17. Bölüm

16. ❛KIRILMIŞ YÜREK❜

Özge
_ozgennur_

 

16.
|KIRILMIŞ YÜREK|

Asena Soykırım

Şaşkınlığın ve beklenmemenin verdiği hisle karşımda duran kadına, bir zamanlar en yakınım olana baktım. Karşımda Irmak vardı ancak tanımış olduğum kadından, arkadaşımdan çok farklıydı.

Kanlar içindeydi.

"Irmak!" Korkuyla ona doğru koştum, yere çökmüş, kanlar içinde olan bedenini zar zor tuttum. "Ne bu hâlin?" Kurumuş kanlarla kaplı ellerinden birini ben, diğerini ise Gülse tuttu ve onu kaldırıp içeri doğru yürüttük. "Irmak, bir şey söyle! İyi misin?" Neden sevdiğim, değer verdiğim insanlar her zaman zarar görüyordu?

"Özür... dilerim." dediğini duydum ancak emin değildim. Ta ki yeniden, "özür dilerim, Asena." diyene kadar. Neden özür dilediğini bile bilmiyordum ve bu hâlde olması beni çok korkutuyordu. Ona kim ne yapmıştı?

"Gülse, ilk yardım çantası var mı evde?" Gülse başını salladıktan sonra beraber Irmak'ı koltuğa uzattık. Gülse ilk yardım çantasını almak için gittiğinde ben de Irmak'a döndüm. "Irmak, duyuyor musun beni?" diye sordum titrek bir sesle.

"Hım..."

"Halledeceğim şimdi, tamam mı?" Anlamsız mırıldanmalar çıkardı yalnızca. Derin bir nefes aldım ve kanayan yaraların nerede olduklarına bakmaya çalıştım. Sağ kaşı ve dudağı patlamıştı. Burnundan akan kanlar kurumuş, sol elmacık kemiği ise morarmıştı. Elleri hep kanamış, derisi yüzülmüştü. Giydiği pantolonun yırtılmış yerlerinden göründüğü kadarıyla bacaklarında da yaralar vardı.

Onu bu hâlde görmek içime büyük bir sızı bıraktı. Ben Irmak'ı çok severdim, en yakınım oydu ancak aramıza giren bazı sorunlar yüzünden ondan uzaklaşmıştım.

"Asena, buldum al." Gülse'nin sesiyle başımı çevirdim ve bana uzattığı ilk yardım çantasını alarak hızlıca ağzını açtım. Eldivenleri ellerime geçirdim ardından antiseptik solüyonu pamuğa dökerek yüzündeki kanları temizlemeye başladım. "Bende yardım edeyim mi?" diye sordu Gülse.

"Bacaklarına bakar mısın sen de?" Hızlıca başıyla onayladı ve bacaklarındaki yaraları görmek, temizlemek için pantolonun yırtıklarını biraz daha yırtarak benim yaptığım gibi yaraları kandan arındırmaya başladı.

Ben yüzündeki tüm kanları sildikten sonra kaşındaki yara dikiş atılacak kadar derin olmadığından yara bandı ile kapattım. Avuç içlerini temizledim sonrasında, avuç içlerindeki yaraların daha hızlı iyileşmesi için gerekli olan kremi sürdüm ve iki elinide sargı beziyle sardım.

"Bitti mi?" diye sordum Gülse'ye. Irmak'ın bacaklarını temizlemiş sonrasında ise kremden sürüp sarmıştı. Çok önemli bir şeyi olmamasına o kadar çok sevinmiştim ki.

"Bitti. Korkma, iyi olacaktır." Gülümseyerek başımı salladım ardından Irmak'ın solgun yüzüne döndüm ve derin bir nefes aldım. "Ne olmuş olabilir?" diye sordu Gülse.

"Bilmiyorum, belki birinden kaçmaya çalışırken olmuştur..." Darp edilmişti çünkü. Gülse destek olmak ister gibi elleriyle omuzlarımı sıvazladı ve o an çalan telefonuyla beraber dikkatimiz telefonuna döndü.

Barlas arıyordu!

Gülse telefonunu alarak ayağa kalktı ardından bana döndü. "Burada konuşup Irmak'ı uyandırmayalım, gel içeri geçelim." Başımı salladım. Ayağa kalktım ve beraber mutfağa geçerken o da aramayı cevaplamıştı. "Abi?" diyerek yanıtladı hoparlörö açarak.

"Güzelim ne yapıyorsun?" Barlas'ın sesini iki günün ardından duymak ona farkında olmadığım özlemimi daha da artırdı. İç çektim elimde olmadan.

"Bırak şimdi nasıl olduğumu, neredesin sen iki gündür abi? Ne kadar merak ettik, telefonun da kapalıydı ulaşamıyorduk." Barlas'ın sert bir soluk bıraktığını duydum ardından ise konuştu.

"Biraz kafamı dağıtmak istedim. Kendime özel alanım olamaz mı Küçük Hanım?" diye sordu güler gibi. Gülümseyerek arkamdaki duvara yaslandım ve kollarımı göğsümde topladım.

"Olabilir abi onu mu diyorum ben?" diye kızdı Gülse birdenbire. Mutfak masasına oturduğunda bende yanına geçtim ve oturdum. "Ama böyle sırra kadem basmış gibi gidemezsin, bir ailen var senin." İçime büyük bir sıkıntı yerleşti. Benim yüzümden çıkıp gitmişti, arkasında ailesini benim yüzümden hiçe saymıştı.

"Kızma güzelim tamam. Abiye yüksek yüksek konuşma, geliyorum eve şimdi." dedi ılımlı, sakin bir şekilde.

"Gerçekten mi?" Gözleri bana döndü ardından başıyla içeriyi gösterdi. Irmak vardı.

"Gerçekten. Ama önce uğramam gereken bir yer var, geleceğim birazdan." dedi. Nereye uğrayacaktı? Kime gidiyordu iki günün sonunda?

"Nereye gidiyorsun abi?" diye sordu Gülse benim soramadığım şeyi sorarak.

"İşim var çiçeğim. Şimdi kapatıyorum." dedikten sonra ise kapatmıştı. Oflayarak geriye yaslandım, içime bir kurt düşmüştü şimdi. İki gün sonrasında Ezgi'ye mi uğrayacaktı? Nereye gidecekti?

Neden sana geleceğini hiç düşünmüyorsun?

Gelmez ki... Kırdım onu, bana gelmez. "Asena! Abim senin için otele gidiyor galiba." Başımı iki yana salladım.

"Ezgi'ye gidiyordur." Gülse bana inanamaz gibi baktı ardından ise bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki aniden içeriden bir bağırtı yükseldi.

"İmdat! Dokunma bana, imdat!" Irmak'ın çığlıklarını duyduğumuz an alelacele kalktık ve koşarak salona geri döndük.

"Irmak?"

 

🕊️

Barlas Demirkan

Kapattığım telefonu yan koltuğa attım, ardından yeniden dikkatimin tamamını yola verdim. Ya da ben öyle sandım çünkü dikkatim tamamen burada değildi, iki gündür kafam hiç yerinde değildi. Asena'yı ve bana yakıştırdıklarını düşünmeden duramıyordum.

Hiç anlamıyordum. Ona yanlış ne yapmıştım ben? Beni bununla vuracak kadar, onu değilde Ezgi'yi, benim için önceden de şimdi de, hayatımın hiçbir alanında önem arz etmeyen kadın için onu hiçe saydığımı ima etmişti.

Ben bir askerdim. Vatan uğruna canımı bile yeri geldiğinde feda edecektim. Hiçbir zaman yaptığımız, yapacağımız seçimler bize ait değildi, olmayacaktır. Biz, bize layık görüleni yapmakta zorunluyuz, bu bizim boynumuzun borcu.

Saat neredeyse 17:30'du hava yavaştan kararmıştı, yağmur bulutları ise gökyüzünü yeniden kapkara yapmıştı. Arabayı park ettikten sonra derin bir nefes aldım ve kapıyı açarak indim. Soğuk ayaz işlemek istercesine üzerime esti, gözlerim aşinası olduğu yola çevrildi, ayaklarım yıllardır her gün gittiği kuru toprak yolu takip etmeye başladı.

Bir adım, iki adım derken gökyüzünde, gökyüzünü yarmak istercesine bir şimşek çarptı, yağmur damlaları aniden sicimle yeryüzüne yağmaya, kuru toprağı ıslatmaya başladı.

Yüzümde küçük bir çocuğun gülüşü belirdi. Ellerimi önümde tuttum, başımı ise dik. Yanı başında durduğum mezar taşına bakarak yumdum gözlerimi. Canım acıyordu çünkü. Ben otuz iki yaşında bir adam, bir özel kuvvet komutanı, bir abi, bir dosttum. Ancak buraya geldiğim her an savunmasız bir çocuk oluyordum.

Çünkü burası benim asıl büyüdüğüm yerdi. Burada yatan adam ise benim asıl öğretmenimdi.

Gözlerimi açtığım an bir serçe görüş açıma girdi. Yağmurdan korunmuyordu, babamın mezar taşının üzerinde öylece duruyordu. Dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. Elimi babamın mezar taşına bastırdım. "Yokluğumda yalnız değilsin, baba." Sesim titremişti, boğazımda bir kesik vardı ve her konuştuğum harf, kelime için canımı yakıyor, kanatıyordu.

​​​​​​Yağmur gittikçe hızlandı, rüzgârlar esti. Dizlerimi büktüm, mezar taşının yanına diz çöktüm. İki dizimin üzerinde, oturmak için yer olsa dahi oturmadım. "Baba," içime derin bir nefes aldım. "Baba ne yapacağım ben?" Kirpiklerimin üzerine düşen yağmur damlaları, teşvik etti gözyaşlarımı akmaları için. "Bana bir yol göster, ben ne yapacağım?" Elimi uzattım ve ıslanmış toprağını güç almak istercesine sıktım.

"O kadar bitkin, güçsüz hissediyorum ki. Bazen her şeyi bırakarak yok olmak geliyor içimden. Sana her şeyin yoluna girdiğini söylemiştim ya, girmemiş." Buruk bir tebessüm ettim. "Kendi ellerimle mahvettim. Ben nasıl biriyim? Ne yapacağım baba, her şeyi eskisi gibi yapmak için ne yapacağım?" Başım, boynumda bir yük gibi önüme doğru düştüğünde tereddüt etmeden başımı mezar taşının soğukluğunu yasladım.

"Bir yol, bir çözüm." diye konuştum bir nefesle. "Sana verdiğim sözü tutmak için bile artık güçsüz hissediyorum. Neden gittin ki, ben yapamıyorum. Senin yaptıklarını, senin gibi ailemizi ayakta tutmayı, senin gibi cesur olmayı beceremiyorum." Yağmurun yere değen sert seslerinin arasına karışan adım sesleri duydum ardından ise iki omuzuma konan elleri.

Başımı kaldırdım, arkamda duran iki adama, dostlarıma, kardeşlerime baktım. "Özkan, Tekin?" Ağırca yutkundum ve ayağa kalkmak için destek alacağım sırada ikisi benden önce davranıp beni ayağa kaldırdı. "Ne arıyorsunuz burada?" diye sordum.

"İki gündür ortalıkta yoksun," diyen Özkan ile kaşlarım çatıldı. Bundan dolayı mı gelmişti buraya? Her zaman olan bir şeydi bu. Ancak ben konuşamadan araya girdi ve asıl beni şaşırtan şeyi söyledi. "Asena Hanım, iki gündür çok endişeli durmadan arıyor. Madem gideceksin ne diye kadını haberdar etmiyorsun?"

"Ne?" Asena benim için endişelenmiş miydi? Nerede olduğumumu merak etmişti? Oysa ben iki gündür onsuz kafayı yer hâle gelmiştim, o yoktu diye, benim yokluğum ile nefes alır diye kafayı yiyiyordum.

Meğer Asena beni merak etmiş.

"Nerede şimdi?" diye sordum. Onu görmek istiyordum ancak sadece uzaktan, ona görünmek istemiyordum.

"Sizde." Kaşlarım çatıldı, afalladım.

"O kadar mı?" Özkan ve Tekin başını salladı aynı anda.

"O kadar." dediler.

O eve adım atmam diyordu ancak iki gün ortada olmayışım onu evime, benim olan yere götürmüştü. İçime derin bir nefes aldım ve ikisine baktım. "Siz gidin geleceğim ben." İkiside sırayla babam ile konuştular ardından ise arabalara döndüler bense yeniden babama döndüm. "Baba, belki de her şey bitmedi. Sadece duraksadı ve yeniden başlaması için benim değil, onun bir şey yapması gerekiyordur." Eğildim, babamın isminin yazılı olduğu taşı avucumla, güç alır gibi okşadım.

Yunus Demirkan

"Bana istediğim çözümü verdin." dedim ardından ise ayağa kalktım ve gülümsedim. Her şey yeniden, bu kez temeli daha sağlam atılacaktı.

 

🕊️

Asena Soykırım

"Daha iyi misin?" Irmak'ın titreyen ellerini tuttum ve merakla yüzüne baktım. "Sadece kabus gördün, geçti gitti tamam mı?" Hiddetle başını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı.

"Kabus değildi, gördüm onu buradaydı." Elleri boynuna doğru gitti ve içine kesik bir nefes çekti. "Boğazımı sıktı, ona yardım etmediğim için öldürecekti beni. Murat buradaydı." Durmadan aynı şeyleri tekrar etmesiyle beraber sabrım sınandı.

"Yeter Irmak, Murat falan yok burada. İstese dahi olamaz, hem senin onunla ilgin ne?" Çatık kaşlarımla baktım ona. Murat'tan bu kadar korkmasını gerektiren şey neydi?

"Ben..." Yutkundu, ardından gözlerini benim, Gülse'nin ve Irmak'ın çığlıklarına uyanan Füsun ablanın üzerinde gezdirdi. "Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum... Çok özür dilerim, arkadaşlığımıza ihanet ettim." Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.

"Ne yaptın sen Irmak?" Ağır ağır akan gözyaşlarını sildi, ancak konuşmadı. "Cevap ver! Durmadan özür diliyorsun, ne yaptın da benden özür diliyorsun?" İçini çeke çeke ağlamaya ve özür dilemeye devam etti. Bu hâli benim canımı yakıyordu ancak ona olan kırgınlığım hâlâ geçmiş sayılmazdı. "Özür dilemeyi kes artık!" Sinirle ayaklandım ve üstten üstten bakmaya başladım ona. "Ne yaptın benden gizli sen? Ne yaptın, ne!?"

"Asena tamam," Gülse'nin beni kolumdan tutup geriye çekmesiyle uzaklaştım. "Kendinde değil, bırak biraz kendine gelsin öyle anlatır her şeyi." Dolu gözlerimle Irmak'a baktım, her şeyimi paylaştığım, akıl verdiğim, akıl aldığım Irmak'a. En yakın arkadaşım, kardeşimdi o benim.

Ne olmuştu da bu kadar değişmişti o?

Ben gözlerimden akan yaşları sildiğim sırada dış kapının zilini duyduk. "Ben açarım, biraz hava da almak istiyorum." Gülse söylediğimi onaylayarak başını salladı, ben dış kapıyı açmak için koridora doğru ilerledim. Kapıya yaklaştım kolunu indirdim ve biraz geriye çekildim. Gözlerimi gelen adama çevirdiğim an yavaşça yutkundum. "Barlas..." İki günün sonunda onu görmek içimdeki kelebekleri canlandırdı.

"Geldin, iyisin..." Hiç düşünmeden gülümseyerek ona doğru yürüdüm ve kollarımı sımsıkı boynuna doladım. "Ne kadar endişelendik biliyor musun sen? İki gündür neredeydin sen?" Yağmurdan dolayı ıslanmış saçlarından akan damlalar bana geliyordu.

Ona birkaç dakika boyunca sımsıkı sarıldım ancak o bana sarılmak için herhangi bir girişimde bulunmadı, yalnızca ona sarılmama izin verdi. Barlas ben ona sarılmama rağmen bana sarılmadı.

Hissetiğim tuhaf duyguyla beraber geriye çekildim ve kafa karışıklığı ile Barlas'ın yüzüne, elalarına baktım. "İyi misin?" diye sordum merakla.

"İyiyim." Beni kenara çekerek içeri girdiğinde yutkundum. Buz gibiydi, her anlamda. Botlarını çıkardı ardından bana bir kez olsun bakmadan içeriye yöneldi. Kalbime binlerce bıçak batmış gibi kaldım kapının önünde, içim acıdı ancak elimden hiçbir şey gelmedi.

Derin bir nefes alarak kapıyı kapatacağım sırada aniden gördüğüm gölge ile kaşlarım çatıldı. Uzaklaşan adım seslerini duydum ve hiç düşünmeden kendimi dışarıya atarak sesin geldiği yöne döndüm. "Kimsin sen!?" Merdivenlerin yanından uzaklaşan simsiyah giyinimli birini gördüm. "Kimsin dedim, bekle!" İçimdeki merak ve korkuya rağmen o kişinin peşinden gitmek için adım atmaya başladım ancak aniden durdu ve başındaki kapşonlu ile yüzünü daha fazla örttü.

Kim olduğunu anlamadığım için öylece duraksadım.

"Kabus değildi, gördüm onu buradaydı. Boğazımı sıktı, ona yardım etmediğim için öldürecekti beni. Murat buradaydı."

Yoksa... Ne olduğunu dahi anlayamadan birdenbire bana doğru döndü ve üzerime doğru koşmaya başladı. İçime dolan korkunun hissi ile avazım çıktığı kadar çığlık attım. Geriye bir adım attım, o ise üzerime koştu ve bana bir zarar vereceğini düşündüğüm an korkuyla kapattım yüzümü.

Bekledim, bekledim ve birden sertçe omuzlarımdan geriye itildim. "Ah!" Acı içinde yere, çamurların içine düştüm. Gözlerim onu buldu tekrardan, koşarak uzaklaşıyordu ve yeryüzündeki sis yüzünden onu tamamen gözden kaybettim. "Murat mıydı?" diye fısıldadım. "O..."

"Asena!" Barlas'ın sesini duydum, gözlerimi ona çevirdim ve bana doğru gelen adamı fark etmemle beraber içimde sıkışıp kalmış tüm duyguları dışa vurdum. Barlas korkuyla ve endişeyle önümde diz çöktü, ellerimi tuttu ve beni kendine doğru yasladı. "Ne oldu? Bu hâlin ne?"

"Barlas," hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ellerimi tutan ellerinden destek alarak bedenimi kaldırdım, dizlerimin üzerine basarak ona doğru atıldım ve sımsıkı sarıldım ona. "Biri vardı, üzerime koştu... Çok korktum."

"Kim? Neden çığlık attın, bir zarar verdi mi sana?" Zar zor konuşmaya çalıştım ancak ağzımdan anlamsız kelimeler çıkıyordu. Barlas kötü olduğumu fark ederek beni baldırlarımdan tutarak ayaklandı ve tek hamlede kucağına aldı. Bacaklarımı beline dolayıp, sımsıkı ona sarıldım. "Şşşt, yanındayım ben korkma tamam mı, güzelim?"

İç çektim, yalnızca sessiz sessiz ağladım boynunda. Yürümeye başladı, beraber içeri girdik ancak ikimizde mahvolmuştuk. "Ne oldu, Barlas?" Füsun ablanın sesini duydum.

"Sonra konuşalım anne," dedi Barlas ve benimle beraber ilerlemeye devam etti. İkimiz banyoya girdik, korkudan titreyen beni yavaşça yere oturttu ve yüzümü avuçlarının içine alarak yüzüme baktı. "Korkma, ben buradayım tamam mı?"

"Hıhım..."

Yutkundum. Yüzümdeki ıslak hissi silmek için elleriyle güzelce yüzümü temizledi ve gülümsedi. "Ben sana giyecek bir şeyler getireyim sen yıkan." Ayağa kalkacak gibi olduğunda hızlıca uzandım ve üzerindeki tişörtten onu tuttum.

"Murat," ismi dudaklarımdan çıktığı an ikimizin de kaşları çatıldı. "Irmak kabus görüyordu ama kabus olmadığını, onu gerçekten gördüğünü söyledi." Yutkundum. "Belki..."

"Hayır, buna imkân yok. Sakın bunu düşünüp kendini yıpratma, ben halledeceğim." Saçlarımı geriye itti. "Kıyafet getireceğim, duş al." dedi ve ayaklandı. Barlas banyodan çıkınca içime kesik bir nefes aldım ve üşümekten titreyen bedenimi kaldırıp soyundum ardından hiç düşünmeden suyu en sıcak ayara getirip duş kabinine girdim.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama suyu kapattım, saçlarımdan fazla suyu sıkarak çıkardım ardından duş kabinin kapılarını açarak çıktım. Gözlerim direkt olarak köşedeki şifonyere kaydı, üzerindeki kıyafetleri ve havluyu fark edince oraya yürüdüm yavaş adımlarla.

Gri havluyu elime aldım ve seri hareketlerle vücudumdaki ıslaklığı sildim, saçlarımdan dökülen suları üstünkörü havlu ile aldım ve Barlas'ın bana getirmiş olduğu kıyafetleri elime aldım.

Geldiğini hiç fark etmemiştim, kıyafetleri bırakırken bana baktığını düşünmüyordum ki baksa bile duş kabinin kapıları içeriyi göstermezdi.

İçime titrek bir nefes çekerek giyinmeye başladım. Gülse'ye ait olduğunu düşündüğüm buz mavisi bir eşofman, beyaz yünlü bir kazak getirmişti. Kıyafetlerin altında ise etiketi üzerinde olan iç çamaşırları vardı. Bunları da Gülse mi vermişti?

Tamamen giyindikten sonra o kadar mayışmış hissediyordum ki yere yığılacak gibiydim. Çıkardığım kıyafetlerimi bir araya getirdim ve kenara bırakarak banyodan çıktım. "Asena?" Beklemediğim bir anda bana seslenen Barlas ile korkup irkildim. "Benim, korkma." Yaslandığı duvardan doğruldu ve bana doğru gelip gözlerini üzerimde gezdirdi. "İyi misin?" diye sordu.

Omuz silktim. "İyiyim, sadece birdenbire üzerime koşunca korktum doğal olarak. Birde Irmak Murat'ı gördüğünü söylediğinde içime bir kurt düştü sanırım..." Önemli değil gibi başımı salladım. "O anki zayıflığıma denk geldi, ben iyiyim. Murat değildi, biliyorum." Barlas sıkıntıyla yüzüme baktığında ona sorunun ne olduğunu sormak istedim ama şu an onunla konuşmam gereken şey başka bir şeydi.

Ona doğru bir adım attım, alttan alttan yüzüne baktım. "Biraz konuşalım mı?" Kaşları çatıldı.

"Ne konuda?"

"Her şey." dedim. "Konuşacak çok şey var. Bana anlatmak istiyordun, kendini açıklamak istiyordun ve anlatıp, açıkladın da." Gülümsedim yavaşça. "Ben seni affe—" söyleyeceğim şeyi anlamış gibi konuşmama müsaade etmeden sözümü kesti.

"Geçti artık. Bana söylediklerinden sonra, sana kendimi açıklamak veya anlatmak için bir çaba sarf etmeyeceğim." Çok kırılmıştı bana. Bunu gözlerinden, ses tonundan dahi anlamak mümkündü.

"Barlas..."

"Artık affetmesen de olur." Gözleri ıslak saçlarıma kaydı. "Saçlarını kurut, yağmur yedin hasta olacaksın." Gitmek için yanımdan geçecek gibi olduğunda hızla önüne attım bedenimi ve bir elim kolunu sararken diğerini engel olacağımı düşünerek karnına bastırdım.

"Böyle gitme." dedim kırgın bir sesle. "Kolay şeyler yaşamadım, sende yaşamadın. Birbirimizi çok kırdık ve yıprandık." Başımı salladım kabul edercesine. "Biliyorum sana Ezgi hakkında söylediklerim çok yanlıştı, ben sadece sana değil düşmanıma dahi o ima da bulunmam—"

"Düşmanına dahi yapmayacağını bana neden yaptın?" Ses tonundaki hayal kırıklığı benim kalbimi bir değil bin parçaya böldü. En son istediğim bile değildi Barlas'a zarar vermek, onu kırmak.

"Onu söylemek değildi amacım, seni kıskandım. Bir hafta boyunca hiç bana gelmedin, ama ben seni her gördüğüm an yanında o vardı. Hem siz..." Nasıl devam edeceğimi bilemedim, eğer gerçek çıkacak olursa nasıl dayanırdım bilmiyorum.

"Hem biz ne?" diye üsteledi.

"Onu gördüm, senin odandaydı." Yutkundum. "Üzerinde gece elbisesi, seni bekliyordu. Sense ona gitmesini söylemek yerine içeri aldın ve arkasından girdin..." O odada olmuş olabilecekler tüylerimi diken diken etti. "Siz..."

"Ona dokunduğumu mu düşünüyorsun?" Birdenbire parlayıp üzerime gelmesiyle beraber bende onunla geriye gittim ancak ellerimi üzerinden çekmedim. Korkmuyordum ondan. "Sana değil de ona mı dokunacağım? Ben o gün senin görüp bir şeyi yanlış anlamandan korktum, bana kırgın olan kalbinin daha da kırılmaması için içeri aldım onu." Gözlerinden ateş çıkar gibiydi, çok sinirlenmişti. "Ona asla dokunmam. Hayatımın hiçbir alanında Ezgi ile hiçbir şekilde ilişkim olmadı, olmayacak." Üzerine bastırarak söyledikleriyle birlikte kesik kesik nefes aldım.

"Yani... Onu hiç sevmedin mi?" Güler gibi oldu. Kolunu tutan elimi ittirdi ve biraz daha üzerime geldi.

"Sevmedim. Ezgi benim için sıradan, birkaç kez gördüğüm biri. Her zaman öyle olacak, onun ne düşündüğü hiçbir şekilde umurumda değil." Başımı inatla iki yana salladım.

"Hayır, bana yalan söylüyorsun!" Sinirle dudaklarını ısırdı.

"Asena, kurban olduğum niye bu kadar inatçısın sen?" Bana kırgın olmasına rağmen ağzından çıkanlara hiç dikkat etmiyor, beni mutlu ediyordu. "Ne diye yalan söyleyeyim sana?"

"O kadına karşı içinde benim bilmediğim bir nefret var ama." Söylediğim şeyle gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. "Ayrıca sana onunla birlikte olup olmadığını sorduğum zaman bana herhangi bir cevap vermedin?" Gözleri açıldı, bana inanamaz gibi baktığında utandım. Kafayı yemiştim, neden Ezgi ile sevişip sevişmediğini bu kadar kurcalıyordum!?

"Cevap vermedim mi?" diye sordu benim gibi sesini incelterek.

Başımı bir çocuk gibi iki yana salladım. "Vermedin."

"Vereyim o zaman," merakla yüzüne baktım. "Ezgi'ye hiçbir şekilde dokunmadım. Dokunacağım bir kadın olacaksa bu sen olursun." Söyledikleriyle beraber nutkum tutuldu. Gözlerim iri iri açılmış ona bakarken bu hâlime karşı alayla başını salladı ve güldü. "Cevabını kaldıramayacağın soruları merak etme, kır çiçeğim. Zamanı gelince bizzat bedenin kaldıracak." Yanımdan geçtiğinde hissetiğim boşlukla beraber öylece ardından baktım.

Bana neyi ima etmişti? Sevişecek miydi benimle?

Birkaç dakika boyunca öylece durup bunu düşündüm ancak Barlas'ın gidişinin ardından kendime geldim. Onu affettiğimi söyleyecektim ama bana izin vermemişti! Şimdi o bana kırgındı, affetmeyecek miydi?

Hakkı vardı. Ona çok kötü şeyler ima etmiştim ama beni affederdi. Barlas bana kıyamıyordu.

Irmak ne durumdaydı? Ona bakmak için yönümü salona çevirdim, hızlı hızlı yürümeye başladığımda ayak bileğime saplanan sızılardan dolayı yavaşlamak zorunda kaldım. Ayağım bu hâlde iken otele nasıl dönecektim ben?

Salona girdiğimde bakışlar bana dönmüştü. Benim gözlerim direkt olarak Barlas'a kaydı, o da sendelediğim için çatık kaşlarıyla ayağıma bakıyordu. Ben ona bakarken biraz önce ima ettikleri sayesinde utançla bakışlarımı çektim. Ancak o hâlâ bana bakmaya devam ediyordu.

"Asena," Gülse ayaklandı ve yanıma gelerek destek olmak amaçlı elimden tutup koltuğa doğru ilerletti. "İyisin değil mi? Ne oldu birdenbire?"

"İyiyim." dedim.

"Kimdi o yavrum gördün mü?" Füsun ablaya döndüm bu kez.

"Görmedim, yüzü kapalıydı."

"Nasıl oldu peki?" diye soran kişi Irmak olmuştu. Endişeyle beni izliyordu.

"Barlas içeri girdikten sonra ben de kapıyı kapatacaktım ama bir gölge gördüm ve birde ayak sesleri duyunca bakmak için çıktım dışarı." Devam etmeme engel olan şey Barlas'ın sesi oldu.

"Ne diye çıkıyorsun? Ya daha büyük bir zarar görseydin?" Sinirle çıkışında sessiz kaldım. "Sana bir şey olacak olmasından korkuyorum ama sen inatla belaya yürüyorsun." Beni en büyük bela içine atan sensin.

"Bağırma kızıma!" diyerek ona kızdı Füsun abla. Benim üzüldüğümü fark etmişti. Barlas'ın gözleri bana döndü tekrardan ve o an gözlerinden geçen ifadelerle beraber sinirle arkasına yaslandı.

"Dışarı çıkınca adamı gördüm seslendim kim olduğunu anlamak için—" devam edemeden aniden Barlas ayaklandı.

"Yok kafayı yiyeceğim ben, birde seslendim diyor." Bir şey olacak korkusu sarmıştı onu ve o yüzden anlıyordum onu. Biraz durulması için herkes sessizce durunca o da saniyeler içinde bana döndü.

Devam etmemi istiyordu. "Ben seslenince durdu sonra ise bana doğru koştu bir şey yapar diyerek korktum ve o an çığlık attım. Ama beni sadece iterek kaçıp gitti." Füsun abla elini dizime bastırarak gülümsedi bana.

"İyisin ya, Allah'a şükürler olsun."

"İyiyim, korkmayın." Derin bir nefes aldım. Gözlerimi gelişi güzel gezdirdim üçünün üzerinde. "Ben artık kalkayım, saat geç oldu." Ayağa kalktığım an Barlas karşıma dikildi ve gözlerini gözlerime dikti.

"Hiçbir yere gitmiyorsun." dedi tane tane.

"Gideceğim." dedim yeniden.

"Asena, sondayım artık beni daha da delirtme ne dersin?" Sinirli sinirli bana bakmayı sürdürdüğünde gözlerimi ondan çektim ve Irmak'a çevirdim.

"Sen neden bu hâldesin?" diye sordum değişen ses tonumla.

"Sana geliyordum," dedi kısık sesiyle. "Anlatmam gereken çok şey vardı. Serserilere denk geldim, çantamı almaya çalıştılar zorluk çıkarınca ise bu hâle geldim." Başını salladı. "Anlatmam gereken şey kolay değil."

"Konu ne?" diye sordum. Kaşlarım çatıldı, neydi onu bu kadar endişelendiren?

"Murat." Duyduğum isimle beraber içime çektiğim nefes boğazıma takıldı. Ağırca yutkundum.

"Irmak, lütfen bana yanlış bir şey yapmadığını söyle." Irmak herhangi bir cevap vermedi, o an belimden tutuldum. Barlas beni biraz önce kalktığı yere oturttu ve o da yanıma geçip oturdu. "Konuş." dedim titrek bir nefesle.

"Asena," yerinden kalkacak gibi olduğunda hemen elimle onu durdurdum. "Özür dilerim..." İç çekti. "Murat'a karşı koymak zordu, ve bende salak gibi ona kandım..."

"Irmak, Irmak ne yaptın?" Sinirle bağırdım. Barlas elimi tuttu.

"Asena, dinle önce." Gözlerimi ona çevirdim. "Dinle, sonra istediğini sorar ve yaparsın." Elimi tutan elinden güç aldım.

"Benimle bir gece geçirdi," diyen arkadaşımla beraber hayal kırıklığına uğradım. Nasıl ve neden? Irmak benim için çok önemliydi, beni ne için böyle bir şeyle vurmuştu? "Eğer ki istediklerini yapacak olursam bana... bana benimle beraber olacağını söyledi."

"Ne diyorsun ya sen!" Hiddetle ayağa kalktım. "Ne biçim konuşuyorsun? Beni o şerefsiz olası adam bile denmeyen Murat için mi satın? Sırf onunla yatabilmek için mi sattın beni, kardeşim dediğin kadını?" Gözyaşları içinde ayağa kalktı, bana doğru bir adım atmıştı ki ben geriye çekildim ve bana uzanan elini boşluğa bıraktım. "İğrenç insanlarsınız! Ama suç bende, yirmi sekiz yılımı heba ettiğim annem, babam ve ablam dahi sokaktaki bir köpek kadar değer vermedi bana."

"Asena, ben..." Sözünü kestim.

"Ya gerçekten anlamıyorum ben! Sen benim kaç yıllık arkadaşımsın, kardeşimsin ya? Biz her sorunda, her zorlukta birlikte olmadık mı?" Ağlamamak için sıktığım ellerimi açtım ve endişeyle bizi izleyen üç kişiyi işaret ettim. "Ya bu insanlar beni gram tanımaz, etmezken evlerini açtılar, beni sarıp sarmaladılar, saçlarımı okşayıp, yaralarımı iyileştirdiler... Daha yeni tanıdıkları insan için üzüldüler, ağladılar." Acı içinde yutkundum. Ben ne yapmıştım, nasıl bir günah işlemiş olabilirdim de böyle bir imtihandan geçiyordum?

"Özür dilerim, özür dilerim!" Elimi tuttu, bana sarılmaya çalıştı ancak hiçbir şekilde izin vermedim. Onu hiç düşünmeden geriye ittim ve nefretle baktım yüzüne.

"Ne yaptın başka? Gözün sırf Murat seninle yatsın diye bu kadar karardı madem, bana daha başka nasıl kötülükler yaptın?" Dudaklarımı sertçe bastırdım birbirine. "Irmak... Ya sen benim acıdan geberdiğimi bile bile nasıl yaptın bunları bana? Murat'ın bana yaptıklarını bile bile, nasıl?"

Yüzünü elleriyle kapattı, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. "Çok özür dilerim, ben sevdim sadece. Sevdim, o da beni sevsin istedim. Sen zaten sevmiyordun onu, umurunda olmaz diye..."

"Umurumda olan o değil!" diye bağırdım ona doğru. "Sensin, sen! Beni arkamdan bıçaklayan kaç insan olacak daha? Yetmedi mi yaşadıklarım, ya ben tüm hayatımı böyle geçireceksem öleyim daha iyi!" Gözlerim yemek masanın üzerindeki meyve bıçağına kaydı. Hiç düşünmeden uzandım ve meyve tabağının içinden bıçağı aldığım gibi Irmak'ın ellerinin arasına sıkıştırdım, ardından bıçağın keskin tarafını boynuma yaslayacaktım ki çığlıklar yükseldi.

"Asena!" Barlas'ın benden önce davranıp bıçağı sertçe yere düşürmesiyle beraber transtan çıkmış gibi geriye sendeledim. "Ne yapıyorsun sen!? Kafayı mı yedin, ne yapıyorsun?" Yüzümü avuçlarının arasına aldı, derin bir nefes aldı. "Bana bak, bak hadi. Sakin ol tamam mı? Ben buradayım ve seninleyim."

"Öldürsün bırak," dedim kısık bir tonda. "Amacı o zaten." Gözlerim bana korkuyla bakan Irmak'a kaydı ve nefretle baktım ona. "Öyle değil mi? Sırf Murat beni öldürsün diye yapmadın mı onca şey? Ben senin bana yardımcı olduğunu düşündüm ama meğer sen her şeyi bilerek yapıyormuşsun." Benim kaçmam için yardımcı olmuştu ancak peşimden Murat'ı gönderende oydu, onun gözüne girmek için beni hiçe saymıştı. Murat'ın beni öldüreceğini bilerek yapmıştı.

"Özür dilerim."

"Kes artık! Özür dilediğin zaman bitiyor mu yaşadığım şeyler? Eğer o gün bana sıktığı kurşun ölümüme sebep olsaydı mutlu olur muydun?" Gerçekleri söylemesi için baktım yüzüne.

"Eğer o gün ölseydin mutlu olurdum, Asena. Murat benim olurdu, sense kara toprağın." Düşünmeden sarf ettikleriyle ben konuşamadan Barlas bağırarak konuştu. 1

"Kes lan sesini!" Hiddetle Irmak'a döndü. "Ben bu kadını düzeltmek için uğraşırken siz kimsiniz de onu yeniden dağıtacak gücü buluyorsunuz kendinizde?" Irmak'ın kolundan tuttu ve normalde olsa Barlas'ın bir kadına böyle davranmayacağına emin olduğum hâlde Irmak'ı sertçe dış kapıya doğru itti. "Her nereden geldiysen oraya defolup git ve bir daha sakın Asena'nın etrafında görmeyeyim seni, sizi."

"Gideceğim, ben buraya Asena'yı son kez görmek için geldim." Bakışları bana döndü. "Yaşadıklarının birçoğuna ben sebep oldum, özür dilerim. Keşke böyle olmasaydı," gözleri arkamda duran üç kişide gezindi ve gülümsedi. "Çok mutlu olmanı isterim, kendine iyi bak." İçim hâlâ alev alev yanıyordu ve buna sebep olan Irmak oluyordu.

Arkasını dönüp kapıya doğru ilerliyordu ki durdurdum onu. "Bekle," duraksadı ve bana döndü. Yüzünde umutlu bir ifade vardı ancak ben ondan şu an iliklerime kadar nefret ediyordum. Yürüdüm ona doğru, tam önünde durdum ve hiç düşünmeden yumruk olan elimi açıp yanağına sert bir tokat attım.

"Ah!" Acı içinde geriye sendeledi ancak hiç acımadı canım. Onun eline diken batsa benim canımdan can giderdi belki ama şu an onu öldürmek bile içimdeki alevleri söndürmezdi.

"Bir yere kadar affederdim seni, Irmak." dedim gözlerini gözlerime sabitlediğinde. "Ama sen benim hayatımı, yaşamımı, mutluluğumu elimden alan, beni tutsak eden bir adama yardım ettiğin için ve bana ihanet ettiğin için asla affedilmesi gereken biri değilsin." Derin bir nefes aldım. Artık acımıyordu. "Dilerim ki ahım, ne senin, ne Murat'ın nede o ailem olamayan insanların peşini bırakır. Gün yüzü görmeyin, bana yaşattıklarınızın bin beterini yaşayın."

"Asena," Barlas beni belimden tuttu ve yönümü kendine doğru çevirdi. "Yeter, bırak gitsin."

"Gitsin." dedim omuz silkip.

Ben Barlas'a dönük, yalnızca onun göğsüne baktığım sırada dış kapının sertçe kapandığını duydum. O an aslında acının hiç gitmediğini, daha da çok acıttığını fark ettim. Dizlerimin beni taşımadığını, hıçkırıklar içinde yere yığıldığım an anladım. "Neden ya neden!"

"Asena, güzelim tamam," Barlas'ın beni kollarının arasına alıp sımsıkı sardığı an ağlayışlarım çoğaldı. "Şşş, yalvarırım ağlama." Saçlarımın arasından geçirdiği elleriyle beni daha sıkı sardı. Sanki her an ellerinden kayıp gidecekmişim gibi.

"Canım acıyor... Bir insan, bir insan bile sevmez mi beni?"

"Yalvarırım ağlama, yakma canımı." Kollarının arasından çıkmadan ağlayışlarıma devam ettim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ancak yavaş yavaş duruldum, sonrasında Barlas'ın kollarından çıktım ve yüzüne baktım. "Daha iyi misin?" diye sordu naif bir sesle.

"Hani bana dargındın sen?" diye sordum. Barlas başını iki yana salladı.

"Sikerim dargınlığı, sen bu hâlde iken benim gönlüm el verir mi sanıyorsun, seni sarıp sarmalamamaya." Yalnız ikimiz vardık salonda. Yerde oturuyorduk, ben Barlas'ın dizlerinin üzerinde ona sığınmıştım.

"Sonra darılırsın yeniden, şimdi bana sımsıkı sarıl." dedim istekli bir sesle. "Sana herkesten daha çok ihtiyacım var."

"Tamam, sonra darılırım." Hareketlendi. Ben yere oturduğum sırada o da ayaklandı ve alttan alttan yüzüne bakan bana ellerini uzattı. "Gel hadi." Uzattığı ellerini hemen, sıkıca tuttum ve ondan destek alarak ayağa kalktım. Barlas hiç beklemeden eğildi ve beni kucağına alarak sımsıkı tuttu. Başımı hemencecik boyun girintisine koydum, o da başını eğdi ve saçlarımın diplerine burnunu koyarak kokumu soludu. "Çok özledim, bana yakın olup, canımdan canımı almana ne diyeyim."

"Şimdi mi konuşacağız?" diye sordum kısık bir sesle.

"Konuşacak bir şey yok." dediğinde kalbime bastırdığı bıçaktan habersizdi.

"Var. Ben seni affettim," başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Burun burunaydık, dudaklarımızı birleştirmemek için yutkundum. "Affetim." dedim yeniden.

"Affetmedin," dediğinde kaşlarım çatıldı. O sırada odasına gelmiştik, ancak odasının karanlığı karşısında kaşlarım daha da çatıldı. Tüm nevresimler, perdeler dâhil her şey simsiyahtı. "Sadece ortadan kaybolduğum için korktun." Beni yatağının tam ortasına doğru uzattı, üzerime eğildi ve iç çekerek konuştu. "Kokun yatağıma geçsin, sonrasında ihtiyacım olur." Üzerimden kalkacak gibi olduğunda hızlıca ellerimi beline sardım ve onu üzerime düşürdüm. Kontrolsüz çekişim yüzünden koca bedeninin altında koybolarak ezildim.

"Kayboldum." dediğimde gülecek gibi oldu ancak tuttu kendini.

Bir elini başımın hemen yanına bastırarak yataktan güç alarak üzerimden doğruldu ve bana nefes almam için alan açtı. "Üzerine çekerken düşünecektin." dedi ters ters. Çatık kaşlarımla ona bakarken bacaklarının altında olan bacaklarımdan birini çektim ve düşünmeden bacağımı beline sardım, ayak topuğumu ise kalçasına bastırarak onu iyice kendime bastırdım. "Sikeyim, Asena!" diye parladı aniden.

"Çok ayıp, terbiyesizce konuşma." Söylediklerimle beraber sinirli sinirli sırıttı. Kendini üzerimden çekmeye çalıştı ancak onu tuttuğum için üzerimde durmaktan başka şansı yoktu. "Sadece bana sarılmanı istiyorum. Sonrasında gideceğim."

"Sana sarıldım yeterince, ayrıca hiçbir yere gidemezsin." Gözlerimin en içine baktı. "Benden, böyle şeyler yaparak üzgün olduğunu saklayamazsın." Söylediği şeyle yutkundum. Gözlerimi ondan çektim, bacağımı indirdiğim sırada o da bedenini yatağın diğer tarafına atarak benden uzaklaştı.

"Gitmem gerekiyor artık." Yataktan doğruldum ancak aniden, fevri bir şekilde bileğimden tutulup yatağa geri çekildim. "Barlas."

"Sesini kıs, biraz uyumak istiyorum. Yarın göreve gideceğim." Söyledikleriyle beraber yüreğime dolan tarifsiz duyguyla eş değer olarak başımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Görev mi?"

"Evet."

"Ama..." Sessizce durdum. Biz onunla doğru düzgün konuşamamıştık bile. "Ne zaman gideceksiniz?" diye sordum.

"Gece çıkacağız." Yavaşça yutkundum.

"Anladım." Başımı omuzuna koydum. Barlas ise üzerimize yatak örtüsünü çekerek bana döndü ve kollarının arasında küçücük kalan bedenimi sımsıkı sardı.

"Aylar sonra uyku uyuyabileceğim." dediğinde içim acıdı. Elimi boynuna dolayarak saçlarının içinden geçirdim ve onu mayıştırmak amaçlı yavaşça okşamaya başladım. Düşündüğüm gibi de oldu, kısa sürede Barlas uykuya daldı.

"Affetim seni..." dedim gülümseyerek kısık sesle. Başımı boynuna sakladım ve derin bir nefes alarak yumdum gözlerimi.

 

🕊️

Kulağıma dolan tıkırtı sesleriyle zihnim uykudan yavaş yavaş ayılıyordu. Derin bir nefes alarak gözlerimi yavaşça araladım ve karanlığın içinden gelen seslerin sahibini aradım. Ancak herhangi biri yoktu, duyduğum tıkırtı sesi duvara asılı saaten geliyordu.

Gözlerim yanımda uyuyan adama kaydı. O kadar huzurlu ve derin bir uykuda duruyordu ki istemsizce gülümseyerek baktım yüzüne. Kollarından birini bedenimin altından geçirmiş diğerini ise üzerime atarak beni kollarıyla sarmıştı. Başı göğüslerimin biraz altında, karnımın üzerindeydi.

Hafiften terlemişti, bende sıcaklamıştım. Üzerimizdeki örtüyü açarak biraz serinlemeyi amaçladım. Barlas ise hiçbir şekilde uyanmadan uykusuna devam ediyordu. En küçük sese uyanan adamdı aslında.

Barlas'ı izlediğim sırada duyduğum titreşim sesiyle başımı hafifçe kaldırdım ve komodinin üzerindeki telefonumu fark ettim. Ben uyuduktan sonra Barlas mı getirmişti ki? Hiç kıpırdamadan kolumu uzatıp telefonumu aldım ve ekrandaki mesajı okudum.

Volkan

Asena, beni aramışsın görevdeydim ve telefon çekmiyordu. (22:16)

Bir sorun mu var? (22:17)

Volkan'ı çok merak etmiştim. Göreve gitmiş olabileceğini düşünmüştüm onun söylemesiyle emin olmuştum.

Asena

Hayır sadece seni merak ettim. Görüşemedik. (22:19)

Sen iyi misin peki? Yaran falan var mı? (22:19)

Ondan cevap beklediğim sırada Barlas'ın birdenbire huzursuzca nefes aldığını duydum."Baba... gitme." diyerek sayıklıyordu.

"Barlas?" doğrulmaya çalıştım ancak beni çok sıkı tutuyordu ve onu rahatsız etmemek için uzanmaya devam ettim. Birkaç saniye içinde yeniden uykuya geçmişti ve yeniden huzurluydu.

Derin bir nefes aldım. Telefonun ekranına baktım yeniden.

Volkan

İyiyim, ufak bir yara çok önemli değil. (22:20)

Sen iyi misin? Toparlandın mı? (22:20)

Toparlanmaya çalıştığım her an beni ayaklarımdan tutup yere düşürmeye çalışıyordu herkes.

Asena

Daha iyi sayılırım, her şey yavaş yavaş oturuyor. (22:23)

Tüm saklı gerçekler oturuyor.

Volkan

Ben bir şeyler duydum. Polis almış seni, iyi misin? Bir şey olmadı değil mi? (22:24)

Bunu nasıl duymuştu?

Asena

İyiyim, Barlas halleti merak etme. (22:24)

Volkan

Ben yarın seni görmek için gelirim, müsait olur musun? (22:25)

Asena

Olurum, seni görmek istiyordum ben de. (22:26)

Volkan

Neden, bir şey mi var bilmem gereken? (22:26)

Asena

Hayır, seni özledim sadece. Benim için önemli birisin, yaşıyorsam bu senin sayende. Hiç abim olmadı ama senin desteğin bir abi sıcaklığını veriyor. Teşekkür ederim. (22:27)

Mesajım görüldü olarak kaldı dakikalarca ancak hiçbir cevap gelmedi. "Kiminle konuşuyorsun?" Barlas'ın sesiyle birdenbire irkildim. Ne olduğunu dahi anlayamadan telefonum elimden çekilip alındı.

"Barlas, ne yapıyorsun?" Üzerimden doğruldu, çatık kaşlarıyla ekrana bakarken derin bir nefes aldı ve sinirle bana döndü.

"Özledim ne?"

"Barlas," uzanıp telefonumu aldım elinden. Hiçbir şey söylemeden telefonumu bana verdi, ardından ise yataktan çıktı. "Nereye gidiyorsun?" diye sordum arkasından. Odadan çıktığında sinirle peşinden ilerledim, mutfağa girdi, peşinden girdim.

Buzdolabını açarak içinden soğuk suyu aldı ardından kendine doldurup birkaç yudumda suyu bitirdi ve bana döndü. "Neden peşimdesin? Özledin madem, gidip konuş." Gözlerimi devirdim.

"Kıskanmak için gerekli bir sebep mi?" diye çıkıştım.

"Gayet gerekli." dedi sert bir tonda.

"Abim gibi dedim."

Kaşlarını çattı. "Ama o cevap vermemiş. Demek ki abin olmak istemiyor!" Gülerek ona baktığımda sessizce yüzüme bakıyordu. "Sabır, ya sabır." diyerek mutfak dolabından birini açtı ve içinden aldığı sigarayla beraber afalladım.

Sigara mı içecekti?

Sigarayı çakmakla beraber yaktı ve mutfak masasına geçerek oturdu. İçine çektiği derin nefeslerle beraber yüzümü buruşturdum. "Kendini zehirlemen hoşuma gitmiyor." Yanına doğru ilerledim, tam yanına oturdum.

"Senin ne olduğu belirsiz bir herifi özlemense benim hiç hoşuma gitmiyor." dedi katı, tahammül edemez bir sesle.

"Barlas, sadece teşekkür amaçlı yazdığım şeyi abartmasan mı?" İlgiyle yüzünü izlediğim sırada bana cevap vermeden sigarasından bir yudum daha aldı ve başını hafifçe kaldırıp ağzından çıkan dumanı serbest bıraktı.

"Sen iyi misin?" diye sordu konuyu başka bir yere çekerek.

"İyiyim ben, sadece insan en yakınlarından darbe alınca tuhaf bir şekilde boşluğun içinde çırpınıyor. Acı çekiyor ancak hiçbir şekilde sesini çıkaramıyor." İç çektim, gülümseyerek yüzüne baktığımda gözlerini gülümseyen dudaklarıma ardından gözlerime çıkardı ve sessizce kendi önüne döndü.

Böyle mi olacaktık? Barlas'ı affediyordum, bunu ona söylüyordum ancak hiç oralı değildi. Onu Ezgi konusunda çok kırmıştım ve gönlünü almam gerekiyordu. "Barlas," gözlerini bana döndü yeniden. "Seninle bir gece dışarıda yemek yiyelim mi?" Kaşları çatıldı.

"Sebep?"

"Ne demek sebep? Bir sebep olması gerekmiyor ama aramızdaki buzları dağıtmak için yapabiliriz." Sıkıntıyla yüzümü astım. "Hem belki daha detaylı her şeyi konuşuruz."

"Şimdi hiç sırası değil." Sigaranın izmaritini kültablasına bastırarak söndürdü ardından ayağa kalktı. "Hadi, gidip uyuyalım yorgunsundur." Benim teklifimi geri çevirdiği için bozuk moralim ile ayaklandım, beraber odasına doğru ilerledik. "Senin odan aynı duruyor, uyuyabilirsin orada." dediğinde kaşlarım çatıldı ona döndüm duraksayarak.

"Ne demek orada uyuyabilirsin? Seninle uyumayacak mıyım?" Bir çocuk gibi çıkan sesimle beraber kendime sövmemek için zor durdum. Bir kere onun kokusuyla, kollarında uyumuştum şimdi yeniden ona alışmış bulunuyordum.

"Hayır." dedi net bir şekilde.

"İyi," dedim küskün bir tavırla. "Ben otele dönerim, zaten ne diye kaldıysam burada." Gidecekmişim gibi geriye döndüğümde onun beni durdurmasını bekledim çünkü bugün yaşadığım o korku sayesinde bir yere gideceğimi sanmıyordum. Ama beklediğim gibi Barlas bana bir şey söylemedi, tutmadı. Sessizce odasına girdiğinde öylece kaldım.

Benim gidip gitmemem umurunda değildi anlaşılan. O zaman neden kalacaktım burada? İstenmediğim yerde, ölecek olursam dahi giderdim.

Hiç beklemeden dış kapıya doğru yürüdüm. Portmantoda asılı ceketlerden, Gülse'ye ait olanı aldım ve üzerime giyerek yere eğildim. Botlarımı ayağıma giydim ve doğrulup kapının kilidini açarak dışarı çıktım, ardımdan yavaşça kapattım ve zifiri karanlığa döndüm. Bu saate taksi bulacağımı düşünmüyordum, otobüs duraklarında beklemek de pek sağlıklı değildi yürüyerek gitmek mantıklıydı.

Bahçe kapısından çıktım ve kaldırımdan yürümeye başladığımda ben daha evin önünden dahi ayrılmamışken aniden kolumdan tutuldum ve geriye çekildim. "Nereye gidiyorsun sen?" Barlas'ın sinirli sesiyle beraber yutkundum. Aniden içime korku saplanmıştı ancak iyiydim.

"Otele."

"Siktirme bana oteli, bu saate evden çıkılır mı?" Saat on bir olmalıydı ne vardı bunda?

"Git demedin mi?" diye üste çıktım.

"Demedim! Asla git demem sana." Öfkeyle üzerime geldi, beni belimden tuttu ve eve doğru ilerlemeye zorladı. "Yürü, seni yatağımdan ve kollarımdan çıkarırsam namerdim."

"O ne biçim laf Barlas!" Utançla ona döndüğümde aniden çarpıştık. Düşmemem için beni belimden sardı.

"Ne oldu, utandın mı?" Alayla güldü. "Bugün epey açık sözlü ve meraklıydın oysa." Utançtan ölecektim şimdi! Onunla beraber sessizce eve girdik, ardından ise odaya geçtik. "Gel." Barlas yatağa geçip bana kollarını açınca hiç beklemeden telefonumu komodine bıraktım ve hevesle açmış olduğu kollarının arasına girerek ona sokuldum. "Sana kıyamadığım için mutlu olmasın," diyerek saçlarımı okşadı. "Ama çok sevinme, yarın kaldığım yerden devam edeceğim."

"Ya," başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Küsme bana, bak affetim ben seni." Kaşlarını yukarı kaldırdı ve indirdi.

"Bu kez ben affetmiyorum." dedi inat eder gibi.

"Pislik!" dediğimde gülecek gibi oldu. "Ben de küstüm sana yeniden." Onun kollarının arasında döndüm ve sırtımı verdim ona. Kollarıyla beni sımsıkı sardı, bizi tek beden hâline getirip başını boynuma gömdü ve uyku moduna geçti.

Gülümseyerek kollarının arasında bekledim ve uykuya geçmek için yeterli süre olduğunu düşündükten sonra yavaşça ona doğru döndüm. Burun buruna geldiğimiz zaman dudaklarımızın arasındaki o kısacık mesafeyi hiç düşünmeden kapattım ve tüy kadar küçük bir öpücük bıraktım dudaklarına.

Geriye çekildiğimde hiç beklediğim anda Barlas'ın elaları ile karşı karşıya geldim. Daha ne kadar utanacaktım ben? "Uyuyorsun sandım..." diyerek kısık sesle konuştum.

"Uyuyorum sandığın için mi öptün beni?" Sessiz kaldığım sırada o da içimi eriten bir gülümsemeyle üzerime doğru eğildi ve dudaklarını boynuma sertçe bastırıp, koklayarak öptü beni. "Sana hasret kaldım, şimdi ne yapsam bilmiyorum o hasreti gidermek için." İşaret parmağının hissini yukarı çıkmış kazağımın açıkta bıraktığı tenimde hissetiğim an hafifçe titredim. "Aslında tüm özlemimi giderecek şey ortada."

"Ne ki o?" diye sordum.

Elinin yukarı çıktığını hissetim, titreyen bir nefes aldım. Barlas başını kaldırdı ve benim üzerime yatar bir pozisyonda yüzüme bakmaya başladı. "Teninde kül olmak," dedi şehvetin karıştığı sesiyle. "Kokunun geldiği mabede gömülmek..." İç çekti. "Bir olmak, tek beden olmak."

"Barlas!" dedim inler gibi. Elinin hissi hemen göğüs çatalımdaydı.

"Ama zamanı var." diyerek kendini yeniden yanıma attı. Beni önüme döndürdü ve arkadan sımsıkı sarıldı. "Şimdi o küçük ağzını kapatıp uyu." İşime gelmişti işte bu. Eğer onunla beraber olacaksam bile burada, bu evde olmazdı.

Ailesi varken olmazdı.

Gözlerimi kapattım ve Barlas'ın, dört bir yanımı saran kokusuyla uykuya sarıldım.

 

🕊️

Gözlerimi duyduğum bağırtı sesleri yüzünden açtım, neye uğradığımı şaşırarak yataktan doğruldum ve şaşkın şaşkın etrafa baktım. Barlas'ın bağırtısı geliyordu odanın dışından. "Nasıl saklarsınız lan böyle bir şeyi benden!" Derin bir nefes aldım. Düşündüğüm şey miydi? Barlas, Gülse ve Ozan'ı öğrenmiş miydi?

Yataktan nasıl çıktığımı, odanın dışına kendimi attığımı anlamadım bile. Hızlıca salona gittim ve karşı karşıya geldiğim manzarayla içime büyük bir huzursuzluk yerleşti. Ozan ve Gülse tam olarak Barlas'ın karşısında duruyordu ve Gülse ağlıyordu.

"Kardeşimsiniz lan ikinizde!" Barlas'ın birdenbire parlayan hâliyle irkildim. "Siz gelip bana durumu izah etseniz ne yapacağım lan? İkinize engel mi olacağım, siz hiç tanımadınız mı bunca yıldır beni?" İçimde durmadan büyüyen huzursuzlukla beraber yutkundum.

"Barlas?" Sesimi duyunca bana doğru döndü aniden, yüzünden okunan sinir beni gördüğü an daha fazla çoğaldı ve o an içimdeki huzursuzluğun sebebini anladım. Barlas beni de suçlu buluyordu.

"Nasıl yaptın bunu bana?" diye sordu hayal kırıklığının sarmış olduğu ses tonuyla. "Herkesten beklerdim ama senin benden bu kadar önemli bir şeyi saklayacağın aklımın ucundan geçmezdi." dedi.

"Barlas, açıklayabilirim."

"Hayır, açıklanacak ne kalmış? Her şeyi benden gizli halletmişsiniz." dedi sinirli bir şekilde. Gözlerini benden çekerek Gülse'ye ve Ozan'a baktı. "İkinizde gözüme görünmeyin." Adımları dış kapıya doğru yönelince istemsizce kalbim acı ve korkuyla taştı.

"Barlas, bekle!" Beni dinlemeden bir hışımla salondan çıktı ve bende peşinden koşarak gittim. Kapının önünde botlarını giydiği sırada kolundan tuttum, gitmesine engel olacağımı düşündüm. "Barlas, lütfen dinler misin?"

Kolunu benden çekti. "Dinleyecek ne var? Hepiniz bir olmuş arkamdan oyunlar oynamışsınız." Sinirden güler gibi oldu. "Herkes biliyorken bir ben bilmiyormuşum. Neden?"

"Gülse sana anlatacaktı, ama fırsat bulamamış—" benim sözümü hızla ve oldukça sert bir şekilde kesti.

"Lan ne fırsatı? Kaç ay olmuş, sikerim fırsatını!" Açtığı kapıdan hızla çıktı ve hiç durmadan ilerlemeye başladığında ayağıma giyecek bir şey bulamadım, zaman kaybı olmaması için çıplak ayak Barlas'ın peşinden koştum.

"Barlas lütfen! Ya benim ne suçum var?" Söylediğim şeyle adımları yavaşladı. Bana doğru döndüğünde bir umut aramızdaki mesafeyi kapatmak için ona doğru ilerledim ve o an gözleri çıplak ayaklarıma kaydı.

"Neden peşimdesin? Ayakların çıplak?" Yanında durduğu arabanın kapısını açacak gibi olduğunda birdenbire durdu ve anlamadığım dilde bir şeyler söyleyerek bana doğru yürümeye başladı. "Ya zasluzhil vse, chto so mnoy proizoshlo, potomu chto ya ne mog na tebya zlit'sya."⁶ (Sana kızamadığım için başıma gelen her şeyi hak ettim.)

Barlas aniden bana doğru geldi ve hiç beklemeden beni koltuk altlarımdan kavrayarak kaldırıp arabanın taputuna oturttu. "Suçun ne biliyor musun? Suçun her şeyi ilk senin öğrenmen ve benden bunu gizlemen. O ikisinin suçu ise herkese ilişkilerini söylemeleri sadece benden gizlemeleri."

"Özür dilerim Barlas." Haklıydı. Gülse ilk abisine anlatmalıydı, çünkü onun hakkıydı bu. "Ama ben Gülse bir şey söyleyemeden sana bir şey söyleyemezdim." Güler gibi başını salladı. Sinir kat sayım arttı, sinirle bağırdım yüzüne karşı. "Benim bir suçum yok diyorum, Barlas!" Gözlerinin içine bakarak yutkundum.

"Benim de suçum yoktu, Asena." dedi hiddetle. "Ama siz hepiniz bir olmuş ve aylarca benden bu kadar büyük bir şey saklamışsınız."

​​​​​"Barlas," derin bir nefes aldı. "Üzgünüm."

"Eve git, göreve gitmem gerekiyor." Bu hâlde mi gidecekti? Başımı iki yana salladım ve uzanıp onu kolundan tuttum.

"Gece gideceksin ama. Lütfen aramız bu hâlde iken gitme, konuşalım biraz." Gözlerimden düşen yaşlarla içi yanmış gibi iç çekti ve elleriyle yaşları teker teker sildi. "Özür dilerim, lütfen gitme." dedim titreyen sesimle.

"Tamam, ağlama." Tekrardan sildi yaşları. "Ağlamanı sevmiyorum, sense inatla ağlıyorsun!" Dudaklarını yavaşça alnıma bastırdı ve beni alnımdan öperek geriye çekildi. "İşlerim var. Ben geri dönünceye kadar, iyice bir düşün ve o zaman beni affedip affetmediğine karar vereceksin."

"Nereden dönünce?"

"Görevden." Gülümsedi. "Döndüğüm ilk an senden cevap alacağım."

"Affetim ben seni, gerçekten affetim." Başparmağını dudaklarımın üzerine bastırarak beni susturdu.

"Kabul ettiğim şey bu değil." dedi itiraz istemez bir sesle. "Döneceğim an senden duyduğum zaman onu kabul edeceğim. Şimdi değil."

"Barlas—"

"Sözümü dinle." dedikten sonra beni kucağına aldı ve eve doğru yürüdü, bedenimi merdivenlere bırakarak yüzüme baktı. "Dikkat et kendine." dedi ve üzerime eğilerek dudaklarını yanağıma bastırarak öptü beni.

"Allah'a emanetsin." dedim. Allah'a emanet ettiğini bir daha görmeden ölmezmiş insan.

Barlas gitti, ben kaldım. İçim yana yana onun gidişini izledim ama o gittikten sonra bile içimdeki yangın sönmedi.

Ben canımı göndermiştim, nasıl iyi olacaktım?

 

1 Ay Sonra

İnsanın içindeki sıkıntı büyüdükçe büyür, onu çıkmaz bir sokağa sokardı. Ne zaman çıkış yolunu bulurdu? O sıkıntıya sebep olan insan sayesinde.

Tam olarak bir aydır içimde büyük, karşı konulmaz bir sıkıntı vardı. Ne için mi? Barlas için, onun yüzünden. Göreve gittiği gün hiçbir şekilde onu görmemiştim, gece gideceği görev için sabahın erken saatinde gitmişti ve göreve gittiği bu bir ay içinde bir kez olsun kimseyi aramamıştı.

Sadece Özkan'dan aldığım haberler sayesinde iyi olduğunu biliyordum ve bu bana yetmiyordu. Ne için aramıyordu beni? Benim masum olduğuma inandığını düşünmüştüm ama hayır Barlas beni geçiştirmek için söylemişti o yalanı.

Bir yandan ise bana verdiği o süre için aramadığını düşünüyordum. Ama sanırım Barlas gerçekten de beni aramak istemiyordu, ondan aramıyordu. Ben ona bir şey olmuş korkusuyla kafayı yerken o bir kez olsun aramamıştı, sesini duymama izin vermemişti.

"Asena, hasta geldi!" Meryem'in sesini duyunca dalgınlık yüzünden bugün bilmem kaçıncı kez irkildim. Gözlerim Meryem'in yüzüne kaydığında merakla bakıyordu yüzüme. "Asena, biliyorum Barlas Yüzbaşından haber alamıyorsun ama iyidir o, eminim." Bana destek olmak ister gibi omzumu sıvazladı.

"Haber alamadım, iki haftadır." dedim sıkıntıyla. İki haftadır Özkan dâhil hiçbir şekilde kimseden haber alamıyorduk. Ve bu durum beni aşırı korkutuyordu. "Bir şey olmamıştır değil mi?" Meryem gülümseyerek yüzüme baktı ve başını iki yana salladı.

"Eminim iyidirler, hepsi sapasağlam dönecekler." Umarım öyledir. Hepsi iyidir ve tek bir zarar görmeden geri gelirlerdi.

"Hasta geldi dedin, ben gideyim." Sandalyeden kalktığım sırada Meryem gülmüştü. "Ne oluyor?" diye sordum.

"Gelen hasta gibi değil aslında. Sadece seni görmek istediğini söyledi bana." Söylediği şeyle kaşlarım çatıldı, kim gelmiş ve beni görmek istemişti? "Hadi daha fazla beklemesin." Fazla sorgulama gereği duymadan odanın kapısına yöneldim ve odadan çıkıp acil servis kısmına doğru ilerlemeye başladım.

Ellerimi doktor önlüğünün cebine koyarak seri adımlarla yürümeye devam ettim. Merakla benim için gelenin kim olduğunu düşündüğüm sırada onu gördüm. Şaşkınlıkla ona baktığımda o da beni fark ederek gülümsedi. "Volkan?" Volkan'ı da en son bir ay önce görmüştüm ve sonrasında yeniden ortadan kaybolduğu olmuştu.

"Asena," gülümseyerek sarılmak için boynuna doğru uzandım ve parmakucumda ona sımsıkı sarıldım. "Nasılsın? Görüşemedik yeniden." diye sordu geriye çekilirken.

"İyiyim, sen nasılsın? Bir görünüyorsun, bin kayboluyorsun." Gülerek söylediğim şeye ufak bir kahkaha attı ve kolunu omzuma atarak beni kendine çekti.

"Uzun soluklu operasyonlar oluyor, güzelim." Saçlarımın arasından elini geçirdi ve hafifçe dağıttı. "Ee nasıl gidiyor? Biraz daha iyisin değil mi?" Birde bu konu vardı. Bu bir ayda kendimi toparlamak adına psikolojik yardım almaya başlamıştım ve şu an için yeterince iyi gibiydim.

"Daha iyiyim ve sanırım yavaş yavaş kabuslarım da azalıyor." Güldüm heyecanlı heyecanlı. "İki gün oluyor yeni bir kabus görmeyeli! Ve ne yalan söyleyeyim bu durum beni çok mutlu ediyor." Bu çocuksu hâlimi sevmiş gibi gülümsedi ve başını başımın üzerine yasladı.

"Fark ediliyor. Seni ilk gördüğümden daha iyisin." dedi.

"Evet, tek sorun Barlas'ın beni habersiz bırakıyor olması." Kaşları çatıldı.

"Nasıl yani?" diye sorduğu sırada kafeteryaya gelmiştik boş bir masaya geçmeden önce birer kahve ve atıştırmalık bir şeyler alıp oturduk.

"Göreve gitti, tam bir aydır görevde." Sıkıntıyla yüzümü astım. "Ama ondan hiçbir şekilde haber alamıyorum." dedim üzüntüyle.

"Güzelim bunu sıkıntı etmene gerek yok. Görev esnasında telefon kullanmak yasak boş bir anında haber verecektir." Evet bende bunu düşünüyordum bazen ama yeterince iyi bir bahane olmuyordu benim için.

"Öyle umuyorum bende." dedim. Derin bir nefes aldığım sırada kahve kupasını elime aldım ve sıcak sıcak bir yudum aldım. İçimdeki sönmeyen ateşe karşı hiçbir gücü yoktu elbette. Barlas'ın iyi olduğuna dair bir haber alsam çok iyi olacaktım.

"Asena," gözlerimi karşımda oturan adama çevirdim. "Bir şey sormak istiyorum." dediğinde memnuniyetle başımı salladım.

"Elbette, dinliyorum."

"Bana hiç abim yok demiştin mesajda," hangi mesajlardan bahsettiğini düşündüm ve bulduğum an onaylayarak başımı salladım. "Gerçekten hiç yok mu?" Sorduğu soruyla duraksadım, saçmaydı çünkü.

"Evet yok. Ben tek çocuğum galiba," öyle miydim? Ben gerçekten tek çocuk muydum? Annem olacak kadın beni hiç düşünmeden bir başka aileye verdiği zaman tek çocuğu ben miydim? "Yani evet." diyerek düzelttim. Ancak o an fark ettim, eğer benim bir abim veya ablam varsa haberim dahi olmazdı, olamazdı.

"Pekâlâ, olayları duydum o sebeple sordum." Üvey ailem hakkında olanları mı duymuştu? Sakladığım bir şey değildi ancak nedense kendimi tuhaf hissetmiştim.

Buruk bir tebessüm yeşerdi yüzümde. "Bir abim olmasını çok isterdim." Değişen yüz ifadesini fark ettim ancak çok takmadım. "Beni herkesten koruyacak, başıma bir şey geldiği an arkamda bir abim olduğunu bilmek güzel olurdu. Babamın sevgisini tatmadım, bir abinin sevgisini tatmak isterdim." Titrek bir nefes aldı.

"Asena," ona baktım dolu gözlerle. "Önemli değil boş ver. Sen kendi başına güçlüsün, ama bilmeni istiyorum ki ben seni kız kardeşim gibi görüyorum. Sende beni abin olarak görebilirsin." Düşünceli hâline gülümsedim ve memnuniyetle başımı salladım.

"Teşekkür ederim."

"Benim şimdi gitmem gerekiyor. İşlerim var, sonra gidip biraz dinlenmek istiyorum." Saat sabahın yedisiydi, ben ve Meryem nöbete kalmıştık ama on dakikaya kadar çıkardım bende.

"Acil değilse işin beraber kahvaltı yapalım mı?" Masadan kalktığı sırada bu teklifime gülümseyerek karşılık verdi.

"Acil, komutanım bekliyor. Ama sözüm olsun, senin yeni evine çıktığın ilk an ben de geleceğim kahvaltıya." Söylediğini ilk başta algılayamadım, ancak sonrasında aniden sevinçle tepki verdim.

"Volkan! Ev mi buldun bana?" Ufak çaplı bir kahkaha attı ve onaylayarak başını salladı. Kendime hiç engel olmadan sevinçle boynuna atladım ve sımsıkı sarıldım. "İnanamıyorum! Çok teşekkür ederim, çok." Belime kollarını sardı.

"Lafı bile olmaz. Her şey tamam, sadece eşyalarını seçeceksin ve evine taşınacaksın." Alacağım çok şey yoktu çünkü gideceğim ev zaten eşyalı bir evdi benim için çok önemli olan birkaç şey vardı onları almam gerekecekti sadece.

"Beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin. Hayatıma girdiğinden beri her şeyime yetişir oldun, meleğim falan mısın sen benim?" Söylediğim şeyle kahkaha atarak beni kendisiyle beraber çekiştirerek kafeteryanın dışına doğru yürüttü.

"Kardeşim için yapamaz mıyım böyle küçük şeyleri?" Sevinçle ona yandan sarıldım. Volkan'ın bana karşı verdiği güven ve duygular asla art niyetli değildi, bunu hissediyordum. İlk zamanlar içimde olan o korku ve endişe tamamen uçup gitmişti, şu an sadece güven vardı.

"Evimde senin için özel oda olacak." dediğim zaman güldü.

"O neden? Evin zaten 2+1 olacak." Omuz silktim önemli değil der gibi.

"Abim için yapamaz mıyım böyle küçük şeyleri?" Onu tekrar ederek söylediğim şeye gülümsedi ve huzurla iç çekti. Beraber sessizce hastanenin çıkış kapısına doğru ilerledik ve durduk. "Her şey için teşekkür ederim, Volkan abi." Gözlerinden geçen mutluluğun parıltılarını fark ettim ve o an karar verdim.

Volkan artık benim için Volkan abimdi.

"Kendine dikkat et. Ufak bir şey olsa dahi haberim olsun." Gülümseyerek eğildi ve refleksle saçlarımın üzerinden öptü. Hiç yadırgamadım.

"Tamam."

"Sen çıkacak mısın? Bırakayım seni otele." Başımı iki yana salladım.

"Benim birkaç işim var, sonra çıkacağım."

"Pekâlâ, sonra yeniden görüşürüz." Gülümsedim. Hastanenin çıkışına doğru yöneldiğinde bende odama doğru yöneldim. Eşyalarımı toparladıktan sonra nöbet dosyasına imza atarak Meryem'i gördüm ve hastaneden çıktım.

Hemen otele dönmek ve uyumak istiyordum.

Barlas'ın gittiği günden sonra Gülse ve Ozan'ın arasında da bir kavga çıkmıştı ve ikisinin arası kötü bir hâlde iken Ozan göreve gitmişti. Barlas ve benim gibi.

Ben Gülse ile konuşmuştum, ona ne kadar kızmıyorsam ben, o kendine çok kızıyordu çünkü Barlas ile tam düzeliyorken kendisinin bozduğunu söylüyordu.

Bu hâlde ne olurdu bilmiyorum ama Barlas'ın Gülse'ye kızgın ve kırgın olmayacağını biliyordum. Barlas kardeşine sesini yükseltince bile çok üzülüyordu, ona kıyamıyordu.

Her şeyin yoluna girmesi için Barlas'ın ve Ozan'ın geri dönüşünü beklemek zorundaydık.

 

🕊️
Ajinar Kıyıları;
Sınır Bölgesi

​​​​​Saat gecenin üçü, Lodos Timinin bulunduğu noktada ise tek bir ses, hareketlilik yoktu. Herkes ölüm sessizliğinde gibiydi, ya da öyle bir izlenim bırakılması isteniyordu. "Komutanım, doğru yolda olduğumuza emin miyiz?" Barlas Demirkan, timindeki teğmen Salih'e döndü ve duraksadı. Onun duruşuyla herkes yerinde kaldı ve merakla komutanının yüzüne baktılar.

Bir sorun vardı.

"Haritaya göre doğru yoldayız," dedi Barlas katı, soğuk bir sesle. Gözlerini sırayla timindeki askerlerlerinde gezdirdi ve derin bir nefes aldı. "Bir tuzağa kendi ayaklarımızla gelmiş olabiliriz." dedi Barlas ve o an, biraz önce çıt çıkmayan yerde silah sesleri çoğaldı.

"Hassiktir!" Tim, kendini güvenceye almak adına yakınında olan ilk engelin arkasına saklanarak kurşun sıkanlara karşı koymaya başladı. "Nasıl oluyor böyle bir şey?" Özkan gözüne kestirdiği adamı tam alnının çatından vurarak yanında olan Barlas'a sordu.

"İçimizde bir hain var," dedi Barlas hedefini vurduğu an. "Bu yeni olan bir şey değil." Uzun zamandır, gittikleri her görevde beklenmedik anda, olmaması gereken yerde tuzağa düşüyorlardı.

"Ne demek yeni bir şey değil?" Özkan vurduğu bir diğer adamla başını çevirdi ve komutanına, dostuna baktı. "İçimizdeki hain kim?" diye sordu. Bir an bile Barlas'ın sözünden şüphe duymazdı.

"Bilmiyorum, Demirel. Ama bulacağım." Barlas derin bir nefes aldı ve telsize bağlı kulaklığa doğru konuştu. "Lodos, durum raporu ver." Hiçbir şekilde, bir cevap, ses gelmedi. "Lodos!"

"Ne oluyor?" Özkan gözünü hedeften ayırmadan sıkarken sormuştu.

"Timden cevap gelmiyor."

"Ne?"

Dikkatlerinin dağılmış olduğundan dolayı, o an arkalarından gizlice gelen adamı fark etmekte geç kaldılar. "Sikeyim!" Barlas'ın adama sıktığı kurşun kolundan sıyrıldı, ancak etki etmedi.

Çünkü ikisininde boynuna saplanan iğneler saniyesinde bedenlerini boşluk hissine bırakmıştı.

Barlas Demirkan, gözlerini araladığı sırada zifiri karanlık olan bir odada olduğunu fark etti. El ve ayak bileklerinden duvara zincirle asılmıştı, ve sadece o değil. Timin hepsi, yan yana dizilmiş şekilde, ellerinden ve ayaklarından duvara asılmıştı. "Bu ne amına koyayım," kendi sesi bile bir an tuhaf gelmişti. Başında ve ensesinde korkunç bir ağrı vardı. Gözlerinin önünde siyah ve beyaz noktalar oynuyordu durmadan.

"Özkan," yutkundu. Hemen yanında duvara asılmış Özkan'a seslendi, ardından timdeki diğerlerine. "Yunus."

"Komutanım," Yunus gözlerini Barlas'a çevirdi ancak çok net göremiyordu. "Biz... biz neredeyiz, ne oluyor?" Gözlerini kıstı, derin bir nefes alarak ne olduğunu anlamaya çalıştı ancak anlayacak bir şey yoktu. Tuzağa düşmüşlerdi.

"Askeriye de bir hain var. Bu hâlde oluşumuzun sebebi o." dedi Barlas nefretle. Kendi için değil ancak silah arkadaşları için endişe duyuyordu. Onlara gelen ufak bir zarar Barlas'ın canını daha kötü yakıyordu, çünkü onlar silah arkadaşının da ötesi olmuştu.

"Uyanıyorlar," diyen Yunus ile Barlas başını çevirdi ve diğerlerine baktı. Hepsi teker teker kendine geldiğinde göz göze geldiler. "Buradan kurtulmamız gerekiyor." dedi Yunus.

"Bunu nasıl yapacağız? Üzerimizde tek bir şey bile yok, olsa bile şu zincirlerden kurtulmak imkânsız." Alayla güldü Cesur. "Bizden o kadar korkuyorlar, bu hâlde olmamız bundan dolayı." Silahsız ve savunmasızdılar ancak bir Türk Askerinin yapacaklarından her daim korkuyordular. Korkmalılar.

"Ne kadar zamandır buradayız?" diye sordu Engin.

"Saatler oluyordur. Bize her ne verdiyse yarrak kafalılar kafamı hissetmiyorum." dedi Özkan.

"Komutanım," diyen Özgür ile Özkan ve Barlas'ın bakışları ona döndü. Ancak Özgür Barlas'a hitaben konuşuyordu. "Yaralısınız, nasıl oldu bu?" Barlas bahsedilen yaraya baktı. Sol omuzunda derin bir bıçak yarası vardı ve her ne kadar zaman oluyorsa kan kurumuş, yaranın kesiğinde bariyer kurmuştu.

"İlaç etkisindeyken ara ara kendime geliyordum," dedi Barlas. O an aklına gelen detayla yüzü sertleşti. "Baros, gördüğüm adam Baros idi."

"O cezaevine nakledildi." dedi Engin çatık kaşlarıyla.

"Kaçmış olmalı." dedi Barlas. "Onu gördüm, etkisiz hâle getirmeye çalışırken olmuş olmalı."

O an karanlığın içine bir ışık olmasına sebep olan kapı açıldı. Lodos Timi sese doğru döndüğünde gördükleriyle beraber hiç şaşırmadılar. "Baros ve Kemal." diyen Barlas'ın alaycıl sesiyle Baros içeriye doğru yürüdü ve tam ortada durdu.

"Nasılsınız? Kurbanlık koyun gibi asılmak hoşunuza gitti mi?" Duraksadı ve düzeltti. "Çok üzgünüm, koyunlara daha insaflı davranılır." Kahkaha atarak gözlerini Barlas'ın gözlerine dikti. "YA nikogda ne budu otnosit'sya k tebe spravedlivo, Barlas."⁷ (Ben sana hiç insaflı davranmayacağım, Barlas.)

Barlas'ın yüzünde soğuk bir gülüş belirdi. "YA by pokhoronil tebya v zemle, po kotoroy ty khodil, yesli by u menya byla takaya vozmozhnost'."⁸ (Fırsatım varken seni bastığın bu toprağa gömecektim.)

"Ty zaplatish' za to, chto sdelal so mnoy."⁹ (Bana yaptıklarını ödeyeceksin.)

"Senin o ses tellerini siker siker çoğaltırım." Özkan'ın birdenbire patlamasıyla beraber Baros irkildi ve bir adım geriye gitti. "Komutanımı, dostumu tehdit ederken bir daha düşün." Baros'un yüzünde timin Rusça bilmediğini düşündüğünden dolayı bir afallama oluştu.

"Benim mekanımdasınız," dedi Baros pişkin pişkin. "Bana kafa tutmayın bence. Yani ben olsam, öyle yapardım." Baros geriye döndü ve kapıda duran Kemal'e baktı. "Gereken kanı al, Kemal." Barlas'ın kaşları çatıldı.

"Asena'nın kanını neden aldın?" diye sordu gayet sakin bir şekilde.

Kemal Barlas'a doğru yürüdü ve elinde tuttuğu iğne ile kan torbasına bakarak sırıttı. "Ondan gerektiği kadar aldım ama yetmedi. Senden de alacağım."

"Bu sorumun cevabı değil." dediği sırada kan alınacak olan kolunu zincirden açmıştı ancak Barlas mantıksız davranarak tek eliyle karşı koyamazdı, çünkü hâlâ yeterince güçlü değildi.

Kemal iğneden, kan torbasına dolan kandan çekti bakışlarını ve ona üstten üstten bakan Barlas'a baktı. "Başkanın ihtiyacı var."

"Asena'nın kanına mı?"

"Evet."

Mantıksız. Barlas ellerine düştüğü zaman gereken kanı almamaları için hiçbir sebep yoktu. Neden sadece Asena'nın kanını almaları gerekiyordu?

"Musa, ilacı enjekte et hepsine. Şu an için iyi saatleri, sonrasında yaşamak için dahi değil, ölmek için bana yalvaracaklar." diyen Baros ile Barlas'ın gözleri ona çevrildi.

"Şu sikik zincirleri açsana, kim yalvaracak görelim." dedi.

"Ölmek için meraklı değilim. Ellerini açacak kadar salak hiç değilim." Timden soğuk, alaycıl bir gülüş çıktı. Hepsi teker teker zaten damarlarında gezinen ilacın üzerine eklenen dozla beraber bilincini kaybederken Barlas ondan alınan kana baktı.

Musa denilen adam ilacı enjekte ettikten hemen sonra bilincinin kapanacağını anlayan Barlas hızlı davranarak Kemal'in elindeki kan dolu torbaya eliyle uzandı ve tek hamlede eline aldığı torbayı sıkarak tüm kanlarını sıçrattı.

Yavaş yavaş kapanan bilinciyle eli aşağı doğru kaydı ve torba yere düştü. Ancak istediğini almıştı, şimdi yeniden kan almak için ilaç etkisinin geçmesini beklemek zorunda kalacaklardı ancak o zamana kadar tim bir çözüm bulmalıydı.

 

 

🕊️

 

 

2 Gün Sonra
Barlas Demirkan

İnsan kendini en savunmasız hissettiği anda sevdiğini, değer verdiğini hatırlardı. Onun varlığı, onun hissiyle ayakta kalmaya çalışırdı.

Sadece iki gün oluyordu ama şimdiden, üzerimizde yaptıkları işkenceler dayanılmaz bir hâl alıyordu. Gözlerim her kapandığında gözlerimin önüne Asena'nın güzel yüzü geliyordu. Bilincim her kapandığında zihnime, rüyalarıma Asena geliyordu. Benimle konuşuyor, benim düşmeme izin vermiyordu.

Ve yeniden onun sayesinde bilincim açılıyordu. Ölümün kıyısından, Asena için, onun sayesinde dönüyordum.

Her şey tamamen iç içe geçmiş, zifiri karanlık bir şekildeydi. Neyin ne olduğunu anlayamıyordum. Aldığım sık nefesler arasında zorlukla gözlerimi araladım, kan ter içinde kalmıştım.

Ağırca yutkundum. "Yüzbaşım," diyen Baros'un sesini duydum. "Ben seni dayanıklı, demirden falan sanardım." Gözlerimi sesinin geldiği yöne çevirdiğim zaman onu gördüm. Elindeki demiri ateşin içinde ısıtıyordu ve artık alışılmışlığın verdiği hisle ne yapacağını anlıyordum.

"Bende seni korkak sanardım, it." Yorgun çıkan sesime rağmen alayla güldüm ve beni bağlamış olduğu sandalyeyi işaret ettim. "Gerçi doğru sanıyormuşum. Korkaksın." Sandalyeyi ayaklarından zemine desteklemiş, beni ise zincirle sandalyeye bağlamıştı.

"Elimde avucumun içindesin Yüzbaşı." Isıtmış olduğu demirle bana doğru yürümeye başladı, tam karşımda durdu ve yüzündeki iğrenç sırıtışla yüzüme bakmaya başladı. "Ben senin yerinde olsam, korkumdan sesimi çıkarmazdım."

"Bilmez miyim, Baros?" Onun gibi bilmiş bilmiş sırıtmaya başladım. "Elimde, avucumdayken korkudan sesini çıkaramıyordun." Yüzündeki zevk dağıldı, dişlerini birbirine geçirdi ve aniden arkama geçtiğinde sırtımda, iki kürek kemiğimin arasına bastırdığı demirle beraber gemzimden kaçan acı dolu bağırtıya son anda engel oldum. Ona hiçbir şekilde acımdan zevk veremezdim.

Yalnızca kısık tonda bir inleme döküldü dudaklarımın arasından. Etime bastırdığı demirin çıkardığı cızırtıların üzerine yanmış et kokusunu soludum.

"İki gün," dedi sinirle Baros. "Koskoca iki gündür yapmadığım şey kalmadı, neden hâlâ istediğimi vermiyorsun Svoloch'!¹⁰" (Piç.)

"Sen ölmeyi bayılmak mı sanıyorsun puşt!" Dişlerimi sertçe birbirine geçirdim, o kadar sert oldu ki çarpıştıkları sesi duydum. "Bir daha, bir daha o sikik ağzından Asena hakkında bir şey duyacak olursam seni buraya gömerim."

"Sadece korumak için yanında olan bir kadın için fazla parlıyorsun, Barlas." Önüme doğru geldi ve zevkle güldü. "Onu alacağım, gözlerinin önünde, seve seve yapacağım." Histerik bir gülüşle karşılık verdim ona. Kaşları çatıldı, ardından bana doğru eğilmek gibi bir hata yaptı. "Ase—" bana ait olanın adını ağzına almasına izin vermeden, kafamı iki günün tüm hıncını çıkarmak ister gibi yüzünün ortasına geçirdim. "Hassiktir!" Geriye doğru yalpaladı, burnundan akan kanlara engel olacakmış gibi ellerini burnuna tuttu.

"Bu sana bir uyarı. Benim olana değil sahip olmak, adını dahi ağzına alamazsın." Bağlı olduğum sandalyeyi işaret ettim. "Buradan çıkacağım ve iki gündür sik gibi konuşan ağzının yayını sikeceğim." Ağzımın içinde birikmiş olan kanımı bir tükürükle önümde, dizlerinin üzerine düşmüş olan Baros'un yüzüne tükürdüm.

Yüzüne bulaşan kanlı tükürükleri elleriyle sildi ardından tek kelime etmeden ayağa kalktı ve sendeleyerek kapıya doğru yürüdü. Onun gidişinin ardından çok geçmeden kapı yeniden açıldı, içeri giren iki adama baktım yalnızca. "Zincirlerini çözmeden nasıl götürmeyi planlıyorsun?" diye sordu bir adam diğerine.

Yanıma doğru geldiler, zincirleri korkarak açtıkları sırada bu bana oldukça zevk vermişti. İkisi zincirle meşgulken kapı yeniden açıldı ve bu kez dört kişi daha geldi içeriye.

"Bir adam için altı adam mı gönderdi Baros?" diye sordu yeni gelenlerden biri.

"Özel kuvvetlerden, abi." Çözülen zincirle beraber içime dolan saldırı hissini yerinde tuttum. Ancak epey zordu, tam tamına iki gündür timimdeki herkesin acı dolu çığlıklarını duyuyordum ve onların kolay kolay düşmana boyun eğmeyeceğini biliyordum.

Ne yapmışlardı onlara?

"Hiçbir sikim yapamaz," diyen adama döndü gözlerim. Kendinden emin tavrının yerine birazdan leşi kalacaktı. Tamamen zincirlerden kurtulduğum an hiç beklenmedik bir anda salık zincirleri aldım ve yakınımdaki iki adama doğru gelişigüzel salladım. "Ne yapıyorsun lan!" Adam belinden çıkardığı silahı bana doğrultmuştu ki ondan önce davranıp eline doğru havada bir tekme savurarak silahın odanın bir köşesine gitmesine neden oldum. "Tutun lan şunu, işe yaramazlar." Elimdeki zinciri abi dedikleri adamın boynuna geçirdim ve onu önüme çekerek zinciri boynunda sıkılaştırdım.

"Özel kuvvetlerden birini öyle hafife alma," kulağına doğru fısıldadım. "Sonun toprak altı olur." Bana silahla hedef alan adamlara baktım ardından gözlerimi onlardan çekmeden zinciri daha güçlü çekerek nefesini kestim.

"Ha—" kesik kesik konuştu. "İmd—" kayan gözlerine bakarak gülümsedim ardından bana oldukça yakın duran ama vuracak cesareti olmayan adamın elinden oyuncağını alır gibi silahını aldım ve hiç beklemeden karşımda duran beş adamı alnının çatından vurdum.

Zincirle boğduğum adamın cansız bedenini ise süs niyetine üzerlerine doğru fırlattım. Her ihtimale karşı adamlardan birinin silahını aldım, silahın ucunda susturucu vardı. Silahı belime sakladıktan sonra ise elimdeki silahla beraber odadan çıktım.

​​​​​​Diğerleri neredeydi? Onları en son iki gün önce görmüştüm, şimdi ise tekrardan bulmam gerekiyordu.

Hızlı adımlarla ilerlediğim sırada duyduğum koşturma sesleriyle büyük bir kolonun ardına yaslandım. "Silah sesleri geldi, çabuk gidip bakın!" Başımı hafifçe eğdim ve kimsenin ortalıkta görünmediğine emin olduğum an ilerlemeye devam ettim.

Başımda korkunç bir sızı vardı, gözlerimin önü ise sürekli olarak kararıyordu. Adımlarım bir süre sonra sekteye uğramaya başladığında derin bir nefes alarak geldiğim yöne baktım. "Burası neresi?" diye kendi kendime sorduğum sırada artık gücüm tamamen çekilmişti. Elimdeki silahı hissetmemeye başlamıştım. "Sikeyim!" Silahın sertçe zemine düştüğünü duydum, ardından ise bacaklarım sanki hiç yokmuş gibi hissizleşti.

"Orada! Baros abi bizi öldürürdü." Yavaş yavaş kapanan zihnim sayesinde söyledikleri boğuk ve anlamsız geliyordu.

 

🕊️

Yakıcı bir güneşin altındaydım. Kuşların sesleri, yağmur damlalarının sesini duyuyordum. Ancak birbirinden anlamsızdı, güneş açmışsa yağmur nasıl yağardı?

"Barlas," bir ses duydum ve her şey yeniden zifiri karanlığa çekildi. Gerçeklik gün gibi ortaya çıktı. "Barlas, duyuyor musun beni?" Ses, benim içime işliyordu. Çok tanıdık geliyordu ancak kime ait olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. "Barlas, bunlar sadece kötü bir kabus." dedi yeniden. "Olman gereken yer burası değil, evin. Evinde seni bekleyen ben," dedi. Asena... Onun sesiydi, evimde o vardı. Beni bekliyordu, Asena beni bekliyordu. "Barlas, seni bekliyorum. Geri döndüğünde sana seni affettiğimi söyleyecektim, ama hâlâ geri gelmedin."

"Asena..." Onun sesine karşın benim sesim bir hiç, duyması imkânsız...

"Efendim Barlas?" dedi beni dumura uğratarak. Beni duymayacağını düşünüyordum, ama duymuştu.

"Ben... Ben sana gelemem." dedim.

"Bekliyorum ben seni ama. Geleceksin, seni affettim ben." Sesinin üzerine gözlerimin önüne aniden gelen yüzüyle beraber acı içinde yutkundum. Onu görmek, benim içinde olduğum karanlığı yok etmişti. "Barlas, beni bırakmayacaksın değil mi?" Mavi, boncuk gibi bakan gözlerini beni yaşatmak ister gibi baktı bana.

"Bırakmam. Söz verdim. Ama tutmadım hiçbirini."

"Bana çiçekler aldın, lale çiçeğinin bende olan kötü etkisini kaldırmak için. Söz vermiştin ve tuttun." dedi. "Şimdi beni bırakmayacağına dair verdiğin sözü tut."

"Asena, ben seni..."

"Hayır Barlas. Bana gel, ben seni bekliyorum." Her şey yok oldu. Güzel yüzü, sesi... Asena kaybolduğu an birkaç dakikalık huzurum onunla beraber yok oldu.

"Bekle... Bekle kır çiçeğim, geleceğim sana."

"Komutanım!" Nefessiz kalmışım gibi aniden açıldı gözlerim, nefes nefese ne olduğunu anlamaya çalıştım. "Komutanım iyi misiniz?" Sesin sahibine baktım. Ozan'dı konuşan ancak yalnızca o değil, timin hepsi buradaydı. Yeniden ilk olduğumuz yerde, duvara zincirle bağlanmıştık.

"Ne oluyor?" diye sordum güçsüz bir sesle. Asena'yı görmüştüm... Onlar birer sanrı mıydı?

"İki gündür uyuyorsunuz. Şerefsizler durmadan ilaç veriyor size." dedi Özgür. İki gündür uyuyor muydum?

O hâlde dört gündür ellerindeydik. Erdem abi bizden haber alamadığına göre alarma geçmiş olmalıydı.

"Ben iyiyim, merak etmeyin." Ağırca yutkundum.

"Komutanım Asena Hanımın adını sayıkladınız... Kabus mu gördünüz?" Başımı iki yana salladım. Kabus değildi, Asena yeniden beni gerçek hayata döndürmeyi başarmıştı.

"Komutanım, bir şey yapmamız gerekiyor." dedi Salih. "Burada daha fazla kalamayız. Bir çıkış yolu olmalı." O an hepsinin yüzünde gezdirdim gözlerimi. Benim gibi beter durumdaydı hepsi, kan ter içinde, yara bere içindeydiler.

"Erdem Komutanım bir şeyler yapıyordur." dedim güçsüzce. Konuşacak mecalim bile yoktu ama tekrardan bilincimin kapanmaması için bu gerekliydi. "Siz iyi misiniz?"

"İyiyiz komutanım." dedi Cesur.

"Demirkan," Özkan'ın sesini duymam ile beraber başımı ona çevirdim. "Belindeki şey silah mı?" Kaşlarım çatıldı, gözlerimi belime doğru çevirdim. Silah, silahı görmemiş olmalıydılar.

Duvardan bedenimi ileriye doğru ittim ve üzerimdeki üniformanın silahı saklamasını sağladım. "Etkisiz hâle getirdiğim bir adamdan aldım, ama verdikleri ilaç her neyse bilincim kapandı." dedim.

"Buradan çıkacağız Demirkan." Başımı salladım onaylayarak. Buradan çıkacak ve Baros'un nefesini kesecektim.

 

🕊️

Asena Soykırım

Hastaneden çıktıktan sonra direkt otele gelmiş ve uyumaya çalışmıştım. Ancak bir saat bile uyuyamamışken rüyama Barlas girmişti. Kanlar içindeydi, yaralıydı. Ağlayarak uyandığım uykuya bir daha geçememiştim, onu defalarca aramıştım ama hiçbir şekilde telefonumu açmamıştı.

Bazen kapalı oluyordu telefonu, bazen ise çalışıyor ancak açılmıyordu. Onu çok merak ediyordum ve özlemiştim. Geldiğinde onu affettiğimi söylemek için sabırsızlanıyordum.

O varken güzel geçen günlerimi ona kırgın geçirmek değil, onunla geçirmek istiyordum.

​​​​​Su bardağındaki suyu içtiğim sırada yatağın üzerindeki telefonum çalmaya başladı. Barlas'ın aradığını düşünerek hızla telefonuma doğru gittim ve arayana baktım ancak o değildi, Volkan abi arıyordu.

"Asena?" dedi telefonumu açtığım an.

"Efendim Volkan abi?" Saat çok erkendi bu saate neden aramıştı beni?

"Güzelim ben otelin önündeyim, aşağı iner misin?" Kaşlarım çatıldı. Sesi neden kötü geliyordu?

"Tamam geliyorum hemen." Telefonu kapattıktan sonra hızlıca üzerimdeki pijama takımını çıkardım, siyah İspanyol paça kumaş bir pantolon, beyaz yünlü kazağımı giydim. Saçlarımı hızlıca tarayıp uğraşmamak adına açık bıraktım, telefonumu ve çantamı da aldım, botumu ve kabanımı da giyerek odadan çıktım.

Oda kartını çantama koydum. Volkan abi ile konuştuktan sonra biraz hava almak için sahile giderdim belki.

Otelden çıkış yaptıktan sonra Volkan abiyi gördüm. Arabanın kapısına yaslanmış, gözlerini bir an olsun otel kapısından ayırmadan bekliyordu.

Ona doğru yürüdüğüm sırada o da bana doğru geldi ve gülümseyerek kolunu omzuma attı. "Günaydın," dediğinde gülümsedim. "Bir yere mi gideceksin benden sonra?" diye sordu.

"Belki sahile giderim, Barlas'ı çok düşünmekten kabuslar görüyorum artık." Sıkıntıyla iç çektim.

"Asena," dediğinde ona döndüm, o sırada arabanın kapısını açtı binmem için. "Ben de seninle Barlas hakkında konuşmak istiyorum." Söylediklerini algıladığım anda içime büyük bir ağrı saplandı.

"Bir şey mi olmuş? Barlas iyi mi, ne olmuş?" Sakinleştirmek adına ellerini omuzlarıma bastırarak beni arabanın içine oturttu. "Volkan abi, bir şey söyler misin?"

"Yolda konuşuruz." dedi.

"Nereye gidiyoruz, ne oluyor?"

"Anlatacağım bekle." Kapıyı kapatarak kendi tarafına geçti ve arabaya binerek çalıştırdı. Yola çıktığımız sırada bana baktı ardından önüne dönerek konuşmaya başladı. "Tehlikede olabilirsin Asena. Seni güvenli bir yere götüreceğim, Barlas dönünceye kadar yanımda kalırsın sonra istediğini yeniden yaparsın."

"Neden ama? Ne oldu Barlas'a?" Barlas mı istemişti bunu? Onun canı tehlikede miydi?

"Gittikleri görevde tuzağa düşmüşler. İki haftadır esirler, komutanımla konuştum bugün. Yeni görev emrim, Barlas'ı ve timini kurtarmak." İki hafta mı? İki haftadır ondan mı hiçbir haber yoktu, o yüzden mi sürekli kabuslar görür olmuştum ben?

"Ne demek..." Gözlerimden akan yaşlarla beraber hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. Barlas'a bir şey olamazdı, o bana geri dönecekti. "Lütfen, lütfen onu kurtar." Titreyerek koluna dokunduğum sırada arabayı durdurdu ve bana doğru döndü.

"Hayır Asena, bana bak." Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Barlas senin ağlamanı istemez, güçlü ol. Onu sana getireceğim, yemin ederim." Söyledikleri hiçbir şekilde bana istediğim şeyi veremezdi. Barlas geri dönmeden ben kendime gelemezdim, onu istiyordum.

Barlas'ın gelmesini, bana sımsıkı sarılmasını ve her şeyin geçeceğini, benim yanımda olduğunu söylemesini istiyordum.

Volkan abi beni kollarının arasına alarak sımsıkı sardı. "Getireceğim onu, bugün, bugün değilse yarın getireceğim." Kollarının arasında hıçkırıklar içinde ağladım. Canım acıyordu, kalbimde büyük bir ağrı vardı.

"Lütfen getir. Ben o olmadan yaşayamam, Barlas olmadan olmaz." Onsuz bir hayat düşünmek bile istemiyordum.

"Tamam." Geriye çekildim. Volkan abi yeniden arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Bense başımı camdan tarafa çevirdim ve içimi yakıp yıkan acıya rağmen sessizce gözyaşlarımı döktüm.

Barlas geri dönecekti.

 

🕊️

Barlas Demirkan

Tam tamına on dört gün olmuştu, iki haftadır bu lanet yerdeydik. Ellerinden kurtulduğum çok olmuştu ama bana verdikleri ilaç her neyse beni elden ayaktan düşürüyordu ve tamamen korumasız kalıyordum.

Baros bunu biliyordu. Onların elinden kurtulacağımı bildiği için ilk andan ilacın dozunu yüksek vermişti. Her şeyi önceden düşünerek yapmıştı, bunların hepsini Asena'nın savunmasız kalması için yapmıştı.

Bedenimdeki tüm ağrılara rağmen hâlâ dimdik duruyordum. Timim ne hâldeydi bilmiyordum, beni yeniden işkence etmek için bir odaya almışlardı ve günlerdir buradaydım. Belime sakladığım silahla Baros'u yaralamıştım ama istediğim gibi ölmemişti.

"Ne demek lan bu!" Baros'un bir hışımla içeri girmesi ve sinirle köpürmesini izledim. "O kızı istiyorum, onu bana getireceksiniz yoksa siker atarım hepinizi." Telefonu kapattıktan sonra bana baktı. "Lan ben sizden neden kurtulamıyorum?"

"Ecelinden kurtulmak öyle kolay mı?" Sinirle güldü.

"Senden kurtuldum, kadını daha kolay alacağım an bu kez başka bir Türk Askeri çıktı!" Üzerime eğildi ve saçlarımın diplerinden tutarak başımı eğmeye çalıştı ancak izin vermedim. "Volkan denen it eksikti bir."

Volkan mı? Erdem abiden bildiğim üzere Volkan bunların arasına sızmış bir ajandı ancak kimliği deşifre olmuştu.

Volkan'a karşı ilk ve son kez bir minnet duydum. Asena'nın hayatını kurtarmıştı, bunun için.

"İçinizden biri tarafından satılmak güzel mi?" Nefretle gözlerime baktı, bir şey söyleyecek gibi oldu ancak o konuşamadan kulaklarımızı dolduran silah sesleriyle beraber korkuyla geriye çekildi.

Baros tam karşımda durduğu sırada, kapıya doğru dönmüştü ki aniden kapı açıldı ve kulaklarıma gelen bir kurşun sesiyle yere serildi. Onu vuran kişi ise Volkan olmuştu.

"İyi misin?" Yanıma geldi, bağlı olduğum zincirleri açmaya başladı. "İyi olsan iyi olur. Çünkü, Asena seni bekliyor." Söyledikleriyle beraber dondum kaldım. Asena... Beni ayakta tutan oydu, ve şimdi önümde hiçbir engel yoktu.

Ona kavuşmak için önümde hiçbir engel yoktu.

Volkan bana destek olarak ayağa kaldırdığı sırada kapıdan içeri giren Özkan'ı fark ettim. "Demirkan," rahat bir nefes aldı. Onun gelişiyle beraber Volkan geriye çekildi, Özkan bana destek oldu. "Çıkmamız gerekiyor artık."

"Hadi," diyen Volkan olmuştu. Hızlıca binayı terk ettiğimiz sırada timimdeki herkesi sağ salim görmüştüm ve içim rahatlamıştı. "Samet, hızlı olun ve araçlara geçin!" Uzun bir sürenin ardından gün yüzü görünce, temiz havayı içime çektim.

"Demir—" Özkan'ın lafını kesen şey beklenmedik bir anda bedenime saplanan kurşun olmuştu. Sırtımdan hissetiğim acının dozuna rağmen beni vuranın kim olduğunu öğrenmek adına zar zor geriye döndüm ve daha önce hiç görmediğim bir adamı fark ettim.

Acı yavaş yavaş hissizleşmeye başladığında gözlerimde kapanıyordu.

Asena, beni affettiğini biliyorum ama senden duymayı çok isterdim.

 

🕊️

Asena Soykırım

Gerçekten çok sevince o olmadan insan ne yaşayabiliyor, nede nefes alabiliyordu. Ona bir zarar gelecek korkusu, bir zarar gelse o anki korku anlatılamazdı.

Şu an soğuk bir hastanenin içinde bekliyordum. Barlas'ı bekliyordum, bana koşarak gelip sarılmasını beklediğim adam, kollarının arasında kendimi güvende hissetmek istediğim adam buraya geliyordu. Bu hastaneye, yaralı hâlde.

Gözyaşlarım durdurak bilmeden aktığı sırada Gülse destek olmak ister gibi yanı başımda, bana yandan sarılmıştı. Ne hissetiğimi biraz olsun biliyordu ve konuşmadan yalnızca bana gereken desteği sarılarak veriyordu.

"Acil ameliyata alınacak!" Duyduğum tanıdık sesle başımı kaldırdım ve hiç istemediğim o görüntüyle karşı karşıya kaldım. Barlas, sedyenin üzerinde, kanlar içindeydi.

"Barlas!" Oturduğum yerden kalktım, koşarak ona doğru gittim ve yüzüstü uzanan bedenine baktım. Sırtındaki kurşun içime çektiğim nefesle beraber sanki benim tenime saplanmış gibi hissetim. "Barlas, Barlas lütfen bırakma beni."

"Asena..." Yarı açık olan gözlerini fark ettim. "Affetin mi beni?" Yorgun ve kısık çıkan sesiyle beraber acı içinde yutkundum. Gözlerimin önünü bulandıran gözyaşlarını sildim. Titreyen ellerimi, Barlas'ın kendi kanıyla kaplı olan eline uzattım ve sımsıkı tuttum. "Söyle," dedi zar zor bir nefesle. "Affetin mi beni? Bunu duymadan, gözlerimi kapatamam."

"Kapatma, sakın kapatma gözlerini." Acı içinde kavrulan kalbimi hissetim. "Barlas, lütfen..."

"Bana, beni affetiğini söyle." Ağırca yutkundu.

"Affetim, yemin ederim ki affetim." Bunu benden duyduğu an derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Gözlerinin yavaştan kaydığını fark ettiğim an avazım çıktığı kadar bağırdım. "Hayır, hayır... Barlas, hayır! Geri aç gözlerini, yalvarırım aç!"

"Asena, kır çiçeğim..." Zar zor konuşuyordu.

"Buradayım, seninleyim Barlas." Elini tutan elimi o kadar çok sıktı ki sanki ondan gitmemden, gidecek olmamdan korktu. Ama asıl korkan bendim, Barlas'ın gidecek olmasından korkan bendim.

"Teşekkür ederim." dedi zayıf bir şekilde.

"Hanımefendi, izin verin ameliyata almamız gerekiyor." Hemşirenin sesiyle beraber içime yerleşen korku daha da çoğaldı ve elimi çekeceğim an Barlas hissetmiş gibi daha sıkı tuttu.

"Ne için... ne için teşekkür ediyorsun?"

"Beni sensiz bırakmadığın için." Ne söylemeye çalıştığını anlamadım. Ama oyalanacak zaman yoktu.

"Sende beni sensiz bırakma. Tamam mı?" diye sordum. Ona doğru eğildim ve gözünden akan yaşı yavaşça sildim.

"Söz veriyorum." dedi.

O an ikimizde sessizleştik. Verilen sözler başımıza ne kadar bela getirmişti böyle? Yavaşça gülümsedim ve yüzüne eğilerek dudaklarımı terden ıslanmış alnına bastırdım. "Sözüne güveniyorum." Gülümsedi, ela gözleri bayık şekilde mavilerime baktığında bilinci tamamen kapanmadan önce tüm dünyamı yerinden oynatan, beni asıl cennette yaşatacak üç kelimeyi söyledi.

"Sana çok âşığım." Yutkundum. O kadar dağılmış bir hâldeydim ki Barlas'ı sedyeyle beraber ameliyata doğru sürüklemeye başladıklarında elimi sıkı tutuşu sebebiyle onunla beraber yürümek zorunda kalmıştım.

Sana çok âşığım... Barlas bana âşıktı, benim ona olduğum gibi.

Hâlâ elimi sımsıkı tutuyordu. Hemşireler yeniden durmak zorunda kaldığında bir şey söylemelerine izin vermeden Barlas'a doğru eğildim. Bilinci kapanmıştı ama hâlâ tam kapandığına inanmıyordum, benden bir cevap bekliyordu çünkü.

Kulağına doğru eğildim. "Bende sana çok âşığım, Barlas. Sakın beni yarım bırakma, güzel yaşanacaklarımız var." Söylediklerimi duyduğuna emin oldum. Sımsıkı tuttuğu elimi benden istediği cevabı almış olacak ki yavaşça bıraktı.

İçime çektiğim nefes beni öldürecek kadar zararlıydı.

Bir yandan âşık olduğum adamın şu an ölüm kalım savaşı vereceğini biliyordum, bir yandan ise sanki bana son hediyesi olarak sevdiğini, aşık olduğunu itiraf etmişti.

Ama bu kez sözünü tutacağına emindim. Barlas'ın tutacağı bu sözü ikimizin de asıl başlangıcı olacaktı.

Barlas benimle güzel bir yaşam için savaşırken ben bilmiyordum ki onu bu hâle getiren bendim, bu hâle gelişinin sebebi bendim.

 

🕊️

Bölüm sonu!

Birkaç saat gecikti ancak geldi! Evet bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Baros neden Asena'yı istiyor?

Asena'dan alınan kan neden bu kadar önemli ve neden Barlas bir kez ellerine düşmüşken o kanı almayıp sonrasında almaya çalıştılar?1

Asena'yı ve Barlas'ı gizlice dinleyen o kişi kimdi? Neden Asena'ya zarar vermedi yalnızca korkuttu?1

Irmak'ın rolü sizce bölüm sona erdi mi yoksa yeniden gelir mi? Ve onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Volkan hakkında ne düşünüyorsunuz pekii?

Ve son sahne. Böyle bir aşk itirafı bekler miydiniz? O sahne nasıldı?

Ayrıca Asena neden Barlas'ın bu hâle gelmesine sebep olmuş olabilir?

Gelecek bölüm için sınırı geçmeniz gerekiyor, o zamana kadar çokça öptüm.

Bölüm : 31.01.2025 20:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...