14. Bölüm

13. ❛DAHA FAZLA MAHVOLMAK❜

Özge
_ozgennur_

13.
|DAHA FAZLA MAHVOLMAK|

Asena Soykırım

Bir insan için her şeyin bitişi ne demektir, ne zamandır? Sevdiğin birini kaybetmek mi? Bu kaybediş ölüm değil de terk ediş olursa ne olur?

"Bu adam kim?" Barlas'ın sorusuna cevap vermedim. Yalnızca öylece yüzüne baktım. Neden merak ediyordu? Kıskanıyor muydu beni? "Asena!" Sert ses tonuyla gözlerimi dalmış oldukları noktadan çektim ve karşımda duran adama sabitledim.

"Neyin sorgu suali bu Barlas?" Alayla gülümsedim. "Sana bir saat öncesine kadar bir daha yanıma yaklaşmamanı söylemiştim! Neden hâlâ buradasın?" Söylediklerimi zerre takmadı ve yeniden Volkan'a döndü. Yüzündeki kasılan ifade yeteri kadar sinirli olduğunu gösteriyordu.

"Kimsin sen?" diye sordu yeniden. "İkidir karşıma çıkar oldun," gözleri bana döndü ima ile. "Olmaman gereken yerde." Volkan'ın hareketlendiğini fark ettiğim an benim sebep olacağım bir şey olmasından korktum ve düşünmeden uzanıp kolundan tuttum. Barlas'ın elaları öfkeyle Volkan'ı tutan elime, ardından yüzüme tırmandı ve dişlerini birbirine bastırdı. "Kasıtlı mı yapıyorsun?" dediğinde daha fazla damarına basmamak için Volkan'a döndüm.

"Teşekkür ederim hemen geldiğin için, sonrasında yeniden konuşuruz olur mu?" Volkan'ı, bana çalışmaya devam etmem için herhangi bir şey yapabilir miydi diye öğrenmek için çağırmıştım ve gidişinin üstüne Barlas ile yüz yüze gelmişlerdi.

"Olur, haber ver bana. Merakta bırakma." Başımı salladım onaylayarak. Birdenbire Volkan'ın kolunu tutan elim boşluğa düştü, ardından Barlas oldukça nazik bir şekilde elimi tuttu ve parmaklarımızı birbirine geçirerek beni içeri iterek önümde bir duvar oluşturdu.

"Barlas," elimi çekmek için uğraştığım sırada ikazda bulundum ancak Barlas hiçbir şekilde beni dinlemedi. Tutuşunu sıkılaştırdı. Gözlerim Volkan'a döndüğünde en azından onu göndermek amacıyla konuştum yoksa burada büyük bir kavga çıkacaktı. "Volkan, sorun yok sen gidebilirsin."

"Bence büyük bir sorun var gibi duruyor." dedi sertçe.

"Var, tam olarak sensin o büyük sorun." Barlas bir adım ileriye gitti ve Volkan ile dip dibe durdu, boyları tam tamına aynıydı. İkisinin de gözlerindeki saf nefreti, öfkeyi fark etmemek elde değildi ancak daha birbirlerini tanımazlarken nedendi bu yaygara?3

"Kesin şunu!" Barlas'ın tutuşundan kendimi kurtarmak çok zor olmamıştı çünkü canımı yakmamak için ekstra salık tutuyordu elimi. "Birbirinizi tanımıyorsunuz bile ne bu nefret?" İkisinden de tek kelime çıkmadı, Volkan son kez Barlas'a baktı ve bana döndü.

"İyi olacak mısın?" diye sordu. Sonrasında Barlas'ın aniden ona doğru atılmasıyla korku tüm hücrelerimi doldurdu.

"Barlas!" Volkan'ın yakasından tutmasıyla beraber hızlıca kolundan tuttum onu. "Bırak onu! Kafayı mı yedin sen ya? Ne yapmaya çalışıyorsun?" Onu geriye çekmek için itmeye çalıştım ancak o kadar ağırdı ki bu imkânsız kalıyordu. Volkan ise hiçbir şey yapmadan öylece duruyordu ve bu işimi daha da zorlaştırmak dışında bir işe yaramazdı.

"Çık git su sikik kapıdan bir daha da Asena'nın yanında gölgeni dahi görmeyeceğim!" Tükürürcesine yüzüne konuşması dahi Volkan için bir atak olmadı. O da askerdi, isterse Barlas'a karşı koyabilirdi, o güç vardı. "Anladın mı lan beni?"

"Barlas yeter!" Kendine ve Volkan'a zarar verecek olma ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. "Bırak artık, bırak!" Bağırmam sonucu Volkan'ın gözleri bana döndü ve o an Barlas'ın boşluğundan yararlanarak onu geriye itti.

"Asena?" Kollarımdan tuttuğu an geriye sendeledim eğer tutmamış olsa düşecektim. Belime sarıldığını hissetim ve ardından gözlerimin üzerinde gezinen ellerini. Ne zaman akmış olduğunu anlamadığım gözyaşlarımı teker teker sildi Volkan. "Tamam, korkacak bir şey yok." Titreyen ellerimi güçsüzce göğsüne bastırarak ona sığındım. "Buradayım, yalnız değilsin." Volkan'ın sıcak göğsüne sokulduğum an huzur beni yeniden sarmıştı.

Tıpkı Barlas da olduğu gibi...

"Bana ver," Barlas'ın sesini duydum ancak Volkan ona ne cevap verdi ne de beni. Sonrasında yeniden konuştu. "Sabrımın sınırındayım, çık git şuradan." İkisinin arasındaki buz dağları çok netti. Derin bir nefes aldım ve Volkan'a yaslandığım yerden doğruldum.

"Sonra konuşalım olur mu?" Pürüzlü sesimi fark edince iç çekti ve yavaşça başını salladı. Gözleri gözlerimdeyken elini uzattı ve yanağımı hafifçe okşayarak açık kapıdan dışarı çıktı. Onun çıkışıyla beraber Barlas kapıyı kapattı ve saniyesinde beni belimden sararak göğsüne çekti.

"Özür dilerim, kendimi kaybettim." dedi. Saçlarımın arasına karışan elini hissedince sanki tüm bedenim bunu bekliyormuş gibi saniyesinde pelte kıvamına geçti, boğazımda bir yumru oluştu. "Asena," Barlas'ın kısık tonda olan sesini duydum ancak cevap vermeden öylece durdum. "Oturup konuşalım mı? Ben seninle konuşmazsam kafayı yiyeceğim, bir ay boyunca benim sebep olduğum hata yüzünden neler yaşadın bilmiyorum ve ben bu bilinmezlik ile ne yapacağımı bilmiyorum." Neler geçmişti başımdan? Onlarca şey, onlarca acı, onlarca ağlayış ve çığlıklar. Yardım dilenişleri, ölüm fermanı.

"Bilmek mi istiyorsun?" diye sordum titreyen sesimle. O cevap vermeden konuştum hemen, göğsünden kalktım ve tam karşısında durarak gözlerinin en içine baktım. "Ben anlatırım sana, sonuçta benden daha iyi kim bilebilir ki? İyi dinle ama, sonra yeniden anlatamam." Kaşları çatıldı, bana doğru bir adım attığında elimi uzattım ve onu olduğu yerde durdurdum. "Dur orada, sadece dinle." Her şey teker teker gözlerimin önünden geçerken gözyaşım onunla beraber akmış ve içime bir kor ateş bırakmıştı.

"Asena—" sözünü kestim.

"Sadece dinle, Barlas. Ne kadar dayanacaksın merak ediyorum." Kaşları çatıldı, sanki olmuş olanları biliyor ancak bunu tekrardan teyit etmek çok zordu. Yine de acımadım, çünkü kimse bana acımamıştı. "İlk baştan başlayalım olur mu?" Gülümsedim. "8 Aralık yani. O gün bana bir sürprizin olduğunu söylemiştin ve bende salak gibi heyecandan kendimi yiyip bitirmiştim. Nereden bilebilirdim ki beni heyecandan öldüreceğini düşündüğüm şeyin acıdan öldüreceğini?" Dudaklarım büküldü ancak ağlamamak için kendimi kastım.

Ağlamıyordum, gözyaşlarım akıyordu.

"Bende sen sürprizim var deyince mutlu oldum ve hazırlandım. Sen geldin sonra beraber çıktık, bizi ıssız, kimsenin geçmediği bir yere götürdün ve o gün bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu." Akan yaşları hırsla sildim. "Benim her kötü günüme yağmur eşlik ediyor, eskiden çok sevdiklerimden şimdi nefret ediyorum." Acı ilim ilim işledi içime, acı; iğnenin ucundaki bir ipti ve acımadan batıyordu iğne, içime acıyı geçirmek için.

"Bana o gün asla körü körüne birine güvenmemem gerektiğini gösterdin. O gün fark ettim, Barlas. Ben Murat'ın cehenneminden kaçıyordum ve sen beni onun cehenneminden çekip kendi cehennemine aldın. Ben orayı cennet sanmıştım ancak çok sürmeden gerçekleri gördüm." Gözleri yavaşça kapandı. Dudaklarının arasından içine kesik nefesler çekti.

"Öyle olmadığını biliyorsun, izin ver olayın aslını anlatayım." Aramızdaki o küçücük mesafeyi kapatarak üzerime geldi. Kolumdan tuttuğunda ona izin vermeden hışımla geriye gittim.

"Bilmek istiyordun, dinle o zaman!" işaretparmağım sinirle ona yöneldi. İçimdeki nefret, acı, kin, kırgınlık ve kızgınlık yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Ben Barlas'a yeniden nasıl güvenecektim? Yeniden nasıl ona eskisi gibi bakardım?

"Beni kendi içinde bitirme, Asena. Buna izin vermem, sende verme." Dinlemedim onu. İçimde bir aydır birikmiş olan tüm kirliliği saçtım ortaya.

"Beni oraya götürdün ve ailemi korumak için seni kurtardığım o cehenneme geri bırakıyorum dedin. Yalvardım sana, arkandan bağırdım, haykırdım! Sana defalarca yalvardım beni bırakma, gitme diye." Göğsüme saplanan sızıları yok saydım, ölecek olsam bile konuşacaktım. "Sen ne yaptın? Duraksamadın bile, bir kez olsun durmadan, ben bu kızı nasıl bırakırım ​​​​​​diye düşünmeden defolup gittin!" Yumruk olmuş olan ellerimle hızla ona doğru gittim ve sertçe göğsüne vurdum. Vuruşumla beraber birkaç adım geriye sendeledi, üzerine gittim sinirimi çıkarmak istercesine vurmaya devam ettim. "Sen gidince benim güvendiğim, asla yıkılmaz dediğim o limanım tuzla buz oldu! Ben o enkazın altında, her parçam bir yerde, yaşayan bir ceset oldum!"

Ona vurmaya devam eden bileklerimi tuttu. Ellerimi sımsıkı tuttu, yere düşen bedenimle beraber o da düştü. Beni kollarının arasında sımsıkı tuttu, ağlayışlarımın içinde öylece durdu. "Hayatımda ilk kez güvendim birine. Güvendim... Dedim ki bu kez yaşamak ne demek öğreneceksin, bu adam senin hayatındaki, karanlığını aydınlatan tek ve en parlak ışığın." Acıyla yutkundum. "İnandım, güvendim. Bir o kadar paramparça oldum." Titreyen ellerim onun ellerinde, bedenim onun bedeninde korunuyordu.

"Özür dilerim," diyen sesini duydum. O kadar kısık ve güçsüz çıkmıştı ki benim bağırışlarımın yanında bir hiç kalmıştı. "Ne yapsam olanların yerini kapatamaz, sende bırakmış olduklarıma merhem olamaz." Derin bir nefes aldı. "Özür dilerim." dedi yeniden.

"Çok acıdı canım, çok kötü şeyler oldu." Düşündükçe, sanki hâlâ o anlarda gibiydim. "Kendimden iğrendim, öldüm sandım. Ben kim olduğumu bile unuttum. Çok yaktılar canımı, Murat benliğimi aldı benden." Sırılsıklam olmuş tenime onun buz tutmuş elleri temas edince titredim, kasıldım. Bunu fark etti ancak yine durmadı saçlarımı geriye itti ve yüzümü açığa çıkardı.

"Buradayım, bu kez gerçekten bitti. Söz vermiyorum ama yemin ediyorum, Asena." Gözlerimin içine baktı, kanıtlamak istercesine. "Bu topraklara feda ettiğim, edeceğim canım üzerine yemin ederim ki bir daha, benim sorumlusu olduğum hiçbir şey, hiçbir kimse sana zarar vermeyecek, veremeyecek."

"Barlas," dedim saniyeler sonra. Artık daha uysaldım, güçsüz düşmüştüm ve şu an sadece bana iyi gelen yerdeydim. Barlas'ın göğsünde, evimde.

"Hım?" diye mırıldandı saçlarımın üzerinden birden çok öpücükler bırakırken.

"Ben sana ve sözlerine bir daha güvenmem. Bunu çok acı bir şekilde öğrendim." Bir şey demedi yalnızca beni yeniden öperek derin bir nefes aldı. Geriye çekilerek hafifçe bana baktı.

"Yıkayalım mı seni?" diye sordu. Bedenimi saran yaralar, onun sorumlu olduğu...

"İstemiyorum." dedim.

"Ben istiyorum, görmek istiyorum." dedi. Kendine acı çektirmek hoşuna mı gidiyordu? Onun gidebilirdi ancak asla böyle bir şeye izin vermezdim ben.

"Unut bunu. Şimdi git, bir daha da gelme." Onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ve ayağa kalkmaya çalıştım ancak o kadar hâlsiz bir durumdaydım ki bu imkânsız kalmıştı.

"Tamam, üzerindekileri çıkarmayız. Sadece saçlarını yıkayacağım." Bu kez bana bir söz hakkı tanımadan ayağa kalktı ve bana bir zarar vermekten korkarcasına itinayla bedenimi kucaklayıp içeriye doğru ilerlemeye başladı. Ona zorluk çıkarmadım, başım yavaşça boynuna doğru düştü.

O an barut ve okyanusun karışmış olduğu muazzam kokusu içime kaçtı. Gözlerim kapandı, içim acıdı.

Çok geçmeden bedenim soğuk küvetin içine bırakıldı. Barlas sıcak suyu doldurdu ve su doluncaya kadar içeriye girdi birkaç dakika boyunca gelmedi ancak tam su dolmuştu ki geldi. Suyu kapatarak küvetin yanına çömeldi. "Sana yeni kıyafetler istedim, rahat bir şeyler giyersin." dedi. Tepkisiz kaldım, ellerini saçlarımın üzerinde hissedince titredim yeniden.

Birkaç saniye içinde Barlas doğruldu, şampuanımı aldı ve kenara bırakarak duş başlığı ile saçlarımı ıslattı, ardından köpükledi ve sanki tüm ağrılarımı giderirmişcesine bir şekilde masaj yapmaya başladı. Bedenimi suyun altına gömdüm, başımı küvetin taşına yasladım. Sıcak suyun altında, Barlas'ın saçlarıma yaptığı masajla beraber dakikalarca huzurla, sessizliğin tadını çıkardım.

Sonrasında Barlas saçlarımı yıkadı ve geriye sadece benim yapacaklarım kaldı. "İstediklerim gelmiştir, onları buraya getireceğim ama yıkanıp üzerini giyebilir misin?" Başımı salladım yavaşça. Barlas içeriye geçerek birkaç şey getirdi ve kuru bir yere bıraktı son kez bana bakarak banyodan çıktı.

Fazla oyalanmadan hızla suyla temizlendim ve küvetten çıktım. Tenimi kuruttuktan sonra Barlas'ın istediği salaş taytı, gri pamuklu kazağı giydim ve saçlarıma hiç dokunmadan banyodan çıktım. Odaya geçtiğim sırada Barlas görüş açıma girdi, yatağın üzerinde oturuyordu. Fındık'ın tüylerini okşarken beni fark etti.

"Niye gitmedin?" diye sordum beyaz kanepeye otururken. Benim sorumu cevapsız bıraktı ve banyoya geçti ardından elindeki kurutma makinesi ile geri geldi.

"Saçlarını kurutacağım, sonrasında yemek yiyeceksin ve ilaçlarını alıp uyuyacaksın." Arkama geçerek saç kurutma makinesini açtı ve kısa sürede saçlarımı kuruttu ardından bana sormadan saçlarımı güzelce ördü. Ne zaman getirtmiş olduğunu bilmediğim yemeklerden bana zorla yedirdi, ilaçlarımı içirdi ve yatağa yatırdı. "Burada olacağım, uyu." Sessizleştim ve uykunun derinliklerine çekildim.

Uyku ve uyanıklık arasında bir noktanın tam ortasında bedenime sarılan kolları hissetim. Barlas'ın göğsünde, onun kokusuyla uzun soluklu bir uykuya çekildim.

🕊️

1. Bölüm
Barlas Demirkan'ın Gözünden

Bir insanın hayatı saniyesinde değişebilir miydi? Bu mümkün müydü? Hayatına giren bir insan onun tüm ezberini bozdurur muydu?

"Komutanım, yolları kapattık." Özkan'ın sesiyle ona döndüm. "Aramayı başlatıyoruz." dediğinde oturduğum koltuktan kalktım, başımı eğerek arabanın içinden çıktım. Soğuk havayı içime çekerek kapanmış yola göz attım, çok sayıda araç durdurulmuştu.

"Herhangi bir şey dikkatinizi çekti mi?" diye sordum. Bugün buradan, uzun zamandır enselemek için anbean beklediğim biri geçmeye çalışacaktı ancak bu asla mümkün olmayacaktı. Onu, hak ettiği hücreye seve seve tıkacaktım.

"Hayır, henüz bir hareketlilik yok ancak yakındır." Başımı salladım onaylayarak. Özkan, timin yanına döndüğünde arabaları aramaya başladılar çok oyalanmadan aralarına katılacaktım.

Ama öncesinde Erdem Albayı, komutanımı aramam gerekiyordu. Telefonumu çıkarttım ve Erdem Albayı aradım. Cevap vermesini beklerken art arda duran arabalarda göz gezdirdim. "Barlas?"

"Komutanım, müsait miydiniz?"

"Evet, söyle."

"Yolları kapattık, arama başlatıldı. Murat için herhangi bir ipucu var mı?" Bugün buradan nasıl gidecekti? En azından araba modeli, rengi, plakası hakkında bilgi almak gerekiyordu.

"Elimizde hiçbir şey yok, Barlas. Gelen ihbarın doğruluğu hakkında da bir şey söyleyemiyorum, ama yine de göz ardı edemeyiz. Oldukça dikkatli ol." Hiçbir şey yoktu.

"Anladım komutanım."

"Haberdar et beni." Söylediğini onayladım ve telefonu kapatarak ilerlemeye başladım. İleride duran beyaz renkli arabayla aramaya başlayacaktım. Arabanın yanına yanaştım, açık camından içeride oturan kadına baktım. "Aşağı inin." Kadının bakışları bana döndü, ardından yanında oturan adama baktı ve yutkundu. Kadın ve adam arabadan indiği sırada, "komutanım, temiz!" diyen Sadık'ın sesiyle oraya döndüm ve geçiş izni verdim. "İzin ver." dedikten hemen sonra tekrardan kadına doğru döndüm. Yanağında açıkça belli olan tokat izini ve boynunun açık kısımlarında kendini gösteren morluklar ile kaşlarım çatıldı. Şiddet mi görüyordu? Gözlerim gözlerine tırmandı, mavi gözlerine baktığımda sanki bir şey söylemek ister gibiydi.

"Bebeğim yanıma gel," adamın sesiyle kadın o tarafa doğru yöneldi, yanımdan geçtiği sırada açık elime tutuşturduğu kağıt parçasıyla kaşlarım çatıldı. Kadına baktığımda adamın yanına geçti, adam kadını sertçe kolundan tuttuğunda buruşan yüz ifadesiyle derin bir nefes aldım.

Kadına hâlâ bakmaya devam ettiğim sırada o da yavaşça bana doğru döndü ve göz göze geldik. Göz pınarlarında toplanmış olan yaşları fark ettim. Yanındaki adama çevirdim bakışlarımı, adam oldukça tanıdık geliyordu ancak çıkarmak zordu.

Gözlerim o adamın üzerindeyken Ozan'a seslendim. Saniyesinde yanımda biten Ozan'a döndüm. "Arabayı ve beyefendinin üzerini ara."

"Hanımefendi peki, komutanım?" Bakışlarım kadına döndü. "Kalsın." Askeri araca doğru yürümeye başladım, kağıtta ne yazdığını öğrenmem gerekiyordu. Araca binerek koltuğa oturdum ve avuç içimde buruşmuş olan kağıdı açarak yazıları okudum.

Bu kağıdı bulan her kimse lütfen bana yardım et. Polisi ara, ailem beni şiddet bağımlısı bir adamla evlendirmek için zorluyor. İsmim Asena Soykırım evleneceğim adam Murat Yaban beni yurt dışına kaçırmayı planlıyor.

Okuduklarım ile kan beynime sıçradı. Murat Yaban, Murat. Kadının yanında duran o adam Murat mıydı? Tanıdık gelen siması bundan dolayı mıydı? Ancak bir başkası gibi duruyordu.

Murat beni tanımış olmalıydı fakat benim onu tanıdığımdan bihaberdi. O kadını mı kaçıracaktı? Yine neyin peşindeydi?

Kağıdı buruşturdum ve üniformamın cebine koyarak araçtan indim. Aradığımı bulmuştum. Hâlâ aynı yerde duran Murat'a ve yanındaki kadına, Asen'ya baktım. Onun bakışları bana döndüğünde çok geçmeden yanlarına ulaşmıştım. "Ozan, bir şey var mı?" diye sordum.

"Arabaya hâlâ bakmadım, komutanım." Ozan arabayı kontrol etmeye başladığı sırada kısa bir an Asena'ya ve Murat'a bakarak arabanın ön kısmını aramak için işe koyuldum. Bir silah veya kaçışıyla alakası olan belgeler bulabilirdim.

Ve beklediğim oldu. Ruhsatsız tabancayı elime alarak ona doğru döndüm. "Murat Yaban?" Gözlerimi yüzünde gezdirdim. Herhangi bir cevap beklediğim sırada yüzünden açık açık okunan korku hoşuma gitti.

"Silah iznim var, komutanım." Kaşlarım yavaşça havalandı. Demek izin belgesi vardı.

"Belgeyi göster, Murat Yaban." İsmine ve soyismine bilerek yaptığım vurgu onun anlaması için yeterli olacaktı.

"Belge yanımda değil. Evden aceleyle çıktık eşimle, komutanım." Yanındaki kadına baktı yalanına ortak olması için ancak Asena hiçbir şey söylemedi.

"Kimliklerinizi verin." Murat yutkundu, cebinden çıkardığı iki kimliği elime bıraktı. "Murat Yaban," Murat'ın yüzüne sertçe baktım. "Ve Asena Soykırım." Hâlâ kendini kurtarmaya çalışmasıyla soğuk, buzdan bir şekilde güldüm.

"Şeyden o kom—" Murat'ın konuşmasına dahi izin vermeden ensesinden tuttuğum gibi başını yere eğdim. Bileklerini arkadan, bel boşluğunda sabitledim ve sertçe arabanın kaputuna yasladım.

"Kes lan sesini!" Sesim içimde tutmaya çalıştığım öfkeye rağmen çok yüksekti. "Haysiyetsiz! Kadına el kaldırmaya utanmıyor musun sen?" Şimdi burada kafasına sıkmak istesem bile yapamazdım. Elime aldığım kelepçeleri Murat'ın bileğine geçirdim.

Ozan, Murat'ı benden alarak yürümeye başladığında Asena'ya doğru döndüm o an yeniden onun sesini duydum. "Kurtuluşun yok lan senin! Eninde sonunda bana geleceksin, bırakmayacağım seni." Asena'ya baktığımda çökmüş yüzüyle beraber derin bir nefes aldım.

"Hanımefendi, iyi misiniz? Sakin olun, güvendesiniz." Yaş döken gözleriyle konuşmaya çalıştı.

"Değilim! Bırakmayacak beni, rahat vermiyorlar!" Yüzünü kapattı, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı.

"Ağlamayın lütfen." Tereddüt etsem bile uzanıp yüzünü kapatan ellerini indirdim. "Korkmayın neler olduğunu anlatın bana." Murat ona ne yapmıştı?

"Ben..." Nefes aldı. "Ben nasıl anlatacağım bilmiyorum. Çok şey oldu ve ben çok yoruldum. Bugün karşıma çıkmayacak olsaydınız hayatım tamamen mahvolacaktı."

"Bana güvenebilirsiniz. Yüzbaşı Barlas Demirkan." Kendimi tanıttım, belki biraz olsun rahatlar diye.

"Siz tanıyorsunuz beni, zaten." Derin bir nefes aldım.

"Biraz sakinleşin sonra her şeyi anlatırsınız." Bakışlarım arkaya doğru kaydı. "Sadık!" Sadık, ona seslenmem ile koşar adımlarla yanımıza geldi.

"Buyurun komutanım."

"Sadık, Asena Hanımı araca götür ve başında dur. Herhangi bir şey olursa beni çağır." Bakışlarım Asena'ya döndü. "Yirmi dakika kadar bir işimiz var ardından gidebiliriz." Başını salladı ve sarsak adımlarla yürümeye başladı. İyi olmadığını fark edince Sadık'a destek olması için işaret verdim, saniyesinde Asena'ya destek oldu ve onu araca doğru götürdü.

Ozan'ın Murat'ı götürdüğü araca yöneldim, hızla açık kapıdan içeri girdim. "Komutanım," Ozan bana engel olamadan Murat'ın yüzüne indirdiğim yumrukla sertçe geriye devrildi. Üzerine doğru eğildim, dizimi sert bir şekilde karın boşluğuna bastırarak yüzüne baktım. "Komutanım! Şimdi sırası değil."

"Çık dışarı, Ozan." Murat acıyla yüzünü buruşturdu, kanayan burnunu çekti. "Çık!" dedim yeniden. Bu kez dışarı çıktı, ardından kapıyı kapattı.

"Yüzbaşım, tanımazsın sanıyordum beni." Acıyla inledi. "Nasıl tanıdın sen yine beni?" Alayla güldü, karın boşluğuna bastırdığım dizime daha fazla yüklendim. Saniyesinde nefesi kesildi, acıyla inledi.

"İşin ucunda sen varsan, cehennemin dibinde ol bulurum seni." Kesilen nefesi yüzünden konuşamıyordu, dizimin baskını çektim ve saniyesinde öksürerek kendine gelmeye çalıştı. "O kadından ne istiyorsun? Neyin peşindesin yine sen?"

"Evleneceğiz biz onunla."

"Ulan senin ağzını yüzünü sikerim! Kadını ne hâle getirmişsin, ne evliliğinden söz ediyorsun sen?" Doğrulmaya çalıştı ama kelepçeli elleri dengesini bozuyordu ve hâlâ nefesini düzenlemiş sayılmazdı.

"Sözümden çıkmayacak, çıktığı her an onu daha da beter hâle getiririm. Benimle evlenecek, ailesi bana verdi onu." Bir kadından böylesine iğrenç bahsetmesi son damla olmuştu.

"Senin ecelin olacağım ben."

"Herkesi toparla, Sadık. Gidiyoruz." Araca bindiğim an Asena'ya kaydı gözlerim. Bir şey söylememe izin vermeden konuştu hemen.

"Beni onlara vermeyin lütfen. Ailem yine verecektir beni, Murat'a." Ailesi nasıl böyle bir şey yapardı? Bir anne, baba... Kendi kanından olan birini, böyle bir kansıza nasıl verirdi?

​​​​​​Anne, baba olmak isteyen yüzlerce insan varken, onların elinden alınmış olan bu duygu böylesine insanlara neden verilmişti?

"O p—" duraksadım. Hâlâ sinirliydim, Murat'ın üzerinden atmaya çalıştığım sinirim biraz olsun azalmamıştı. "Parmaklıkların ardından çıkamayacak bir süre." Elimden geleni yapacak ve onu oradan çıkarmayacaktım. Asena'nın karşısına geçtim ve oturdum. "Bana neler olduğunu anlatın. Neden sizi zorla evlendirmek istiyor aileniz?"

Dakikalarca bir cevap bekledim ancak o sadece boşluğa bakarak daldı. Gözleri doldu, yaşlar birer birer aktı. "Asena Hanım?"

"Üzgünüm," gözyaşlarını sildi. "Ben bilmiyorum. Onlara defalarca sordum ama neden beni evlendirmek istediklerini bilmiyorum. Benden üç yaş büyük bir ablam var ve benden önce onun evlenmesi gerekirken önceliği bana verdiler. Üstelik şiddet bağımlısı, tanımadığım bir adam." Yutkundu. "O yani Murat sürekli olarak beni tehdit ediyordu. Arabasında bulduğunuz silah..." Duraksadı, saklamak istediği bir şey vardı ama buna izin veremezdim.

"Evet? Ne olmuş silaha?" diye sordum. Amacım ona söyletmekti ancak içten içe tahmin ediyordum ve onun olmaması için dua ediyordum.

"Ben..." Derin bir nefes aldı, titreyen ellerini üzerindeki bordo renk kazağın eteklerine atarak hafifçe yukarı sıyırdı. Gözlerim karnında, üstünkörü pansuman yapılmış yaraya kayınca kaşlarım sertçe çatıldı. "Birkaç gün önce ondan kaçmaya çalıştım ve beni bulduğu zaman ona zorluk çıkardığım için silahla vurdu." Oturduğum yerden kalktım ve hiç düşünmeden bir dizimin üzerine çökerek karnındaki yaraya baktım.

"Dokunabilir miyim?" Tereddütle kabul etti, sonrasında elimi uzattım ve yavaşça yarayı gizleyen sargı bezine dokundum. "Hastaneye götürülmedin mi?" Canı hâlâ acıyor muydu? Nasıl bu denli insafsız olurdu insan.

"Hayır. Ben bayılmışım, kendime geldiğim zaman üstünkörü bir şekilde sarılmıştı yara." Sert bir soluk bıraktım ve doğruldum.

"Pansuman yapılması gerekiyor." Özgür burada değildi, Özkan'ın yapması gerekecekti.

"Hayır, buna gerek yok."

"Var."

İç çekti. "Ben ne yapacağım? Evime gidemem ama başka bir yere gidersem bulurlar mı beni?"

"Bir çaresine bakacağım." dedikten sonra Erdem Albay ile konuşmak için telsizi çıkardım ve biraz uzaklaştım. "Lodos 1, yuva ses geliyor mu?"

"Yuva dinlemede." Erdem Albayın sesini duyduğum sırada göz ucuyla Asena'ya baktım. Timdekilerle konuşuyordu, tekrardan önüme döndüm.

"Görev tamam ancak beklenmeyen bir durum gelişti." Asena'yı bir süreliğine askeriyeye götürebilirdim, en azından güvenli bir yer buluncaya kadar.

"Ne denli büyük bir durum?"

"Geri dönünce yanınıza geleceğim komutanım."

"Tamam." Telsizi kapattığım sırada Sadık'ın söylediğiyle boğazımı hafifçe temizledim.

"Sikik herifin biri zorla götürmeye çalışıyordu." Sadık bana döndü ardından ne söylemek istediğimi anlayarak durumu kurtardı. "Kusura bakmayın, bir an öyle şey yaptım." Murat'ı tanıdığını belli etmemesi, etmememiz gerekirdi.

"Önemli değil." dedi Asena.

"Siz iyi misiniz?" diye sordu Özkan. "Yanağınız morarmış." Özkan'ın bana dönmesiyle beraber ne olduğunu anlaması kısa sürmüştü, Murat'ı görmüş olmalıydı ki çok sorgulamadı.

"Özkan, karnında pansuman yapman gereken bir yara var." Başımla Asena'yı işaret ettim, saniyesinde itiraz etti.

"Hayır. Buna gerek yok, gerçekten. İyiyim ben." Ters ters yüzüne baktığımda usulca yutkundu ve sessizleşti.

"Hadi, yola koyulalım." dedim ve herkes teker teker yerini almaya başladı.

"Komutanım, Asena Hanımı nereye bırakacaksınız?" Asena merakla bana bakınca cevap verdim.

"Bir süreliğine askeriyede olacak."

"Ne? Oraya gelmem şart mı?" diye sordu. Askeriyeye gitme konusunda pek emin değildim, her yer erkek kaynarken onun için iyi olur muydu?

"Anladığım kadarıyla evine gidemezsin. Başka bir yere gidebileceğini hiç sanmıyorum. Ama güvendiğin birileri varsa söyle oraya bırakırız." Murat'ın yapmış oldukları aklıma geldikçe sinir kat sayım arttı ve istemsizce ona yükseldim.

"Yok." dedi.

"Bende öyle düşünüyordum." Askeriyeye değil ancak kendi evime götürebilirdim. Annem ve kardeşimin yanında daha rahat olacağı kesindi.

🕊️

Şimdi
Barlas Demirkan

Bir ayın tüm acısını, özlemini saniyesinde geçiren bir şey vardı. Asena'nın kollarımın arasında, yüzünü göğsüme gömmüş bir şekilde uyumasıydı. Elleri karnımın üzerinde, yüzü göğsümde aldığı kesik kesik nefeslerle uyuyordu.

Şeker ve çiçek kokusu beni ait olduğum yere kavuşturmuştu.

Gülümseyerek, içimdeki çocuksu heyecana karşı koymadım. Onu uyandırmaktan korkarak yavaş hareket ettim, yüzümü buram buram kokusunun geldiği boynuna, cennetime sakladım ve derin bir nefes aldım.

Asena'nın tatlı mırıltılar çıkararak bana sarılışını sıkılaştırmasıyla huzurun bana uğramış olduğu saatlerin keyfini çıkardım. O benim göğsümde, ben onun boynunda soluklandık.

Yataktan doğruldum, uykunun ağırlaştırmış olduğu gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Hava kararmış, saat yediye geliyordu. Asena ile saatlerdir uyuyorduk ve eğer uyandığı an kızmayacak olsaydı hâlâ uyumaya devam ederdim onunla ancak pek mümkün değildi.

Telefonumu alarak ayağa kalktım. Odadan çıkmadan hemen önce Asena'nın üzerine eğilerek şakağından öptüm, kokusunu soludum ve yatağın ayak ucuna kendini toplamış Fındık'ın tüylerini okşayarak odadan çıktım.

Erdem abi bir saat önce askeriyeye gelmem için mesaj atmıştı. Bu saat ne olmuştu bu kadar acil? Giymek için bir pantolon ve tişört çıkardım, o sırada Erdem abiyi aradım. "Barlas, neredesin oğlum sen?" Onu bu kadar saat cevapsız bırakmam alışık olduğu bir şey değildi.

"Önemli bir yerdeydim abi. Bir şey mi oldu?" Asena'nın koynunda uyumak tüm dengemi, ezberimi bozuyordu ancak yapacak hiçbir şey yoktu. Bu ilk kez başıma gelmiyordu, onunla uyuduğum her uyku beni ölüm gibi içine çekiyor, zar zor uyanıyordum.

"Oldu, buraya gelince öğrenirsin." Fazla sorgulamadım. Hazırlandıktan hemen sonra odadan çıkarak aşağı indim. Asena uyanınca bir şeyler yemeli ve ilaçlarını almalıydı ancak yemek ister miydi orası muamma. Yemekten görevli olan adamı bulamazdım ancak garsondan isterdim.

"Buyurun efendim," diyen garsona döndüm. "328 numaralı odaya yarım saat sonra yemek götür." Asena'nın yiyebileceği yemekleri söyledikten sonra daha fazla oyalanmadan otelden çıktım.

Yarım saat süren yoldan sonra askeriyenin önünde durdurdum arabayı, askeriyenin bahçesinde gördüğüm timle kaşlarım çatıldı. Onların burada, bu saate işi neydi? "Ne oluyor burada?" diye sordum.

"Bilmiyoruz komutanım, Erdem Albay çağırdı." diyen Cesur ile duraksadım. Bu kadar acil ve önemli şey neydi?

"Barlas," Erdem Albayı ve yanındaki adamı görünce kaşlarım çatıldı. Ne oluyordu burada? "Sizi yeni silah arkadaşınızla tanıştırayım."

Erdem Albayın yanında duran adam bir adım öne çıktı. "Teğmen, Yunus Alaş, komutanım. Emir ve görüşlerinize hazırım." Ne demekti bu?

"Rahat." Yunus denen adama baktım ardından Erdem Albaya döndüm. "Nasıl yani komutanım?"

"Yunus senin timinde, bundan sonra Lodos Timinde görev ve emirlere uyacak." Neden böyle bir şey yapmıştı birdenbire?

"Nedeni ne komutanım?" diye sordum.

"Lodos Timini tamamlamak. Birkaç hafta içinde, timden sorumlu sağlık personeli gelecek." Tüm bunlar olurken fikrimin alınmaması neden bilmiyorum ancak çok takmadım.

"Emredersiniz komutanım." Gözlerimi Yunus'a çevirdim. "Yüzbaşı Barlas Demirkan." Arkamda duran Time döndüm, onlarda bu emrivakiden pek hoşlanmamıştı ancak benim kabul edişim onlar için yeterliydi. "Say baştan, Lodos."

"Uzman Çavuş, Semih Kıran."
"​​​​​Astsubay, Engin Kar."​​​​​​
"Asteğmen, Cesur Sarı."
"Teğmen, Özgür Akkuş."
"Teğmen, Ozan Yıldırım."
"Teğmen, Salih Kaya."
"Teğmen, Sadık Öz."
"Üsteğmen, Özkan Demirel."

Yunus hafifçe tebessüm ederek başıyla selamladı.

Bir saat süren tanışma sonrasında otele dönüyordum ancak yağmur yeniden yağmaya başlamıştı ve kaldırımın üzerinde çiçeklerini satmaya çalışan yaşlı kadını görünce arabayı kenara çekerek durdurdum. Düşünmeden arabadan inerek, yağmurun altında duran kadına doğru ilerledim. "Hoş geldiniz, hangi çiçekleri isterdiniz?"

Derin bir nefes aldım. "Hepsinden karışık bir buket yapar mısınız?" Kadın gülümseyerek başını salladı ardından hızlıca renkli bir buket hazırlayarak bana uzattı. "Ne kadar bunlar?"

"100 TL, oğlum." Cüzdanımdan çıkardığım 200 TL'yi kadına uzattım. Üzerini almadan geri arabaya döndüğüm sırada kadında satacak çiçeği kalmadığı için toparlanarak gözden kaybolmuştu.

Kısa sürede otelin önünde durduğumda bir elimde çiçek buketi, diğerinde ise yol üzerinden aldığım çikolata kutusu vardı ikisini de Asena için almıştım. Çiçeğin içine ise bir not bırakmıştım.

Odasının önünde durdum. Elimdekileri kapının önüne bıraktım ardından kapıyı tıklattım ve o açmadan önce kendi odama geçtim.

🕊️

Asena Soykırım

Yanında olmasını istediğin insanın ulaşabileceğin kadar yakınında olması ama bir o kadar da uzakta olması çok yakıyordu canını. Ne kadar yakın olursa olsun eğer ki ona dokunamayacak hâlde isen hiçbir anlamı yoktu.

Uyandığım zaman hâlâ Barlas'ın kokusu vardı odada. Kokusu benim için ulaşılması zor bir evre gibiydi ve ulaştığım zaman çok değerli bir hediye almışım gibi mutlu oluyordum. Barlas'ın kendisi benim lugatımda değerliydi.

Yarım saat kadar oluyordu uyanalı, Barlas'ın benim için gönderttiği yemeği yediğim sırada odanın kapısı tıklanmıştı. Ayağa kalktım kapıyı açtığımda karşımda birini görmeyi bekledim ancak kimse yoktu. Sadece farklı türlerde çiçek buketi ve bir kutu çikolata vardı. "Bu da ne?" Yavaşça eğilerek çiçeği ve çikolatayı aldım, çiçeklerin karışık ortaya çıkarmış oldukları egzotik koku burnuma dolunca gülümsedim.

Çiçek buketinin üzerinde duran beyaz not kağıdını aldım ve üzerinde yazanları okudum.

Sana verdiğim sözleri kötü anılarını yok ederek başlayacağım, güzelim. Söz verdiğim gibi, sana beyaz lalelerin üzerine daha güzellerini ve daha nicelerini alacağım.

Midemde tuhaf, ayaklarımı yerden kesen bir his uyandı. İçime küçük bir nefes çektim, dudaklarımda benden izinsiz bir tebessüm yeşermişti bile.

Anlamıyordum. O gün beni Murat'a verirken hiç üzülmüş ya da tereddütte durmuyordu ancak şimdi neden bu kadar dağılmış duruyordu? Söylediği gibi bir ay boyunca her gün beni aramış mıydı? İnanmıyordum. Aramış olsa bulmaz mıydı?

Beni kendi elleriyle kaybeden o iken yine kendi elleriyle çekip çıkaramaz mıydı o karanlık, bilinmezlik içinden?

İsterse bulurdu, Barlas beni bulmak istese bulurdu. Onlarca söz vermişti ve hiçbirini tutamamıştı, Barlas tutamayacağı sözleri ne için vermişti? Yeterince parçalanmış değil miydim onun gözünde? Ailesi tarafından hiç düşünülmeden ölüme gönderilen bir kadın onun gözünde daha fazla acı mı çekmeliydi?

Kendi öz annem bile bana neler yapmış, üvey ailem mi sevip, sayardı?

Kucağımda tuttuğum çiçek buketine baktım ve iç çektim. İçimden onları atmak gelmiyordu. İçeriye girdim ve kapıyı ardımdan kapatarak balkona doğru ilerledim. Yağmur hızlanmıştı, hızlıca balkon masasının üzerinde duran cam vazoyu aldım ve içeri girerek kapıyı kapattım.

Çiçeğin sarılı olduğu paketi açarak çiçekleri teker teker vazoya yerleştirdim ardından sürahinin içinden biraz su doldurdum ve yüzümde oluşan küçük tebessümle eğilip tekrardan kokladım çiçeklerimi.

Fazla düşünmeden biraz önce oturduğum kanepenin üzerindeki telefonumu aldım, neden bilmiyorum ama Barlas'ın ezberimde olan numarasını telefona girdim.

Asena

*Fotoğraf*

Çektiğim çiçekleri ona gönderdim.

Çiçekler için teşekkür ederim. (20:27)

Ama tutmadığın diğer sözler gibi bunu da tutmana gerek yoktu. (20:27)

Gözlerim kahverengi çikolata kutusuna kaydı, telefonun ekranını kapattım ve çikolata kutusunu alarak kanepeye oturdum. Kutuyu dizlerimin üzerine bırakarak kapağını açtım, içindeki krema ve bitter aromalı, farklı şekillerdeki çikolatalara baktım.

Kalpli, yuvarlak, kare, tanecikli şekillerde çikolatalar vardı. Kalpli krema aromalı olandan bir tanesini yediğim sırada gelen mesaj sesiyle telefonuma döndüm ve fark ettiğim şeyle kendime ne diyeceğimi bilemedim. Hâlâ ondan mesaj geldiğinde heyecanlanıyordum.

Mesajı açtım. Onu yeniden resmi şekilde şekilde kaybetmiştim.

Barlas Demirkan

Önemli değil, çiçekleri görünce aklıma geldi. (20:32)

Verdiğim tüm sözleri tutacağım, Asena. (20:32)

Asena

Bundan pek emin değilim. (20:32)

Ve ayrıca çikolata içinde teşekkür ederim. Çok lezzetli. (20:33)

Barlas Demirkan

Emin olacağın zamanlar gelecek ve ben o günü iple çekiyorum. (20:33)

Afiyet olsun, çikolatayı sevdiğini hatırlıyorum. Salep bulamadım ancak bulacak olursam alacağım. (20:35)

Neden alacaktı? Kendini affetirmeye mi çalışıyordu, yoksa sadece vermiş olduğu sözleri yerine mi getirmekti amacı?

İlk mesajına cevap vermedim.

Asena

Salepi kendime ben alırım, senin sevmediğin bir şeyi benim için almana gerek yok. (20:36)

Hoşçakal. (20:37)

Barlas Demirkan

Senin sevdiğin bir şeyi hiç düşünmeden alırım, Asena. Çünkü sen seviyorsun, benim sevmeme gerek yok. (20:38)

Ve biraz daha konuşalım mı? (20:38)

Sadece teşekkür etmekti amacım, neden konuşmaya devam edecektik? Sen de onunla konuşmak için çiçek ve çikolatayı bahane ettin.

Asena

Konuşmak istemiyorum. (20:39)

Barlas Demirkan

Nasıl istersen. (20:40)

Birkaç güne göreve gideceğim, aklında bulunsun. (20:41)

Görev... Biz bu hâldeyken, o göreve gidecekti ve hiç düşünmek istemediğim seneryolar geliyordu aklıma.

Asena

Allah'a emanetsin, hepiniz Allah'a emanetsiniz. (20:43)

Daha fazla uzatmadan telefonu kapattım, ondan da bir mesaj gelmedi ikimiz de yeniden sessizliğe çekildik. Biraz önce içimdeki heyecan, tarifsiz duygu yerini korku ve endişeye bırakmıştı.

Barlas göreve gidecekti ve ben korkuyordum. Onların nasıl insanlar olduklarını öğrendikten sonra artık daha fazla endişe duyuyordum, Barlas'ın esir düşmüş olduğu o anlar... Hiç gitmiyordu aklımdan. Hem yaralıydı, yarası tazeyken nasıl olurdu?

Bahaneler... Bahaneler...

Gitmek isteyen ve gitmek zorunda olanı hiçbir şey, hiç kimse durduramazdı.

🕊️

İlahi Bakış Açısı

Gün doğumuyla beraber Barlas askeriyede almıştı nefesi, her şey üst üste geldiğinden dolayı Baros denen adamı, yıllardır peşinde olduğu adamı dahi hesaptan geçirememişti. Asena kendisi için o kadar uç bir noktadaydı ki her şey de elini kolunu bağlar hâle gelmişti.

"Komutanım, günaydın." Barlas masanın üzerindeki sıcak kahve kupasını eline aldı ve hızla birkaç yudum içti.

"Günaydın, bir şey çıktı mı o iten?" Özkan oturduğu koltukta geriye yaslandı ve başını olumsuzca salladı.

"Hiçbir şey söylemiyor, çok bile kaldı burada gerekli makama teslim edeceğiz, Erdem Albayın isteği üzerine." Barlas, Baros denen adamdan bir şey çıkacağına çok emindi ancak düşündüğünün aksine hiçbir şey çıkmamıştı.

"Asena'nın kanını almışlar, ne için aldıklarını, ne üzerine kullanacaklarını bilmem gerekiyor." Daha fazla aksilik istemiyordu. Ama en önemlisi Asena'nın daha fazla zarar görmesini istemiyordu. Kaldığı otel dahi o kadar güvenilir değildi, onu oradan çıkarması ve evlerine götürmesi gerekiyordu. Belki Gülse ile Füsun Hanımı işin içine çekerse bir şekilde hallederdi.

"Baros'un bununla bir alakası var mıdır?" diye soran Salih olmuştu.

"Bir noktada o da işin içine giriyor," dedi Ozan. "Yoksa neden bunca yıldır Türkiye'ye ayak basmayan adam tüm ihmalsizlikler ile soluğu burada alırdı?" Barlas, Ozan'ın söylediğini doğru bulmuşcasına başını salladı ve sıkıntıyla iç geçirdi.

"Komutanım," Barlas Özkan'a çevirdi gözlerini. "Şu an sırası değil ancak Erdem Albayın isteği, hafta sonuna bir yemek organizasyonu yaptığını ve herkesin bir arada olmasını istediğini söyledi." Barlas'ın kaşları çatıldı. Bu herkes'in içine Asena dâhil olmalıydı ama daha yeni yeni toparlanıyorken onu böyle bir ortama sokmak doğru muydu? Diğer yandan bir saat olsa dahi Barlas onu soluksuz, görecek olmanın hissine kapılmıştı.

"Herkes derken?" diye üsteledi.

Özkan derin bir nefes aldı. "Asena Hanım dâhil," gözlerini Yunus'a çevirdi. "Time yeni katılan teğmen için ve hafta sonuna kadar gelecek olan sağlık personeli için düzenleniyor bu yemek." Bir bu eksikti dercesine derin bir nefes aldı. Kahvenin son yudumunu içerek ayağa kalktı, timin hareketlenmesiyle onları durdurdu.1

"Erdem Albayın yanına uğrayacağım." Barlas odadan çıktıktan sonra herkes sırayla yerine oturdu. Yunus, telefonunu cebine koyarak onun üzerinde duran gözlere baktı. Aralarına, emrivakiden girdiği için pek hoşlanmamıştı kimse ondan ama zamanla çözülecek bir şey olduğunu bildiği için sorun etmiyordu.

"Benimde çıkmam gerekiyor, bir ev buluncaya kadar otelde kalacağım." Bugün serbest oldukları için rahattı bu kadar. Özkan söylediklerini onayladı, ardından Yunus seri adımlarla yanlarından ayrıldı.

Askeriyeden çıktı, arabasına binerek buraya en yakın olan bir otelin konumunu açtı ve oraya doğru sürdü.

Diğer yandan Barlas, Erdem Albayın odasında, gelecek olan sağlık personeli hakkında konuşma yapıyordu. "Asena'yı timden sorumlu doktor yapmayı çok isterdim, sende isterdin biliyorum." dedi Erdem Albay.

Barlas tamamladı sözünü. "Ama Asena benim yüzüme dahi bakmıyor, abi. Benimle aynı ortamda olmak istediğini hiç sanmıyorum, hafta sonu düzenlenmiş olan yemeğe geleceğini bile düşünmüyorum." Erdem Albay sorumlusu olduğu bu durumdan mutlu değildi ama elinden gelenler sınırlıydı.

"Barlas," elini Barlas'ın omuzuna bastırdı. "Unutma oğlum, babanın bir sözü vardır. Kaderinde, Alın Yazında yazılan kişi her kimse hiçbir şey, hiç kimse sizin önünüzde engel olamaz. Çünkü Allah'ın emrine karşı gelecek kimse yoktur." Barlas, konu babasından açıldığı an içinden geçen acıyı anlatamazdı. Örnek alıp, asker olduğu babasına gururla ben asker oldum diyemezdi.

Oysa ikiside çok isterdi.

"Babam..." Kalbinde büyük bir sızı oluştu yeniden. Hep orada olan ancak sadece gerektiği zaman kendini gösteren bir sızı. "Bugün yanımda olsaydı, gelmiş olduğum duruma çok sevinirdi." Acıyla tebessüm etti. "Her zaman gelinimi senden önce ben benimserim derdi." Ağzından kaçanlara engel olamadı.

Erdem Albay ortamdaki hüzünlü havayı dağıtmak adına ima ile konuştu. "Gelini demek?" Tuttuğu omuzuna birkaç kez avuç içiyle vurdu. "O günleride göreceğiz, Allah'ın izniyle."

Barlas sessiz kaldı. Geleceğini bilmiyordu ancak kaderinde, Alın Yazısında yazan kişinin Asena olduğunu biliyor, hissediyordu. Umuyordu ki kader utandırmasın.

🕊️

Asena Soykırım

Bir insanın acı eşiği ne kadar oluyordu? Acıya ne kadar dayanırdı? Ben her zaman canı tatlı olanlara çok imrenirdim, eline diken batsa tatlı canından ağlayanlar vardır. Ben hiçbir zaman canımın acısından, tatlı canım var diyerekten ağlayamazdım. Ağlayacağım biri yoktu.

Kime baksam bana sırtını döner, kime gülsem bana nefretle bakardı. Çok düşünmüştüm; küçük bir kız çocuğu ne yapmış olabilirdi? Ne yapmış da tüm insanların nefretini kazanmıştı? Ancak hiçbir cevap bulamazdım, çünkü hiçbir şey yapmamıştım.

Annem beni döverdi, sessizce ağlardım. Babam bana hakaret eder, sessizce kabul ederdim. Ablam beni her zaman insanlara kötüler, aralarına almazdı, sessizce kenara çekilirdim.

Ben her şeyi, olduğu gibi kabul etmeme rağmen yine nasıl batardım gözlerine? Çok mu şey istemiştim ki? Sadece mutluluğun tadına bakmak, biraz olsun gülümsemek istemiştim.

Ama bana yasaklıydı bunlar. Bir kadın, hiçbir zaman bunları hak etmezdi.

Üzerime giydiğim siyah geniş paça kumaş pantolon, üzerine hâki renkte bir kazak giymiştim. Saçlarımı yüzümü gerecek derecede sıkı bir atkuyruğu, yüzümü yalnızca ağlayışlarımın eserini ortadan kaldırması için bir makyaj yapmıştım.

Gülse birkaç dakika önce geldiğini haber vermişti bende çantamı ve telefonumu alarak Fındık'ı son kez öperek odadan çıktım.

Otelden çıktım, Gülse arabasını park ettiği yerde, arabanın dışında bekliyordu. Hızlı adımlarla ona doğru gittiğimde beni fark etti ve heyecanla yavaş yavaş koştu. Kollarımı açtığımda çok geçmeden bana sımsıkı sarılmıştı. "Asena!"

"Düşeceğiz, dur." Güldüm. Sımsıkı sarmış olduğu kollarını gevşetti ve geriye çekildi. Işıl Işıl gözlerle bana baktığında ne kadar özlediğini ve benim birlikte bir yere gideceğimizi söylememin onu ne kadar mutlu ettiğini fark etmiştim.

"İyisin değil mi? Seninle hiç konuşmadık, ben çok korktum senin için. Beni arayınca hemen geldim, çok özledim..." Hızlı hızlı konuşması ve heyecanını tatlı buldum, sağ koluna girerek onu arabaya doğru yürütmeye başladım.

"Söz veriyorum her şeyi konuşacağız, özlem gidereceğiz ama öncelikle gitmemiz gereken bir yer var." Arabaya bindik, emniyet kemerini takarken çatık kaşlarıyla bana döndü. Bir terslik olduğunu fark etmişti elbette.

"Nereye gidiyoruz?" diye sorarken arabayı çalıştırarak geriye doğru sürmeye başlamıştı.

"Hastaneye," dikiz aynasından geriye baktı kısa bir an bana baktı.

"Neden? Hasta mı oldun?"

"Hayır." Derin bir nefes aldım. "Bekâret kontrolü için gidiyorum." Söylediğimi birkaç saniye içinde algıladı.

"Ne!" demesiyle eş zamanlı olarak sertçe bir şeye çarptık ve hafifçe öne doğru yalpaladık. "Ne diyorsun, ne oluyor ya!" Bir bana, bir arkaya baktı ve hızla kemerini çözerek kapıyı açıp arabadan indi. Bende peşinden indim, sanırım bir arabaya çarpmıştık.

"Hı!" Gülse'nin sesini duyduğum an telaşla arabanın arkasına ilerledim. Evet, bir arabaya çarpmıştık. "Ay inanamıyorum!" Utançla yüzünü kapattı. O sırada açılan kapıyla bir adam indi arabadan.

"Ne oluyor, hanımefendi iyi misiniz?" Gözleri ikimizin üzerinde gezindi ardından arabasının önüne baktı ve sıkıntıyla nefes aldı.

"Çok özür dilerim, isteyerek olmadı." Gülse'nin hâline baktım, hızlıca ona doğru gittim ve panikten titreyen ellerini tuttum.

"Tamam sakin ol, çok kötü değil zaten." Gülse'yi sakinleştirmek için kurduğum cümlenin üzerine adam konuştu.

"Evet, siz sakin olun lütfen. Size bir şey olmadıysa araba o kadar önemli değil ki zaten çok bir şey olmadı." Gülse derin bir nefes aldı, gözleri bana döndüğünde gülümsedim.

"Sen geç arabaya titriyorsun." İtiraz edeceğini anladığım an onu zorla yürüttüm ve yan yolcu koltuğuna oturttum. Ardından adamın yanına döndüm. "Kusura bakmayın lütfen." Başını iki yana salladı.

"Hiç sorun yok, cana geleceğine mala gelsin." Sanırım ilk kez bu kadar düşünceli ve doğru düşünen bir adamla karşılaşmıştım. Tebessüm ederek başımı salladım.

"Siz hasarın ne kadar olduğunu söyleyin bana, ben halledeceğim." Barlas'a bunu haber vermem gerekecekti. Gülse'ye kızmayacağına emindim ancak korkacağını biliyordum.

"Gerek yok, çok bir şey olmamış zaten."

"Hayır, olur mu öyle şey." Cebimdeki telefonu çıkardım. "Ben konuşabileceğiniz birini arayayım siz onunla konuşursunuz." Adam bir şey diyemeden Barlas'ın numarasını buldum ve onu aradım.

Birkaç dakika içinde açıldı. "Asena?" Sesindeki şaşkınlık ve afallama oldukça netti. Onu neden aradığımı merak ediyordu.

"Müsait misin?"

"Evet, bir şey mi oldu?"

"Oldu. Gülse ile dışarı çıkacaktık ama yanlışla bir arabaya çarptık, arabanın sahibine vereceğim telefonu halletmen için." Karşımda duran adama baktığımda o da bana baktı.

"Ne diyorsun? Ne arabası, ne çarpması?" Sözünü kestim hızlıca. Sorgu suale girecek olursa işimiz vardı daha.

"Veriyorum telefonu," başka bir şey diyemeden telefonu adama uzattım. "Ben arkadaşıma bakacağım siz konuşun." Adam telefonu aldığında ben de fazla durmadan hızlıca Gülse'nin yanına ilerledim. "Gülse?"

"Asena," korkuyla bana baktı. "Ne oldu? Çok mu kötü?"

"Hayır, o kadar büyük bir şey yok korkma. Abini aramak zorunda kaldım, hasarı ödemesi için." Dolu dolu olmuş gözlerinden akan yaşları sildim.

"Çok kızar şimdi bana," başımı iki yana salladım. "Kızar." dedi inatla.

"Kızmaz, ben varım yanında."

"Ama—"

"Hanımefendi?" Sesle başımı geriye çevirdim. "Siz iyisiniz değil mi? Komutanımın kardeşiyle böyle bir karşılaşma beklemiyordum." Anlayamadım.

"Anlamadım?"

"Barlas komutanım, kardeşiymişsiniz." Uzattığı telefonu aldım.

"Hayır ben değil," Gülse'yi gösterdim. "O kardeşi. Siz Barlas'ı tanıyor musunuz?" diye sordum şaşkınlıkla. Böyle bir tesadüf beklemiyordum.

"Evet, Timine yeni katıldım," elini uzattı. "Yunus Alaş." Gülümseyerek uzattığı elini sıktım.

"Asena." Gözleri Gülse'ye döndü. Gülse elini sıktı ve kendini tanıttı, bir tur daha özür diledikten sonra konuyu kapattık. "Tanıştığıma memnun oldum, bizim gitmemiz gerekiyor."

"İyi günler." Tebessüm ederek yanından geçtim ve sürücü koltuğuna oturdum. Arabayı çalıştırarak yola çıktığımda Gülse'ye baktım hemen.

"İyisin değil mi?" Başını salladı. "Eve gitmek ister misin? Ben tek başıma hallederim." Tek olmak istemiyordum, öğreneceğim şey kötü bir şey olacak olursa ne yapardım bilmiyorum ama onu bu hâlde peşimden götürmek istemiyordum da.

"Hayır, geleceğim. Bana ne olduğunu anlat, neden böyle bir şey yapıyorsun?"

"Sonra anlatacağım olur mu?" Sessiz kaldı ve bunu kabul ettim. Yirmi dakika süren bir yoldan sonra hastaneye gelmiştik ve direkt olarak içeri girecektim.

"Korktuğun şey ne bilmiyorum ama ben yanındayım." Yaşları akıtmak için bekleyen gözlerim hızla açıldı. Gülse'nin boynuna sarıldım ve titrek bir nefes çektim içime.

"Asena Soykırım!" İsmimi anons yapan hemşire ile derin bir nefes daha aldım ve geriye çekildim. Gülse'ye gülümseyerek içeriye doğru ilerledim.

Her ne ile karşı karşıya kalacak olursam yıkılmak yoktu.

🕊️

Barlas Demirkan

Erdem Albayın yanından çıktıktan hemen sonra telefonumun zil sesini duydum, cebimden çıkardığım sırada arayanı görmemle afalladım. Asena arıyordu, beni arıyordu. "Asena?"

"Müsait misin?" Ses tonundaki gerginliği fark etmiştim.

"Evet, bir şey mi oldu?" Olmuş gibiydi.

"Oldu. Gülse ile dışarı çıkacaktık ama yanlışla bir arabaya çarptık, arabanın sahibine vereceğim telefonu halletmen için." Art arda söylediklerini algıladığım an dehşetle konuştum.

"Ne diyorsun? Ne arabası, ne çarpması?" Bir şey söylemeden sözümü kesti.

"Veriyorum telefonu." dediğinde sert bir nefes aldım.

"Asena?" Herhangi bir cevap beklediğim sırada, "Alo?" diyen tanıdık bir ses duydum.

"Yunus?"

"Komutanım," şaşkın sesini duydum. "Siz?"

"Sen benim kardeşime mi çarptın?" Asena, Gülse'nin çarpmış olduğunu söylemişti.

"Hayır komutanım, kardeşiniz çarptı ancak ikiside iyi merak etmeyin." Sıkıntıyla yüzümü sıvazladım.

"Arabanın hasarı ne kadar?"

"Çok önemli bir şey değil," dediğinde itiraz edeceğimi anlamış gibi yeniden konuştu. "Sadece kaputu ezildi ancak halledilir. Kusura bakmayın."

"Oğlum sen kusura bakma, denk geldiğin ilk insanlar o ikisi olduğu için." İkisi de benim için çok önemliydi, ikiside canımdı.

"Estağfurullah komutanım," hafifçe güldüm. "İyi günler." dedikten sonra telefonu kapatmıştı. Dakikalar sonrasında Asena'ya mesaj atmıştım ancak dönüş almadım.

"Yine ne karıştırıyorsunuz siz?" Telefonu cebime yerleştirdim ve sorgu odasının olduğu alt kata inmek için merdivenlere yöneldim, bir kat aşağı indikten sonra karanlığın hâkim olduğu sorgu odasına girdim.

"Komutanım." Beni fark eden askere başımla dışarı çıkmasını işaret ettim, ikiletmeden dışarı çıkarak ardından kapıyı kapattı. Gözlerimi karşımda oturan adama, Baros'a çevirdim.

"Baros?" Ona doğru ilerledim, karşına geçtim ve oturdum. "Kaç yıl oluyor görüşmeyeli? Üç, dört, beş?" Düşünür gibi duraksadım. "Hım, daha fazla." Masaya kelepçeli ellerini geriye çekmeye çalıştı ancak hiçbir şey yapamadı.

"Seni öldüreceğim," dedi. "Kemiklerini teker teker kıracağım!" Bozuk Türkçesi yüzünden kelimeleri yuttuğu oluyordu. Alayla güldüm, öne doğru eğildim.

"Tatava yapma, buraya seninle sohbet etmeye gelmedim. Soru sormaya ve cevap almaya geldim." Sandalyeyi geriye ittiğim an gürültüyle yere sürtündü. Ayağa kalkarak Baros'un oturduğu sandalyenin arkasına geçtim.

"Hiçbir şey öğrenemezsin benden." dediğinde başımı salladım. Ellerimi iki yandan omuzlarına bastırdım.

"Erken konuşuyorsun, Baros. İstediğim cevapları senden alacağım, bugün olmazsa bile yarın alacağım." Dişlerimi yavaşça altdudağıma geçirdim. "Ve eminim ki senden cevap almak için kullanacağım yöntemler oldukça hoşuna gidecek."

"Ne yaparsan yap, sikik herif." Tuttuğum omuzlarına aşağı doğru basınç uyguladım. "Ah!" Acıyla kıvrandığında keyifle güldüm.

"Başlayalım o hâlde," yanından geçtiğim sırada bir şey unutmuşum gibi durdum ve ona döndüm yeniden. "Her yanlış cevap canını daha çok yakmama sebep olur." İstediğim cevapları vermek zorundaydı.

Dudaklarımı hafifçe ıslattım. "Kolay soruyla başlayalım. Yıllardır Türkiye'ye gelmiyordun, neden şimdi geldin?"

"Burada işim yoktu. O gün gelmem gerekti geldim." Kaşlarım çatıldı. Asena için geldiğini düşünüyordum, bundan emindim.

"Ne için gelmen gerekti?" Sessizleştiğinde odağımı tekrardan ona verdim ve bununla beraber derin bir nefes aldı. "İkiletilmeyi hiç sevmem, bilir misin?"

"O kadını almak için," sıkıntıyla başını geriye attı. Devam etmesi için beklediğimi fark ederek konuşmaya devam etti. "O kadını Rusya'ya götürmemi istiyordu, kim olduğunu sorma bilmiyorum."

"Nasıl bilmiyorsun?" Kuşkuyla yüzüne baktığımda yutkundu.

"Kendini bize göstermez, her zaman adamlarıyla görüşürüz."

"Neden kan örnekleri alınıyordu?" Cevap vermesini bekledim ama sessiz kaldığında derin bir nefes aldım. "Neden kan örnekleri alınıyordu?" diye tekrar ettim.

"Bilmiyorum." Dişlerimi sertçe sıktım. Elimden bir kaza çıkacak ve hiç istenmeyen sonuçlar çıkacaktı ortaya.

"Bilmediğine emin misin?" Ellerimi yaslamış olduğum masanın yüzeyinden çektim ve sorgu odasının dışarı bakan penceresine iki kez parmağımla tıklattım. "Yerinde olsam, kendimi benim elime, insafıma bırakmazdım." Özellikle konu Asena olduğunda.

Birkaç dakika için de kapı açıldı ve asker elindeki, elektrik makinesini yere bıraktı. O odadan çıktıktan sonra gözlerimi Baros'a çevirdim. "Tanıdık geldi mi?" Elbette gelmiştir.

"Bir şey bilmiyorum!" dedi korkunun sarmış olduğu sesiyle. Alayla sırıttım, makinenin üç kablosunu elime aldım ve ucundaki plastik hazneyi Baros'un gömleğinin açıkta bıraktığı göğsüne yapıştırdım.

"Sinek ısırığı gibi olacak," dedim yalnızca bir kabloyu kastederek. "Ama konuşmamakta kararlı olacaksan olursan..." Cümlenin devamını getirmeden önce elimdeki kabloları yere bıraktım ve makinenin kırmızı düğmesine basarak sayıların ibresine baktım. "Elli iyi midir?" Bir şey demesine izin vermeden elliye bastım.

Makineden çıkan cızırtı sonrasında Baros'un inlemesini duydum. "Yebat"¹ ​​​​​(Siktir) Elli dereceyi önce altmış, sonra yetmişe çıkardım. "ladno, podozhdi, ladno!"² (Tamam, bekle, tamam!)

"Türkçe konuş şerefini siktiğim!" Elektrik akımını düşürdüğüm an acıyla nefes nefese kaldı.

"Tamam dedim, söyleyeceğim." Akımı sıfıra indirdim.

"Buna bile dayanamayan adamlardan ne bekliyorlar acaba?" Masaya yaslandım ve Baros'un yüzüne baktım.

"Örgüt başkanı için," dedi nefes nefese. "Onun için kan gerektiğini söylediler, o kadının kanı başkanla uyumlu." Söyledikleriyle affaladım, kan mı?

"Ne için gerekiyor kan?" diye sordum.

"Bilmiyorum, ne için olduğunu bilmiyorum." Korkunun sarmış olduğu sesiyle bağırdı. "YA ne znayu, klyanus', ya ne znayu!(Bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum!)

Elimi sertçe masaya vurdum. "Ne demek bilmiyorsun, orospu evladı? Senin ağzınla burnunun yerini değiştiririm. Konuş, konuş amına koyduğum." Baros'un yakasından tuttuğum gibi kafamı burnuna gömdüm.

Acıyla haykırdı. "Ya ne znayu, ublyudok!"⁴(Bilmiyorum piç!)

"Senin o Rusça konuşan ağzını sikerim, benim ülkemde, benim dilimi konuşacaksın." Omuzlarımdan ve kollarımdan tutulup geriye çekildim. "Bu iş burada bitmedi, orospu çocuğu." Beni dışarı çıkarmaya çalışan askerlere kısa bir an baktım ve arkamda kanlar içinde kalmış Baros'a döndüm yeniden. "Uvidimsya snova, Barosh."⁵ (Tekrar, görüşeceğiz, Baros.) dediğimde değişen yüz ifadesi bile zevk vermişti bana.

Dışarı çıkardıkları zaman geriye çekildiler. "Komutanım lütfen, başınızı belaya sokmayın." diyen askerin omuzuna vurdum birkaç kez.

"Eyvallah koçum."

🕊️

Asena Soykırım

Mutluydum. Umudumu kaybettiğimi düşündüğüm ama aslında hâlâ umudumun diri olduğunu anlamıştım. Korktuğum şey olmamıştı, Murat benim hatırlamadığım bir şeyi yapmamıştı bana, bana istismarda bulunmamıştı.

Çok korkmuştum, benim hatırlamadığım bir şey olduğunu düşünmek kafayı yememe sebep oluyordu. O gün, Volkan'ı görmüş ve otelde olanları hatırlamıştım ancak hiç hatırlamayacak olabilirdim ve en kötüsü haberimin dahi olmadığı bir şekilde istismara uğramış olacaktım.

Korkmuştum. Murat'ın tekrardan bana zorla dokunmuş olabileceğinden korkmuştum ve bundan dolayı bekâret kontrolü yapmıştım ancak düşündüğüm gibi bir şey çıkmamıştı.

Hastaneden çıktıktan sonra Gülse ile bir kafeye oturduk ve başımdan geçen her şeyi bir kez de ona anlattım. Benimle beraber ağladı, yanımda olduğunu hissettirdi.

Irmak yoktu yanımda, çocukluk arkadaşım sayılan Irmak yoktu. Onun yerine birkaç aydır tanıdıklarım vardı. Kan bağımız, herhangi bir ilişkimiz yoktu ancak onların bana yapmış oldukları bir başkaydı.

Farkında olmadan daldığım noktadan çektim gözlerimi. Gülse'ye döndüğümde sessizce beni izlediğini fark ettim, gülümsedim. İyi olmadığımı o da biliyordu, hiç istemiyordum ancak psikolojik yardıma ihtiyacım olabilirdi.

Çünkü kendimi hiç iyi hissetmiyordum.

Her gece kabuslar görüyor, bazen durup dururken dalıp gidiyordum. Zihnimde hep Murat'ın ailem hakkında bana söylediği gerçekler, ailemin yıllar boyunca beni paramparça edişi, Barlas'ın bana söyledikleri, verdiği sözleri tutmayışı, düşünmeden beni ölüme gönderişi, korkudan sesimi kaybedişim...

Ben ölmüştüm, mezarıma toprak atanım yoktu.

"Alo?" Gözlerimi Gülse'ye çevirdim yeniden. Saniyesinde tekrardan düşüncelere dalmıştım. "Asena'nın yanındayım anne." Füsun abla ile konuştuğunu anlayınca içim sızladı. Onu özlemiştim ve en kısa zamanda onunla görüşmek istiyordum. "Dur vereyim." dedikten sonra telefonunu bana uzattı.

Telefonu aldım ve yüzümde yer edinen gülümseme ile kulağıma yasladım. "Füsun abla," dedim hevesle. Bir insan, bir insanı bu kadar sevebilir miydi? "Nasılsın?" diye sordum.

"İyiyim kuzum benim, sen nasılsın?"

"İyiyim." dedim sesimdeki huzurla.

"Hep iyi ol, inşallah. Yavrum, ne kadar zaman oldu seni göremedim hiç, arayıp soramadım da. Burnumda tutuyorsun valla." İç çektim.

"Bende çok özledim seni, en kısa zamanda görüşeceğiz söz veriyorum."

"Akşam görüşeceğiz işte kızım, gel olur mu? Ben çok özledim seni." Kaşlarım çatıldı. Akşam mı görüşecektik?

"Akşam mı?" diye sordum. Neden akşam demişti ki?

"Haberin yok mu, kuzum? Erdem ve eşi Yıldız akşama bir yemek organizasyonu yaptı." Yoktu, benim orada işim neydi? Tamamen kopmuştum onlardan, beni aramamaları normaldir.

"Haberim yoktu. Telefonum değişti ya belki ondan ulaşamadılar." dedim. Ulaşacak olsalar bile gider miydim bilmiyorum. Barlas'ın olacağı bir yerde olmak istemiyordum, buna gücüm yoktu.

"Sen boş ver, gel akşam Gülse ile." Gözlerimi Gülse'ye çevirdim. Ne olduğunu anlamış gibi başını salladı kabul et dercesine.

"Olmaz öyle, davet edilmediğim yerde ne işim var?" diye sordum. Gitmek istemiyordum.

"Ben davet ettim ya şimdi kızım?" Sitemli sesiyle kıkırdadım, Füsun ablanın gülüşünü duyunca derin bir nefes aldım.

"Akşam olsun bakarım Füsun abla."

"Tamam o hâlde. Ben şimdi kapatayım ocakta yemek var, yanmasın." Gülümseyerek onu onayladım ve telefonu kapattıktan sonra Gülse'ye uzattım.

"Gelmeyecek misin akşam?" diye sorunca başımı iki yana salladım.

"Hayır." Gülse dudağını büzdüğünde güldüm. İkimizde neyin ne olduğunu biliyorduk. Gülse iç çekti ve bir elini yanağına yaslayarak yüzüme baktı.

"Abimden dolayı mı?" Sessiz kaldım. "Ne olduğunu bilmiyorum ama senin yokluğunda her an paramparça oldu, Asena. Bir kez konuşun, neyin ne olduğunu öğren. Ben ikinizi de bu hâlde görmek istemiyorum." Buruk bir gülümseme yeşerdi dudaklarımda. Herkes için bu kadar kolay söylenen şey benim için neden bu kadar zordu? Çok mu abartıyordum?

​​​​​​​​"Ben ona çok güvendim, Gülse." Kalbimde geçmeyecek bir yara bırakmıştı. "Abin benim ona olan tüm güvenimi boşa çıkardı."

"Ben buradayım, Asena." Gülümsedi. "Ben sana asla sırtımı dönmem. Sana ne demiştim? Ben senin başına bela olan kardeşin olurum ve eğer olabilirsem yeri geldiğinde abla da olurum." İçim titredi, kollarını açtı. "Şimdi benim kollarımda içini dökebilirsin, kardeşim."

Gülümseyerek sandalyemi ona yanaştırdım ve kollarının arasına girerek sımsıkı sarıldım. İçim titriyordu, canım çok acıyordu. Gözyaşlarım sürekli akıyor, acı eşiğini daha da yükseğe çıkarıyordu. Anlamıyordum ama ben içimde hiçbir şeyi çözemiyordum.

İkimiz birbirimize sımsıkı sarıldığımız sırada masanın üzerinde duran telefonumun zil sesini duyduk ve iç çekerek geriye çekildim. Yanaklarımdaki yaşları sildim, ardından telefonumu alarak arayana baktım. "Abim mi?" diye sordu Gülse.

Başımı salladım. "Efendim?" diyerek açtım. Sesim kısık ve titrek çıkmıştı. O da hemen fark etmişti bunu.

"Ağladın mı sen? Bugün ne oluyor? Gülse ile ne çeviriyorsunuz siz?" Art arda sorularını sıraladı, canımı sıkan ve beni ağlatan şeyi merak ediyordu ancak kendisi olduğunu bildiğine emindim.

"Dertleştik biraz. Sen ne için aramıştın?" diye sordum.

Barlas derin bir nefes aldı. "Akşama bir yemek düzenlendi. Bugün Özkan'ın doğum günü," dediğinde şaşkınlıkla Gülse'ye baktım. O bilmiyordu herhalde yoksa bana söylerdi. "Erdem abi ve Yıldız abla böyle bir şey organizasyon etmiş. İkisi de senin gelmeni istiyor, özellikle Yıldız abla, geçen sefer tanışamadınız." Murat'ın beni kaçırmaya çalıştığı, boynuma bıçak dayadığı gün.

"Anladım." Yutkundum. "Tamam gelirim." dedim kuru bir sesle.

"Tamam." dedi o da ne diyeceğini bilemeyecek. Ardından kapatmak istemiyor gibi, "Gülse nasıl? Yunus'un arabasına çarpmış." dedi.

"İyi, bir şeyi yok." dedim kısa keserek.

"Pekâlâ, akşam yedi gibi Gülse ve seni almak için Ozan gelecek, ben gelirdim ama isteyeceğini sanmıyorum." İstemezdim evet. Ama şimdi böyle söyleyince gelmesini istemiştim ve Barlas bunu bilecek kadar zeki biriydi.

"Sorun yok benim için, hemen yan odamda kaldığın için alırsın bizi de." Gözlerim Gülse'ye kaydı. "Biz akşam için alışveriş yapacağız," duraksadım. "Yanımda bir arkadaşımı getirmem sorun olur mu?" diye sordum. Gülse'nin meraklı bakışlarını fark ettim ancak ona cevap vermeden Barlas konuştu.

"Olmaz, getir."

"Tamam, görüşürüz." dedim ardından onun görüşürüz demesiyle telefonu kapattım ve beni izleyen Gülse'ye döndüm. "Akşam yemeği Özkan'ın doğum günü için bir planmış." Bugün 13 Ocak'tı ve Özkan'ın doğum günüydü.

"Tamamen unutmuşum bunu!" dedi ardından başka bir şey sordu. "Kim bu arkadaş?" diye sordu kuşkuyla.

"Volkan." Volkan'ı da anlatmıştım ona.

"Abim ile arası iyi değil dedin, kavga çıkmaz mı?" Başımı iki yana salladım. Volkan ile konuşurdum, böyle bir şey olmazdı.

"Ben Volkan'ı arayayım akşam için gelir mi öğrenirim, sonra alışveriş için çıkalım olur mu?" Başını salladı hemen. Volkan'ın numarasını buldum ve aradım, çok geçmeden açıldı.

"Asena?" diyen şaşkın sesini duydum. Onu hiç aramamıştım dünden sonra.

"Volkan, müsait misin?" diye sordum.

"Evet, nasılsın?"

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"İyiyim."

"Bu akşam müsait olur musun? Bir doğum günü organizasyonu var, senin de gelmeni isterim." Gerçekten istiyordum.

"İsterdim ancak Sendra da değilim. Birkaç gün sonra geleceğim, bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Hayır, hayır sadece onca yaptığın şeyden sonra yanımda ol istedim." Endişe duyacağı bir şey yoktu.

"Başka bir zamana, oraya geldiğim zaman görüşürüz." dedi. Onayladım. Görüşürdük elbette.

"Tamam o hâlde, ben şimdi kapatayım alışverişe gideceğim." dedim. Volkan'ın güldüğünü duydum.

"İyi eğlenceler, güzelim." Gülümseyerek telefonu kapattım. Hesabı ödedikten sonra alışveriş yapmak için kafeden çıktık.

🕊️

Yorulmuştum. Bir saatten beri Gülse seçtiğimiz hiçbir elbisenin bana tam oturmadığını söyleyerek ellerinde dolu dolu elbiselerle geliyordu.

O getirmekten yorulmamıştı ama ben giy-çıkar yapmaktan epeyce yorulmuştum. Şimdi ise pes ederek siyah pufa oturmuştum. "İlk seçtiğim beyaz elbise güzel." dedim arada kalışına.

"Değil mi? Bende onu beğendim." Elindeki beyaz elbiseyi bana uzattı. "Tamam o zaman her şey. Hazırlanıp abimle beraber restorana geçeceğiz." Oturduğum yerden kalktığım sırada almış olduğumuz diğer eşyaları da elime aldım.

"Otele geçelim, zaten abin orada ikimizi alır öyle geçeriz." Füsun ablayı Erdem Abi ve eşi alacakmış geçerken.

"Olur, hadi çıkalım." Mağazada işimizi bitirdikten sonra arabaya binmiş ve otele geçmiştik. İki saat süren bir hazırlanma aşamasından sonra ikimizde hazırdık.

Benim üzerimde beyaz boyundan bağlamalı, uzun, yırtmaçlı bir elbise vardı. Saçlarımı topuz yapmış, makyajı biraz fazla yapmıştım. Küçük, inci küpelerimi takmış ve parmağıma ise zarif bir yüzük takmıştım.

Gülse siyah mini bir elbise giymişti, saçlarını dalga dalga yapmış, yüzüne ise daha sade bir makyaj yapmıştı. Gümüş, zarif kolye ve küpe takımını takmıştı.

Hava soğuk olduğu için ikimizde siyah kabanlarımızı giydik, çantalarımızı ve telefonlarımızı da alarak odadan çıktık. Barlas Gülse'ye aşağıda beklediğine dair bir mesaj atmıştı.

"Abi," Gülse gülümseyerek abisinin kollarının arasına girdi. Onları izlememek için arabanın arka kapısını açarak oraya geçtim Gülse öne geçerdi diye düşünüyordum ancak tam aksine yanıma oturdu. "Biz Özkan abi için hediye aldık ama beğenir mi emin olamadık." dedi Gülse dakikalar sonra. Arabaya binmiş ve yola çıkmıştık ancak o kadar sessizdi ki Gülse konuşma ihtiyacı duymuş olmalıydı.

"Beğenir güzelim, Özkan'ın öyle huyları yoktur." dedi Barlas.

"Özkan abi doğum gününü de kutlamaz," dedi ardından ekledi. "İkimiz birbirinizi bulmuşsunuz, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali." Barlas'ın değişen ifadesini fark ettim, Gülse de fark etmiş olacak ki sessizleşti.

Anlamış olduğum kadarıyla Barlas babasını kaybettikten sonra hiçbir şekilde doğum gününü kutlamamıştı.

Yarım saat içinde seçilmiş restorana gelmiştik. Arabadan indikten sonra rüzgâr nedeniyle açılan elbisemin yırtmacını düzelttim ve Gülse'nin yanına ilerledim. Yavaş adımlarla restorana ilerlediğimiz sırada Barlas hemen arkamızda bizi takip ediyordu.

Onun varlığını yanımda hissetmeyi özlemiştim. Kokusunu, sesini, yüzünü... Tamamıyla onu özlemiştim ama içim paramparçayken ve buna sebep olan o iken nasıl hiçbir şey olmamış gibi kollarına atardım kendimi?

"Asena," Gülse koluma girdi. "Mutlu değilsin bunun farkındayım, ama biraz olsun olanları unutup kendine odaklan olur mu? Abimi, Murat'ı ve başına gelen her şeyi unut." Gülümsedi, elimi yavaşça sıktı. "Bugüne odaklan ve biraz olsun yaralarını kapatması için mutlu olmaya, gülmeye bak."

"Denerim." dedim yalnızca ancak bundan emin değildim. Durduk yere dalıp gitmelerim, yaşadıklarımın birer birer gözlerimin önüne gelişini unutmak güçtü.

Restorana girdiğimiz zaman direkt olarak mekanın köşesinde duran büyük masa çarpmıştı gözüme. Diğer masalara göre daha kalabalık oluşu nedeniyle göze çarpıyordu.

Lodos Timi, Erdem Albay ve eşi olduğunu düşündüğüm kadın masada oturuyordu. Bugün tanışmış olduğumuz Yunus yanlarında değildi yalnızca.

"Asena Hanım," masaya yaklaştığımızda herkes ayaklandı, gözlerin hepsi benim üzerime toparlandığı an rahatsızlık hissi sardı dört bir yanımı. Bana seslenen Salih olmuştu, ona döndüğümde bana doğru geldi. "Sizi böyle iyi görmek çok güzel."

Yavaşca gülümsedim. "Sizide aynı şekilde." Çekingen davrandığını fark ederek ilk adımı ben attım, kollarımı boynuna doladım ve dostça sarıldım. "Lütfen böyle davranmayın, böyle olduğunda daha kötü hissediyorum." Sadık'ın kolları belime sarıldı.

"Rahatsız olursunuz diye..." dediğinde geriye çekildim ve güldüm.

"Olmam," Sadık'ın arkasında duran Salih'e, ardından Ozan'a, Özkan'a, Cesur'a, Özgür'e, Engin'e ve Semih'e sarıldım. Hepsi ile teker teker konuşup, selamlaştıktan sonra Erdem Albaya döndüm. "Erdem Abi." sıcacık bir şekilde gülümsedi ardından o da ona sarılmam için kollarını açınca gülümseyerek kollarının arasına girdim.

"Çok geçmiş olsun, Asena. Allah bir daha yaşatmasın böylesini kızım." Titreyen dudağımı hafifçe ısırdım ve dolmak için yer arayan gözlerimi yavaşça yumdum. Bir daha böyle bir şeyi kaldırabilir miydim bilmiyorum, bir daha böyle bir şey yaşamak istemiyordum.

"Erdem, biz de tanışalım izin verirsen." Duyduğum kadın sesiyle Erdem abinin gülüşünü duydum ve geriye çekildim. Eşi olduğunu düşündüğüm kadın gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Merhaba canım, Yıldız ben. Erdem'in eşi oluyorum." Beyaz tenli, sarışın bir kadındı ve oldukça güzeldi.

"Merhaba, tanıştığıma memnun oldum." Onunla da sarıldıktan sonra arkamdan gelen sesle sevinçle sesin sahibine döndüm. "Füsun abla."

"Asena, gelmişsin," Barlas'ın yanında duran Füsun ablaya doğru ilerledim ve hemencecik ona sımsıkı sarıldım. "Oh, yavrum benim." Saçlarımdan öperek yavaşça okşadı. "İyi misin, kızım?"

"İyiyim, sen nasılsın Füsun abla?" Geriye çekildiğim sırada Barlas'ın üzerimde olan bakışlarıyla karşılaştım. Kaşlarını çatmış, sinirli sinirli bakıyordu.

"İyiyim." diyen Füsun ablaya baktım tekrardan ardından Erdem abinin sesini duydum.

"Hadi gelin oturalım." dediğinde herkes onu onaylayarak masaya yerleşti, Barlas ise arabaya kadar gidip geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Ancak kötü olan şey bir yanımda Gülse otururken diğer yanım boştu ve orası Barlas'ın oturması için boş olan sandalyeydi.

Dakikalar sonra Barlas gelmişti, arabadan telefonunu almak için gitmiş olmalıydı geri döndüğünde elinde telefonu vardı. Hemen yanımdaki sandalyeyi geriye çektiği sırada duraksamıştı. Sonrasında söyledikleriyle afalladım. "Özkan, buraya geç sen." Rahatsız olacağımı düşündüğü için yapmış olmalıydı.

Bunu sorun etmeyecektim. Özkan yerinden kalkmıştı ki araya girdim. "Hayır, sorun değil," ayakta dikilen Barlas'a bakmak için başımı kaldırdım ve göz göze geldik. Elaları yapacağım şeyden mutluluk duyarcasına parıldıyordu. "Oturabilirsin, Barlas." dedim önüme dönerek.

Gülse hemen yanımda, kucağımda duran elimi tuttu ve yanımda olduğunu gösterircesine sıktı.

Barlas yanıma oturdu, sohbetler başladı. Herkes o kadar yüksek enerji doluydu ki mutlu oluyordum. "Bakın size ne anlatacağım." diyen Salih ile gözlerimi ona çevirdim. Sanırım öncesinde birkaç şey söylemişti çünkü ben yine dalmıştım ve biraz söylediklerini kaçırmış olmalıydım.

Anlatacağı şeyi merakla bekledim. Gözleri kısa bir an bana kaydı ardından konuşmaya devam etti. "Askerlikte ilk zamanlarım, iki-üç yıl önce oluyor. Nöbet sırası bende, kapının önündeyim her şey yolunda tabii." Gözlerini Barlas'a çevirdi. "Komutanımın sevgilisi geldi." dedi pat diye. Söylediği şeyle içtiğim suyu az kalsın püskürtecektim.

Barlas hemen araya girdi. "Salih," dedi sıkı dişlerinin arasından. "Sevgilim falan değildi, kapat şunu." dedi.

"Hayır," dedim birdenbire. Herkesin bakışları bana döndü ancak ben sadece Salih'e bakıyordum. "Anlat sen, ne olmuş sevgilisine?" Barlas koluma dokundu ilgimi kendine çekerek.

"Sevgilim değildi diyorum."

"İşte geldi, ben Barlas'ı istiyorum onu çağırmazsan, buraya gelmezse burayı yakarımlar falan," dedi büyük bir dedikodu anlatır gibi. "Tabii ben bilmiyorum sevgilisi olduğunu." Barlas yeniden araya girdi ancak kimse onu dinlemedi. Sevgilisi olduğunu bilmiyordum, öğrenmiş oldum.

"Ee?" diye sordum.

"İçeri almadım tabii, bu bir başladı bağırmaya, iftiralar atmaya." Salih alayla güldüğü sırada timdeki herkes olayı biliyormuş gibi bıyık altından gülmeye başladı. "Aynı zamanda içeri girmeye çalışıyor, bana gına geldi çekildim geriye, girsin diye." Tim hariç herkes merakla gelecek şeyi bekliyordu.

"Sonra nasıl olduysa bilmiyorum, askeriye binasına girdi, girmesiyle düşmesi bir oldu. Onca askerin içinde, rezil oldu tabii. Ama hâlâ Barlas gelsin, Barlas gelmezse sizi yakarım diyor." Gayriihtiyari Barlas'a baktığımda yalnızca Salih'e odaklanmıştı. "Barlas Komutanım geldi bunca yaygara üzerine, hepimizi bir güzel iştivadan geçirdi sonra Ezgi'ye döndü."

"Ezgi?" diye araya girdim.

"İşte eski sevgilisi." dedi Sadık gülmemek için zor durduğu sırada.

"Ezgi hâlâ yerlerde, kendini acındırmak için ağlıyor falan. Barlas Komutanım hiçbir şey yokmuş gibi bir kez daha orada bitirdi ilişkiyi." Hepsini güldüren şey neydi bilmiyorum ancak beni güldürmemişti.

"Yeter." Barlas'ın sert ve katı sesiyle herkes yeniden sessizliğe gömüldü. Benim aklımda Ezgi denen kadın yerini almıştı bir kere, şimdi beynimi sürekli olarak işgal edecekti. Derin bir nefes aldığım sırada gözlerim Özkan'ın olduğu kısma kaydı ve arkasından, elinde pasta ile gelen garsonu fark ettim.

Garsonu fark edenler ayağa kalktığında bende onlarla beraber ayaklandım ve gülümseyerek alkışlamaya başladım. Garson pastayı masaya bıraktığı sırada Füsun abla ve Yıldız Hanımın sesi araya girdi. "İyi ki doğdun, Özkan!"

Özkan'ın bakışları hepsinin üzerinde gezindi ve en sonunda Barlas'ın üzerinde durdu. "Hadi kardeşim, yeni yaşın için bir dilek dile." Barlas Özkan'ın yanına geçtiğinde Özkan hâlâ alkışlamaya ve yeni yılını kutlayan herkese karşı gelemedi.

Pastanın mumlarını söndürdüğünde büyük bir alkış tufanı koptu. "Mutlu yıllar, kardeşim." İkisi dostça sarıldı, ardından timdeki herkesle ve Erdem abi ile sarıldı.

"İyi ki doğdun, Özkan." dedim sıra bana geldiğinde. Hafifçe sarılarak geriye çekildi.

"Sağ olun, Asena Hanım." Kutlama kısmı bittikten sonra hediyeler verildi ve çok uzatılmadan bitirildi. Özkan da doğum gününü kutlamayı sevmiyordu çünkü. Bugün neden kabul etmiş olduğunu ise hiç bilmiyordum.

"Gülse," dedim yanımda oturan arkadaşıma. "Tuvalete gideceğim, hemen gelirim."

"Geleyim mi seninle?" dediğinde başımı iki yana salladım. Sandalyeyi geriye ittiğim sırada Barlas benimle beraber ayaklandı.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu. Herkesin dikkati üzerimize çevrilmişti tabii ki.

"Hayır, geleceğim hemen." Çantamı aldım ve tuvaletin olduğu kısma doğru yürümeye başladım. Tuvalete girdiğim sırada kapıyı ardımdan kapattım, kabinlerden birine girdim, işimi halletikten sonra çıktım.

Ellerimi yıkadım, iki peçete ile kuruladım ve ardından tuvaletten çıktım. Karşı duvara yaslanmış beni bekleyen adamı fark edince derin bir nefes aldım. Beni fark etti, yanıma doğru geldi. "Konuşabilir miyiz?"

"Konuşacak bir şeyimiz yok," yanından geçmek için hareket etmiştim ki dirseğimden tuttu ve beni geri önüne çekti. "Derdin ne?" diye çıkıştım birdenbire. Kolumu ondan çektim ve bir adım geriye gittim.

"Bir derdim yok, sadece seninle konuşmak istiyorum." Derin bir nefes aldım. Onunla konuşmak istemediğimi neden anlamıyordu? Onu dinlemek veya konuşmak istemiyordum.

"Konuşmamız gereken bir mesela yok, Barlas." dedim sert bir tonda. "Ben buraya sadece Özkan'ın doğum günü için geldim." Üzerime doğru bir adım attı.

"Var, konuşulması gereken çok şey var." Kaşlarım çatıldı, bu kadar ısrarcı oluşundan nefret ediyordum. Onu dinlemek istemiyordum, dinlemeyecektim.

"İstemiyorum, önümden çekil." Onu göğsünden ittiğim sırada yanından geçtim ve birkaç adım atmıştım ki belime bir kolunu doladı ve geriye çekerek sırtımı göğsüne isabet ettirdi. "Ne yapıyorsun?" dedim dehşetle.

"Özkan doğum gününü bizim için kutlamak istedi." Ne söylediğini anlayamadım. "Seninle konuşabileyim diye. Yoksa doğum gününü asla kutlamazdı." Bunun için miydi? Barlas benimle konuşabilsin diye hiç istemediği bir şey mi yapıyordu?

"Unut bunu!" Boşluğundan yararlanarak hızla kollarının arasından çıktım ve tuvalete geri girerek kapıyı arkamdan kapattım. Buraya giremezdi nede olsa kadınlar tuvaleti— ancak sözlerimi birer birer yuttum.

"Ne yapıyorsun sen?" Arkamdan tuvalete girerek kapıyı kapattı, ardından kilidi çevirerek bana döndü. "Kafayı mı yedin sen Barlas? Burası kadınlar tuvaleti!"

"Ne yaptığımın ve nereye girdiğimin farkındayım." Üzerime geldiğinde geriye adımladım ancak saniyesinde bileğimden tutarak beni kendine geri çekti. "Kaçıp durmayı bırak, konuşmak istiyorum."

"Ben istemiyorum!" diye bağırdım yüzüne. Kafasını eğerek yüzlerimizin arasındaki küçük mesafeyi kapattı, dudakları dudaklarımın üzerinde gibiydi. "Ne..." yutkundum. "Gitmeme izin ver." dedim içime kaçmış sesimle.

Dilini damağına vurarak cıkladı. "Buraya konuşmak için geldim, gitmene müsaade etmeyeceğim." Gözlerim gayriihtiyari dudaklarına kaydı ve o da dudaklarıma baktı. Aramızdaki çekim çok fazlaydı.

"Aklından bile geçirme." dedim yükselerek. Dudaklarıma olan bakışları hiç istemediğim türden şeyler getiriyordu aklıma.

"Geç kaldın," diye fısıldadı dudaklarıma doğru. "Aklımdan geçenleri tahmin dahi etmek istemezsin."

Ve dudaklarımızı birleştirdi.

Dudaklarımın üzerinde hissiyatının varlığını hissettiğim dudaklarıyla kalbim göğüs kafesime sert darbelerle eziyet etmeye başladı. Soluk borum tıkandı, nefes alamaz oldum.

Dakikalar geçti ve biz yalnızca öylece durduk. Ben geri çekilemeyecek kadar şaşkındım, Barlas ise yanlış bir şey yaparım diyerekten öylece duruyordu. Ancak benimle bu kadar yakın oluşu tamamen yanlış bir şeydi.

Her şey saniyesinde oldu. Geriye çekilişim ve sağ elimin, sol yanağına sertçe çarpmasıyla başı yana eğildi. Avuç içim acıyla yandı, kulaklarım tokat sesiyle çınladı.

Gözlerim sızladığında yutkundum. Ona vurmak istememiştim ama her şey birden olmuştu. Ben Barlas'a vuracak kadar ileri gitmezdim...

İkimizde sessizliğin altında esir olduğumuz an Barlas yavaşça başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Elalarını saran hayal kırıklığını gördüğüm an boğazıma bir bıçak dayanmış ve kanattığı yerden kanlar akıyormuşcasına acı hissetim.

"Hiç mi geçmeyecek kırgınlığın?" diye sordu. Bunun geçmesini çok istiyormuşcasına.

"Geçmeyecek, sen beni kaçtığım her şeyle yüz göz ettin." Öyle yapmıştı. Benim kaçtığım ve sonucunda ona sığınmış olduğum ne varsa kendi elleriyle beni kaçmış olduğum her şeye geri itmişti.

"Beni affedemeyeceğin kadar mı nefretini kazandım? Bir kez olsun dinlemeyecek kadar?" diyen sesiyle derin bir nefes aldım. İçim titredi, başımı iki yana salladım.

"Senden nefret etmiyorum." dediğim an alayla, soğuk bir şekilde güldü.

"Sevdiğinde söylenemez." dedi. Ona seviyorum dememek için kastım kendimi.

"Senden nefret ettiğimi neden düşünüyorsun?" diye sordum. Çünkü etmiyordum, Barlas benim nefret edeceğim son insan dahi olamazdı.

"Hissetirdiğin bu."

Dünyamın başıma bir kez daha yıkılışına şahit oldum. Senden nefret etmiyorum diye haykırmak istesem dahi yalnızca başımı olumsuzca salladım.

"Özür dilerim," dedim yutkunarak. Boğazımda ki yumru bir türlü gitmiyordu. "Bir daha bu kadar yakınıma gelme. Ben kendimi toparlayamamışken bir daha yanıma yaklaşma." Yanından geçip gittim ve hiç duraksamadan masadan eşyalarımı alarak çıkışa doğru ilerledim. Arkamdan seslendiler ancak hiçbirini dinlemedim, durmadım.

​​​​​​Hata mı ediyordum? Barlas'ın bana yapılanlara sebep oluşuna rağmen onu dinlemiyor olmam hata mıydı?

🕊️

İlahi Bakış Açısı

​​​​​​Sabahın ilk saatleri sayılırdı. Asena üzerine giydiği eşofman takımı ile kış soğuğunda hiç düşünmeden balkonda oturuyordu. Aklında dün gecenin izleri, Barlas'ın gözlerinde gördüğü kırıklar vardı.

Canı çok acıyor, bütün gece bir gram uyku uyuyamamıştı. Apar topar gidişinin ardından herkes onu aramıştı bir tek Barlas aramamıştı.

Aklında durmadan şu soru vardı. Çok mu ileri gittim?

Barlas neden durmadan konuşmak istiyordu? Anlatması gerekenler çok mu önemliydi? Ya aslında hiçbir suçu yoksa ve ben kendi içimde büyüttüysem deyip duruyordu. Ama sonrasında yaşadığı her şey bir bir yerini alıyordu ve acılara teslim oluyordu.

Barlas o gün Murat'a teslim olmasaydı şu an hiçbir şey böyle olmazdı. Demeden duramıyordu.

Gökyüzünün kasvetli hâline baktığı sırada odanın kapısı tıklandı. İçinde küçük bir ışık belirdi, Barlas mıydı gelen? Ayağa kalktığı ve kapıyı açtığında yüzünde olan gülümseme gördüğü polislerle dağıldı.

"Asena Soykırım?" diye soran polisle Asena'nın kaşları çatıldı.

"Evet..."

"Kasten adam öldürmekten dolayı karakola gelmeniz gerekiyor."1

🕊️

•Bölüm sonu!
Bölümü beğendiniz mi? Diğer bölümün iki katı uzunlukta oldu.

Barlas ve Asena'nın arasındaki buz dağları hakkında ne söylersiniz?2

Asena'nın Barlas'ı dinlemek istememesi normal mi sizce?2

Gülse ve Ozan'ın gizli ilişkisi hâlâ devam ediyor mudur? Ediyorsa Barlas'a ne zaman söyleyecekler? (Yeter artık kaç ay oldu 🤦🏻‍♀️)

Volkan Asena'nın nasıl abisi oluyor sizce?

Volkan Asena'ya gerçekleri ne zaman söyleyecektir?1

Ve merak ettiğiniz daha neler neler... Gelecek bölüme kadar çokça öpüldünüz 💜

Beni diğer platformlarda takip etmeyi unutmayın, ve lütfen kitap için edit yapar mısınız biraz daha büyümek hakkımız:) yaptığınız editlere beni etiketlemeyi unutmayın!

Profilde tüm platformların linkleri var.

Bölüm : 09.01.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...