
Karanlık koridorda koşabildiğim kadar hızlı koşuyordum. Önümü göremediğim için ara sıra takılan ayağım dengemi kaybetmeme sebep oluyordu. Koştukça ağlama sesleri ve duvara çarpıp yere dağılan cam parçalarının sesi daha net geliyordu. Ağlama seslerine, koşmaktan yorulan ciğerlerimden dolayı aldığım sık nefesler karışıyordu. Ezberden indiğim merdivenlerin sonunda salondan cılız bir ışık hüzmesi görünüyordu. Koşmayı kestim ve adımlarım yavaşladı. Hafif aralık duran salonun kapısından içeriye süzüldüm. Her yer cam kırıklarıyla doluydu. Ortadaki sehpa yere devrilmişti ve karşısında duran televizyonun ekranında koca bir kırık vardı. Arkamdan gelen iççekiş sesiyle irkildim ve sese doğru döndüm. Dönmemle bir adım gerilemem bir oldu.
-anne!
Yüzüne yansıyan cılız ışığın sayesinde yanağındaki kızarıklı ve burnundan akan kanı görebiliyordum. Ağlamaktan gözleri kızarmış ve akan rimeli yüzünü siyaha boyamıştı.
-anne! Ne oldu?
Nefretle bakan gözleri bana döndü.
-senin yüzünden!
Benim yüzümden mi? Ben ne yapmıştım ki?
-lanet olsun! Nerden girdin hayatımıza! Lanet olsun! Geber istiyorum! Öl ! Geber!
Bana kustuğu nefreti hiçe saydım ve anneme doğru adımladım. Belli ki canı yanıyordu onu öylece bırakamazdım. Anneme yaklaştıkça odaya hakim olan alkol kokusu daha da yoğunlaşıyordu.
-ne yaptığımı bilmiyorum ama özür dilerim anne. Ne olduğunu bana anlat lütfen. Sana yardım ederim! Söz veriyorum!
Bir anda yüksek sesle gülmeye başladı. O gülüş beni korkutmak için yeterli olmuştu ama geri adım atmadım.
-yardım edeceksin!? Sen bana yardım edeceksin!?
Kafasını olur dermiş gibi aşağı yukarı sallarken bir yandan da alt dudağına dişleriyle işkence ediyordu resmen.
-tamam! Madem bu kadar yardım etmek istiyorsun...SİKTİR GİT! BENİM HAYATIMDAN, AİLEMİN HAYATINDAN SİKTİR GİT! siktir git gökay!
Sertçe yutkundum. Bir çocuğun annesinden duyabileceği en ağır laf mıydı? Bilmiyorum ama çok ağır olduğunu o yaşıma rağmen biliyordum.
Çok küçük değildim. On dört yaşındaydım ve artık istenmediğimi çok daha net anlıyordum ama yine de duymak çok daha ağır geliyordu.
-öyle bir yere git ki! Aykut seni bulamasın! Öyle uzağa git ki sanki hayatımızda hiç var olmamış gibi kaybol!
Neden?
-neden anne? Sizi ben seçmedim! Bu aileyi ben seçmedim! Beni doğurmayı sen seçtin! Ne yaptım ben sana, size ne yaptım anne!?
Tekrar delirmiş gibi gülmeye başladı.
-seni ben doğurma...sen lanetlisin gökay tuna! Yaşadığın sürece her yere lanetini bulaştıracak iğrenç bir varlıksın sen!
Artık orada daha fazla duramayacağıma emindim ve bu yüzden gitmek için hareketlendim. Koluma sarılan el beni durdurmasaydı arkama bile bakmadan gideceğimden hiç şüphem yoktu.
-yok öyle...madem geldin buraya beni dinleyeceksin! Hatta...
Etrafında bir şeyler aradı. Ellerini boş alkol şişelerinin üstünde gezdirdi ve sonunda dolu olan bir şişenin üstünde durdu eli. Zafer kazanmış gibi gülümsedi ve şişeyi havaya kaldırıp hafifce salladı.
-aç bunu!
Kafamı olumsuz anlamda salladım.
-daha fazla içme. Zaten iyi görünmüyorsun.
Nefret dolu bakışları daha da belirginleşti.
-senden daha çok nefret etmemi istemiyorsan aç şunu!
Ellerim istemeyerek havalandı ve şişeyi kavradı. Annem ise bu hareketimle gülümsedi.
-aç hadi! Hızlı ol bir az!
İsteksizce alkol şişesini açtım ve anneme uzattım.
Ağzından olumsuz anlamda bir mırıltı çıktı.
-ben değil...sen içeceksin!
Duyduğum şeyle gözlerim büyüdü ve kafamı hızla iki yana salladım.
-hayır! İstemiyorum!
Çatılan kaşlarıyla bana baktı.
-iç!
Tekrar hayır anlamında kafamı salladım.
-iç dedim gökay! İçeceksin! İç ki sana olan nefretim bir az azalsın!
Azalır mıydı gerçekten!? Bu annemin beni ilk kandırışı değildi ama denemekten zarar gelir miydi? Eğer içtiğimde bana olan nefreti gerçekten azalacaksa her gün içerdim.
Beni kandırdığını biliyordum. Aptal değildim. Sadece kanmak istiyordum ona. Onun sevgisine o kadar muhtaçtım ki. En küçük bir ihtimali bile değerlendirmek istiyordum.
Tamam. Büyük bir aptaldım!
Elimdeki şişeyi önce burnuma yaklaştırdım. Keskin kokusu midemi bulandırmaya yetti. Sonra tuttuğum nefesimle bir yudum aldım ve yuttum. Boğazımı yakıp geçen o acı tat bir kaç kez öksürmeme sebep oldu. Bırakmak istediğimde müsade etmedi. Şişenin sonunu gördüğümü hatırlıyordum ama tek bir şişe miydi yoksa daha fazlası mıydı onu hatırlamıyordum. Artık etraf dönüyordu ve sanki ben nefes almakta zorlanıyordum. Ayağa kalkmak için hareketlendiğimde dengemi kaybettim ve olduğum yere tekrar oturdum. Bir daha denediğimde ayağa kalmayı başardım ama dengemi kaybedip arkamdaki koltuğa düştüm. Artık gözlerim kapanmak üzereyken net göremesemde annemin yüzü belirdi. Daha sonra ne olduğunu seçemediğim bir şeyi bana yaklaştırdı ve hızla yüzüme kapadı. Nefesim kesildi, etraf karanlığa gömüldü. Çırpınmaya başladım ama alkol tüm gücümü almıştı benden. Çırpındım çırpındım fakat kurtulamadım. Nefesim tamamen kesilmeye başladı. Her şey buraya kadardı belkide.
-oğlum! Uyan annecim! Nefes al!
Karşımda annem vardı. Gerçekten annem vardı! Serpil hanım. Onun burada ne işi vardı!?
-annecim! Nefes al lütfen! Gökay! Oğlum! Uyan! ANNECİM UYAN!
Nefessiz kalan ciğerlerime çektiğim derin soluk ciğerimi yakmıştı. O sıra ağzımdan fısıltılı bir anne kelimesi döküldü.
-anne!
Serpil hanımsa yattığım yerden doğrulmaya çalışan bedenimi tutmak için omuzlarıma sarılıyordu.
-söyle annecim? Ben buradayım.
Bir elim serpil hanımın koluna gitti ve sıkıca sarıldı. Hâlâ nefesimi toplamaya çalışırken karşımdan bir ses geldi. Gözlerimi oraya çevirdim.
Funda sarsılmaz!?
-o senin annen değil! Benim senin annen! Seni ben büyüttüm. Annen benim!
Hâlâ rüyada mıydım!?
Ne olduğu umrumda değildi! O benim annem falan değildi! Sıktığım dişlerimin arasından nefretle konuştum.
-sen benim annem falan değilsin!
Bu dediğimle yan tarafımda bir irkilme hissettim. Kafamı oraya çevirdiğimde üzgün bir serpil hanım görmeyi beklemiyordum.
Siktir!
Hızla kafamı funda sarsılmaza çevirdim ama gördüğüm şey koca bir boşluktu.
Serpil hanım yavaşca yanımdan kalktı.
-kardeşinizle ilgilenin oğlum.
Rüyada değildim. Gördüğüm şey beynimin bana bir oyunuydu.
-daha iyisin demi ikiz.
Durgun ve üzgün çıkan emirin sesiyle ona dönerken kapının kenarından bana nefret dolu gözlerle bakan çisemi görmeyi beklemiyordum. Göz göze gelmemizle oradan ayrılması bir oldu.
Bu sefer gökhanın kızgın çıkan sesini duydum.
-ben annemin yanındayım. İlgilen şununla emir!
Bir şey diyemedim. Haklıydı bana kızmakta ama bilmediği şey ben onu serpil hanıma söylememiştim.
-su ister misin?
Emire döndüm.
-emir ben...
Emir kafasını iki yana salladı.
-gerek yok! Açıklama yapma.
Derin bir nefes aldım.
-ne zaman uyudum? hatırlamıyorum.
Emir gözlerini bana değdirmeden konuştu.
-yaklaşık dört saattir uyuyorsun.
Emirin dediği şeyle dondum kaldım.
Ne dedi o ?
-ne?
Emir bu sefer bana baktı.
-ne var bunda? Az mı geldi!?
Ne azı? çoktu bu! Ama nasıl olur?
Dört sattir uyuyor olmam benim için imkansızdı.
Nasıl olabilirdi ki ?
Alkolün etkisi miydi!?
Yoksa başka bir şey mi!?
Aklıma gelen şeyle gözlerim emire kaydı.
-biz birlikte mi uyuduk emir?
Emir bana bakmadan kafasını salladı sadece.
Gözüm karşımda duran dağnık yatağa döndü.
-gökhanda mı burada uyudu?
Emir yine başını salladı.
Emirle uyuduğum için mi bu kadar çok uyumuştum?
Bunu öğrenmemin tek bir yolu vardı.
O da tekrar emirle uyumak ama önce serpil hanımın gönlünü almam gerekiyordu.
Ne yapacaktım ki? Bir kadının gönlünü almayı az çok biliyordum ama bir annenin gönlü nasıl alınırdı? Bir anne sana kırıldığında o kalp nasıl geri onarılırdı?
Oturduğum yerden sakin hareketlerle kalktım ve lavaboya adımladım.
İçerisinin boş olmasıyla hemen girdim ve kapadığım kapıya sırtımı yaslayıp derin bir nefes aldım. Yine sakin adımlarla lavaboya ilerledim ve musluğu açıp soğuk tarafına çevirdim. Musluktan akan soğuk su ellerimi kesiyormuş gibi hissettirdi fakat umursamadım. Bu seferde avucuma doldurduğum soğuk suyu yüzüme çarptım. Bir yandan da serpil hanım aklıma takılıyordu. Ona söylememiştim ama haklı olarak kendi üzerine alınmıştı.
Tekrar yüzüme çaptığım soğuk suyla aklıma gelen fikir aynı anda oldu. Hemen suyu kapatıp yüzümü kuruladım.
Aklıma gelen şey fazla klasik bir şeydi ama başka ne yapılır bilmiyordum.
Öncesi yavaş olan hareketlerim şimdi hızlıydı.
Gözlerim etrafta montumu aramaya başladı. Bu sırada odadan çıkan emirle göz göze geldim.
-emir, montum nerde?
Emir bana anlamamış gözlerle baktı.
-neden soruyorsun?
Derin bir soluk aldım. Sorgulanmayı sevmiyordum. Emir bunu anlamış olacak ki vestiyeri işaret etti.
-annem asmıştı.
Kafamı salladım ve vestiyerden aldığım montu üstüme geçirdim. Hızla kendimi dışarıya attım. Öyle ki emirin soru sormasına bile müsade etmemiştim.
Telefonumu bulmak için ceplerimi aramaya başladım. Sol cebimden gelen sertlikle telefon olduğunu anladım.
Telefon rahberinden ahmetin numarasını aramaya başladım. Sonunda bulduğumda hemen aramayı başlattım.
Uzun uzun çaldı ve sonunda açıldı.
-ne oluyor oğlum bu satte!?
Ahmetin sesi uykulu geliyordu.
-ahmet dükkanı açman lazım.
-lan ne dükkanı bu saatte gökay! Çiçekciyim ben abi farkında mısın!? Sabahın bu saatinde dükkan açacak kadar acil ne olabilir?
Ne çok konuşmuştu öyle.
-ahmet ne konuştun lan! Acil işte! Hadi!
Ağlamaklı bir ses çıkardı.
-tamam lan tamam! Gel sen açıyorum.
Zafer kazanmış gibi gülümsedim.
-tamam kardeşim.
Gördüğüm taksiyi çevirdim.
-selamınaleyküm abi!
-aleykümselam kardeşim. Nereye?
Söylediğim adresle taksi harekete geçti. Çok uzun sürmeden dükkanın önünde durdu.
-abi sen bekle.
Taksici kafasını salladı.
Taksiden inip hemen önünde durduğumuz dükkana adımladım.
Ahmet daha gelememişti. Hemen geri aradım.
-efendim gökay!
İsyan edercesine çıkan sesine güldüm.
-hadi lan! Neredesin? Evin şuradan şurası!
Ofladığını duydum ve tekrar güldüm.
-oflama kardeşim hadi!
-tamam oğlum geldim!
Arkamdan duyduğum adım sesiyle oraya döndüm ve ahmeti görünce telefonu kapadım.
-ulan gökay! Kargalar bokunu yemeden çiçekci açtırıyorsun bana!
Bir elim enseme gitti ve mahçup gözlerle ahmete baktım.
-kardeşim acil valla. Tabii şimdi çiçeğin ne aciliyeti olur diyeceksin ama...
Ahmet bir yandan dükkanın kapısını açarken bir yandan güldü.
-kızın kalbini nasıl kırdıysan artık!
Derin ve sıkıntılı bir nefes aldım.
-kız meselesi değil ahmet.
Ahmet kocaman olmuş gözleriyle bana baktı.
-lan gökay! Yoksa...
Ne düşündüğünü anlayınca kaşlarım çatıldı.
-saçmalama lan! Düşündüğün şey değil! Karşı cinsden hoşlanıyorum hâlâ!
Ahmet bu dediğime güldü.
-ne bileyim oğlum! Öyle bir dedin ki.
Bu sırada birlikte içeriye geçtik.
-yani bir kadın için alacağım ama karışık bir az.
Ahmet yine şaşırmış gözlerle bana baktı.
-lan kendinden büyüklerle mi takılmaya başladın!
Ahmetin kafasına vurdum.
-lan! Sen ne fesat adamsın lan!
Ahmet vurduğum yeri tutarken konuştu.
-sende bir garip konuşup duruyosun oğlum! Ben ne yapayım!?
Kafamı senden adam olmaz dermiş gibi salladım.
-neyse! Sen bana papatya versene.
Ahmet kafasını salladı ve buket yapmaya başladı. İşi bitince bana döndü ve uzattı.
-üstüne bir şeyler yazacak mıyız kardeşim?
Kafamı olumsuz anlamda salladım. Söyleyeceğim şeyle yerimde rahatsızca kıpırdandım.
-ahmet kardeşim...ben şeyi sonra...
Ahmet anlamıştı ve elini omzuma attı.
-tamamdır kardeşim. Senden para isteyen kim!?
Cebimdeki son parayı taksiye verecektim ve çiçek için olan parayı sonra vermem gerekiyordu ama söylemeye utanmıştım. Yine de ahmet beni anlamıştı.
-yok! Getireceğim. Borca yaz sen.
Ahmet beni geçiştirmek için kafasını salladı.
-hadi kardeşim hadi! Dükkanın önünü kapama!
Bu dediğine güldüm.
-eyvallah! En kısa sürede getireceğim.
Ahmetin başka bir şey söylemesine müsade etmeden beni bekleyen taksiye bindim.
Daire kapısının önünde durmuştum ve eve girmeye bir türlü cesaret edemiyordum.
-hadi gökay gir artık!
-yapamıyorum.
-alt tarafı bir çiçek vereceksin hadi!
-ne diyeceğim ama!
-içinden geçenleri söyle yeter! Anlar o seni!
Derin bir nefes aldım ve kapıyı açıp içeriye girdim. Evde hiç ses yoktu. Sanırım herkes uyuyordu.
Serpil hanım neredeydi acaba? Uyumadığına emindim.
İlk olarak mutfağa bakmak istedim. Genelde hep orada oluyordu. Çiçeği arkamda tuttum. Bunun amacı sürpriz falan değildi. Korkuyordum. Belki verecek cesareti toplayamazsam ona hiç göstermeden çıkardım geri.
Sesiz adımlarla mutfağa girdim. Daha tam aydınlanmamış hava, sandalyede oturup dışarıyı izleyen serpil hanımı karanlıkta bırakıyordu.
Sertçe yutkundum. Yapabilirim!
-serpil hanım.
Sesimi duyan serpil hanım oturduğu yerde irkildi.
Önce bana baktı sonra tekrar dışarıya döndü yüzünü.
-duymamışım geldiğini gökay.
Gökay!
Tekrar sertçe yutkundum.
-ben...korkuttuysam üzgünüm.
Ne! Ben bunu demeyecektim ki!
-sorun değil.
Boğazımı temizleme ihtiyacı duydum.
-bir de...konuşmak istediğim bir şey var.
Serpil hanımın aldığı derin nefes sesini duydum.
-ne olduğunu tahmin edebiliyorum. Ama gerek yok gökay. Seni hiç bir şeye zorlayacak değilim.
Bu konuşma benim için giderek zorlaşıyordu.
Yavaş adımlarla serpil hanımın önüne geçtim. Bu sefer gözlerimin içine baktı. Bir az daha aydınlanmış olan hava, yakından birbirimizi net görmemizi sağlıyordu.
-gökay, gerçekten bu konuşmaya gerek yok! İçinden geldiği gibi davranabilirsin.
Bir anda arkamda duran çiçeği serpil hanıma uzattım.
Ne yaptım!?
Siktir!
Serpil hanım şaşkın gözlerle bana baktı.
-gökay bunlar!
Sanki nefes almayı unutmuştum.
Şimdi ne diyecektim!?
İçinden geldiği gibi gökay! Hadi!
-ben...papatya aldım. Sever misiniz bilmiyorum. Beyaz papatya masumluk, sevgi,umut ve hoşgörüyü çağrıştırıyor bana. Siz benim içimde umut ışığı olduğuna inanan nadir insanlardansınız ve bu çok masum. Beyaz papatyalar gibi masum...beni her an sevmeye hazırsınız. Hatta seviyorsunuz. Bu iğrenç benliğime rağmen bana hep hoşgörü ile yaklaşıyorsunuz... papatyaların kokusunu alıyor musunuz?
Sorduğum soruyla serpil hanım bakışlarını benden çekmeden çiçeği burnuna götürdü ve derin bir soluk aldı.
-çok güzel kokuyorlar.
Bu dediğine gülümsedim.
-papatyalar her yerde yetişebilir. Bir kaldırım kenarı, çimlerin arası, küçük bir çatlak hatta bir mezarın üstü...insanlara sıradan gelir o yüzden. Kimisi kokusunu bile almaz. Aslında papatya umuttur. Her yerde bir umut bulur ve o umut ışığına doğru yükselir. İnsanlar ne kadar hor görsede her seferinde sevgi ve hoşgörü ile tekrar çıkar.
Serpil hanımın eli yüzüme gitti ve okşadı.
-siz papatyaların o güzel kokusunu alıyorsunuz. O yüzden beyaz papatya en çok size yakışır diye düşündüm. En çok sizin masumluğunuza yakışır.
Derin bir soluk aldım.
-annem değilsin derken size söylemiyordum. Gördüğüm şey alkolden neden nefret ettiğimi bana hatırlatan bir anıydı. Uyandım ve karşımda o kadını gördüm. Bana sizin annem olmadığınızı söylüyordu. Senin annen benim diye bana haykırıyordu. Bende ona haykırmak istedim. O benim annem değildi ki. O bana hiç anne olmamıştı. O anın içinde sıkışıp kaldığımı düşündüm. O kabustan çıktığımı sizin irkilmenizle anladım. Zaten tekrar baktığımda gitmişti o. Beynimin bana oynadığı küçük bir oyundu sadece. Lafın kısası. Ben...özür dilerim anne!
Olduğu yerde irkilen kadına baktım. Ne olduğunu anlayamamışken kendi sesim beynimde yankılandı.
Siktir!
Anne!?
Bu planda yoktu!
Bu olmayan planımda bile yoktu!
Paniklemiş halde olduğum yerde bir iki adım geriledim. Beynim uğuşmuş gibi hissediyordum.
-gökay oğlum...
Elim saçlarıma gitti ve göz temasından kaçınarak konuştum.
-şey ben...ben bir sigara içeceğim.
Sigara mı!? Cidden mi gökay!?
Bu nasıl bahane oğlum!?
Bir yandan kendi kendime söylenirken bir yandan balkona çıkmak için salona yöneldim.
Aklıma gelen şeyle durmak zorunda kaldım.
Salonda fulya hanım ve sefa bey kalıyordu.
Emirin odasına gitmeye karar verdim ve bir an da kapıyı açıp içeriye girdim.
Siktir!
Çisem burada kalıyordu.
Kafamı sikeyim ya!
Odanın kapısını aniden açmam ile yatağın üstünde oturmuş ve derin düşünceler içinde olduğu belli olan çisem irkildi ve bana baktı.
-kusura bakma. Aklımdan çıkmış. Hemen çıkıyorum. Çok özür dilerim.
Arkası arkasına sıraladığım cümlelere çisem hiç tepki vermedi. Tam odadan çıkmak için arkamı dönmüşken konuştu.
-benden değil...annenden özür dile!
Sesindeki kızgınlığı ve nefreti çok net hissedebiliyordum.
Ağır hareketlerle tekrar çiseme döndüm.
-anlamadım?
Alaycı bir gülüşle karşılık verdi.
-senin nasıl biri olduğunu ilk gördüğüm an anlamıştım. Kendime kızdım. Birini tanımadan yargılamak kötü bir şey dedim. Ama biliyor musun? Hislerimde çok haklıymışım.
Beni hâlâ tanımıyordu ki!
-ne demeye çalışıyorsun çisem? Açık ol.
Tekrar alayla güldü ve gözlerini devirdi.
-sen bencilin tekisin bence! Ailen yıllarca senin acınla yaşadı! Sonra senin yaşadığını öğrendiler! Ne kadar mutlu olduklarını tahmin edebiliyor musun? Senin gözünün içine bakıyorlar! Sana bir şey olacak diye akılları çıkıyor! Ama sen...sen o kadar bencilsin ki! Kimseyi umursamıyorsun! Varsa yoksa senin istediğin! Baban senin için endişeleniyor ama sen ona bağıp çağrıyorsun. Abilerin ve kardeşin sana yakın olmaya çalışıyor ama sen soğuk davranıyorsun! Annen ya annen! Bir tane kelime...basit bir tane kelime için gözünün içine bakıyor! ANNE! bu kelimeyi söylemek bu kadar zor olamaz! Hadi söylemiyorsun tamam!
Önüne gelen saçlarını hırsla geriye attı ve tekrar konuşmaya başladı.
-başka bir kadını anne olarak görüyorsun ona da tamam! Ama bu kadar bencil ve umursamaz olamazsın! Annem değilsin diyerek seni bu kadar seven birini kıramazsın! Çok adisin!
Sertçe yutkundum. Bu kız ne anlatıyordu bana? Ne biliyordu da ne anlatıyordu?
Derin bir nefes aldım.
-bak...benim hakkımda hiç bir şey bilmiyorsun. O yüzden yorumda yapma! Sakın!
Kafasını sağa sola salladı.
-seni çözmek için sabahki o lafın yetti bana!
Ellerim yumruk oldu. Normalde kimin benim hakkımda ne düşündüğünü umursamazdım ama çisemin dedikleri beni sinirlendiriyordu.
Sakin ol gökay! İsteyen istediğini düşünebilir.
-ne düşünmek istiyorsan onu düşün. Bana bulaşma yeter.
Arkamı döndüm ve odadan çıkmak için hareketlendim.
-işte bundan bahsediyorum! Umursamaz ve bencilsin!
Söyledikleri beni duraksatmış olsada uzun sürmedi. Odan çıktım ve mutfağa geçtim.
Annem hâlâ mutfakta ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bir şeyler hazırlıyordu.
Yine anne dedin gökay!
Sanırım alışıyorum.
Bu çok güzel bir şey değil mi?
Güzel. Anne kelimesinin bu kadar huzurlu hissettiriyor olması çok güzel.
İlk defa şu an anne kelimesi bir anlam buluyordu bende. Sadece annen olduğu için demekten çok farklıydı bu. Tarif edilemez bir huzuru vardı. O kadına şimdiye kadar sadece annem bildiğim için anne diyormuşum. Ama ağız dolusu anne demek! İşte o çok farklıydı.
-günaydın gökay.
Arkamdan gelen fulya hanımın sesiyle oraya döndüm. Annemde duyduğu sesle bizden tarafa baktı.
-günaydın fulya hanım.
Bana gülerek bakıyordu. Sonra anneme döndü.
-günaydın serpil.
Annem de gülerek fulya hanıma baktı.
-günaydın arkadaşım.
-gökay! Anneni izlemek hoşuna gidiyor sanırım?
Bana attığı bakıştan fulya hanımın bunu anneme duyurmak için bilerek söylediğini anladım.
Bir elim enseme gitti.
-yok! Yani şey...öyle değilde.
Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Kendimi yaramazlık yaparken yakalanan küçük çocuklar gibi hissediyordum.
Bu halime annem ve fulya hanım güldüler.
Niye gülüyorsunuz? Şu an çok zor durumda hissediyorum kendimi.
Annem halimi anlamış olacak ki eliyle dolabı işaret etti.
-hadi kahvaltılık bir şeyler çıkar. Yardım et bana bakayım.
Konuştukca saçmaladığım için sadece kafamı salladım. Dolabı açtım ve içindekileri çıkarmaya başladım.
Bu salak halimden hemen kurtulmam lazımdı.
Annem ve fulya hanım her şeyi hazır etmişti benimde ufak tefek yardımlarımla sofra hazırdı. Diğerleride uyanmaya başlamış ve tek tek mutfağa geliyorlardı.
-günaydın hanımlar.
Sefa beyin sesiyle ona baktım. Beni görünce banada günaydın demeyi ihmal etmedi. Bakışları hâlâ beni nereden tanıdığını hatırlamak ister gibi bakıyordu. Üstümdeki bakışlarını çekmesine neden olan bey babanın içeriye girmesi oldu. Hemen ardından ufuk ve onurda girdi. Çok geçmeden kerimde geldi.
-gökhan abim nerede? Çisemle emir de yok.
Annem bir yandan çayları doldururken konuştu.
-gelirler bir azdan.
-geldik.
Emirin sesiyle ona baktım. Ama emir bana bakmıyordu. Gökhanın gözlerinde beni şaşırtmayan nefreti duruyordu. Çisem sabahkinden farklı bakmıyordu.
-hadi geçin bakalım.
Annemin söylemesiyle hepsi yerini aldı. Bende acele etmeden yerime geçtim.
-yüzsüz.
Sadece benim duyduğum bu kelime çisemden çıkmıştı. Bir an nefesemi tuttum. Gözlerimi ona çevirdim. Nefretle bakmaya devam ediyordu.
Gözlerimi geri çevirdim ve boş tabağı izlemeye başladım.
Önemi yok gökay.
Sen alışkınsın.
İlk defa duyduğun bir şey değil.
Çalan telefonum kendimi sakinleştirme çabalarımdan çıkmamı sağladı. Erkanda gördüğüm isim sonunda beklediğim işin olduğunu kanıtlıyordu.
Masadan kalktım ve bir az uzaklaştım.
-efendim?
-uygar! Çakırcalı ben.
Sonunda istediğim olmuştu. Pek yerinde olmamıştı ama önemi yoktu.
-buyur abi.
-yarım saate sana atacağım konuma gel aslanım.
İtiraz etme şansım yoktu.
-tamam abi.
Başka bir şey demeden telefonu kapadı.
Masaya yaklaştım ve bey babaya baktım.
-benim çıkmam lazım.
-hayırdır? Nereye?
Neden direkt çıkıp gidemiyordum ki!?
-işim var.
Kaşları çatıldı ama sakinliğini korudu.
-senin bu işlerin hiç bitmiyor ki oğlum! Otur kahvaltını yap çıkarsın!
Bir bu eksikti gökay tuna! Bir tek izin alma işimiz eksikti!
-olmaz! Yani...iş görüşmem var geç kalamam.
Çatık olan kaşları daha çok çatıldı.
-ne işi bu! Niye işe baktın sen!?
Alayla güldüm.
-ne yapayım? Bir şey alacağım zaman öpücüklemi ödeme yapayım.
Kerim,onur ve ufuk üçlüsü bu dediğime güldü ama bey babanın bakışıyla hepsi anında sustu.
-paraya ihtiyacın varsa ben veririm oğlum.
Bu sefer kaşları çatılan bendim. Evet,bu işe para için girmiyordum ama bu onu bilmiyordu. Öyle olsa bile ondan para alacağıma inanıyor muydu?
-kendi paramı kendim kazanırım. Eyvallah yinede.
-ne işi bu?
Ben gerçekten zorlanıyordum! Böyle olursa rahat hareket edemezdim.
-güvenlik.
Bu sefer lafa gökhan girdi.
-yine barda mı?
Gökhana kafa salladım sadece.
-olmaz! Madem çalışacaksın adam akıllı bir iş bul.
Bu iş uzadıkca ben geriliyordum.
-hadi ben kaçtım!
Arkamdan gelen itiraz seslerine aldırmadan kendimi dışarı attım.
-sen söyle sefa! Ben ne yapayım bu çocukla! Ele avuca sığmıyor!
Gökayın ardından arkadaşına yakındı sami bey. Nasıl baş etmesi gerektiğini bir türlü çözemiyordu.
-bir az zaman tanı sami. Farklı ailede yetişmiş çocuk. Demek ki aile yapısı öyleydi.
O sırada çisemin gözü papatyalara kaydı. Çok güzel duruyorlardı.
-o papatyalar nereden çıktı serpil teyze? Çok güzel duruyorlar.
Serpil hanımın yüzünde tekrardan bir gülümseme oluştu.
-oğlum aldı.
Kardeşlerin hepsi birbirine baktı. Serpil hanımın buna sesli güldü bu sefer.
-hiç birbirinize bakmayın. Gökayım aldı onu.
Herkes şok olmuş bir halde serpil hanıma baka kaldı.
Gökay mı almış? Diye düşündüler.
-ne alaka?
Serpil hanım bunu diyen onura döndü.
-evet, bu gün aramızda küçük bir yanlış anlaşılma oldu. Sabah çıkmış bunları almış. Tabii en önemlisi...bana anne dedi!
-ne?
Serpil hanımın iki omzunu indirip kaldırdı.
-bende şaşırdım. Hatta doğru mu duydum acaba diye düşündüm. Ama doğru duyduğuma eminim.
-sabah senin ardından dışarı fırladı gitti. Çiçek almak için çıkmış demek.
Bu sefer herkes emire baktı.
-biriniz adam akıllı anlatın şunu. Ne oldu?
Sami beyin sorusuyla emir olanı anlatmaya başladı.
-...sonra annem odadan çıkınca gökay da çok geçmeden dışarı çıktı işte.
Bu çocuk o saatte çiçekciyi nereden buldu diye düşündü sami bey.
-o saatte nereden bulmuş çiçekciyi.
Emir duyduğu şeyle o kadar mutlu olmuştu ki gökaya olan tüm kızgınlığı geçmişti.
-gökay bu işte. Kafasına koyunca yapıyor.
Serpil hanım derin bir nefes aldı.
-bana dememiş ki onu. Rüya görmüş. Rüyasında o kadını gördü sanırım. Anlatmadı ne gördüğünü. Uyanınca da karşısında onu görmüş. O kadın gökaya senin annen benim diyince ona demiş o lafı. Beynimin bana bir oyunuydu dedi. Bu beni korkutmadı değil. Zaten daha önce anlatmıştı bana bir şeyler. O kadının annelik yapmadığını hatta...
Gerisini getirmeye yüreği el vermedi serpil hanımın.
-hatta ne?
Serpil hanım derin bir iç geçirdi.
-hatta...küçükken ona çok vuruyormuş sanırım. Çok bir şey anlatmadı ama anlattığı kadarından ben anladım işte.
Serpil hanımın sol gözünden bir damla süzüldü.
-bizi anlatmadığı çok şey var. Yaşadığı çok şey var. Dik ve güçlü duran bedeninin altında çok büyük acılar var ve ben ona nasıl ulaşacağımı bilmiyorum.
Sami beyinde gözleri doldu. Oğlu yıllarca bir kadın tarafından şiddet mi görmüştü?
Çisem ise sabahki yaptığından utanmıştı. Onu sorgusuz sualsiz yargılarken o çoktan annesinin gönlünü almıştı bile.
-eyvallah saffet. Bundan sonrası bende kardeşim.
Arabadan inmek üzereyken saffet omuzmu tuttu.
-dikkat et gökay! Bir şey olursa beni ara!
Kafamı olumlu anlamda salladım.
-eyvallah kardeşim. Birde...bana iş lazımda.
Saffet güldü.
-istediğin zaman gel başla kardeşim.
-eyvallah.
Arabadan indim ve bir az uzağımda olan mekana baktım. Hızlı adımlarla ilerledim ve içeriye girdim.
Çakırcalı oturmuş viskisini yudumluyordu.
-hoşgeldin uygar!
Yürüdüm ve karşısına geçtim.
-eyvallah abi.
-lafı uzatmayacağım.
Bir silah çıkardı ve önüme koydu.
-bu senin artık. Yarın ilk işine çıkıyorsun. Benimle!
Önüme koyduğu silaha baktım ve tereddüt etmeden aldım.
-nasıl istersen abi.
Çakırcalı oturduğu yerden ayaklandı. Elini omzuma koydu.
-hayırlı olsun.
Kafamı eğdim.
-eyvallah abi.
İki adam aynı anda birbirine arakasını döndü ve birbirinden uzaklaştı.
İkiside aynı anda telefonunu çıkarıp farklı numaraları tuşladı.
-efendim gökay?
-kuş içerde!
+söyle çakırcalı!
+kuş kafeste!
Oyunun en can alıcı noktası o an başladı. Bu oyunda bir kazanan bir de kaybeden vardı.
Ama nuh nebiden beri değişmeyen bir kural varsa o da büyük balık küçük balığı yutardı!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |