Saliseler, saniyeler, dakikalar, saatler; ve günler, haftalar, aylar, sonra seneler; göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman ve nasıl yaşandığı bilinmeyen bir ömür. Zamanın yaşarken ağır geldiği ama zaman yerine ömrünün geçtiğini ve asıl ağır olan bu olduğunu bildiğin bir hayatı yaşamak. Ömrünün sonunda ziyan bir hissiyat, beklendik bir düş kırıklığı. Sonunu bile bile yaşamak.
Biliyordum ben. Bir gün ölmek üzereyken hiç olan hayatıma gözyaşı dökerek kapatacaktım gözlerimi. Pişman olacaktım çoğu şeyden. Cesaret edemeyip bir ihtimaline yenilerek ikinci ihtimalini görmezden geldiğim her şey için. Belki haklı olacaktım, belki doğru olanı yaptım diyecektim ama pişman olacaktım. Çünkü beni yakan ateş harlanıp canımı daha çok yakmasın diye, ben hep, o ateşin sönüp yaralarımın iyileşme ihtimalini yok sayıyordum. Buna pişman olacağım tek bir gün varsa o da öleceğim gün olurdu. Evet, insan nasıl öleceğini bilemezdi ve ben nasıl öleceğimi bilmesemde ölürken nasıl hissedeceğimi biliyordum. Yaralı.
Bunu bildiğim gibi, öldükten sonra hiç kimse olacağımı da biliyordum uzun süredir. Yaşarken içine sığdırılamadığım bu kocaman dünyanın bir parsel toprağı bana yetecek, o toprak kuru ve çiçeksiz bir mezara dönüşecekti. Bir gün mezarımın üstündeki ismim silinecek ben unutulacaktım. Anlamsız yaşamış, unutulmuş, yok sayılmış ve kimse için yokluğu bir anlam ifade etmemiş, öylesini biri olarak gelmiş ve geçmiş olacaktım bu hayattan, yaşamaya gelmemişim gibi. Biliyordum bunu. Benim gibi insanların hiç gibi ölmesine alışıktım. Bunu kabullenmiştim. Bu yüzden bir son yazılacaksa bir çoğumuz gibi benimkide böyle olacaktı.
Uzun zamandır hayatımdan bir umudum da beklentim de yoktu. Sadece, bir süredir bir ama vardı. Ama artık vardı. Ben tüm bunlardan emin olmasına emindim, biliyordum, kabuldüm ama artık bir gün bir mezarım olursa, o mezarın üzerinde çiçekler olacağını görüyordum. Saklasam da gizlesem de inanmak istemesem ve imkansız gibi gelse de görüyordum işte. Değilmiş gibi davranmanın anlamı yoktu. Bir gün yüzümü görmek istemeyecek kadar benden nefret etseler bile o mezara geleceklerdi.
Bir gözüm telefonda, odaya doğru ilerliyordum şimdi. Kendimi bu evden ve zihnimi ele geçiren bu düşüncelerden kurtarmak için yine kaçıyordum. Çünkü farkındaydım. Bu defa umut eden Uğur değildi. Fikirlerim bu evde ve bu insanların yanında değişiyordu. Olmaması gerekler oluyor, ben kendimi sonu hayal kırıklığı olabilecek bir yaşam için şans vermek üzere buluyordum.
Bu yüzden hala benimle kalan bir parça mantığımla beraber gitmeye karar vermiştim dakikalar önce. Sonrasında risk almadığım için pişman olacağımı bilsem bile denemeye cesaret edemeyeceğimi bir kez daha anlamıştım çünkü. Kandemir'le konuşmuştum. Bana ondan haber beklememi söylemişti ve bende dinlemiştim. Mesajına dönmediğim için ne kadar utansamda bu evden sorunsuz çıkmanın en mantıklı yolu onu aramaktı. Neyseki beni terslememiş ve yardım isteğimi kabul etmişti.
Onu aramamın bir çok sebebi vardı. Elimi kolumu sallayarak bu evden çıkamayacağımı biliyordum. Serhat bey günler öncesinde beni bu konuda uyarmıştı. Onun adamları olmasa bile söyledikleri gibi dedeleri de benim peşimdeyse bu evden çıkarken mutlaka görünürdüm. Saklanarak kaçmaya çalışmaksa şu durumumda çok zordu. Evin etrafındaki korumalar artmıştı ve ben haftalardır sadece yatıyordum. Kondisyonum yerlerdeyken, üzerine sırtımda hareket ettikçe ağrısını hissettiren bir yara varken bunu beceremezdim. Bu yüzden hem bana yardım edecek hem de bu eve kolayca girebilecek tanıdığım tek kişiyi aramak en mantıklısıydı. Gelmez diye şüphe etmiştim ama o her zamanki gibi kibar bir şekilde benimle konuşup iyi olup olmadığımı sorgulayarak beni yanıltmış, onu cevapsız bıraktığım için daha da pişman olmama sebep olmuştu.
Odaya girip Gökçe'nin hala uyuyor olduğunu gördüğümde sessiz olmaya çalışarak odanın duvarla ayrılan bölümüne doğru ilerledim. Dolaba asılmış olduğunu gördüğüm ceketimi aldım önce. Sonrada buraya gelirken giydiğim kıyafetlerimi, katlanıp konulduğu yerden alarak giyindim. Bir sürü ayakkabının sıralandığı raflarda göze çarpan botlarımı da ayağıma geçirdikten sonra dolapta bulduğum siyah büyük bir çantayı elime alarak içeri yürüdüm.
Makyaj masasının önüne geldiğimde çantayı açarak içine Asya'nın defterini koydum önce. Sonra da çekmeceleri karıştırıp, ceketimin cebinden çıkarılmış kendime ait eşyaları çantaya doldurdum. El mecbur kimliği de çantaya fırlattım ve günlerdir içtiğim ilaçları da çantaya attım. Aynadan arkamda kalan Gökçe'yi kontrol ettikten sonra çantanın fermuarını kapatıp masanın üzerinde bıraktım ve kalçamı masaya yaslayarak yatağa doğru döndüm.
Elimdeki telefonu diğer elime vuruyorken gözlerimi Gökçe'nin üzerine sabitledim. Ona kıyamayışım bir çok şeyin düşünülmesine sebep olmuştu dün geceyle birleşince. Aslında anlaşılmak bu kadar basiti işte. Önemli olan görmekti, fark edecek kadar iyi bakmak, dikkat kesilmekti. Çünkü insan bazen konuşmadan anlatırdı ve bende bilinçli yapmasamda konuşmadan bir çok şeyi anlatmıştım onlara. Kendilerini açıklamaya çalıştıkları için bunu görememişti ama işler değişiyordu. Birkaç gündür ne yapıyorlarsa benim içindi ve buna yenilmemek çok zordu.
Telefonumun elimde titremesi üzerine gelen mesaja baktım hızlıca. Kandemir birkaç dakika içinde burada olacağına dair bir mesaj atmıştı ve bu pencereye doğru ilerlememe sebep oldu. Gözlerimi evin girişine doğru sabitlediğimde bu işi nasıl yapacağımızı düşünüyordum. Onunla telefonda konuşup durumu anlattığımda, halledebilir miyiz diye sormuştum. Bana hazırda beklememi ve buraya geldiğinde onun diyeceklerini yapmamı söylemişti ancak bir şey bilmeden hareket etmek bana göre değildi. Şu an tehlikeli bir şey yapmıyor olsam bile hiç bilmediğim bir plana güvenemiyordum. İstemsizce tedirgindim ancak bir yandan da onun tereddüt etmeden konuşması bu tedirginliğimin boşuna olduğunu söylüyordu.
Dakikalar sonra arabasıyla bahçeye girdiğini gördüğümde elim telefonda onu izliyordum. Arabayla ilerledikten sonra bir korumayla bir şeyler konuştu ve evin sağ tarafına doğru sürdü. Görüş açımdan çıktığı için tam olarak nereye gittiğini görememiştim ama çok geçmeden onu gördüm. Elinde birkaç dosyayla beraber telefonuyla ilgilenerek eve doğru ilerledi. Şimdi muhtemelen içeri giriyordu.
Pencerenin önünden ayrılıp odanın kapısına ilerledikten sonra kulağımı kapıya yaslayıp aşağıyı duymaya çalıştım ama bunun imkanı yoktu. Elimdeki telefon yeniden titrediğinde mesajını okudum.
Kandemir: Evin altından garaja inmeyi biliyor musun?
Kandemir: Sana söylediğim zaman garaja inmeni istiyorum.
Ben: Nereden ineceğimi bilmiyorum
Yazdığım mesaja cevap vermedi. Bu stres olmama sebep olduğunda duyduğum seslerle beraber kapıya yaslandım. Aşağıdan Baran'ın sinirli sesi duyuluyordu. Ne dediğini anlamadığım için kapıyı araladım hafifçe ama hiçbir şey net değildi. Bu yüzden Gökçe uyanmasın diye kapıyı kapattım ve beklemeye başladım. Dakikalar sonra ben stresten dudaklarımı kemirirken Kandemir mesaj yazdı.
Kandemir: Evin içinde giriştekinin haricinde ikinci bir merdiven daha var. En üst kattan en alt kata uzanıyor. Onunla beraber en alt kata in sonra da sağ tarafa ilerle. Arabaları görürsün zaten.
Kandemir: Benim arabam en önde duruyor.
Kandemir: Sana yazdığımda in ve arabaya binip beni bekle
Fazla uzun sürmesede bana oldukça uzun gelen dakikalardan sonra Kandemir'in inmeme dair attığı mesajla harekete geçtim. Odadan çıkmadan önce Gökçe'yi son kez öpmeyi ihmal etmemiştim. Koridorda ilerlerken etraftan kimsenin çıkmaması için dua ediyor, olası bir harekete karşı tetikte ilerliyordum. Kandemir'in bahsettiği, benimde daha önceden gördüğüm ve evin iç tarafındaki dönerek aşağı kadar uzanan merdivenlere ulaştığımda hızlı ama sessizdim. Önce salonun olduğu giriş kata sonra da bir alt kata inmiştim ancak merdiven devam ediyordu. Bu ev sandığımdan çok daha büyüktü.
En alt kata ulaştığımda tamamen karanlık bir bodrumdaydım. Bir şeyleri görmekte zorlansam bile Kandemir'in söylediği gibi sağa doğru ilerlemeye başladım. Çıt çıkmayan katta duyduğum seslerin tek nedeni benim hareketlerim ve soluğumdu ancak bunlar da sadece benim duyabileceğim kadar kısık seslerdi.
Biraz daha ilerlediğimde içeriye giren birkaç ışık huzmesinin aydınlattığı arabaları görmek dudaklarımın aralanmasına sebep oldu. Yuhlamamak için kendimi zor tutmuştum resmen. Buraya garaj demeye bin şahit isterdi. Eminim bir çok galeriden daha fazla araba vardı burada ve birçoğu daha önce hiç görmediğim türdendi.
Benim bile gözlerimi alamadığım bu yerde Tuna'yı düşündüm istemsizce. Çok daha yakın olduğumuz zamanlardan biliyordum ki arabalar onun için çok başka bir tutkuydu. Aptal herif bu arabaları görse çenesini yerden kaldıramazdı. İstemsizce onu şu an burada hayal ettiğimde kendi kendime gülümsedim. Ne yapmış olursa olsun, ne kadar kızmış olursam olayım seviyordum o aptalı. Şimdi elimde olsa onu buraya getirir ve keyfini çıkarmasını isterdim ama mevzu çok başkaydı. Ben şu an bu evden kurtulmaya çalışırken bu düşündüklerimin imkanı yoktu ve benim düşünmem gereken en son şey Tuna ve araba sevdasıydı.
Hareketlerimi hızlandırdım ve kimsenin olmadığına emin olduğum garajda ileriye doğru yürüdüm. Garajın ön kapısında duyduğum konuşmalar ve içeri sızan ışığı engelleyen silüetler, kapıda bekleyen adamlara ait olmalıydı. Hızlı olmaya çalışarak Kandemir'in arabasını buldum ve eğer olurda biri Kandemir'le camdan konuşmak isterse fark edilirim diye, arka tarafa yerleştim. Kapıyı ses çıkarmaya çalışarak kapattıktan sonra yere çöktüm ve beklemeye başladım.
Yaklaşık on dakika geçtiğinde nerede kaldığını sorguluyordumki büyük bir gürültüyle garajın kapısı açıldı ve içerisi aydınlandı. Olduğum yere iyice sindiğimde sıkışıklıktan dolayı sızlayan yara inlememe sebep olurken, arabanın kapısı açıldığında göz ucuyla Kandemir'in koltuğa yerleştiğini gördüm. Kapıyı kapattığında içeri dolan parfüm kokusu istemsizce derin bir soluk almama sebep oldu. Kandemir tarif edemeyeceğim kadar iyi kokuyordu. "Buradasın değil mi?" Diye kısık sesle sorduğunda, "Bacaklarım uyuşacak kadar," dedim baştan çıkarıcı kokusunu yok sayıp onu dalgaya alarak. Güldü ve "Kusura bakma son dakika Asya abla aşağı indi, konuşmak durumunda kaldım." dedi arabayı çalıştırırken. "Neyseki senin için camı aralık bırakmıştım."
"Nefes alamadığımı hissetsem kapıyı açardım Kandemir."
"Olsun." dedi sadece ve biz ilerlemeye başladık.
Birkaç dakika sonra düz bir yola çıktığımızı anladığım bir vakit, "Sağa çekeyim öne gel." dedi ama ben ne olur ne olmaz yakınlarda dedenin herhangi bir adamı olma ihtimaline karşı "Yok," dedim hemen. "İyice uzaklaşalım önce."
"Bacakların uyuşmuştu diye hatırlıyorum," derken sesine yansıyan alayı fark etmiştim.
"Keyfimden değil zaten," diye konuştum hafifçe doğrularak. Gözlerimle tam olarak nerde olduğumuzu anlamaya çalışırken devam ettim. "Söylediklerin doğru çıktı. Azim Baturgan peşime düşmüş. Kesin değil ama bu evde olma ihtimalime karşı evi gözetliyor sanırım. O yüzden görünmemem gerekiyor, yoksa evimi bulur." Ve daha nicesini.
"Seni öğrenmelerinin üzerine haftalar geçti ve hala görüşmediniz mi?" diye sorduğunda, "Yok," deyip koltuğa tutunarak kalktım ve oturdum. Arka camdan gelen giden var mı diye kontrol ettim ama Kandemir'in arabasını takip edeceklerini sanmıyordum. "Nasıl oldu bu?"
"Bende tam bilmiyorum." Deyip çantamı koltuğa bıraktım ve öne geçmek için ön koltuklardan tutunarak ayaklandım. "Azim bey iki hafta zaman tanımış sanırım ama benimle konuşmak için pek fırsatları olmadı." Konuşurken sağ bacağımı ileriye doğru attığımda, "Ne yapıyorsun Uğur?" diye sordu şaşırarak. Ayağımı sağlam bir yere sabitlemeye çalışırken, "Öne geçiyorum," dediğimde sesli bir şekilde güldü. "Onu görüyorum," deyip sağ eliyle belimden tutup bana destek oldu. "Dikkat et düşeceksin."
"Tamam tamam hallettim," diyerek kendimi yan bir şekilde koltuğa bıraktığımda sırtımdaki yaranın koltuğa sürtülmesi inlememe sebep oldu. Anlık bir refleksle gözlerimi kapatarak yüzümü buruşturduğumda "Ne oldu?" diye sordu hafif aksi bir tonda. "Bir yerini mi incittin?"
"Yok hayır," deyip sırtımı pencereye doğru hafifçe yasladığımda arabayı yavaşlayarak durdurmuştu. Durumu çakmasın diye aklıma gelen ilk yalan için elimle koltukların arasında kalan bacağımı tuttum ama pozisyonum fazla kritikti. Adamın karşısında iki bacağım açık bir halde geriye doğru yaslanıyordum. Siktir. "Devam et Kandemir, bacağıma kramp girdi sadece."
"Ne diye böyle bir şey yaptın anlamadım ki?" Diye sorup bana döndüğünde yüzüme bir çocuğu azarlar gibi bakıyordu. "Durmamı istedin de durmadım mı?"
Elimle bacağımın üzerine masaj yaparken sesim zor çıkıyordu. "Durma diye yaptım."
Başını yana doğru eğip sordu. "Ne değişti?"
Utancım soğuk havada terlememe sebep olurken gergin bir ses tonuyla konuştum. "Sözümü dinleseydin durmak zorunda değildik."
"Bak sen..." Önüne dönüp arabayı çalıştırırken rahatlayarak yutkundum ve sözde kramp giren bacağımı elimle biraz daha ovdum. Normalde böyle şeylerde utanıp sıkılan biri değildim ancak şimdi gereksiz bir şekilde paniklemiştim. "Bir şey oldu sandığım için özür dilerim o zaman senden."
O tamamen beni düşünmüşken benim kafam bambaşka bir yerdeydi ve bunu anlamak beni daha fazla utandırdı. Bacağımı kendime doğru çekip yüzüne bakmadan konuştum. "Ben onu mu dedim şimdi?"
Bana doğru döndü ve gülümsedi. "Ne dedin?"
"Demeye çalıştığım... yani kötü olsaydım zaten durmanı isterdim senden."
"Burdan pek öyle görünmüyorsun."
Sorgularcasına kaşlarımı çattım. "Nasıl görünüyorum?"
"Yani canın yansa da çaktırmazmışsın gibi." Dedi ve yeniden bana baktı yeşilleriyle. "Acıdan kıvransanda iyiyim dermişsin gibi." Gözlerimi kaçırmak istiyordum ama bakışları buna müsade etmiyordu sanki. "Son çaren olmadığı sürece kimseden yardım istemezmişsin gibi... Yanılıyor muyum?"
Bir cevap vermedim ama her konuşmamızda beni biraz daha fazla çözümlüyor oluşu düşünmeme sebep oldu. Bu bazı anlarda bana iyi hissettirmiş olsa da bazı anlarda da köşeye sıkışmışım gibi hissettiriyordu şimdi olduğu gibi. Onun derdi bunlardan çok farklıydı ama. Kandemir'in düşündüğü bir şey vardı. Bana bir şeyleri söyleyip söylememek konusunda emin değil gibiydi. Yüzündeki ifade kararsızdı ama en sonunda sakin bir ses tonuyla konuştu. "Bugün son çaren olduğumu bilmesem yanına gelmezdim Uğur."
"Anlamadım?" Diye konuştum zar zor. Kandemir gözlerini yola odaklayıp sesli bir nefes verdi ve sol tarafındaki camı açıp kolunu dışarı çıkarttı. Gözlerim ondayken bir cevap bekliyordum.
"Bende nerdesin, sende neredeyim kestiremiyorum." Dediğinde ifadesi düz, bakışları sertti. Gözleri tamamen yola odaklanmışken aklından geçen her şeyi bir bir döktü. "Bu yüzden öfkelenmekle umursamamak arasında gidip geliyorum."
Neyden bahsettiğini anlamıştım. Muhtemelen o beni çağırdığında gitmemem ve bunun üzerine onu çağırmam konusunda ne düşünmesi gerektiğinden emin değildi. Onun yerinde başkası olsa muhtemelen kendi başımın çaresine bakmam gerektiğini söylerdi çünkü benim için çok kez bir şeyler yapmış birinin benden istediği ilk şeyde o kişiyi yok saymıştım. "Kandemir ben o gün..." diye söze başladım ama devamını getiremedim. Tek sorun o gün yanına gidememem de değildi. Sonrasında yazmayışım, aramayışım, bir açıklama yapma gereği duymayışımdı sorun. Ne dese haklıydı.
"Seni hayatımda istediğimi açıkça belli ettim ama henüz ikimizde buna bu denli uzakken, gelmeyişine neden bu kadar dargınım bilmiyorum." Açıkça konuştuğunda yutkundum ve sırtımı koltuğa yaslayıp önüme döndüm. "Öfkemin yanında hadsiz bir kırgınlıkta var inkar edemem. Tamamen benim meselem. Benim sana duyduğum ilgiyle seninki çok farklı yerlerde anladım. Ama birkaç hafta öncesinin aksine çağırmasaydın eğer bende duracaktım ve bunda kesindim." Gözlerini bana çevirdi. "Buna rağmen gelmemeyi bir an bile düşünmedim."
Kandemir ona cevap vermeyişimi, yanına gitmeyişimi çok farklı yormuştu. Belki haklıydı, onun kadar ilgili değildim ama ona karşı bir şeyler hissettiğimde bir gerçekti. Böyle düşünsün istemedim. Doğrusunu bilsin istedim. "Son çarem sendin evet." Diye söze başladım. Ona açık olacaktım. Kendi kafamdaki gelgitler yine onun yanındayken tek bir noktada birleşmişti çünkü. Neydi bu biliyorum ama böyle düşünmeye devam etmesi ve aramıza bir set koymamız iyi olacakken; ben şimdi yine onun yanındayken tamamen farklı düşünüyor, ona aksini söylemeye hazır buluyordum kendimi. "Ama ben-"
Arabada yankılanan telefon sesi konuşmamı böldüğünde, araba ekranında gördüğüm isim bana ne konuşacağımı unutturdu. Kandemir sesli bir soluk bırakıp Baran'ın aramasını yanıtlarken aklımdan geçen tek şey bu kadar çabuk olmaması gerektiğiydi.
"Ulan sen ne adi ne şerefsiz bir herifsin lan!" Diye anında bağırmaya başladığında fark ettiklerine emin oldum. Zaten Baran'ın başka türlü Kandemir'i aramayacağı belliydi. "Sen bu eve gelip benim kardeşimi nasıl alıyorsun Kandemir?! Yürek mi yedin oğlum sen?! Öldüreyim mi istiyorsun seni?!"
"O sesini alçaltmazsan telefonu kapatacağım Baran."
"Kapat, kapatta soyunu sopunu-"
"Baran!" Diye arkadan bağıran Cihan'ın sesini duyduğumda Kandemir burun kemerini sıkıyordu.
"Ne var abi ne?! Al bak! Al bak, güvendiğiniz adam bu!" Dediğinde konuşmam gerektiğini fark ettim yoksa işler sarpa saracaktı. "Ben biliyorum ama! Ben sana güvenilmeyeceğini biliyorum amına koyayım!" Arkadan bir şeylerin devrilme sesi geldiğinde kaşlarımı çattım. "Ulan sen bir daha bu evin kapısından girebilecek misin bakalım! Sen varya sen-" Baran sinirden konuşamıyordu resmen. "Sen bittin oğlum. Elimden kimse alamaz seni bu saatten sonra."
Kandemir sabır dilercesine bir nefes aldığında, "Baran," diyerek araya girdim. "Onu arayan da gitmek isteyen de benim, duydun mu beni? O sinirine hakim ol, saçma sapan konuşma. Ne sanıyordun aylarca o evde kalacağımı mı?"
"Sen ne anlatıyorsun ya?" Diye sözümü kesti bağırarak. "Sen ne anlatıyorsun?! Kızım sen kafayı mı yedin? Sen iyileştin mi sanıyorsun kendini he?!" Kandemir'in sorgulayan bakışları bana döndüğünde gözlerimi ekranda sabitledim. Bunu öğrenmesini istemiyordum ama sorgulayacağından emindim. Eğer Baran daha fazla açık vermezse toparlayabilirdim. "Söyle şuna geri getirsin seni hemen."
"Dönmeyeceğim Baran." Dedim kesin bir tonda. "Eve gidiyorum, uzatmayın."
"Kontrollerin yapıldıktan sonra nereye istersen oraya gidersin!" Dedi aksi bir tonda. "Getirtme beni oraya kendin dön."
"Sana gelmeyeceğim diyorum, anlamıyor musun?" Diye konuştum sinirle. "Ayrıca konuştuklarınızı duydum, aptal! Eğer evime gelip o dedene yerimi belli edersen mahvederim seni!"
"Duydun mu?" Diye sordu şaşkınlığı ses tonuna yansırken. "Ne duydun, ne kadarını duydun? Bu yüzden mi gittin?"
"Duymamam gereken başka şeyler de mi vardı Baran?" Diye sordum konuştukları diğer şeyleri bildiğimi bilmesini istemediğim için. "Ne saklıyorsunuz başka?"
"Bir şey saklamıyoruz." Dedi sadece. "Dedemi zaten sana söyleyecektik. Hem sen neden gittin onu söyle önce. Bize gitmek istediğini söylemeden, durduk yere neden Günce? Bir de o herifi çağırmışsın. Derdin ne senin?"
"Size evime gitmek istediğimi söyleseydim kabul edecek miydiniz Baran?"
"İyi olduğunda evet!" Diye bağırdı birden. "O herifi aramak ne demek, sanki seni zorla tutuyormuşuz gibi!"
Sinirle güldüm. "O zaman şimdi neden arıza çıkarıyorsun?"
Dişlerinin arasından konuştu. "İyi değilsin çünkü!"
"İyiyim!" Dedim bende sinirle. "Ve gitmek istiyorum! Sizin böyle yapacağınızı bildiğim için hiç muhattap olmadan hallettim, anladın mı? Olayın başka bir tarafı yok, sadece evimde olmak istiyorum."
"Her şeyi bu kadar zora koymaktan vazgeç artık!" Dediğinde gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. "Sen rahatsız olma diye yanına bile gelmiyorduk, iyileşmen için elimizden geleni yapıyorduk Günce ve sen bu defa tek bir yanlışımız olmamasına rağmen, bir tek laf etmeden neden kaçıyorsun yine ben anlamıyorum."
"Söyleseydim karşı çıkacaktınız." Dedim sadece ama konunun bununla alakası bile yoktu. Aslında sorun tam olarak söyledikleriydi. Söylediklerinin benim bünyeme bıraktığı etkilerdi. Ben tam olarak bundan kaçmıştım.
"Çünkü senin için endişeleniyoruz. Bunu neden anlamak istemiyorsun?"
"Bilmem, biraz sorgula istersen." Diyerek yaşananlara atıfta bulundum ama konunun buralara gitmesini istemediğim için, "Her neyse," diyerek devam ettim. "Ben evime gideceğim, sen ya da diğerleri gelmeyeceksiniz, tamam mı?"
Baran sesli bir soluk verip, "Kandemir," dedi beni umursamadan. "İyi değil o, geri getir onu."
Kandemir bana baktığında başımı olumsuz anlamda salladım ve bu onun için yetti. Baran'ın az önceki tavrını umursamadan, "Böyle bir yere varamazsınız Baran." dedi sakince. "Kız gelmek istemiyor. Zorlamaya değil çözüm üretmeye çalışın."
"Senden mi öğreneceğiz ne yapıp yapmayacağımızı biz?" diye sinirle soludu Baran, zaten kendini zor zapt ettiği aşikardı. "Geri getir hemen dedim."
"Bir kız kardeşe sahip olmayı iyi biliyorum Baran. Onunla bu şekilde iletişim kuramazsın."
"Ama korumayı bilmiyorsun Kandemir."
Kandemir'in gözleri yoldaydı ama yine de o kırılmayı görmüştüm. Dudaklarını aralayıp bekledi ve en sonunda varla yok arası bir sesle "Haklısın." dedi sadece. Bakışları onunla sahilde karşılaştığımız günkü gibi derinleşmişti. Belki de o gün anlatmadığı hikayesi kardeşiydi.
Ben kardeşine ne olmuştu bilmiyorum ama Baran'ın onu burdan vurması sinirlenmeme sebep olmuştu. Bu yüzden, "Ben gelmeyeceğim Baran," dedim telefonu kapatmak için ekrana uzanırken. "Aklın varsa sende gelme."
Baran'ın telefonunu kapattığımda arabada bir sessizlik olmuştu. Kandemir'in ne yaşadığını bilmediğim için ne demem gerektiğini de bilmiyordum. Onu teselli edemedim. Şu an hangi denizde boğuluyorsa onu ordan çıkaramadım. Hakkında hiçbir şey bilmemek bir anda yük oldu bana. Yarasını belli ettiği her seferinde sormamış olmak, o anların aksine şimdi kötü hissettiriyordu, ayıp etmiş bir bencil gibi.
"Özür dilerim benim yüzümden aranız iyice bozuldu." Dediğimde umursamaz bir sesle, "Onunla aram uzun zamandır bozuk merak etme." dedi gözleri hala aklının gittiği yerdeyken.
"Diğerleriyle de sorun çıkacak." Şu an hiç umrunda değil gibiydi ve tahmin ettiğim gibi bir cevap verdi. "Bir şey olmaz."
Dudaklarımı yaladım ve sesli bir nefes alıp konuştum. "Anlatmak ister misin?"
Sessiz kaldığında konuşmayacağını düşündüm ama "Zamanın var mı?" diye sordu. Başımı aşağı yukarı sallayıp "Anlat," dedim. "Dinlerim seni."
"Bir yere götürmek istiyorum seni," dedi bakışlarını bana çevirip. "Gelir misin?"
"Olur," dedim benden bağımsız sesle. "Gelirim." O evden çıkarken tek istediğim kendi evime gidip tek başıma kalmakken şimdi neden böyle bir şeye tamam diyordum bilmiyordum. Tamam bir şey vardı ama Kandemirin'de dediği gibi; o bende nerdeydi? Ona tamam dememin sebebi sadece beni etkilemiş olması mı, yoksa her seferinde benim için sorgusuzca iyilik yapmasından dolayı ona duyduğum minnet mi kestiremiyordum. Tek bildiğim, şu an doğru olanın yanında olmam gerektiğiydi. Kafamdaki düşünceler elbet bir cevap bulurdu.
Yaklaşık yarım saat süren bir araba yolculuğun ardından, Kandemir'le beraber gideceğimiz yere doğru yürümeye başladık ancak bu yürüyüşün daha ilk dakikalarından yorulmaya başlamıştım. Gittiğimiz yer her neredeyse, sokaklar arasından geçiyor sürekli merdiven çıkıyorduk. Normalde olsa çok rahat gidebileceğim yol bana şu an zulüm gibi geliyordu ve daha on dakika olmasına rağmen ne zaman varacağımızı düşünüyordum.
"Daha ne kadar yürüyeceğiz?" diye konuştuğumda, bir basamak önden yürüyerek bana yön veren Kandemir durup bana döndü. Arkasına aldığı güneşin turunculuğu yüzünü görmemi zorlaştırırken gülen sesini işittim.
"Yoruldun mu?" Bana doğru elini uzattığında beklemeden tuttum ve beni çekmesi için izin verdim. "Az kaldı gel."
"Nereye gidiyoruz tam olarak?" Diye sorduğumda bu merdiveni de bitirmiş bir düzlüğe çıkmıştık. Yürüdüğümüz yollar adalar sokaklarını anımsatırken yerleri kaplamış yaprakları ezmeye başlamıştık beraber. Yer yer kurumuş yer yer yeşilliğini korumuş yapraklar ve duvar diplerinden çıkan gür otlar vardı etrafta. Gözlerimi sokaklara doğru sarkan ağaçlardan çekip Kandemir'in bırakmadığı elimize çevirdiğimde, elimi çekmek yerine daha sıkı tuttum yürüyebilmek için. "Seveceğin bir yere." dediğinde sesli bir nefes verdim ve "Sadece konuşacağımızı sanıyordum," diye yakındım. "Kandemir bunu başka bir yerde yapamaz mıydık?"
"Bir daha getirmemi istediğinde sana bu laflarını hatırlatacağım," deyip başını çevirip bana baktı. Hafif önümden yürüdüğü için ne kadar perişan olduğumu yeni görüyordu ve kaşlarını çattı. "O kadar uzun bir yol değil neden bu kadar kötü oldun sen?"
Sorusuna verecek cevabım olmadığı için, "Bir daha gelmek isteyeceğimi nerden çıkardın?" diye ilk söylediğine odaklandım. Nefeslerimi düzenlemeye çalışırken Kandemir önüme geldi ve iki eliyle saçlarımı omuzlarımın gerisine doğru itip, "His," dedi sadece. Gözleri gözlerime kilitlenmişken, beni bir girdap misali içine çeken yeşillerinden dibe batmadan kurtuldum ve onu beklemeden yanından geçip yürümeye devam ettim. "Tekrar gelmeye değer mi görelim o zaman."
"Böyle dirençsiz olmanın sebebi hiç spor yapmaman mı yoksa Baran'ın söylediği gibi gerçekten kötü durumda mısın?"
"Baran saçmalıyor," dedim sadece ama halime bakılırsa gerçekten dinlenmem gerekiyordu. İki adımlık mesafede kendimden geçmiştim. "Pek aktif biri değilimdir." Bu yalanların bir sonu gelecek miydi bugün? Böyle sormaya devam ederse hiç sanmıyordum çünkü. "Sürekli yokuş çıktık, merdivenleri saymıyorum bile... Bırakta biraz yorulayım."
"Eğer gerçekten rahatsızsan seni evine götürebilirim."
"Hayır iyiyim," dedim ama vücudum aksini söyler gibi duraksadım ve yokuştan dolayı geriye doğru sendeledim. Arkamda olan Kandemir'in göğsüne çarparken sol kolunu belimde hissettim. "Gerçekten öylesin," deyip belimdeki elini sağlamlaştırdı ve diğer elini bacaklarımın altından geçirip beni kucağına aldı. Gözlerimi büyüterek, "Kandemir ne yapıyorsun?" diye sordum; ve boynuna tutunduğumda başını yüzüme doğru çevirdi. Dudaklarımızın arasında kalan milimlik mesafe yutkunmama sebep olurken ciddi bir ifadeyle konuştu. "Geri götüreceğim seni."
"Korkma onların yanına değil, evine götüreceğim." Diyerek istikametimizi ters yöne aldığında alelacele konuştum. "Hayır Kandemir, görmek istiyorum."
Yüzünü bana doğru çevirdi. "Bende görmeni istiyorum ama çok yoruldun ve daha mesafemiz var." Yakındık, çok yakın, mesafe falan yoktu. "Tamam," dedim dudaklarına bakmamak için insanüstü bir çaba sarf ederek. Buraya kadar gelmişken geri dönmek olmazdı, bazı şeyler hariç. "Yavaş yavaş gideriz bizde olmaz mı?"
Biraz düşündü ve "O zaman," dedi, gözlerime doğru baktığında nefesim düzene girmiş olsada bu kez kalbim delirmişti. Bir adam için bu kadar heyecanlanmam ve bunun farkında olmam kendine sinirlenmeme sebep oluyordu. Kontrolü kaybetmek üzereydim ve bu beni gram tanımayan bir adam içindi, inanılmaz. "Gidene kadar seni taşımama izin verirsin."
"Saçmalama Kandemir," deyip hareketlendiğimde inmeme izin vermedi. "Daha mesafe var demedin mi az önce? Böyle olmaz gerçekten bak." Kandemir az önce gittiğimiz yöne doğru döndüğünde beni umursamıyor gibiydi. "Yürüyebilirim Kandemir, o kadar da kötü değilim. Sana diyorum!"
"Oraya gittiğimizde nefes nefese kalmış olmanı istemiyorum Uğur. Yorgun bir gezintinin anlamı olmaz."
"Benim enerjiye ihtiyacım olmayacak." Deyip kaşlarını kaldırarak gülümsedi. "Ayrıca kondisyonun sıfır, kalp atışın hala normale dönmedi." Başımı çevirip ufak gıcık bir kahkaha attım. Bu bir hırsıza hakaretti ancak kalp atışımı başka yere yormaması iyiydi. Bilmediği şeyse, yakınlığımız böyle kalbimi çarpıtmaya devam ettiği sürece ben nasıl sakin bir nabızla o anı yaşayabilirdim ki? "Ne? Böyle asla ulaşamayız."
"Tamam Kandemir," dedim gülerek pes edip. "Tamam ama göründüğüm kadar hafif değilimdir haberin olsun."
"Bakalım beni indirdiğinde de böyle keyifli olacak mısın?"
Genişçe gülümsedi ve "Asıl o zaman keyif almaya başlayacağım," dedi gözlerini bana çevirip. "Seni izlerken."
Gülerek göz devirdim ve "Önüne bak Kandemir," dedim. "Önüne bak."
Dakikalar sonra taş duvarlarla kaplı bir sokakta, demir bir kapının önünde durduğumuzda gözlerimle etrafı tarıyordum. Duvarlardan aşağı sarkan ağaçlar, etrafı kaplayan sarmaşıklar, uçuşan yapraklar ve önünde durduğumuz kapı, bana başka bir dünyaya girecekmişiz hissiyatı verirken; duyduğum kuş sesleri ve yaprak hışırtıları da içime bir huzur yaymıştı şimdiden. Herkesten uzak saklı bir ormanın girişindeydik sanki. "Sarıl bana," dediğinde anlamsızca gözlerimi ona çevirdim. Onu bana bakarken yakaladığımda güldü ve "Kapıyı açacağım," diye devam etti. "Sıkı sarıl, düşme."
Boynundaki kollarımı ona daha sıkı sardığımda, "Beni farklı bir boyuta götürmüyorsun değil mi?" diye sorduğumda ufak bir kahkaha attı ve benimle beraber biraz eğilip, belimdeki eliyle açtığı kapıyı itti. "Öyle de denilebilir." Dediğinde kapının üzerine işlenmiş isimde gözlerimi gezdirdim yavaşça. "Gül Akkırmanlı... O kim?"
"Ne?" Kandemir kapının beraberinden uzanan merdivenlerden çıkmaya başladığında, taş merdivenin yanlarından sarkan yeşil otlar ve ağaç yaprakları vücudumda geziniyordu. "Beni annenin yanına getirdiğini söyleme sakın."
Gözlerime bakarak gülümsedi. "Ona daha var."
"Şaka yapıyorum," dedi ve adımlarını hızlandırdı. "Ben haddimi biliyorum artık senin özelinde."
"O ne demek şimdi?" diye sorduğumda, "Duramıyorsam ağırdan alacağım demek," diye cevapladı beni. "Onu da istemezsen," duraksadı. "Bilmiyorum."
Kandemir olduğu gibi bir adamdı. Bunu o davetin olduğu gün çok daha iyi anlamıştım. Aklında bir şey varsa beklemiyor, ilgisini açıkça belli ediyor ve niyetini asla gizlemiyordu. Eğer o günden sonra ben vurulmamış ve çağırdığında yanına gidebilmiş olsaydım şu an çok daha farklı şeyler konuşuyor olurduk.
Muhtemelen o, fırsat bulduğu her an kapımda olurdu ve bende haftalar önce nasıl ikna olduysam, geldiği her seferinde yine ikna olurdum ama şimdi; benim yanına gidemeyişim ve haftalarca ona cevap vermemiş olmam onun hevesini yitirmesine sebep olmuştu. Arabada bana söylediği gibi, eğer onu çağırmamış olsaydım muhtemelen bir daha kapıma gelmezdi.
Gözlerimi yakışıklı yüzünde gezdirdim bir süre. Mantığım siktir olup gitti. Şimdi burda ne ben ona yanlıştım ne o bana. Sonrasında yaşanacak karmaşa umrumda bile değildi. Onun ilgisi bu denli hoşuma giderken değilmiş gibi yapmak istemiyordum. "Sana cevap vermememi çok yanlış algılıyorsun Kandemir." Bana doğru döndüğünde yüzlerimiz arasında kısa bir mesafe kalmıştı ama gözlerimi sadece gözlerine odakladım. Ve emin olduğum başka bir şey daha söyledim. "O mesajı başka bir zamanda atmış olsaydın hiç şüphesiz gelirdim."
Beklemiyordu, şaşırdı. Birkaç saniye gözlerimde oyalandı. "Sonrasında bir cevap yazmanı bekledim." Bir yerde emin olamıyor gibiydi ama bir beklentiyle dolmuştu. "Beni istemediğini düşündüm Uğur." Başımı ağırca iki yana salladığımda, "Ki hala emin değilim." dedi. "Açık ol bana seni rahatsız etmek istemiyorum."
"Etmiyorsun," dedim. "Mesajını günler sonra gördüm. Sonrasında da işler biraz karıştı yazamadım."
"Amacım bu değildi. Görüp umursamadığımı düşünme, ben..." Ben bir adamın evine girdim çalmak için. Ait olduğu yerden bir tablo çaldım. Bedelini ödemek zorundaydım. O adam beni vurdu Kandemir. Ben ölümden döndüm. "Dediğim gibi çok sonra gördüm mesajını. Ondan sonra da hastalandım biraz." Gözlerine bakarak yalan söylemek beni hiç zorlamıyordu ama çok rahatsız ediyordu. Bundandı işte zihnimin olmazları, böyle nasıl olurdu? "O evdeyim birkaç gündür, kendime yeni gelebildim. Kendim gitmeyi düşündüm ama kapıdaki adamlar tembihlenmişti, istediğim gibi çıkamazdım. Bu yüzden seni aradım. Nasıl göründüğünün farkındayım özür dilerim."
Kandemir bir şey demeyip sadece bana baktığında, sert bir rüzgar esti ve aralarında olduğumuz ağaçların yaprakları birbirine çarptı. Cam gibi parlayan yeşilleri, ağaçların arasında kendi kahvelerini de benimkileri de yuttu. "Sana içimden geldiği gibi davranabilirim o halde," diye kısık bir sesle mırıldandığında, mantığım ve hislerim arasında karar vermem gereken o son noktadaydım. Ya işin sonunu düşünüp vazgeçecek ya da sadece yaşayacaktım. "En başında olduğu gibi?"
Bu zamana kadar kendime hep acı çekmeyeceğim ne varsa onu aldım, bir yerde bir şey beni mutlu ediyorsa orada hep vardım. Bilirdim, ruhumun içinde hapsolmuş mutsuzluk benimle olsa bile, anlık hazlara ve eğlenceye karşı çıkmazdım. Kendimi ne zaman sıkmam, ne zaman bırakmam gerektiğini hep bilir, sonu hüsran olacak hiçbir şeye meyletmezdim. Ama bu defa durmak istemiyordum. Ne olacağı umrumda bile değildi ben sadece onu istiyordum. Onu ve yanında olduğum her seferinde bana hissettirdiği o duyguyu.
Ağırca başımı salladığımda gülümsedi ve "Pişman olmayacaksın." dedi kendinden emin bir sesle. "Etmeyeceğim."
"Kumar oynuyormuşum gibi hissettiriyorsun bana."
"Belki." dediğimde sadece güldü ama kumarı benim oynadığım bir gerçekti. İşin sonunda ya kendimi ya onu kaybedecektim ama kumarın büyüsü de buydu, bile bile yanmak.
Kandemir üzerinde durduğumuz merdivenleri çıkmaya devam ettiğinde zihnimin içinde kendimle savaş verdiğim yanım kendi için bir şey istiyordu şimdi. Aynını başkaları için, belkide günlerin beni düşündürüşünün eseri olarak kendim için... Benden sonunu düşünmeden hareket etmemi bekliyordu. Aile için, kendim için, birkaç gündür olduğu gibi koyvermemi ve denememi istiyordu. İçimdeki bu istek, bugün ordan kaçışımın en büyük sebebiydi. Sorun şuydu ki, beni böyle sorgular yapan şey zaten geçmişimdeki aile yarasıyken ben nasıl olurda kendime karşı çıkabilirdim ki?
Zulmediyorsun Uğru. Bana, bize, herkese.
Senin gitmek için çabaladığın o yolunda, yolun sonununda bize ne kadar acı getireceğini biliyorum çünkü Uğur.
Kandemir olduğu yerde durup, "Gözlerini kapat." dediğinde, düşüncelerimi görmemek için düşünmeden gözlerimi kapattım. "Seni indireceğim şimdi." Konuştuktan sonra yere eğildi ve ayaklarımın yerle buluşmasını sağladı. Kendi dengemi kurup ayaklandığımda arkama geçip bir elini gözlerime yerleştirdi. "Yürü bakalım."
"Bu iş iyice tuhaf olmaya başladı," desemde dediğini yapıp ilerlemeye başladım. Kandemir boşta kalan eliyle kolumdan tutarak bana yön verirken, "Çok az kaldı," diye konuştu. "Şu basamaktan çık."
Tekrar söylediğini yapıp bir basamak çıktığımda, kulağıma doğru," Aç şimdi," diye fısıldadı ve elini çekti.
Gözlerimi yavaşça açtığımda iki yanımızı saran çalıların arasındaydık. Çalılar sarmaşıklarla beraber tepeye kadar uzanıyor ve üzerinde olduğumuz taş yolun sonuna kadar bir kubbe şeklinde devam ediyordu. Adımlarımı harekete geçirip ilerlediğimde, Kandemir'le beraber yolun sonundaki süs havuzuna doğru yürüdük. Ağaçların arasından çıktığımızda yavaşça dudaklarım aralandı ve istemsizce "Yuh..." diye fısıldadım. "Burası ne böyle, cennetten bir parça mı?"
Aralanan dudaklarımda oldukça geniş bir gülümseme peyda olurken gözlerimi etrafı izlemekten alıkoyamıyordum. Sol tarafta metrelerce uzanan dikdörtgen bir havuzun etrafını renkli çiçekler sarmış, sanki sonsuz bir güzelliğe gidiyorken; sağ tarafta devasa güzellikte bir çiçek serası vardı. Süs havuzunun etrafında dolanıp ellerimi çiçeklerde gezdirken, tam önümüzden uzanan bir yol daha fark ettim. Bir sürü çiçeğin çevrelediği, etrafında heykeller olan yolun devamını merak ederken yüzümü Kandemir'e çevirdim. "Burası çok güzel." Dediğimde gülümsedi ve bana doğru gelerek, "Daha hiçbir şey görmedin," dedi. "Önce serayı gez, sonra ormanın içini göstereceğim sana."
"Öyle denilebilir derken haklıymışsın," dedim ve seraya doğru peşine takıldım. "Farklı bir boyutta gibiyim."
"Kim olsa sever burayı," diye mırıldandım Kandemir büyük beyaz bir kapıyı eliyle iterek açarken. "Çok güzel bir yer."
Seranın içine girerken başımı yukarı doğru kaldırarak metrelerce yüksekliği olan kubbede gezdirdim bakışlarımı. Tavandan sarkan taşlı avizeler, etrafta gördüğüm dekorlar bana buranın sıradan bir sera olmadığını açıkça gösterirken; burnuma dolan eşsiz kokuyu soludum. Hayatımda böyle güzel kokan başka bir yer daha görmemiştim.
Kandemir elimden tutup beni yönlendirdiğinde ona uydum ve peşinden bende merdivenlerden indim. İçerde bizden başka insanlarda vardı ama etrafı incelemekten başka kimseye odaklanamıyordum. Öyleki yanımıza gelen kadını ancak konuştuğunda fark etmiştim. "Hoş geldiniz Kandemir bey, nasılsınız?"
"İyiyim Selen sen nasılsın? Her şey yolunda mı?"
Gözlerimi yanımıza gelen kadına çevirdiğimde, yavaşça Kandemir'in elini bıraktım ve gözlerimi uzun kahverengi saçlarında gezdirdim. Üzerindeki şık giyim beyaz takımı ve geniş gülümsemesiyle çok güzel görünüyordu. İstemsizce kendime baktım ve tüm renklerin içinde simsiyah kalan kıyafetlerimle buraya ne kadar eğreti durduğumu gördüm. "Her şey yolunda efendim." Kadının bakışları benimle buluştuğunda içten bir şekilde gülümsedi. "Sizde hoş geldiniz hanımefendi."
Tekrar gülümseyip Kandemir'e döndüğünde gözlerimi ondan çekip etrafta gezdirmeye başlamıştım yine. "Geleceğinizi haber verseydiniz ziyaretçi alımı yapmazdım."
"Sorun değil," dedi Kandemir ben etrafı incelemek için yavaşça yanlarından uzaklaşırken. "Göl kenarında olacağız."
"Öyleyse istediğiniz bir şey var mı? Eşlik etmemi isterseniz yardımcı olayım."
Ben yavaş adımlarla ilerleyip etraftaki çiçekleri incelerken Kandemir yanıma geldi ve "Dikkat et sarhoş olma," diye mırıldandı keyifli bir sesle.
"Onu beni buraya getirmeden önce düşünecektin." Dedim kısa bir bakış atıp. "Her yeri görmek istiyorum."
"O zaman bu taraftan alalım sizi," deyip eliyle sol taraftan yukarıya çıkan merdivenleri gösterdi. Beraber merdivenlerden çıkarken, "Burayla annen mi ilgileniyor?" diye sordum girdiğimiz kapıda yazan ismini hatırlarken. "Ya da sadece onun mülkü?"
"Burası annemin babasına ait bakımsız bir araziymiş önceden." Dediğinde ona döndüm. Gözlerini etraftaki çiçeklerden alıp bana çevirdi. "Annem çok istemiş burayı, dedemde ona vermiş. Küçük bir çiçekçi dükkanı açmış o da."
"Annen çiçekçi mi?" diye sorduğumda güldü ve başını kısmen dercesine iki yana salladı.
"Annem peyzaj mimarıydı." Merdiveni bitirip bir asma kata çıktığımızda, şimdi her yere üst kattan bakıyorduk beraber. Kandemir'le yürürken bir elim korkulukların üzerinde geziniyor, gözlerim yeni olan her şeyi görmek istiyor ama bir yandan da onun anlattığını dinlerken ona bakmak istiyordum. "Bahçe tasarımları konusunda iyiydi ve çiçeklere de ayrı bir ilgisi vardı. Dedem burayı ona verince mesleği bırakmış. Küçük küçük başlamış bir şeyler yapmaya."
"Annen muazzam bir şey yapmış." Deyip gülümsediğimde çapkınca güldü ve "Üzerime alınabilir miyim?" diye sordu.
"Aptal," diye mırıldanıp önden yürüdüğümde seslice güldü ve birkaç adımda yanıma geldi. Gözlerim aşağıda kalan bölümde takılı kalırken, "Orası ne oluyor?" diye sordum farklı bir bölüm olarak ayrılan yere doğru bakarken. Gördüğüm kadarıyla cam fanuslar ve içeride çalışan birileri vardı.
"Nasıl yani?" diye sordum şaşırdığımı belli ederek. "Çiçek hastanesi ne oluyor?"
"Yani," deyip önüme geçerek kalçasını korkuluğa yasladı ve kollarını birleştirerek bana baktı. "Hasta olan çiçeklerimizi getirip, bakımını yaptırabileceğimiz bir yer." Uzanıp burnuma dokundu. "Hazır gelmişken sana da baktıralım mı?"
"Sana açık çek vermek konusunda biraz daha düşünseydim keşke," deyip gözlerimi kaçırarak onun tam tersi şeklinde korkuluğa yaslandım ve aşağıdaki odaya baktım. "Bastın gaza gidiyorsun yine."
"Eee," diye mırıldanıp başını bana yaklaştırdı ve usulca gülümseyerek konuştu. "Hayat bazılarımıza bir dakika bile beklememesi gerektiğini öğretir."
Bakışlarımız birbirine takılı kalırken söylediklerini düşündüm. Her kelimesi onu daha da merak etmeme sebep oluyordu ama o bir şeyleri açmak yerine üstü kapalı bir şekilde anlatıyordu. "Gel hadi," diyerek gözlerini benden çekti. "Sana elimizde olan özel bitkileri göstereyim."
Kandemir, daha önce hiç görmediğim bitkileri bana gösterip onlar hakkında kısa bilgiler verirken zaman hızlı geçmişti. Beraber asma katın diğer tarafından aşağı uzanan merdivenlerden inerken içeri dolan güneşin kızıl tonları, bana güneşin batmak üzere olduğunu gösterirken; merdivenin bitimiyle başlayan çiçek şöleni beni yine ele geçirdi. Arkamdan gelen Kandemir'e dönmeden, "Burası bugün bitmeyecek sanki ha?" diye mırıldandım. Başımı kaldırıp aşağı doğru sarkan renkli çiçeklere bakarken olduğum yerde döndüm ve onun önünde durdum. "Güya konuşmaya geldik ama benim aklım gitti resmen."
"Amacım buydu zaten," dedi başını bana doğru eğerek. "Kafanı dağıtmak."
"Kafamı dağıtmak mı?" diye sordum hafifçe kaşlarımı çatarak. "Kandemir, Baran senin canını sıktığı için buraya geldik. Sen anlat, bu sefer de ben dinleyeyim diye geldim ama sen..."
"Benimki geçmiş mesele," dedi. "Alışkınım ben onun canımı sıkmasına. Ama sen değilsin ve senin kafanı dağıtmaya ihtiyacın olduğunu görebiliyorum. Hem..." deyip hafifçe gülümsedi. "Sen farkında değilsin ama hiçbir şey yapmasan bile benim kafamı dağıtabiliyorsun."
"Sana söylediğimi hatırlıyorsun değil mi, bana çaresiz anlarında karşına çıktığımı söylediğinde?" Sahildeki konuşmamızı elbette hatırlıyordum. "Aynını söylemiştim sana. Çünkü ne zaman karşıma çıksan ya da biz bir şekilde konuşsak, sen bana kendimi unutturuyorsun Uğur. Bugün beni aradığında ve şimdi de, önceki karşılaşmalarımızda da sen beni düştüğüm çukurdan çıkardın her seferinde bilmeden. Biliyorum hiçbir şey yapmadın ama sadece denk gelmen yetti."
Söylediği hiçbir şeye takılmadım ama zihnimin içinde tek bir cümlesi dolandı durdu. Ben doğru anlayıp anlamadığımı düşünmedim bu sefer doğrudan sordum ona. "Seni aradığımda kötü bir halde miydin Kandemir?"
Gözlerinin içi yumuşadı sanki. "O kadar şey söyledim bunu mu aldın içinden?"
"Tamam," deyip hafifçe gülümsedi ama gözlerinin arkasına saklı yorgunluğu gizleyemedi. "Bir süredir bir meseleyle uğraşıyorum, ona canım sıkkındı sen aramadan önce."
"Önemli bir şey mi?" diye sorduğumda beni, "Kısmen," diyerek geçiştirdi ve koluma çok hafif dokunarak yön verdi. "Hadi gel, hava kararmadan göl kenarını göstereyim sana."
Sesli bir nefes verip peşine takıldığımda başka bir kapıdan dışarı çıkmıştık. Bu kapı, bahçeye ilk girdiğimde nereye gittiğini bilmediğim o diğer yola açılıyordu ve biz direkt o yol üzerinde yürümeye başladık. Yolun yanlarını çevreleyen kolonları ve tepesinde birleşen oval şeritleri, sarmaşıklar sarmıştı ve üzerinde tek tük çiçekler açmıştı. Bu yolun yazın çok daha renkli olduğuna eminim ama bu hali bile çok güzel ve huzur vericiydi.
Esen rüzgar kollarımı birbirine dolamama sebep olduğunda gözlerimi Kandemir'e çevirdim. Belki susmak istiyordu ama ben bu defa sormamazlık etmeyecektim. "Beni o saatte neden çağırdın Kandemir?" diye sordum, sebebinin az önceki söylediklerinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm için. "Birine mi ihtiyacın vardı?"
Soruma cevap vermek yerine, "Üşüyor musun?" diye sordu kollarımı kendime sarmama karşı.
"Canın sıkkındı değil mi?" diye sordum ben de ona cevap vermek yerine. "Canın sıkkındı ve yanına gelmemi istedin, neden? Ne oldu o gün?"
Birkaç saniye gözlerime baktı ve sesli bir nefes alarak, "Ben hallettim," dedi kanıtlamak istercesine başını sallayarak. "Tamam? Sorun yok yani düşünme sen bunu. Hadi gel," diyerek tekrar yürümeye başladı. "Üşümeye başladın."
Birkaç saniye sadece arkasından baktım ama en sonunda peşine takıldım. Zihnimin içindeki merak ve ruhumu sıkıştıran o endişe beni rahat bırakmıyordu. Ne olduğunu bilmek, onun bana yaptığı gibi ona iyi gelmek istiyordum. Bunun tek sebebi sadece minnet olamazdı bunun farkındaydım, ben onu gerçekten merak ediyordum. Ama, onun artık anlatmaya niyeti yok gibiydi. Gerçekten hallettiği için mi konuşmak istemiyordu yoksa anlatmak zaten bu kadar zor bir şeyken, onun cesareti mi kırılmıştı? Sesli bir nefes bıraktım. Olanlar iradem dışında geliştiği için suçlu hissetmiyordum belki ama, artık hiçbir şey yapamadığım için üzgündüm.
Dakikalar sonra yolun uzandığı ormana geçtiğimizde, "Buraya ziyaretçi almıyoruz normalde," diye mırıldandı üzerine bastığımız kurumuş yaprakların çıkardığı seslerle karışan kuş seslerini bölerek. "Daha doğrusu bir süredir yasak."
"Neden?" Diye sordum ona doğru bakarak.
"Gölün biraz ilerisinde annemin bir atölyesi vardı. Tamamen ahşaptan yapılmıştı, çok güzeldi, bana çocukluğumu hatırlatırdı ama," bana baktı ve burukça gülümsedi. "Yandı."
"Ne?" diye mırıldandığımda başını salladı ağır ağır. Gülüşü yavaşça solarken gözlerinde gördüğüm öfkeyle devam etti. "Yaktılar."
"Nasıl, bilinçli bir şekilde mi?"
"Muhtemelen," dedi. "O günden beri de buraya kimseyi almam. Seraya giren çıkanlarda belirli kişilerdir. Öyle zamanlarda da çalışanlar eşlik eder."
"Anladım, kim olduğunu belli değil yani?"
"Değil, araştırdım ama bulamadım."
Başımı salladığımda ulaşmak istediğimiz yere gelmiştik. Kandemir'le beraber taş gazeboya doğru yürürken gölün üzerinde gezdirdim bakışlarımı bir süre. O, oturmak için gazeboya doğru ilerlediğinde ben suyun dibinde doğru yürüyüp, tam bitim noktasında durdum ve suyun dibine çöktüm. Sağ elimi göle daldırırken, "Burası çok huzurlu," diye mırıldandım ve az önce söylediklerinin üzerine ona döndüm. "Çocukken çok sık gelir miydin?"
"Yalnızca hafta sonları," dedi ve oturduğu yerden sağ tarafa doğru bakıp, parmağıyla ilerideki boş araziyi gösterdi. Yavaşça ayağa kalkıp oraya doğru baktığımda, "Annemin atölyesi oradaydı," dedi elini yanına doğru indirirken. "O çizimleriyle ilgilenir, ben de burda kardeşimle vakit geçirirdim. Geniş bir pencere vardı. Bizi ordan izlerdi." Burukça gülümsedi. "O öldükten sonra aylarca burda yattım ama bir kere bile o günlerdeki gibi hissetmedim."
Dudaklarım aralanırken gözlerimi hızlıca ona çevirdim ama onun gözleri o boş arazinin üzerindeydi. Kandemir sesli bir nefes alıp gözlerini kapattığında ne yapacağımı bilemedim. Buraya girmeden önce annesiyle tanışmama daha zaman var diyerek bana takıldığı için böyle bir şeye ihtimal vermemiştim ama şimdi, saatlerdir aslında beni annesiyle tanıştırdığını anlamış oldum.
"Kandemir," diye ismini mırıldandığımda yavaşça gözlerini açtı. Ona doğru ilerleyip yanına oturduğumda eğdiği başını bana doğru çevirdi. Ormanın koyu yeşil tonları gözlerinde can bulurken, dolan gözleri benim yağmurum oldu sanki. "Ben çok özlüyorum Uğur." Dayanamadım. Elimi kaldırıp kirpiklerinin üzerindeki ıslaklığı aldım yavaşça. "Annemi," diye fısıldadı kapalı gözlerinin arkasından. "Kardeşimi."
Fısıltım varla yok arası çıktı ama o istemsizce dudaklarımdan dökülen kelimeleri duydu. Kandemir gözlerini aralayıp ağırca başını salladığında yutkundum. Yutkundum çünkü arabada işittiği kelimeler tam boğazımda durdu kaldı. Benim yüzümden duymak zorunda kaldığı cümlenin ağırlığı altında ezildim. Ne söyleyecek kelimem ne de verecek bir tesellim vardı. Belki de onu hiç aramamalı ve bu sözleri duyacak duruma sokmamalıydım. "Kandemir ben çok özür dilerim," diye mırıldandım. "Baran'ın söylediklerinin sebebi-"
"Baran haklı Uğur," dedi sözümü keserek. "Senlik bir durum da değil bu, ben onun söylediklerine alıştım." Kandemir titrek bir nefes alıp verdi ve gözlerini tam yanımızdaki göle doğru çevirdi. "Alıştım alışmasına ama, ne kadar zaman geçerse geçsin aşamadım."
Ben annesizliği biliyordum. Bir kardeşin olmaması ne demek onu da biliyordum. Ama yine de benim onu teselli edebilecek cümlelerim yoktu şimdi. Çünkü ben tüm bunlara sahip olup, sonra kaybetmek ne demek onu bilmiyordum. O zaman bilmediğim bu hisler, hiç görmediğim bir acı beni nasıl yaralayabiliyordu? Kandemir'in ne kadar çabalarsa çabalasın, en sonunda gözünden akan o yaş beni nasıl paramparça edebiliyordu? İnsan olmak mıydı bu? Hayır, bu çok daha fazlasıydı. Bu, başkaydı.
"Ben kardeşimi koruyamadım." Diye fısıldadı acı içinde. "Ne onu..." Ağırca yutkundu. "Ne de hatıralarını."1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.41k Okunma |
866 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |