10. Bölüm

9. ❛VERİLEN SÖZLERİN YIKILIŞI❜

Özge
_ozgennur_

❛İnsan en çok sevdiğine kırılır, en çok ona darılır. Ama yine ona bağlanır.❜

Yaşadıklarım, hiçbir zaman bitmeyecek, o cehennemden kurtulamayacağımı gösteriyordu. Ancak şu an içinde bulunduğum durum beni bambaşka bir yaşamda olduğuma inandırmak için yeterdi.

Kurtulmuştum.

"Asena?" Barlas'ın sesini duyduğum an başımı kaldırmadan tabağıma bakmaya devam ediyordum. Gözlerimi ona çevirmeden ses verdim. Odada olanlardan sonra utançtan yüzüne bakamıyordum, oysa onun iradesiyle oynayan bendim! "Salata servisini uzatır mısın?" Dudaklarımı hafifçe ıslattım ve salata servisini elime alarak ona uzattım.

Salatayı aldığı sırada elime sürtünen eliyle refleksle ona baktım. Göz göze geldiğimiz an yaşadığımız o sıcak dakikalar gözlerimin önünde belirdi. Yutkundum, gözlerimi tabağıma indirdim. "Teşekkür ederim." dedi hâlimden eğlenerek.

"Afiyet olsun," dedim yüzüne bakamadan. Çatalımı aldım, yavaşça ete batırdım ve ağzıma attım. Midem biraz bulanıyordu ama ilaçlarımı içmem gerektiği için yemem lazımdı. "Füsun abla?" Aklıma gelen şeyle çaprazımda oturan kadına baktım.

"Efendim, kuzum?"

"Yakınlarda bildiğin, kiralık bir ev var mı?" Sorumu sorduğum an üç çift göz bana döndü. Şaşkınlıkla onlara baktığım sırada Barlas sertçe konuştu.

"Nereden çıktı bu ev işi?" Gözlerim ona dönmek için çaba gösterse dahi ona bakmadım. Füsun ablaya bakarak cevap verdim.

"Size daha ne kadar yük olabilirim? Kendi başımın çaresine bakmam lazım, gelişim sizin düzeninizi altüst etti." Füsun ablanın düşen yüz ifadesiyle hafifçe tebessüm ettim ona.

"Yüzüme bakarak konuş," Barlas'ın sert ses tonuyla derin bir nefes aldım. Gözlerimi ona çevirdim. "Aklından her ne geçiyorsa unut. Hiçbir yere gitmiyorsun, burada kalacaksın." Burada kalmayı benden çok isteyen olamazdı ama kalamazdım. Aylardır burada, onların himayesi altında yaşamanın dışına çıkmalıydım.

"Barlas, yeterince yük oluyorum. Artık bir işim var, kendi başımın çaresine bakacağım. Sizin düzeniniz var, onu altüst ettim yeterince." Sinirle yumruk olan elini masaya bıraktı.

"Bir şeyleri altüst ettiğin doğru, ama bu düzenimiz değil." Oturduğu yerden kalktı. "Yürü, konuşacağız." Şaşkınlıkla ona baktığımda ağzının içine içine konuştu, birkaç adımda yanıma geldi. Elimi tutarak beni sandalyeden kaldırdı.

"Barlas, ne yapıyorsun?" Beni çekiştirerek odasına doğru ilerletti. İçeri girdiğimiz gibi kapıyı kapattı ve bana döndü. "Lütfen—" sözümü keserek, üzerime doğru geldi.

"Nereden çıktı bu gitme isteği?" Ters ters yüzüme baktı. "Canını sıkan bir şey mi oldu?" Aramızda bir adımlık mesafe vardı ve ben onun çekim alanına girmiştim bile. "Seni... Seni öptüğüm için rahatsız mı oldun?" Afalladım. Şaşkınlıkla ona baktığımda hiçbir tepki vermeden cevabımı bekliyordu.

Neden, nasıl rahatsız olurdum? Onu beni öpmesi için ben kışkırtmıştım.

"Bunu düşünme lütfen," başımı iki yana salladım. "Seni beni öpmen için ben zorladım. Gitmek istemem bununla alakalı değil." Rahat bir nefes verdi.

"Pekâlâ, bunu bildiğim iyi oldu." Kaşları tekrardan çatıldı. "Ama hâlâ gidişine izin vereceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun." Yanımdan geçerek yatağının yanındaki komodine doğru ilerledi. Komodinin üzerindeki ilaç poşetini ve sürahideki suyu bardağa doldurarak yanıma geri geldi. 1

"Benim ilaçlarım mı bunlar?" diye sordum. Yavaşça başını sallayınca istemsizce gülümsedim. Gülüşüme baktı, gülümsedi. İlaç poşetini alarak içinden içmem gereken iki hapı çıkardım.

"İkisi de şimdinin mi?" Başımı salladım. İlaçları sırayla yuttum. Gözlerimi onun gözlerine çevirdim ardından. "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Hayır. Teşekkür ederim, ilaçları içip uyumam lazımmış doktor ilaçların uyku yaptığını söylemişti." Arkamı dönerek kapıya doğru ilerlemiştim ki duraksadım. Ona döndüm yeniden. "Ev konusu kapanmadı, bunu halledeceğiz sonra." Tekrar önüme döndüm ve kapıyı açtım.

Kapı kolunu tutan bileğimin üzerine bir el konuldu. Yavaşça ona döndüm. "Benimle burada, uyu." Nefesim göğsümü sıkıştırdı. "Kokun uyumama sebep oluyor," iç çekti. "Çok yorgunum ve biraz uykuyu hak ettiğimi düşünüyorum." Masum istediği ile içim kıpır kıpır oldu.

"Olur," kabul edişimle yavaşça gülümsedi. Kapıyı geri kapattı, yavaşça kilitledi. Elimde tuttuğum ilaç poşetini ve kendi elindeki su bardağını kenara bıraktı.

Birdenbire bu odada olanlar yeniden gözlerimin önünde belirdi. Beni öpüşü, sahiplenici tutuşu... İçime titreyen bir nefes çektim yavaşça. Bedenimi bir sıcaklık basmıştı, karnımda ise hoş bir kasılma vardı.

"Kızardın," hemen yanımda duyduğum sesle ona döndüm. Yatağın üzerine oturduğum sırada o da diğer tarafa geçerek yatağa uzandı. "Yanakların, kıpkırmızı oldu." dedi zevkle.

Yüzümü saklamak istercesine başımı eğdim ve yatağın örtüsünü kaldırarak içine girdim. "Uykun var sanıyordum?" diye sordum. Barlas, sol tarafımda, sol elini yanağının altına koymuş beni izliyordu.

"Var, kokun mayışmamı sağlıyor," hafifçe doğruldu. Bedenini bana doğru itti, ellerinden birini belimin altından geçirerek beni tek hamlede kendine çekti. Tek beden olduğumuz an burun buruna gelmiştik. Dudaklarımızın arasında yok denecek kadar bir mesafe vardı. "Yapma, irademle oynama. Sonra yüzüme bakamayacak kadar utanıyorsun." Tatlı sitemiyle kendime söve söve başımı göğsüne yasladım.

Ellerimi sıkıca beline sardım, kokusunu soludum ve gülümsedim. Gözlerimi kapattığım an gözlerimin önünde beliren simalarla hızlıca açtım. Sürekli bizi mi görecektim ben?

Barlas'ın dudaklarımla kurduğu o savaş beni benden almıştı ve maalesef bunu İlk defa yaşadığım için sürekli olarak anımsayacaktım. "Ne hissetin?" Ağzımdan, düşünmeden çıkan soruyla boynuma kadar kızardım.

Kahretsin!

"Ne konuda?" diyen mayışık sesini duydum. Burnu saçlarımın arasında, belirli aralıklarla nefes alıyordu. Benden ses çıkmayınca kısık gülüşünü duydum. "Öpüşmemiz mi?" diye yeni bir soru sordu.

Yavaşça yutkundum. Utanç her yerimi sarmıştı ve Barlas beni utandırmaktan asla geri durmayacaktı. Onu, beni öpmesi için nasıl zorlayıp, cesaretli davrandıysam yine aynı şekilde davranmalıydım.

"Evet, öpüşmemiz," ağzımdan çıkan kelimeyle dudaklarımı sertçe ısırdım. Barlas'a inat gideceğim diye kendimi kaybediyordum ve o galip geliyordu. "Hım..." diye mırıldandığını duydum.

Bedenim yavaşça sırt üstü yatırıldı. Barlas, dirseklerini üst bedenimin iki yanından yatağa bastırarak üzerimde yükseldi. "Seni öperek irademin dışına çıktığımı belirtmek istiyorum." Kaşlarım havalandı. "Yani demem o ki benimle inatlaşma, zararlı çıkacak biri varsa o sen olursun." Kalbim ağzımda atıyordu âdeta. Midemin içinde uçuşan kelebekleri artık daha net hissediyordum.

Heyecanlanmak bu oluyordu.

"Yorgun değil miydin sen?" Sert ve ani çıkışımla ilk olarak şaşırdı, ardından gür bir kahkaha atarak kendini üzerimden çekti. Hızlıca ona sırtımı dönerek, örtüyü üzerime çektim ve yüzümü kapattım. Utançtan kalbim duracaktı.

Kalp atışlarımı, ağzımın içinde hissediyordum. Yavaşça bir nefes aldım.

Belime sarılan elini hissetim, beni çekmedi, kendini bana getirdi. Göğsünü, sırtıma yaslayarak bana sarıldı. Yüzünü boynuma yavaşça sakladı ve içine derin bir nefes çekti. "Uyu hadi, ilaçları boşa içmedin." dedi yeniden uyku akan sesiyle. Onun da yorgun olduğunu bildiğimden ve uyuyarak kendine gelmesini istediğim için yavaşça ona sokuldum.

Başımın altından geçen kolunu hissedince yavaşça başımı kaldırdım. Kolu başımın altına geçti, eli görüş açıma girdi. Bileğindeki çift bilekliğini görünce dudaklarım kıvrıldı.

Gözlerim yavaşça sağ elimin bileğine kaydı. Benim bilekliğim ben buradayım diye bağırıyordu resmen. Dudaklarımı hafifçe ıslattım ve düşünmeden sağ elimi onun aralık duran elinin içine yerleştirdim.

Elimi hissedince parmaklarını araladı, ben parmaklarımı onun parmak aralarından geçirerek ellerimizi birbirine kenetledim. "İyi uykular, Çiçeğim..." Kısık, içimi eriten sesini duydum kulağımın yakınında.

Mutlulukla gülümsedim.
Yeni hitap şekli açıldı.

🕊️

Bedenimi yavaşça diğer tarafa doğru çevirdim, sızlayan gözlerimi araladım. Yüz yüze geldiğim adamla dudaklarımda benden bağımsız bir gülümseme yeşerdi. Barlas, derin bir uykuda olduğunu belli edecek şekilde derin nefesler alıyordu. Saçları alnına düşmüş, dudakları hafifçe öne doğru büzülmüştü.

Her zaman olduğunun aksine şu an oldukça tatlı duruyordu. Barlas sana hep tatlı bir kere.

Doğru. O bana hep tatlı geliyordu.

Uzandığım yerden oldukça uysal, yavaş şekilde doğruldum. Uykusu derin olabilirdi ama en ufak sese uyanan bir yapısı olduğunu bildiğimden onu rahatsız etmeden odadan çıkacaktım. Yataktan çıkarak son kez ona baktım. Ardından sessiz adımlarla kapıya doğru ilerledim, kapıyı açarak dışarı çıktım. Kapıyı çektim ancak ses çıkarmaktan korkarak aralık bıraktım.

Salona geçtiğim sırada Gülse beni fark ederek gülümsedi. Uzandığı yerden kalktı. "Uyanmışsın, iyisin değil mi?" Gülümseyerek başımı salladım. Beraber iki kişilik koltuğa oturduk. Gözlerim pencereye kayınca yağmur yağdığını fark ettim.

"Füsun abla nerede?" diye sordum gayriihtiyari etrafa bakarak.

"Senza ablaya gitti, onların dedikoduları hiç bitmez." Kıkırdayarak sehpanın üzerindeki fincandan çay içti. "İçer misin, yeni demledim?" Şu an için canım istemediğinden başımı iki yana salladım. Yeni uyandığım ve sanırım artı olarak ilaçlardan dolayı mayışıklık vardı üzerimde.

"Teşekkür ederim," dedim tebessümle. Gülse çayından içtiği sırada telefonun zil sesini duyduk. İkimizde sehpanın üzerinde titreyen telefona döndük. Gülse, telefonunu aldığında ağzı kulaklarına kadar gitti. "Ozan mı?" Yavaşça başını salladı. Tedirginlikle Barlas'ın odasının olduğu tarafa baktı.

"Abim bilmiyor," dediğinde iç çektim. "Konuşup geleceğim hemen." Başımı salladım. Gülse koşar adımlarla kendi odasına doğru ilerlediğinde gözlerim hâlâ ağrıyordu belki biraz olsun açılırım umuduyla ayağa kalktım ve dışarıya doğru ilerledim.

Dış kapıyı açtım ve temkinli adımlarla bahçeye çıktım. Yağmurun ıslatmamış olduğu basamaklara doğru ilerlediğim sırada kapının önünde duran arabayla kaşlarım çatıldı. Aklımdan herhangi bir düşünce geçmeden arabanın kapısı açıldı ve görüş açıma Salih girdi.

"Salih?" Bana doğru geldiği sırada montunun şapkasını başına geçirmişti yağmurdan korunmak adına. "Ne işin var burada?" diye sordum yüz yüze gelince. Başıyla selam verdi.

"Görevdeyim, Asena Hanım." Kaşlarım havalandı. Ne göreviydi ki bu? "Komutanım istedi, bir süreliğine buradayız." Barlas'ın bu kadar ince düşünceli olması beni oldukça etkiliyordu. Gülümsedim. "Siz neden dışarı çıktınız? Bir şey mi oldu?" diye sordu.

"Hayır, hava almak istedim. Burada olduğunuzu bilmem iyi oldu. Rahat olabilirim." İstediğim kadar otururdum burada ben.

"Elbette, üşütmeyin ama."

"Yok iyiyim böyle, sende ıslanma daha fazla. İçeri gel çay iç ısınırsın?" Sorumla başını iki yana salladı. O sırada duyduğum diğer tanıdık sesle arabaya döndüm. Sadık girdi görüş açıma.

"Bir sorun mu var?" diye seslendi.

"Her şey yolunda." dedi Salih karşılığında. Bana döndü. "Arabaya geçeyim ben, korkmayın evin etrafı güvenlikle çevrili." Minnetle gülümsedim. Salih arabaya döndüğünde bende kuru olan basamağa oturdum ve yağmurun toprakta bırakmış olduğu kokuyu içime çektim.

Yağmurun toprağa bıraktığı güzel etki benim oldukça hoşuma gidiyordu. İçimde tuhaf istekler oluyordu. Gülümseyerek karanlık gökyüzüne baktığım sırada duyduğum tiz, kısık kedi mıyavlamasıyla irkildim. "Miyav..."

Gözlerim birkaç basamak aşağıda yağmurun altında sırılsıklam olan kediye kaydı. Küçücüktü... "Üşüdün mü sen?" Yavaşça ayaklandım, kedinin olduğu yere elimi uzattım korkmaması için. "Gel, pisi pisi..." Benden zarar gelmeyeceğini düşünmüş olacak ki koşarak ona uzattığım ellerimin arasına girdi. Yağmurdan sırılsıklam olmuş kirli ve ıslak tüyleri temas etti elime.

Tiz bir miyavlama daha çıkardı. "Miyav..." Kısık sesle güldüm.

"Gel bakalım, kıyamam ben sana." Elim kadar olan bedenini yavaşça, onu korkutmaktan çekinerek havalandırdım ve göğsüme yasladım. Sıcaklık bulacağını anlamış gibi göğsüme saklanmaya çalışınca göğsüm sızladı.

Doğrularak eve doğru ilerlemeye başladığımda bir yandan onun kafasını okşuyordum. Ellerimin arasında titriyordu ve benim için çok kötü bir şeydi bu. İçeri girince kapıyı kapattım ve direkt olarak banyoya doğru ilerledim. Banyoya girerek arkamdan kapıyı kapatarak kediyi yavaşça lavabonun içine koydum. "Şimdi tertemiz olacaksın, güzelim benim." Beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuştu.

Kedi korku dolu bakışlarla etrafa bakarken hâlâ titriyordu. Hızlı olmaya çalışarak küçük bir kovaya hızlıca sıcak ve soğuk suyu ayarlayarak doldurdum. Ardından maşafayı kovanın içine koydum ve kedinin yanına geri döndüm. "Kıyamam ki ben sana, nasıl da titriyorsun..." Vicdanım ağır basarak beni köşeye sıkıştırdı saniyesinde.

Gülümseyerek maşafaya biraz su aldım. Elimi kedinin sırtına bırakarak yavaşça okşamaya başladım, bir yandan ise azar azar suyu dökmeye çalışıyordum. İlk başta korkarak, tiz bir şekilde miyavladı ardından ise suya hiçbir şekilde sorun çıkarmadan uslu uslu durdu.

"Afferin sana, kediler sudan hoşlanmaz diye biliyordum," sanki beni anlayacakmış gibi konuştuğumu fark edince tebessüm ettim. Suyla ıslattığım, kirini biraz olsun aldığım tüylerine şimdilik kendi şampuanımdan dökerek temizlemeye başladım.

Tüylerini onu ürkütmeden yavaş yavaş ovalıyor, arada kafasının üzerinden öpüyordum. Kedinin tatlı mırıldanmalarını duyunca ise oldukça mutlu oluyordum.

Köpüklediğim tüylerine duru su dökerek temizledim ve en sonunda onu yıkamayı bitirdim. Havluların arasından küçük bir havlu alarak kedinin bedenine sardım ve onu kucaklayarak tertemiz olmuş kafasından öptüm yeniden. "Oh! Mis gibi olduk, fındık şey seni." Tatlı tatlı bana bakan siyah gözleriyle kıkırdadım. Havlunun içindeki bedenini lavabo tezgâhının üzerine koydum ve aynı yavaşlıkla tüylerindeki fazla suyu almaya çalıştım. Tamamen fazla sular bittiğinde üşür korkusuyla kurutma makinesinin düşük ayarında tüylerini kuruttum.

En sonunda işimiz bitti. Havluyu kirliliğe attım, kova ve maşafayı ise yerine bırakarak kediyi tekrardan kucağıma aldım. Bana tamamen güvenmiş olacak ki göğsüme sokularak meraklı meraklı etrafı izliyordu.

Dudaklarımdaki huzurlu gülümsemeyle mutfağa girdim. Kediyi şimdilik yere bırakarak ona biraz süt çıkardım. Sütü plastik bir kaba doldurup önüne bıraktım. Hemen sütü içmeye başladığında tebessüm ettim. Üşüdüğüm için kendime bir kupa çay doldurduğum sırada Salih ve Sadık'ın dışarıda olduğunu hatırladım.

Onlar içinde kupalara çay doldurup, yanına ise atıştırmalık paket bisküvi ve çikolata koydum. Kupaların üzerini çay tabakları ile kapattım ki yağmur içine girmesin. Tepsiye yerleştirdiklerimi elime alarak kediye baktım ve mutfaktan çıktım. Tepsiyi portmantoya bırakarak askılıktan Barlas'a ait bir mont aldım, üzerime giyerek şapkasını başıma geçirdim ve kapıyı araladım.

Tepsiyi alarak dışarı çıktım ve hızlı adımlarla merdivenleri inerek arabaya doğru ilerledim. Çok geçmeden açılan arabanın kapısıyla Salih bana doğru geldi. "Salih, al şunu." dedim bana yaklaşınca. Salih ikiletmeden tepsiyi aldı.

"Ne gerek vardı, Asena Hanım?" Gülümseyerek koluna dokundum.

"Bu soğukta burada duruyorsunuz. İçim rahat etmezdi." Gülümsedi.

"Kediyi aldığınızı fark ettim, inci gibi bir kalbiniz var." İçtenlikle gülümsedim. "Hadi içeri girin, üşütmeyin." Başımı salladım. O arabaya geçti, bense eve doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı iterek içeri girdim, ardından kapattım.

Üzerimdeki montu astım, ardından kedinin yanına geçmek için mutfağa doğru ilerledim. Süt kabı boştu ancak kedi görünürde yoktu. Kaşlarım çatıldı. Mutfaktan çıktım, ilk önce salona geçtim. "Pisi pisi..." Hiçbir ses gelmeyince odaların olduğu girişe ilerledim ve Barlas'ın odasına aralık bıraktığım kapıyı iterek içeri girdim.

Gördüğüm görüntüyle yüzümde bir gülümseme oluştu. Kedi buradaydı. Barlas sırt üstü yatmıştı kedi ise onun göğsünün üzerinde kendini toparlamış, bir top haline getirmiş uyuyordu.

Barlas'ın sıcaklığı ona istediği yuvayı vermişti sanırım.

Yavaşça odaya girdiğim sırada birdenbire Barlas'ın hapşırmasıyla irkildim. Göğsündeki kedi korkuyla miyavladı, kendini yataktan aşağı atarak bana doğru koştu ve ayaklarımın dibinde durdu. Eğilip onu kucakladığım sırada Barlas üst üste hapşırmaya devam ediyordu.

"Barlas?" Tedirgin şekilde ona doğru ilerledim. O yataktan doğruldu, komodinin çekmesini açarak içinden sprey çıkardı. Kaşlarım çatıldı. Spreyi hızlıca burun deliklerine sıktı ve yavaşça derin bir nefes aldı. Birkaç saniye içinde gözlerini yumdu. "Neyin var?" Yanına gittim, kediyi yatağın köşesine bırakarak onun yanına oturdum.

"Alerji," gözlerini araladı. Hep yaşarmışlardı. "Kedi tüylerine alerjim var." dedi gözleri yavru kediye kayınca. Bende kediye baktım. Kendini yeniden top hâline getirmiş, siyah gözleriyle bizi izliyordu.

"Of," sinirle ayaklandığım sırada Barlas hızlıca bileğimden tutarak beni kendine çekti. Aralık duran bacaklarının arasına girdim. "Neden hep sana ters olan şeyleri ben yapıyorum?" Ters ters, mutsuzca baktım yüzüne. "Salep sevmiyorsun, ben seviyorum. Kedi tüyüne alerjin var ben onu eve aldım."

"Ase—" sözünü kestim.

"Yağmurda ıslanmıştı, kıyamadım. Haberim yoktu ki senin durumundan, odamda tutarım ben sen merak etme." Hızlı hızlı konuşmamla bana gülümseyerek bakan adama nutkum tutuldu.

"Senin o kalbini yerim," birden bire gelen itirafla şaşkınlıkla dondum. Yüzüne al al baktığımda güldü. "İlacımı kullandım, geçti. Sorun yok yani, ayrıca ben kedileri çok severim." Gülümseyerek bileğimi bıraktı, yatağın üzerinde top hâlinde duran kediyi onu korkutmadan kucakladı.

"Çok güzel değil mi?" Kedinin kafasına bir öpücük bıraktı. "Adını Fındık koyayım mı?" Tatlı ve heyecanlı sesime bakarak iç çekti.

"Sen ne istersen koy." Eriyerek baktım ona. Kalbimi eritiyordu çünkü. Gülümseyerek yanına oturduğum sırada kediyi hâlâ kucağında tutuyor, arada ise öperek ona kendini alıştırmaya çalışıyordu.

İçime kesik bir nefes aldım. Bir kediye olan bakışları bu kadar güzelken, bir insana... Kadına. Kadına, nasıl bakardı acaba?

"Barlas?" Bakışları bana döndü. Gülümsedi ve tekrardan kediye döndü.

"Söyle, güzelim." Güzelim değişindeki o tini yine, yeniden kalbimi fethetti. Dikkatimi dağıtmaması için yavaşça dudaklarımı ıslattım.

"Daha önce hiç aşık oldun mu?" Sorumla duraksadı. Sanırım böyle bir soru beklemiyordu. Ardından yavaşça bana döndü.

"Şimdiye kadar hiç." Dudaklarında içimi eritecek bir gülümseme oluştu. "Bundan sonrası için büyük konuşmamak gerek." İma barındıran sesi, bana karşı mıydı? Benim için mi büyük konuşmamalıydı?

Bu düşünce midem ve karnımda tuhaf hisler uyandırdı. Eğer öyle olacak olsa... Olacaksa o zaman düşünürdüm.

Barlas, kediyi yatağın içine bırakarak örtüyü üzerine çekti. Hâlâ arada titriyordu ve bunu Barlas da fark etmişti. Elaları bana döndü ve mavilerime tutununca kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.

Gözlerine aşık olduğum bir gerçekti.

"Şimdi söyle bakalım, neden beni yatakta yalnız bırakıyorsun? Kokun yatağımda olmazsa erken uyanırmışım, Fındık'ın tüyleri sayesinde uyandım." dedi kediye ismiyle seslenerek. Aklına her ne geldiyse kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Senin şampuanın, onu Fındık için mi kullandın?"

"Evet."

"Kullanma, senin kokun sana ait." Kesinlik bilgiren tınıyla gülümsedim. İçime derin bir nefes aldım. Nasıl oluyor da her şekilde kalbimi bu denli çileden çıkarıyordu anlamıyorum.

"Miyav..." Fındık, tırnaklarını yatağın örtüsüne geçirerek bedenini gerdi. Ardından siyah gözlerini önce Barlas'ın üzerinde sonra benim üzerimde tuttu ve koşar gibi bana geldi. Küçük kafasını dizime sürtmeye başladığında içim sıcacık oldu saniyesinde. "Mır..." Mırlamasını duyunca elimi hafifçe çenesinin altına koyarak orasını okşamaya başladım. Bundan daha çok zevk almış olacak ki mırlaması çoğaldı.

"Kediyi çıkarsana, alerjim tepti." Barlas'ın sert tondaki sesiyle ona döndüm. Yüzü kasılmıştı, telaşla ayaklandım. Fındık'ı kucağıma almıştım ki eli yavaşça bileğime sarıldı. "Geri gel sen, onu bırak öyle." Farkında değildi sanırım ancak kediye çok kötü bakıyordu.

Kısa bir an durdum. "Barlas?" dedim hayretle.

"Evet?"

"Sen Fındık'ı mı kıskandın?" İlk önce şaşırdı ancak çok çabuk üzerinden bu duyguyu atarak yataktan kalktı.

"Yok öyle bir şey, nereden çıkardın bunu?" Bana laf yetiştirmeye çalışırken elini ensesine atarak üzerindeki tişörtü saniyesinde üzerinden sıyırdı. "Duş alacağım, gelmek ister miydin?" Muzip bakışları yüzümde gezindi.

"Ne duşu? Birkaç saat önce aldın ya... Hasta mı olmak istiyorsun?" Ters çıkan sesimle gülmeye başladı. Beni sinir etmek hoşuna gidiyordu. Barlas gülmeye devam ederken gözlerim çıplak göğsüne kaydı. Dikkatimi çeken şeye odaklanmıştım ki birden bire Fındık kucağımdan atladı. Gözlerim ona döndü, odanın içinde gezindiğini görünce tekrardan odağımı Barlas'a çevirdim.

"Bu..." Ona doğru ilerledim ve elimi yavaşça sol göğsünün üzerindeki kurt dövmesine sürttüm. "Kurt mu?" Gözleri elimin sürtündüğü kurt dövmesinde gezindi ve gülümseyerek bana baktı.

Elaları, mavilerime takılı kaldı. Dudaklarının arasından çıkan şeyler doğru değildi ancak benim kalbimi yerinden çıkarmak isteyecek kadar hızlı atıyordu. "Kurt. İsminin anlamını biliyorsun değil mi?" diye sordu. Yavaşça başımı salladım.

Asena isminin anlamı kurt demekti.

"Dolaylı yoldan, göğsümde seni taşıyorum." Gülümsedi. Gözlerimi üst üste kırpıştırdım. Dudaklarım benden bağımsız kıvrıldı. Barlas yüzümü yavaşça kavradı. "Gözlerinin içi ışıl ışıl oldu, Çiçeğim. Böyle olacaksa her yerime kurt dövmesi yaparım."

"Barlas..." Gülerek yanaklarımdaki ellerinin üzerinden tuttum. "Sen şimdi beni göğsünde ne zamandan beri taşıyorsun?" Gülüşüme bakarak iç çekti ardından tekrar gözlerime baktı.

"Beş yıldan fazla oluyor," gözleri çok büyük bir şeye bakıyormuş gibi göğsüne çevrildi. "Hiç istemediğim bir izin üzerini onu saklayarak bedenimden sildim." Kaşlarım çatıldı. Göğsünde yara mı vardı? O yüzden mi dövme yapmıştı oraya?

Deli gibi sormak istedim ancak bakışlarından hiçbir sorumu cevaplayacak kadar iyi olmadığını gördüm. İçime kesik bir nefes çektim. Gözlerim bu kez boynunda asılı olan gümüş askeri künyeye kaydı. "İlgimi her zaman çekerdi..." Merakla künyeyi tuttum ve üzerindeki yazıları okudum.

BARLAS DEMİRKAN
AB RH(-)
KARS
07.12.1992

Kars'da doğmuştu... Benim doğduğum şehirde. Gülümsedim, gözlerim yavaşça kan grubunun üzerinde dolaştı ve kaşlarım çatıldı. "Barlas?" Merakla yüzümü incelerken saçlarımı okşuyordu.

"Hım?" diye mırıldandı.

"Aynı şehirde doğmuşuz," dediğim zaman başını salladı. Küçükken karşılaştığımız zamanlar bunun kanıtıydı. "Kan grubumuz aynıymış, ikimizde nadir bulunan kanlara sahipken hem de." Kaşları çatıldı ancak bu durum hoşuna gitmiş olacak ki yavaşça güldü.

"Bak sen... Birbirimizi bulmuşuz," dudaklarımı hafifçe ısırdım. Bunun yanlış olduğunu ise Barlas'ın aldığı derin nefesle anladım. Dudağımı serbest bıraktığım sırada gözlerimi doğum tarihine çevirdim ve merakla baktım.

07.12.1992

7 Aralık mıydı doğum günü? Yedi Aralık'ta otuz üç yaşına girecekti. 7 Aralık... Bugün 6 Aralık'tı! Gözlerim telaşla ona döndü. "Yarın doğum günün!" Sevinçli sesimle birdenbire şaşırdı.

"Güzelim, normal değil mi?"

"Yarın doğum günün, Barlas. Bana hiç söylemedin bile!" Gülümseyerek kollarından tuttum. "Hediye almalıyım!" Gülümseyen bana bakarken içini çekti ve beklemediğim bir anda yüzüme eğilerek fısıldadı.

"Çok tatlısın, yavrum, yeterince sabırlı olmaya çalıştım." Sonrasında dudaklarımızın birbiriyle savaşa girişi gerçekleşti. Dudaklarımı çölde su bulmuş gibi kana kana içmeye başladığında ara ara acıyla, bazen ise zevkle inliyordum. Ona karşılık vermeye çalıştığım her an bu onu daha fazla kışkırtıyordu ve bana daha fazla hükmetmeye çalışıyordu.

Altdudağımı emerek çekiştirdi. Dudaklarımız ayrıldı ve sonra sertçe yeniden birleşti. Üzerime gelerek beni yatağa doğru uzattı, kendini ise üzerime bırakarak onu hissetmeme sebep oldu.

Her şey çok iyi giderken gözlerimin önünde beliren sahnelerle birdenbire onu itip çığlık attığımı hatırlıyorum. Barlas'ın beni sakinleştirmek için uğraşları kulaklarımda yankı yapıyordu ancak geçmiş yakama yapışmıştı.

Geçmiş

Hava kararmıştı. Gökyüzü hızla yağmur damlalarını yeryüzüne düşürürken çok hoş bir görüntü bırakıyordu. Asena, baygın gözleriyle başını yaslamış olduğu araba camından yağmuru izliyordu. Gözleri durmadan kapanıyor, başı ise onu rahatsız edecek derecede acı veriyordu.

Gözlerinin önü kararıyor, başı dönüyordu. Bir şeyler konuşuluyor ancak Asena hiçbir kelimeyi anlamıyordu.

"Ne yapacaksın şimdi?" diye sordu Irmak. Murat gözlerini Asena'nın üzerinden almadan, aklındaki iğrenç düşüncelere ara vermeden onu izliyordu. "Murat! Sana diyorum." diyen Irmak ile derin bir nefes aldı.

"Ne istiyorsun? Senden istediklerimi yaptığın sürece seninle iletişim kuracağımı söylemiştim." Irmak'ı kullanarak Asena'ya istediği gibi ulaşabiliyordu. Irmak onun için bir köprü görevi görüyordu.

Onu yanında tutma sebebinden biri Asena'ya daha kolay ulaşması diğeri ise örgütten biri olmasıydı. Irmak örgüt üyesiydi ve Asena'yla olan arkadaşlığı Murat'ın isteklerinin önüne geçmişti.

Irmak 'eğer Murat'ın dediklerini yapacak olursam onunla beraber olurum' düşüncesindeydi. Ancak hiçbir şey onu Murat'a götüremezdi. Çünkü Murat Asena'ya kafayı takmış bir psikopattı.

"Beni böylece kullanıp bir sürtük gibi kenara atamazsın!" Murat kulağının dibinde bağıran kadınla derin bir nefes alarak gözlerini devirdi. Ne olurdu da Asena, Irmak ve Elsey gibi ona bağlı olsaydı?

"Mesleğini bilmen çok iyi, sürtük." Alayla güldü. "Benim için veya bir başkası için bundan fazlası değilsin sen. Fahişe, sürtük... Aklına her ne geliyorsa ve kendine neyi uygun görüyorsan." Gözleri yeniden Asena'ya kaydı. "Şimdi kapat ve ben seni arayıncaya kadar sakın arama." Telefonu Irmak'ın yüzüne kapatarak cebine koydu. Gözleri Asena'nın, elbisesinin çıplak bıraktığı bacaklarına kaydı.

Dudaklarını yavaşça ıslattı. "Çok eğleneceğiz, Asena." Sırıtarak geldikleri yere çevirdi başını. Sonunda otele gelmişlerdi. "Ayık olmanı ve bana ayak uydurmanı çok isterdim." Açılan kapıyla yavaşça dışarı çıktı ardından arabanın arkasından dolaşıp Asena'nın kapısı açtı.

Açılan kapıyla kadın dışarıya devrildi ancak tam o sırada Murat onu fevri bir şekilde kollarının arasına aldı. "Bırak... beni..." Asena'nın kelimeleri bir araya getirmesi dahi imkânsız gibiydi ve etrafında olanları hiç anlayamıyordu.

"Şşş," diyen Murat'ın sesiyle yüzü buruştu. Bir adamdan ancak bu kadar nefret edebilirdi. Murat, kollarında baygın kadınla beraber otele doğru ilerlemeye başladı. İçeri girdiklerinde boş oteldeki, görevliler dışında kimsenin olmayışı onun işine gelmişti.

Ancak görevli kılığındaki adamdan bihaberdi.

"Bı—" Asena sızlayan başıyla konuşamadı. Murat onu sıkıca tutarak asansöre bindi ve gidecekleri katın numarasına bastı. Dakikalar sonrasında asansör durması gerektiği katta durdu. Murat, Asena'yı otel odasına doğru ilerletti.

"Asena?" Murat, kadının herhangi bir ses vermediğini fark ederek sırıtmaya başladı. Açık kapıdan içeri girdi, ardından kapıyı kapatarak Asena'yı yatağın üzerine uzattı. "Zaman kaybımız olmasın." diyerek üzerindeki ceketi çıkardı, ardından gömleğini çıkararak herhangi bir yere fırlattı.

"Gitmek istiyorum," diyen kadının kısık sesini duydu ancak oralı olmadı. Asena'nın yatakta uzanan bedenine gözlerini dikerek baktı ardından bedenini onun üzerine bırakarak yüzünü kendine çevirdi. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Asena.

Gözlerini zorla aralamaya çalışıyordu ancak hiçbir şekilde güçlü değildi. Murat'ın ona verdiği ilaç tüm gücünü emmiş, onu etkisiz hâle getirmişti.

Murat, Asena'dan faydalanmak için yemeğine ilaç katmıştı.

"Sadece seni seviyorum," diyen adamın söylediklerini algıladı. Midesindeki sıvı boğazına doğru yükseliyordu. Murat'ın dudaklarını boynunda hissettiği an boğazını delip geçen bir çığlık attı. "Şşt!" Ağzının üzerine kapanan el, yeterince güçsüz değilmiş gibi onu daha da güçsüz kıldı.

Gözyaşları tüm anıları silmek ister gibi akmaya başlamıştı. Beyninin içi durmadan kırmızı alarm veriyordu, içten içe çığlıklar atıyordu. Üzerindeki bedeni zor bela itmeye çalışıyordu ancak elleri o kadar titriyordu ki bu imkân dahilinde değildi.

Ağzının üzerinden çekilen el bedeninde gezmeye başladığında Asena içini paramparça eden çığlıklar atmaya devam etti.

Sesini duyurmaktı amacı nitekim öyle de oldu.

Kapının önünde duran adam, Asena'nın çığlığını duyduğu an beklemeden otelin kapısına omuz atarak kırmaya çalıştı. Ancak hiçbir şekilde sonuç alamadı. Defalarca kez denedi ve en sonunda gürültüyle duvara çarpıp açılan kapıyla Murat karşısında duran adamın buz gibi mavileriyle karşı karşıya kaldı.

"Kimsin lan sen?" Murat dehşetle adamın üzerine yürümüştü ki adamın eli, Murat'ın boğazına sarılarak onu sertçe geriye itti, ardından sırtını duvara yasladı.

"Senin ecelinim, orospu çocuğu!" Murat'ın yüzüne indirdiği kafasıyla onu sertçe duvara çarptı ardından sinirle geriye çekildi. Yatağın üzerinde transa girmiş, ağlayarak çığlık atan Asena'ya gitti. Az önce sinir krizi geçiren o değilmiş gibi nazikçe konuştu. "Şşş, Asena. Bana bak, buradasın. Güvendesin."

Asena, mavilerini karşısındaki adama çevirdi. Donuk gözleri, adamın mavileriyle karşılaştı ve çığlık atarak ağlamaya devam etti. "Güvendesin, ağlama!" Adam, Asena'nın saçlarını çekiştiren ellerine asıldı ve onları tuttu.

Asena'yı sakinleştirmek adına konuşmaya devam ediyordu ancak Asena'nın dikkati boynunda sallanan askeri künyeye kaymıştı. Gözleri bir an olsun sallanan künyeden çekilmezken titreyen elleri, çığlıkları ve ağlayışları duruldu.

Adam bunu fark ederek ellerini serbest bıraktı. Neye bu kadar dikkat kesildiğini anlamaya çalıştığı sırada boynuna uzanan ve saniyesinde askeri künyesinden tutan kadınla gözlerini sertçe kapattı. Bunu beklemiyordu.

Asena künyenin üzerindeki yazıları sızlayan gözleriyle okumaya çalıştı.

VOLKAN SARUHAN
A RH(+)
ANKARA
29.02.1991

Dakikalar boyunca Asena o künyeye baktı, ismi Volkan olan adam ise ona ayak uydurarak onu izledi.

En sonunda Asena'nın birdenbire boynuna sarılması onun için çok ani ve beklenmedik olmuştu. Ne yapacağını bilemediği bir anda geriye doğru kayan kadının beline sarılarak onu tutmaya çalıştı ancak bayılmış olduğunu fark etti.

Beklemeden onu kucakladı, Volkan. Gözleri Murat'a değdi ve bayıldığını görerek hızla çıktı oradan. Otelden çıktığında gördüğü iki adama emirler verdi. "Murat'ı ve şoförü halledin! Hiçbir şeyden şüphe duymayacak!" dedi daha önce anlattığı planı devreye sokarak.

Adamlar onun emrini yerine getirmeye gittiğinde Volkan zaman kaybetmeden Asena'yı oradan çıkararak bir hastaneye götürdü ve bir süre için orada onunla kaldı. Asena'nın midesi ilaçlardan temizlendi, gerekli müdahaleler yapıldı ve en sonunda hastaneden çıkış saati geldi.

Volkan onu güvenlice evine götürerek yatağına yatırdı ve kimsenin ruhu duymadan oradan kayboldu. İçi rahattı çünkü Asena hiçbir şey hatırlamayacaktı, Murat ise Volkan'ın azabıyla karşılaşarak her şeyi unutacaktı.

Bu gece hiç yaşanmamış sayılacaktı.

Şimdi

Barlas Demirkan

Gerçekten de insanın zaafları oluyormuş. Her ne kadar benim zaafım olamaz, duygusuzun tekiyim deseniz de oluyormuş.

Ve bugün iyi anlamıştım. Ben hiçbir duygumu içime gömmemiştim, onların beni mezara gömmesi an meselesiydi.

Asena'nın kollarımın arasında geçirdiği kriz benim o an nefesimi kesmişti. Ona bir şey olacak, buna benim sebep olacağımı düşünmek öldürmekten beter etmişti. Elim kolum bağlı bir hâlde ona iyi gelmeye çalışmak, çaresizliğimin son damlasıydı.

Allah şahidimdir. Eğer kendine gelmeyecek olsaydı ne yapacağımı bilemezdim. O an ambulans aramak dahi aklıma gelmemişti. Aldığım onlarca eğitim tek bir saniyede yok olabilirmiş ve ben buna çok kötü şekilde şahit olmuştum.

"Barlas..." Duyduğum sesle telaşla diz çöktüğüm yatağın dibinden doğruldum. Asena'nın gözleri yavaşça açıldı ve bomboş etrafa bakarak tekrardan bana döndü. Gözleri yavaşça komodinin üzerindeki saate kaydı ve tekrar bana döndü. "Uyumuş muyum ben?" Sorusuyla dumura uğradım.

Hatırlamıyor muydu? Ne görmüştü ve krize girerek bu denli yıkılmıştı? Ancak en önemlisi canını bu denli yakan şeyi nasıl olurda unutmuştu?

"Doğum günün kutlu olsun, Barlas Demirkan." Gülümseyerek, elini uzattı ve soğuk ellerimizi birbirine kenetledi. Önce kaşları çatıldı ancak kendine tam olarak gelmiş olmayacak ki sorgulamadı. "Benim ve içimde birçok şeye ukde kalmış o küçük kız çocuğunun hayatını kurtardığın için teşekkür ederim." Gözleri yavaşça kapandı. "İyi ki doğdun..." diye mırıldandı bundan memnun olduğunu belli ederek.

Yaşadığım duygu karmaşası sırasında gözlerim yavaşça saate kaydı.

00.00
7 Aralık

Bugün doğmuştum ben. Şimdiye kadar kutlamış olmam gereken otuz üç gün olmalıydı ancak ben sadece on beş günü kutladım. Ve bugün on altı olmuştu.

Asena farkında dahi olmadan kutlamadığım on yedi günün yarasını bir günde kapatmıştı.

Babamın gidişiyle zehir olan on yedi yılın, on yedi gününü bir günde sarıp sarmalayabilir miydi? İmkânsız.

Bugün 7 Aralık'tı. Benim ve ailemin miladı, bizim ölüm günümüz. Benim doğum günüm ve babamın şehit günü. Şehit, Yunus Demirkan'ın ölüm günü.

Gözlerim acıyla kapandı. Ağlamak zayıflık değildi elbette ancak ağlamak sınırsızdı. Eğer ağlayacak olursam babamın bu topraklara verdiği canı için isyan etmiş olacaktım. Ben on yedi yıl önce 7 Aralık'ta yettiğince ağlamıştım.

Bir daha hiçbir güç beni ağlatamazdı. Benim babam, doğum günümü şehit günü ilan etmişti. Bundan başka ne yakardı benim canımı? Canım zaten gitmişken, daha ne yakardı olmayan canımı?

"Sıcacık ellerin," diyen kısık sesle gözlerim hızla açıldı. Asena'nın gözleri kapalıydı ancak ellerimi sıkıca tutuyor ve bir şeyler söylüyordu. "Ellerin sıcaktır senin. Neden buz soğuğu var, Barlas?" Mayışık sesini algılayınca iç çektim.

Uyuyordu. Asena uyuyordu ancak hâlâ benimleydi. Bu miladımın olduğu günde yalnız başıma olmadığımı gösterir gibi uyurken bile bana konuşuyor, beni düşünüyordu.

"Yanıma gel," dediğini duyunca doğru duyduğuma emin olamadım. Ona yanaştım temkinli şekilde. Çünkü ona yaklaşıp yeniden krize sokmak istemiyordum. "Yanıma gel." dedi yeniden.

"Neden?" diye sordum.

"Çünkü sana sarılmak istiyorum," buz kestim. Hissetmiş miydi? "Sana sarılmak geliyor içimden. Buna ihtiyacın varmış gibi hissetim." Hissetmişti. Benim içimi cayır cayır yakan ateşi söndürmek ister gibi ellerinde su dolu kovalar tutuyordu.

"Asena..." diye seslendim ona. Ses gelmedi birkaç dakika, ve bu durum bana onun uykusunda konuştuğunu gösterdi. Nedensiz bir ağrı saplandı sol tarafıma. İçime çektiğim derin nefes canımı yakarak gözlerime derin bir sızı bıraktı.

"Efendim?" diyen kadının sesiyle sanki dünyalar benim olmuş gibi sevindim. Benimleydi, benim acımı hissetmişti. "Hadi..." diye mırıldandı huysuzca. "Yanıma gelmezsen, ben geleceğim oraya." dedi aksi aksi.

Yerde oturuyordum.

Kalktım ve yatağın diğer tarafına geçerek uzandım. Saniyesinde boynuma sarılan kollar ile kaskatı kesildim. Asena eliyle başımı kendi göğsü ve boynunun arasına yasladı. "Burada uyu, canının acısını hissetmeyi sevmedim." Gözlerim onun bana iyi gelen kokusunu soluduğum an kapandı.

Yıllardır ihtiyacım olan şey Asena mıydı? Onun bana böyle sımsıkı sarılması, acımı hissettiğini söylemesi miydi? Benim onun bağımlısı olduğum kokusunu solumam mıydı?

Annemin göğsünde yatmıştım, kardeşimin göğsünde yatmıştım ancak hiçbiri bana bu denli iyi gelmemişti. Neden? Neden bu kadın bana ezberimi bozduruyor ve ben bundan bir an olsun şikayet etmiyordum?

Kokusunu içime çektiğim an genzim yandı. Sol gözümden akan gözyaşını hissetim ancak içimden silmek gelmedi. Gözyaşı burnumun üzerinden kayarak Asena'nın boynuna damladı.

Hiçbir tepki gelmedi ondan. Bundan cesaret almışım gibi gözyaşlarım ardı ardına akmaya başladı. Dakikalar geçerken göğsümü zorlayan acı dayanılmaz hâle geldi. Hıçkırarak ağlamak mı istiyordum? Derdimi, acımı haykırmak mı istiyordum?

Ve bir kez daha. "Nasıl iyi olacaksan öyle ağla. Söz veriyorum hiçbir şey sormayacağım. Yalnızca için rahatlasın, kendini iyi hisset." diyen Asena'nın sesini duydum. İhtiyacım olan buymuş sanırım. Çünkü ona uydum ve göğsünde saatlerce hıçkırıklar içinde, dinmek bilmeyen gözyaşları içinde ağladım.

Ağladığım bir diğer şey ise Asena'nın bana hiçbir şey sormaması oldu. Sözünde durdu ve gerçekten bana hiçbir şey sormadı. Sadece onun göğsünde, bana ev, vatan gibi hissettiren yerde ağlamama izin verdi.

Benim aksime sözünde duruyordu.

Gözlerim kapalıyken içimden konuştum. "Görüyor musun, baba? Senin dediğin oldu. Bir kadın geldi ve benim tüm yaralarımı sardı. Bir kadın geldi ve ben kendimi onda buldum."

Verdiğim sözlerin yalan olduğu bir kadın. O bana verdiği küçük bir sözü bile saniyesinde tutmuşken benim yalanlarım.

Meğer bilmiyormuşum, verdiğim o sözlerin ikimiz üzerinde sonradan bırakacağı enkazı bilememiş, görmemişim.

Ben asıl o gün milad günümü ilan ettim.

7 ARALIK
YAŞ ON BEŞ

Kar taneleri yeryüzünü kapladığı sırada Barlas yola bakan pencerenin önünde duruyor ve babasının gelişini bekliyordu. Bugün evine dönecekti, oğlunun doğum gününe yetişecekti.

Ancak iki günden beri Yunus Demirkan'dan herhangi bir haber yoktu. Füsun Hanım oğluna ve kızına hiçbir şey belli etmiyordu. Yüreği ağzında bir haber gelmesini bekliyordu.

Hava iyiden iyiye kararmıştı. "Oğlum, pastanı yakalım biz. Baban gelemeyecek galiba..." Füsun, oğlunun doğum gününü böyle kötü geçirmesini istemiyordu.

"Olmaz, anne. Babam geleceğini söyledi." Ela gözleri yolda gezindiği sırada evlerinin önünde duran arabayla kendine hâkim olamadan heyecanla kalktı ve kapıya doğru koştu. "Babam geldi, geldi!"

Sevindi, ancak gelen babasının şehit haberiydi. Babası bir daha aralarında olamazdı.

Kapı açıldı, komutan tek kelime edemeden Füsun Hanım çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Gülse, hiçbir şey anlayamazken annesinin hâline ağladı.

Barlas ise her şeyi anlamıştı. Askerliğe olan ilgisi sebebiyle şu an evlerine babasının şehit olduğuna dair haberi vermek için geldiklerini biliyordu.

Acıyla yutkundu. Gözlerinin dolduğunu, göğsünde bir sızı hisseti. Babası şehit olmuştu. Doğum gününe geleceğini söyleyen babası oğlunun doğum gününü sonsuza kadar kutlanamayacak hâle getirmişti.

Barlas, dizlerinin üzerine çöktü. Babasına olan sevgisi, bağlılığı onu mahvetti. Onun en büyük dayanağı gitmişti ve şimdi yalnız kalmıştı.

Üç kişilik ailenin feryatları birbirine karıştı. Ağlayışlar, çığlıklar çoğaldı ancak duraksamadı.

Yunus Demirkan, oğluna en çok acı vermişti. Çünkü Barlas her doğum gününde babasının şehit haberiyle yıkılacaktı.

Şimdi

Asena Soykırım

Kulaklarıma gelen sesle gözlerimi zorla araladım. "Oğlum, Asena nerede biliyorsun musun?" Füsun ablanın sesini duydum. Kollarımın arasında uyuyan adam homurdanarak cevap verdi.

"Yanımda." Dehşetle yataktan kalkmaya çalıştım ancak kollarını sımsıkı belime sararak gitmeme izin vermedi. "Uslu dur." diyerek gözlerime baktı.

"Kafayı mı yedin?" Gözleri kıpkırmızı olmuştu. İçim sıkıştı, derin bir nefes aldım ve gözlerinin altına hafifçe parmağımla dokundum. "Ağlamanı hiç sevmedim." dedim fısıldayarak.

Barlas, başını geri göğsüme yaslayarak uzandı ve Füsun ablaya seslendi. "Gece kabus görmüştü. Yalnız bırakamadım, uyanınca geliriz." Ellerimi saçlarının arasında gezdirdiğim sırada o da bana sımsıkı sarılıyordu.

"İyi mi oğlum şimdi? Açsana kapıyı sen." Füsun abla kapının kolunu indirmeye çalıştı ama kilitli olduğundan açılmadı. Kapıyı ne zaman kilitlediğini bile anlamamıştım.

En son, beni öpmüştü ancak sonrası bende yoktu. Uyumuş muydum sonrasında?

"Anne, bugün evdeyim dinlenmek istiyorum." Barlas'ın sert, ikaz dolu sesiyle Füsun ablanın sesi gelmedi anladım ki gitti. Göğsüme daha çok gömüldü, derin bir nefes aldı. "Asena..."

"Efendim?" dedim saçlarıyla oynamaya devam ederken.

"Sormayacak mısın?" Kaşlarım çatıldı. "Neden senin göğsünde ağladığımı?" İçim yanıyordu, dün gece ağlayışları, içli nefesleri benim kalbimi ellerinin arasına alarak sıkıyordu.

"Sormayacağım, Barlas." Gülümsedim. "Senin canını yakan bir şeyi ben neden sana anlatırarak daha fazla yakayım?" İç çektim. Bugün onun doğum günüydü, bugün güzel geçecekti ve canını sıkan her neyse onu kapının ardında bırakacaktı.

"Kalkmak ister misin?" diye sordu. Gözlerim ilk olarak saate kaydı. Barlas için güzel bir şey yapabilirdim. Onu mutlu etmek istiyordum. Saat öğlen on bire geliyordu.

"Sen ister misin?" diye sordum.

"İşe gidecek misin bugün?" diye sordu merakla. Sorumu cevaplamaması tuhafıma gitse dahi ses etmedim.

"Hayır, iznimin bitmesine iki gün var." Üzerimdeki bedeni aniden kasıldı. Kaşlarım çatıldı, doğrulmak istedim ancak beni sımsıkı tutuyordu. "Barlas, ne oluyor?" Endişeliydim. Bir şey mi olmuştu?

"Bir şey olduğu yok," yavaşça doğruldu. "Hadi, kalkalım kahvaltı yaparız." Gözleri yatağın üzerine kaydı ardından kafasıyla ayakucumu işaret etti. "Seninki de uyanmış, çocuklara söylerim kedi maması alırlar ona." Gözlerim yatağın üzerinde, ayakucumda olan Fındık'a kaydı. Kendini yine top hâlinde sarmış, siyah gözlerini üzerimize dikmiş meraklı meraklı bakıyordu.

"Gel bakayım, pisi pisi," doğrularak Fındık'a ellerimi uzattım ve saniyesinde koşarak ellerimin arasına girdi. Yumuşacık, bembeyaz tüylerini yavaşça okşadım ve kafasından öptüm. "Oh! Ne kadar tatlı bir şeysin sen!" Gülerek Fındık'a baktığım sırada, "Miyav..." diyerek kendini ellerime sürttü.

"Asena." Barlas'ın tahammülsüz sesiyle aniden ellerimden alınan kediyle afalladım. "Çok sevdin sen, biraz ben seveyim." Şaşkınlıkla ona baktığım sırada Fındık'ı göğsüne yaslayarak yataktan çıktı.

Fındık yerini yadırgamadan Barlas'ın göğsüne sürtünerek mırladı. İkisini öyle yakın görmek içimde tuhaf bir his uyandırdı ve maalesef bunun ne olduğunu biliyordum.

Biz birbirimizi küçücük bir kediden nasıl kıskanırdık?

"Barlas," bakışları bana döndü. Elaları ilgiyle üzerimde gezinince gülümsedim. Bana olan bakışlarını çok seviyordum. "Bugün dışarı çıkalım mı? Fındık için birkaç şey alırız. Hem de..." Ona söylemek yerine küçük bir pasta alarak doğum gününü kutlardım.

"Hem de?" diye üsteledi çatık kaşlarıyla. Yataktan çıkarak yanına geçtim. Kollarının arasındaki kediyi severken bakışları bir an olsun benden ayrılmıyordu. Ancak alerjisi teper diye korkmuyor değildim.

"Hem de biraz hava almış oluruz?" diye sordum. Bunu söylemek istemediğimi anlamış olacak ki çatık kaşları düzelmedi. Dümdüz bana bakmaya devam ettiğinde tebessüm ettim. "Olur mu?" diye yineledim.

"Bakarız." Fındık'ın kafasından öptü ve onu yavaşça kucağıma yerleştirdi. "Sen git ben geleceğim." Başımı salladım ve arkamı döndüm ancak bir adım atmıştım ki hızla geriye döndüm yeniden.

Parmakucuma bastım, yüzüne uzandım ve dudaklarımı sertçe dudaklarına bastırarak geriye çekildim. "Doğum günün kutlu olsun." dedim heyecanla. Odadan çıktım ve ilk olarak banyoya geçtim, Fındık'ı yere bırakarak yüzümü yıkadım ardından zaman kaybetmeden kendi odama geçtim üzerimi değiştirdim.

Siyah, İspanyol paça pantolon, mavi bir kazak giydim. Saçlarımı tarayıp düzgün bir topuz yaptım. Hafif bir makyaj ile işim bitince Fındık'ı alarak odadan çıktım. Pantolonun arka cebindeki telefonumun zil sesiyle boşta olan elimle telefonu çıkarıp arayana baktım.

Selim Bey arıyordu.

Adamın bu kadar ısrarcı olması akıl işi değildi. Telefonu sessize alarak cebime koydum ardından mutfağa geçtim ve Barlas'ın gelmiş olduğunu fark ettim. Gülümseyerek yanına oturdum. "Günaydın Füsun abla."

"Günaydın kuzum," kucağımda tuttuğum kediye baktı. "Oy, bu haylaz yine mi gelmiş buralara?" Merakla ona baktığımda önce Fındık'ın tüylerini okşadı ardından bana açıklama yaptı. "Bir haftadır sürekli buralardaydı, süt veriyordum. Sen bizden daha insaflı çıkmışsın da eve almışsın." Gülümseyerek kucağımda kendine yer açmış Fındık'ın kafasından öptüm.

"Kedileri çok severim, yağmurun altında sırılsıklam ve çamurlu görünce vicdanıma sığmadı aldım geldim." gözlerim yanımdaki adama kaydı. Gözlerindeki ışıltıyla bana bakıyordu, gülümsedim. Barlas bana her zaman böyle güzel bakarsa yakında kalpten gidecektim.

"Vicdan önemlidir, yavrum." dedi Füsun abla. "Vicdansız insan, insan değildir." Eliyle elimi tuttu ve sahici bir şekilde güldü.

"Gülse nerede?" diye sordum bu kez.

"Dersi vardı, erkenden çıktı." dedi Füsun abla. "Hadi yiyin." Beraber kahvaltı yaptık, Fındık içinse kapa süt doldurdum ve içmesi için yere bıraktım. Güzel bir kahvaltı sonrasında Barlas ile beraber evden çıktık.

Kabanıma sarıldım ve Barlas'ın yanımdaki bedenine sokuldum. "Üşüdün mü?" Birdenbire beni kollarının arasına alarak sımsıkı sardı. Sıcak nefesi boynuma çarparken gülümsedim. "İyi mi şimdi?" diye sordu.

"İyi." dedim ona iyice yaslanarak. Beraber pet shop'a girdik ilk olarak. "Hoş geldiniz," diyen görevli adam bizi karşıladı.

"Merhaba, biz yavru bir kedi için gerekli tüm malzemeleri almak istiyoruz." Barlas hızlıca ne aradığımızı söyleyince adam ihtiyacımız olan her şeyi verdi. Kedi evi, kedi kumu, kedi maması ve birçok şey daha.

Orada işimiz bitince eşyaları arabanın bagajına yerleştirdik. Arabaya bindik, Barlas yola çıkarken bana döndü. "Bir yere daha gidecektin?" diye sordu. Başımı salladım. Ancak nasıl gideceğimi bilmiyordum.

Barlas yanımdayken zordu. Beni hiç yalnız bırakmıyordu çünkü. Buralarda bir pastaneden sipariş verseydim eve gelmesi daha makul görünüyordu.

"Asena?" diye sordu.

"Gezmek için söylemiştim ben onu," fazla sorgulamadı. Nereye gitmek istediğimi sordu ancak buralarda doğru düzgün yer bildiğim yoktu tamamen ona uyuyordum. Barlas arabayı sürerken eve yakın pastanelerden bulduğum ilk pastanenin numarasını buldum ve kaydettim.

Şimdi aramak kalmıştı. Gözlerimi yola çevirdim ve şans yüzüme güldü. Yol kenarında gördüğüm köfte ekmek teknesiyle Barlas'a döndüm. "Barlas, köfte ekmek yer miyiz?"

"Acıktın mı şimdiden? Yeni kahvaltı—" duraksadı. "Gerçi mide bulantısı yüzünden doğru dürüst bir şey yediğin söylenemez." Arabayı teknenin olduğu kısma doğru çekti. "Doktora gideceğiz bu böyle olmaz." dedi itiraz etmezcesine.

"Olur, yarın gidelim mi?" Hemen bu dertten kurtulmak istiyordum. Barlas arabayı park ederek gözlerini sıkıntıyla kapattı ve sinirle derin bir nefes aldı.

"Yarın olmaz, belki sonra ki gün?" Değişen ifadesiyle kaşlarım çatıldı. Benden bir şey gizliyordu. Bunu dün de anlamıştım ancak üzerinde durmamıştım.

"Bir şey mi var? Murat ile ilgili mi yoksa?" Bana döndü. Korkuyla kasıldım. Ellerimi sımsıkı tuttu.

"Yok, korkacak bir şey yok." Başını salladı. "Yanındayım." dediğinde iç çektim. Yanındayım... Barlas buradaydı, hiçbir şey olmazdı.2

"Öyle. Sen varsın..." Ellerini çekti. Birdenbire kapıyı açarak dışarı çıktı. "Bar—" sözümü kesti hızla.

"Hava soğuk, arabada yeriz." Kapıyı üzerime kapattı ve ardından kapıları kilitleyerek koşar adımlarla yürüdü. Tuhaf tavrına sonradan akıl yoracaktım çünkü şu an pasta siparişi vermem lazımdı.

Hızlıca numarayı aradım ve ilk çalışta açıldı. "İyi günler," dedim. "İyi günler, Hanımefendi." dedi adam karşıdan. "Taze pastanız var mıdır bugün için?" Adamdan cevap beklediğim sırada unuttuğum ayrıntı için arkadan hızlıca Gülse'ye mesaj attım.

Şanslıydım ki anında cevap geldi.

Asena

Abinin en sevdiği pasta neli? (14:01)

Gülse

Düşündüğüm şeyi mi yapıyorsun? (14:02)

Asena

Gülse, acil cevap vermelisin. (14:02)

Gülse

Çikolatalı.

"Evet var, neli isterdiniz?" diye sordu adam.

"Çikolatalı ve küçük, iki kişilik bir pasta istiyorum." Sadece ufak bir kutlama yapacaktım. Benim dışımda Füsun abla ve Gülse zaten kutlardı.

"Elimizde var, yarım saate kadar size ulaştırabiliriz. Siz mi gelip alacaksınız?" Umarım eve sipariş götürürler. Gözlerimle Barlas'ı kontrol ettim. Hâlâ sırada duruyordu.

"Hayır, eve sipariş oluyor değil mi?" Adamdan onaylayan ses alınca hemen evin adresini verdim ve Füsun ablayı aradım. Telefon açıldığı an söze girdim. "Füsun abla, benim siparişim gelecek eve. Odamda çekmecede para vardı, onu öder misin?" diye sordum.

"O ne biçim laf kızım? Öderim, ne istedin ki?" diye sordu meraklı meraklı. Gülerek Barlas'a baktım yeniden. Aldığı siparişlerle geliyordu.

"Gelince görürsün, şimdi kapatmam lazım teşekkür ederim." Telefonu kapattıktan sonra geriye yaslanıp derin bir nefes aldım. Halletmiştim, umarım bir sorun çıkmazdı.

Arabanın kapısı açıldı ve Barlas bindi. Elindeki köfte ekmekler ve ayranlardan bana ait olanı uzattı. "Yarım ekmek aldım, miden hâlâ kötüdür diye."

"Teşekkür ederim, yeter bu." Ekmeğe sarılı paketi açtım ve aldığım güzel kokuyla ağzım sulandı. Büyük bir ısırık aldığım sırada zevkle kapandı gözlerim. Her şey sipariş için oyundan ibaretti ancak canım birden çok çekmişti.

"Yavaş, güzelim." Barlas'ın gülen sesiyle ona baktım ardından kocaman bir ısırık daha aldım. "Başımın belası..." diye söylendi. Kucağıma bıraktığım ayranı aldı ve kolayca ağzını açarak dudaklarıma yasladı. "İç." Şu an gözünde obur, aç gözlü bir kadındım. Utançla ayrandan içtiğim sırada Barlas'ın gülüşünü duydum.

"Ne?" dedim ters ters.

"Çok tatlısın ve her durumda nasıl bu kadar güzel oluyorsun anlamıyorum." Tatlı, sitemli sesiyle yutkundum. Bana söylediği her kelime, cümle nasıl bu denli kalbimi hızlı attırırdı?

"Asıl ben anlamıyorum. Nasıl bu kadar hoşuma gittiğini." Ağzımdan çıkan cümleyle şoka uğradım. Kesinlikle böyle bir şey demeyi beklemiyordum. Barlas yuttuğu lokmanın boğazında kalmasıyla öksürmeye başlamıştı.

"Ay!" Telaşla onun ayranına baktım ancak açık değildi. Kendi elimdeki ayranı dudaklarına götürdüm. "İç hemen." Bana uydu ve saniyesinde yudumlar alarak öksürmeye son verdi.

"İyiyim, geçti." Hafiften boğazını temizledi. "Kızım ne diye aniden öyle konuşuyorsun sen!?" Suçlulukla dudaklarımı büzdüm ardından köfte ekmekten bir ısırık aldım. "Ya sabır." diye mırıldandı ve derin bir nefes aldı.

"Küstün mü?" diye sordum dakikalar sonra. ikimizinde yemeği bitmişti. Merakla ona baktığımda gülümseyerek baktı bana.

"Küsmedim. Sana küsmek mümkün mü?" Tatlı tatlı ona baktığımda iç çekerek arabayı tekrardan çalıştırdı. "Hadi eve geçelim." dedi.

Bugün üzerinde olan o tuhaf ifade gitmişti ve bu oldukça hoşuma gitmişti. Benimleyken bu hâlde olması, tarifsiz duygulara itmişti beni.

🕊️

İçimde tarifsiz bir duygu vardı, bunlardan kesinlikle en belirgini heyecandı. Barlas'ın doğum gününü ilk kez kutluyordum ve bunun heyecanı vardı üzerimde. Ancak canımı sıkan bir şey vardı ki bu Füsun abla ve Gülse'nin bunu yapmamı istememesiydi.

"Yavrum, Barlas sana kızar. Dinle sözümü bak," Füsun ablayı dinlerken aynı zamanda gülümsüyordum. "Asena." dedi yeniden.

"Abla, biraz rahat ol lütfen. İnsan neden kutlamak istemez doğum gününü? Ben onun doğum gününü kutlamayı çok istiyorum, ve bunu yapacağım." Gülümsedim.

"Ba—" Gülse'nin sözü dış kapının ziliyle bölündü. Telaşla onlara baktım.

"Lütfen bozmayın, odaya gelsin yeter!" Koşarak Barlas'ın odasına gittim arkamdan kapıyı kapattım ve odaya baktım. Çok bir şey yapmamıştım, şimdilik yeterliydi.

Işığı kapattım ve odanın ortasında duran sehpaya doğru ilerledim. Öncelikle pastanın üzerindeki mumları yaktım, ardından hediyeme baktım. Orta boyutta bir kar küresi almıştım. Kar küresinin içinde ise bir kadın ve bir askerin figürü vardı. İkisi yan yana duruyor, birbirlerine bakıyorlardı.

Ona alabileceğim çok şey vardı belki ama bunu gördüğüm an almak istemiştim.

"Asena?" Barlas'ın sesiyle koşar adımlarla kapının arkasına geçtim ve durdum. Çok geçmeden kapı açıldı, Barlas içeri girdi. "Bu da ne?" diyen sert sesini duydum. Kapıyı arkasından kapattım ve heyecanla konuştum.

"İyi ki doğdun!" Bana doğru döndü. Kaşları çatık, yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. "Doğum günün kutlu olsun." dedim gülümseyerek.

"Asena." Derin bir nefes aldı ve gözlerini yumdu. Dişlerini sıktığını anladım. "Neden yaptın bunu? Zaten kutladın doğum günümü." Söylediklerine rağmen gülümsedim.

"O sayılmazdı, senin doğum gününü ilk defa kutladım ve bunun akılda kalıcı olmasını isterim." İçini çekti. Sinirli olduğunu anlamıştım ancak neden sinirli olduğunu anlamamıştım.

"İstemiyorum doğum günümün kutlanmasını." neden ki? Bir insan sevinmez miydi doğum gününün kutlanmasına? Bu duygu benim içimde hep ukde kalmıştı. Bu yaşıma kadar doğum günüm kutlanmamış, hediye alınmamıştı.

Oysa ablama, Elsey'e her zaman en güzel partiler verilirdi. En güzel hediyeler alınırdı. Belki şimdi değil ancak küçücük bir çocukken çok yakıyordu canımı bu durum.

"İstersin, bu bir ilk çünkü!" Her şeyi boş vererek heyecanla yanından geçtim. Sehpanın üzerinde duran pastayı bir elime, hediyemi bir elime aldım ve sevinçle Barlas'a döndüm. "Hadi! Dilek tut ve mumu söndür."

"Asena!" Barlas'ın sert ve ikaz dolu sesiyle titredim. Birdenbire bağıran adamla istemsizce bir adım geriye gitmiştim ve bunu yaptığıma anında pişman oldum. Barlas'ın gözleri geriye giden ayaklarıma kaydı ve gözlerini hızla kapattı. Eliyle yüzünü ovaladı ardından beni yerimden titreten bir şekilde bağırdı. "İstemiyorum! Götür şunları."

"Ama—" ona doğru bir adım atmıştım ki Barlas'ın aniden ellerime sertçe vurmasıyla pasta ve kar küresi yere düştü. Kar küresinin kırılan camları etrafa sıçradı, içindeki figür ve sahte karlar bir yere.

Pasta dağılmış hâlde yerdeydi. Gözlerimi kar küresinin üzerinde tuttum. Barlas acil askeriyeye gittiğinde almak için çıkmıştım ve maaşımı hâlâ almadığım için param yetmemesine rağmen zor bela almıştım.

"Asena..." Gözlerimi yavaşça Barlas'a çevirdim. Gözlerimin önü buğulanmıştı. Acıyla yutkundum. "Ben," derin bir nefes aldı. "Ben böyle—" sinirle küfür etti ve geriye çekildi.

Gözümden akan yaşlar içinde ona baktım. "Bunu almak için çok çabaladım. Senin elinin tersiyle ittiğin şeyi ben sarıp sarmaladım ki sana verinceye kadar en ufak bir çizik olmasın." Gülümsedim yavaşça. "Sadece senin doğum gününü kutlamak istemiştim, bir daha bunu yapabilir miyiz bilmiyordum."

"O ne demek?" diye çıkıştı.

Gidecektim, burada temelli kalmayacaktım. Zamanı geldiğinde gidecektim.

"Hiçbir şey," gözyaşlarımı sildim. "Önemli değildi zaten, doğum günün kutlu olsun, Barlas." Boğazımı yakan acıyı geçirmek için yutkundum ve onun konuşmasına izin vermeden hızlıca odanın kapısını açarak kendimi dışarı attım.

Aptaldım. İstemiyorum demesine rağmen neden üzerine gidiyordum ki? Ne gerek vardı ki zaten?

"Asena?" Gülse'nin sesini duyunca gülümseyerek ona doğru ilerledim. "İyi misin? Abim çok mu bağırdı?" Başımı iki yana salladım. Onlar beni uyarmıştı, dinleseydim bunlar olmazdı.

"Odayı temizler misin? Kirlendi, ben uyuyacağım biraz yorgunum." Yanından geçtim ve kendi odama geçerek kapıyı açıp odaya girdim. Kapının kilidini çevirdim ve kendimi yatağa attım.

"Miyav..." Fındık'ın sesini duydum ve ardından onu gördüm. Kendi evinden çıkarak yatağa doğru geldiğini fark edince doğruldum ve yatağın önünde bana bakan kedimi kucaklayıp yanıma aldım.

"Gel bakalım," kafasından öptüm. "Sevdin mi yeni evini?" Tatlı tatlı yüzüme bakınca tebessüm ettim.

Göğsümde belli, kendini durmadan gösteren bir acı vardı. Barlas'ın yaptığı yüzünden oluyordu. Ona aldığım hediyeyi düşünmeden kırmış, paramparça etmişti.

Sevmiyormuş doğum gününü kutlamayı... Öğrenmiş oldum.

🕊️

Barlas Demirkan

Derin bir nefes aldım, ancak hiçbir işe yaramadı. Sakinleşmem gerekiyordu, böyle olamazdı.

Gözlerim durmadan yerdeki pastaya ve kar küresine kayıyordu. Benden bağımsız oluşmuştu ancak yine de kendimi sik gibi hissediyordum.

Asena'yı kırmaktan, onu korkutmaktan korkarcasına yaklaşmama rağmen bugün hem korkutmuş hem kırmıştım. Onun biraz önceki yüz ifadesi gözlerimin önündeydi hâlâ.

"Abi?" Kapı açıldı ve Gülse içeri girdi. "Yeri temizleyip çıkacağım." Elindeki paspası kenara bıraktı. Önce pastanın parçalarını toplayıp poşete attı, ardından kırılmış olan kar küresinin camlarını aldı.

Figürleri alacağı an, "onları bana ver." dedim. Elindeki figürleri elime bıraktı. Kadın ve asker figürüydü ancak kadın figürü ikiye ayrılmıştı.

Derin bir nefes aldım. "Asena'ya açıklamadınız mı?" diye sordum sakince.

"Annem anlatmadı, sen anlatmak isterdin diye." Onları suçlayamazdım, kimsenin bilmesini istemeyen bendim.

"Çok kırdım sanırım," Gülse herhangi bir cevap vermeyince ben cevabımı aldım. Kırılmıştı ve bu benim en son isteyeceğim şey bile değildi. "Sikeceğim böyle işi." Odadan hışımla çıktım ve Asena'nın odasına yöneldim.

Yarın onun için oldukça zor geçecekti ve ben onu, bana kırgın bir şekilde oraya götüremezdim.

Odasının kapısını tıklattım. "Asena?" Ses vermedi. "Konuşabilir miyiz?" Yine ses vermedi. Kapı kolunu indirdim ancak açılmadı. "Güzelim, açar mısın kapıyı?"

"Konuşmak istemiyorum, uyuyacağım." diye seslendi içeriden. Uyumayacaktı bunu biliyordum. Bana kırılmıştı ve gönlünü nasıl alacaktım bilmiyorum.

"Uyumayacaksın biliyorum, aç kapıyı." Konuşmalıydık çünkü. Ben onun bana kırgın olmasını nasıl kabul ederdim? Herhangi bir cevap vermeyince sinirle gözlerimi yumdum ve içime kesik bir nefes aldım. "Pekâlâ, uyumaya çalış. Yarın konuşuruz."

Ses vermeyince pes ederek oradan ayrıldım. Odama geçtiğim sırada Gülse'nin her şeyi eski hâline getirdiğini fark ettim. Çok isterdim, isterdim. Asena'nın doğum günümü güzelleştirmesini çok isterdim...

Yatağa uzandım ve derin bir nefes aldım. Yarın ne olacaktı? Ben nasıl baş edecektim onu kandırmakla? Onu kırmaya dayanamıyordum.

Allah'ın izniyle her şey yolunda gidecekti...

🕊️

Asena Soykırım

Gözlerimi yatağın üzerinde kıpırtı hissettiğim an araladım. Odamın içi yavaştan ışığa maruz kalmıştı sanırım yeni yeni hava aydınlanıyordu. "Ne yapıyorsun?" Barlas'ı hemen yanıbaşımda gördüğümde doğruldum.

"Yavaş," üzerime doğru uzandı ve karnımın üzerinde uyuduğunu fark etmediğim Fındık'ı kucaklayıp yatağın üzerine uzattı. "Günaydın..." Mahçup sesini duyunca gözlerimi yüzüne çevirdim.

"Odaya nasıl girdin sen?"

"Yedek anahtarla." Derin bir nefes aldım. Uyku için yalvaran gözlerimi kısa bir an kapattım ve sıktım. Ağrısı dinmiyordu. "Kalbini kırdım öyle değil mi?" diye sordu, içini çekti. "Kırdım amına koyayım, kırdım." Ne olduğunu anlayamadan belime sarılan kollarıyla ona çekildim.

"Barlas, lütfen..." Sırtını yatağın başlığına dayadı, beni göğsüne çekti. Ne yapmaya çalıştığını hiç anlamıyordum. "Neyin peşindesin?" diye çıkıştım.

Ellerini saçlarımın arasında hissedince titredim. Bir dokunuşu bile beni nasıl bu denli yıkıyordu?

"Sadece dinle," dedi. "Sana neden doğum günümü kutlamak istemediğimi anlatacağım." Herhangi bir şey söylememe izin vermeden hızlıca konuşmaya giriş yaptı.

"On beşinci yaş günümdü, babam o zaman bir aylık göreve gitmişti ve bizi arayarak doğum günüme yetişeceğini söylemişti." Daralmış gibi derin bir soluk bıraktı. "Ben her zaman babama düşkün biriydim. O benim her zaman rehberim olmuştur ve asla onun yolundan bir adım dışarıya çıkmazdım." Göğsü inip kalktı ve görüş açımdaki eli yumruk hâline geldi.

"Sonra?" diye sordum.

"Doğum günüm geldi ve ben de yola bakan pencerenin önünde onun yolunu gözlüyorum. O zamanlar asker olmaya çok ilgim vardı ve hâliyle çoğu şeyi öğrenmiştim." Titreyen sesini fark edince göğsünden kalkmak istedim ancak izin vermedi. "Sadece dinle." dedi tekrardan. Kısa bir zaman verdi kendine ve devam etti. "Ben babamın geleceğini beklerken evin önünde bir araba durdu. Koşarak gittim kapıyı açmaya ve gelenin babam değil onun komutanı olduğunu öğrendim." O an anladım. Acı veren gerçeği öğrendim ve telaşla doğruldum.

Barlas'ın kan çanağına dönmüş gözlerini görünce boğazıma bir yumru indi. O durmadı konuşmaya devam etti. "Annem her şeyi biliyor, çığlıklar atarak bağırıyordu, ağlıyordu. Gülse ne olduğunu anlamasa bile annem ağlıyor diye ağladı." Buruk bir gülümseme oluştu dudaklarında.

"Barlas—" devam etmesini istemedim ama o durmadı.

"Ben komutanını gördüğüm an anladım zaten. Transa girmiş gibiydim ve sonrasında çok ağladım. Hayatımın en önemli insanını kaybetmiştim, pusulamı kaybetmiştim ve yönümü kaybetmiştim." Gözlerini gözlerime sabitledi. "Ama bir süre sonra anladım ki kaybolmak bir çözüm değildi. Ben de onun bana gösterdiği gibi kendi pusulamı yaptım ve yönümü yeniden buldum." Gücünü toplamış, kendini hazırlamış ve asker olmuştu.

"Barlas," doğum gününde babasını kaybetmişti. En sevdiği insanı kaybetmişti. Hem de onun için önemli olan, hayatında yok sayamayacağı bir günde. Bu acı verici durum her zaman onun beyninin içinde kalıyordu. "Çok üzgünüm." Onun boynuna sımsıkı sarıldığım an sanki ihtiyacı olan şey buymuş gibi belime sarıldı. Sıkı tutuşu gittikçe sıkılaştı.

"Canımı çok yakıyor," sesinin titrediğini fark ettim. "Ne yapacağımı bilmiyorum." Derin bir nefes aldı. Hiçbir şey yapamazdı, bu her zaman onunla olacaktı.

"Ben buradayım, ailen burada. Biz sana hep destek oluruz." Boynumda saklı yüzünü hafifçe geriye çekti ve yüzüme baktı.

"Dün gece, sana neden sarılıp ağladığımı biliyor musun?" O zaman bilmiyordum ancak şimdi anlamıştım. "Ben on yedi yıldır bir an olsun gözyaşı dökmedim ama senin varlığın beni hıçkırıklar içinde ağlattı." Bunun iyi mi kötü mü olduğunu bilmiyordum.

Onun ağlamasını istemezdim.

"iyi mi geldi?" diye sordum.

"Geldi," dedi kırık bir sesle. "Ben yıllardır içime attığım her şeyi senin yanında dışarı attım ve bu bana iyi geldi." Yüzünü yavaşça ellerimin arasına alarak tuttum. Yanaklarında, parmaklarıma batan kirli sakallarını okşayarak gülümsedim.

"Ağlamak zayıflık değildir bunu biliyorsun değil mi?" Çoğu insan ağlayınca kendini pes etmiş gibi hissederdi ancak öyle değildi. Asıl güç ağlayışlarda, gözyaşlarında saklıydı.

"Elbette değil. Ama ağlamanın sınırı yok, her yıl babam için ağlayacak olursam babamın bu topraklara verdiği canı için isyan etmiş olacağım." Gülümsedi. "Ben onun için başımı dik, yüreğimde gururu taşıyorum."

Yüzünde duran ellerimi sımsıkı tuttu ve avuç içlerimden öptü. "Bana iyi geliyorsun ve bu hiç hoşuma gitmiyor." Kaşlarım çatıldı. Neden hoşuna gitmiyordu?

"Ne demek o?"

"Yaralarımı iyileştiriyorsun, onları sarıyorsun. Ben onların geçmesini istemedim hiç ancak sen hiçbir şey yapmadan çok şey yapar oldun." Onun hoşuna gitmeyen şey benim oldukça hoşuma gitti. Dudaklarım kıvrıldı ve içimde belli belirsiz duygular baş gösterdi.

"O yaralarla yaşayamazsın. Baksana bana, benim yaralarımı sarmamış olsaydın bu hâlde olur muydum?" Bu durum hoşuna gitmiş gibi değildi. "Ben her gece kabuslar görürdüm ancak seninle tanıştığım günden beri kabuslarım azaldı, hiç görmez oldum." Yavaşça gülümsedim.

"Konu sen değilsin. Sana her zaman iyi geleceğim ve yaralarını sarmaya devam edeceğim." Yanımda oluşunu tüm hislerimle hissediyordum ve bu durum beni oldukça güvende hissetiriyordu.

"Ben de senin yaralarını saracağım." İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Benden kendini, ruhunu ve acılarını saklamaya çalıştığının farkındayım ancak bunların hepsi boşa." Kendimden emin tavrım onun hoşuna gitmişti ve şimdi bu durumdan mutlu olmuş gibi gülümsüyordu.

"Asena," sıkıntılı sesini duyunca usulca çatıldı kaşlarım. Merakla ona baktım. "Bugün seninle bir yere gideceğiz."

"Nereye?"

"Bir yer," o yer neresi oluyordu ki? Bana sürpriz mi yapacaktı acaba? "Orada olacaklar için..." Devam etmedi, içine çektiği nefesle kaşlarım iyiden iyiye çatıldı.

"Ne olacak o bir yerde?" Herhangi bir cevap alamayınca fazla üstüne gitmek istemedim.

"Hava soğuk, kalın giyin. Kahvaltı yapacağız ve birkaç saate çıkacağız." Komodinin üzerinde duran telefonuma uzandım ve saate baktım. Saat yediydi. Barlas'a döneceğim sırada ekrana düşen mesajla kısa bir an durdum.

Mesaj kayıtlı olmayan bir numaradan gelmişti.

Bugün için hazır mısın, sevgilim? (07:02)

🕊️

İlahi Bakış Açısı

Barlas, Asena'ya bir saatlik hazırlanma süresi vererek evden ayrıldı. Askeriyeye geçerek planın son detaylarına bakacak ardından eve dönerek Asena'yı alacaktı.

"Komutanım, günaydın." Lodos Timini gördü ilk olarak.

"Günaydın, hazır mıyız?" diye sordu.

"Her şey tamam." diyen Özkan olmuştu. "Biraz konuşabilir miyiz, komutanım?" Barlas başını salladı ve odasına doğru yürümeye başladı hemen ardından Özkan onu takip ediyordu.

Odaya girdiler. "Sorun ne, Demirel?" diye sordu Barlas. Koltuğa oturarak karşısındaki boş koltuğu işaret etti. Özkan oraya geçip oturdu ve karşısındaki yıllık arkadaşına döndü.

"Birçok sorun var." dediğinde Barlas normal der gibi başını salladı.

"Bugünün sorunlarını söyle." dedi.

"Yaptığımız plan, daha doğrusu Erdem Albayın planı... Çok havada kalıyor bu böyle olmaz." Barlas başını salladı yavaşça. Elbette farkındaydı. Planın ilk hâli her hâlükarda onlara açık kapı bırakıyordu ancak bu plan değişikliği için aynı durum söz konusu değildi.

"Farkındayım. Ancak yapacağımız bir şey yok. Erdem Albaya uymak zorundayız." İçi içini yese dahi sesini çıkaracak güçte değildi.

Ancak başına gelecekleri bilecek olsa asla susmaz bu planı saniyesinde devre dışı bırakırdı.

"Pekâlâ, Asena Hanım? Onu nasıl götüreceksin?" En büyük sorun buydu. Asena'yı götürecekti ancak nasıl bırakacaktı orada? Yeni yeni kapanmaya yüz tutmuş, ruhunda ve bedenindeki izlere yenisi nasıl eklenecekti?

"Halledeceğim." derin bir nefes aldı. "Planı tekrardan anlat bana." dedi sinirle. İlk kez bu kadar düşünceli ve rahat değildi.

"Hiçbir değişiklik olmadı, aynı." dedi Özkan. "Tim önceden seçilmiş olan eski fabrikanın kör noktalarında kamuflaj olacaklar, herhangi bir sorun çıkacak olursa saniyesinde müdahale edeceğiz. Sen, Asena Hanımı getirdikten sonra ve sevkiyatı halletikten sonra asıl olan devreye girecek." Sevkiyat, Asena oluyordu.

"Devam et." dedi Barlas.

"Murat, Asena Hanımı aldıktan sonra örgütle buluşmak için onların mekânlarından birine gidecek diye umuyoruz." Bu sadece bir varsayımdı ancak yüzde elli bir ihtimal bile değildi ve bunu bile bile herhangi bir yan plan yoktu. Ateşin üzerinde çıplak ayakla yürümeye çalışıyorlardı.

"Umduğumuz çıkarsa onları hissettirmeden takip edeceğiz ve mekânı basıp onları alacağız. Ancak," Barlas derin bir nefes aldı. "Umduğumuz çıkmayacak olursa ki Erdem Albaya göre bu mümkün değil. Herhangi bir plan yok."

"Özkan," Barlas'ın sert sesiyle gözleri ona çevrildi. "İlk planda olan yan planı, buna ekliyoruz." dedi. Özkan duyduklarıyla kaşlarını çattı.

"Bunu yapamazsın. Erdem Albayın haberi dışında başka bir şey yapamayız." Barlas sinirle yutkundu. Bunu biliyordu ancak bu kadar havada kalan bir plan için koruma duvarları inşa etmeliydi yoksa her şey ellerinde patlardı.

"Halletmeye çalışırım, tetikte bekle." Ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi ancak Özkan'ın söylediyle duraksadı.

"Sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?" diye sordu.

"Neyi?"

"İki yıl önceki," Özkan Barlas'ın hâlâ bir şey hatırlamadığını fark ederek iki yıl önceki diyaloğu tekrarladı. "Daha önce hiç aşık oldun mu, Demirkan?"

Bunu neden şimdi söylediğini anlıyordu. Ancak iki yıl önceki duygusuz adam artık tahtını kaybetmişti. Barlas, iki yıl önceki cevabını verdi. "Olmadım, yüreğime iki sevda fazla, Demirel."

Özkan içten içe güldü. "Ya şimdi?" diye sordu.

Her şeyin rengi değişmişti. Barlas'ın hisleri aşka mı çıkıyordu? Hissettiği bu anlamsız, onu öldürmeyen ama yaşattığı söylenmeyen duygu aşk mıydı? "Şimdi... Vatan sevdamın yanında bir sevdam daha var. Yâr sevdam."

İçten içe bir kabullenişti bu. Ve şimdi dile de kabul ettirilmişti.

Odadan çıktı ve içindeki karmaşaya anlam veremeyerek Albayın odasına doğru ilerledi. Kapıyı vurdu ve komuttan sonra içeri girdi. "Yüzbaşı Barlas Demirkan, komutanım." Erdem Albay başını salladı.

"Gel, Barlas." İçeri girdi ve kapıyı arkasından kapattı. "Plan hakkında mı?" diye bir soru sordu albay.

"Öyle." Albay konuşması için başını salladı. "Komutanım ilk operasyon planını uygulamamız daha uygun. İkinci plan için emin değilim." Erdem Albay derin bir nefes aldı.

"Endişenin farkındayım, ancak plan değişikliği için çok geç. Söylediklerimi yapacağız." Barlas sabırla devam etti.

"O hâlde, ikinci operasyon planına yan plan ekleyelim. Eğer örgütün mekânlarına gitmezse her şey sarpa saracaktır." Erdem Albay bunun olmayacağından emin bir şekilde başını iki yana salladı.

"Buna gerek yok."

"Komuta—" sözünü kesti.

"Ne dediysem o Barlas. Her şey hazır, Timini hazır tut bir saaten az vakit kaldı." Barlas başını salladı ve odadan çıktı. İçine sinmeyen şeyler vardı ve bu durumla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu.

"Değişiklik var mı?" diyen Özkan'ın sesiyle ona döndü. Barlas başını salladı ve derin bir nefes aldı.

"Hayır. Timi hazırla, bir saate operasyon başlayacak.

🕊️

Asena Soykırım

İçimde beni duvardan duvara vuran bir korku vardı. İçten içe bas bas bağıran iç sesim beni kuşkulandırıyor, gelen mesajın boş bir şey olmadığını söylüyordu.

Üzerimde siyah, dar paça bir pantolon üzerimde ise aynı renkte siyah, salaş bir kazak vardı. Saçlarımı tarayıp açık bırakmıştım. "Yavrum, Barlas geldi kapıda seni bekliyor." Füsun abla salona girerek dikkatimi ona çekti.

"Tamam, abla." Ayağa kalktım ve gülümseyerek ona sımsıkı sarıldım. "Gelinceye kadar görüşürüz." dedim tebessümle.

"Ay deli kız. Geleceksin zaten birkaç saate, hadi git bekletme benim oğlumu." Kıkırdadım ve geriye çekilip dış kapıya doğru ilerledim. Hızlıca ayakkabımı ve kabanımı giyerek evden çıktım. Hava yine kasvetliydi ve yağmur azar azar yağıyordu.

"İyi misin?" Arabanın kaputuna yaslı adamla yüz yüze gelince gülümsedim ve başımı salladım. İyiydim.

"Sen iyi misin?" Benim gibi başını salladı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla. Gülümsedi, ardından elini cebine atarak bu sabah çıkmadan önce aldığı bilekliğimi görüş açıma getirdi. 1

"Bileğini ver," bileğimi uzatarak bilekliği takmasına izin verdim. "Tamam." dedi ve geriye çekildi.

"Neden aldın ki bilekliğimi?" diye sordum. Sabah aniden isteyince nedenini sormuştum ancak söylememişti ve şimdi de söyleyecek gibi değildi.

"Hadi, gidiyoruz." Pes ederek arabaya bindim. Kemerimi taktığım sırada Barlas arabayı çalıştırarak yola çıktı. "Fındık'ın banyosunu yaptın mı?" diye sordu.

"Ya yapamadım." dudaklarım istemsizce büzüldü. Gözleri dudaklarıma kaydı ardından yeniden yola döndü.

"Neden, ne oldu?"

"Evin içinde resmen saklambaç oynadı benimle. Bir türlü bulamadım, meğer senin odanda, yatağın içinde uyuyormuş." Barlas'ın dağınık odasını bile Fındık'ı ararken görmüştüm. "Neden dağınıktı odan?"

"Kafam dağınık biraz."

"Biraz gibi değil. Bir sorun mu var?" Başını iki yana salladı. Ancak inanmadım, bir şey vardı çünkü.

"Akşam beraberiz yıkarız, Fındık'ı." diye öneride bulundu. Hevesle başımı salladım ve gülerek konuştum.

"Ay olur! Çok zevkli oluyor yıkamak, eğleniriz." Gülümseyerek başını salladı. Derin bir nefes alarak radyoya uzandım, ardından herhangi bir kanal açarak gelen şarkıyı dinledim.

Şanslıydım ki sevdiğim bir şarkı gelmişti.

'Gece Yolcularından, Meyhaneler Sen.'

"Direndim sabırla
Bir umut tutundum aşkına
Dönersin diye bir gün
​​​​Yandım, tutuştum uğruna

Meyhaneler sen, içtikçe biten ben
Senden vazgeçersem haram olsun
Tüm kadehler sen, kırılıp düşen ben
Beni mahveden sen, helal olsun

Meyhaneler sen, içtikçe biten ben
Senden vazgeçersem haram olsun
Tüm kadehler sen, kırılıp düşen ben
Beni mahveden sen, helal olsun

Ağla, gözlerim, ağla
Bizden geçti bir ömür
Tükenmiş bir aşkın baş ucundan
Gelsin sana bu özür..."

Yavaş yavaş eşlik ettiğim şarkının sonuna geldiğimizde bilmediğim bir başka şarkıya geçiş yaptı. Gözlerimi geçtiğimiz yollarda gezdirirken yağmurun gittikçe hızlandığını fark ettim. "Yağmur baya hızlandı, ıslanır mıyız?" diye sordum.

"Islanırız." dediğinde iç çektim yavaşça. Hasta olmak istemiyordum.

Arabanın tenha bir sokağa girdiğini fark edince yeniden Barlas'a döndüm. "Burada ne işimiz var?" Çatık kaşlarımla etrafa bakarken Barlas'ın bir cevap vermesini bekliyordum.

"Öğrenirsin." Tek ve can sıkıcı cevaplarıyla içime derin bir soluk çektim.

"Sorun ne Barlas? Neden böyle tuhafsın?" Boş boş önüne bakması iyiden iyiye canımı sıkmaya devam etti. Herhangi bir cevap vermeyince bende sessiz kaldım. Arabayı durdurunca gözlerim geldiğimiz yerde gezindi.

Issız bir yerdeydik, terkedilmiş bir fabrika gibiydi. Yağmurun ıslattığı yerler ise çamur içindeydi. "Ne olduğunu anlamıyorum." dedim ancak hiçbir cevap vermeden arabadan indi. Yağmurun altında sırılsıklam olmaya başladığında peşinden ineceğim sırada telefonuma yeni bir mesaj geldi.

Yine aynı numaradan gelmişti.

Seni özlemişim, sevgilim. (09:32)

Ne? 

Kollarımın arasında olmana dakikalar kaldı. (09:33)

Ne demekti bunlar? Murat... Murat burada mıydı? Kalbim korkuyla kasıldı. Düşünmeden arabadan indim ve Barlas'a doğru ilerledim. "Barlas! Kafayı mı yedin sen? Ne işimiz var bizim burada?" Yağmurun bastırdığı sesimi ona ulaştırmaya çalıştığım sırada hızla ona doğru yürüyordum.

"Barlas, Murat burada sanırım bana saçma sapan şeyler yazıyor." Herhangi bir cevap vermesini bekledim ancak hiçbir şey söylemedi. Ona doğru ilerledim, onun durduğu yere yaklaştım ancak sırılsıklam olmuştum saniyesinde.

"Gidelim, lütfen." Yine onunla karşılamak istemiyordum. Artık tamamen hayatımdan çıksın ve bir daha onunla hiçbir şekilde ilgim kalsın istemiyordum.

"Gidemeyiz." Sert ve soğuk sesiyle şaşkınlıkla ona baktım. Neden gidemiyorduk?

"Anlamıyorum..." dedim şaşkınlıkla.

"Bitti diyorum, anladın mı?" Ne bitti? "Artık yolun sonuna geldik, seninle yollarımız ayrılıyor." Kalbime yediğim kaçıncı darbeydi bu? Neden bu kadar yakmıştı canımı?

Alışmıştım oysa artık.

"Beni buraya bunu söylemek için mi getirdin?" Cevap vermeyince sinirle gözlerimi kapadım. Bunun için gelmiştik, beni buraya bırakacaktı. Murat... Beni ona mı verecekti?

Gözlerim hızla açıldı. Elaları mavilerime takılı kaldı ve ilk o an içimde hiçbir heyecan oluşturmadı.

"Sen beni Murat'a geri vermek için mi getirdin buraya?" Ondan cevap beklediğim sırada ağzını açmadı. "Cevap versene!" Bir hışımla göğsünden ittim onu. Ancak ondan duymam gereken şeyi hiç istemediğim bir kişiden duydum.

"Doğru tespit, sevgilim." Barlas'ın göğsünde duran ellerim duyduğum adamın sesiyle titredi. Gözlerim yaşanacakları hissetmiş gibi anında sızlamaya başladı.

"Hayır..." diye mırıldandım bir umut. Ancak gözlerime bakan elalar soğuk ve buz gibiydi. Bir adım geriye sendeledim, göğsümü sıkıştıran bir acı vardı. "Neden?" diye sordum.

"Öyle olmalıydı." Kesin ve net sesi bana karşı bir silahtı. Gözlerindeki soğuk ifade ise silahın kurşunu.

"Öyle olmalıydı?" dedim sorar gibi. Gülümsedim yavaşça. "Demek öyle olmalıydı..."

"Sana söylemiştim, Asena." Murat'ın sesini çok yakınımda duyunca bağımsız olarak Barlas'a doğru ilerledim ancak ona giden bir adımımla o geriye gitti. Yaşadığım hayal kırıklığı beni tamamen titretti. "Buraya gel." Koluma dokunan elle çığlık atarak kendimi geriye çektim.

Murat ile yüz yüze gelince nefretle baktım ona. "Dokunma bana! Hayatımı mahvettin sen benim!" Gözlerimden akan yaşlar yağmurla beraber akıyordu. "Ne istiyorsun sen benden ne! Defol git artık!" Beni dağıttığı yetmezmiş gibi hâlâ paramparça etmenin yollarını arıyordu.

Barlas'a döndüm. Hiç etkilenmemiş gibi, uzaktan bir yabancı gibi izliyordu. "Neden yapıyorsun bunu?" Bir cevap vermedi. "Barlas, daha bu sabaha kadar tanıdığım adam nasıl bu denli değişir anlamıyorum!" Bir hışımla ona doğru ilerledim ve kolundan tuttum.

"Uzatma, Asena." dedi ve kendini benden uzaklaştırdı. Gözlerimde, yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyorum ancak başka yöne baktı ve içine derin bir nefes aldı. "Ona git." dedi duygusuzca.

Gidemezdim. Nasıl azrailime kendi ayaklarımla giderdim ki?

"Lütfen..." Gözyaşlarım yağan yağmur sayesinde belli olmuyordu ama kızarmış gözlerim yeterince belliydi. "Yalvarırım, Barlas."

"Özür dilerim," beni benden alan elaları mavilerime takıldı. "Ailem var karşımda, Asena." Titreyen bedenimi fark etmiş, ellerini yumruk yapmıştı.

"Yapamazsın, ama... Söz vermiştin," hıçkırdım. "Bana beni ona geri vermeyeceğine dair söz vermiştin..." Göğüsümde sancı yapan bir acı vardı. Nefes dahi alamaz hâle gelmiştim. "Tutmayacak mısın yine sözünü?"

Bu ikinci kez oluyordu. Bana verdiği sözü yine tutmamıştı. "Ailemi sana tercih edemem."

Yıkıldım. paramparça oldum ama o bir kez olsun düşünmedi beni. arkasını dönüp gitmeye başladığında son kez, bir umut haykırdım. "Barlas! yapma, bırakma beni!" sanki hiç duymamış gibi, adımları duraksamadan gitti. Beni kurtardığı cehheneme tekrar kendi elleriyle bıraktı.

​​Gidişini izleyen gözlerim sızladı. Hiç düşünmezdim onun beni böyle bırakıp gideceğini... Tüm herkes karşımda durur ancak bir tek o yanımda durur sanıyordum.

Koluma sarılan elle kendimi geriye çektim ancak saniyesinde yeniden tutuldum. "Zorluk çıkarma, gidecek yerin dahi yok."

"Bırak beni!" Onu itmeye çalıştığım sırada sertçe yüzüme patlayan tokatla acıyla bağırdım. Gözlerimin yavaşça kapanmasıyla bedenim çok geçmeden havalandı. "Hepinizden nefret ediyorum!" Acıyla uyuşan gözlerim ve bedenimi hissetim.

"Ama benimsin." Murat'ın iğrenç sesi kulaklarımı kanatıyordu. Gözlerimden akan sıcak yaşlar hâlâ yerindeydi. Sırılsıklam olmuştum ve üşüyordum.

"Barlas..." Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki kendim bile duymuyordum. "Seni asla affetmeyeceğim." Bilincimin kapandığını hissediyordum ve tüm algılarım kapanıyordu.

Benim koşulsuz güvendiğim adam gözünü dahi kırpmadan o cehenneme beni geri bırakmıştı. Tüm yalvarışlarımı, ağlayışlarımı hiçe saymıştı.

Ve ben yine en çok güvendiğim insan tarafından öldürüldüm.

🕊️

Barlas Demirkan

"Barlas! yapma, bırakma beni!" Onu orada bırakmak, diğer yarımı orada bırakmıştım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak benim için ilk defa bu kadar zor olmuştu. Gözlerinden, benim sorumlusu olduğum yaşların akışı, benden nefret eden bakışları... Bunlar canımı almaya yeterdi.

Oradan ayrıldım. Kör noktaya geçtiğim an Özkan'ın omzuma konan elini fark ettim ancak hiç kimse şu an iyi gelemezdi. Beni bu denli yıkan kadından başka.

"Siktir," gözlerim bir an olsun Asena'nın üzerinden ayrılamazken şerefsiz herifin ona attığı tokatla canım acıdı. "Barlas." Özkan kolumdan tuttu. Oraya giderdim ve onun gırtlağını öldürünceye kadar bırakmazdım.

"Senin ecelin olacağım, neden doğdum diyerek inleyeceksin!" Ellerim yumruktu. Asena'yı çekip almamak için kendimi zor tutuyordum.

Bayıldığını fark ettim. "Ne oluyor? Neden bayıldı!" Bir cevap bekler gibi konuşmam boşaydı.

"Sakin ol, Demirkan. Doktorun söylediklerini unutma. Stres ve duygu kontrolsüzlüğünden dolayı bayılmalarının olacağını söylemişti." Söylemesi kolaydı ancak sakin olamazdım.

"Takibe başlayın," diyen Özkan'ın onayından sonra ona döndüm. "Yürü." dedi burada duramayacağımı anlamış gibi. Benim yerime operasyonu o yönetiyordu şu anlık.

Telefondan Asena'nın bilekliğine bağlı olan takip cihazına baktım ancak herhangi bir hareketlendirme görmeyince adımlarım kesildi. "Ne oluyor?"

"Takip cihazı, hareket hâlinde değil."

"Mümkün değil, araba hareket ediyor." Sikeyim! Bilekliği düşürmüş müydü? Hızlı adımlarla ilerledim ve durduğumuz noktaya bakmaya başladım. Düşürmüş olsa buralarda olacaktı.

Gözüme çarpan bilekliği fark ettim. Yere eğilerek çamura bulanmış bilekliği aldım. Avucumun içinde tuttuğum bilekliği sıktım, Asena'ya ait bir şey bana bu denli güç veremezdi.

"Murat'ın elinden kurtulmaya çalışırken düşürmüş olmalı." Özkan'a hak verircesine başımı salladım.

Bilekliği cebime atarak operasyona ait kulaklığı çıkardım ve kulağıma taktım. Yağmurdan sırılsıklam olmuştuk ve hâlâ aynı durumdaydık.

Yağmur bir şeyleri silmek ister gibi durmadan yağıyordu.

"Lodos 2 den, Lodos 1'e." Kaşlarım çatıldı. Bir sorun yoktur.

"Lodos 1 dinlemede." Özkan vereceği cevabı beklerken aynı şekilde bana bakıyordu.

"Plan başarısız. Araç yol dışına çıktı." İçten içe bildiğim ve gerçekleşmesi an meselasi olan şey oldu.

Asena, bir ihmalsizlik yüzünden her şeye maruz kalabilirdi. Ve kalacaktı da...

Önlem alınmadan yapılan plan, büyük sonuçlar meydana getirecekti ve bunlardan en çok yara alanlar Asena ile Barlas olacaktı.

🕊️

​​​​​​Bölüm sonu! Bu kez daha uzun oldu bölüm:))

WhatsApp kanalında var mısınız??

Öncelikle kitabın gidişatı nasıl sizce?

Geçmişte gördüğümüz Volkan Saruhan Bizim için önemli biri, dikkate alalım.

Asena bu yapılan ihmalsizlik yüzünden nasıl şeylerle baş edecektir sizce?

Barlas onun yokluğla nasıl baş edebilir? Çünkü kendisi Asena'yı akşam eve geri götüreceğini ve Murat'tan tamamen kurtulacağını düşünüyordu...

Veee sizce Erdem Albay neden böyle plan değişikliği yaparak ihmalsizlik yaptı?2

Irmak... Asena'nın en yakın arkadaşı örgüt üyesi çıktı, neler olacak sizce?

Şimdilik böyle! Aklınıza takılan şeyler varsa yazın cevap veririm ancak spoi vermem(!)

Bölümler gittikçe uzuyor ve normal olarak yazmak biraz zorlaşıyor bundan dolayı bölümlerde sakmalar olursa af diliyorum.⁠♡

​​​​​Gelecek bölümde görüşürüz 🩷

Bölüm : 07.12.2024 19:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...