Bazen insan her şeye yetişemez. Koşarsın, ciğerlerin yanana kadar koşarsın ama yetişemezsin bir türlü. Bazen de yetişir insan. Hiç umudu yokken bile yetişir ama yetişmek tek başına yeterli olmaz. İnsan hayatı bir kumardır. Hilesi bulunamayan tek kumar!
Şansa bağlıdır her şey. Yetişmek de yetişememek de. Yaşamak da ölmek de.
Duyduğum silahın sesi beynimde yankılanıyordu. Öylece telefona bakarken kendine gelmesi için beynime komut göndermeye çalışıyordum. Eğer hâlâ küçük bir ihtimal bile varsa geç kalmak istemiyordum.
Hadi! Kendine gel! Yetişmem lazım!
Defalarca tekrarladım fakat beni kendime getiren şey bu komutlar değil, omzuma konulan el oldu.
Buna zamanım yoktu. Yetişmem gereken, soluksuz kalana kadar koşsam bile cehennemden tutup çıkarmam gereken biri vardı.
Hepsi başıma toplanmıştı. Hızla aralarından sıyrıldım. Ben kapıya koşar adımlarla giderken hepsi arkamdan geldi.
-dur gökay! Gidemezsin! Polise haber veririz!
-sen istediğini yap! Ben her türlü gideceğim!
Gökhan ne yapacağını bilememiş gibiydi.
İşaret parmağı ile salonu gösteren bey babaya baktım.
İstemsizce dişlerimi sıkıyordum.
-ikiz hayır! Duymadın mı silah sesini!?
-haklılar gökay! Polise haber verelim!
-abi! Şu an sadece beni oyalıyorsunuz! Çekilin!
Kerim kafasını olumsuz anlamda salladı.
Derin bir nefes aldım ve önümdeki kerim ve gökhan'ı hızla itip kapıya yürüdüm.
Serpil hanım koşarak sırtını kapıya yasladı. Bir yandan da gözünden yaşlar akıyordu.
-hayır oğlum! İzin vermem! Hayır!
Dedim. Kafasını olumsuz anlamda salladı.
-hadi çekil. Ben ne yaparsanız yapın gideceğim oraya.
Tekrar kafasını olumsuz anlamda salladı.
Dedim. Kimse neden özür dilediğimi anlamadı.
Hızla serpil hanımın beline sağ kolumu sardım ve kaldırıp arka tarafa koydum. Dengesini kaybediyor gibi oldu ama hemen toparladı. Bende bu sırada kapıyı açtım ve ayakkabılarımı giyinmeye başladım.
-anne tamam! Sakin ol! Bende gideceğim gökayla.
Serpil hanım gökhana baktı. Elinden bir şey gelmeyeceğini anlamış olsa gerek ki sessizce kabullendi.
Bir şey demedim. Yanımda gökhan'ın olması iyi olurdu.
Ona itiraz edecektim ki gökhan onayladı.
-ne kadar kalabalık olursak o kadar iyi. Ben ekiplere de haber vereceğim yolda.
Yine bir şey demedim. Yeter ki yola çıkalım artık.
Emire bağırmamla emir irkildi. Onun gelmesini istemiyordum. O fazla hassas ve fazla savunmasızdı.
-neden!? Hepiniz gidiyorsunuz!
-neden ya!? Abim gibi davranmasana! Seninle aynı yaştayız! Sen gidiyorsan bende gidebilirim!
Aslında ona bağırmak hiç istemiyordum ama tutamıyordum kendimi.
-GELMEYECEKSİN LAN! ORADA NEYLE KARŞILAŞACAĞINI BİLİYOR MUSUN!? BELKİ DE...BELKİ DE YAŞAMINA SON VERİLMİŞ BİR KIZ VAR ORADA! SEN BİR ÖLÜYÜ GÖRMEYİ KALDIRABİLECEK MİSİN!?
Emir sessiz kaldı ve başını öne eğdi.
Bunu diyince kafasını kaldırdı.
-sen kaldırabilecek misin!? Senin için normal bir şey mi!?
Sertçe yutkundum. Neleri kaldırmıştı bu bünye! Bir bilse.
Emirden gözlerimi çektim ve içeriye seslendim.
-hızlı olun yoksa tek gideceğim!
Gökhan hemen ayakkabılarını giyindi. Diğerleride ardından tek tek çıktı.
Merdivenlere yönelmiştim ki koluma bir el sarıldı. Kafamı çevirip baktığımda serpil hanımı gördüm.
Sürekli akan göz yaşları birbirini takip ediyordu.
Sadece kafamı salladım ve kolumu elinden kurtarıp merdivenleri hızla indim.
Gökhan da ardımdan indi. Hemen arabaya geçtik. Kerim, ufuk ve onur da diğer arabaya bindi.
Konumu açmak için çıkardığım telefonum çalmaya başladı. Aynı numaraydı. Seri bir şekilde açtım.
-alo!
Ağlama sesi geliyordu yine. Bu kızın sesiydi! Ona sıkmamışlardı. İçim rahatladı.
-iyi misin!? O silah sesi neydi!?
Arkadan gürültü sesleri gelmeye devam ediyordu.
-kapıyı açmak için sıktılar ama olmadı! Tam o sıra şarjım bitti. Gelicek misin abi!?
Kalbim sıkıştı. Sesindeki çocuksu tonu anlaya biliyordum. Anlardım ben o ses tonunu. Herkes anlayamazdı o çaresiz sesi ama ben anlardım. Çocuk olamayanlar bilirdi bu tonu. Diğerleri ise bir genç kızın çaresiz yakarışı sanardı. Ama bu içindeki çocuğun yalvarış sesiydi .
Şaşırmamıştım özür dilemesine. Kimsesiz bir çocuğun başkasına muhtaç hissettiği için utanma duygusuydu bu.
-özür dileme abim. Zaten ara diye ben verdim numaramı.
-kapatmasan olur mu abi? Ben çok korkuyorum da.
Bu sefer benimde sesim fısıltı şeklinde çıktı.
Gökhana çevirdim bakışlarımı ve kafamı salladım.
Sesi hoparlöre aldım ve konumu açtım. Gökhan'ın görebileceği bir yere telefonu sabitledim.
-konuşmak ister misin? Sohbet edelim bir az.
Bunu rahatlaması için demiştim. Evet korkusunu dindirmezdi ama başka bir şeye odaklanmak rahatlatırdı onu.
-olur...ben...ilk defa bana sahip çıkan kişi sensin. Daha önce beni hiç koruyan biri olmamıştı...yardımıma koşan ve bunu koşulsuz yapan biri. Teşekkür ederim abi.
Boğazımı temizledim. Sanki aldığım oksijen yetmiyordu.
-en azından ölsem bile...birinin sana sahip çıkması nasıl bir duygu bilerek öleceğim. İnsan bunun için mutlu olur mu? Bilmiyorum. Ama ben oldum... tekrar teşekkür ederim.
Nefesim iyice daralmıştı. Anlattığı şeyleri o kadar iyi anlıyordum ki.
-güzel şeyler konuşalım. Ne dersin!?
Düşündüm. Gerçekten ne konuşulurdu.
-güzel! Peki hiç sahiplendiğin bir hayvanın oldu mu!?
-sahiplenmedim ama sürekli beslediğim bir kedi var. Sayılır mı?
-sayılır. Ondan bahsetmek ister misin?
-olur. Onun adı yaramaz. Öyle koydum ismini çünkü hiç yerinde durmuyor. O kadar hareketli bir kedi ki. Bir de hiç söz dinlemediği için ona yaramaz dedim. Pencereme gelme kızarlar diyorum ama hiç dinlemiyor beni. Beyaz gri tüyleri var. Gözleri mavi biliyor musun!?
O anlattı ben dinledim. Yol yıllarca sürecekmiş gibi geldi. Gökhan bir ara yolda ekiplere haber verdi.
-az kaldı. Beş dakikaya oradayım.
Derin bir nefes alma sesi geldi.
-şu an bir az daha rahatladım.
Bir şeylerin devrilme sesi geldi ve eş zamanlı olarak kızın çığlık sesi.
-ne oluyor !? CEVAP VER! DUYUYOR MUSUN!?
Arabanın durmasıyla etrafa daha dikkatli baktım. Yıkık dökük bir mahalleydi burası. Önünde durduğumuz ev iki katlı, bahçeli, duvarları çatlamış ve boyası yer yer dökülmüş bir harabeydi.
Arabadan indim ve bahçe kapısının önünde durdum. Konuma göre burası olmalıydı. Hafif aralık duran demirden ve paslanmış bahçe kapısını ittim. Bahçeye bir adım attım.
-gökay! Bekle! Ekipler gelmek üzere.
Beklemeyecektim. Duramazdım ki.
Tekrar hareketlenmiştim ki kerim tuttu bu sefer kolumu. Olduğum yerde dönmeden kerime baktım.
Bir şey demek için açılan ağzı evin kapısının gürültüyle açılması ile geri kapandı. Hızla oraya baktım.
Bir adam kızı iterek bahçeye fırlattı. Kız ağlıyor ve yalvarıyordu.
-baba lütfen! Ben bir şey yapmadım! Yemin ederim! Lütfen baba!
Adam kıza silahı doğrulttu ve bağırdı.
Kolumu kerimden kurtardım ve adama doğru koşmaya başladım.
Gelen sesle adam bizden tarafa baktı. Sonra kıza bağırdı.
Patlayan silahla olduğum yerde kaldım. Gözüm kıza değdi. Kalbine isabet eden kurşunla yere yığılmıştı. Kanlar yavaş yavaş vücudunu terk ediyordu. Nefes alamadım, yutkunamadım.
Öfkem beni dinç tuttu. Adamı öldürmek istedim. Üstüne yürüdüğüm adam silahını bana doğrulttu bu sefer, ama durmadım.
Arkamdan da silah çekme sesi geldi. Gökhan olmalıydı.
Adam daha çok sarıldı silaha. Umrumda değildi. Nefretimi ona kusmak istiyordum sadece. Öldürene kadar ona haykırmak.
-gökay ! Dur! Sende indir silahını polisim ben!
Dinlemedim,adama elinde tuttuğu silah aramızda bariyer oluşturana kadar yaklaştım. Silah göğüsüme dayandı.
Adam yutkundu ama silaha daha çok sarıldı.
Siren sesleri etrafta yankılanmaya başladı.
-asıl ben seni öldüreceğim it!
Arkadan sürekli sesler geliyordu. Ambulans çağıran kerim, adama silahını atmasını söyleyen gökhan ve sürekli bana ikazda bulunan ufuk ve onur.
Hiç birini duymuyordum. Sadece ben ve bu şerefsiz vardı.
Siren sesleri kesildi. Etrafımızı polisler sardı.
Adam kafasını iki yana salladı.
-bu iti bu kahpenin yanına göndermeden atmam.
Silahı tuttum ve hızla ittim. Adam bu sırada tetiğe bastı. Hızlıca kolunu büktüm ve dizinin arkasına tekme attım. Adam yere düşünce silahta düştü. Kendimi tutamadım ve adamı yumruklamaya başladım.
Arkamdan biri sarıldı ve adamın üstünden almaya çalıştı ama bu piçi bırakmaya niyetim yoktu. Bu sefer daha fazla güç uyguladı ve beni çekti.
-senin hayatını sikeceğim lan! Ölmek isteyeceksin ama öldürmeyeceğim!
Arkamda beni tutan gökhan hızla önüme geçti bu sefer.
Derin derin soluklar aldım. İçimde bir volkan patlıyordu.
Kendimi sakinleştirdim. Kızın yanına gitmem lazımdı. Gökhanın beni tutan bedeninden ayrıldım ve kıza döndüm yönümü.
Sarsak adımlarla ilerledim ve yanına çöktüm.
Kerim elinde bir kumaş parçasıyla baskı yapıyordu. Yavaşca elim kızın boynuna gitti ve nabzına baktım. Çok hafif hissediyordum. Boynuna akan kan elime bulaştı.
Beş dakika, yedi dakika, dokuz dakika. Artık nabzını hissetmiyordum.
Ambulansın sesi duyuluyordu ama artık her şey için geçti.
Sağlık ekibi hızla geldi ve kontrol etti.
Kafamı kaldırınca sağlık çalışanıyla göz göze geldik. Olumsuz anlamda kafasını iki yana salladı.
Ellerim yumruk oldu. Getirdikleri siyah ceset torbasını yere serdiler ve içine koydular. Fermuarı çekerlerken durdurdum onları.
Bana baktılar ama umursamadım. Kıza yaklaştım.
Yavaşca geri çekildim ve işlerini yapmalarına müsade ettim.
-ifade için sizi de karakola alıyoruz.
Yanımdan gelen sese döndüm ve kafamı salladım.
-ahmet. Benimle gelir o. Ben getiririm.
Ahmet denen adam gökhanı onayladı.
Gökhan kafasıyla arabayı işaret etti bana.
Sesimi çıkarmadan arabaya yürüdüm ve bindim.
Yol boyu ikimizden de ses çıkmamıştı. İfadede ise her şeyi olduğu gibi anlatmıştım. Kızı nereden tanıdığımı sormuşlardı. Bu sefer gerçekleri söyledim çünkü artık koruyabileceğim biri yoktu.
-geldiğinizden beri bir şey yemediniz. Ben hemen hazırlayım bir şeyler.
Geleli beş saat oluyordu ve saat akşam on bir buçuk olmuştu. Kimsede iştah kalmamıştı. Geldiğimizden beri öylece oturuyorduk. Sadece ben sigaraya diye gittiğimde gökhan'ın olan biteni anlattığını duymuştum. Sefa, fulya ve çisem de buradaydı. Bugün burada kalacaklarmış. Bunu serpil hanım yaşananlar için özür dilerken öğrenmiştim. Yan apartmana taşınıyorlarmış ama tam yerleşmeye fırsatları olmadığı için yatılı kalacaklarmış.
-gökay bana yardım etmek ister misin oğlum?
Serpil hanımın sesiyle irkildim ve ona döndüm.
-sen yardım etmeyi seviyorsun ya ondan dedim.
Sakince kafamı salladım ve serpil hanımı takip ettim. Fulya hanım ve çisem de bizimle geldi.
Tezgaha yaslandım ve serpil hanımın ne yapacağımı söylemesini bekledim.
Serpil hanımın bana sorduğu soruyla ona bakmadan omuzlarımı silktim.
-ne demek fark etmez! Ben oğlumun istediği bir şeyi yapmak istiyorum.
-bir şey istemiyorum. Siz ne istiyorsanız onu yapın.
Serpil hanım kaşlarını çatarak baktı ama sonra üstüme gelmek istememiş olacak ki çiseme döndü.
-sen söyle güzel kızım benim. Ne yapsın sana serpil teyzen?
-senin fırında tavuğun çok güzel oluyordu serpil teyze. Ondan yapar mısın?
Serpil hanım çisem'in iki yanağını okşadı.
-benim kızım isterde yapmaz mıyım?
Bu sefer fulya hanım girdi söze.
-ay serpil bakma sen buna evde ne varsa onu yaparız.
Serpil hanım fulya hanıma kızarmış gibi baktı.
-girmesene sen bizim aramıza. Demi teyzecim?
Çişem de serpil hanımı onayladı.
Fulya hanım gülerek karşılık verdi.
-o zaman ben tavukları hallediyorum. Çisem sende salatayı yaparsın kızım. Gökay pilav yapmak ister misin oğlum?
Araya giren emirle hepimiz ona döndük.
-valla geçenlerde pilav yapmak için geçmiş ocağın başına her yer patlıyordu. Canımızı zor kurtardık.
Şu an abartıyordu. Sadece yağ sıçramıştı etrafa.
-bence de pilav benim için mantıklı değil.
-o zaman çorbayı sen yap. Pilavı fulya teyzen.
Fark eder mi gerizekalı!? Sen çorbanın hiç bir türlüsünü bilmiyorsun!
-iyide ben çorba yapmayı bilmem ki.
Herkes kendi işine dalmıştı. Serpil hanım bir yandan bana çorbayı tarif ediyor diğer yandan kendi işiyle ilgileniyordu.
Emir ise başımızda dikilmiş boş boş bizi izliyordu.
Derin bir nefes aldığını hissettim.
-beni yanlış anlama ama gözünün önünde biri öldü ve sen hiç bir şey yokmuş gibi davranıyorsun. Duygularını mı çok iyi saklıyorsun? Hayır yani iyi saklıyorsun onu biliyorumda yine de bu farklı bir durum. Ya da sana normal mi geliyor bu durum?
Ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Bu soru sabahki konuşmamızdan dolayı. Ona ölümlere alışkın olduğumu söylemiştim o da şimdi aklı sıra ağzımdan laf almaya çalışıyordu.
Dedi serpil hanım . Uyarı niteliğinde olduğu belliydi.
-insan hayatı bir kumardır. Hilesi bulunamayan tek kumar! Şansa bağlıdır her şey. Yetişmek de yetişememek de. Yaşamak da ölmek de.
İçimdeki yangını sadece ben görebilirdim. Beş dakika daha erken gidebilseydim...yaşıyor olacaktı!
-ben yetişemedim o da öldü. Hepsi bu!
Kimseden ses çıkmadı bende yaptığım işe odaklandım. Kafamdaki seslerle konuştum. Bolca kendimi suçladım...
Büyük bir sessizlikle herkes yemek yiyordu. Burada olmasam şimdiye kaçıncı paketim bitmişti. Kaçıncı alkol şişesi devrilmişti bilmiyorum ama şimdi oturmuş sakince yemek yiyordum.
-sabah kerime tatlı aldırmıştım. Onları da getireyim.
Serpil hanım masadan kalkınca çisemde kalktı ve tatlıları getirmeye başladılar.
Serpil hanım sevmediğimi öğrendiği için önüme koymuyordu ama bu seferde çisem koydu.
Sakin ol midem. Sakın bulanma!
-o tatlı sevmiyor sen onu bana ver.
Çisem tatlıyı onura uzattı ve yerine oturdu.
-bir insan tatlı sevmez mi ya!? Bak şuna çek kokusunu içine! Nasıl güzel geliyor kokusu!
Tatlı tabağını uzatıp önümde dolandırıyordu ama kokusu sadece midemi bulandırıyordu çünkü ben sadece tatlının değil kan kokusu da alıyordum orada.
Dedi kerim. Olayı bilen tek o vardı çünkü.
Aslında onur'un neden yaptığını anlıyordum. Kafasını dağıtmak istiyordu. Bugünki yaşadığı şeyin etkisinden kendince çıkmaya çalışıyordu ve bunun içinde kendine bir uğraş arıyordu.
-dalga geçiyorum abi neden kızıyorsun! Hem bir koklasa var ya müptelası olur tatlının.
Emirin bağırmasıyla herkes ona döndü.
-matematik sorusu. Acil bakman lazım gökay! Bekle getiriyorum!
Ortamda ki gerginliği sonlandırmak istemiş ve başarmıştı da.
Getirdiği testi önüme koydu. Sen ciddi misin bakışları attım. Emir iki omzunu indirdi kaldırdı.
-hadi ikiz! Bak şu soruya! Bir haftadır kafayı yedim!
Derin bir soluk çektim ve soruya baktım.
Emir hızla sayfayı çevirip cevaba baktı.
Emire sen malsın bakışı attım.
-bunu da çözemiyorsan git kendini şuradan bir yerden at!
Emir bana çattığı kaşlarıyla baktı.
Şaka yaptığımı bildiği için alınmıyordu.
Sefa beyin sorusuyla ona baktım. Hepimizin aklından aynı şey geçmiş olmalı ki altımız da aynı anda konuştuk.
Aynı anda cevap vermemize sefa bey , fulya hanım ve çisem şaşırmıştı.
Dedi kafası karışmış bir halde.
-yalan söylemesene odtü de tıp yok!
Bana dönüp konuşan çisemle bende ona baktım.
Bizimkiler dayanamamış olacak ki gülmeye başladılar. Emir söze girdi.
-gökay geldi işte babanem tutturdu sen okuyor musun diye...bu da diyor ki yaşlısın ondan.
Emir'in anlattıklarıyla hepsi gülmeye başladı.
Hâlâ ağzına tatlı tıkıştırırken onur konuştu.
-babadan zengin-yani şey diğer ailesi fazla zenginde. İhtiyaç duymamış. Kendi öyle söyledi valla!
Bir yandan da tatlı yemeye devam ediyordu.
-onur! Sen bugün kaşınıyorsun ha!
Onur kerime ben ne yaptım bakışları attı.
Funda ve serpil hanım sofrayı toplamıştı şimdi yine herkes sessizce oturuyordu.
-size salona yatak yaparım. Çiseme de oda verelim. Çocuklardan biri verir odasını.
Serpil hanımın konuşmasıyla hepimiz ona baktık.
-serpil biz hiç rahatsızlık vermeyelim. Bir şekilde hallederiz biz.
Serpil hanım kaşlarını çatıp baktı.
-o nasıl laf fulya! Hayatta bırakmam. Daha doğalgaz bile açılmamış ne yapacaksınız o soğukta?
Sonra kerime döndü serpil hanım.
-oğlum sen odanı çiseme ver abinin odasındaki koltukta yat.
-hayatta veremem! Bugün çok önemli bir kodlama var onu yazacağım.
Serpil hanım kerime seninle görüşeceğiz bakışları yolladı.
-ben verirdim odamı ama gökay var.
-ben evde olmayacağım zaten. Kalsın orada.
-hayırdır beyfendi! Nereye bu saatte?
Bana kaşlarını çatmış bakan bey babaya boş gözlerle baktım.
-bugün bana karışma. Sonra devam ederiz olur mu?
-neyse, fark etmiyor ben zaten bildiğimi yapacağım.
Anlamıyor muydu!? Eve sığmıyordum. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu. İyi bile dayanmıştım. Zaten gergindim bir de o üstüme gelirse tutamazdım kendimi.
-anlıyorum seni! Tamam! Korumaya çalışıyorsun kendince ama bugün yapma!
Konuşmak için açtığı ağzını geri kapadı uzun ve derin bir soluk aldı.
-sadece bugünlük! Nerede kalacaksın?
Üstüme gelmemesi işime gelmişti.
-GÖKAY! nerede kalacaksın dedim!
Yok bu aile işleri hiç bana göre değildi.
Allahım sen sabır ver. Kimsenin yanına gitmeyecektim. Sadece kendi evime yani yıkık dökük harabeme dönecektim.
Başka bir soru sormasına müsade etmeden ayaklandım.
-bekle ben seni bırakayım! Bu saatte nasıl gideceksin?
Kerim'in teklifini kabul etmedim.
Taksiyle gitmeyecektim. Yürüyecektim ve soğuk havanın iliklerime kadar işlemesine müsade edecektim. Belki içimdeki yangın söner diye umut edecek ve kendimi bu şekilde rahatlatacaktım.
Kimsenin söylediklerine kulak asmadan kendimi dışarıya attım. Yolum uzundu.
-yine sırtımdaki yükleri atmaya buraya geldim. Seni koruyamadım zamanında şimdi de kendi dertlerimle seni yoruyorum. Affet beni! Ama bu yükleri atmazsam dik duramam. Aslında senden nefret ediyorum! Kendini koruyamayan bir zavallıydın! Ama sonra düşünüyorum...bende kendimi koruyamıyorum. Sen küçük bir çocuktun bense koca bir adam. Senden kendini korumanı beklemek haksızlık olur. Yinede kendini korumayı bilmediğin için hep nefret edeceğim senden ve kendimden. Şimdi birimiz ölü birimiz yaşıyor...buna yaşamak denirse. Sen öleli uzun zaman oldu bense yaşayalı, ama uzun sürmeyeceğini temenni ederim. Yakında bu lanet yerle bağımız tamamen kopacak!
Kuru toprağın üstüne oturmuştum ve sırtımı mezar taşına vermiştim. Kafam yerdeydi. Sağ elimin içine biriktirdiğim toprağı sıkıyordum ve küçük taş parçaları avcumla bütünleşiyordu.
-seni koruyamadığım gibi onuda koruyamadım...kendimi koruyamadığım gibi onuda...çok yorgunum be... tükendim artık. Nefes almak bile zor geliyor. Neden!? Neden hep acı olmak zorunda bizim hayatımızda!? Keşke cevap verebilsen...şimdi evimize gideceğim. Hangisi der gibisin? Harabeye! Gitmeden bolca alkol alacağım. Orası soğuktur alkol içimi ısıtır. Tamam yalan yok! Belki içimdeki acıyı unutturur diye içiyorum.
Bir süre daha oturmaya devam ettim. Sonra uyuşmuş olan bedenimi kaldırdım ve elimdeki toprağı çırptım. Küçük taşlar avcumu kanatmıştı ama umursamadım. Mezarlığın çıkışına yürüdüm. Bir kaç adım sonra istemsizce durdum ve ardımda kalan mezara baktım.
Elimdeki siyah poşetin içinden birbirine çarpan alkol şişelerinin sesi geliyordu.
Bense acele etmeden merdivenleri çıkmaya devam ettim. Kapısını itip açtığım odaya girdim yani evime.
İçeriye göz attım. Temizdi. Kimse yoktu. Kapısını tekrar kapatıp sürüdüğüm ayaklarım ile yatağın yanına vardım. Yatağın dibine çöküp sırtımı duvara yasladım. Siyah poşetin içinden bir şişe aldım ve açtım. Boş bakışlarla duvarı izlerken içmeye başladım bile.
Dört şişeyi devirmiştim çoktan, ama geçmiyordu. Unutturmuyordu. Gözümün önünden kızın solmuş yüzü gitmiyordu.
-öldüreceğim seni! Nerede olduğun fark etmez! Öldüreceğim seni! Gerekirse içeriye bile gireceğim...öldüreceğim!
Alkol beynimi etkisi altına almıştı bile ama duygularımı alamıyordu. Bense tam tersini istiyordum. Duygularımı almasını.
-neden lan!? Kızın o senin! Neden öldürdün!
Sanki karşımda o şerefsiz varmış gibi konuşmaya devam ettim.
-ulan hiç mi için acımadı!? Senin evladın lan o! Senin kızın!
Hızla ayağa kalktım. Alkolün vermiş olduğu etkiyle yalpaladım.
-ULAN ONUN SANA GÜCÜ YETER Mİ LAN!? SENDEN GÜÇSÜZ LAN O ! SENDEN GÜÇSÜZ BİRİNE...NASIL LAN!?
Yumruk olan elimi hızla duvara geçirmeye başladım. Öfkemi kontrol edemiyordum. Bir süre sonra kafamı geçirmeye başladım. Hâlâ öfkemi kontrol edemiyordum. Alnımda ve elimde sıcaklık hissediyordum ama umrumda değildi.
Beni durduran şey telefonun sesi oldu.
-nerede bu amına koduğumun telefonu!?
Kelimelerin ağzımdan yuvarlanarak çıktığını hissediyordum. Bir süre daha çalan telefon ben bulamadan kapandı ama hemen ardından tekrar çalmaya başladı.
Sonunda cebimdeki telefonu buldum ve çıkardım. Bilmediğim bir numaraydı.
-sen neden öyle konuşuyorsun!?
Arkadan birinin sesi duyuldu ama kim olduğunu algılayamadım.
Emirden yine ses gelmedi ama kısa sürdü.
Arkadan bir daha sesler geldi ama yine anlamadım.
-ben şey...annem seni merak etti...
-emir! Konuşmayacaksan kapıyorum.
Hışırtı sesleri geldi ve hemen ardından gökhan konuştu.
Gökhan'ın bu cümlesi beni gülümsetti ve eskiye götürdü.
-lan senin yaşın kaçta içiyorsun?
bu dediğine daha çok sırıttım.
iki omzumu silkip gülmeye devam ettim. Abim başını aşağı yukarı salladı.
-gül sen gül! Bakalım babam bunu öğrenince ne yapacaksın!?
Gülümsemem hızla yüzümden kayboldu.
-abi ne olur babama söyleme! Öğrenirse çok kötü olur!
o sırada yukarıdan gelen sesle irkildim. Abimde kafasını oraya çevirdi.
sonra bir odanın kapısı açılıp kapandı. Endişeli gözlerimi abime çevirdim.
Abimin de gözünde korku vardı. Bir bana bir merdivenlere doğru baktı.
sonra hızla beni tuttu ve bir kolumu omzuna koydu.
-yürü hadi! Yakalanmadan çıkaralım seni.
Bir yandan beni yürütmeye çalışıyor bir yandan ses çıkarmamaya dikkat ediyordu. Bense ayakta durmakta bile zorlanıyordum.
Merdivenleri zar zor çıkardı ve odanın önüne getirdi. Beni kapıya yaslayıp derin soluklar aldı.
-hayvan gibisin lan! Öldüm resmen!
Bu dediğine tekrar gülmeye başladım ve gülerken bir an dengemi kaybedip kafamı kapının yan tarafına vurdum. Çıkan sesle birlikle abim irkildi.
Bense hâlâ gülmeye devam ediyordum.
Ben gülmeye devam ederken babamın çalışma odasının kapısı açıldı. Abim hızla bana doğru geldi ve odanın kapısını açıp beni içeriye itti. Odanın kapısını da örtmeyi unutmadı .
-ben su almaya kalkmıştım da baba. Uykulu olunca sakarlığım tuttu. Duvara çarptım.
-tamam oğlum. Dikkatli ol! Suyunu içip yat çok dolanma ortalıkta!
Abimden ses çıkmadı ama kafasını salladığına emindim.
Tekrar ayak sesleri duyuldu ve kapı kapanma sesi geldi.
Aradan çok geçmeden abim odaya girdi ve hızlı ama ses çıkarmadan kapıyı kapattı.
Sırtını kapıya yasladı ve gözlerini sıkıca kapayıp derin bir nefes aldı.
Ama neden benden nefret ediyordu?
Abim geldi ve hâlâ yerde olan beni tuttup kaldırdı. Yatağa doğru sürükledi ve bir anda bıraktı. Sert bırakmasının etkisiyle düştüğüm yatakta bir iki kere zıpladım.
-abi! Beni neden sevmiyorsun!?
bir anda sorduğum soruyla odayı büyük bir sessizlik kapladı. Öyle ki nefes seslerimiz bile duyulmuyordu.
Abim sadece ne diyeceğini bilemiyormuş gibi yüzüme bakıyordu.
derin bir nefes aldım ve tekrar aynı şeyi sordum.
-ben...ben...sevi...uyu gökay!
sinirle başını kaldırdı ve bana baktı. Kaşları çatılmıştı.
-sevmek için bir sebebim yok gökay!
boğazıma yumru oturdu. Yutkunmakta zorlandım.
-ama...sevmemek için de bir sebebin yok.
sağ eliyle saçlarını karıştırdı.
-var!
boğazımdaki yumru giderek büyüyordu.
gözlerimin içine baktı ve bir şey demedi.
-tanımıyorsun ki abi! Mesela...alkolden nefret ederim aslında! Biliyor muydun? Hayır!
Gözlerinden şaşırdığı belli oluyordu.
-o zaman...o zaman neden içtin bu kadar!?
Abim alkolden nefret ettiğimi bilmiyordu!
Öz abim bilmiyordu ama sokaktaki abilerim biliyordu!
-peki sadece çok üzgünsem içtiğimi ve içtiğim zaman asla uyumadan sürekli konuştuğumu biliyor musun!? Ya da alkollüyken beni uyutan tek şeyin saçımın okşanması olduğunu!?
-sen üzgün müydün? Neye üzüldün peki?
-sabah karşılaştık ama anlamadın bile!
yavaş adımlarla yanıma geldi ve yatağın ucuna oturdu.
-önemi yok. Sen git. Ben bakarım başımın çaresine.
Ne gitti ne de bir şey söyledi. Öylece oturdu yanımda.
aradan geçen uzun bir sürenin sonunda saçlarımda bir el hissettim. Gözlerimi abime çevirdim.
-uyu.
Bir süre sonra gözlerim kendiliğinden kapandı.
Daldığım anıdan irkilerek çıktım. O günden sonra da abimle aram iyi olmamıştı. Sabah her şeye kaldığımız yerden devam etmiştik.
Çok sık nefes alıp veriyordu. Belliki kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
-niye sende mi içeceksin? Ama gelirken alda gel. Hiç kalmadı bende.
-ulan sarhoşken bile her şeyin dalgasındasın. Nerdesin söyle!
Niye bu kadar şaşırmıştı ki buna?
-bize neden yalan söyledin? Arkadaşımın yanına gideceğim demiştin! Şimdi evimde diyorsun?
-teslim oluyorum komiserim yakaladın beni!
-tamam tek değilsen sorun yok.
Tek değilsem sorun yok mu! Burada benden başka kim olacaktı.
-sen gerçekten iyi değilsin gökhan. Benim evimde benden başka kim olacak!
Şaşırdığını telefondan bile hissediyordum.
-senin kendine ait evin mi var?
Niye şaşırıp duruyor bu? İsterse kendide sahip olabilir buraya? Para istemiyorlar!
Kafan yerinde değil ve saçmalıyorsun gökay tuna!
-geliyorum gökay. Adresi söyle ya da konum at.
Gelmesini istemiyordum ama kafaya koyduysa beni bulacağına da emindim.
Burayı kimse bilmemeliydi. Burası benim tek kaçış noktamdı.
Yapacağı itirazları bildiğim için telefonu yüzüne kapattım ve sarsak adımlarla kapıdan çıktım.
Tökezleyerek indiğim merdivenlerden sonra çıkışa ulaşmayı başardım.
Alt sokakta kalan taksi durağına ilerledim.
Yaklaşınca dışarda oturmuş bir elinde çay bir elinde sigara olan seyfettin'i gördüm.
Dedim ve işaret parmağımla taksiyi gösterdim.
Seyfettin hemen ayaklandı ve koşar adım yanıma geldi.
Seyfettini dinlemeden taksiye yürüdüm ve kendimi ön koltuğa attım.
Seyfettinde şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırdı.
-abi bir sıkıntı varsa söyle toplayalım çocukları-
Derin bir nefes aldım ve sözünü kestim.
-sadece devam et seyfo! Hadi kardeşim.
Alt tarafı içtik ne sıkıntısı olacaksa? İyi çocuk ama arada kafa gidiyor onunda.
Evin önünde duran taksiyle birlikte elim cebime gitti.
Çattığım kaşlarımla seyfoya baktım.
-abi gözünü seveyim! Her seferinde aynı muhabbet! Almayacağımı biliyorsun.
Sabır çektim ve arabadan indim.
Kapıyı kapatmadan bana seslenen seyfoya kafamı eğip baktım.
Arabanın kapısını kapadım ve yine sarsak adımlarla eve ilerledim. Bir kaç kez düşme tehlikesi atlatsamda merdivenleri sağ salim çıka bildim. Kapının kenarına yaslanıp kapıyı çaldım.
Çok sürmeden kapı açıldı. Açan bey babaydı.
Ne olmuş bana ? Alt tarafı içtim!
-bir şey yok. Alt tarafı bir az içtim.
Dengemi kaybederek olsada sonunda ayakkabılarımı çıkardım ve bey babaya bakmadan içeri geçtim. Arkamdan ismimi seslenen bey babaya dönmedim bile.
İçeri girdiğimde serpil hanımdan küçük bir korku nidası çıktı.
Niye herkes aynı soruyu soruyor lan?
-niye herkes aynı şeyi soruyor? Alt tarafı bir az içtim.
Fulya hanım ve çisemde de aynı dehşete düşmüş ifade varken diğerleri de korkuyla şaşkınlık arasında gidip geliyordu. Bir kişi hariç o da gökhan. Onun bakışları ben alışkınım buna bakışıydı.
-oğlum yaralısın! Kavga mı ettin!?
Serpil hanım hem yanıma gelmiş hemde sorularını sıralıyordu. Avcunun içine aldığı yüzümü sağ sola çevirip dikkatli bir şekilde inceliyordu. Ellerimi serpil hanımın eline koydum ve yüzümden çektim. Bu sıra dengemi kaybettim ve arkaya doğru sendeledim. Yan tarafımda olan kerim hızla beni tuttu ve koltuğa yürütüp oturmamı sağladı.
-iyi ki bir az içmişsin! Çok içsen ne yapardık!
-emir malzemeleri getirde pansuman yapalım.
Bir şey olduğu yoktu! Hem ne pansumanı bu!?
Sorduğum şey çok tuhafmış gibi bana baktılar.
-kime olabilir kardeşim! Sana!
Bu sırada elimde gördüğün kanla olayı şimdi hatırladım. Salak gökay!
Gökhan sıktığı dişleriyle başını aşağı yukarı salladı.
-siktir ya! Siktir! Neye bulaştın yine!?
-ellerin ve yüzündeki kanlardan öyle gözükmüyor ama!
Kimseyi inandırmakla uğraşmayacaktım.
Evet, sarhoşluğun vermiş olduğu etkiyle ne halde olduğumu unutmuştum. Benim salaklığım ama kimseye hesap vermeyecektim.
-beni uğraştırma da sen söyle gökay!
Tam ağzımı açmıştım ki elinde pansuman malzemeleriyle emir girdi içeriye.
Hızla gözlerimi emirin gözlerine kilitledim.
Sinir krizi geçirdiğimi anlamıştı ama bunu diğerlerine söylemesine müsade etmeyecektim.
Emir gözlerimdeki sertlikle birlikte yutkundu.
-şey bilmiyormuşum. Yani bilmiyorum. Öylesine dedim. Hem çok geliyorsunuz üstüne. Çekilinde pansuman yapalım.
Gökhan bir emire bir bana baktı.
-siz ikiniz ne karıştırıyorsunuz!
Emir gökhana bakmadan malzemeleri çıkarmaya başladı.
-biriniz yapsın ben yapamam pansuman.
Gökhan yapmak için öne atılınca onu kerim durdu.
-sen bu sinirle çocuğun canını alacak gibi yaparsın. Ben yaparım.
Eline pamuk aldı ve batikonu döktü. Canımı yakmaktan korktuğu için yavaş ve narin hareket ediyordu ama ben o kadar sabırlı bir insan değildim.
-bu ne lan böyle! Sevgilin miyim ben senin!? Adam gibi yapsana şu işi!
Dedim ve elinden pamuğu aldım. Alnıma sertçe bastırarak yapmaya başladım.
Kerim'in yüzünü buruşturarak söylediği şeye güldüm ve işime devam ettim.
-oğlum! Canını yakacaksın! Yavaş yapsana!
Serpil hanıma bakmadan onu cevapladım.
Hızla alnımı bitirdim ve elime geçtim. Oraya da aynı şekilde yaptım. İşim bitince pamuğu bir kenara bıraktım.
Ufuk elimi eline aldı ve incelemeye başladı. Avcumun içinde bir noktaya daha dikkatli baktı.
-burası yarılmış. Dikiş ister.
Ufuğun baktığı yere baktım. Küçük bir şeydi. Nasıl yaptığımı hatırlamıyordum bile.
Çattığı kaşlarıyla bana baktı.
Dikiş atmadan beni rahat bırakmayacağını anladım.
Gözümü malzemeler arasında gezdirdim ve gereken şeyleri görünce hızla aldım.
Yarayı bir anda dikmeye başlamamla serpil hanım ve sami bey aynı anda bağırdı.
Bu tepkilerine şaşırmış bir halde onlara baktım.
Dedim ve kaldığım yerden devam ettim.
Diyen serpil hanıma takılmadan işime devam ettim.
İşim bitince arkama yaslandım ve gözlerimi kapadım. Bir el elimi avcuna aldı ve sarmaya başladı.
Gözlerimi hafif araladım ve kim olduğuna baktım.
-niye bu kadar içersin ki evlat!
İçimdeki vicdan azabıyla baş edemem diye korktum.
Bu dediği ile bakışlarımı emire çevirdim.
Aklım, şimdi ve eski yaşantımda gidip geliyordu.
-oğlum abin değil abilerin var daha ne istiyorsun?
-öyle değil! Abim olsaydı böyle olmazdı.
Ne demek istediğimi daha yeni anlamış gibi öylece kaldı.
Bense yine aklıma düşen görüntülerle gülümsedim.
-gizlice beni odaya taşırdı. Babam yakalamadan. Sonra babam anlamasın diye benim için yalan söylerdi. Odaya gelip benim gerizekalı olduğumu da söylerdi.
Yüzümdeki gülümseme genişledi.
Uzun süren sessizliğin ardından bunu bozan serpil hanım oldu.
-ben sana kahve yaparım şimdi iyi gelir.
Kafamı olumsuz anlamda salladım.
Keskin çıkan sesimle serpil hanım olduğu yerde kaldı.
-seni benim odaya götürelim uyu.
Yine kafamı olumsuz anlamda salladım.
Oturduğum yerden kalkmaya çalıştım.
Kafasını olumlu anlamda salladı.
Üstümde hâlâ duran montu çıkardım ve koltuğun üstüne bıraktım.
Dengemi kaybederek yürüsemde lavaboya ulaştım ve aynadan kendime baktım. Leş gibi bir haldeydim.
-ne yapacağız? Kahve istemiyor, uyumak istemiyor.
Herkes ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Helede her yeri kan içinde gelmesi herkesi korkutmuştu.
Odadaki herkes emirin bir şeyler bildiğini biliyor ama şu an üstüne gitmek istemiyorlardı.
-belli ki abisi daha önce gökay'ın bu halini görmüş. Ne yapılacağını biliyordur.
Kimseden ses çıkmadı. Gökay abim olsa dediğinde hepsinin göğüsü acıyla kasılmıştı. Onlar abileriydi ama kardeşi için abi olan farklı biriydi.
En son kerim onaylamaya karar verdi. Her ne kadar bu durum hoşuna gitmesede emir haklıydı.
Kimse bu duruma gönüllü olmasada kafalarıyla onay verdiler. Emir koltuğun üstünde duran montu aldı ve cebinden telefonu çıkardı. Allahtan gökay'ın telefona şifre koymak gibi bir huyu yok diye düşündü.
Rehberine girdiğinde arama kısmına abim yazdı ve direkt karşısına çıktı. Daha önce kayıtlı arama olmaması dikkatini çeksede çok üstünde durmadı. Aramayı başlattı ve sesi dışarıya verdi.
Bu sırada gözlerinden yaşlar akan adam telefonun sesiyle irkildi. Kimseyle konuşmak istemiyordu bu yüzden telefonu açmak gibi bir niyeti yoktu ama gözleri istemsizce telefonun ekranına kayan adam arayanı gördüğünde kalbi hızla çarptı.
Kalbini bir endişe kapladı. Gökay'a bir şey olmasından korktu ve bu korkuyu ilk kez bu kadar yoğun hissettiğini fark etti.
Zaten titreyen elleri daha fazla titremeye başladı. Hızla telefonu eline aldı ve titreyen ellerinin verdiği zorlukla telefonu açtı.
-gökay! Bir şey mi oldu!? İyi misin!?
Karşı taraftan ses gelmedi. Bu daha çok korkmasına sebep oldu.
-gökay! Konuşsana niye bu saatte aradın!? İyi misin?
İlk defa korkunun kendisini bu kadar esir aldığını hissediyordu.
Karşı taraftan cılız bir ses geldi.
Bu durum emire de ağır geliyordu çünkü kardeşine dair hiç bir şey bilmiyordu ve öğrenmek için başkasına muhtaçtı.
Yasin daha çok gerildi. Neden gökay'ın telefonun da başkası vardı?
-sen kimsin? Gökay nerede? İyi mi?
Bu yasin'in içini rahatlatmadı. Neden başkası vardı iyise?
-sakin ol lütfen. Gökay iyi. O şu an lavaboda. Şey...ben gökay'ın ikiziyim.
-gökay alkol almış ve sarhoş. Biz ne yapacağımızı bilemedik. Belki sen yardımcı olursun diye aradık.
Yasin derin bir nefes aldı ve içindeki korku bir azda olsa azaldı.
Gökay alkol almıştı. Aklı eskiye gitti.
Odadakiler duyduklarıyla bir az şaşırmışlardı. Alkolden nefret eden bir insan bu kadar içebilir miydi?
Emir bunun nasıl anlatılacağını bilmiyordu.
-bu bir az uzun bir mesele. Ama hiç üzgün gibi durmuyordu?
Evet, gökay o kadar iyi oynuyordu ki kimse onun bu kadar etkilendiğini fark etmemişti.
Elbette etkilendiğini biliyorlardı ama gökay o kadar sıradan bir şey yaşamış gibiydi ki sanki aradan geçen saatler sonunda etkisinden tamamen kurtulmuştu.
-onun üzüldüğünü fark etmezsiniz. Güzel saklar. Hiç bir duygusunu dışa vurmaz.
Kendisi de anlayamamıştı demi!?
O kadar güzel oynuyordu ki yasin de fark etmemişti! Hemde yıllarca!
Bu kadar duygularını içe atan biri olmasında benimde payım var dedi kendi kendine. Vicdanı bir kez daha esir aldı onu. Yıllarca gökaya karşı kör ve sağır olmamış mıydı!?
-ne oldu bilmiyorum ama çok sarsmış olmalı onu. Alkol alınca da çenesi düşer.
Bu son cümleyi kurarken istemsizce tebessüm etmişti. O kadar zaman sonra gerçekten içten bir gülümsemeydi bu.
-ne sorsan söylecek kadar hemende. Hatta sormadıklarını bile söyleyebilir. Aynı zamanda aklınızın ucundan geçmeyecek sorularda sorabilir.
-eğer saçlarını okşarsanız hemen uykuya dalar. Onun dışında uyumaz. Sabaha kadar konuşur.
Herkesin boğazında bir yumru vardı. Gökay içten içe kendini bitirmişti belliki ama hiç biri farkına varmamıştı.
Dedi emir yine cılız bir sesle.
Yasin ne diyeceğini bilemedi. Acaba gerçekten onu tanısalar yine teşekkür ederler miydi!?
Yasinden uzun bir süre ses çıkmayınca telefonda kapandı. Kapanan telefona rağmen yasin uzun bir süre telefonu kulağından çekemedi.
Karşısında dönüp duran videoya baktı. Babasının acımasız işkenceleri ve daha küçücük olan kardeşinin acı çığlıkları.
Her şeyi tüm gerçekliği ile öğrenmenin verdiği yükle gözlerinden tekrar yaşlar boşaldı.
Herkes ölüm sessizliğinde iken odaya gökay girdi.
-bu ne hal böyle?Altın fiyatları mı arttı yine!?
Herkes bir kez daha emin oldu. Gökay gerçekten güzel saklıyordu duygularını.
Gökay ona tuhaf bakışlar attı ve yine sırıttı.
Serpil hanımın kalbi hızlandı. Sadece ölüm kelimesi bile onu korkutmaya yetiyordu. Bir kere evlat acısı yaşamıştı ve bu acının hiç bir acıya benzemediğine kendi şahit olmuştu.
-tövbe de oğlum! O nasıl laf!?
Gökay bu seferde gülerek serpil hanıma baktı.
-niye kazık mı çakacağım dünyaya?
Serpil hanım içinden defalarca tövbe etti.
-hadi oğlum uyu artık. Çok geç oldu.
Gökay başını iki yana salladı.
Aklına gelen soruyla emire döndü.
-emir? Sen hiç bara gittin mi?
Bu sorunun alakasızlığı karşısında şaşırdı emir. Ama sonra yasinin dediği aklına geldi.
Aklınızın ucundan geçmeyecek sorular sorabilir.
-buradakilerden korktuğun için söylemiyorsan korkma. Aramızda kalacak.
-iyi seni götüreyim bir ara. Güzel eğleniriz. Sana bir hatunda düşürü-
Kerim hızla elini gökay'ın ağzına bastırdı.
Gökhan telefona gelen mesajla dikkatini gökaydan çekti.
Gökhan uyanıksan ara, konuşmamız lazım.
Gökhan'ın kaşları gördüğü mesajla çatıldı ve odasına geçti.
Beraber çalıştığı arkadaşının bu saatte ne için konuşmak istediğini merak etti ve aradı.
Bu saatte mesaj attıysa önemli bir şey olmalıydı.
-öncelikle gökay'ın ifadesini okudum. Şu vurularak öldürülen kız hakkında. Gökay o gün kızı taciz ettikleri için kavga etmiş ve bıçaklanmış ama biz fark etmedik. Üstünde ceketi vardı büyük ihtimalle ondan.
Gökhan derin bir nefes aldı. O gün sorduğunda hobi demişti.
-peki ifadesi alındığında niye söylememiş?
-kız istememiş. Ailesi duyarsa zarar görmekten korkmuş. Gökay da polislerin geldiğini anlayınca kızı göndermiş ve kızın adını geçirmemek için suçu kendi üstüne almış.
Gökhan'ın kafası allak bullak olmuştu. Bu çocuk tanıdığı kişi miydi? Yoksa bambaşka birimi?
-peki şimdi niye itiraf etmiş?
-kız zaten öldü. Ortada koruyacağı biri kalmadı ve o da nereden tanıdığı sorulduğunda anlattı. Hepsi bu büyük ihtimalle.
Gökhan,arkadaşı görebiliyormuş gibi kafasını salladı.
-sadece bunu söylemek için yazmış olamazsın herhalde?
Karşı taraftan bir süre ses gelmedi.
Gökhan'ın elleri yumruk oldu. Dedesi olduğu için utanıyordu.
-çakırcalı hareketlenmeye başladı gökhan. Metin tuncayla bağlantı halinde ama nasıl iletişime geçtiklerini hâlâ bulamadık. Evet, çakırcalı hiç durmuyordu zaten...ama bu sefer çok büyük işler peşinde gibi.
Gökhan düşündü. Ne olabilirdi?
Daha fazla silah mı? Ya da insan kaçakcılığı mı?
-daha fazla silah ya da insan kaçakcılığı gibi mi?
-bilmiyorum gökhan. Ama bildiğim bir şey varsa bu çok büyük bir iş. Metin tunca küçük oyuna girmez. Bilirsin.
Gökhan dişlerini birbirine kenetledi.
-bilirim. Peki siz nereden biliyorsunuz onunla iletişim halinde olduğunu?
Karşıdan sıkıntılı bir nefes geldi.
-bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey çakırcalının ortalıkta gezip bu sefer büyük işe giriyoruz, emir de büyük yerden demesi. Sence bu büyük dediği şerefsiz kim oluyor?
Dişlerini daha çok bastırdı birbirine.
İki taraftan da bir daha ses çıkmadı ve gökhan sinirle telefonu kapadı.
O şerefsiz ne iş çeviriyorsa hiç de masum şeyler olmadığı kesindi ve gökhan o an onun yapacağı her şeyi ayağına dolandıracağına yemin etti.
Bir süre odada volta attıktan sonra kendini toparladı ve salona döndü.
Gökay hâlâ konuşmaya devam ediyordu. O an gökhan'ın gözüne inatçı ve sevimli küçük erkek çocuğu gibi göründü. O kadar çok konuşuyordu ki salondakiler onu gülerek dinliyordu.
Yavaşça gitti ve gökay'ın yanına oturdu.
Gökay anlamadı. Neyi söylememişti?
-yine neyi söylemedim komiserim?
Konuşurken ağzının içinde yuvarlanan kelimeler ile gökhan hafif bir tebessüm sundu.
-gerçekte neden kavaga ettiğini?
Gökay düşündü. Hangisini soruyordu acaba?
Gökhan yutkundu. Ölen kız için ettiğin kavga diyemedi.
-bu eve ilk geldiğin gün. Sana üç kişiyi komalık edene kadar neden dövdün diye sormuştum. Sende hobi demiştin.
-sende de sağlam hafıza varmış komiserim.
Sonra neyden bahsettiğini anlayınca gülümsemesi kayboldu.
-onu korumak için...yine de yapamadım.
Gökhan yutkundu. Bu konuyu hiç açmamalıydı.
-neyse kapa gitsin bu konuyu. Bitti gitti.
Gökay gökhana diktiği gözleriyle konuştu.
-bitmedi. Bu sefer beni tutuklamak için sağlam bir sebebin olacak komiserim! Çünkü onu öldüreceğim.
Gökay'ın dediği şeyle serpil hanımdan korku dolu bir iççekiş çıktı.
Oğlunun gözüne inen o karanlık perde serpil hanımı korkutmuştu.
-olmayacak öyle bir şey gökay!
Gökay hiç masum olmayan bir şekilde sırıttı.
İşaret parmağını kafasına götürdü ve art arda iki kere vurdu.
-aklıma kazıdım o şerefsizi! Kendinden güçsüz ve masum birine kıymanın bedelini canıyla ödemeli!
Serpil oğlunun yanına gitmek için hareketlenince gökhan eliyle durdurdu ve annesine baktı.
-sakin ol anne. Sadece sarhoş.
Serpil hanım içine sinmesede kafasıyla onayladı.
Gökhan elini bir anda gökayın saçına attı ve okşamaya başladı.
Gökay çok geçmeden mayışmaya başladı.
Uykunun esir aldığı sesiyle tekrar sordu.
Gökhan yine aynı cevabı verdi.
-uyu.
Çok geçmeden gökay uyudu. Gökhan annesine baktı.
-benim odaya taşırız. Emirle ikisi yatarlar.
Serpil hanım sessizce cevap verdi.
Gökhan tekrar gökaya baktı. Saçları ne kadar yumuşaktı.üstelik o kadar alkole rağmen saçlarından güzel bir koku yayılıyordu. Belki de o gün ilk defa gökaya karşı diğer kardeşlerine hissettiği duyguyu hissetti ya da en başından beri hissetmesine rağmen ilk kez bugün fark etti. O an acı bir gerçek yüzüne çarptı gökhan'ın. İlk defa onun canının yandığına şahit olmuştu. Onu hep duygusuz ve alaycı karakteriyle tanımış ve o şekilde yaklaşmıştı. Onun da acı çekebileceğini unutmuştu. Ama bir gerçek vardı ki gökaydan tam emin olmadan ona karşı olan tavırları değişmeyecekti.
-her şey istediğin gibi gidiyor abi. Senin şu küçük velet geldi. Tahmin ettiğin gibi içimize sızmak için plan yapmış. Uygar saygın olduğunu da söyledi. Her şey tam senin dediğin gibi çıktı abi.
-velet diye küçümseme çakırcalı. Seni suya diye götürür susuz getirir. Hemde bunu kırk defa yapsa kırkında da anlamazsın.
-eyvallah abi. Aklımda bulunur.
Metin tunca çakırcalının omzunu sıktı.
-bulunsun çakırcalı! Benim sözümden çıktığın an o velet seni çiğ çiğ yer. Tek bilmediği şey yaşlı kurt ondan daha zeki ve daha tecrübeli.
-bana inanmayacağını en başından biliyordum. Aptal değil ama benim için elinde oynatması basit bir yem. Sana geldiğinde bir şey bilmiyormuş gibi devam et. Saminin imzası yakında elimde olur. Bu büyük işi onun çevirdiğini isbatlamak için imzasını taklit etmemiz yeterde artar bile. Sonra oradan gelen parayla önce yurt dışına bilet alacağız. Sonra içerdeki dostlar sağ olsun ben buradan çıkacağım ve ver elini avrupa. Tabii o sırada bir taşla iki kuş vurmuş olacağız! Sami ve oğlu cezaevine bense özgürlüğe uçacağım. Bana yaptıklarının bedelini hem kendi hem oğluyla ödeyecek!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |