14. Bölüm

13

Sare
_sarekndmr_

Gün doğumu kimi için yeni bir başlangıç demekti. Benim içinse sadece ölüme bir adım daha yaklaşmaktan ibaretti. Her günümün olduğu gibi bu günün de bana iyi şeyler getirmeyeceğini biliyordum. Çünkü istisnalar kaidei bozmaz ve benim hayatımın kaidelerinde de istisnalara yer yoktu.

Güneş gökteki yerini alalı daha on beş dakika olmuştu. Buz kesmiş bedenim güneşten gelen o azıcık sıcağı bile benimsemek istiyordu. Gecenin soğukluğu öyle bir işlemişti ki, kış güneşinin yalancı sıcağı bile çok hoş geliyordu bedenime.

Peki bedenime işleyen güneşin sıcaklığı ruhumdaki buzları eritmeye yeter miydi!?

Öyle buzdan kaleler inşa edilmişti ki ruhuma, benim bile ulaşamayacağım kadar kalındı buzlarım.

İki kişiydim ben bu hayatta.

Merhametli gökay tuna.

Merhametten hiç nasibini almamış gökay tuna.

Ama ne ilginçtir ki merhametten yoksun tarafım sadece kendime işlerdi. Bir tek beni acıtır. Bir tek beni kanatır. Şuan kendime yaptığım da merhametsizlik değil miydi? Kendimi acıtmak, kanatmak değil miydi!?

Öyle ki sert ve soluksuz bir savaştan çıkmış gibiydim. Gecenin acımasız rüzgarı saçlarımı birbirine katmış ve anlıma dökülmesini sağlamıştı. Ayaklarımı ve ellerimi soğuktan hissetmiyordum. Soğuktan titremeyi bırakalı iki saati geçiyordu, alışmıştım sanırım. Ya da tüm gece hiç hareket etmeden kalmak tüm vücudumu uğuşturmuştu. Tüm bunların aksine kıştan dolayı yapraklarını dökmüş koca ağaca sırtımı vermek hiç olmadığım kadar güvende hissettiriyordu. Karşımdaki hırçın dalgalara sahip deniz, kenarında bulunduğum uçurumdan metrelerce uzaktaydı. Yine de deniz o kadar göz alıcıydı ki hayran kalmaktan başka çare bırakmıyordu. Benim aksime manzara umut vaad ediyordu.

-GÖKAY!

Duyduğum boğuk ve kalın bir sesti ve bu sesi çok iyi biliyordum. Gökhan!

Ayaklarının altında ezilen taş ve toprak parçalarından bana doğru geldiğini anlayabiliyordum. Adımları sertti.

-gökay!

Karşıma geçti ve bana yukarıdan bakmaya başladı. Gözlerinden öfke saçılıyordu. Gözlerinin akı hafif kızarmıştı. Tepkisizce onu izliyor olmam öfkesine öfke katıyor olmalıydı.

-sana sesleniyorum gökay! Duymuyor musun!?

Duyuyorum. Ama cevap veremeyecek kadar uğuşuk bedenim. Hâlâ cevap vermiyor oluşumla bir anda koluma sardı elini ve hızla çekti. Bedenimi o kadar hissetmiyordum ki ayakta duramadım ve yalpaladım. Düşmeyi beklerken, gökhan'ın hızla belime sarılıp beni tutmasını beklemiyordum.

Derin bir nefes aldı ve geri verdi. Verdiği nefes soğuktan dolayı havaya buhar olarak karıştı.

-ne lan bu halin! Destek al benden!

Sıkıca tuttuğu bedenimi arabaya ilerletmeye başladı. Çok değil on beş adım ötemizdeydi araba. Ama benim için çok uzaktaydı sanki.

-gittiğinden beri seni arıyoruz! Tüm teşkilatı ayağa kaldırdım lan!

Bunları söylerken bir yandan da beni arabaya tıkıyordu. Evet! Resmen çuval atar gibi attı. Bu duruma gülmek istedim ama soğuktan kaskatı kesilmiş kaslarım buna müsade etmedi.

Beni ön koltuğa yerleştiren gökhan arabanın önünden dolanıp şoför koltuğuna yerleşti. Arabayı çalıştırdı ve hemen ardından da klimanın sıcaklığını son ayara getirdi.

Bir süre yolda söylenmeye devam etti. Fakat sonunda yorulmuş olmalı ki sustu.

Hâlâ üzerimde ayazın bıraktığı etki devam etsede, kendime gelmiştim.

Ağaçların yoğun olduğu ve çamura bulanmış toprak yollardan çıkmış, şehrin gürültülü ve asvalt yollarında sıkışık trafikte ilerliyorduk.

-ne gördün?

Yoldan gözlerini ayırmadan bana sorduğu soruyla gökhana döndüm.

-anlamadım!?

Gözleri bana kaydı ama saniyelik bir şeydi. Tekrar yola bakmaya başladı.

-evden kaçıp gitmene sebep olacak ne gördün rüyanda!?

Kendi hayatımı gördüm. Her zaman gördüğüm gibi. Ama kaçma sebebim bu değildi. Sizin, düştüğüm acınası hali görmenizi istemememdi.

-kaçmadım! Hava almak istedim sadece.

Alayla güldü.

-bende buna inanacağım öyle mi!?

Omuzlarımı indirip kaldırdım.

-sen bilirsin.

Kafasını salladı sakince.

-ne gördün peki!

Derin bir nefes aldım.

-dünyayı uzaylılar işgal etmişti.

Bir süre algılayamamıştı. Sonra bana döndü hızla.

-dalga geçmeyi bırak gökay! Ne gördün!?

-söylüyorum ya işte!

Dişlerini birbirine bastırdı.

-gerçekten ne gördüğünü soruyorum gökay tuna!

Elbette söylemeyeceğim.

-tekrar etmeyeceğim gökay! Adam gibi anlat şunu!

Beni bu sorulardan kurtaran şey evin önünde durmamız oldu. Gökhanın beni durdurmasına müsade etmeden hızla indim arabadan ve apartmana girdim.

Kapının ağzında dikilmiş bir adet nine beklemiyordum tabii.

-oyy torunum benim! Nereye fırlayıp gittin öyle? Pencereden gördüm seni. Pek telaşlıydın! Seni öyle görünce korku verdim yavrum!

Heh, bir sen eksiktin nine hanım.

-acil işim çıktı.

Kadın hafifçe kafasına vurdu. Nasıl unuttum der gibi.

-doğru ya evladım. Doktor adamsın çıkar tabii!

Ciddi mi bu kadın!?

Hâlâ anlamadı mı !?

-ya tabii tabii ne yaparsın işte!

Dedim ve soracağı diğer sorulara fırsat vermemek için ilerlemeye başladım. Ama durur mu!? Arkamdan konuşmaya devam etti.

-ne bileyim yavrum abilerin de arkadan öyle fırlayı verince! Sana bir şey oldu sandım! Kime diyorum ben sıpa! Bak hele hiç dinliyor mu beni...babası kılıklı ne olacak! Azcık anana çekseydin ya!

Bu kadın az önce gelinini yüceltip oğlunu gömmüş müydü!?

Yüzümde bir sırıtma belirdi. Çok iyi olaydı.

Kapının önüne geldiğimde bir süre kaldım öylece.

Ben anahtarı almış mıydım !?

Ceketinin cebine baksana gökay! Buraya gelince neden beynin duruyor!?

Doğru! Hemen ceketimin ceplerini kontrol ettim. Sol cebimden elime gelen metal parçanın anahtar olduğunu anladım ve hemen çıkartıp kilide geçirdim. Ben daha anahtarı çevirmemiştim ki kapı bir an açıldı.

Serpil hanım büyük bir endişe içinde omuzlarımdan tuttu ve baştan aşağı beni incelemeye başladı.

-oğlum! İyi misin !? Nereye gittin öyle gökayım!? Çok korktum! Bir yerine bir şey oldu mu!?

Ne oluyor lan!?

Araya bey baba girdi.

-hanım bırak çocuğu! Darlama bir nefes alsın!

Sakin tepkisinin aksine gözlerinde büyük bir kızgınlık vardı.

-ama sami!

-hanım dediğimi yap!

Serpil hanım çaresizce benden bir kaç adım uzaklaştı. Emir ve kerim bana telaşlı gözlerle bakıyorlardı ama yaklaşmıyorlardı. Deli gibi yanıma gelmek istedikleri, oldukları yerde hareket edip durmalarından belliydi. Ama ne olduysa gelmiyorlardı. Diğerlerinde gezdirdim gözümü. Onlarda öfkeyle bakıyorlardı. Anlaşılan o ki evden o şekilde çıkıp gitmem onları fazlasıyla rahatsız etmişti. Haklıydılar. Ama benim hayatım buydu. Kimseye haber verme, izin alma alışkanlığım yoktu. Elbette bu beni haklı çıkarmazdı fakat alışamazdım işte, çocukluğumdan beri böyle yetiştirilmemiştim. Sarsılmaz ailesine laf getirmediğim sürece başıma ne geleceğinin de bir önemi yoktu.

Arkamdan kapanan kapıyla birlikte gökhan'ın geldiğini anladım.

-sıcak bir duşa girsin!

Bunu diyen gökhandı.

Serpil hanım olduğu yerde hareketlendi.

-tabii oğlum! Hadi sen bir duşa gir!

Serpil hanıma baktım.

-giremem.

Bey baba öfkeli gözlerini bana çevirdi.

-peki o niye beyfendi! Evde bu halde mi dolaşacaksın? Üstün başın çamur içinde!

Gözlerim hafifçe kendi bedenime değdi. Gerçekten her yerim çamur içindeydi.

Kafamı kaldırıp serpil hanıma baktım.

-giremem çünkü...kıyafetim yok!

Bunu, neden bilmem ama çok utanarak söylemiştim.

Serpil hanımın gözlerinden şefkat duygusu geçti.

Emir hızla atıldı.

-ben veririm sana kıyafet!

-olmaz!

Dedi gökhan.

Anlamsız gözlerler baktılar gökhana.

-neden öyle bakıyorsunuz! Emirin kıyafetleri küçük gelir gökaya. Benden giyinsin işte!

Gittikçe yerin dibine çekiliyordum. İğrenç bir duyguydu.

-gerek yok. Ben gider alırım kendi eşyalarımı.

Sami bey hızla bana dönderdi bedenini.

-geç adam akıllı duşunu al ! Gökhan sana gerekli eşyaları verir!

Tepkisine şaşırsamda belli etmedim.

Koluma giren serpil hanımla banyoya ilerledik. Banyoya benden önce giren serpil hanım bana havlu çıkardı.

-bak bunlar temiz yavrum. Hiç kullanılmadı daha. Bunlarda sabun falan. Kullanırsın.

Kafamı teşekkür etmek mahiyetinde salladım. O sıra elinde kıyafetlerle gökhan geldi.

‐bunları giyersin.

Mahçup hissetmemden sebep ellerim sanki beton bağlanmış gibi ağır hareketlerle uzandı kıyafetlere.

-işini halledip gelirsin oğlum. Mutfakta kahvaltı hazırlayacağım.

Yine kafamı salladım ve banyonun kapısını kapattım. Kapının arkasına yasladığım bedenimle birlikte derin nefesler almaya başladım. Ama fazla oyalanmamın doğru olmayacağı bilinciyle hemen üstümdekilerden kurtuldum. Elbette onları kirli sepetine atacak yüzüm yoktu. Açtığım sıcak suyla hemen çamura bulanmış kıyafetlerimi ıslattım. Elime aldığım sabunla iyice köpürtüp çitiledim. Köpüğünden arındırmak için duruladığım kıyafetlerin suyunu iyice sıktım. Su sızmayacak şekilde sıktığımdan emin olduktan sonra hemen arkamda duran havlupana attım kıyafetleri.

Kendim de suyun altına girdim. Bir yandan da çok büyük olmayan ama beyazın hakim olmasıyla birlikte ferah görünen banyoyu inceliyordum. Düşüncelerimden uzak olmak için banyonun her bir köşesini ezberledim. İşim bittikten sonra hemen duşa kabinin dış tarafında asılı duran havluya uzandım ve belden aşağıma sardım. Gökhanın getirdiği kıyafetlere uzandım. Siyah bir tişört vardı onun altında paketi hiç açılmamış bir baksır duruyordu. Baksırı paketinden çıkardım ve giyindim. Elimdeki ambalajı hemen lavabo dolabının yanındaki çöp kutusuna attım. Elim yine siyah olan ve bilek kısmı lastikli bol eşofmana gitti. Tişörtü de giyindikten sonra benim için koymuş olduğu siyah kazağı fark ettim. Ama onu es geçtim. Tişört yeterliydi. Kazağı elime aldığım an içinden çorap düştü. Utana sıkıla olsada giyindim çorabı.

Banyodan çıkmadan önce son kez kontrol ettim ve temiz bıraktığıma emin olduktan sonra çıktım. Elimdeki kazağı nereye koymam gerektiğini bilmiyordum o yüzden vestiyere ilerledim ve düzgünce katlayıp koydum.

Mutfaktan konuşma ve gülüşme sesleri geliyordu. Bir an mutfak kapısında öylece dondum kaldım.

Bensiz ne kadar mutlular? Sarsılmazlarda öyleydi!

Kendine gel gökay! Sende git yanlarına o zaman!

Ben gidersem o konuşmalarda kahkalarda kesilir ama!

Nereden biliyorsun!?

Çocukluğum böyle geçti!

Ama onlar sarsılmazlardı! Şuan demirdağ ailesi ile birliktesin!

Fark etmez olacağı biliyorum!

Bilemezsin! Git ve dene ! Olmayacak bu sefer öyle!

Derin bir nefes aldım ve içimdeki sese uyarak mutfağa bir adım attım. İlk başta beni fark etmediler. Ama sonra bildiğim şey gerçekleşti. Konuşmalar kesildi, kahkalar son buldu.

Ne dedim ben sana!?

Az önce bilmiş bilmiş konuşuyordun ne oldu. Nereye kaçtın şimdi!?

-gökay! Gel hadi oğlum!

Bana seslenen serpil hanıma uydum ve masaya doğru ilerledim. Sami bey başta oturuyordu. Sol tarafında serpil hanım vardı. Sağ tarafında ise gökhan. Emir serpil hanımın yanına, kerimde emirin yanına oturmuştu. Emirin karşısı boştu. Kerimin karşısında onur ve onun yanında da ufuk oturuyordu.

-geç hadi oğlum!

Serpil hanımın eliyle işaret ettiği yere baktım. Emirin karşısı, gökhan ve onurun ortasıydı. Aman ne güzel!

Sakin adımlarla ilerledim ve oturdum. Mutfak gayet genişti.

-hadi buyrun afiyet olsun!

Dedi bey baba.

Nasıl yani başlamamışlar mı!?

Gözümü tabaklarında gezdirdim. Boştu ve daha yeni dolduruyorlardı.

-sende öyle bakıp durma evlat! Al tabağına bir şeyler!

Dedi bey baba. Bana karşı olan öfkesi hâlâ seninden belli oluyordu. Böyle olunca içimi huzursuzluk kaplamıştı. Ama neden!? ben bundan daha fazlasına alışkındım!

-hadisene evlat!

Bey babanın tekrarlamasıyla çatalımı elime aldım ve tabağıma bir kaç bir şey koydum. Benim için asırlar süren kahvaltı merasimi bitmişti herkes yavaştan sofradan kalkıyordu. Nasıl yani bu kadar kişinin bulaşığını tek bu kadın mı toplayacak!?

Onların aksine serpil hanımla birlikte bende kirli olan tabak çanağı toplamaya başladım. Bir an şaşkınlıkla kaldı hepsi. Ama aldırmadan devam ettim. Yazık değil miydi bu kadına!?

-oğlum ne yapıyorsun!

Şaşkınlığı sesinden okunan serpil hanıma döndüm.

-birlikte yemedik mi !? O zaman toplamanıza da yardım etmem gerekir!

Hepsi bir kez daha şaşkınlığa uğramıştı.

Gözleri doldu serpil hanımın.

-seni bu yaşa getiren kadın...yani annen! Ne kadar güzel yetiştirmiş.

Elimde tezgaha koymak üzere olduğum tabaklarla birlikte dondum kaldım. Annem mi!? Kahkalarla gülebilirim buna!

Boğazımı temizledim.

-annem değil!

Anlamsız gözlerle bana baktılar.

-yani annem öğretmedi.

Tonton ayşemden öğrenmiştim. Ayşe abla ben küçükken gelmişti evimize. Bana annemden çok annelik yapmıştı. Tüm çalışanlar mutfakta yemek yerdi. On üç yaşıma kadar bende onlarla yedim. Çünkü funda sarsılmaz beni kendi masalarında istemezdi. Bana sofra adabını tonton ayşem öğretmişti. Elma şekeri gibi şiş ve al olan yanakları ona tonton ayşem dememi sağlamıştı. Bazen elma şekerimde derdim. Tonton ayşem sofrayı toplarken onun ne kadar yorulduğunu görür ve ona bakarak öğrendiklerimle ayşe ablaya yardım etmeye çalışırdım.

-öyle mi ben...kusura bakma oğlum. Annen öğretmiştir diye düşündüm.

Derin bir nefes çektim içime.

-kusur olacak bir şey yok. Fakat annem değil elma şekerim öğretti.

Emir kıkırdadı.

-elma şekerin mi!?

Kafamı salladım.

-hıhı elma şekerim.

-o kim?

Dedi serpil hanım merakla.

-aslında ismi ayşe. Ben ona elma şekerim ya da tonton ayşem derdim. Evin çalışanıydı. Onunla beraber toplardım masayı. O kadar çok severdim ki onu yorulduğunu gördükçe kıyamazdım. O zamanlardan kalma alışkanlık işte!

Bunları söylerken bir yandan da sofrayı toplamaya devam ediyordum.

-peki görüşüyor musunuz hâlâ?

Bunu soran ufuktu.

Yutkundum. Nefesim kesiliyor gibi oldu.

-yok! 

-neden!?

Dedi merakla.

-öldü.

Sesim çok durgun çıkmıştı.

Serpil hanım hemen lafa girdi.

-kusura bakma oğlum biz bilemedik... başın sağ olsun.

Kafamı salladım.

Tonton ayşemin ölümünü hatırlamak içime ok gibi saplanmıştı.

-ben seni üzmek istemem ama... peki nasıl vefat etti...tonton ayşen.

Serpil hanımın çekinerek sormuştu.

Çekinerek sorması beni güldürdü.

-trafik kazası.

-öyle mi!

Ne diyeceğini bilememiş gibi kaldı.

-pazara diye çıkmıştık. Evin bir kaç eksiği alınacaktı bende geleceğim diye tutturdum. Kıyamadı kabul etti. Pazardan bana pamuk şeker almıştı. Ben elma şekeriysem sende pamuk şekersin diye.

Hatırladığım sözüyle güldüm.

-Daha önce hiç yememiştim. Ama açmadım o şekeri. Eve gidince tonton ayşemle paylaşıp yiyecektim.

Boğazıma bir yumru oturdu.

-Her şey yolundaydı. Benim bir elimde biber poşeti vardı. Diğer elimde pamuk şekeri. Tonton ayşemin iki eli doluydu. Bana vermemişti. Sen daha çocuksun, ben yaşlanınca sen büyümüş olacaksın. O zaman da sen taşırsın.

Bir süre sessiz kaldım

-Anlaştık demiştim ama arkamızdan gelen arabanın tonton ayşeme vurup kaçacağını bilemezdim.

O yumru boğazıma öyle bir yerleşmişti ki zor nefes alıyordum.

-Dediği gibi oldu! Ben büyüdüm, artık tüm poşetleri taşıya bilirim. Ama elma şekerim hiç yaşlanmadı.

Bir yandan konuşurken diyer yandan mutfağın işlerini bitirmiştim. Son olarak ellerimi yıkayıp yanlarından geçtim ve salona yöneldim. Hiç birinden tek kelime çıkmıyordu.

Koltuğun bir köşesine oturdum. Ardımdan da hepsi geldi ve oturmaya başladı. Bir süre bana baktılar ama ben tepkisizce halıyı izliyordum. En son bey baba televizyondan haberleri açtı. Bir tek serpil hanım yoktu salonda.

Ne kadar öyle durduk bilmiyorum ama artık gözlerim ağırlaşıyordu. Kapamamak için uğraşsamda olmuyordu. En son kapandı gözlerim ama uyumamak için direniyordum. Uykuyla uyanıklık arasındayken serpil hanımın sesini duydum. Ama göz kapaklarım yapışmış gibi ayrılmadı birbirinden.

-sami!

-efendim hanım?

-gökay...

Ee ne olmuş!? Ne yaptım yine!?

-ee ne gökay!? Söylesene hanım!

-kıyafetlerini kirli sepetine atmamış.

Sami bey derin bir soluk çekti.

-bende bir şey oldu sandım hanım. Bilememiştir çocuk. Alıp koyu verseydin kirli sepetine.

-öyle değil...elinde yıkamış!

-ne!? 

Bu tepki sadece bey babadan değil hepsinden gelmişti.

-öyle işte elinde yıkamış havlupana asmış. Ama suç bende, çocuğa demezsem ,oğlum kirli sepetine at diye böyle olur!

-tamam hanım! Üzme kendini olan olmuş hem çocuk uyuyor bak! Üstüne bir şey getiri verelim.

-tamam tamam ben getiririm sen otur.

Üstümde bakışlar hissediyordum ama gözlerim açılmamakta inatçıydı. Çok sürmedi zaten kendimi karanlığa teslim ettim. Fakat bu da uzun sürmedi. Üzerime konulan bir şey hissettiğim an irkilerek uyandım ve karşımdakinin bileklerine yapıştım.

-hop sakin ol! Ne yapıyorsun!

Gökhandı bu.

-üstünü örtüyordum!

Ellerimi çektim hızla.

-uyumuyorum gerek yok!

Diğerleri de bana tuhaf bakıyorlardı ama umursamadım. O sıra da bir telefon sesi duyuldu. Bu benim telefonumun sesiydi.

Gerçekten ne kadar olmuştu elime almayalı?

Oturduğum yerden kalktım ve sese doğru gittim. Her zaman ceketimin iç cebinde bulundururdum. Elimi ceketimin iç cebine attım önce çakının metal soğukluğunu hissettim. Sonra telefona ulaştım. Bir yandan da tekrar salona yöneldim. Ayakta duracak mecalim yoktu. Umarım hastalığın habercisi değildir.

Arayan cemdi.

Daha fazla bekletmeden açtım telefonu.

-efendim abi?

-ULAN NEREDESİN SEN LAN ! HER YERE BAKIYORUM YOKSUN! ARIYORUM AÇMIYORSUN! HANGİ DELİKTEYSEN ORDAN SİKTİR OLUP YANIMA GELİYORSUN!

Sesi o kadar yüksek çıkıyordu ki telefonu kendimden uzaklaştırmak zorunda kaldım. Cemin telefondan dışarıya taşan sesi herkesin kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.

-bağırmasana abi! Kafamı siktin !

-ULAN DUA ET SENİN BELANI SİKMİYORUM BEN! NERDESİN LAN SÖYLE BEN GELECEĞİM!

Neden bilmiyorum ama bir an panikledim.

-YOK! Yani ben gelirim abi ! Sen nerdesin?

-ne haltlar karıştırıyorsun lan sen yine!? Neden gelmemi istemiyorsun!

Derin bir nefes aldım.

-abi bir halt yediğim falan yok! bunları ben gelince konuşuruz ! Sen nerede olduğunu söyle.

-GEL LAN! GEL! AMA BAŞTAN SÖYLEYİM O YAKIŞIKLI YÜZÜNÜ FENA DAĞTACAĞIM!

Güldüm.

-abi sen bağırmadan konuşamıyor musun? Ayrıca kurbanın olayım yüzüme dokunma! Kızlar beğenmeyecek sonra!

Onun da güldüğünü anlamıştım ama belli etmemek için tekrar bağırmaya başladı.

-SENİN KIZINA BAŞLARIM LAN! GEL HEMEN!

Yine güldüm. Fazlasıyla endişelenmiş olsa gerek.

-Tamam geliyorum şimdi! Ama keşke nerede olduğunu da söylesen! Ne naz yaptın be! Kaç kere sordum.

-bak bir de alay ediyor benimle. Saffetin oradayım.

Ve telefon yüzüme kapanır. Kendi kendime mırıldandım.

-Allahın manyağı!

Kafamı telefondan kaldırdığımda hepsi tuhaf bakıyordu. Ne yapabilirim? Bizde böyle anlaşıyorduk.

Oturduğum yerden kalktım ama bu sefer en azından haber vermeye karar verdim. Sonuçta bu durumdan rahatsız olduklarını belli etmişlerdi. Tekrar habersiz gitmem doğru olmazdı.

-benim çıkmam gerekiyor.

Böyle mi söylenirdi acaba!?

Ne bileyim ben daha önce hiç yapmadım ki.

-nereye!

Bey babanın hesap sorar gibi çıkan sesiyle ona döndüm.

-arkadaşın yanına.

Dedim. Sakin kalmaya çalışıyordum. Evet, bu haber verme durumu benim için hiç alışılagelmiş bir şey değildi ama uyum sağlamak doğru olandı.

-sen böyle mi izin alıyorsun!?

İzin almak!? Ne diyorsun bey baba ne izin alması?

-izin almak derken!? Zaten izin almıyorum. Haber veriyorum.

Bey babanın kaşları daha çok çatıldı.

-bak oğlum! Bu senin yaptığın ne haber vermek ne izin almak! Bu evde kimse kafasına göre takılamaz. Bu evin bir düzeni var! Anlıyor musun! Dün öylece çekip gittin bir şey demedim kendimi tuttum. Ama bu böyle sürmez anlıyor musun!? Ben çocuğumun nerede olduğundan haberdar olmak isterim!

Derin nefes al gökay ve sakin ol. Adam haklı! Kendilerine göre bir düzeni var. Buraya gelip bunu bozamazsın.

-anlıyorum. Haklısınız. Daha dikkatli olmaya çalışırım. Ama çok hesap verme alışkanlığım yoktur. Yani öyle yetiştiril-

-OLSUN O ZAMAN!

Bey babanın yükselen sesiyle benimde kaşlarım çatıldı.

-BABA!

Dedi kerim. Sanki ne yapıyorsun demek ister gibi.

-sen karışma kerim!

Sen karışma yasin!

Ne kadar benziyordu cümleler.

Buruk bir tebessüm belirdi yüzümde.

-lütfen bağırmadan konuşalım sami bey!

-mesele bu değil çocuk! Anlıyor musun!? Senin nerede olduğunu bilmek ne yaptığını bilmek benim en doğal hakkım!

Bilmem öyle miydi!? Benim hiç babam olmadı da !!!

-bu evin düzenini bozmak istemem zaten. Durum neyse ayak uydurmaya çalışacağım.

Sinirle bir nefes çekti içine.

-çalışmayacaksın! Yapacaksın! Bu evin düzeni bu! Abilerin her seferinde senin peşinden koşup, gecenin bir yarısından sabahlara kadar seni aramak zorunda değil!

Yavaştan sakinliğimi kabediyordum.

-aramasınlar o zaman bey baba! Daha önce siz mi vardınız hayatımda !?

-ARTIK BİZ VARIZ VE BU EVİN DÜZENİNİ KİMSENİN BOZMASINA İZİN VERMEM! BOZACAKSAN KAPI ORADA-

Emir babasını susturmak için hızla ayaklandı.

-BABA YETER ARTIK!

Ama ben anlayacağımı anlamıştım ve bana kapı gösterilen yerde daha fazla durmak gibi bir niyetim yoktu.

-ben anladım seni bey baba! Eyvallah!

Ayaklandım ve vestiyerden ceketimi aldım.

-hayır gökay, lütfen hayır!

Emir arkamdan sarılmış ve gitmemi engellemeye çalışıyordu.

-annecim dur lütfen! Baban o senin. O senin için endişeli o yüzden öyle davrandı.

Hızla emirin bana sarılan kollarından kurtuldum. Ama bu sefer de kerim yapıştı koluma.

-nereye gökay! Otur konuşalım!

Kerime döndüm.

-konuşulacak bir şey yok kerim!

-ne demek yok! Geç bir içeri! Babam başına bir şey gelir diye korkuyor!

Tek kaşım havalandı.

-öyle mi!? Peki kaçınıza, başınıza bir şey gelir korkusuyla kapıyı gösterdi!?

Herkes sessizleşti. Kimseden ses çıkmadı.

-bende öyle tahmin etmiştim!

Gözlerimi salonun kapısının ağzında dikilen bey babaya çevirdim. Gözlerinde hüzün vardı ama şuan bunu umursayacak değildim.

Bey babaya doğru ilerledim. Bu hareketimle hepsi umutlandı ama ben cebimdeki anahtarı çıkarıp bey babaya uzattım.

-yanlış anlama bey baba! Sen kırılacağım biri değilsin! Sadece bana kapı gösterilen bir yerde durmak gibi huyum yok!

Uzattığım anahtarı almadı. Ama ağzını açıp bir şeyde demedi. Ben de anahtarı yan tarafta duran vestiyere attım. Sonra gökhana döndüm.

-merak etme komiserim! Biz seninle nasıl olsa denk geliriz. Üstümdeki kıyafetlerin parasını o zaman öderim.

Kapıya doğru ilerledim ve açtım. Ayakkabılarımı giyindim. Bir yandanda üstüme ceketimi geçirdim. Arkamı bir kez olsun dönmeden hızla indim merdivenleri.

Sen yapamazsın oğlum! Aile kavramı yok sende!1

İçimdeki sesi umursamadım ve taksi durağına ilerlerken kendi kendime mırıldandım .

-Bir köşede öleceğim!

Üstümde eskimiş bir ceket!

Altımda tozlanmış bir pantolon!

Ayağımda yırtık bir ayakkabı!

Belki anlımın bir köşesinden belki de dudağımın bir kenarından ince bir kan süzülecek.

Ama benim için göz yaşı döken kimse görülmeyecek.

Bir ben bir yalnızlığım bir de kanı çekilmiş cansız bedenimle veda edeceğim bu hayata!

 

 

-gel gel ! Belanı sikeceğim!

Bir anda yüzüme yediğim yumrukla kafam sol tarafa doğru döndü.

-abi! Bir dur ya!

Hâlâ vurmaya devam eden cemden kurtulmaya çalışıyordum.

-ne duracağım lan! Neredesin sen! O gün bir kayboldun ortadan, bir daha yoksun!

-tamam abi ! Valla anlatacağım.

Vurmayı kesti ve bir anda beni kendine çekip sarıldı.

-ne kadar korktum biliyor musun!? Başına bir şey geldi sandım.

Bende ceme sarılmaya devam ettim.

-neler gelmedi ki zaten!

Beni kendinden uzaklaştırdı.

-o ne demek lan!?

Gözlerimi ileride duran adama çevirdim.

-anlatacağım ama önce şu adamın neden iki saattir beni takip ettiğini bir öğrenmem lazım!

Cemin kaşları çatıldı ve bedeni gerildi.

-ne takip edilmesi ! Kim takip ediyor!?

Adamın, fark ettiğimi anlamaması için gözlerimi ceme çevirdim ve gülerek konuştum.

-bende bilmiyorum abicim! Ama anlayacağız şimdi!

Sakin hareketlerle adama yöneldim. O sıra cem kolumu tuttu.

-dur ! Tek başına gidemezsin! Bende geliyorum.

Bakışlarımı tekrar ceme çevirdim.

-gerek yok abi kendim hallederim. Hem anlamasın şimdi. Ürkütmeyelim.

Cem sıkıntıyla bir iç çekti.

-tamam haklısın. Ama dikkatli ol! Ben zaten izliyor olacağım.

Sadece kafamı salladım ve tekrar adama yöneldim.

Ben yaklaştıkça adam yüzünü saklamak ister gibi yönünü benim tersime dönmeye başladı.

Yavaşça arkasından yaklaştım. Kolumu boynuna sardım, sıkmaya başladım. Adamın iki eli birden koluma sarıldı. Kulağına yaklaşıp fısıldadım.

-birinci kural asla takip ettiğin kişiye arkanı dönme.

Adamdan kolumu ayırdım ve hızla çevirip yakasına yapıştım. Adam derin nefesler almaya çalışıyordu.

-ikinci kural yakalandıysan asla yalan söylemek gibi bir hata yapma!

Adamın gözleri korkuyla parlıyordu. Ama bu çok baskın bir korkuydu. Yani benden değil başka bir şeyden korkuyordu.

Eli cebine gitti. Temkinli olarak müsade ettim. Ne çıkaracak merak ediyordum. Cebinden bir zarf çıkardı ve elime tutuşturdu.

-bu ne lan !? Geçen o zarfı bırakanda mı sendin!?

Adam daha ağzını bile açamamıştı ki kurşun anlını delip geçti. Adamdan sıçrayan kan yüzüme bulaştı.

-siktir!

Adam ellerimin arasından kayıp yere yığıldı. Adama sıkılan tarafa baktığımda yüzünde sadece gözlerini açık bırakan bir maske vardı. Kafasındaki şapkayı anlına kadar indirmişti. Kaçmak için hareketlenen adamla bir anlığına göz göze geldik ama koşarak uzaklaşmaya başladı. Benim yanıma doğru koşan cemi es geçtim ve bende adamın peşinden koştum.

Dışarı çıktığımda adam ortadan kaybolmuştu bile. Sağ sola baktım ama yoktu. Sağ ayağımı sinirle yerdeki küçük taşa vurdum.

-siktir! Siktir!

Başımı ellerimin arasına almış volta atarken cem geldi yanıma.

-gökay ! İyi misin? Bir şey oldu mu sana!?

Ellerimi başımdan çekip ceme baktım.

-bende bir şey yok! Adam kaçtı!

Cem tek eliyle saçlarını karıştırdı.

-ne oluyor gökay! Kim bunlar! Kime bulaştın lan!?

Sinirle ceme döndüm.

-bilmiyorum lan! bilmiyorum! Hiç bir fikrim yok!

O sıra saffette telaşla çıktı içerden.

-gökay ne oluyor lan!?

Derin bir soluk aldım.

-bilmiyorum saffet!

Saffet ellerini beline yerleştirdi. Hepimiz gibi onunda kafası karışmıştı.

-içerdekini hâlledelim.

Dedi saffet.

Kafamı salladım sadece.

-ben çocuklara söylerim şimdi.

Yine kafamı salladım.

Cem geldi omzuma dokundu.

-hadi içeri geçelim. Dışarıda durmak mantıklı değil şuan!

Ceme baktım.

-siz geçin ben beş dakikaya geliyorum.

Cem tereddüt etsede kafasıyla onayladı.

Adamın elime sıkıştırdığı avcumda kırışmış zarfı açtım.

HÂLÂ CEVABIMI ALAMADIM GÖKAY TUNA! TANIŞMAK İSTEMEZ MİSİN!?4

¤M.T¤

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 12.10.2024 18:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...