88. Bölüm

83. Bölüm

Kubra Akyol
_kubraakyol

26 Eylül, Pazartesi

Mavi’nin ikinci doğum günü için Ozan’ın kiraladığı dağ evine gitmek üzere evden çıkmaya hazırlanırken, kendimi bebek odasında oyalanırken buldum. Deniz’in sesi alt kattan yankılanıyordu. “Sevgilim, hadi! Mavi bizi bekliyor, geç kalacağız!”

Elim, Su’nun beşiğinin kenarında geziniyor, buz mavisi kumaşın yumuşak dokusu parmaklarımın altında kayıyordu. “Bir saniye!” diye seslendim gülümseyerek. “Su ve Toprak’la vedalaşıyorum.”

Odanın kokusu bile huzur veriyordu. Yeni boyanmış duvarlar, ahşap mobilyalar ve bebek elbiselerinin o tatlı, pudramsı kokusu. Bu son on yedi gün, sanki ömrümün en güzel özetiydi.

Deniz’le her akşam bu odada vakit geçirmiştik. Mobilyalar gelmişti, her birini Ülkü ablanın da yardımıyla Deniz’le birlikte titizlikle yerleştirmiştik. Odayı tam hayal ettiğimiz gibi su ve toprak temalarıyla dekore etmiştik ve bu oda kesinlikle benim gördüğüm en güzel bebek odasıydı.

Beşiklerden biri bir duvarın dibinde, diğeri ise karşısındaki duvarın dibinde duruyordu.

Duvarlarda el boyaması dalgalar, toprak desenleri ve ışıklı figürler vardı. Duvarın bir köşesinde denizin köpüklü dalgaları, diğer köşesinde toprağın bereketli tonları hakimdi. Yastıklar, battaniyeler, hatta minik peluş oyuncaklar bile su ve toprak temasına uygundu. Yastıklardan bir tanesi dalga desenliydi, diğerinde kahverengi kılıf vardı ve üzerine küçük bir ağaç işlenmişti. Minik bir peluş deniz yıldızı ve ağaç şeklinde bir oyuncak, rafta yan yana duruyordu.

Mobilyaları yerleştirirken her parçayı tek tek sevmiştik. Sanki Su ve Toprak birazdan bu beşiklerde yatacakmış gibiydi.

Bebeklerin elbiselerini yıkayıp çekmecelere yerleştirirken her bir minik tulumun, her bir patiğin hayalini kurmuştuk. Deniz minik bir patiği eline almış, Bunu Su mu giyecek, Toprak mı? diye sormuştu. İkisi de. demiştim gülerek. Paylaşacaklar. Çekmeceler tulumlar, minik çoraplar ve patiklerle doluydu.

Aile albümümüzü tamamlamak ise başka bir serüvendi. Her akşam salonda yere yayılmış fotoğraflarla saatler geçirmiştik. Canan annenin verdiği Deniz’in küçüklük fotoğrafları, nişanımız, düğünümüz, Aydın’daki nikahımız hepsi albümlerimizde yerini bulmuştu. Deniz’in küçüklük fotoğraflarında kaşlarını çattığı bir kareyi görünce Bak, kesin Su da böyle kaşlarını çatacak. demiştim gülerek. Deniz, Toprak da senin gibi inatçı olacak, o kesin. diye takılmıştı.

En sevdiğim albüm içinde henüz sadece bebeklerimizin ultrason görüntülerinin ve Roma’nın karnıma yattığı fotoğrafın olduğu albümdü. Ve biz bu albüme daha çok fotoğraf ekleyecektik.

Salonda otururken bile odalarını görebilelim diye Sarp bebek odasına monitör kurmuştu. Koltuktan kalkmadan kontrol edebilmek hem çok iyi hem de çok heyecanlı hissettiriyordu. Bu heyecanı Sarp da fark etmiş, Boş beşiklere bakıp heyecanlanıyorsanız, bebekler gelince ne yapacaksınız? diyerek bizimle dalga geçmişti.

“Sevgilim!” Deniz’in sesi bu kez daha yakından gelmişti. Arkama döndüm, kapının kirişine yaslanmış, kollarını birbirine bağlamış, beni izliyordu. Lacivert gömleğinin kollarını dirseklerine sıvamıştı ve çok yakışıklı görünüyordu. “Partiyi buraya mı taşıyalım, ne dersin?” Gözlerinde o tanıdık ışıltı vardı ama saate bakışı sabırsızlığını ele veriyordu.

“Tamam, tamam.” dedim, gülerek. Mavi’ye aldığımız hediyeleri -pembe bir peluş balina ve minik bir hikâye kitabı- kucakladım. “Biliyor musun, Mavi’yi düşününce bebeklerimizi hayal ettim. Onlar da Mavi gibi neşeli olur mu sence?”

Deniz yanıma geldi, elini karnıma koydu. “Kesinlikle neşeli olacaklar.” Şakağıma bir öpücük kondurdu. “Hadi, yoksa İpek bize veryansın eder.”

***

Dağ evine vardığımızda parti başlamak üzereydi. Ozan’ın kiraladığı dağ evi, ağaçların arasında, tepeden denizi gören bir cennet parçasıydı. Ahşap verandada pembe balonlar sallanıyordu, çünkü Mavi’nin en sevdiği renk pembeydi. Masalar pembe kâğıt tabaklarla, duvarlarsa pembe yıldız ve kalplerle doluydu. Her şey Mavi’nin ikinci yaşına yakışır bir neşeyle hazırlanmıştı. Çocuk kahkahaları müzikle karışıyor, İpek’in neşeli sesi “Mavi, bak kim geldi!” diye yankılanıyordu.

Mavi beni gördüğü için heyecanlanır mıydı bilmiyordum ama ben onu gördüğüm için çok mutlu olmuştum. Onu en son altı ay önce görmüştüm ve doğum günü için Türkiye’ye geleceklerini duyduğumda çok sevinmiştim.

Mavi, pembe tütüsü ve minik taçlı bandanasıyla koşa koşa bana geldi. “Ada!” diye bağırdı, kollarımı açtım, onu kucağıma aldım. Onun mis kokusu vanilyalı bir pastayı andırıyordu. Benim bebeklerim de böyle güzel mi kokacaktı?

“İpek.” dedim Mavi’ye sarılırken. “Mavi ne kadar büyümüş!”

İpek’in gözleri parladı. “Büyümüş, değil mi? Ama hâlâ senin kucağında uyumak istiyor gibi bir hali var.” Mavi kollarımda kıpırdanıp gülüyordu.

Mavi’nin gülümseyip yanağımı öpmesiyle aklım Fransa’ya, onun doğumuna gitmişti. İpek doğum yapar yapmaz hastaneye gitmiştim. Onu kucağıma verdiği gün dün gibiydi. Mavi sanki az evvel minik parmaklarını parmağıma dolamıştı.

Mavi’yi yere indirip elini tuttum ve onu kendi etrafında çevirdim. ‘’A-aa kimin doğum günüymüş bugün ya? Bu kız ne kadar güzel olmuş böyle annesi.’’ Mavi, ben onu döndürmeyi bıraktığım halde kendi etrafında dönmeye devam ediyordu ama eli hala elimdeydi. Sanırım elbisesinin tüm detaylarını görmemizi istiyordu.

‘’Benim doyum günü. Bak eybişeme.’’ dedi Mavi.

‘’Çok yakışmış Mavicim.’’ diyerek onu tekrar kucağıma aldım. Mavi boynuma sarıldı, minik elleriyle yüzümü okşadı. “Ada, bebek?” dedi, karnıma bakarak.

Şaşkınlıkla İpek’e döndüm. “Biliyor mu?”

İpek güldü. “Mavi her şeyi bilir. Ona bebeklerden bahsettim, çok heyecanlandı.”

“Evet, prensesim.” dedim, Mavi’nin elini karnıma koydum. “Burada Su ve Toprak var. Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorlar.”

Mavi kıkırdadı. “Sşu! Tobyak!” dedi, sanki isimleri ezberlemiş gibi. ‘’Kaydeş?’’

‘’Eveeeet, onlar senin kardeşin olacak.’’

Mavi kardeş kelimesinden hoşlanmamış olacak ki kollarını Deniz’e doğru uzattı. ‘’Deniiiz.’’ dedi nazlı bir sesle. Deniz demeyi öğrenmişti.

Deniz Mavi’yi kucağına aldığı sırada ‘’Selay, Sarp ve Savaş neredeler?’’ dedi İpek üzgün bir sesle. ‘’Gelmeyecekler mi?’’

‘’Gelecekler.’’ Çitlere doğru yaklaşan arabayı gördüğümde gülümsedim. ‘’Hah, bak işte geldiler.’’

İpek sevimli bir gülümsemeyle gelen arabayı Mavi’ye gösterdi. ‘’Kızım bak Sarp ve Savaş abi geldi.’’

Mavi ellerini birbirine çarptı ve etrafa gülücükler saçmaya devam etti.

Savaş arabayı durdurdu, Sarp iner inmez ellerini sevinçle havaya kaldırdı. ‘’Mavi’ye kim gelmiş?’’

Deniz Mavi’yi kucağından indirdi, Mavi koşa koşa Sarp’a doğru ilerledi ve karşı karşıya geldiklerinde Sarp onu kollarının altından tutup hafifçe havaya uçurdu. ‘’Hoppa.’’ dedi Sarp gülerek. ‘’Kız cimcime, büyümüşsün sen. Büyümüşsün, kocaman olmuşsun.’’

‘’Bana da ver.’’ dedi Savaş. Sarp’ın kucağından Mavi’yi aldı ve yanağını ısırdı. ‘’N’aber fıstık.’’

Mavi tıpkı kendi gözleri gibi mavi gözlere sahip olan Savaş’ın gözünün üzerine parmağını koydu. ‘’Mavi.’’ dedi kıkırdayarak. Sonra kendi gözüne dokundu, tekrar ‘’Mavi.’’ dedi. Daha sonra annesini ve babasını işaret etti. ‘’Mavi.’’

Herkes gülerken Mavi de kıkır kıkır gülüyordu. ‘’Evet mavişim. Biz mavi gözlüyüz.’’ dedi Savaş.

Mavi çok önemli bir tespit yaptığının farkında olarak ellerini üç kez birbirine çarptı.

Herkesle selamlaştıktan sonra yanıma gelen Selay’a sıkıca sarıldım. Mavi Selay’ın karnını görünce yüzünü buruşturdu. İşaret parmağıyla Selay’ı işaret etti. ‘’Bebek?’’ dedi sorarcasına.

‘’Evet kızım.’’ dedi Ozan. ‘’Orda da kardeş var.’’

‘’I-ıı kaydeş.’’ dedi Mavi reddederek. ‘’Hayıy, kaydeş olmaz.’’

‘’Eyvahlar olsun, bu kız çok kıskanç.’’ dedi Sarp. ‘’Allah’tan uzak yaşıyorsunuz. Yoksa Mavi ne Ada’nın çocuklarını ne de Selay’ın çocuğunu ister etrafında.’’

‘’Sorma, sevdiklerini paylaşamıyor.’’ dedi İpek üzgün bir sesle.

Savaş Mavi’nin yanağını öptü, yerlerimize geçtik. Masanın etrafını doldurduğumuzda Ozan elinde pastayla belirdi. İpek Mavi’yi alıp pastanın başına geçti. Mavi’nin pastası, pembe kremayla kaplanmış, ışıltılı ve iki katlı bir pastaydı, üstünde minik kalpler vardı. “Hadi Mavi, üfle.” dedi İpek. Mavi’nin minik yanakları şişti, mumları üfledi. Hepimiz alkışlarken Mavi İpek’in kucağından atladı ve tekrardan benim kucağıma tırmandı. ‘’Doğum günün kutlu olsun minik prensesim benim. Boncuk gözlüm.’’ dedim ve ona hediyesini verdim. Mavi, pembe balinayı görünce gözlerinden kalpler fışkırırcasına mutlu olmuştu. Sanırım artık favori oyuncağı pembe sincabı değil pembe balina olacaktı. ‘’Bali.’’ dedi hevesle. ‘’Bak Ada, bali.’’

Minik bir kahkaha attım. ‘’Bali-na.’’ diye düzelttim. Ardından heceledim. ‘’Ba-li-na.’’

‘’I-ııı.’’ dedi Mavi inatla. ‘’Bali.’’

Yanağını hafifçe dişledim. ‘’Peki Mavicim, Bali.’’

Mavi beni ikna etmiş olmanın mutluluğuyla başını boynuma yasladı, balinasına sarıldı, kıkırdadı ve gözlerini kapattı. Sanırım onun için uyku vakti çoktan gelmişti.

27 Eylül, Salı

‘’Gel bakalım.’’ dedi Deniz asansör durduğunda. Aylar sonra şirkete geldiğim için çok mutlu ve heyecanlıydım. Nihayet mesleğimi şirket sınırları içinde yapabilecektim.

Deniz’in uzattığı eli tuttum ve asansörden çıktım. Gülşah sanki büyük bir devlet büyüğünü karşılıyormuş gibi bizi daha asansörün kapısında karşılamıştı.

‘’Hoş geldiniz Deniz Bey, Ada Hanım.’’ dedi her zamanki neşesiyle. Deniz’e imzalaması için birkaç dosya uzattı.

Ona kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdim. ‘’Hoş bulduk Gülşah.’’

Gülşah kısa bir gülümsemeden sonra Deniz’e döndü. Deniz sayfalarda göz gezdiriyor, onay verebileceğine karar verdiğinde de imzasını atıyordu. ‘’Deniz Bey, Savaş Bey’le toplantınız var. Ama toplantı odamızda tadilat var. Toplantıyı nerede yapalım? Siz nereyi uygun görüyorsunuz?’’

‘’O toplantı bugün müydü?’’ dedi Deniz fakat sorulması gereken soru asla bu değildi.

‘’Savaş, hangi Savaş?’’ dedim. Ben Deniz’e bakıyordum, Deniz ise Gülşah’a bakıyordu.

‘’Evet Deniz Bey, bir saat sonra toplantımız.’’ dedi Gülşah.

Deniz kısa bir süre düşündükten sonra elindeki dosyaları imzalamaya devam etti. ‘’Ada Hanım’ın odasında yapalım. Kimler katılacak?’’

‘’Uygar Bey, Pınar Hanım, yönetim kurulundan Selim Bey ve Kubilay Bey. Bir de şey.’’ Deniz Ne? der gibi bakınca Gülşah gülümseyerek bana baktı. ‘’Uygar Bey Ada Hanım’ın da katılmasını istedi.’’

‘’Bir sorun mu var?’’ dedi Deniz.

‘’Sanırım evet.’’ dedi Gülşah, Deniz’in uzattığı dosyaları alıp ‘’İzninizle, ben toplantı için Ada Hanım’ın odasını hazırlatayım.’’ diyerek odasına doğru ilerledi.

‘’Sevgilim.’’ dedim kaşlarımı kaldırarak. ‘’Savaş, benim ikizim olan Savaş mı?’’

‘’Evet sevgilim.’’ dediğinde devamını da anlatması gereken bakışlarla baktım. ‘’Hani sen yazın başlarında 30 katlı 3 rezidansın projesine başlamıştın.’’ Savaş’ın kazasından sonra başladığım projeden bahsediyordu. Bir yandan Louis’in yani Richard’ın bana yaptırdığı kültür merkeziyle, bir yandan da Deniz’in bahsettiği projeyle uğraşıyordum. Projeyi Uygar’a mailden göndereli çok uzun bir zaman olmuştu. Çoktan inşaata başlandığını zannediyordum.

‘’Evet, Gebze’ye yapılacak siteden bahsediyorsun. Ne oldu ki ona?’’

‘’O sitenin arsasını aslında Savaş alacaktı ama kaza geçirdiği için alamadı. O alamayınca ben almak istedim, çünkü o proje çok kar getirecek bir proje ve ben Savaş’ın bunu kaybetmesini istemedim.’’ dedi ama ben anlamıyordum. ‘’Anlamadın biliyorum.’’ dedi, güldü. ‘’Kaza geçirdiği için şirketiyle doğru düzgün kimse ilgilenemedi. Biliyorum sen arada gidiyordun onun şirketine ama her şeye detaylı bakamıyordun ki. Ben bu fırsatı kaçırmasını istemedim anlayacağın.’’

‘’Bir saniye şimdi sen milyonlar harcayıp üç rezidanslı lüks site yapacaksın ve hiçbir karşılık beklemeden Savaş’a mı vereceksin? Savaş bunu kabul etmez.’’

‘’Etmedi zaten, ortak olacağız. Ben aslında direkt arsayı ona verip aradan çekilecektim ama Savaş beraber ilerleyelim diyor. Yani ortak site yapacağız.’’

‘’Hmm anladım.’’ dedim.

‘’Benim anlamadığım Uygar neden senin de katılmanı istedi?’’

Omuz kıstım. ‘’Bilmem.’’

Deniz’in odasına girdikten sonra Sarp da odaya gelmişti. Masa başı işten hiç hoşlanmıyordu fakat aylar önce kabul ettiği üzere birkaç haftadır şirkette yazılım, bilişim ve güvenlik sistemleri işine bakıyordu. ‘’Ooo kimleri görüyorum?’’ dedi tam karşımdaki tekli koltuğa otururken. ‘’Ada Hanım ve Deniz Bey, sizleri nihayet buralarda gördük.’’

Bacak bacak üstüne attım. ‘’Yollarımızı mı gözlüyordun Sarpçım?’’ Göz kırptım ve sırıtarak Deniz’e baktım. ‘’Bizsiz yapamıyor. Yoksa böyle bir serzenişte bulunmazdı.’’

‘’Muhakkak.’’ dedi Deniz.

‘’Sizsiz tadı yok, doğru.’’ dedi Sarp, arkasına yaslanıp kollarını kolçağa koydu. ‘’Ama.’’

‘’Ama?’’

Sarp bakışlarını Deniz’e çevirdi. ‘’İşler de çok karışık Deniz.’’

Deniz kollarını masaya koydu, ellerini birleştirdi. ‘’Ne gibi?’’

Sarp sanki bir dedektif filminin başrolüymüş gibi dramatik bir şekilde iç çekti. ‘’Ne gibi mi ?’’ dedi Deniz’e bakarak. “Nereden başlasam, bilmiyorum. Güvenlik sistemleri birbirine girmiş. İşler o kadar karışık ki anlatayım da kulaklarınızla duyun.”

Deniz kaşlarını kaldırıp sandalyesinde arkaya yaslandı. “Hadi bakalım, Sarpçım. Anlat da görelim, neymiş bu güvenlik sistemlerinin başına gelen felaketler?”

Sarp derin bir nefes aldı, sanki anlatacaklarının ağırlığını tartıyormuş gibiydi. “Şimdi, baştan başlayayım. Biliyorsunuz, bu şirkette güvenlik sistemleri dediğimiz şey sadece kapıdaki kart okuyucular ya da kameralar değil. Yazılım altyapısı, sunucular, veri tabanları, ağ güvenliği, hatta çalışanların erişim protokolleri, hepsini bir arada tutuyoruz. Ama son birkaç ayda, özellikle biz yazın ortalıkta yokken.” dedi bize bakarak. “Bir sürü şey çorba olmuş.”

“Nasıl çorba olmuş?” dedim, kaşlarımı çatarak.

‘’Örnek veriyorum, geçen hafta bir deneme yaptık, sistemde bir açık var mı diye. Siber güvenlik ekibiyle bir simülasyon düzenledik. Daha beşinci dakikada oluşturdukları güvenlik duvarını kırdım. Adamlar beş dakikada hacklenecek duvar kuruyor Deniz. Beş dakikada. Bir çay molasından daha az bir sürede o duvarı kırdım.”

“Sarp, sen ciddisin, değil mi? Beş dakikada mı?” dedi Deniz şaşırarak.

Sarp omuzlarını silkti. “Vallahi ne yazık ki ciddiyim. Güvenlik duvarlarımız delik deşik. Eski sistemler, yeni sistemlerle entegre olamamış. Bir yanda on yıllık bir yazılım, öbür yanda bulut tabanlı yeni bir altyapı. Bunlar birbiriyle uyumlu değil. Mesela, geçen ay bir sunucu çökmüş. Neden? Çünkü biri yanlışlıkla bir güncelleme yüklemiş ama güncelleme eski sistemle uyumsuz. Sadece bununla da kalsa yine iyi. Sunucularımızın firewall’unda bir açık yakaladık. Geçen hafta rutin bir kontrol yaparken fark ettik, biri dışarıdan ağımıza sızmaya çalışmış. Başarılı olamamış ama denemiş. Bu bile başlı başına kırmızı alarm. Çünkü bizim sistemlerimiz, dışarıdan böyle bir hamleye karşı kaya gibi sağlam olmalıydı. Ama değilmiş. Neden? Çünkü yazılım güncellemeleri aksamış. Üç ay önce yapılması gereken bir yama, yapılmamış. Kimse fark etmemiş, çünkü herkes Aman, sistem çalışıyor işte. modunda.”

“Kim sorumlu bu güncellemelerden? Bilişim ekibi değil mi?”

Sarp omuz silkti. “Teoride evet, bilişim ekibi. Ama pratikte? Kaos. Çözmeye çalışıyoruz, ama ekip eksik. Ekipte iki kişi istifa etmiş, biri izne çıkmış, kalanlar da yeni elemanları eğitmekle uğraşıyor. Yani, kimse bu yamayı takip etmemiş. Ben devreye girene kadar, tabii.” Sarp burada biraz göğsünü kabarttı ama sonra hemen ciddileşti. ‘’ Üstelik sistem o kadar karışık ki bir şeyi düzeltirken başka bir şeyi bozuyorsun. Mesela, geçen hafta şifreleme protokollerini güncelleyelim dedik. İyi, güzel, güncelledik. Ama sonra ne olmuş? Veri tabanında bir karışıklık olmuş, çalışanların erişim protokolleri birbirine girmiş ve şirketin iç ağında herkesin her şeye erişimi var gibi bir durum olmuş. Şirketteki stajyer çocuk yönetici paneline girmiş, yanlışlıkla bütün proje ekibine gizli etiketli bir dosyayı göndermiş. İçinde ne var biliyor musunuz? Projelerinizin bütçe detayları. Herkes birbirine Bu ne ya? diye mesaj atmaya başladı. Allah’tan, diğer birimlere sızmadı. Ama sızsaydı? Of, düşünmek bile istemiyorum.”

Deniz’in yüzü ciddileşti. ‘’Şimdi ne yapacağız? Bu sorunları çözmek için bir planın var mı?”

Sarp gülümsedi. “Tabii ki var. Önce firewall’u güçlendireceğiz, yamaları yapacağız. Erişim protokollerini sıfırdan kurgulayacağız, her çalışanın sadece kendi işiyle ilgili verilere ulaşmasını sağlayacağız. Bulut sistemine geçişi tamamlayacağız ama bu sefer düzgün bir şekilde. Ve en önemlisi, bir denetim ekibi kuracağız. Logları düzenli kontrol edecek, dışarıdan gelen tehditleri anında tespit edecek bir ekip. Ama bunların hepsi zaman alacak. Ve tabii, biraz da para.”

Deniz başını salladı. “Para sorun değil Sarp. Ama bu işin hızlı çözülmesi lazım. Bu mesele patlarsa, hepimiz zor duruma düşeriz.”

Sarp sandalyesinde öne eğildi, gözlerini Deniz’e dikti. “Haklısın. Ama bir de şu var Deniz. Bu sadece teknik bir mesele değil. Şirketin içindeki iletişim de kopuk. Bilişim ekibi, yönetimle yeterince koordineli değil. Herkes kendi işine gömülmüş, kimse büyük resmi görmüyor.’’

‘’Sen ne gerekiyorsa yaparsın.’’ dedi Deniz sıkıntılı bir sesle.

Bütün işler birbirine girmişti, herkes her şeyi Sarp’tan bekliyordu. Ve ben aklıma gelen kelime şakasını yapmamak için kendimi zor tutuyordum. Kısık bir sesle öksürüp sesimi düzelttim. ‘’Yani sevgilim görüyor musun işler hakikaten karışmış.’’ Durdum, elimle Sarp’ı Deniz’e gösterdim. “Ama galiba asıl mesele, herkesin çözümü Sarp’tan beklemesi. Yani, işler sarpa sarmış ama millet de resmen Sarp’a sarmış!

Deniz ve Sarp donup kalmıştı. Deniz’in kaşları hafifçe kalktı, Sarp ise gözlerini kısarak bana baktı, sanki ne dediğimi anlamaya çalışıyormuş gibiydi. Sonra Deniz başını hafifçe yana eğdi, bir kaşını kaldırıp ciddi bir ifadeyle “Ada, sen ciddi miydin?” dedi.

Sarp da kollarını göğsünde kavuşturdu, dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Ada, vallahi bu espriyi gece yatmadan önce mi çalıştın? Çünkü bu kadar kötüsünü ancak planlayarak yapabilirdin.”

Kendimi tutamayıp kıkırdadım ama Deniz hâlâ ciddi görünüyordu. “Sevgilim, cidden mi?’’ Dayanamayıp başını iki yana sallayarak güldü.

Sarp da kahkaha atmaya başladı, koltuğunda arkaya yaslanıp ellerini ensesinde birleştirdi. “Ada, senin bu espri anlayışın Allah korusun, Su ve Toprak’a da geçerse, bu çocuklar büyüdüğünde bizi espriyle boğar.” Sonra bana göz kırptı. “Ama itiraf edeyim, kötüydü ama sevimliydi. Bir puan veriyorum, sadece çaban için.”

“Yaa, niye öyle diyorsunuz?” dedim gülerek. “Bence çok iyiydi! Hem tam yerinde, hem de Sarp’a cuk oturdu.” Kollarımı göğsümde kavuşturdum, sahte bir alınmışlık takındım. “Siz espri zevkinden anlamıyorsunuz, o yüzden böyle konuşuyorsunuz.”

Sarp aklına yeni bir şey gelmiş gibi başparmağını ve orta parmağını şıklattı. “Ama haksızsın diyemem. Bilişim ekibi, yönetim, stajyerler peşimde. Hatta temizlikçi Gülfem abla bile Sarp Bey, şu telefonuma bir baksana, çalışmıyor. diye peşime takılıyor. Sarp’a sardılar, doğru dedin. Ama ben bu sarpa saran işleri çözmek için süper kahraman değilim, haberiniz olsun!”

“Vallahi, Sarp.” dedim hâlâ gülerken. “Süper kahraman olmasan da şirketin IT süperstarı sensin. Herkesin gözü sende. Gülfem abla bile senden medet umuyorsa, durum fena.”

Deniz gülümseyerek araya girdi. “Ada haklı Sarp. Seni bu kadar sıkıştırdıklarına göre, ya bu kaosu çözeceksin ya da hepimiz batacağız.” Elini masaya koydu, ciddi bir ifadeyle devam etti. “Ama şaka bir yana, şu güvenlik meselesini ciddiye almamız lazım.”

‘’Sen onu dert etme. O iş bende. Hatta şimdi kalkıp işimin başına geçiyorum, size kolay gelsin.’’

‘’Teşekkürler sana da.’’ dedik aynı anda. Sarp çıkarken Gülşah geliyordu.

‘’Deniz Bey, Savaş Bey geldi. Ada Hanım’ın odası da hazır. İsterseniz oraya geçebilirsiniz.’’

Deniz Gülşah’ı onayladı ve ayaklandı. O ayağa kalkınca ben de kalktım. ‘’Selim Bey’e, Kubilay Bey’e ve Pınar Hanım’a söylersin. Ben Uygar’ı alır gelirim.’’

Gülşah ‘’Peki Deniz Bey.’’ diyerek odadan çıktı.

Elimi belime koyarak Deniz’in bana doğru gelmesini, kolunu belime sarmasını ve benimle beraber yürümesini bekledim. Normalde yürüyüş bozukluğum yoktu fakat karnımın içindeki minik fasulyeler yüzünden artık neredeyse paytak paytak yürür hale gelmiştim. Fasulye diyordum ama çoktan mısır koçanı büyüklüğüne gelmişlerdi bile.

Bir elim belimde, bir elim Deniz’in kolunda odadan çıktık. Benim odama doğru ilerlerken Savaş da asansörden iniyordu. Neden bilmem, şirkete geldiğim ilk günü hatırladım. Bu asansöre zor bela binişim, asansörden indiğimde güvenlikten sorumlu Onur’un beni kolumdan tutup tekrar asansöre bindirmeye çalışması, benim ona aldırmadan koridorda Deniz diye bağırışım ve bağırışımla birlikte Deniz dahil tüm çalışanların koridora fırlaması. O gün kardeşi öldürülecek korkusuyla o şirketin patronuna kafa tutan o asi kız, şimdi o patronun kolunda kendi odasına doğru yürüyordu. Üstelik bebekleri olacaktı.

Gülümsedim. Hiçbir şeyi gözünden kaçırmayan Deniz bunu da kaçırmamıştı. ‘’Neden gülümsüyorsun sen?’’ Onun da yüzünde tatlı bir ifade vardı.

‘’Hiç.’’ dedim. Savaş yanımıza ulaştı, önce bana kocaman sarıldı, sonra Deniz’le selamlaştı.

‘’Selam millet, n’aber?’’ dedi neşeyle. Hemen arkamızdan Uygar ve Ece’nin de gelmesiyle toplantıyı koridorda yapacak kadar kalabalık olmuştuk.

‘’İyiyiz.’’ dedim Savaş’a bakarken.

‘’Ooo hoş geldin Savaş.’’ dedi Uygar. Sonra bize döndü, göz kırptı. ‘’Günaydın.’’

Herkes birbiriyle selamlaşıp, günaydınlaşırken benim gözüm tabii ki Savaş ve Ece’deydi. Bir insanın birinden hoşlandığı halde ona açılmaması beni çok sinirlendiriyordu. Savaş’ın yapması gereken tek şey Ece’ye ondan hoşlandığını söylemekti. Neden cesaret edemediğini de anlayamıyordum, çünkü Ece de basbayağı Savaş’tan hoşlanıyordu. Savaş bunu nasıl görmüyordu?

‘’Sen neden Ada’nın da toplantıya gelmesini istedin Uygar?’’ dedi Deniz Uygar’a sorgular gibi bakarken.

Uygar eliyle odamı gösterdi ve yürümemiz için yönlendirdi. ‘’Ufak bir sıkıntı var, hadi hep beraber bir oturalım, konuşalım.’’

‘’Konuşalım bakalım.’’ dedi Deniz, bizimle birlikte yürüyen Ece’ye bakıyordu. ‘’Ece?’’

‘’Efendim Deniz.’’

Deniz hesap sorar gibi değil de meraklı bir ifadeyle ‘’Sen nereye?’’ diye sordu. Ece’nin normal şartlarda toplantılara girmediğini anlayabiliyordum.

‘’Asansöre gidiyorum, aşağı ineceğim. Basına açıklama yapacağım ya hani?’’ dedi Deniz’in hatırlamasını ister gibi bir ifadeyle. ‘’Serbest kalışın, suçlamalardan aklanman, babanın aklanması, iş ve evlilik hayatına kaldığın yerden devam edişin falan.’’

‘’O da mı bugündü ya?’’ dedi Deniz. ‘’Unutmuşum.’’

‘’Unutursun tabii, karınla bebek odası hazırlamaktan başka odaklandığın bir şey yok ki.’’ dedi Ece kıkırdayarak. ‘’Neyse, ben haftalardır ertelediğimiz açıklamayı basınla paylaşmaya gidiyorum. Size iyi toplantılar.’’

‘’Peki, bol şans.’’ dedi Deniz. Ece asansöre ilerledi. Biz sonunda odama girdiğimizde sandalyelere oturmaya başlamıştık. Ben tam dikdörtgen masamın yan tarafına geçecekken Deniz beni başköşeye geçirmişti. Ben oturduktan sonra ellerini omuzlarıma koydu ve eğilip bir yanağımı öptü. ‘’Senin yerin burası.’’ dedi kulağıma fısıldayarak.

‘’Selim Bey ve Kubilay Bey nerede kaldı?’’ dedi Uygar. Herkes yerine oturmuş, önündeki dosyayla ilgileniyordu fakat benim ilgilendiğim tek nokta elimin üzerine elini koyan Deniz’di.

‘’Gelecekler Uygar Bey.’’ dedi Gülşah. Kapının hemen yanında her an bir direktif alacakmış gibi duruyordu.

‘’Onlar gelene kadar en azından konuyu bir söylesen Uygar.’’ dedi Deniz.

‘’Konumuz Savaş için aldığımız arsa.’’ diye sıkıntılı bir nefes verdi Uygar. O sırada Selim Bey ve Kubilay Bey de gelmiş, acelece yerlerine geçmişlerdi.

‘’Nedir problem?’’ dedi Savaş, o da benim diğer yanıma, yani Deniz’in karşısına geçmişti.

‘’Şimdi Savaş şöyle.’’ Uygar önündeki dosyalara şöyle bir göz gezdirdi, sonra bakışlarını bana ve Deniz’e çevirdi. ‘’Senin için aldığımız arsanın zemin etüdü yapmak istediğimiz projeye uygun değil.’’

‘’Nasıl yani?’’ dedim.

‘’Ne demek uygun değil?’’ dedi Deniz.

‘’Ama öyle bir problem yoktu.’’ dedi Savaş.

Her kafadan bir ses çıkıyordu.

Uygar derin bir nefes aldı ve tek tek hepimize baktı. ‘’Zeminde sıvılaşma var.’’ dedi sıkıntıyla. ‘’Jeoteknik mühendisi bunu attı dün.’’ Elindeki kağıtları hepimize tek tek dağıttı. ‘’Yani ya iyileştirme yapacağız ya arsaya bu projeyi yapmaktan vazgeçeceğiz ya da 30 kat yerine zeminin izin verdiği kat kadar yani 15 katlık rezidanslar yapacağız.’’

‘’Uygar ben yaz boyunca bu projeye çalıştım.’’ dedim sitemle.

Pınar lafa girdi. ‘’Ayrıca bir sürü iş makinesi kiraladık ve malzeme aldık biz. Ödemelerini de peşin yaptık. Eğer proje uzarsa kira vermeye devam edeceğiz. Bu bizi zarara sokar.’’

‘’Üstelik sendikayla anlaştık, sözleşme imzaladık, işçilere maaş vermeye de başladık. Pınar Hanım’ın da dediği gibi proje uzarsa maaş vermeye de devam ederiz. Bizi bu da zarara sokar.’’ dedi Selim Bey.

‘’Ayrıca iyileştirme de bizim için ekstra maliyet demek.’’ dedi Kubilay Bey.

‘’Ne yani projeden vazgeçeceğimizi mi söylüyorsunuz?’’ dedi Savaş.

‘’Öyle bir şey söylemiyorum.’’ dedi Uygar. ‘’Seçenekleri sundum az önce. Bir karar vermemiz gerekiyor. Üç ihtimal var.’’

Bu projenin iptal olmasını istemiyordum çünkü anladığım üzere Savaş bunu gerçekten istiyordu. Üstelik ben yaz boyu bununla çok uğraşmıştım. Heba olmasını istemiyordum. Kat düşürmek de istemiyordum çünkü kat sayısı düşeceği taktirde benim yeniden bir proje çizmem gerekirdi. Geç de olsa projenin aynı arsaya yapılması taraftarıydım. Fakat yönetim kurulu ve satın alma müdürümüz Pınar Hanım benim gibi düşünmüyordu.

Uygar hepimize üçer sayfa daha verdi. İlk sayfa kırmızı, ikinci sayfa turuncu, son sayfa sarı sütunluydu. ‘’Evet, şimdi seçenekleri tek tek detaylıca konuşalım ve kırmızı sütunlu sayfadan başlayalım. Bu seçenekte zemini iyileştirip otuz katı koruyoruz. Bin iki yüz fore kazık, otuz beş metre derinlik, üstüne üç bin sekiz yüz taş kolon. Pahalı ve uzun sürer. Yaklaşık yedi ay. Ama proje aynı kalır, Ada’nın çizgisi bozulmaz.”

Pınar kaşlarını çattı. ‘’Az önce de dediğim gibi yedi ay boyunca kiraladığımız ekipmanlara boş yere kira veririz. Ayrıca malzemeler çürür o vakte kadar. Zarar büyür, büyür, büyür.’’

‘’Yedi ay işçilere ve ustalara boş yere maaş vermek zorunda kalırız.’’ diye yeniledi Selim Bey.

‘’Tamam ikinci seçeneğe yani turuncu sütunlu sayfaya geçelim.’’ Uygar’ın komutuyla herkes sayfayı değiştirdi. Bu sayfada kat düşürmekle ilgili bilgiler vardı. ‘’Burada kat sayısını on beşe düşürüyoruz. Taş kolon gerekmez, sadece derin kazı ve radye temel. Daha ucuz, daha hızlı. Kaybımız sadece bir buçuk ay. Ama proje değişir, Ada baştan çizer.”

Boğazım düğümlendi. “On beş kat demek.” dedim. ‘’Yaptığım, çizdiğim, düşündüğüm her şeyi çöpe atmak demek. Çünkü her şey otuz kata göre. Baştan çizersem bu üç aya mal olur. Toplam dört buçuk ay gecikme. Benim imzam küçülür ve bahsettiğiniz ödemeleri de yapmaya devam edersiniz. Ekipman kiraları, işçi maaşları ve bilmediğim diğer masraflar yani her neyseler işte.’’ Nefes aldım. “Ayrıca marka değerimiz düşer. Broşürlerde Otuz Kat, Lüks yazıyor. Reklam yaptık o kadar Deniz.’’ dedim.

‘’Son sayfaya geçelim.’’ dedi Uygar istemeye istemeye. ‘’Arsayı satarız, zemin etüdü uygun olan ve elimizdeki mevcut arsa büyüklüğüne uygun olan bir arsa alırız Savaş için. Elimde istediğimiz özelliklerde arsalar var, onlara bakabiliriz. Böylece Ada yeni proje çizmek zorunda kalmaz. Hem de zamandan ve maliyetten tasarruf ederiz.’’

‘’Ben iyileştirme yapmaktan yanayım.’’ dedim arkama yaslanıp kollarımı masaya koyarak. ‘’Arsa da proje de değişmesin. Zemin iyileştirilsin ve proje işleme alınsın.’’

Masadaki herkes bana gergin gergin bakarken ben sadece Deniz’e bakıyordum. İyileştirme demek masraf demekti ama o masrafın onun cebinden çıkmasına müsaade etmeyecektim çünkü banka hesabımda halihazırda on iki milyar küsür param vardı ve Deniz her defasında o paranın benim olduğunu söylüyordu.

‘’Ama masraflar?’’ dedi Pınar. ‘’Ada Hanım maliyet çok yükselir.’’

‘’Ayrıca iş yapmayacak adamlara neden boş yere maaş verelim?’’ dedi Selim Bey.

‘’Oylama yapalım.’’ dedi Uygar. ‘’Ortak noktada buluşamayacağız anlaşılan.’’ Deniz başını salladı, Uygar devam etti. ‘’Projeyi başka arsaya taşıyalım diyenler.’’ Selim Bey, Kubilay Bey ve Pınar el kaldırmıştı. Uygar tekrar sordu. ‘’Zaman alsa da maliyet artsa da iyileştirme yapalım ve proje aynı arsada kalsın diyenler.’’ Savaş ve Uygar’la aynı anda elimizi kaldırmıştık. Deniz’in neden oy vermediğini anlamıyordum. Maliyet onu korkutmuş olmalıydı. ‘’Deniz?’’ diye seslendi Uygar. ‘’Sen bir şey demeyecek misin?’’

‘’Oylamaya gerek yoktu.’’ dedi Deniz arkasına yaslanırken. Gözlerini gözlerime dikti. Ne diyeceğini merak etmiyordum çünkü projeyi başka arsaya taşımak istiyordu. Başımı öne eğdim. ‘’Proje başka arsaya taşınmayacak, iyileştirme yapacağız.’’

Bakışlarımı kaldırır kaldırmaz Deniz’e baktım. ‘’Nasıl?’’ dedim heyecanla.

‘’Ama Deniz Bey.’’ dedi Selim Bey.

‘’Deniz Bey, işçi maaşları.’’ dedi Kubilay Bey.

Deniz ‘’Projeyi Ada çizdi ve hangi arsada olmasını istiyorsa o arsada olacak.’’ diyerek Uygar’a döndü. ‘’Uygar sen gerekli çalışmalara başlarsın. Alınması gereken izinleri alırsın. Beni de her adımdan haberdar edersin.’’

Uygar zafer edasıyla gülümsedi. ‘’Tamamdır.’’

Deniz bakışlarını diğerleri üzerinde gezdirdi. ‘’Toplantı bitmiştir arkadaşlar. Maliyeti de bırakın patronunuz olarak ben düşüneyim.’’

Uygar ve Savaş hariç herkes yerinden kalkıp odamdan çıkmıştı. Yerimden kalkıp Deniz’e sarılmak istiyordum ama bu hiç profesyonel olmazdı, o yüzden bunu daha sonraya saklamaya karar vermiştim.

‘’Buna gerek yoktu.’’ dedi Savaş ama içten içe sevindiğini görebiliyordum. ‘’Arsayı değiştirebilirdik.’’

Deniz başını iki yana sallayarak gülümsedi. ‘’Ada da sen de o arsayı istiyorsunuz belli ki. Değişsin istemedim.’’

‘’Karımı kırmak istemedim demiyorsun da.’’ diye araya girdi Uygar. Minik de bir kahkaha atmıştı.

‘’Hanımcı bizim damat.’’ dedi Savaş gülerek. ‘’Bir ara boğazını gırtlaklayacaktım ama geride kaldı tabii o günler.’’

Deniz o günler çok eskide kaldı der gibi Savaş’a göz kırptı.

‘’İyileştirme bizi çok mu zarara sokacak?’’ dedim hem Deniz’e hem Uygar’a bakarak. İkisinin de yüzünde Hem de nasıl. der gibi bir ifade vardı. ‘’Tamam, tüm masrafı ben üstleniyorum.’’ Deniz itiraz edecek gibi olduğunda onu susturdum, elimi kaldırıp işaret parmağımı ona doğru salladım. ‘’Yok, hiç öyle ağzını açmaya kalkma Deniz. Madem sırf ben yani Savaş ve ben arsayı istiyoruz diye iyileştirmeyi kabul ettin, tüm iyileştirme masraflarını, ekipmanların kira parasını ve hatta işçilerin maaşını ben vereceğim.’’

‘’Canım ikizim, ortak iş yapacağız ya biz Deniz’le, masrafı ben de öderim.’’ dedi Savaş.

‘’Yok yok.’’ dedim. ‘’Siz ikiniz de hiçbir şey yapmıyorsunuz.’’ Uygar’a döndüm. ‘’Deniz’in kontrolü sende, Savaş’ı ben hallederim.’’

Deniz kahkaha attı, yerinden kalkıp başıma bir öpücük bıraktı. ‘’Bayılıyorsun değil mi o minik burnunun dikine gitmeye?’’

‘’Tabii kocacım ne sandın?’’ dedim bilmiş bir edayla. ‘’Hatta benim GPS’e de ihtiyacım yok çünkü her zaman burnumun dikine gidiyorum.’’

‘’Ah bilmez miyiz?’’ dedi Savaş gülerek. Uygar’la birlikte aynı anda ayağa kalktılar. ‘’Neyse, ben kendi şirketime gidiyorum. Yapacaklarım var.’’

‘’Benim de işlerim var, iyileştirme için planlama yapmam lazım.’’ dedi Uygar. ‘’Bu arada Deniz, asistan arıyorum bilgin olsun.’’

‘’Şirket senin.’’ dedi Deniz İstediğini yapabilirsin. der gibi. Sonra bana döndü . ‘’Sana da bir asistan bulmamız gerek.’’

‘’Ben hallederim.’’ diyerek omuz kıstım.

‘’Elbette halledersin sevgilim ama çocuklarımız doğduğunda eminim ki hem onlarla ilgilenmek hem de şirkete gelmek isteyeceksin.’’ Başımı salladım çünkü Deniz haklıydı, beni ne kadar da iyi tanıyordu. ‘’Asistanın da sana yardım eder bu süreçte.’’

‘’Gülşah var?’’

‘’Gülşah benim asistanım sevgilim, kız kaç parçaya bölünsün istiyorsun?’’

‘’Bu konu bizi aşar.’’ dedi Uygar, kolunu Savaş’ın boynuna attı ve onunla birlikte kapıya doğru ilerledi. ‘’Görüşürüz gençler.’’

‘’Görüşürüz.’’ dedim, kaşlarımı çatarak düşündüm. ‘’Doğru diyorsun. Pekala, asistanla çalışmayı kabul ediyorum.’’

Deniz bir kez daha eğilip saçlarımı öptü. ‘’Hah şöyle, bir kez de sözümü dinle.’’ Uslu bir hanımefendi gibi başımı salladım, gülümsedim. ‘’Senin masanı benim odama mı taşısak acaba?’’ diye ciddi bir sesle sordu. ‘’Özlerim çünkü ben biliyorum. Şimdi odama geçeceğim ve seni akşama kadar göremeyeceğim. Olacak iş değil.’’

‘’Masamı odana taşımak mı?’’ dedim, gözlerimi kısarak gülümsedim. ‘’Deniz, şirketi ikinci evimize mi çevirelim istiyorsun?’’

Deniz kahkaha attı, sandalyesini bana doğru çekip oturdu. Ellerini benimkilerin üzerine yerleştirdi. Göz kırptı. ‘’Ama ciddiyim, seni özleyeceğim. Şey mi yapsam ben? Ara sıra odamdan kaçsam, senin odana gelsem, kapıyı kilitlesem, perdeleri indirsem, seninle kısa bir molada buluşsam?’’

‘’Sen romantik bir patronsun biliyor musun?’’ Elimi elinden çekerek parmak uçlarımla bileğini okşadım. ‘’Ama haklısın, ben de seni özlerim. Özellikle şu karnım büyüdükçe, her adımda Deniz nerede? diye soruyorum içimden. Sanki sensiz yürüyemiyorum gibi.’’

Deniz başını eğdi, elimi dudaklarına götürüp öptü. ‘’Yürüyorsun hem de en güzel şekilde. O paytak yürüyüşün bile bana Hadi, karının koluna gir. dedirtiyor.’’ Gözleri gözlerimin içine kilitlendi. ‘’Akşam eve gidince, seni koltuğa oturtacağım. Ayaklarını ovacağım, saçlarını tarayacağım. Sonra da...’’ Burnunu boynuma değdirdi. ‘’Seni kucağıma çekip uzun uzun öpeceğim.’’

Gülümseyerek başımı yana eğdim. ‘’Öyle mi? O zaman ben de sana bir sürpriz yapacağım. Akşam seni yatak odasına kilitleyeceğim. Işıkları kısacağım, mumları yakacağım. Üzerimde sadece senin gömleğin olacak. Ve sen...’’ Parmağımı göğsünde gezdirdim. ‘’Beni, ben sıkılana kadar öpeceksin.’’

Deniz’in gırtlağından derin bir kahkaha yükseldi. ‘’Seve seve.’’ Elini enseme koydu, dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. ‘’Seni öpmek için bütün gün bekleyemem.’’ Dudakları dudaklarımla birleştikten sadece iki saniye sonra kapım çalmıştı. Deniz yüzünü uzaklaştırdı, sonra iç çekti. ‘’Keşke şimdi de uzun uzun öpebilseydim.’’

‘’Keşke.’’ dedim nefesim kesilerek.

Deniz başını kapıya doğru çevirdi ve gelen kişi her kimse girmesine müsaade etmedi. ‘’Daha sonra.’’

‘’Deniz Bey.’’ dedi Gülşah kapının ardından. ‘’Uygar Bey’in size bir şey danışması gerekiyormuş. Size iletmemi istedi.’’

Deniz sandalyeyle birlikte benden uzaklaştı, ayağa kalkıp üstünü başını düzeltti. ‘’Geliyorum birazdan.’’ diye Gülşah’a seslendi.

Ayağa kalktım, Deniz ellerini kollarımın üzerine yerleştirdi. ‘’Duyduğun üzere gitmem gerekiyor.’’ Başımı salladım, gözüm dudağının üzerindeki ruj izindeydi. ‘’Toplantılar, problemler, imzalar, siber sorunlar bitmiyor.’’ Bir elini çekip yanağımı sevdi. ‘’Akşama kadar dayan, tamam mı? Eve gidince telafi edeceğiz.’’ Yanağıma büyük bir öpücük bıraktı, kapıya döndü.

Kolundan tutup gitmesine engel oldum. ‘’Dur, sevgilim bir saniye.’’ Ne oldu? der gibi baktığında elimi kaldırıp dudağının kenarını silmeye çalıştım. ‘’Ruj. Dudağında ruj izi var. Sileyim.’’

Deniz başını iki yana sallaya sallaya gülümsedi. ‘’Ben de beni öpmek istediğin için dudaklarıma bakıyorsun zannediyordum. Meğer rujunun izine bakıyormuşsun.’’

Omuz kıstım, gülümsedim. ‘’Seni her istediğimde öpseydim, dudaklarım dudaklarından bir saniye bile ayrılmazdı.’’

Deniz’in gözleri ışıl ışıl olduğunda uzanıp yanağını öptüm. ‘’Bu benim cümlemdi.’’ dedi sahiplenici bir tavırla. Haklıydı, bu cümleyi bana ilk kez o söylemişti, üstelik bunu söylerken sevgilim bile değildi ve ben unutmamıştım. O da unutmamıştı. ‘’Lütfen kendine başka cümleler bul.’’

‘’Pekala.’’ dedim. ‘’Bulacağım.’’ Onu bir elimle yolcu etmeye çalıştım. ‘’Hadi bakalım patron, benim de yapılacak çok işim var. Çalışanınızı meşgul ediyorsunuz.’’

‘’Ohoo daha şimdiden işkolik oldun sen ama sevgilim.’’

‘’Şikayet etmeyelim lütfen. Ben eşine aşık ama aynı zamanda işini de seven bir mimarım.’’ diyerek onu kapıya kadar yürüttüm. ‘’Öğle yemeğinde görüşürüz kocacım.’’

‘’Görüşürüz karıcım.’’ Her an odasına gitmekten vazgeçecek gibi iç çekti ve odamdan çıktı.

***

Öğle yemeğinden iki saat sonra ekrana bakmaktan gözlerim acımaya başlamış, oturmaktan da ayaklarım uyuşmuştu. Gebze projesinin taslağını bir kez daha inceledim, not aldığım kritik noktaları Uygar’a mailden attım. Sabahtan beri mailleşiyorduk, Uygar iki günlük mesaiyle bu projenin üstesinden gelirdi, ona inanıyordum.

Maili attıktan sonra Pınar’ın ve muhasebe biriminin attığı maillere bakıp hepsini yanıtladım. Ekipman kiralarını ve işçi maaşlarını programlamış, her ayın yedisinde finans birimine gerekli ödemeleri yapacağımı bildirmiştim. Ayrıca iyileştirme masraflarını da ödeyecektim ama masraflar netleşmediği için şimdilik bunu rafa kaldırmıştım. Bu Uygar’la daha sonra konuşacağım bir konuydu.

Mail trafiğine ara vererek koltuğumdan kalkıp masamın önündeki tekli koltuğa geçtim, ayaklarımı sehpaya uzattım. Çaycı Sevda abla kapıyı çalıp odama girmişti ama ben pozisyonumu bozmadım çünkü ayaklarım hem hamilelikten hem de hareketsizlikten çok uyuşmuştu. ‘’Ben çay almayacağım Sevda abla. Kahve istiyorum. Uyku basacak gibi beni. Kahve içmem lazım.’’

‘’Ben yapıp getireyim o zaman Ada Hanım, deseydiniz keşke.’’

‘’Yok yok, ben gidip alacağım. Hem ayaklarım açılsın biraz.’’

‘’Ama olur mu Ada Hanım? Siz Deniz Bey’in eşisiniz. Hiç öyle çay ocağında kahve yapmak olur mu?’’

Gülümsedim. ‘’Olur olur. Sen çayı Uygar’a götür. O kesin şimdi çay krizine girmiştir, ona verirsin. Ben de kahve yapmaya geçeceğim.’’

‘’Doğru dediniz vallahi.’’ dedi Sevda abla gülerek. ‘’Tam çay saati onun.’’

‘’Sen onu bekletme en iyisi.’’ diyerek güldüm, ayaklarımı sehpadan çektim, ayağa kalktım.

Sevda abla ‘’Ben gideyim o zaman.’’ dedi, kapıya doğru döndü. Ben de peşinden odamdan çıktım ve asansöre binerek çay ocağına indim.

Kapıya yaklaştığımda kahve kokusuyla birlikte kulağıma bir uğultu yayılmıştı. Minik adımlarla ilerledim, kapının kirişinde durdum. Benim departmanımdan Beliz ve Uygar’ın departmanından Ekin tezgâhın başında toplanmış, fincanlarını dolduruyorlardı.

Beliz fincanını karıştırırken aynı zamanda kısık bir homurtuyla konuşuyordu. “Gebze’yi hâlâ 30 kat diye zorluyorlarmış. Jeoteknik rapor masada, sıvılaşma riski net. Ama Ada Hanım Ben çizdim, böyle olsun. dedi diye yedi ay gecikme, milyonluk zemin iyileştirme planlanıyor. Deniz Bey de Tamam. demiş. Sanki maliyet ve zemin umurunda değilmiş gibi.”

Ekin güldü. Kaşığını fincana vurdu. “Bizden biri aynı raporu sunsa, Yeniden hesaplayın. der, dosyayı masaya vururdu. Ama karısı olunca torpil level 100. Ada Hanım’ın imzasını küçültmeyelim diye bütün projeyi riske atıyor.”

Beliz omuz silkti. “Ben geçen hafta 15 kat revizyonu önerdim, maliyet yükselmesin dedim. Uygar Bey Ada Hanım’ın onayı lazım. dedi. Onay gelmedi tabii. Çünkü Ada Hanım 30 kat diye diretmiş bugün. Sanki burası onun kişisel portföy projesiymiş gibi.”

Ekin fincanı dudaklarına götürürken başını yana eğdi, sesi iğneleyiciydi. “Bizim konseptlerimiz çöpe giderken, onun cephesi korunuyor. Adalet mi bu? Patronun karısı diye herkes sus pus. Sanki biz beş yıldır bu sektörde değilmişiz gibi.”

‘’Patronla evli olmak vardı vallahi. Ada Hanım gibi patron karısı olur muyuz acaba bir gün?’’ diye yanıtladı Beliz.

Topuklarımı yere bastıra bastıra yürüdüğümde ikisi de şaşkınlıkla bana doğru dönmüştü. Kahve makinesi sustuğunda konuştum. “Level 100 mü?” dedim, bir fincan aldım. “İlginç. Benim bildiğim tek level, 30 katın zemin etüdüyle uyumlu olmasıydı. Sizin bildiğiniz başka levellar var sanırım.”

İkisi de donup kalmış gibiydi. Ekin fincanını tezgaha koydu.

‘’Ada Hanım, biz sadece.’’ dedi Beliz.

“Sadece ne?” diye sözünü kestim, bir adım attım, topuğum zeminde daha net bir ses çıkardı. Fincanımı tezgâha koydum. “Benim tasarladığım projeyi çöpe atmak mı istiyorsunuz? Yoksa sadece benim vizyonumla dalga mı geçiyorsunuz?”

Ekin “Biz demiştik ki.” diye bir şeyler söyledi.

“Ne demiştiniz?” diye sordum, gözlerimi onunkilere diktim, kaşlarımı kaldırdım. “15 kat revizyonu önerdiniz, Uygar reddetti. Neden? Çünkü 15 kat, arsanın maksimum potansiyelini öldürür. Çünkü 15 kat, markanın değerini çöpe atar. Çünkü 15 kat, benim tasarım bütünlüğümü bozar. Ama sizin derdiniz bunlar değil, değil mi? Derdiniz, patronun karısı olmam.”

Ekin başını eğdi. “Biz öyle demedik.”

“Dediniz.” dedim, sesim buz gibiydi. “Duydum. Her kelimeyi. Patronla evli olmak vardı. dediniz. Bakın, şunu bilin. Ben bu projeyi çizdim çünkü en iyisi buydu. Deniz kabul etti çünkü en iyisi buydu.”

Beliz mahcup bir şekilde başını eğdi. “Ada Hanım, özür-”

“Özür istemiyorum.” dedim, gözlerimi Beliz’e sabitledim. “Ekibimde fikir birliği ve performans istiyorum. Ekin’in ne düşündüğü umurumda değil, bu Uygar’ın sorunu. Ama Beliz sen, benim departmanımda çalışıyorsan ben senin desteğini görmek isterim. Çünkü bu şirkette olan her şey, her departmanın kendi arasında kurduğu ekip birliğiyle başarı sağlıyor. Böyle birilerinin arkasından konuşarak şirkette başarı grafiği çizilmesini sağlayamazsınız. Şimdi ikiniz de işinizin başına dönün. Ben bu duyduklarımı unutacağım ama eğer tekrarı olursa sizinle devam eder miyiz etmez miyiz, bir düşünmem gerekebilir.’’

Beliz de Ekin de başını öne eğerek çay ocağından çıktığında kahvemi aldım ve odama çıktım. Ben Deniz’in karısı olduğum için değil başarılı bir mimar olduğum için saygı görmek istiyordum ve bu saygıyı kazanmaya da kararlıydım. Bu yüzden Beliz’i ve Ekin’i Deniz’e söylemeyecektim. Yanlış yaptıklarında bunu sadece onlara söyleyecek, onlarla halledecek, hata da yapsalar ben düzeltecektim. Onlara rahat ve konfor alanı yüksek bir iş ortamı sağlamak istiyordum ama bunu yaparken departmanı Ali Baba’nın çiftliğine çevirmemek en büyük dileğimdi.

***

Çıkmamıza bir saat kala hala Gebze projesine kafa patlatıyordum. Nefes almayı unuttuğum bir sırada Gülşah kapımı çalmıştı. ‘’Ada Hanım, müsait miydiniz?’’

‘’Evet Gülşahçım, söyle.’’

‘’Deniz Bey bugün sizin için bir asistan arayışına girdiğimizi söylemişti. Ben önceki başvuruları inceledim ve bir kişiyi görüşmeye çağırdım. Eğer uygunsanız sizinle görüştüreceğim.’’

Kollarımı kaldırıp hafifçe gerindim ve sırtımı rahatlatmaya çalıştım. ‘’Tamam Gülşah, gelebilir sorun değil.’’

Gülşah başıyla beni onayladı, birkaç dakika sonra sesini duydum. ‘’Ada Hanım içeride sizi bekliyor, geçin lütfen.’’

Odamın kapısı çalındı. ‘’Girin.’’ diye seslendim.

Kapım açıldı, yeni mezun olduğu her halinden belli olan ve çok da güzel olan genç bir kız yavaş adımlarla içeriye girdi. ‘’Merhaba, hoş geldin.’’ dedim sevecen bir tavırla. ‘’Adım Ada. Mimarlık departmanının müdürüyüm.’’

‘’Hoş buldum Ada Hanım. Adım Nida. Yeni mezunum ve açıkçası görüşmeye çağırıldığım için çok şaşkınım. Genelde tecrübeli çalışan arıyor şirketler.’’

‘’Bizim şirket politikamız bu şekilde işlemiyor.’’ diyerek gülümsedim. ‘’Yeni mezun olan insanlara şans vermezlerse nasıl tecrübe kazanacaklar öyle değil mi?’’

‘’Yani şimdi benden hiçbir deneyim istemiyor musunuz?’’ dedi heyecanla. Başımı iki yana salladım. Gözleri daha da açıldı, gülümsedi. ‘’Stajyerlik yaptım altı ay boyunca. O da bir deneyim sayılır aslında.’’

‘’Sayılır.’’ diyerek gülümsedim. ‘’Neyse, sen yarın sabah 09.00’da gel o zaman.’’

‘’Nasıl yani, hemen başlıyor muyum?’’ dedi heyecanla.

‘’Elbette, senin için de bir problem yoksa tabii.’’

‘’Yok, ne problemi? Tabii ben yarın gelirim. Çok teşekkür ederim.’’

‘’Maaşını yarın ben muhasebeye bildireceğim. Benden başka kimseden direktif almayacaksın. Tabii Deniz Bey hariç. O patronumuz.’’

Nida güldü. ‘’Evet, biliyorum patronumuz.’’ dedi. ‘’Deniz Aladağ.’’

Başımı salladım. ‘’O zaman hayırlı olsun.’’

‘’Teşekkür ederim.’ dedi. ‘’Ben izninizle çıkayım o zaman.’’

‘’Tabii.’’ dedim, Nida hızlı adımlarla odamdan çıktı, hemen ardından Deniz girdi. Yanıma geldi, omuzlarıma masaj yaparken bir yanağımı öptü.

‘’Hadi artık gidelim.’’ dedi bıkmış bir sesle. ‘’Yatta uzaktan iş yürütmeye benzemiyormuş bu işler. Resmen çalışmayı unutmuşum. Çok yoruldum.’’

Hafifçe güldüm. ‘’Daha bir saat var çıkmamıza.’’

‘’Olsun, gidelim. Bugünlük bu kadar yeter.’’ dedi, diğer yanağımı da öptü.

‘’Pekala.’’ dedim ellerimi havaya kaldırıp. ‘’Patron ne derse o.’’ Bilgisayarımı kapattım, ayağa kalktım ve Deniz’in koluna girdim. ‘’Artık bir asistanım var.’’

‘’Harika, daha az yorulacaksın demek ki.’’ dedi halinden memnun bir sesle.

‘’Yorulmuyordum ki zaten.’’ dedim, odamdan çıktık. Gülşah’ın odasının önüne geldiğimizde bizi durdurdu.

‘’Çıkıyor musunuz Deniz Bey, Ada Hanım?’’

‘’Evet Gülşah.’’ dedi Deniz.

Gülşah bakışlarını bana çevirdi. ‘’Ada Hanım, asistanınız için yanımdaki masayı hazırlatıyorum ben. Eksiklere yarın bakarız. Sarp Bey bilgisayar kurulumuna yarın bakabileceğini söyledi.’’

‘’Tamam, detayları yarın konuşur halledersiniz Gülşah. Teşekkür ederim.’’

‘’Rica ederim Ada Hanım.’’ dedi, Deniz’e döndü. ‘’Deniz Bey, yarın Uygar Bey için de bir kişi görüşmeye gelecek. Asistanlık için.’’

‘’Gelsin gelsin. Aylar oldu, omuzlarına çok yük bindi. Şimdi biraz rahatlar.’’

‘’Uygar Bey’in asistanı için de benim odama bir masa hazırlatayım mı? Biliyorsunuz bu katta başka boş oda yok. Dolu odalarda yeterli alan yok. En makul benim odam gibi görünüyor.’’

Deniz başıyla onayladı. ‘’Zaten işiniz gereği sürekli irtibat halinde olacaksınız. Üçünüzün de bir arada olması iyi olur, evet.’’

‘’Peki Deniz Bey, sizi daha fazla meşgul etmeyeyim. İyi akşamlar.’’ Bana döndü. ‘’Size de iyi akşamlar Ada Hanım.’’

‘’İyi akşamlar Gülşah.’’ dedik aynı anda. Birkaç adım sonra da bizi Ece yakalamıştı.

‘’Gidiyor musunuz? Ben de basın açıklamasını anlatmak için gelecektim.’’ dedi ikimize de bakarken.

‘’Açıklamanı izledim.’’ dedi Deniz. Ben izlememiştim. ‘’Yeterince açık anlatmışsın her şeyi. İnsanların aklında bir soru işareti kaldığını düşünmüyorum. Yani Richard’ın Fransa’ya nakledildiğini bile söylemişsin. Daha soracak soruları yoktur herhalde.’’

Ece başını salladı. ‘Tüm davalardan aklandığını, suçsuz olduğunu biliyorlar. Fatih amcamın da suçsuz olduğu kesinleşmişti zaten. Ailecek artık rahat nefes almaya başlayabilirsiniz. Fakat sizinle ilgili de bir sürü soru sordular Deniz. Ne zaman barıştılar, ne zaman evlendiler, her şeyi planlı mı yaptılar, birbirlerini gerçekten seviyorlar mı yoksa yine oyun mu oynuyorlar gibi abuk sabuk sorular. Ama onların yayınlanmasına izin vermedim, zaten soruları da cevaplamadım.’’

‘’Teşekkürler Ece, iyi yapmışsın. Sağ ol.’’

‘’Yani Deniz, sevabına yapmıyorum ya bu işi. Sonuçta işim basın danışmanlığı ya.’’ dedi Ece gülerek. Sonra bana döndü. ‘’Savaş nasıl oldu? Onu bugün çok iyi gördüm ama konuşamadım, basın açıklamasına yetişmem gerekiyordu malum.’’

‘’Çok iyi. Eskisi gibi sağlığına kavuştu.’’ dedim, Deniz’e döndüm. ‘’Deniz sayesinde.’’

‘’Ben bir şey yapmadım.’’ dedi Deniz önemsiz bir şeymiş gibi.

Ona hayretle baktım. ‘’Böbreğini verdin Deniz. Bunu kimse yapmazdı.’’

‘’Bu konuyu kapatsak mı artık?’’ dedi Deniz, kesinlikle yaptığı iyiliğin konuşulmasından çok rahatsız oluyordu. ‘’Biz gidiyorduk zaten.’’

Ece elini dostça Deniz’in koluna koydu. ‘’Tutmayayım sizi. Savaş’a selamlarımı iletirsiniz. İyi akşamlar.’’

Gülümsedim. ‘’İyi akşamlar.’’

Ece uzaklaştıktan sonra Deniz şüpheyle beni izledi. ‘’Ece ve Savaş arasında bir şey mi var?’’

Keyifsiz bir şekilde ofladım. ‘’Yok, maalesef yok.’’

‘’Olmasını istiyorsun anlaşılan.’’ dedi Deniz gülerek.

Başımı salladım. ‘’Çift yapmak istediğim dört kişi var. Savaş’la Ece, Eser’le de Beyza.’’

‘’Sarp’a da bulalım birini o zaman.’’ dedi gülerek. ‘’Tek kalmasın yazık.’’

‘’O tek tabanca ya.’’ dedim. ‘’Ciddi ilişki kuramıyor. Bir iki gün takılıyor, tamam. Sıkılıyor hemen.’’

‘’Aşık olmamış demek ki daha.’’ dedi Deniz kendinden emin bir sesle.

‘’Bence de.’’ diyerek kısa bir süre düşündüm. ‘’Aslında çok kadınla tanıştı ama hiçbiri onun seviyesinde değildi ki. Bak arkadaşım diye demiyorum. Çok zeki, çalışkan, cesur, kibar. İngilizcesi var, Fransızcası var. Yakın dövüş biliyor. Vals bile yapabiliyor.’’

‘’Yok yok desene.’’ dedi kolunu boynumun arkasına sararak. Omzundan sarkan elini tutup diğer elimi de beline sardım.

‘’Öyle.’’ dedim. Aklıma dan diye düşen bir düşünce yüzünden konuyu değiştirdim. ‘’Sevgilim.’’

‘’Söyle güzelim.’’

‘’Evden önce bir kafeye gidelim mi?’’

Deniz bana önce tereddütle baktı, sonra sordu. ‘’Gidelim sevgilim de. Dışarıda mı yemek istiyorsun? Ne çekti canın?’’

‘’Bir şey çekmedi canım. Ama kafeye gidelim. Kahve içmek istiyorum ben.’’

Omzumdaki elini tutan elimi öptü. ‘’Kahve mi aşeriyorsun sen?’’ Sorar gibi baktım. ‘’Bugün de çay değil, kahve istemişsin. Sevda abla söyledi.’’

‘’Aşerme zamanlarım geçti Deniz Bey. O günlerin üzerinden çok sular aktı. Ohooo, hiç takip edilmiyor bu detaylar.’’

‘’Hazırcevaplığımızı da hiç kaybetmiyoruz, bakıyorum da.’’ dedi gülerek. Eğilip saçlarımı öptü.

‘’Ayıp ediyorsun kocacım. Ben mi hazırcevabım? A-aa çok şaşırttın beni doğrusu.’’ dedim, dudaklarımı birbirine bastırdım.

Deniz bana inanamıyormuş gibi baktı. ‘’Tamam karıcım, değilsin. Olur musun hiç? Cıks cıks cıks. Ben öyle bir an yanlış kelime kullandım. Tüh.’’

‘’Tamam tamam, affettim.’’ dedim, çoktan arabanın yanına gelmiştik. ‘’Hadi bakalım, şimdi kahve zamanı.’’

***

Deniz beni çok tatlı bir kafeye getirmişti. Mesleki deformasyondan mıdır nedir bilmem gözlerim hemen mekanı incelemeye başlamıştı. Duvarlar eski tuğla görünümünde, yer yer sarı ışıklı apliklerle aydınlatılmıştı. Tavan koyu renkli ahşap kirişlerle kaplıydı. Ortasında eski bir tekne direğinden yapılmış, üstünde kuru çiçekler ve minik ampuller asılı bir aydınlatma vardı.

Köşede, eski bir gramofon hafifçe caz çalıyordu. Plak kapağında Ella Fitzgerald gülümsüyordu.

Masalar yuvarlaktı, her biri farklı desenlerde seramik tabaklar ve eski çay fincanlarıyla donatılmıştı. Sandalyeler kadife kaplı, bazıları koyu yeşil, bazıları hardal sarısıydı. Pencereler yerden tavana kadar uzanıyordu.

Duvarın birinde, el yazısıyla yazılmış bir pano vardı. Kahve, bir fincanla başlar. Hikâyeler, bir yudumla.

Sandalyelerimize geçtiğimizde bir garson gülümseyerek yanımıza geldi. ‘’Hoş geldiniz. Ne alırdınız?’’

Deniz menüyü incelemeden önce bana döndü. ‘’İstersen önce bir şeyler yiyelim.’’

Başımı iki yana salladım. ‘’Acıkmadım, birer kahve içip çıkarız.’’

Deniz garsona döndü. ‘’O zaman biz birer sade Türk kahvesi alalım.’’

Garson ‘’Peki beyefendi, hemen getiriyorum.’’ diyerek yanımızdan uzaklaşırken Deniz bir cevap arar gibi bana bakıyordu.

‘’Ee anlat bakalım. Neden yemek bile yemeden apar topar kahve içmeye geldik.’’

‘’Benim sana dört tane kahve borcum vardı, bilmem hatırlar mısın?’’ dedim sorgular gibi. ‘’Üstüme kaldı, ödeyemedim hala.’’

Deniz başını geriye atarak güldü. ‘’Ben sana illa bana kahve ısmarla demiyorum ki. Bu senin kendi kendine verdiğin bir söz.’’ dedi. Tam bir şeyler daha söyleyecektim ki devam etti. ‘’Ayrıca bir kere içmiştik zaten dışarıda.’’

‘’O sayılmaz. Onu sen ödemiştin.’’ diyerek çıkıştım. ‘’Ama bu sefer müsaade etmeyeceğim, bilgin olsun.’’

‘’Peki peki, bu sefer senden olsun.’’ dedi, ellerini masaya koydu. Daha sonra garsona seslendi. ‘’Hanımefendi için bir battaniye alabilir miyiz acaba?’’

Kendime baktım, kollarımı kendime sardığımın farkında bile değildim. Ne ara üşümüştüm ve neden fark etmemiştim? Deniz ayaklandığında istediği battaniyenin geldiğini anlamıştım. Garsonun elinden battaniyeyi aldı, sırtıma sardı, iki yanağımı da öptü ve yerine geçti. ‘’Teşekkür ederim sevgilim.’’

Deniz önemsiz olduğunu belli edercesine elini salladı. ‘’Bugün aklıma ne geldi biliyor musun?’’

‘’Ne?’’ diye sordum.

‘’Şirkete geldiğin ilk günü hatırladım.’’ dedi gülerek.

Ben ondan daha çok gülmüştüm çünkü aynı şey benim de aklıma gelmişti. ‘’İnanamayacaksın ama ben de o günü düşündüm.’’

‘’Şirketi basmıştın.’’ dedi, daha da güldü. ‘’Koridorda Deniz, Deniz diye bağırıyordun. Onur seni zorla asansöre bindirmeye çalışırken kolunu sıkmıştı.’’

‘’Sen bana hiç kızmamıştın.’’ dedim sevgi dolu bir sesle. ‘’Bana kızmak yerine Onur kolumu sıktığı için koluma bakmıştın.’’

‘’Bana doktorluk yap diye gelmedim. demiştin çok bilmiş bir sesle.’’ Başını iki yana salladı, gülüyordu. ‘’Koridorlarda adımı bağıran o güzel kız şimdi benim karım. Yüzüğümde onun adı yazıyor. Dünya her şeye rağmen çok güzel.’’

‘’Beraber olduğumuz için, yan yana olduğumuz için güzel. Bazen düşünüyorum da acaba yollarımız o zaman kesişmeseydi ne olurdu? Birbirimizi hiç tanımasaydık mesela? Daha sonra yine de tanışır mıydık?’’

Düşünür gibi dudaklarını kıvırdı. ‘’Şöyle olabilir miydi acaba? Okuldan mezun olurdun, Aladağ Holding’e girmek için iş başvurusunda bulunurdun. Ben seni alırdım.’’

Kahkaha attım. ‘’Klasik patron ve çalışan ilişkisi mi yani?’’ Başımı reddedercesine iki yana salladım. ‘’Çok klişe bu. Ayrıca Aladağ Holding’de işe girmek için can atan onlarca insan var. Sen onlarca kişi arasından beni bulacaktın da ben burada mimar olacaktım da biz birbirimize aşık olacaktık da. Ohooo.’’

‘’Senin tezin ne peki? Sence nasıl kesişirdi yollarımız? Bir noktada kesişmek zorunda çünkü. Kader bizi birbirimize yazmış, orası kesin.’’ dedi merakla.

Garson kahvelerimizi getirip masaya bıraktığında hala düşünüyordum. Deniz fincanını eline aldı, bir yudum içti, gözlerini kısarak bana baktı. “E hadi.” dedi. “Sıra sende. Biz hiç tanışmasaydık, yollarımız nasıl kesişirdi?”

Gülümsedim. Fincanımı avuçlarımın arasında ısıttım, sonra yavaşça döndürdüm. “Tamam.” dedim. “Dinle. Şimdi ben daha mezun olamamışım. Bir yandan ders çalışıyorum, bir yandan resim yapmaya devam ediyorum. O kadar güzel resimler yapıyorum ki herkes tarafından tanınıyorum. Sergi açmışım hatta. Sen de sergimi ziyarete gelmişsin. Yaptığım resimlere hayranlıkla bakıyorsun. Sonra diyorsun ki Kim bu muhteşem resimleri yapan o harika ressam?’’ Fincanımı masaya bıraktım.

Deniz memnun bir sesle devam etti. ‘’Sonra seninle tanışıyoruz ve ben ilk görüşte sana aşık oluyorum. Harika, bu hikâye çok daha gerçekçiymiş.”

“Değil mi?” dedim. “Ama gerçek hikâyemiz de fena değil.” Deniz elimi tuttu. “Gerçeği de alternatifi de. Hepsi seninle güzel.”

‘’Resim deyince.’’ dedi, bir süre sustu. ‘’Sen yeni bizi çiziyordun?’’ Sesi sorgular gibiydi. ‘’Tuval hala çalışma odasında duruyor. Acaba diyorum tamamlasan mı artık? Salondaki duvar hala boş duruyor.’’

‘’Aa sahi.’’ dedim. ‘’Ben onu hala yapmadım değil mi?’’

‘’Yapmadın. Bak eğer devam etmeyeceksen, üzerindeki örtüyü kaldırıp bakacağım. Haberin olsun.’’

Kahvemden bir yudum aldım. ‘’Sakın, sakın hayır. Bitirdikten sonra bakacaksın. Doğuma kadar bitireceğim. Gerçekten bak, bitireceğim.’’

‘’Doğuma daha dört ay var.’’ dedi gülerek. Telefonu çaldığında cebinden çıkardı, ekranı bana gösterdi. Uygar arıyordu. ‘’Efendim Uygar?’’ Hoparlörü açtı ve diğer insanların duyamayacağı şekilde sesi kıstı.

‘’Deniz, sana bir şey söyleyecektim ama çıkmışsınız.’’

Deniz kahvesinden bir yudum aldı ve tedirgin bir sesle sordu. ‘’Ne olur bak Uygar, gerçekten kötü bir şeyse hiç duymak istemiyorum.’’

‘’Yok oğlum, ne kötü haberi? Evleniyorum. Sonunda evleniyorum. Miray’la evleniyorum.’’ dedi Uygar büyük bir coşkuyla.

‘’Bir dakika bir dakika. Ne diyorsun Uygar sen?’’ dedim heyecanla. ‘’Miray bahsetmedi hiç?’’

‘’Bahsetmez, yani bahsedemez çünkü bilmiyor ki.’’ dedi daha da heyecanla. ‘’Ben Kenan abiyle ve Yeşim ablayla konuştum. İstemeye gideceğiz Miray’ı.’’

‘’Ee.’’ dedi Deniz kahkaha atarak. ‘’Ne zaman gideceğiz? Nasıl gideceğiz? Miray’a niye söylemiyorsun ayrıca? Miray’ı Miray’dan habersiz mi isteyeceksin?’’

‘’Olur mu oğlum saçmalama. Anlatacağım tabii ki Miray’a da. Selay’a da anlattım. Birkaç gün kliniğe gitmeyecek.’’

‘’Tamam da.’’ dedim sözünü keserek. ‘’Ne zaman gideceğiz Uygar? Söyle de işlerimizi ona göre ayarlayalım.’’

‘’Yanii bizim şu proje birkaç güne hallolur. Hafta sonu gitsek diyorum. Olur mu? Hatta Cuma günü?’’ Kısa bir nefes aldı. ‘’Deniz?’’

‘’Oğlum neyi soruyorsun, gideriz tabii. Aslanlar gibi gider, kızımızı ister, alır geliriz. Sonra da başlasın düğün hazırlıkları.’’ dedi Deniz gülerek.

‘’Koçum benim be. Koçum.’’ dedi Uygar. ‘’Hafta sonuna kadar Gebze projesindeki tüm protokolleri halledeceğim. Sen hiç dert etme.’’

‘’Etmiyorum Uygar, iş bu hallolur. Şirkette bir sürü insan var, halleder onlar.’’ dedi Deniz. ‘’Bir kere de halleden değil, işi halledilen kişi ol.’’

‘’Eyvallah.’’ diyerek güldü Uygar. ‘’Ben kapatıyorum. Güzel sevgilimin yanına gitmem gerek.’’

‘’Selam söyle bizden.’’ dedim gülerek.

‘’Şaşkın herif.’’ dedi Deniz, telefonu kapattı, bana döndü. ‘’Kahven bitti mi karıcım?’’

‘’Bitti yakışıklı kocacım. Hadi kalkalım, evimize gidelim ve Ülkü abla bize ne yaptıysa afiyetle yiyelim.’’

Deniz ayağa kalktı, elimi tutup kalkmama yardımcı oldu, kulağıma ‘’Ben, seni yiyeceğim.’’ diye fısıldadı.

‘’Çok ayıp.’’ dedim. Cüzdanımdan bir miktar para çıkarttım. Yavaş yavaş kasaya doğru ilerledik.

Deniz kolunu belime sarıp beni kendine iyice yapıştırdı, saçlarımın arasına burnunu daldırdı. ‘’Yok yok, değil.’’ dedi. ‘’Ayıp olan başka şeyler biliyorum ben.’’

‘’Sen var ya çok edepsiz bir şey oldun. Bir şey oldu sana, ayarların bozuldu.’’

‘’Ayarlarsın sevgilim sen de o zaman.’’ dedi, başımı öptü.

Bir şey söylemeden gülümsemekle yetindim, hesabı ödedim. Deniz’e artık üç kahve borcum kalmıştı.

***

28 Eylül, Çarşamba

Kot ceketimi giyerken bir yandan da boy aynasından kendimi izliyordum. Deniz ise hemen arkamda kravatını bağlamakla meşguldü. ‘’Sevgilim, eğer yokluğum sıkıntı yaratacaksa kütüphaneden sonra şirkete gelebilirim.’’

‘’Departmandakiler halleder güzelim. Bir sorun olursa da ben ilgilenirim. Sen keyfine bak.’’ Arkama geldi, kollarını bana sardı ve boynumu öptü. Ardından aynadaki yansımamızdan beni izlemeye başladı. Siyah bir kot pantolon, üzerine kemik rengi bir bluz ve siyah kot ceket giymiştim. Saçlarımı da sabah duştan sonra Deniz örmüştü. Ucuna bağladığı sarı tokayı elimin içine aldım.

‘’Bu tokayı Su’ya da takacağım.’’ dedim gülerek.

‘’O kadar merak ediyorum ki, acaba kime benzeyecekler? Bana kalsa ikisi de sana benzesin.’’

Boğazımdan minik bir kıkırtı çıktı. ‘’Çocukları tek başıma yapmadım.’’ Daha da güldüm. ‘’Senin genlerin de var.’’

‘’Ona bakarsan.’’ dedi, kısa bir nefes aldı. ‘’Ailelerimizden de alacakları genler olacak. Halaları gibi sarışın ve ela gözlü, amcaları gibi esmer ve ela gözlü, dayıları gibi beyaz tenli ve mavi gözlü, teyzeleri gibi sarışın ve mavi gözlü olabilirler. Bir sürü seçenek var.’’

‘’Oğlan dayıya, kız halaya çeker. derler.’’ dedim, ellerimi Deniz’in ellerinin üzerine koydum. ‘’Genlerimizin de maşallahı varmış, her türden var.’’

Deniz kahkaha atarken cebinden telefonunu çıkardı, kamerasını açtı. ‘’Ayna pozu, hadi bakalım.’’ Gülümsedim, aynadaki yansımamıza baktım, Deniz deklanşöre bastığında binlerce fotoğrafımıza bir yenisi daha eklenmişti.

‘’Hadi çıkalım mı artık?’’ dedim ona doğru dönerek, dudaklarına minicik bir öpücük bıraktım.

‘’Kütüphaneni özledin değil mi?’’ dedi, Sen yok musun sen? der gibi.

‘’Hem de çok!’’ dedim heyecanla. ‘’Hiç gidemedim ki açılıştan sonra. İlgilenen kişiyle bile tanışmadım daha. Kimse gelip ders çalışıyor mu, kitap okuyan var mı, yeni kitaplar almamız gerekiyor mu. Ohoo bir sürü şey var.’’

‘’Sen o zaman bir an önce git sevgilim. Maazallah, es kaza kütüphane başıboş kalır falan. Yazık, olmaz öyle.’’ dedi gülerek.

Kolunu çimdirdim çünkü benimle dalga geçiyordu. ‘’Ne olmuş yani yokluğumda kütüphanenin başıboş kaldığını düşündüysem?’’ diye carladım sitemle. ‘’İlgilenilsin istiyorum, orası benim için çok önemli.’’

‘’Benim için de öyle.’’ dedi, elinin tersiyle yanağımı sevdi. ‘’Öyle olmasa birini bulup da oraya almazdım.’’

Kısa bir nefes verdim, omuz kıstım. ‘’Peki, affettim. O yüzden vakit kaybetmeden gideyim ben.’’

Deniz kolunu belime sardı, beni yatak odasına doğru yürüttü. ‘’Gidelim sevgilim.’’ dedi, makyaj aynasının önünden geçerken bir saniyeliğine durdu. Ne oldu? dercesine baktığımda masanın üzerindeki resepsiyon ziline bastı. Beni öpmek istiyordu.

Kıkırdadım, uzanıp yüzünü ellerinin arasına aldım ve onu kısa bir süre öptüm. ‘’Bunu sadece bir kez kullanmıştın, bu iki oldu.’’ dedim kaşlarımı kaldırıp. ‘’Daha sık kullanmalısın.’’

Deniz karnımın izin verdiği kadarıyla bedenimi bedenine yapıştırdı ve ellerini bel boşluğuma yerleştirdi. ‘’Bak sen.’’ dedi mırıltılı bir sesle. Dudakları boynumda dolanıyordu. ‘’Neden?’’

‘’O güne gittim. Ve bu o kadar iyi hissettirdi ki.’’ Derin bir nefes verdim. ‘’Bana demiştin ki.’’ Yutkundum, Deniz nefesimi kesmeye niyetlenmiş gibiydi.

‘’Ne demiştim?’’ diye kısık bir sesle mırıldandı, hala boynumda keşif yapıyordu.

‘’Çok güzel kokuyorsun. Hani bana demiştin ya ferah, huzurlu bir deniz gibi kokuyorsun diye. Sen hiçbir tanımlamayla açıklanamayacak kadar güzel kokuyorsun. Böyle gül gibi. Tertemiz, taze. demiştin. Sen şimdi zile basınca, o ana gittim ben.’’

‘’Doğru demişim.’’ dedi. Yüzünü boynumdan çekti, yanaklarıma ellerini koydu. ‘’Gül kokulu sevgilim.’’ Burnumun ucunu öptü.

Kendimi toparladım ve bedenimi geriye çektim. ‘’Gidelim. Gidelim yoksa vazgeçeceğim.’’

Deniz başını geriye atarak güldü ve beni kapıya doğru yürütüp odamızdan çıkardı. Merdivenlere yönelmeden önce, sanki dün akşamdan bu yana değişmiş gibi çocuklarımızın odasına baktım.

‘’Emin misin tek gitmek istediğine?’’ dedi Deniz merdivenlerden inerken. ‘’Çocuklardan biri gelseydi seninle. Eser, Tolga, Hakan?’’

‘’Kendim giderim kocacım. Biliyorsun, peşimde birilerinin olmasını sevmiyorum.’’ Biraz düşündüm, çünkü Deniz Sarp’ı öne sürecekti. ‘’Sarp peşimde değil yanımdaydı. Ayrıca o arkadaşımdı.’’

‘’Peki güzelim. Sen nasıl istersen öyle olsun.’’ dediğinde çoktan aşağı inmiştik.

‘’Akşam ne yemek istersiniz?’’ diye mutfaktan bağırdı Ülkü abla.

‘’Bu akşam Ada’nın babasında yiyeceğiz biz Ülkü abla.’’ dedi Deniz. ‘’Sen bugün erken çıkabilirsin.’’

‘’Aa öyle mi?’’ dedi Ülkü abla çatal, kaşık seslerine karışan sesiyle. ‘’Tamam çocuğum, yarın sabah görüşürüz o zaman.’’

Aynı anda ‘’Görüşürüz.’’ diyerek Ülkü ablayı yanıtladık, evden çıktık. Kütüphane yolculuğum nihayet başlamıştı.

***

Bin bir emek verdiğim kütüphaneye ayak bastığımda burnuma dolan kahve kokusu beni mest etmeye yetmişti. Kütüphane insan kaynıyordu ve tam da tahmin ettiğim gibi sıcacık bir ortam vardı.

İçeriye doğru ilerledim. Bir köşede kulaklık takmış bir öğrenci not alıyor, diğer köşede iki kız fısıldaşarak bir romana bakıyor, pencere kenarında ise yaşlı bir amca gazeteye okuyordu.

Gözlerim rafları tararken içimden İşte burası benim. dedim. Parmak uçlarım raflardaki kitap sırtlarında gezindi. Küçük Prensin eski baskısı, Sefillerin ciltli hali, 1984ün köşesi kıvrılmış bir kopyası. Her birine dokundum, bazılarını hafifçe çektim, kokladım. Burayı Toprak ve Su da sevecekti. Her çocuk anne ve babasının tanışmasına vesile olan bir yeri severdi.

Bir süre öylece dolaştım. Genç bir çocuk bilimkurgu rafının önünde durmuş, Duneu eline almış, arka kapağı okuyordu. Bir başka masada üniversiteli bir grup fısıldaşarak tez çalışıyordu. Kütüphanem gerçekten yaşıyordu.

Tam Keşke biraz daha sık gelseydim. diye iç geçirirken, arkamdan yumuşak bir ses geldi. “Ada Hanım?”

Döndüm. Karşımda uzun siyah saçları omzuna dökülmüş, gözlerinde sıcak bir tebessüm olan bir kız duruyordu. Üzerinde krem rengi bir kazak, koyu yeşil bir etek ve elinde bir defter vardı.

“Evet, benim.” dedim gülümseyerek. “Siz?”

“Nurşah.” dedi, elini uzattı. “Deniz Bey’in aldığı kütüphaneci. Yani buranın sorumlusu. Sizin yerinize bakıyorum.” El sıkıştık.

“Vay be.” dedim, gözlerim heyecanla açılmıştı. “Demek sen o Nurşah’sın! Deniz bahsetmişti ama tanışmak başka.”

Nurşah gülümsedi, yanakları hafifçe kızardı. “Deniz Bey çok övdü sizi. Ada gelirse şaşırmayın, burası onun bebeği gibi. dedi. Haklıymış.” Bir an durdu, sonra ekledi. “İçeri girer girmez raflara dokunmaya başladınız. Sanki kitaplar sizi tanıyormuş gibi.”

Güldüm. “Onlar beni tanıyor, evet. Ben de onları.” Birlikte rafların arasında yürümeye başladık.

Nurşah elindeki defteri açtı. “Bakın, yeni sistem kurdum. Her rafın sonunda QR kod var, telefonla tarayınca o raftaki kitapların özeti, yazarı, hatta okuyanların yorumları çıkıyor. Öğrenciler bayılıyor.”

Bir QR kodu taradım. Telefonumda Körlük’ün özeti belirdi. “Harika olmuş bu!” dedim hayranlıkla.

“Bir de Ayın Kitabı köşesi yaptım.” dedi, beni pencere kenarına götürdü. “Her ay bir klasik, bir de güncel kitap seçiyorum. Okuyanlar not bırakıyor, ben de onları camın arkasına asıyorum.”

Camın arkasında minik kâğıtlar vardı.

Bu kitap beni ağlattı ama iyi ki okudum.

Raoul’u çok sevdim, keşke gerçek olsaydı.

Elisa gibi bir kadın olmak istiyorum.

Gözlerim doldu. “Nurşah bu mükemmel.”

O da gülümsedi, sonra utangaç bir şekilde ekledi. “Aslında biraz korktum. Ada Hanım beğenmezse? diye düşündüm.’’

‘’Boşuna evham yapmışsın, çok güzel olmuş burası, eline sağlık.’’

‘’Rica ederim Ada Hanım. Burayı siz var ettiniz. Ben sadece biraz süsledim.”

Elimi omzuna koydum. “Süslemek ne kelime. Can vermişsin resmen.”

Nurşah minnetle gülümsedi. “Filtre kahve?” diye sordu.

“Evet, lütfen’’ dedim, Nurşah kahve köşesindeki kahve makinesinden kahvemi doldururken devam ettim. “Alışabildin mi peki buraya?’’

Nurşah başını salladı. ‘’Hı hı. Zaten ben çok seviyorum kitapları. Yeni alınanları raflara dizmeyi, okuyucuların getirdiklerini yerlerine yerleştirmeyi, sayfaları çevirmeyi. Hepsini çok seviyorum.’’

‘’Güzel, zaten sevmeyen yapamaz ki. Ayrı bir ruh lazım bunun için.’’ Gözlerimle boş kalan bir köşeyi işaret ettim. ‘’Şuraya birkaç iç mekan çiçeği koysak hiç fena olmaz.’’

‘’Harika olur Ada Hanım. Ben müsait olduğum ilk vakitte bakarım bir şeyler.’’

‘’Teşekkürler.’’ diyerek boş bir masaya ilerledim. ‘’Şimdi ben biraz çalışayım. Kütüphane için farklı fikirlerim var da.’’

‘’Tabii Ada Hanım. Bir şey isterseniz seslenin lütfen.’’

‘’Sağ ol Nurşah.’’ diyerek masaya geçtim, tabletimi açtım. Aslında kütüphanede eksik hiçbir şey yoktu. Her şey kusursuzdu ama ben insanları okumaya daha çok teşvik etmek için bir şeyler daha yapmak istiyordum. Mesela yazarları davet edip imza günü yapmak gibi.

Her ay bir yazarı davet ederek okuyucularıyla buluşturmak, sohbet etmelerini ve fikir alışverişinde bulunmalarını sağlamak istiyordum. Bunun için olumlu dönüş yapmalarını dileyerek birkaç yazara mail attım.

İyileştirme ve geliştirme fikirlerim arasında kitap çekilişi yapmak da vardı. Her hafta bir çekiliş yaparak bir okuyucuya kitap hediye etmek istiyordum. Tabii bu, bir kere kazananın bir kez daha katılmama şartının olduğu bir çekiliş olacaktı.

Tabletime gömülmüşken Nurşah masama içinde kurabiye olan bir tabak bıraktı ve beni rahatsız etmeden işinin başına döndü.

***

Raflar arasında gezindiğim, kitapları incelediğim, yeni fikirlerimi faaliyete geçirmeyi planladığım saatleri geride bırakmıştık. Çıkma vaktim yaklaşmıştı, birazdan Deniz burada olurdu. Mailime dönüş yapan yazarlara gerekli detayları konuşmak üzere telefon numaramı attım, tabletimi kapattım ve boynumu sağa sola yatırdım. Kemiklerim birbirine girmiş gibi hissederken bir anda iki elin omuzlarımı sarmasıyla başımı geriye attım. Deniz gelmişti ve boynuma, omuzlarıma masaj yapıyordu. ‘’Benim güzeller güzelim çok mu yoruldu?’’ dedi, eğilip bir yanağımı öptü.

‘’Hoş geldin sevgilim.’’ diyerek başımı başına doğru yasladım. ‘’Evet, biraz yoruldum sanırım.’’ Kol saatime baktım. ‘’Erken gelmişsin.’’

‘’Çok acıktım.’’ dedi, kalkmama yardım etti. Ben kapıya doğru döndüğümde Deniz görüş açımı kapattı, arkasına döndü, önündeki masadan bir şey aldı ve tekrar bana döndü. ‘’Bunlar senin için.’’

Kocaman sırıtarak bana uzattığı gül buketini aldım. Bana bembeyaz güllerden yapılmış, kocaman bir gül buketi almıştı. ‘’Deniiiiz.’’ dedim yüzümdeki kocaman gülümsemeyle. Güllerimi kokladım. ‘’Bunlar çok güzel.’’ Deniz’e sarıldım.

‘’Bugün gül koktuğunu bana hatırlatınca, sana gül almak istedim.’’ dedi gülümseyen bir sesle.

Sarılmamı sonlandırıp burnunu burnumla sevdim. ‘’Seni çok seviyorum.’’

‘’Ben seni daha çok seviyorum.’’ Etrafına baktı, çekingen bir ifadeyle devam etti. ‘’Öperdim ama etik değil, arabada artık. Neyse.’’

Sandalyeye astığım ceketi kolumla göğsüm arasında tuttum, çantamı omzuma attım, buketime sarıldım ve Deniz’in koluna girdim. ‘’O zaman gidelim, hem ben babamı özledim.’’

‘’Gidelim sevgilim.’’ dedi, beni kapıya yönlendirdi. ‘’Bütün ailen seni bekliyor.’’

***

Babamın evi tam bir şenlik yeriydi. Dedem babaannemle eskilerden konuşuyor, halam babamla masayı hazırlıyor, Oya ve Oğuz ise Savaş’la şakalaşıyordu. Ben de Deniz’in halamın eşiyle ettiği sohbeti dinliyordum.

Sinan enişte bardağını masaya koyup geriye yaslandı. “Deniz, bu yaz Bursa’da yine yangın çıktı, içimiz gitti. Uludağ’ın dibinde iki bin dönüm kül oldu. Adamlar hâlâ sigara izmariti diyor ama yıldırım da vuruyor, sabotaj da oluyor.”

Deniz başını salladı, çayından bir yudum aldı. “Duyduk Sinan abi, dronelar devreye girmişti değil mi? Biz otellerimizde güvenlik sistemi kurarken aynı teknolojiyi kullanıyoruz. Yangın daha çıkmadan haber veriyor. Sensörler rüzgârı ve nemi ölçüyor.”

Sinan enişte gözlerini açtı. “Öyle mi? Çok güzel bir çalışma.’’

Deniz başını salladı. “Bursa’daki otelimizin çatısına güneş paneli koyduk, elektrik faturasını yarıya indirdi. Kalanını da Bursa’daki fidanlıklara karbon kredisi diye aktarıyoruz. Sizinkilerle bir iş yapabiliriz aslında.’’

‘’Neden olmasın?’’ dedi eniştem. ‘’Ben bunu heyetle görüşeyim. Oylamaya sunayım. Kabul göreceğine eminim.’’

Halam tabaklarla geldi. “Yine iş, yine iş! Bırakın ormanı da karnımız doysun!”

Eniştem halama göz kırptı. “Bir dakika hayatım, bu adamın fikri Bursa’nın yarısını kurtarır.”

Deniz bana bakıp sırıttı, sonra halama döndü. ‘’Eşin çok kutsal bir meslek yapıyor halacım. Bursa Orman İşleri Genel Müdürü olmak kolay değil. Yardımcı olmak istedim sadece.’’

Herkes güldüğünde babaannem bizi masaya davet etmişti. Sandalyelerimize yerleşirken dedem, babaannemin koluna girip yavaş yavaş yürüdü. “Nuraycım, şu sandalyeyi çek de şu yaşlı kemiklerim rahat etsin.” dedi göz kırparak.

Babaannem gülerek başköşedeki sandalyeyi çekti. “Aman Bey, sen hâlâ yirmilik delikanlısın, otur bakalım şuraya.”

Dedem başköşedeki yerini alırken babaannem de diğer başköşeye geçmişti. Halam, eniştem, Oya ve Oğuz masanın bir kenarına geçerken biz, Deniz ve Savaş’la diğer kenara geçmiştik. Babamın ne zaman on iki kişilik yemek masası aldığını bilmiyordum ama iyi ki almıştı.

Gözlerimi masanın üzerinde gezdirdim. Yemeklerin kokusu bile karnımın guruldamasına yetmişti. Sanki Toprak ve Su Hadi anne doyur bizi. diyerek karnımı tekmeliyormuş gibi hissediyordum.

Masada yok yoktu. Koca bir tabak dolusu zeytinyağlı yaprak sarma, fırında tavuk, kısır, yoğurtlu semizotu, mercimek köftesi, zeytinyağlı enginar ve pilav… Tüm bunları tabii ki babam değil babaannem ve halam yapmıştı çünkü onlar sırf bizi ağırlamak için daha sabahtan İstanbul’a gelmişlerdi.

Babam servis için tabakları toplarken halam çatalını Oya ve Oğuz’a doğru salladı. ‘’Hadi bakalım, o iştahlar açılacak. İkiniz de süzüldünüz çocuğum. Biraz yemek yiyin.’’

‘’Anneanne, senin sarmaların mı bunlar?’’ dedi Oya servis tabağındaki tabaktan bir sarma alıp tam da halamın istediği bir iştahla ağzına atarken.

‘’Benim tabii ya.’’ dedi babaannem. ‘’Hadi öyle sadece sarma yemekle sıyrılamazsınız. Sabahtan beri annenizle mutfaktan çıkamadık, diğer şeylerden de alın bakalım tabaklarınıza. Hadi, hadi.’’ Halam fırında tavuk, pilav ve enginar koyduğu tabağımı bana uzatırken babaannem bana doğru döndü. ‘’Ada, kuzum sen de iyice doyur karnını. Üç can taşıyorsun sen.’’

‘’Yerim babaannem benim.’’ dedim, babaanneme öpücük attım. ‘’Ellerinize sağlık, her şey çok lezzetli görünüyor.’’

‘’Afiyet olsun kuzum benim.’’ dedi halam.

Tabağımı alır almaz sanki hayatımda hiç yemek görmemiş gibi yemeye başladım. Her şey nasıl bu kadar lezzetli olabilirdi ki? Tamam, Ülkü abla da çok güzel yemekler yapıyordu ama babaanne yemeği bir başkaydı.

‘’Ee.’’ dedi Deniz, Oya ve Oğuz’a bakarken. ‘’Sizin nasıl gidiyor, işler nasıl?’’

‘’Nasıl olsun?’’ dedi Oya sıkıntıyla. Bursa’da önemli bir sigorta şirketinde müdür yardımcılığı yapıyordu ve duruma bakılırsa bu ara sıkıntılı günler geçiriyordu. ‘’Bütün gün poliçe kontrol ediyorum. Gözlerim kör olacak yakında. Araba sigortası, ev sigortası, hayat sigortası derken.’’ dedi Oğuz’a döndü. ‘’Şimdi de Oğuz’un çalıştığı şirketin ihraç ettiği ürünlerin sigortalarıyla uğraşıyoruz.’’

‘’Kızım sayemizde fena kar yaptınız.’’ dedi Oğuz. O da özel bir şirkette ithalat ve ihracat müdürü olmuştu. Yurtdışına tekstil ürünleri ihraç ediyorlardı ve bildiğim kadarıyla Türkiye’nin en iyi firmalarından biriydi. Geçtiğimiz yaz yılın ihracat ödülünü bile almışlardı ve bu kesinlikle Oğuz sayesinde olmuştu.

‘’Evde seninle uğraştığım yetmiyormuş gibi iş hayatımda da varsın Oğuz, vallahi bıktım senden.’’ diye söylendi Oya.

‘’Didişmeyin çocuklar.’’ dedi eniştem.

‘’Kızım sen de madem kardeşinden memnun değilsin, kendi yuvanı kur. Kendi evinde kendi düzeninde yaşa mis gibi.’’ dedi babaannem.

‘’Aman anneanne.’’ dedi Oya. ‘’Yağmurdan kaçarken doluya tutulurum ben kesin. Bu devirde adam mı var Allah aşkına?’’ Bana döndü. ‘’Herkes senin gibi şanslı değil Adacım.’’

‘’Estağfurullah.’’ diyerek güldü Deniz.

‘’Sen geçen gün, biri bana çiçek gönderdi demiyor muydun?’’ diye araya girdi Oğuz.

Oya kaş göz yaparak babasını gösterdi, ağzındakileri öksüre öksüre yutkundu. ‘’Ne çiçeği Oğuzcum?’’ dedi tehditkar bir sesle. ‘’Başkasıyla karıştırdın herhalde sen?’’

Oğuz ‘’Ah.’’ diye inleyip aşağı doğru eğildi. Kuvvetle muhtemel, Oya Oğuz’a tekme atmıştı.

Eniştem merakla bakarken halam hemen araya girdi ve konuyu değiştirdi. ‘’Sen ne yapıyorsun maviş oğlanım?’’ dedi Savaş’a bakarken. ‘’Toparladın değil mi iyice? Sağlığın sıhhatin nasıl? Var mı yapabileceğimiz bir şey?’’

Savaş peçeteyle ağzının kenarını sildi. ‘’Çok şükür halacım. Atlattık, geçti gitti.’’

‘’Allah bir daha göstermesin.’’ dedi dedem. ‘’Allah ölümün de sıralısını versin. Benden önce kimse ölmeyecek bu masada, anlaştık mı?’’

‘’Aman baba, ne saçmalıyorsun sen?’’ dedi halam.

‘’Baba, o nasıl söz Allah aşkına?’’ dedi babam.

‘’Bey, ağzından çıkanı kulağın duysun.’’ dedi babaannem.

‘’Dede.’’ dedik Savaş, Oya ve Oğuz’la aynı anda. ‘’Allah korusun, deme öyle şeyler.’’ diye devam etti Oya.

‘’Yıllardır şu saadeti yaşamayı istedim.’’ dedi dedem yaşlı gözlerle. ‘’Çocuklarım burada, torunlarım burada. Tabii keşke Güneş’im de burada olsaydı ama kısmet işte.’’

‘’Çok fazla duygusala bağladık, olmaz böyle. Ada etkileniyor.’’ dedi Savaş. ‘’Tatlılara mı geçsek?’’

‘’Ben daha doymadım ki.’’ dedim ve tabağıma mercimek köftesi doldurdum. ‘’Sonra yeriz tatlıları. Olmaz mı?’’ Bir köfteyi ısırdım, gözlerimi herkesin üzerinde gezdirdim. ‘’Olur bence.’’

Herkes gülerken masadaki kasvetli hava da dağılmıştı. ‘’Olur sonra yeriz kuzum.’’ dedi babaannem.

‘’Bebeklerine kan olsun, can olsun güzelim benim.’’ dedi halam. ‘’İstediğin kadar ye.’’

Oya şakacı bir dille konuya müdahalede bulundu. ‘’Ben ofiste öğle yemeklerini bile boş geçiyorum ama sen maşallah ziyafet çekiyorsun kuzen.’’

‘’Hamilelik kontenjanından yararlanıyorum Oyacım.’’ dedim, bir yudum ayran içtim.

Savaş ağzındaki lokmayı yutmadan araya girdi. “Kardeşim, Ada hamile hamile! Uğraşmayın benim kardeşimle. İkizler var içinde, hatırlatırım.’’

Oya çatalını havada salladı. “Ada sigorta şirketinde prim diye bir şey var, seninkine bebek primi mi desek?”

Oğuz kahkahayı bastı. “Yok yok, ikiz primi! İki tane olunca porsiyon da ikiye katlanıyor.”

Elimi karnıma koyup gülümsedim. “Ne yapayım, bebekler aç. İkisi birden emrediyor. Anne, köfte! diyorlar.”

Babam başını salladı, Deniz’e göz kırptı. ‘’Galiba torunlarımın ilk kelimesi köfte olacak!”

Deniz elimi tutup sıktı, sesi yumuşacıktı. “Köfte de olsa, sarma da olsa benim için en önemlisi Ada’nın mutlu olması.” Sonra masaya dönüp sırıttı. “Ama Oya, sigorta poliçesini şimdiden hazırla. İkizler doğduğunda evi ateşe verirlerse diye!”

Masada kahkahalar yükseldi. Tabağıma iki yaprak sarma daha aldım, içimden bebeklerimle konuştum. Evet, köfte de yiyeceğiz... Ama önce biraz daha sarma.

Oya bir mercimek köftesini ısırdı ve bayıla bayıla çiğneyerek annesine baktı. ‘’Anne, sen bu köfteyi yaparken büyü mü kattın içine, ne yaptın? Niye bu kadar lezzetli bu?’’

Halam kaşlarını kaldırdı. “Büyü mü? Kızım, benim mutfağımda büyü yok, sadece aşk var.”

Oğuz kahkaha attı. “Aşk mı? Anne, sen dün akşam Bu tencereyi kim çizdi? diye babama bağırıyordun. Aşkın çizik tencereye mi döndü?”

‘’Sus bakalım sen, çok bilme.’’ dedi halam. Ama o da gülüyordu, bana döndü. ‘’Kızım, tatlılara geçelim mi?’’

‘’Geçelim.’’ dedim.

‘’Ben çaylarla beraber servis hazırlayayım madem.’’ dedi halam. Oya, Oğuz ve Savaş masayı toplamaya giriştiğinde Deniz sandalyemden kalkmama yardım etti, beni koltuklara doğru yürüttü. Elimi karnıma koydum ve bebeklerime fısıldadım. Bakın size ne güzel bir dünya hazırlıyoruz. Dedeniz, büyük dedeniz, büyük babaanneniz, büyük halanız. Hepiniz burada ve hepsi sizi bekliyor.

***

Eve gelir gelmez üzerimizi değiştirip kendimizi yatağa atmıştık. Başımı Deniz’in göğsüne koymuş, bir bacağımı onun bacağının üzerine atmıştım. Deniz burnunu saçlarımın arasında gezdirdi. Bir şey söyleyecekmiş de söylemeye çekiniyormuş gibi kıpırdanıp duruyordu. ‘’Sevgilim.’’ dedi sonunda. Ağzımın ucuyla mırıldandım. ‘’Sen.’’ Yutkundu. ‘’İlk hamileliğinde.’’ Bu sefer ben de yutkunmuştum. ‘’Pantolonun sana olmuyor diye üzülüyordun, spor yapmaya kalkmıştın hatta.’’

‘’Evet.’’ dedim onun aksine neşeli tutmaya çalıştığım bir sesle.

‘’Ama şimdi önemsemiyorsun. Ne kadar yemek istiyorsan o kadar yiyorsun.’’ Bu sefer onun da sesine biraz neşe bulaşmıştı.

‘’Bu sefer takmıyorum.’’ dedim. ‘’Gelişine yaşıyorum. Hiç korkum yok. Batıl inançları bile saldım. Gerçi ben zaten inanmıyordum.’’ Batıl şeylere inanmasam da başımıza çok kötü şeyler gelmişti. Mesela Deniz düğünden önce beni gelinlikle görmüştü ve düğünümüz kan gölüne dönmüştü. Saçlarımı kestirmiştim ve bebeğimiz ölmüştü. Tabii bunlar tamamen acı tesadüflerdi ama ben yine de tedbiri elden bırakmak istemiyordum. Saçlarımın bakımı geldiği halde kuaföre gitmemek gibi. ‘’Mesela sen.’’ dedim. ‘’İlk bebeğimizin kız olmasını istiyordun. Ama şimdi ilk bebeğimizin kaderini yaşamasın diye kızımıza değil oğlumuza Toprak adını koymak istiyorsun. Yanlış mıyım?’’

‘’Tamamen doğru.’’ dedi Deniz başını sallaya sallaya. ‘’Sen nasıl anladın bunu?’’

‘’Anlarım ben.’’ dedim gururla. ‘’Ama bunu yaparken bir şeyi unutuyorsun.’’ Kısa bir süre sustum, Deniz cevap vermeyince devam ettim. ‘’Ben ilk bebeğimizin erkek olmasını istiyordum, adı Toprak olacaktı. Şimdi hamileyim ve oğlumuzun adını Toprak koymaya karar verdik.’’

‘’Doğru diyorsun.’’ dedi huzursuz bir sesle. ‘’Değiştirsek mi adını?’’

‘’Sevgilim.’’ dedim. ‘’Çocuklarımız geçmişin bedelini ödemeyecek, çocuklarımız kaybettiğimiz çocuğumuzun kaderini yaşamayacak. Biz yepyeni bir sayfa açtık. Biz bir milat oluşturduk. İnan bana kötü bir şey olmayacak. Yani uzun lafın kısası, batıl düşüncelerden uzak dur. Kötüyü düşünmek kötüyü çağırır. Güzeli düşün.’’

‘’Ben hep güzeli düşünüyorum.’’ dedi saçlarımı öperek. ‘’Sen o yüzden mi hep yanımdasın?’’

Kıkırdadım. ‘’Bana güzel demenin kaçıncı yoluydu bu?’’

‘’Üç.’’ dedi fısıltıyla. Deniz üç sayısına kesinlikle bayılıyordu.

‘’Peki.’’ dedim mırıltıyla gülerken. ‘’Yarın Roma’yı Selay’a götüreceğim. Artık kısırlaşması gerekiyor. Hem Çınar için bir şeyler de alırım.’’

‘’Bu sefer yalnız gitme.’’ dedi sarılışını güçlendirirken. ‘’Sarp artık yakın koruman değil, onu al derdim de.’’ Kısa bir es verdi. ‘’Eser’le gidersin.’’

‘’Olur sevgilim.’’ dedim. ‘’Hadi uyuyalım mı?’’ Esnedim. ‘’Uykum geldi çok.’’

‘’Uyuyalım güzelim.’’ dedi, gece lambasını kapatıp saçlarımı son bir kez öptü.

29 Eylül, Perşembe

Deniz, holdingin güvenlik sistemlerindeki o korkunç açık yüzünden bütün gününü Sarp'la beraber kapalı kapılar ardında geçirecekti. Bense dün Selay’dan aldığım randevu üzerine Roma’yı kısırlaştırmaya gidecektim. Tabii bunu yaparken elim boş gitmek istemiyordum. Bu yüzden, Eser’le beraber soluğu Bağdat Caddesi’nde almıştım.

Arabanın kapısını açıp, sonbaharın ılık havasına doğru adımımı attım. Hava, ağaçların yapraklarını hafifçe sarsıyor, güneşin ışığı sarı-turuncu tonlarda caddenin üzerindeki kalabalığa süzülüyordu. Caddenin üzerindeki telaşsız, keyifli insan akışı bana iyi gelmişti.

Eser omuzlarını dikleştirmiş, tam bir profesyonel gibi beni takip ediyordu ama dikkatli bakınca onun da aklının nerede olduğunu görebiliyordum. Bir yandan etrafı kolaçan ediyor, diğer yandan elindeki telefonla Beyza ile mesajlaşıyordu.

“Eser.” dedim, yüzümde muzip bir gülümsemeyle. “Beyza’yı ne zaman yemeğe davet edeceksin?”

Eser’in yanakları anında kızardı. “Yenge… Lütfen ya. Daha yeni alışıyoruz birbirimize.” diye homurdandı. Ama omuzlarının gevşekliği ve gözlerindeki ışıltı, Beyza’yı aklından bir an bile çıkarmadığını ele veriyordu. O an Ben bu çöpçatanlık huyumdan ne zaman vazgeçeceğim? diye düşündüm. Muhtemelen asla olmayacaktı.

‘’Hah, bak burada bir mağaza var.’’ dedi Eser beni bir mağazaya yönlendirirken. Mağaza cadde üzerindeki zarif, eski İstanbul apartmanlarından birinin zemin katına gizlenmişti. Kapısındaki Minik Mucizeler yazan pirinç tabela, mağazanın içeriği hakkında çok şey anlatıyordu.

İçeriye girdiğimizde dışarıdaki sokak gürültüsü sihirli bir şekilde kesildi. Burası adının hakkını veriyordu. Duvarlar fildişi rengi, zemin ise mat, açık gri parkeydi. Tavanı yüksek, içerisi bol ışıklıydı ve her köşesi kremlerin, bejlerin, pastel pembe ve mavilerin yumuşacık tonlarıyla bezenmişti.

Gözüm direkt olarak bir köşeye yerleştirilmiş mavi ana kucağına takıldı. "Aman Allah'ım, Eser! Şu ana kucağına bak. Selay buna bayılır."

‘’Öyle yenge.’’ dedi Eser mağazada göz gezdirirken. Ardından görevliye ana kucağını işaret etti. ‘’Kardeşim, şundan alacağız. Gerekeni yaparsın, sana zahmet.’’ Görevli başını salladı. Hemen ardından cibinliklere yöneldim. Beyaz bir tane alıp görevliye verdim.

Bundan sonraki rotam uyku setleri ve tulumlardı. Pamuklu, organik, üzerinde su yeşili ay ve yıldız işlemeleri olan bir uyku seti aldım. İçimi en çok ısıtan kısım tulumlardı. Bir tane krem rengi kadife tulum, bir tane mavi örgü tulum, bir tane de pamuklu, kahverengi ayı figürleri olan tulum aldım, onları da görevliye verdim. Son olarak oyun havuzu da aldım ve paketleri Eser’e vererek mağazadan çıktım.

“Şimdi sıra Roma’da.” diye fısıldadım Eser’e. “Hadi gidelim de o çapkın artık evde uslu bir kedi olsun.”

Yeni bir görev ve yeni bir telaşla hayatımız bir denge bulmuştu ve ben bu dengeyi çok seviyordum.

30 Eylül, Cuma

‘’Hadi sevgilim, çıkalım.’’ dedi Deniz merdivenlerden seslenirken. ‘’Savaş, Ece ve Eren’i almış, havaalanına yola çıkmış. Sarp ve Eser de yolda. Bir biz kaldık.’’

‘’Geliyorum sevgilim.’’ dedim. Aynadaki yansımam, her gün biraz daha büyüyen ve içinde iki hayat taşıyan bir kadının ışıltısıyla parlıyordu. Su ve Toprak beni sadece fiziken değil, ruhen de değiştiriyordu. Artık telaşım, sadece kendim için değil, dört kişi içindi.

Dün, kalbimin ne kadar büyük ve ne kadar küçük şeylere aynı anda sığabildiğini bir kez daha anlamıştım. Bir yanda Selay’ın bebeği için seçtiğim hediyelerin verdiği mutluluk, diğer yanda sevgili yaramazım Roma’nın operasyon masasından kalkışını beklerken yaşadığım o gergin, iç burkan saatler. Selay, dostluğunun gücü ve hekimliğinin ustalığıyla beni rahatlatmıştı. Roma şimdi evdeydi. Minik, sarman bir erkek kedi olarak hayatının yeni ve daha sakin dönemine Ülkü ablanın şefkatli gözetimi altında yelken açmıştı. O artık özgür bir sarman beydi, bahçeye gelen ve henüz kısırlaştıramadığımız dişi kedilerin davetkâr kokularına karşı daha dirençli olacaktı.

Deniz hamile halimle işkence çekmemem için özel bir jet kiralamıştı ve biz yedimiz o özel jetle Aydın’a gidecektik. Uygar ve Miray’ın nişan töreni yarındı ama buna rağmen Selay, Can, Miray, Uygar ve ailesi daha sabahtan Aydın’a uçmuştu.

Minik bavulumu aldım, odadan çıktım. Beni hala merdivenlerde bekleyen kocamın koluna girdim, jet uçaklı yolculuğumuza doğru ilk adımımı attım.

 

Bölüm : 07.11.2025 12:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Kubra Akyol / Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR) / 83. Bölüm
Kubra Akyol
Geçmişin Tutsakları (KİTAP OLUYOR)

25.95k Okunma

10.91k Oy

0 Takip
87
Bölümlü Kitap
1. Bölüm - Eksik Parçalar2. Bölüm - Sessiz Ayrılık3. Bölüm - Karanlık Miras4. Bölüm - Bal Gözlerin İlhamı5. Bölüm - Yaralı Hafızalar6. Bölüm - Deniz Kabuğunun İzinde7. Bölüm - Tehditlerin Gölgesinde8. Bölüm - Kor Ateş ve Buz Dokunuşu9. Bölüm - Bilinmez Çekim10. Bölüm - Tehlikeli Sığınak11. Bölüm - Korunurken Kaybolmak12. Bölüm - Birbirinden Farklı, Birbirine Mahkum13. Bölüm - Kaderin Kara Günü14. Bölüm - Ölümle Dans15. Bölüm - İntikamın Sınırında16. Bölüm - Bittiğinde Unut17. Bölüm - Var Olmayan Veda18. Bölüm - Yaralı Ruhların Teslimiyeti19. Bölüm - İtirafların Sessizliği20. Bölüm - İkiye Bölünmüş Ruhlar21. Bölüm - Kaçınılmaz Teslimiyet22. Bölüm - Kanla Yazılmış Kader23. Bölüm - Aşkın Günahı24. Bölüm - Korkunun Kollarında25. Bölüm - Suçlulukla Sevmek26. Bölüm - Kırık Kaderler27. Bölüm - Kan Bağının Fısıltısı28. Bölüm - Kalbin Benim29. Bölüm - İki Yarım Tek Bütün30. Bölüm - Yılların Ötesinden Bir Ses31. Bölüm - Yaralı Kardeşlik32. Bölüm - Sessiz Kavuşma, Gürültülü Ayrılık33. Bölüm - Mutluluğa Sığınmak34. Bölüm - Yaralı Yüzleşme35. Bölüm - Aynı Kandan Yabancılar36. Bölüm - Beklenmedik Mucize37. Bölüm - Kırık Hayatlardan Doğan Umut38. Bölüm - Kayıp Yılların Telafisi39. Bölüm - Kapanmamış Defterler40. Bölüm - Kalpte Saklı Affediş41. Bölüm - Gecikmiş Mutluluk42. Bölüm - Ölümün Gölgesinden Gelen43. Bölüm - Karanlığın İlk Günü44. Bölüm - Sessiz İhanet45. Bölüm - Küllerinden Doğan İhanet46. Bölüm - Kanla Yazılan Oyun47. Bölüm - Aşkın En Güzel Hediyesi48. Bölüm - Aşkın Mucizesi49. Bölüm - Birlikte Yeniden Doğmak50. Bölüm - Umuda Açılan Kapı51. Bölüm - Mutluluğun Tatlı Hazırlıkları52. Bölüm -Geleceğe Atılan İlk Adımlar53. Bölüm - Hayat Yeniden Başlıyor54. Bölüm - Fedakarlığın Sessiz Çığlığı55. Bölüm - Kalp ile Akıl Arasında56. Bölüm - Ayrılığın Sessiz Adımları57. Bölüm - Vedanın Kıyısında58. Bölüm - Sevdanın Sınavı59. Bölüm / 1.Kısım - Kanla Yazılan Veda59. Bölüm / 2.Kısım - Kanla Yazılan Veda60. Bölüm - Bir Yokluğun Ardından61. Bölüm - Hasretin 807 Günü62. Bölüm - Gizli Kimlik, Tutkulu Aşk63. Bölüm / 1.Kısım - Geç Kalan Kavuşma63. Bölüm / 2. Kısım - Geç Kalan Kavuşma64. Bölüm - Yeniden Doğuş65. Bölüm - Geçmişin Gölgesinden Geleceğe66. Bölüm / 1. Kısım - Su ve Toprak Arasında66. Bölüm / 2. Kısım - Su ve Toprak Arasında67. Bölüm - Kırılma Noktası68. Bölüm - Karanlıktan Çıkış Planı69. Bölüm - Gökyüzüne Yakın, Yeryüzüne Uzak70. Bölüm - Savaşın Eşiği71. Bölüm - Karanlığın Haritası72. Bölüm - İçimizdeki Boşluklar73. Bölüm - Karanlıktan Işığa74. Bölüm - Şafağın Karanlığı75. Bölüm - Kırılgan Cesaret76. Bölüm - Gizli Oyun77. Bölüm - Yalanlar ve Yaralar78. Bölüm - Çifte Mutluluk79.Bölüm - Ege'ye Kaçış80. Bölüm - Saklı Gerçekler81. Bölüm - Tehlikeli Oyun82. Bölüm83. Bölüm84. Bölüm
Hikayeyi Paylaş
Loading...