyma tamam mı?"
Deniz’in beni kendine çevirip yüzümü tekrar ellerinin arasına almasıyla an’a döndüm. Toprak ve su bizdik, şimdi bu anlamlar çocuklarımızın adı olacaktı. Biz Toprak ile Su’nun annesi ve babası olacaktık. Toprak ve Su belki de ilk kez bu kadar güzel bir anlamla hayat bulacaktı.
‘’Su.’’ dedi Deniz, gözleri parlıyordu. Başını eğdi, kulaklarına ulaşan o tek heceyi tekrar tartıyordu. Yüzü aydınlandı, gamzesi derinleşti, öyle bir gülümseme yayıldı ki yüzüne, marinanın ışıkları bile sönük kalmış gibi hissediyordum. “Su?” diye tekrarladı, sesinde şaşkınlık, sevinç ve hayranlık karışımı bir tını vardı. Beni kendine çekti. “Hiç beklemiyordum.” dedi, sesi titriyordu. Elini karnıma koydu. ‘’Su.’’
“Senin ruhun gibi sevgilim. Özgür, berrak, durdurulamaz. Her şeye hayat veriyor, her şeyi kucaklıyor. Kızımız tıpkı senin gibi olacak. Hayatın ta kendisi.” dedim.
Kahkaha attı, öyle içten, öyle coşkuluydu ki Sarp ve Eser bile bize aşkla bakıyordu. “Toprak ve Su. Bizim yansımamız. Birbirine muhtaç ama bir o kadar bütün. Ada seni çok seviyorum.”
‘’Biz gidelim mi?’’ dedi Sarp, ‘’Yeni evli çiftin başında bu kadar durulmaz.’’
Hep birlikte kahkaha attık. “Geçin şuraya.” dedi Deniz koltuğu Sarp’a ve Eser’e işaret ederek, yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. Elini omzuma doladı, beni kendine çekti. Güvertedeki masanın etrafına yayıldık. Deniz’in göğsüne sokuldum, zerdeçallı suyumdan bir yudum aldım. Sarp ve Eser karşımıza geçti, şampanya kadehleri ellerinde sallanıyordu. Daha önce hiç şahit olmadığım bir sohbete daldık. Spor, tarih, magazin, siyaset, her şey masadaydı. Saatler geçti ama zaman sanki durmuştu. Bu anlardan inanılmaz keyif alıyordum.
“Kıskanıyorsun bizi Deniz.” dedi Sarp kadehini masaya koyup ellerini ovuşturarak. “Fener’in bu sezonki hali ne, ondan haber ver? Hoca yine mi koltuğunu sallıyor?” Kollarını göğsünde bağladı, alaycı bir sırıtışla başını yana eğdi.
Deniz başını arkaya atarak kahkaha attı. “Sarp, sen hâlâ Fenerbahçe’yle kafa buluyorsun ha? Bak, bu sezon iş ciddi. Yeni transfer haberleri fena değil ama hoca…” Durdu, omuzlarını silkti, dudaklarını büzdü. “Bilmiyorum, adam ya deha ya felaket. Ortası yok.”
Sarp bana döndü, göz kırptı. “Ada, sen ne diyorsun? Fener mi, yoksa kalbin hâlâ boş mu? Bak hâlâ Galatasaraylı olabilirsin?”
Güldüm, suyumdan bir yudum aldım, kaşlarımı kaldırıp dalga geçer gibi baktım. “Ben Fenerbahçeliyim Sarpçım. Ne yazık ki iki yıl boyunca beni boşuna Galatasaraylı yapmak için çabaladın.” Elimle kalbimi tuttum, teatral bir iç çektim. “Bunu bebeklerimize de aşılayacağız!” Parmaklarımı şıklattım.
Eser kadehini sallayarak araya girdi. “Yenge, sen boş ver Fener’i, Galatasaray’ı. Beşiktaş’ın geçtiğimiz sezondaki çıkışı konuşulmalı! O son maçtaki gol, hani şu uzatmalarda?” Yumruğunu havaya kaldırdı, sanki o anı yeniden yaşıyormuş gibiydi. “Bam! Kaleci aval aval baktı!” Kahkahası güverteyi çınlattı, başını salladı. “Siz Fener’le Galatasaray’la uğraşadurun, Kartal uçacak!”
Sarp gözlerini devirdi, ellerini açıp abartılı bir şekilde iç çekti. “Eser, senin Beşiktaş sevdan da ayrı bir dert. Ama kabul et, bu ligde para konuşuyor. Transfer dedikoduları duydunuz mu?” Koltuğa yaslandı, bir kaşını kaldırıp sır verir gibi fısıldadı. “Galatasaray’ın o Brezilyalı defansı alacağı söyleniyor. Eşiyle boşanacak diyorlar. Kafayı bozarsa hiç gelmesin, o psikolojiyle oynayamaz.”
Ellerimi birbirine ovuşturdum. “Ooo magazin mi?” dedim kıkırdayarak. “Aman Allahım skandal resmen! Sarp, sen dedikodu mu yayacaksın şimdi?” Şaşkın numarası yaparak elimle ağzımı kapattım.
‘’O adam Galatasaray’a gelmez oğlum, rüyanda görürsün.’’ dedi Eser. Sanki ben biliyormuşum gibi bana döndü ve göz kırparak ‘’Marcelo.’’ dedi, Sarp’a döndü. ‘’Yani boşanıp boşanmaması sevgili takımına hiçbir şey kaybettirmeyecek.’’
Sarp homurdana homurdana Eser’in taklidini yaptığında kahkaha atmıştım. ‘’Neyse Torreira’yı aldık, o yeter.’’
‘’O adamda da tam zampara tipi var.’’ dedi Deniz.
Eser ve Sarp kahkaha atmıştı. Ben söyledikleri isimlerin hiçbirini tanımıyordum, sanırım bir gün Fenerbahçe araştırması yapsam iyi olacaktı.
‘’Sizin o Ferdi çok iyi bir şey olacak.’’ dedi Eser. ‘’Birkaç seneye yurtdışı görür.’’ Deniz’e bakıyordu.
‘’Hoca okuyabilse çok iyi olacak da işte nerede hata yapıyorlar bilmiyorum.’’
‘’Sizin başkan sıkıntı ya.’’ dedi Eser. ‘’Fairplay ile kafayı yemiş. Maç sahada kazanılır ama sizinki sürekli saha dışı konuşuyor, görüyoruz.’’
‘’O mevzuya hiç girmeyelim, seni kovarım.’’ dedi Deniz. Sesi ciddiydi ve anladığım kadarıyla Eser’le aynı fikirde değildi. Fenerbahçe’nin başkanı kimdi?
Sarp ellerini havaya kaldırdı. “Oğlum sizin yeni transferin sevgilisini gördün mü? Kadın dizi oyuncusu, sizinki bu kadını aldatmış ve kadın aldatıldığını X’te duyurmuş. Partide yakalamış bunu.’’
‘’Özel hayatıyla değil profesyonel hayatıyla ilgileniyoruz biz canım.’’ dedi Eser. ‘’Magazinsel yönün sana kalsın.’’
‘’Ayyy.’’ dedim. ‘’Basmış mı sevgilisini gerçekten?’’ Keşke çekirdek olsaydı Ada.
Sarp kahkaha attı. ‘’Aldatmış valla. Erkek erkeğe partiye gidiyorum demiş, bu oyuncu olan sevgilisi de takip etmiş. Başka bir kadınla öpüşürken yakalamış adamı. Hiç acımamış, hemen sosyal medyada yaymış.’’
‘’O tamamen PR çalışması bence. Gündeme gelmek için ortaya atılmış, altı boş iddialar. Hem fotoğrafları ben de gördüm. Hiç bizim adama benzemiyor o fotoğraftaki.’’ dedi Eser.
‘’Oğlum adam reklam çalışması yapacağım diye neden adını lekelesin?’’ dedi Sarp.
‘’Çünkü bu haberleri kulüplerin kendisi yapıyor ve karşılığında adama milyonlar veriyorlar. Oyuncu da para için kabul ediyor. Bu kadar basit.’’
‘’Oğlum böyle söyleyince daha kötü. Resmen şerefleri satılığa çıkmış insanlar bunlar o zaman?’’ dedi Deniz.
‘’Yazık.’’ dedim.
‘’Sen neden bu kadar üzüldün ki?’’ dedi Eser. ‘’Dünyada bu PR işi için adını lekeleyen bir sürü adam var. Sadece futbolcularda değil, oyuncularda da vardır.’’
‘’Oyuncuya demedim ki Eser.’’ dedim. İlahi yani sen de. der gibi elimi salladım. ‘’Eğer aldatıldıysa sevgilisine yazık. Onu diyorum.’’
‘’Dünyada milyonlarca aldatılan insan var yenge, hepsine üzüleceksek, ohoo işimiz var.’’
‘’Beyza gibi.’’ dediğimde Eser şaşkınlıkla beni izledi. ‘’Nasıl yani aldatıldığı için ayrıldığını bilmiyor muydun?’’
Eser kekeledi. ‘’Yani hayır ben ayrıldığını biliyordum ama o şerefsizin aldattığını bilmiyordum yenge.’’ Sonra kendi kendine mırıldandı. ‘’Demek o yüzden hala benden uzak duruyor, o yüzden mi duvarları var? Güven problemi mi yaşıyor?’’
Deniz’e iyice sokuldum. ‘’Evet yani muhtemelen.’’ dedim. Ardından kırdığım potu düzeltmeye çalıştım. ‘’Eser, ben senin bildiğini düşünüyordum. Beyza sana söylemediyse bildiğini belli etmen biraz garip olabilir. O sana anlatana kadar belli etme lütfen.’’ Elimle alnıma vurdum. ‘’Keşke söylemeseydim.’’
‘’Yok yenge sorun değil.’’ dedi Eser, Beyza’ya kavuşmasını sağlayan olan adama öfke doluydu. O adam Beyza’yı aldatmıştı, Beyza’nın Eser’e gelmesinde büyük bir rolü vardı. Aslında Eser’e iyilik yapmıştı ama Beyza’nın kalbini kırdığı için Eser o adamı öldürecek gibi bakıyordu.
‘’Nereden geldik bu konulara ya?’’ dedi Sarp, saatine baktı. ‘’Biz artık gerçekten kalkalım. Siz de karı koca baş başa vakit geçirin.’’
‘’Karıcım.’’ dedi Deniz. Alnımı öptü. Bana aşık olduğu için benimle evlendiğine emindim ama sırf Karıcım. demek için bile evlenmiş olabilirdi.
‘’Efendim sevgilim.’’ dedim yüzüne dönerken. Ne söyleyecekse vazgeçmiş olmalıydı. Saniyeler boyunca gözlerime baktığında ne istediğini ancak anlamıştım. ‘’Efendim kocacım.’’ dedim
‘’Bunlar romantik modu açtı, biz hemen tüyelim.’’ dedi Sarp Eser’i kolundan tutup köprüye ilerlerken.
‘’Tüyelim.’’ dedi Eser, elini kaldırdı. ‘’Yarın sabah görüşürüz çifte kumrular.’’
‘’Görüşürüz.’’ dedik Deniz’le bir ağızdan. Birkaç dakika içinde Sarp da Eser de yattan ayrılmışlardı. Deniz köprüyü kapattı ve yatı Aydın açıklarına doğru sürdü.
***
‘’Demek 30 Ağustos için bando takımı geçecek diye beyaz elbise giymemi istedin ha?’’ dedim parmaklarımı Deniz’in kolunda yürütürken. Deniz bir yandan saçlarımı öpüyor, bir yandan de kolumu okşuyordu. ‘’Demek motor bozuldu ve usta geldi öyle mi?’’
Deniz’in boğazından neşeli bir kıkırtı yayıldı. ‘’Hani sen bana bir daha kanmayacaktın karıcım?’’ dedi kolumda gezdirdiği elini yüzüme koyarak.
‘’Kanasım varmış.’’ dedim omuzlarımı kısıp indirerek. ‘’Evliyiz. Tekrardan evliyiz.’’ dedim inanamıyormuş gibi. Bunun hala çok riskli olduğunu düşünmekle beraber tekrardan evlendiğimiz için çok mutluydum. ‘’Hem de çok güzel bir günde evlendik. 30 Ağustos!’’
‘’İleride evlilik yıldönümümüzü unutmamak için böyle özel bir günde evlenelim istedim.’’ dediğinde gövdesine dirseğimi geçirdim.
‘’Deniiiz.’’ dedim uyarıcı bir sesle. ‘’Unutmayacaksın.’’
‘’Söz veriyorum sevgilim, evlendiğimiz günü unutmayacağım. Seni de asla unutmayacağım.’’
Kolunu öptüm ve yüzümü yüzüne sabitledim. ‘’Bir şey soracağım sevgilim, aklıma takıldı.’’
‘’Sor karıcım.’’
‘’Nikah başvurusu işini nasıl hallettiniz? Kan vermem gerekiyor ya hani?’’
Gülümsedi, burnumun ucunu öptü. ‘’Geçen hafta kontrol için Sarp’la doktora gitmiştin ya sevgilim.’’ dedi. Salı gününden bahsediyordu. ‘’O kan tahlilleriyle yaptı başvuruyu Sarp.’’
‘’Tamam ama sen? Senin de kan vermen gerekiyor. Kim kan aldı senden? Biri mi geldi yata? Hani senin yattan ayrılmaman gerekiyor ya.’’
‘’Eser geldi o gün Beyza’yla. Beyza benden kan aldı, sonra İstanbul’a götürdü.’’
Altı dudağımı ısırıp başımı sağa sola salladım. ‘’Sana inanamıyorum yine karda yürümüşsün ama bana asla izini belli etmemişsin.’’
‘’Öyle olsaydı adı sürpriz olmazdı değil mi?’’ dedi, gülümsedim. Ben de ona sürpriz yapmalıydım. Kolunu öptükten sonra telefonumu elime aldım ve Sarp’a mesaj attım. Yarın gelirken bana, benim için önünde Deniz yazan Fenerbahçe forması getirir misin? Çok önemli, hayati tehlike!!!
Sarp’ın yanıtı gecikmemişti. Ada, saat gecenin 11.00’i. Ben sana saatler içinde nasıl üzerinde Deniz yazan bir forma bulabilirim? Onlar özel üretim oluyor ve yapılması birkaç günü bulabiliyor. Ayrıca isimler öne değil arkaya yazılır. Göz kırpan emoji.
Bana çaktırmadan nikah ayarlayan sizler değil miydiniz? Ne yani forma bulmak daha mı zor? Kızgın surat emojisi(x8) O forma yarın bana gelecek.
Sarp’ın son mesajımı yanıtlamayacağını fark ettiğimde telefonu çekmeceye geri koydum. ‘’Deniz.’’ dedim endişeli bir sesle.
‘’Söyle sevgilim.’’
‘’Ya duyulursa evliliğimiz, ya senin aslında hapiste olmadığın ortaya çıkarsa? Resmen Richard ortaya çıksın diye yem olarak kullanılıyoruz. Çok sıkıldım bundan.’’
‘’Savcının taktiği işe yaramıyor Ada baksana, iki ay oldu. Hani bu adam benim hapiste olduğumu düşünecekti ve daha rahat hareket ederek kendini açık edecekti? Etmiyor. Suçluyu Deniz zannediyorlar, o zaman ben rahatım, istediğim gibi at koşturabilirim. gibi bir düşünceye girmemiş anlaşılan.’’
‘’Sence evliliğimiz onun bir hamle yapmasını sağlar mı? Yani onu kendimize çekebilir miyiz?’’ dedim sıkıntıyla. ‘’Çekersek ne yapacağız tabii o da ayrı bir sorun değil mi?’’
‘’Evlendiğim günün akşamında adi herifin tekinden bahsetmek istemiyorum karıcım. Lütfen tadımızı kaçırmayalım.’’ dedi Deniz ve böylece konuyu sonlandırmış oldu. ‘’Uyuyalım mı artık, dün geceden yorgunsun zaten.’’
Başımı salladım. ‘’İyi uykular sevgilim.’’
‘’İyi uykular hayat ışığım.’’ dedi Deniz, sabaha kadar uyumuştu. Ben ise saatlerce uyanık kalmıştım çünkü reflüm tutmuştu. Bu bebekler benden daha belaydı.
31 Ağustos, Çarşamba
’’Eveeeet. Aç bakalım ağzını.’’ dedi Deniz ağzıma incir uzatırken. Yaz mevsiminin son gününe Deniz’in karısı olarak uyanmıştım ve bu beni her şeyi unutturacak kadar mutlu eden bir şeydi.
Dudaklarımı araladım ve inciri ağzıma atıp elimi ağzımın üzerine kapattım. ‘’Sevgilim, gerçekten doydum bak, bu kadar çok yiyince geceleri uyuyamıyorum. Malum reflüm var artık.’’ Deniz tatsız bir ifadeyle yüzümü incelerken ‘’Bugün bir doktora gidip bir baktırayım. Zaten artık herkes hamile olduğumu biliyor, kendi kimliğimle gider, midem için ilaç isterim.’’ dedim. Aydın’ın marinasını uzaktan da olsa izledim. ‘’Burada olmayı çok seviyorum.’’
Deniz başını salladı. ‘’Sarp’la gidersin.’’
Sarp sabah yediden beri attığım mesajlara cevap vermiyordu, Eser de vermiyordu. bu hayra alamet miydi bilmiyordum. Ondan forma istemiştim ve istediğimle kalmıştım. Resmen ortadan kaybolmuştu. Ve benim yattan ayrılma sebebim hastaneye gitmek değil, Sarp’ın halledemediği işi hallederek bir alışveriş merkezine gitmek ve forma almaktı. Belki Sarp’ın kaldığı otele gidip onu da bulurdum. ‘’Olur.’’ dedim.
‘’Ama benden uzun zaman uzak kalırsan.’’ İşaret parmağıyla burnumun ucunu sevdi. ‘’Ben seni özlerim.’’
‘’Söz veriyorum.’’ Ben de onun burnunun ucuna hafifçe vurdum. ‘’Kendimi özletmeyeceğim.’’
Deniz inanmasa da inanmış gibi yaptı, elini yanağıma yasladı. ‘’Pekala.’’ dedi, telefonunu eline aldı. ‘’Eser sabahtan beri mesajlarıma cevap vermiyor.’’ Benim mesajlarıma da cevap vermiyorlardı. ‘’Sarp sana yazdı mı hiç?’’
‘’Yazdı.’’ dedim, yazmadı dersem Deniz marinaya inmeme izin vermezdi ama ben bugün marinaya çıkmak istiyordum. ‘’Konuştuk yani, hatta birazdan arayacağım. Hastane için.’’
‘’Allah Allah.’’ dedi Deniz. ‘’Eser neden yazmıyor acaba?’’
Omuz kıstım. ‘’Bilmiyorum sevgilim.’’ Ayaklandım. ‘’Neyse, hadi sen marinaya doğru sür, ben de masayı toplayayım.’’
Deniz sıkıntıyla sandalyesinden kalktı ve kaptan köşküne doğru hızlı adımlarla yürüdü. O yatı marinaya doğru sürerken ben de masayı topladım, bulaşıkları yıkadım ve hazırlanarak Deniz’in yanına, güverteye çıktım. ‘’İşte hazırım.’’
Deniz bana döndü, elimi tuttu ve beni kendi etrafımda döndürdü. ‘’Vay vay vay, bu ne güzelliktir böyle?’’ dedi, ıslık çaldı. Dizlerimin üzerinde lacivert bir kalem etek, kasık hizamda uçlarını bağladığım beyaz bir gömlek ve lacivert topuklu ayakkabı giymiştim. Aslında bakınca bir denizciye benziyordum ve bu kombinim Deniz’i neden etkilemişti anlayamamıştım. Tam önünde durduğumda saçlarımı geriye attı, yanağımdan makas aldı. ‘’Fıstık gibi bir karım var.’’
Şımartılmanın getirdiği bir duyguyla saçlarımı savurdum. ‘’Eee Ada Dinçer Aladağ olmak kolay değil sevgilim.’’
‘’Valla karıcım Deniz Aladağ olmak da kolay değil.’’ Gözleri parlayarak bana baktı, o gamzeli gülümsemesi yüzünden hiç eksilmiyordu. Elini belime sardı, beni kendine çekti. “Neden biliyor musun?” Neden? der gibi baktım. “Çünkü senin gibi bir karım var. Ada Dinçer Aladağ… Senin güzelliğin, gece siyahı gözlerin, saçların. Her bakışında kalbim eriyor.” Burnunu burnuma değdirdi, nefesi yanağımı okşuyordu. “Kıskanılacak bir karım var, Ada. O eteğin üstündeki zarafet, o gömleğin bağlandığı yer.” Hafifçe kahkaha attı. “Deniz Aladağ olmak zor, çünkü seni korumak, seni sevmek, her gün seni hak etmek için uğraşmak demek. Senin güzelliğin sadece dışta değil, için de çok güzel senin. Toprak ve Su’nun annesi sen olacaksın diye gururlanıyorum.’’
Elini karnıma koydu, parmakları hafifçe gezindi. Kahkaha attım. “Deniz, abartma.” dedim ama içim eriyordu. “Hadi, marina bekliyor. Bir an an önce gidip geleyim.”
Başını salladı. “Tamam, karıcım. Ama çabuk dön, telefonun da açık olsun, hemen ara bir şey olursa.”
“Tabii ki.” dedim gülümseyerek. Çantamı omzuma attım, yattan inip marinanın hareketli yoluna adım attım. Hava sıcaktı, yazın son günü kalabalığı çekmişti. Dükkânların vitrinleri rengârenkti, tekneler hafifçe sallanıyordu. Sarp’ı aradım, yine açmamıştı. İlk durak olarak kaldığı oteli seçtim, otelde de yoktu. Eser de yoktu. Ne işler karıştırdıklarını gerçekten merak ediyordum.
Otelde Sarp ve Eser’i bulamayınca, Fenerbahçe’nin spor mağazasına uğradım. Tezgâhtaki genç çocuk ben formalara bakarken gülümsedi. “Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.
‘’Bir tane L beden, bir tane de S beden forma istiyorum. L bedenin arkasında Ada, S bedenin arkasında da Deniz yazacak. Bir de yenidoğan ürünleri satıyor musunuz?’’
‘’Elbette, o ürünlerimiz de mevcut.’’
‘’Harika. İki tane de yenidoğan için forma istiyorum. Birinin arkasında Toprak, birinin arkasında da Su yazacak.’’ Görevli başını salladı, raflardan formaları aldı ve kasaya doğru yürüdü. ‘’Ne zaman hazır olur?’’
‘’Bir saate hazır olur.’’ dedi görevli. Sarp’ın demesine göre hemen hallolmayacak bir şeyin bir saat içinde nasıl hallolacağını merak etmiştim. Sanırım Sarp Galatasaraylı olduğu için pek de ilgilenmek istememişti.
‘’Tamam, bir saat sonra gelirim.’’ dedim, mağazadan çıkıp başka bir mağazaya girdim. Elbisemi çerçevelemek için büyük, camlı bir çerçeve aldım. O mağazadan da çıkıp başka bir mağazaya girdim. Boş tuvaller, fırçalar ve boyalar alıp bir taksi çevirip marinaya döndüm. Hazır Aydın’a gelmişken Yıldız ablayı da görmek istiyordum.
‘’Yıldız ablaaa.’’ diye sevinçli bir sesle büfenin kapısına vurdum, içeriye adım attım. ‘’Ben geldiiiim.’’
Yıldız abla sesimi duyar duymaz bakışlarını duvarda asılı duran televizyondan çekti ve bana baktı. ‘’Adaaa, güzel Adacık. Hoş geldin.’’ Kollarını açtı ve elleriyle Gel. yaptı.
Koşarak yanına gittim, ona sımsıkı sarıldım. ‘’Hoş buldum Yıldız ablacım. Nasılsın?’’
Yıldız abla sarılmamızı sonlandırıp ellerini kollarımın iki yanına koydu. ‘’İyiyim kızım, sen nasılsın?’’
Etrafa baktım. ‘’İyiyim ben de, Aydın’a geldim de size uğramak istedim. Ada yok mu?’’
‘’Burada, yüzmeye gitmişti sahile. Gelir birazdan, tam yemek yeme saatleri bu sıralar.’’ dedi, beni hemen yan tarafta duran boş sandalyeye yönlendirdi. ‘’Gel otur şöyle.’’ Gözlerini istemsizce bedenimde gezdirirken bakışları karnımda durdu. ‘’Aaa.’’ diye tatlı bir tepki verdi. ‘’Kızım sen?’’ Gözlerime baktı. Onaylamak için başımı salladım. ‘’Ay ay ay. Nasıl sevindim, nasıl sevindim. Gel, gel hadi otur.’’ Sandalyeye oturdum, ağzım kulaklarımdaydı. ‘’Kaç aylık, cinsiyeti ne?’’
Elimi karnıma koydum. Yıldız abla da kendi sandalyesine oturdu. ‘’İkizlerim olacak Yıldız abla, on yedi haftalık oldular. Bir kızım bir de oğlum olacak.’’ Deniz, Sarp ve Eser hariç ilk kez başka biriyle bebeklerimin cinsiyeti hakkında konuştuğum için çok heyecanlıydım.
‘’Aman aman, hay maşallah. Sağlıkla gelsinler.’’ dedi Yıldız abla. ‘’Bir şey ister misin? Ne ikram edeyim sana?’’ Eliyle büfenin içini gösterdi. ‘’Var mı istediğin bir şey?
‘’Yok Yıldız ablacım sağ ol. Ama varsa bir çayın alırım.’’
‘’Var var.’’ dedi Yıldız abla, telefonunu kulağına götürdü. ‘’Oğlum bize iki tane çay getiriver.’’
‘’Ben Ada için bir şeyler aldım.’’ dedim Yıldız abla telefonu kapattığında ayağa kalktım, kapının kenarına koyduğum paketi alıp Yıldız ablaya uzattım.
‘’Ne zahmet ettin kızım?’’
‘’Ne zahmeti, o kadar içimden geldi ki.’’ dedim, Yıldız abla paketi açtı, tuvali, fırçaları ve boyaları çıkartıp tezgahlardan birinin üstüne koydu. ‘’Ay kızım, ne güzel düşünmüşsün. Çok sevinecek Ada.’’
‘’Umarım sevinir.’’ dedim.
Ada tam da isminin üzerine geldi. ‘’Ne oluyor burada?’’ dedi sevinçle. ‘’Ada abla?’’
‘’Selam adaşım.’’ dedim, göz kırptım.
‘’Hoş geldin Ada abla.’’
‘’Sen de hoş geldin canım.’’ dedim.
‘’Sarılırdım ama.’’ dedi, üstünü gösterdi. ‘’Denizden yeni çıktım.’’
‘’Ben sarılmış sayarım.’’ dedim. ‘’Bak sana ne aldım.’’ Tuvalleri, boyaları, fırçaları gösterdim.
Ada üzerinden sular süzüle süzüle içeriye ilerledi ve büyük bir mutlulukla ona aldıklarıma baktı. ‘’Bunlar çok güzel! Çok ama çok teşekkür ederim Ada abla.’’
Elimle çenesinden makas aldım. ‘’Güzel güzel resimler yaparsın umarım.’’
Ada minnetle bana bakarken çaylarımız gelmişti. Yerlerimize oturduk, çaylarımızı içtik, Ada eve gitti, üzerini değiştirip geri geldi, ben ne kadar istemesem de Yıldız abla yan taraftaki dönerciden bana bir porsiyon pilav üstü döner ısmarlamıştı. Bir saat boyunca sohbet etmiş, birbirimizi daha yakından tanımıştık ve benim için gitme vakti gelmişti.
Yıldız ablanın ve Ada’nın yanından ayrılıp alışveriş merkezine gittim, formaları aldım, caddeye çıktım ve marinaya yürümeye başladım. Deniz formaları görünce çok sevinecekti.
Marinanın köşesine yaklaştım. Orada küçük bir kafe vardı ve kafenin önü bir sürü çocukla doluydu. Hepsinin elinde balonlar vardı, hepsinin yüzü boyalıydı, kafeden neşeli çocuk şarkıları yayılıyordu, sanırım birinin doğum günüydü.
Çocuklardan biri Aa ablanın elinde Fenerbahçe paketi var. diyene kadar hiçbir sorun yoktu. Hayatlarında ilk kez Fenerbahçeli paket görmüşçesine hepsi başıma üşüştüğünde ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. ‘’Abla, içeride doğum günü var, hadi sen de gel.’’
‘’Abla forma mı aldın?’’
‘’Abla hadi pasta yiyelim.’’
Hepsi bir ağızdan konuşuyordu ve ben nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. ‘’Çocuklar, bırakın lütfen. Ne yapıyorsunuz?’’ dedim. Bakışlarımı kafenin kapısına çevrildiğinde gerildim. Orada kırmızı burunlu, beyaz suratlı bir palyaço duruyordu. Etrafında diğer çocuklar koşuşturuyor, balonlar için çığlık atıyordu. Palyaçolar… Çocukluğumdan beri en büyük korkularımdan biriydi. Bacaklarım titremeye başladı, poşeti sıkıca kavradım. Sakin ol, Ada. dedim kendi kendime ama gözlerim palyaçonun abartılı gülümsemesine takılmıştı. O renkli peruk, o boyalı yüz sanki bir kâbustu.
Çocuklar küçük elleriyle kollarımı çekiştiriyorlardı. Nefesimin daraldığını hissettim. “Durun, çekiştirmeyin.” dedim ama çocuklar durmuyordu. Bir tanesi poşeti almaya çalıştı, diğeri kolumu çekti. Paniğim büyüyordu, gözlerim palyaçoya kaydı.
Palyaço bana doğru yürüdü. O kocaman kırmızı ayakkabılarıyla, elinde balonlarla yaklaştı. “Hadi güzel bayan, sen de gel ve oynayalım!” dedi, sesi yapmacık bir neşeyle doluydu. Kolumu tuttu, hafifçe çekiştirdi. Çığlık attım. İstemsiz, keskin bir çığlıktı. Korkmama gerek yoktu, o sadece işini yapmaya çalışan bir palyaçoydu.
“Defol!” diye bağırdım, kolumu çektim ama çocuklar hâlâ etrafımdaydı.
‘’Hanımefendi neden korkuyorsunuz? İyi misiniz?’’ dedi. Sesi neden tanıdık geliyordu?
Kafenin sahibi yanımıza geldi. ‘’Her şey yolunda mı?’’ dedi endişeyle. ‘’Bir bardak su ister misiniz?’’
‘’Yok, yok iyiyim.’’ dedim, paketime sıkı sıkı sarıldım ve arkama baka baka koşarak yata ilerledim.
***
Deniz köprüyü açmıştı ve beni bekliyordu. Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum ama Deniz panik olmuş gibi görünüyordu. Köprüden güverteye koşuşumu izledi, ona ulaştığımda dengesini bozacak kadar hızlı sarılmıştım. ‘’Ne oldu? Ada ne oldu? Bir şey mi oldu? Ada bir şey mi oldu?’’
Başımı iki yana salladım, bedenimi geri çektim. Başımı tekrar iki yana salladım. ‘’Olmadı. İyiyim.’’ Deniz korkuyla bakıyordu. Bir şey olmadıysa neden böyle görünüyordum onu merak ediyordu. ‘’Marinada palyaço vardı Deniz. Yanıma yaklaştı.’’ dedim.
Deniz eliyle yüzünü ovuşturup derin bir Oh. çekti. ‘’Yani bu muydu Ada? Bir şey oldu sandım.’’
‘’Bir şey oldu zaten. Palyaço gördüm diyorum ya. Korktum Deniz, korktum.’’
Deniz neredeyse kahkaha atarak bana sarıldı. Bir elini sırtıma, bir elini başımın arkasına koydu. Saçlarımı öptü. ‘’Tamam, yok bir şey. Yok bir şey. Hadi geç.’’ dedi, beni güverteye yönlendirdi. ‘’Sarp nerede?’’ Ne diyeceğimi bilmiyordum çünkü Sarp’ın nerede olduğunu bilmiyordum.
‘’Otele döndü o.’’ dedim.
Deniz kaşlarını çattı. ‘’Nasıl yani? Neden dönsün Ada? Daha on beş dakika evvel yata yaklaştığınızı söyledi. Sen geldin, o nerede?’’
Sarp sabahtan beri benim mesajlarıma dönmemişti ama Deniz’e yaklaştığımızı mı yazmıştı? Neyse en azından yan yana olduğunuza dair ağız birliği yapmanız konusunda yazdığın mesajlarını gördüğünü öğrendin Ada.
‘’Ben.’’ dedim kekeleyerek. ‘’Bilmiyorum Deniz, öyle söyledi işte.’’
‘’Sarp’ın otele gitmesi için hiçbir sebep yok Ada. Birazdan Eser de gelecek. Richard meselesini konuşacaktık. Sarp da Eser de buraya gelecek. Yani Sarp otele gitmez.’’
Tırnaklarımı birbirine sürttüm. Deniz bir şeyler çevirdiğimi anlamıştı. ‘’Ada, sen korkarak geldin. Buraya, yata korkarak geldin. Bir şey mi oldu? Söyle, bir şey mi oldu? Sarp nerede?’’
‘’Deniz bilmiyorum.’’ dedim kekeleyerek. ‘’Sarp, yani…’’
Tam bir şeyler daha söyleyecek, yalanlarımı toparlayacakken marinanın girişinden yüksek bir fren sesi yankılandı. Kulak tırmalayan, lastiklerin asfaltı yaktığı türden bir sesti. Deniz’le aynı anda döndük, odağımız oraya yoğunlaştı.
Siyah bir Range Rover, marinanın kenarına sertçe yanaştı. Kapıları açıldı, siyah giysili, yüzleri maskeli üç adam hızlı ve profesyonel hareketlerle arabadan indi. Arabanın arkasından iki kişiyi yaka paça çektiler, yere fırlattılar. Adamlar hiç konuşmadan, bir an bile durmadan arabaya geri bindiler ve toz duman bırakarak son hızla uzaklaştılar.
Kalakalmıştık. Çünkü yere atılan kişiler Sarp ve Eser’di. Kanlar içinde, hareketsiz yatıyorlardı. Şokla “Sarp! Eser!” diye bağırdım, sesim titriyordu. Köprüyü koşmaya başladım, gözüm arabaya kaydı, plakaya bakmaya çalıştım ama ne yazık ki kapatılmıştı, siyah bir bantla örtülüydü. Araba uzaklaşırken marinanın kalabalığı şaşkın bakışlarla etrafımıza toplanmaya başlamıştı.
Sarp ve Eser’in yanına ulaşır ulaşmaz durumlarını kontrol ettim. Bir yandan da isimlerini sayıklıyordum. ‘’Çok kalabalık burası, açılın.’’ dedi biri.
‘’Sarp.’’ dedim, yanaklarına vurdum. ‘’Uyan.’’ Eser’e döndüm. ‘’Eser, aç gözünü.’’
Bedenlerine dokundum, kurşun yarası aradım, şükür ki vurulmamışlardı, sadece çok ama çok kötü bir şekilde dayak yemişlerdi.
‘’Ambulans.’’ dedi biri.
‘’Olmaz, ambulans olmaz.’’ dedim.
‘’Ne demek olmaz bacım?’’ dedi bir balıkçı. ‘’Gözlerini açamıyor adamlar, ölsünler mi?’’
‘’Ölmezler.’’ dedim, bir Sarp’ı, bir Eser’i sarsıyordum. Deniz korkuyla bizi izliyordu. ‘’Sarp sana diyorum aç gözünü. Eser, Eser uyan.’’
Sarp yavaşça kıpırdandı, Eser göz kapaklarını oynattı. ‘’Kolonya getirin, kolonya!’’ diye bağırdım.
‘’Hastaneye gitmeleri gerek.’’ dedi biri.
‘’Tamam, götüreceğim.’’ dedim kısaca. Hastalık ve doktor saçmalığının kapanması gerekiyordu. Sarp ve Eser hastaneye gidemezdi, hastanelere gitmeleri demek ifade vermeleri anlamına gelirdi. İşlerin karışmasını istemiyordum. ‘’İkisi de iyi. Ayılacaklar birazdan. Kolonya!’’ diye bağırdım. Biri elime kolonya tutuşturdu. Elime kolonya döküp önce Sarp’a sonra Eser’e koklattım. Sarp’ın dudağı, sol kaşı patlamıştı, burnundan durmaksızın kan akıyordu. Kolları darbeler yüzünden kıpkırmızı olmuştu, yer yer kanamaları vardı. Eser’in yüzü daha da beterdi. Onun da dudağı patlamış, gözü şişmiş, yanakları kesiklerden kan içinde kalmıştı.
Sarp dudaklarının arasından bir şeyler mırıldandı. Eser de inliyordu. ‘’Hadi uyanın.’’ dedim. ‘’Sarp, Eser hadi kalkın.’’
Sarp da Eser de kalkmıyordu. Başımıza toplanan kalabalığa döndüm. ‘’Yardım edin bana, bu yerde yatan adamlar benim arkadaşlarım.’’ Yata döndüm. Elimle gösterdim. ‘’Yata taşımama yardım eder misiniz?’’ Kalabalığa baktım. Herkes kafamın üstünde ağaç çıkmış gibi bakıyordu. ‘’Yat benim yatım. Onları hastaneye götüreceğim. Aladağ Hastanesi’ne.’’ Aslında öyle bir şey yapmayacaktım. Tek istediğim Sarp ve Eser’i yata taşımalarını sağlamaktı. ‘’Beni tanımıyor musunuz? Ben diş hekimi Harun Dinçer’in yeğeniyim. Ada Dinçer’im. Dayımı tanıyorsunuzdur, o da buralı, merkezde kliniği var. Arkadaşlarımı da eski kocamın hastanesine götüreceğim. Deniz Aladağ’ın hastanelerinden birine.’’
Kalabalık benim kim olduğumu anladığında ve buna emin olduğunda uğultu halinde konuşmaya başlamıştı.
‘’Aa evet Ada bu.’’
‘’Harun’un İstanbul’da okuyan yeğeni, evet.’’
‘’Deniz Aladağ hapisteydi değil mi? Vah vah, bu kız hamile bir de.’’
‘’Bana yardım edecek misiniz artık?’’ diye bağırdım. ‘’Yata taşımamız gerek onları.’’
Nasıl bir bakışla bakmıştım bilmiyordum ama benden korkmuşlar, Sarp ve Eser’i kucaklayarak yata taşımışlardı. Deniz bunu yapacağımı tahmin etmiş olmalıydı ki aşağı inmişti, kimse onu görmemişti.
‘’Tamam, teşekkür ederim.’’ dedim, köprüyü kapattım ve koşa koşa güverteye döndüm. Sarp da Eser de koltukta kendilerinden geçmiş bir halde yatıyordu. Yatak odasına gittim, ilk yardım çantasını aldım, yukarıya çıktım. Yat hareket etmişti. Marinadan uzaklaşmaya başlamıştık.
***
Sarp ve Eser kendine geldiğinde Aydın açıklarındaydık ve kıyıya oldukça uzaktık. Aydın, içinde bulunduğu kaostan habersiz tüm güzelliğiyle duruyordu. ‘’Daha iyi misiniz?’’ dedi Deniz ikisine de sırayla bakarken.
Sarp kaburgasını tutarak koltukta doğrulmaya çalıştı, yüzünü buruşturdu ve küçük bir inilti dudaklarından döküldü. ‘’Ben iyiyim.’’
Sanırım ne olduğundan haberi yoktu çünkü ona bakan biri asla iyi olduğunu söyleyemezdi. Yüzü sargı doluydu. Eser’inkiler ise daha da fazlaydı.
‘’Bir yerinizin kırılmadığına emin misiniz?’’ dedim, Eser’e döndüm. ‘’Eser emin misin bak?’’
‘’Eminim yenge.’’ dedi.
‘’O zaman neler olduğunu anlatın.’’ dedi Deniz. ‘’Sizi kim bu hale getirdi? Mahalle kavgasına mı tutuştunuz?’’
Sarp gergin bir bakışla Eser’e baktı, Eser Sarp’ı engellemek ister gibi başını iki yana salladı. Sarp’ın umurunda olmamıştı. Önce bana sonra Deniz’e baktı. Aslında beş saniye süren ama bana beş asır gibi gelen bir süreden sonra bandaj yapıştırılmış dudaklarını araladı.
‘’Söylesene Sarp şunu, ne oluyor?’’ dedi Deniz.
‘’Richard burada.’’ dedi Sarp dan diye. Sesi kulaklarımda bir çan sesi gibi yankılanmıştı. Sanki dünya bir anlığına durmuş, etrafımdaki her ses, her hareket silinip gitmişti. Göğsümde bir ağırlık hissettim. Aylardır gölgelerde saklanan, hayatımızı altüst eden o hayalet, şimdi burada mıydı? Aydın’ın sakin sularında, bizim peşimizi bırakmayan bir kâbus gibi yeniden mi ortaya çıkmıştı?
‘’Nasıl yani?’’ dedim, sesim titriyordu. ‘’Onu gördünüz mü?’’ Sarp da Eser de cevap vermeyince devam ettim. ‘’Size soruyorum gördünüz mü? Karşınıza mı çıktı ne oldu?’’
Sarp canı acıya acıya doğruldu ve büyük bir çabayla gözleriyle pantolonun cebini gösterdi. ‘’Telefonumu alsanıza cebimden.’’ Deniz benden daha soğukkanlıydı, hiçbir tepki vermemişti. Sarp’a doğru eğildi, pantolonun cebinden telefonunu çıkardı, Sarp’ın komut vermesini bekledi. ‘’Whatsapp’tan mesaj attı.’’ Deniz Whatsapp’a girdi. İlk sohbeti açtı. Dün gece kayıtlı olmayan bir numaradan Deniz’le olan fotoğraflarım gelmişti. Üstelik bu fotoğraflar nikah fotoğraflarımızdı. Onlarcaydı. Birinde güverteye çıkmıştım, birinde nikahın kıyılacağı perdenin önüne ilerliyorduk, birinde Deniz beni öpüyordu, birinde evlilik cüzdanımızı havaya kaldırıyordum, birinde Sarp’a sarılıyordum. Birinde Deniz bana sarılıyordu.
‘’Sikeyim.’’ dedi Deniz, telaşla etrafa baktı. ‘’Sarp bu fotoğraflar çok yakından çekilmiş! Çok yakından! Herif dışarıda olduğumu biliyor. Şu anda da izlemiyor mu sanki bizi? İzliyor. Biz burada ne arıyoruz Sarp? Sen fark etmedin mi, bakmadın mı?’’
‘’Neye bakayım Deniz?’’ dedi Sarp sinirle. ‘’Marinaya gelen her yatın sahibini nasıl öğrenebilirim? Bunun mümkünatı var mı? Tutturmasaydın evleneceğim diye. Al evlendiniz, gör şimdi olacakları!’’
‘’Bu adam sence dün mü geldi buraya?’’ dedi Deniz sinirle volta atarken. ‘’Kim bilir kaç gündür izliyor, belki başından beri izliyor. Nasıl fark etmezsin sen bunu Sarp?’’
‘’Deniz sakin ol.’’ dedi Eser.
‘’Neyine sakin olacağım Eser? Neyine ya? Can emanet ediyoruz size!’’
‘’Sürekli konum değiştiriyorsunuz. Uzun süredir takip ediyor olamaz. Kaç şehir gezdiniz, yüz metre yakınınıza bile kimse yanaşmadı. Hem öyle olsa karşınıza çıkmak için neden bu kadar beklesin?’’
Deniz ikna olmuş gibi durmuyordu. Sağa sola yürüdü. Başını şiddetle iki yana salladı, bunu kaç kez yaptığını bilmiyordum. ‘’Canımızı sıkmak için bundan daha iyi bir zamanlama olamayacağına kanaat getirdiyse Eser, o yüzden bu kadar beklemiştir. Bizim dram dozumuzu arttırsın diye. Hani yeni evlendik ve ikizlerimiz olacak ya, sence onun için bundan daha iyi bir zamanlama olabilir mi?’’ dedi sinirle. ‘’Bulabildiniz mi görüntülerin hangi yattan çekildiğini? Kamera kaydı, yatın adı, bir isim, ne bileyim, herhangi bir şey?’’
Sarp da Eser de başını olumsuz anlamda sallarken sıkıntılı bir nefes verdim. ‘’Sohbetin sonuna bakmadın.’’ dedi Sarp. Deniz sinirle sohbeti kaydırdı. Bir konum atılmıştı. Konum Aydın şehir merkezinde bulunan bir ofise aitti. Konumun altında Artık tanışmanın zamanı geldi Ada Dinçer Aladağ. 5 Eylül’de tekrar bu adreste olacağım. Görüşmek üzere. Lütfen yalnız gel. Richard Warner. yazıyordu.
‘’Gitmeyeceğim. Gitmeyeceğim değil mi?’’ dedim. ‘’Savcıya söylememiz gerek. Sarp, numaraya baktın mı sonradan? Nerede şu an bu adam? Konum atmış sana, izini sürebiliriz. Sürebiliriz değil mi?’’ Telefonumu aldım. ‘’Savcıya söyleyelim, gelsin hemen yakalasın.’’
Deniz telefonu elimden aldı ve yanıma oturup elimi tuttu. Neden böyle yaptığını anlamıyordum. Korkmuyor muydu? Hapiste olmadığını Richard öğrenmişti, evlendiğimizi biliyordu, muhtmelen hamile olduğumu da biliyordu. ‘’Önce olan biteni anlatsınlar.’’ Sarp ve Eser’e döndü. ‘’Anlat Sarp, bu mesajlardan bir şey çıktı mı?’’
Sarp beni hayal kırıklığına uğratarak başını iki yana salladı. ‘’Mesajlar bana gelir gelmez bizi Eser’le yolda yakaladılar ve arabaya attılar, araştırmak için zamanımız olmadı Deniz. Yaklaşık 16 saattir onların elindeyiz.’’
‘’Sen o yüzden mi dün gece attığım mesaja cevap veremedin?’’ diye sordum. Ada! Ada! Endişelenecek bir sürü şey vardı. Mesela Sarp ve Eser’in o vakitlerde öldürülmüş de olabileceği ihtimalini düşünebilirdim ama böyle bir soru sormayı seçmiştim. Ve bu soru dünyanın en saçma sorusu olmaya aday olabilirdi.
Deniz ona yalan söylediğimi anladığını gayet açıkça belli eden korku dolu bakışlarla bana döndü. ‘’Sen Sarp’tan mesaj aldığını söyledin, Sarp’la çıkacağını söyledin. Saatlerdir yoksun. Yoksun, ben Sarp yanında sanıyorum ve sen yalnız mıydın Ada?’’
Dudaklarımı birbirine bastırdım, sesim yok olmuş gibiydi. ‘’Ben sana sürpriz yapacaktım Deniz, hastaneye gitmeyecektim. Sürpriz için başka bir yere gidecektim ama Sarp’la gidecektim, yemin ederim Sarp’la gidecektim. Ona ulaşamayınca kendim gittim.’’
Deniz başını geriye atıp büyük bir öfkeyle ofladı. ‘’Richard burnumuzun dibinde cirit atıyor, en iyi adamım olan Eser ve karımın yakın koruması Sarp fark etmiyor, yetmiyor karım yalanla dolanla tek başına çarşıya çıkıyor.’’
‘’Ben sadece sürpriz yapmak istedim.’’ dedim titreyen bir sesle. Elimi koluna koydum. ‘’Bak bir şey olmadı. Bir zarar verseydi verirdi.’’
‘’Sen sürpriz yapma Ada. Sen sürpriz yapma.’’ dedi Deniz. Kolunu elimin altından çekti ve Sarp’a döndü. Boğazıma bir yumruk yemiş gibi olmuştum. İçim acımıştı. ‘’Siz onun adamlarının eline düştüyseniz, sen bana nasıl mesaj yazabildin Çok yaklaştık. diye?’’
‘’O mesajı adamlardan biri yazdı, benden sana değil; Richard’dan sana bir mesajdı aslında o. Yani sen öyle bir mesaj alınca bizim yaklaştığımızı düşündün ama asıl yaklaşan Richard.’’
‘’Palyaço.’’ dedim korkuyla karışık bir farkındalıkla. Sarp da Eser de anlamsız bakışlarla beni izliyordu ama Deniz anlamıştı. Palyaço ya Richard’ın kendisiydi ya da adamlarından biriydi. Yaklaştıkları şey bendim. Deniz’e baktım. Gözyaşlarım telaşla iki yanağıma süzüldü. ‘’Deniz bana yakındı, çok yakındı. Kolumu tuttu, beni kafeye sürükledi.’’
‘’Sikeyim.’’ dedi Deniz yerinden kalkarken. Bana bilmem kaçıncı kez yapacağı Ben sana daha kaç kez benden habersiz iş yapma diyeceğim. konuşmasına başlamak için nefesini toparlıyordu. ‘’Sikeyim! Sikeyim.’’
‘’Ne oluyor ya?’’ dedi Eser. Deniz de ben de susmuştuk. Deniz artık kalıplaşmış olan konuşmasını yapmaktan vazgeçmiş olmalıydı.
‘’Bir şey olduğu yok.’’ dedim kısaca. Kaçırılmanın ucundan dönmüştüm, istese beni oracıkta öldürebilirdi ama ben kurtulmuştum. Çığlık atarak kurtulmuştum. ‘’Ne yapacağız, aklınızda bir şey var mı?’’
‘’Aklımı toplayabilsem.’’ dedi Deniz sıkıntıyla. ‘’Aklımı toplayabilsem!’’ Yumruk yaptı, eklem kısımlarıyla alnına vurmaya başladı. ‘’Aklımı toplayabilsem.’’
‘’Deniz.’’
‘’Şu lanet aklımı toplayabilsem!’’ Hala alnına vuruyordu.
‘’Deniz.’’ dedim bir daha. Elini tutup kafasına vurmasını engelledim. ‘’Sakin ol.’’
‘’Nasıl sakin olayım Ada? Bu adam senin palyaçolardan korktuğunu bile biliyor ve bu zaafını kullanarak sana zarar vermeye kalkmış. Seni kaçırabilirdi, sana orada bile zarar verebilirdi.’’
‘’Ama iyiyim bak. İstese yapardı. İstese bana zarar verirdi, istese Sarp’ı da Eser’i de öldürürdü. Ama yapmadı. Çünkü onunla tanışmamızı istiyor. Belli ki kimliğini açığa çıkaracak.’’
‘’Kimliğini sikeyim.’’ dedi Deniz. ‘’Kim biliyor? Daha önce kime söyledin?’’
‘’Neyi kim biliyor?’’ diye sordum.
‘’Palyaçolardan korktuğunu kim biliyor? Bugüne kadar kime söyledin?’’ Ayağa kalktı ve ellerini belinde birleştirdi.
‘’Dayım, yengem, Güneş, Sarp ve sen biliyorsun. Dayımlar buna şahit olduğu için biliyor, Sarp ve sen de size anlattığım için biliyorsunuz. Eser de şimdi duyduğu için biliyor.’’ dedim.
‘’Emin misin başka kimsenin bilmediğine? Selay, Miray, Can? Onlar birilerine söylemiş olamaz mı? Richard’ın kulağına başka türlü nasıl gitsin bu bilgi?’’
‘’Fransa’da beni izleyen birinden bahsediyoruz Deniz. Sokakta palyaço gördüğüm zamanlar oluyordu, koşarak uzaklaşıyordum o caddelerden. O anlara tanık olmuş olabilir. Gidip de durup dururken kimseye Ben palyaçolardan korkuyorum. diye anlatmadım. Keşke anlatsaydım ama değil mi? Böylece bulabilirdik onu? Tüh anlatmayacağım tutmuş demek ki!’’
‘’Siz bir sakin olur musunuz artık?’’ dedi Eser. ‘’Deniz, otur şuraya da adam gibi konuşalım. Bir plan yapmamız lazım ve elimizde sadece dört günümüz var.’’
Deniz sıkıntıyla iç çekti, yanıma oturdu. ‘’Yatı patlatalım.’’ dedi ciddi bir sesle. Ama bana kalırsa şaka olmalıydı.
‘’Ya bir git gözünü seveyim, ne saçmalıyorsun sen?’’ dedi Eser.
‘’Ciddiyim.’’ dedi Deniz, hala şaka yapıyordu ama buna rağmen Ciddiyim. diyordu. Bu adam gerçekten komikti. ‘’Richard yatın içinde bizim olduğumuzu biliyor. Yatı patlatacağız. Dikkati dağılacak, planlarının bozulduğunu düşünecek, kafası karışacak ve panik olacak, benim öldüğümü düşünecek hatta. Çünkü bunu düşünmesini sağlayacağız. Ama bunlara rağmen planladığı tarihte buluşma yerine gelecek çünkü Ada’yı birazcık bile tanıyorsa -ki palyaçolardan korktuğunu dahi biliyor.- hiç değilse hesap sormak için oraya gideceğini bilir.’’ dedi Deniz, çok hızlı konuştuğu için onu takip etmekte zorlanmıştım. ‘’Hem benim öldüğümü düşündüğü için arsayı artık sadece Ada’dan alabileceğinin farkında olacaktır. Hazır ben de ölmüşken, arsayı almak uğruna tek vasim olan Ada’yı ikna amacıyla o mekana geleceğini düşünüyorum.’’
Bu anlamsızdı, çok anlamsızdı. Bu yat onun yatıydı, dedesi hediye etmişti. Bu yattan inmediği yazlar geçirmişti, gençlik anılarını yakamazdı, bir sürü anısı vardı.
Bu anılara bizim anılarımız da eklenmişti. Bizim iki ayımız burada geçmişti. Koskoca üç yıllık tanışıklığımızda birbirimizden hiç ayrılmadığımız tek mutlu zaman dilimi bu iki aydı ve Deniz bu iki ayı yakmaktan mı bahsediyordu?
‘’Hayır.’’ dedim. ‘’Bu yat benim.’’ Konuşulması gereken başka şeyler vardı mesela Deniz beni onun yanına gerçekten tek başıma mı gönderecekti?
Deniz gözlerime şaşkınlıkla baktı. Bunu beklemiyor olmalıydı ki dudakları aralandı. ‘’Ben daha sonra sana yenisini alırım.’’ dedi kestirip atar gibi. Konu benim yat sahibi olup olmamam değildi.
‘’Yatımı patlatmana izin vermeyeceğim, hayır.’’ dedim. Deniz’in anılarına neden ondan daha çok sahip çıktığımı bilmiyordum. Üstelik bu yatın sahibinin Deniz olduğunu pekala biliyordum, nasıl böyle sahiplik taslıyordum? Sadece geçici bir süreliğine tapusunu bana vermişti ve ben her seferinde geri vereceğimi söylüyordum. Bana göre sadece kağıt üzerinde bir sahiplikti. Deniz ise gerçek sahibim olduğunu kabul ettirmeye çalışıyordu.
‘’Senden izin istemedim!’’ dedi hafif yüksek çıkan bir sesle. Yatın benim olduğunu iddia ede ede şimdi yatımı patlatmayı düşünüyordu.
‘’Bu yatta Melis’in de anıları var, Eren’in de anıları var. Sadece senin mutlu anıların yok. Yok mu edeceksin gerçekten?’’
‘’Evet! Evet başka bir çaren varsa söyle.’’ Durdu, düşündü. ‘’Hem sen neden istemiyorsun ki bunu?’’
Bakışlarımı yüzleri, elleri, kolları, bacakları yara bere ve morluk içinde kalan Sarp’la Eser’e çevirdim. Evleneli henüz 29 saat olan bir çiftin böyle bir tartışma yaşadığını görmek onlar için de izahı zor bir şey olmalıydı. Ama bilmedikleri bir şey vardı, biz ilk nikahımızdan sonraki gün daha beter acılar yaşamıştık. Bunun da üstesinden gelebilirdik.
‘’Deniz, deden almış sana bu yatı. Belki de sana ondan kalan tek hediye bu. Bak miras demiyorum. Şirket miras, evimiz miras. Onları demiyorum. Çünkü onlar zaten aile arasında paylaşılması gereken şeylerdi. Ben hediyeden bahsediyorum. Dedenin seni düşünerek aldığı, senin için aldığı tek şey bu yat belki de. Sen yok mu edeceksin?’’
‘’Odak noktasını dağıtmak zorundayım Ada. Bu sayede o güne kadar güvenlik zafiyeti verir. Savcının, polisin ona ulaşması daha kolay olur. Ayın beşine kadar bocalayacak eminim. Hatta sana daha erken ulaşmak bile isteyebilir, başka bir mesaj atabilir. Bu sefer belki sinyal yakalanabilir.’’
‘’Yenge, bir dinlesek önce. Benim de kafama yatmayanlar var çünkü. Hem biz de tamam demedik. Bir sakin ol.’’ Ya sabır. der gibi başımı salladım, sustum. ‘’Deniz, yat patladıktan sonra dikkati ne kadar dağınık olsa da güvenliği boş geçmez bu adam. Güvenlikle ilgilenen başka birileri vardır mutlaka.’’ Bu yat patlamayacaktı, neden kimse anlamıyordu?
‘’Ayrıca bir patlama olursa savcısı polisi buraya üşüşmez mi? Üşüşür, peki Richard o tehlikenin içine girer mi? Girmez.’’ diye araya girdi Sarp.
‘’Savcıya anlatacağız, buranın savcı ve polisle dolmasını engeller.’’ dedi Deniz.
‘’Richard işkillenir Deniz. Bir yat denizin ortasında alev alacak ve savcılar, polisler buraya yığılmayacak mı? Bu çok mantıksız.’’ Bu yat denizin ortasında alevlere teslim olmayacaktı.
‘’Sarp.’’ dedi Deniz. Derin bir nefes aldı. ‘’Richard’ın beyninin içini okuyamam, savcıya bu planı anlatacağım. Dikkat dağıtmak istediğimi söyleyeceğim. Makul görürse bu yatı patlatacağım.’’
‘’Bu yat patlamayacak.’’ dedim. ‘’Neden kimse anlamıyor?’’ Deniz’e döndüm. ‘’Ben daha sonra sana yenisini alırım. dedin ya az önce. Tamam, yenisini al ve onu patlat. Bunun yanmasına izin vermem. Bu yat benim.’’
‘’Ada sadece bu yat değil, benim tüm mal varlığım senin ama ben saatler içinde nasıl bir yat satın alabilirim? Bunu söyler misin bana?’’
‘’O aslında kolay.’’ dedi Sarp.
‘’Hah bak, oluyormuş işte.’’ dedim sevinçle Sarp’ı Deniz’e gösterirken. Üzerinde Deniz yazan Fenerbahçe forması bulamayacağını söyleyen Sarp, on milyon değerinde bir yat bulabileceğini söylüyordu. ‘’Söyle Sarp, nasıl oluyor?’’
‘’Ben yarına bunun aynısını getirtirim buraya.’’
‘’Sarp, bir yattan bahsediyoruz. Emin misin? Nereden bulacaksın hem?’’ diye sordu Deniz.
‘’Louis sayesinde tanıdığım bir sürü zengin iş adamı var. Yat ticareti yapanlar da var. Şimdi istesem, sabah burada olur.’’
‘’O herifin adını ağzına alma.’’ diye bağırdı Deniz. ‘’Ona zerre güvenmiyorum. Hele bu son olanlardan sonra.’’
‘’Ona artık ben de güvenmiyorum ama bahsettiğim adamlardan bir zarar gelmez Deniz. Biri kötü diye hepsi mi kötü yani?’’ dedi, sorar gibi baktı, gözleriyle kendi telefonunu Deniz’e gösterdi. ‘’Ne diyorsun? Arayayım mı adamı?’’
Deniz bana döndü. ‘’Yani sen Louis’e beş milyon dolar vermemek için kültür merkezinin mimarisini tamamladın.’’ Ee. der gibi baktım. ‘’Şimdi benden yaklaşık on milyonluk bir yat almamı istiyorsun. Hem de patlatacağımı bile bile?’’
‘’Yatın fiyatı on milyon. Beş milyon dolar ise doksan milyona denk geliyor Deniz. Yani bunları mı kıyaslayacaksın? Doksan milyonun yanında on milyon senin için ne ki? Ayrıca hatırlatırım, siz Tolga suçlu zannedilsin diye bir depo ayarladınız.’’ İşaret parmağımla önce Deniz’i sonra Eser’i işaret ettim. ‘’O depoya on iki milyar kırk beş milyon koydunuz. O paraya devlet el koydu. Öylesine devasa bir para bile senin için kayıp değilse, on milyon da olmamalı.’’
‘’O parayı geri verdiler.’’ dedi Deniz. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. O gün tek düşündüğüm Tolga’nın serbest kalışıydı. Para aklıma bile gelmemişti. ‘’Tolga serbest kaldığında, parayı da geri verdiler. Avukatlar senin hesabına yatırdı. Ben hapiste zannedildiğim için benim hesabıma yatırılması ilgi çekerdi.’’ Kaşlarını çattı. ‘’Sen hiç mi hesaplarını kontrol etmiyorsun?’’ Başımı iki yana salladım. ‘’23 Haziran’dan beri?’’ Başımı tekrar iki yana salladım. ‘’Hiç?’’
‘’Etmiyorum Deniz. Ne bileyim ben?’’ dedim sitemle. ‘’Reşit olduğumdan beri sadece bir hesabım oldu benim. Ona bakıyorum sadece. Ki o da tüm gelirlerimi topladığım yer. Sadece ona bakıyorum ben. Dayım o hesabıma para atardı. Otelimden kazandığım para da o hesaba geliyor. Sen ne olur ne olmaz diye ikinci bir tane açtırdın evet ama ben ona hiç bakmadım ki.’’
Deniz sabırla başını sağa sola sallarken sitemle devam ettim. ‘’Sen niye söylemiyorsun bana?’’
‘’Bakmadığını nereden bilebilirim?’’ dedi Deniz kaşlarını çatıp.
‘’Off, arkadaşlar.’’ dedi Eser. ‘’Daha büyük bir problemimiz var, farkında mısınız?’’
‘’Arayayım mı bu adamı ben şimdi?’’ dedi Sarp. Deniz başını salladığında gülümsedim. Deniz sırf ben istiyorum diye bu yatı yakmayacaktı. Ona on milyona mal olacaktı ama açıkçası bununla ilgilenmiyordum.
***
Deniz, Sarp ve Eser detayları konuşurken ben Deniz’in bahsettiği hesabıma girdim. Hesapta hayatımda daha önce görmediğim kadar sayı yan yana duruyordu. On iki milyar kırk beş milyon. Yani sırf Tolga suçlu zannedilsin diye bu kadar parayı depoya mı saklamışlardı?
Bu paranın varlığı beni tedirgin ediyordu. Hesabımda bu kadar para olması normal değildi. Acilen bu paradan kurtulmam gerekiyordu. Uygar’a mesaj attım.
-Uygar, selam.
Telefon elinde bekliyormuş gibi beni anında yanıtlamıştı. +Selam Ada. Her şey yolunda mı?
Acaba evlendiğimizi biliyor muydu? -Yolunda, sana bir soru soracağım.
+Sor.
-Üzerime zimmetli on iki milyar kırk beş milyon var. O paradan nasıl kurtulabilirim? Çok ürkütücü bir miktar yani korkunç. Hesabımda bu kadar miktar olması tehlikeli değil mi?
+Tolga için kullandığımız para değil mi o?
-Aynen. Ama ben bu kadar parayla rahat edemem. Korkarım yani. Ben sana atsam? Deniz’in hapisten çıktığı duyurulunca sen onun hesabına atarsın. Olmaz mı?
+O kadar para internet bankacılığıyla transfer edilmez Ada. Hem zaten Deniz’le bozuğuz hala. Bir de bu sorun olmasın aramızda. Şirkette bile senin hatırın için çalışıyorum. Deniz’in serbest kaldığı ilan edilsin, arkama bakmadan ayrılacağım şirketten.
-Uygar yapma lütfen.
+Bir şey yaptığım yok Ada, koltuğumda oturup çalışmaya çalışıyorum sadece.
+Bu arada, ikinci evliliğinizi de tebrik ederim.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Bilmesini isteyip istemediğimi bilmiyordum. Bilmiyor olsaydı, duyduğunda o çok üzülürdü. Ama biliyordu ve bu da beni çok üzmüştü. Çünkü biz bugün değil dün evlenmiştik ve ben bugün yazmasam Uygar belki de tebrik etmeyecekti bile. -Sen biliyor muydun?
+Evet. Neyse, şimdi toplantıya geçiyorum. Sonra görüşürüz kaçak civciv.
Uygar’ın toplantıya girmeyeceğini ama benden kaçmak için yalan söylediğini fark etmek mi yoksa her ne kadar bir sorun yokmuş gibi yaparak, samimi olduğunu düşünerek bana Civciv. yazması mı beni üzmüştü bilmiyordum. Uygar samimi olduğunu zannediyordu ama ben aradaki soğukluğu kilometrelerce öteden bile hissedebiliyordum.
Uygar’ın Deniz’le ilişkisi altüst olmuştu.
Uygar’ın Miray’la ilişkisi de altüst olmuştu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Deniz’den bir özür bekliyor olmalıydı. Çünkü Deniz, 31 yıllık dostu Deniz, onu nikahına çağırmamıştı. Üstelik aylar önce de bir sürü şey gizlemişti. Bunların hepsi Uygar’ın ve diğer kalan herkesin güvenliği içindi. Ama sanırım Uygar bunu görmeyi reddediyordu. Deniz’in bir adım atmasıyla eskisi gibi olabilirlerdi, biliyordum. Ama Miray’la nasıl düzelirdi, işte onu hiç bilmiyordum.
‘’Bir sorun mu var?’’ dedi Deniz. ‘’Neden ekrana kilitlendin sevgilim?’’ Sana diyor Ada.
‘’Uygar’la çok uzaklaştın farkında mısın?’’ dedim bakışlarımı ona çevirirken. ‘’Onunla aranı düzelt lütfen. Evlendiğimizi biliyormuş. Yani ben güvenlik için kimseye söylemedin sandım ama o biliyormuş. Ve tebrik etmedi bile. Sen onu neden çağırmadın?’’
‘’Orada kalmalı ve odağını benden uzaklaştırmalı Ada. Ben ona dedim, Orada kal, gelme, Miray’la aranı düzeltmeden senin yüzüne bakmayacağım. dedim. Öyle bir psikolojiye girdim ki kendimi suçlu hissediyorum artık. İçimden sürekli Benim yüzümden ayrılacaklar. diye düşünüp duruyorum. Ona bir hafta süre verdim. Bir hafta içinde Miray’la arasını düzeltti, düzeltti, yoksa onu çocuklarımızın yanına yaklaştırmayacağım.’’ Hepimizin üzerinde gözlerini gezdirdi. ‘’Ne, ne oldu? Neden bakıyorsunuz öyle? Benim çocuklarım olsun diye deli oluyordu. Şimdi belki ettiğim tehdit işe yarar da Miray’la işleri düzeltir.’’
‘’Yani sence bu işe yarar mı?’’ diye sordu Sarp.
‘’Bekleyip göreceğiz artık.’’ dedi Deniz. Sanırım aralarında benim zannettiğim kadar büyük bir sorun yoktu ve Uygar toplantım var diyerek gerçekten doğruyu söylüyordu. ‘’Ayrıca tebrik için hediye gönderdi o.’’
‘’Ne gönderdi?’’ dedim kaşlarımı çatarak. Hediye meraklısı değildim. Sadece Uygar’ın, araları bozuk olduğu halde Deniz’e ne aldığını merak etmiştim.
‘’Smokinim ve senin elbisen onun hediyesiydi.’’
Kaşlarımı kaldırdım. -Bildiğini bilmiyordum, smokin ve elbise için binlerce kez teşekkür ederim. Seni çok seviyorum. yazdım, gönderdim.
Konu hediyeden açılmışken ayağa kalktım, güvertenin diğer tarafına ilerledim. Cam çerçeveyi aldım, yatak odasına indim. Arkasında pembe ve mavi boya izi olan elbisemi aldım, sırt kısmı bizim görüş açımıza gelecek şekilde çerçeveye koydum, şöyle bir baktım. Bu çerçeveyi bebeklerimizin odasındaki duvara asmak istiyordum. Çerçevenin fotoğrafını çektim, Uygar’a attım.
Çerçeve ve diğer paketlerle Denizlerin yanına gittim. Hala patlatmayı düşündükleri yatı konuşuyorlardı. Bense reddeder gibi, sanki Richard burada değilmiş gibi, Sarp ve Eser ölümden dönmüşçesine dayak yememiş gibi Richard konusundan uzak durmaya çalışıyordum. Stres yapmak istemiyordum. Stres reflü krizlerimi azdırıyordu. Hamile olmak güzeldi ama reflümün kudurmasından çok yorulmuştum.
Deniz bana Sürpriz yapma. dediği halde usul usul yanlarına ilerledim. Arkama sakladığım çerçeveyi gördüğünde yerinde kıpırdandı. ‘’Bak ben ne aldım?’’ dedim, çerçeveyi Deniz’e uzattım. Deniz ışıldayan gözlerle çerçeveyi aldı, usul usul baktı. Gözlerinde kocaman bir yumuşama vardı. ‘’Bunu odalarına asalım.’’
‘’Asalım.’’ dedi Deniz. ‘’Onlar için yaptığımız ilk şey bu.’’
‘’Daha bir sürü şeyler yapacağız.’’ dedim. ‘’Bak, başka neler aldım.’’ Paketleri açtım, onları da Deniz’e uzattım. Deniz önce üzerinde Su yazan formayı, sonra Toprak yazan formayı aldı. Sanki çocuklarımızı öpüyormuş gibi formalara birer öpücük kondurdu. Bana baktı, bir paketi daha aldım, açtım ve üzerime tuttum. ‘’Bak bunu kendime aldım. Fenerbahçeli olmamı istiyorsun diye.’’ dedim.
Deniz mahcup bir ifadeyle bakışlarını kaçırdı ama başka bir yere bakmanın mantıksız olduğunu fark etmiş olacak ki tekrar bana baktı. ‘’Sen bunları almak için mi marinaya indin?’’
Başımı salladım. ‘’Ben Sarp’a Fenerbahçeli olduğumu ve bebeklerimize de bunu aşılayacağımızı söylediğimde yüzünde öyle hevesli bir ifade belirdi ki kıyamadım. Bir an önce görmeni istedim. Yani o yüzden indim yattan. Richard’ın burada olduğunu bilseydim.’’
Deniz kolumdan tutup beni yanına çekti ve kolunu omzuma atarak şakağımı öptü. ‘’Tamam, geçti.’’ dedi sakin bir sesle. ‘’Geçti güzelim.’’
Dolmakta olan gözlerimi kırpıştırdım. ‘’Siz ne konuşuyordunuz?’’
‘’Yarın sabah yatı gönderecekler. Sizin yatın fotoğrafını attım, birebir aynısını, üstelik içindeki mobilyalara kadar aynısını gönderecekler.’’ dedi Sarp.
‘’Peki nasıl olacak?’’ dedim.
‘’Güvenlik kamerası net çeken bir yere yatı yerleştireceğiz. Ben sana benzeyen bir kadın bulacağım.’’
‘’O niye?’’ diye sordum. Anlaşılan ben Uygar’la mesajlaşırken plan yapılmıştı.
‘’İnandırıcılık açısından güvertede biraz oyalanır. Siyah saçlı bir kadın bize yeter. O kadın köprüyü kullanarak marinaya inecek ve uzaklaşacak. Ve finalde de BOOM!’’
‘’Çevresindeki yatları da uzaklaştırmak gerek. Yani bizim yüzümüzden insanların canlarına ve mallarına zarar gelmesini istemem.’’ dedim. ‘’Biz de Deniz’le uzaktan izleyeceğiz o zaman?’’
‘’Sen uzaktan izleyeceksin sevgilim.’’ dedi Deniz. ‘’Ben Sarp’ın bulduğu sahte Ada’yla güvertede duracağım.’’
‘’Olmaz.’’ diye direttim. ‘’Madem sen tehlikede olacaksın, ben seni bırakmam.’’
‘’Yenge senin göbek adın Tehlike falan mı?’’
‘’Tehlikeli olduğu için değil.’’ dedi Sarp. Eser’i kimse umursamamıştı. ‘’Deniz’e benzeyen birini bulmak çok zor. Eğer birini bulursam Richard kamera kayıtlarını son teknoloji ile inceler ve bulduğum o kişinin Deniz olmadığını anlar. Ama bulduğum kadın yüzünü marinaya doğru dönmeyeceği için Richard onu sen zannedecek. Yani evet marinaya inecek ama şapka ve gözlüğü olacağı için kamufle edilebilir.’’
Deniz’e baktım. ‘’Tehlikeli olduğu için değil.’’ diye Sarp’ı tekrarladı. ‘’Birkaç dakika güvertede duracağız, önce sana benzeyen kadın marinaya inip uzaklaşacak, sonra ben bota inip oradan uzaklaşacağım.’’
Size güvenebilir miyim? der gibi Sarp’a bir daha baktım. ‘’Bize güven Ada. Gemi patladığında hepimiz iyi olacağız. Kimseye bir şey olmayacak. Sadece sen yani sahte Ada çarşıya çıktıktan sonra yatta kalan Deniz’in patlamada öldüğü söylenecek. O kadar.’’
‘’Peki.’’ dedim zoraki bir kabullenmeyle. ‘’Ne zaman yapacağız biz peki bunu? 5 Eylül’e kadar kurabilecek miyiz bu oyunu?’’
Sarp göz kırptı. ‘’Sadece arkana yaslan ve patlama haberinden sonra oluşacak kaosu bekle Ada. Deniz güzel düşünüyor. Richard kaos ortamı yüzünden açık verebilir ve Deniz’den alamadığı arsayı senden almak için seninle buluşabilir. Bunu göz ardı edemeyiz.’’
‘’Bomba ve patlama nasıl ayarlanacak?’’ dedim. ‘’Ya Deniz inmeden patlatılırsa.’’
‘’Öyle bir şey olmayacak Ada.’’ dedi Sarp. ‘’Deniz bota indiğini bize haber verecek ve ben de düğmeye basacağım.’’
Her ne kadar kocamın bomba takılmış yatta vakit geçirecek olması kalbimi sıkıştırsa da çoğunluğa uydum ve planı kabul ettim. Şimdi sıra planı devreye sokmakta ve sonrasında 5 Eylül’ü beklemeye gelmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 25.95k Okunma |
10.91k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |