Her zamanki gibi bölüm sonunda görüşelim.
Gerginliğin dört bir yanı hakimiyeti altına aldığı bir odada nasıl sağlıklı düşünüp hareket edilirdi? Şu anda bu sorunun cevabına çok ihtiyacım vardı. Yanlış bir davranışta bulunmak ya da yanlış bir sözcük sarf etmek istemiyordum. Yanlış olan herhangi bir şeyi istemiyordum.
Sessizlik kulak tırmalayıcı bir biçimde ortalıkta kol geziyordu ve bu ortamdaki gerginliğe eklenince daha da çekilmez bir hal alıyordu. Kendimi psikolojik bir şiddetin tam ortasındaymış gibi hissediyordum.
İçeri gireli, Ares'in masasının önündeki tekli koltuğa oturalı yalnızca bir dakika olmuştu. Ares kendi masasının başında kendi koltuğuna kurulu bir biçimde beni radarına almış vaziyette otururken beklenen dede karşımdaki tekli koltukta oturuyordu. Küçük dağları ben yarattım havasında kurulduğu tekli koltukta tüm rahatlığıyla beni inceliyordu. Açık açık süzüyor da diyebilirdim.
Benim oturduğum koltuğun arkasında Tamay dikilirken beklenen dedenin arkasında aynı Tamay gibi dikilen bir adam vardı. Tamer ile Tamay'ın babası olma ihtimali kafamın içinde dönüp dururken bundan pek de emin olamıyordum. Tamer ve Bars, Ares'in bir hayli büyük olan masasının birer ucuna çöreklenmiş vaziyette olacakları benim gibi sükûnet içinde bekliyorlardı.
İçeri girdiğimde bir tek Ares'le göz teması kurmuş geri kalanlara hafiften bir göz gezdirmek dışında herhangi bir harekette bulunmamıştım. Tamay'ın yönlendirmesiyle oturduğum koltuktan etrafa kaçamak bakışlar atmak dışında odadaki herhangi biriyle göz temasından olduğunca kaçıyordum.
Odadaki tüm gözlerin içeri girdiğimden beri benim üzerimde olduğu gerçeği terler dökmeme sebep olurken şu anda Ares'in varlığı bile rahat hissetmemi sağlamıyordu. Oysa daha dün babamların saldırgan tavırları karşısında onun yanımda olması tüm tedirginliğimi alıp götürmemiş miydi?
Ben içine düştüğüm tüm bu duygu karmaşasının yanı sıra gerginliğimle mücadele etmeye çalışırken karşımdan bir anda sert bir öksürük sesi duyuldu. Refleks halinde verdiğim tepkiyle direkt bakışlarım kucağımdaki ellerimden karşıma kayarken beklenen dedeyle göz göze geldim.
Acının büyük ustalıkla yoğurduğu koyu kahve gözler, renkli harelerimle böyle ansızın çakışmayı beklemiyor olacak ki biranda bu hareketle afalladı. Birkaç saniye far görmüş tavşan gibi gözlerimin içine bakmasını sürdürdükten sonra hızla kendini toparladı ve ciddiyet maskesini gözlerimin önünde suratına takarak gözlerini benden çekti.
Etrafa hızla bir göz attıktan sonra tüm huysuzluğunu ses tonuna yansıtarak konuşmaya başladı ama sözleri bana değil Ares'e değil biz dışındaki herkeseydi.
"Siz hepiniz burada şirketi batırma deneyi mi yapıyorsunuz? Şirket kendi kendini yürütebiliyor da ben mi bilmiyorum? Hayde işlerinizin başına!"
Ansızın gelen azarlamayla ben ve Ares hariç odadaki herkesin yüzü ekşirken usulca yerlerinden ayaklandılar.
"Bizi odada istemediğini doğrudan dile getirebilirsin baba." dedi beklenen dedenin arkasındaki adam. Beklenen dedeye baba demesinden onun Tamay ve Tamer'in babası olduğuna dair düşüncem kesinleşmişti.
"Nolur kalsaydık dede!" diyerek homurdana homurdana odayı ilk terk eden Tamay olurken geri kalanlar da hızla onu takip etti ve bir dakika içinde odada sadece üçümüz kaldık. Ben, Ares ve beklenen dede.
Sindiğim yerde gerginlik içinde beklemenin bana hiçbir faydası olmadığının kanaatine varırken oturduğum yerde biraz dikleştim. Önce Ares'le kısa bir göz teması kurduktan sonra yönümü tamamıyla beklenen dedeye çevirdim.
İkinci kez göz göze geldik. Bu kez ciddiyet maskesini yüzünde sağlam bir biçimde tutmasını sürdürdü ama gözleri yüzündeki ciddiyette ona eşlik etmiyor gibiydi. Bir çift koyu kahve harelerde bir farklılık seziyordum. Değişik bir duygu barındırıyordu. Orada gördüğüm şeyleri kelimelere dökemezken zaten bir anlamda verememiştim.
"Bana biraz kendinden bahset." dedi.
Göz göze olan temasımız süregelirken sözlerinin hedefi bu kez bendim. Bir anda gelen isteğe hazırlıksız yakalanırken ilkten ne diyeceğimi bilemedim ve bakışlarımı hızla Ares'e kaçırdım. Tüm sakinliğiyle beni izleyen adamla bakışlarımız kesişirken paniğimin farkında olacak ki sakin olmamı işaret eden bir el hareketi yaptı.
Pekâlâ sakin olmalı ve kendimi tanıtmalıydım. Tanıtmalıydım tanıtmasına da ne diyecektim. Adama kalkıp en sevdiğim renk siyah, kitap okumaya bayılırım falan diyemezdim herhalde. Son derece dikkatli iki çift gözün radarında zamanımın azaldığını hissederken artık bir şeyler demem gerektiğini farkındaydım. Bakışlarımı bu kez gözle görünür bir biçimde titreyen ellerime indirdim.
"İsmim Lavinia. On dokuz yaşına girmeme iki ay gibi bir süre kaldı." dedikten sonra duraksadım. Başka ne denilirdi ki? Sanırım gerçekçi olmam gereken yere gelmiştim. Doğruları söylesem ne kaybederdim? Son zamanlarda bu soru hep kafamın içinde dönüp duruyordu.
"Yaklaşık yirmi gün önceye kadar bir evim ve ailem vardı. Şu an tek başımayım. Üniversiteye hazırlanıyorum."
Başımı eğdiğim yerden kaldırdım ve doğrudan karşıma baktım. Suratında hiçbir ifade belirtisi olmadan beni izliyordu. "Sadece bu kadarım." diyerek sözlerimi noktalandırdım.
Kısa bir süre derin derin soluklandı. "Kişilik özelliklerin neler? Yani sence senin en öne çıkan kişilik özelliğin ne?"
Bu sefer biraz daha düşündürücü bir soruyla karşı karşıya kalırken kendi benliğimi hızla bir gözden geçirdim. Bana göre kendimde en baskın gördüğüm özellikleri zihnimde bir sıraya sokarken bunları dile getirmekte ilk cevap verdiğim an kadar beklemedim.
"Biraz mükemmelliyetçilik takıntım var. Bir şey yapıyorsam ya da benim etrafımda bir şey yapılıyorsa elden gelenin en iyisi olmalı. Aksi takdirde içime sinmiyor ve huzursuz oluyorum. Böyle olduğunda da huzursuzluk çıkarabiliyorum. Bazen istediğim mükemmelliğe gelene kadar dur durak bilmediğim oluyor ve bu beni fazlasıyla yoruyor."
Son derece dürüsttüm sanırım. Her ne kadar ben tüm dürüstlüğümle sorularını yanıtlayadursam da beklenen dedenin son sorusunu pek normal bulmamıştım. Sanki bu soruların altında bir şeyler arıyor gibiydi.
Kaşlarım istemsizce havalandı. Şüphelenmemek elde değilken bunu dışarı yansıtmamak adına kendimi kastım.
"Merak ettiğiniz şey tam olarak nedir?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim.
Her ne kadar şüphelerimi dışarı yansıtmayacak olsam da doğrudan bir soru sorabilir ve bundan alacağım cevapla bir çıkarım yapabilirdim.
"Hiç." diyerek tüm ifadesizliğiyle yanıtladı beni anında.
Aklıma ve mantığıma 'Hiç.' cevabı doğru gelmezken daha fazla sesimi çıkartmadım. Ares'e kısa bir bakış atıp ne yaptığını kontrol ederken tüm ciddiyeti ve dikkatiyle bizi izlediğini gördüm. Tekrardan beklenen dedeye döndüm. Onu Ares'e bakarken buldum.
"Oğlum burada bizimle olman yönünde bir karar vermiş. O neye karar verdiyse benim de kararım odur. Hayırlı olsun."
Ne? Bu işin bu kadar basit olacağını düşünmemiştim. Tam olarak neye hayırlı oluyordu? Kız falan mı istiyorlardı acaba? Çünkü bu basitlik aklıma ve mantığıma hiç yatmıyordu. Beni mi istiyorlardı? İsteseler fena olmazdı. Tamam saçmalamasam da fena olmazdı.
Bakışlarını Ares'ten çekerek bana diken beklenen dedeyi karşılıksız bırakırken bu kez de ben Ares'e baktım. Dedesinden aldığı bakışlarını bana yönlendirdi. Göz göze geldik. Yüzünde saf bir memnuniyet vardı.
Ne diyeceğimi bilemez halde oturmamı sürdürürken ağzım balık gibi o şeklinde açık haldeydi. Bir an beni reddedeceğini düşünmek bedenimi gerim gerim germişti ama öyle olmamıştı. Beni reddetmemişti. İstediğimde bu değil miydi zaten? Başarmıştım galiba. Yavaş yavaş toparlanıyordum. Bir şeyler başarıyordum.
Ares'e minnettarlığımı belli eden bir bakış attım. Şu ana kadar neyi hallettiysem, neyi başardıysam onun sayesindeydi. Ona gerçekten de minnettardım.
"Anlaştığımıza göre çıkart giriş belgesini de hemen doldursun ve işinin başına geçsin."
Beklenen dedenin direktifiyle Ares masasının üzerindeki birkaç a4 kağıdını karıştırmaya başladı. Kısa süre içerisinde elindeki kağıtlardan üç tanesini bana uzatarak doldurmamı istedi. Kağıtlarla birlikte aldığım pilot kalemi de önümdeki kare sehpaya koyarken ilk sayfayı elime aldım ve incelemeye başladım. Bu işlemim çok kısa sürerken metal bir şeyin yere çarpma sesi duyuldu odada ve bu okuma işlemimi yarıda böldü.
Bakış açımdaki kâğıdı kucağıma doğru indirerek neyin yere düştüğünü kontrol ederken bunun az önce sehpanın üzerine koyduğum kalem olduğunu gördüm. Herhalde koyduğum halde duramayarak yuvarlanıp düşmüştü.
Kalemi almak için yere doğru bir hamlede bulundum. Benimle birlikte beklenen dedede aynı hamlede bulunurken bu bir an afallamama yol açtı.
"Sorun değil ben hallederim." diyerek beklenen dededen önce davranarak iyice eğildim ve kalemi düştüğü zeminden aldım.
Bu işlemimden sonra dikildiğim yerden direkt karşıma bakarken kaşlarım gördüğüm manzarayla çatıldı. Beklenen dede pür dikkat yaka kısmıma bakarken kaşları hafiften çatılmıştı. Neye böyle dikkatlice baktığını anlamak için bende baktığı yere, yaka kısmıma, baktım. Eğilmemden sebep üstümdeki bluzun yakası öne doğru kaymış ve hafiften açılmıştı. Bu boğazımdaki izlerin gözükmesine sebebiyet verirken onun neye böylesine dikkatli baktığını anladım. Hızla yakamı düzeltirken Ares'in sertçe boğazını temizleme sesi beklenen dedenin dikkatini yakamdan çekmişti.
Yaşanan durumun farkında olan Ares yine bir kurtarıcı edasıyla imdadıma yetişirken kucağıma yerleştirdiğim kâğıdı tekrardan kavrayarak okuma işlemime geri döndüm.
Buradan sonrası ışık hızında gerçekleşirken Ares'in bana verdiği kağıtları dikkatlice okumuş ve gerekli yerleri doldurmuştum. Maaş kısmındaki rakam bana biraz fazla hatta ve hatta abartı gelirken sessizliğimi korudum. Bunu daha sonra Ares'le baş başayken konuşabilirdim.
Tüm evrak işlemlerini beklenen dedenin gözleri önünde hallederken odadan ne zaman çıkacağını hesaplamadan edemedim. Ares'in odasında yatıp kalkmıyordu herhalde? İçten içe bunun olmamasını umdum.
Ellerim arasındaki kağıtları belirli bir hizaya soktuktan sonra Ares'e geri uzatırken hafiften ellerim titredi. Bunun kimse tarafından fark edilmemesini umarken kağıtları Ares'in ellerine teslim edip önüme döndüm. Tüm dikkatiyle beni izleyen beklenen dedeyle karşı karşıya kaldım. Her ayrıntımı hafızasına kazımaya çalışır gibi beni incelerken gözleri bir iki kere ellerime doğru kaydı ve böylelikle ellerimin titrediğini fark ettiğini anladım.
Odaya girdiğimden beri ilk kez farklı bir şey yapıp büyük bir cesaretle bende onu incelemeye başladım. Ares'le uzaktan yakından alakası yoktu. Büyük olan yaşının getirisiyle kır saçları vardı. Ares'inkiler gibi gür değildi. Kumral teni solgunluğun izlerini taşıyor, koyu kahve gözleri ara ara ışıltılara ev sahipliği yaparken genellikle durgun duruyordu.
Hafif iri cüssesi, kavun göbeği ve dik duruşuyla birlikte tabiri caizse dalyan gibi duruyordu. Yılların getirisi her ne kadar yüzünün her bir zerresine dokunmuş olsa da bedeni dinç duruyordu. Omuzları onu gördüğümden beri dimdikti. Bir an olsun aşağı doğru çökmemişlerdi.
Kaç yaşında olduğunu bilmesem de kırışıklıklarla dolu yorgun yüzüne bakarak bir tahminde bulunabilirdim ve bu tahminim altmışlarının sonunda olduğu yönünde olurdu. Benim dedemde hemen hemen onun yaşlarında olmalıydı ama o böyle gözükmüyordu. Yıllar benim dedemi hoyratça harcamış gibiydi beklenen dedenin yanında.
Bütünden suretini usulca süzdüm. Gerçekten Ares'le hiç benzerlikleri yoktu. Eğer çok bir şeylerini benzetmek istersem dik duruşlarından ve dalyan gibi gözükmelerinden onları bağdaştırabilirdim. Ama suretten apayrıydılar.
Göz kenarlarındaki kaz ayaklarına baktım bir süre. Üç belirgin, iki hafif çizgi öylece durarak bana göz kırpıyorlardı. Alnında ve yüzünün birkaç yerinde hafif çizgilerde bu kaz ayaklarına eşlik ederken düşündüm; Tanrı onu yaşadığı yıllar boyunca kim bilir nasıl acılarla sınamıştı da o acılar yüzünü böylesine iyi resmetmişti.
"Artık bu şirkette resmi bir çalışansın hayırlı olsun."
Kulaklarıma ulaşan sesle bu kez odak noktam Ares oldu. Yüzündeki az önce gördüğüm saf memnuniyeti geri plana atıp tüm ciddiyetini gözler önüne sermiş bir vaziyette bana bakıyordu. Kendisine hafif bir tebessümle karşılık verirken karşımda bir hareketlenme fark ettim. Bakışlarım hızla oraya kaydı. Beklenen dede ayaklanmıştı.
Bana kısa bir bakış atıp tüm ilgisini Ares'e verdiğinde konuşulanlara kulaklarımı tıkadım. Artık bir işim vardı. Ares sayesinde. Kalacak bir yerim vardı. O da Ares sayesindeydi. Ona daha ne kadar borçlanacağımı bilmiyordum ama umuyordum ki o borçların altında kalmazdım.
***
Tıka basa dolu zihnimin yer aldığı kafa tasımdan salkım salkım sarkan saçlarım önüme doğru gelerek görüş açımı daraltıyordu. Babamdan almış olduğum kömür karası saçlarımdan nefret etmem gerekiyor muydu? Onu bana çağrıştıran her şeyden tiksinirken saçlarımı hala daha çok sevmem normal miydi? Bilmiyordum.
Gözlerimin önüne inen perdede sergilenmeye başlayan görüntülerle acıyla kasıldım. Gözlerim buğulandı, bakış açım net değildi. Bakışlarımı önümdeki kağıtlardan çekerek yukarı doğru diktim. Yaşanılanlar ben o evden çıktıktan sonra tekrar tekrar zihnimde tiyatro sergilenir gibi canlanıyor beni acılar içinde kıvranmaya sürüklüyordu. Bu duruma bir son vermeliydim. Biliyordum ki biraz daha böyle devam ederse bu durum toparlanmam çok zor olacaktı.
Çoktan kararmaya yüz tutmuş hava solumdaki camdan bana göz kırparken yavaş yavaş benim saatlerime yaklaşıyorduk. Akşam olmak üzereydi. Gece yaklaşıyordu. Bu durum içimdeki sıkıntıları bir nebze olsun azaltmazken yine de gündüz vakitlerinden daha kötü hissetmiyordum.
Bu şirkette koca bir günü gerimde bırakmıştım. Buradaki işler sandığımdan daha kolay çıkarken bu departmandaki çalışan ve artık ekip arkadaşlarım sayılan kişiler bana çok yardımcı olmuştu. Beril ve Baycan adında iki kız, Oğuzhan adında bir erkekten oluşan bu ekip beni kısa sürede aralarına almış ve bana buradaki tüm işleyişi anlatmışlardı.
Beklenen dedenin odadan çıkmasıyla Ares beni yedinci kata, yardım departmanı bu kattaymış, getirip bin bir ikaz sonrası kendi odasına çalışmak üzere dönmüştü. Öğlene kadar şirketteki neredeyse çoğu işleyişi öğrenmiştim. Beynime bir anda fazla bilgi yüklemesi yapmak nevrimi döndürse de gıkımı çıkarmamış ve sakin kalıp yeni öğrendiğim bilgileri yavaş yavaş sindirmeye bakmıştım. Bu durum öğle molasına kadar böyle sürerken öğle molasında Ares'in gelmesiyle ufak bir ara vermiştim.
Öğle yemeğine çıkacağımızı söyleyen Ares'le şirketi terk ederken neredeyse tüm gözler üzerimizdeydi ya da üzerimdeydi desem daha doğru olacaktı. Şirkette baştan Tamay'la görülmenin ardından Ares'le baş başa öğlen dışarı çıkmak tüm radarların bana dönmesini sağlamıştı. Departmandakilerin dediklerine göre muhteşem üçlü olarak adlandırdığım Tamay, Tamer, Bars ve Ares'in kendileri dışında başkalarıyla iş konuları dışında şirketten kimseyle muhataplık kurmaması da bir etkendi sanırım bu radarlara takılmama.
Herkesin göz hapsindeyken bir şeyler yapmak dünyanın en zor işi haline geliyordu bu düz yolda yürümek olsa bile. Bende yardım departmanından çıkıp Ares'in aracına binene kadar ecel terleri dökmüştüm. Neden bu kadar gerildiğimi anlayamasam da hoş dakikalar değildi. Her ne kadar öğle molasına çıkışım pek hoş olmasa da geçirdiğim öğle arası için bunu diyemezdim. Ares'le dışarıda keyifli bir zaman geçirmiştik ve bu durum uzun zaman sonra gevşememi ve rahat olmamı sağlamıştı. Aklıma doluşan anlarla gülümsemeden edemedim.
"Bunu yapacağımıza gerçekten inanamıyorum." dedi Ares.
"Hadi ama mızıkçılık yapmasana!" diyerek bir ikazda bulundum.
Elindeki dürüme tuhaf bakışlar atan Ares tam karşımda otururken gülmemek elde değildi. Şu anki yüz ifadesi o kadar komikti ki kahkahalarımı içimde zor tutuyordum.
Öğle yemeğine çıkalı yarım saat olmuştu. Ares'e kalsa bir restorana gidip yemek yiyecektik ama ben sahil kenarında gördüğüm minik bir tezgahla buna mâni olmuş ve öğle yemeğini burada yememizi sağlamıştım. Kısmen yememizi.
Ben elimdeki çiğ köfte arası kızarmış patatesli dürümü yarıya indirmişken Ares hala daha bir ısırık bile almamıştı. Elindeki dürüme sanki canlı bombaymış gibi bakarken ne kadar tuhaf gözüktüğünün farkında değildi.
Soğuk havaya rağmen sahil kenarındaki tezgahın önüne atılmış minik tabureli masalara çökmüş montlarımıza sarılı vaziyetteydik. Belki tek ben montuna sarılı vaziyette olabilirdim çünkü Ares soğuktan etkilenmiyormuşçasına karşımda oturuyordu ve kabanının önünü kapatma gereksinimi bile duymuyordu.
Minik bir masaya tünemiş şık plaza giyinimli biri kadın diğeri erkek iki kişi tuhaf kaçıyor olsa gerek ki yanımızdan geçen tek tük insanlar bize tuhaf bakışlar atmadan geri durmuyordu.
"Zehirlenmek falan istiyorsan söyle daha etkili yollar biliyorum." dedi tüm ciddiyetiyle.
Elimdeki dürümden koca bir ısırık daha alırken ona ters bakışlar atmayı eksik etmiyordum. Ayranımı da yudumlayıp dolu ağzıma aldanmadan konuştum.
"Denemezsen çok bir şey kaçırmazsın ama sen yine de bir dene." diyerek bilmem kaçıncı kez ısrarda bulundum.
"Pekâlâ." diyerek elindeki dürümden sonunda bir ısırarak alan Ares'e verdim tüm dikkatimi.
Ağzının içine aldığı kocaman lokmayı çiğnemeyedururken ben bir ısırık daha almıştım dürümümden. Başta tadı güzel gelen dürüm yavaş yavaş güzelliğini yitirirken suratımda hafif bozulmalar olmuştu. Ares tüm ifadesizliğiyle lokmasını çiğnemesini sürdürürken daha herhangi bir tepki vermemişti.
Ağzımdaki lokma neden gittikçe büyüyordu? Zor bela birkaç çiğneyişten sonra yuttuğum lokmayla Ares'e dönerken elimdeki dürümü masaya bıraktım. O çoktan bir ısırık aldığı dürümü masanın üzerine koymuştu. Surat ifademdeki değişikliğin farkında olan Ares büyük bir bilmişlikle bana bakarken bir şeyler dememi bekliyor gibiydi. Bu beklentisinde onu çok bekletmedim.
"Şey... Pizza mı yesek?" diyerek tüm masumluğumla ortaya bir soru yöneltirken Ares buna ufak bir tebessüm etti.
Ben sana demiştim bakışları eşliğinde oturduğu yerden ayaklanırken yanıtladı beni. "Sonunda mantıklı bir fikir geldi."
Ses tonundaki keyif beni de gülümsetirken ona takılmadan edemedim. "İleride bahsi açılırsa böyle bir dürümü denemedim demezsin işte."
Adımlarımız yan yana düşerken bana ciddi misin der gibi baktı. Bu bakışına omuz silkerek yanıt verdim ve yanıtıma eklemede bulunarak şu sözleri söyledim: "Ne var canım deneyim hep bunlar." dedikten sonra kısa bir süre duraksadım ve çok beklemeden sonrasında devam ettim konuşmama. "Hem bizim orada daha güzel bu dürümler bu amca yapamamış gerçekten bak!"
Sözlerimin sonunda geniş bir gülümsemeyle Ares bugün kendini aşarken ona tuhaf bakışlar atmadan edemedim. Ne güzel gülüyordu!
Kısa yürüyüşün ardından ulaştığımız arabayla kilidi açtı Ares. Araladığımız kapıyla koltuklara yerleşirken dışarının keskin soğukluğunu ardımızda bırakmıştık.
"Pizzacıya geçmeden yeni hattı şuradan alalım."
Bakışlarıyla biraz ileride gösterdiği yere baktıktan sonra hemen onayladım onu. "İyi olur."
Bu gerçekten iyi olurdu. Bunu da erkenden aradan çıkartmak beni biraz daha rahatlatırdı. Yavaş yavaş toparlanıyor gibiydim. Bu durum biraz olsun nefes almamı sağlıyordu. Her şey iyi olacak gibiydi. Umarım bu his gibi olmaktan çıkar kesinleşirdi.
Kendime yeni bir hat aldıktan sonra birer pizza gömüp hızla şirkete geri dönmüştük. Gerçi ben dürümün çoğunu yediğim için pizzadan sadece iki dilim yemiştim. Benim pizzamı bitirmeyi Ares üstlenirken koca lokmalarıyla kısa sürede halletmişti o işi.
Bakışlarımı daldığı yerden, solumdaki camdan, çektikten sonra tekrardan önümdeki kağıtlara çevirdim. Doldurulması gereken son boşlukları da doldurup evrağı hazır ettikten sonra bakışlarımı karşıma çevirdim.
Yardım departmanı iki odadan oluşuyordu. Yan yana duran bu odalardan birinin üstünde ADEN SANCAKTAR yazarken o oda kilitli bir biçimde kullanılmıyordu. Bunun Ares'in talimatı üzerine olduğunu öğrenmem çok da uzun sürmemişti. Diğer odada da dört tane masa birkaç tane dolap bulunuyordu ve tüm departman bu odadaydı. Karşımdaki üç masada doluyken herkes kendi masasının başında işlerini yapıyordu.
"Bu evrağı da tamamladım." diyerek Baycan'a seslendim. Kısa sürede anladığım kadarıyla bu departmandan o sorumlu gibi bir şeydi. Her ne kadar buradaki herkes aynı statüde olsa da buradaki işler en son onun onayından geçiyordu. Oğuzhan ve Beril'e göre daha soğuk ve mesafeli olan Baycan'a kanım ısınmasada tam anlamıyla anlaşamıyoruz diyemezdim. Burada zaten iş dışında bir muhabbet kuracağımızı sanmıyordum bu yüzden bu durumu pek önemsemedim. Anladığım kadarıyla iş ahlakına sahip birisi gibi duruyordu ve bu yeterliydi.
Her ne kadar iş için bunlar yeterli olsa da gözlemlerime dayanarak konuşmam gerekirse onda bir şeylerin ters gittiğini fark etmemek mümkün değildi. En başta aralarına katılmamdan hiç hoşnut olmamıştı ve bunu yeterince açık etmişti. Kendisi bu durumu ne kadar gizlemeye çalışsa da bunu anlamıştım. İnsan sarrafı olmasam da bu konuda gözlemlerime ve hislerime güveniyordum.
"Tamamdır. Diğer evraklar gibi onu da dosyaladığın zaman bugünlük işin bitiyor." dedi Baycan kafasını masasından kaldırmadan.
Pekâlâ iş ahlakına sahip olması kısmında yanılmış olabilirdim. Onun bu kaba davranışını görmezden gelerek yerimde ayaklandım ve evrağı elime alarak solumda kalan dosya dolabına yöneldim. Evrağı yerine koyduktan sonra doğru yaptığıma emin olmak adına ufak bir göz attım dosyaya.
Bu dosyalarda yardıma muhtaç aileler yer alıyordu. Her ailenin bir dosyası vardı. Her dosyanın başında yardıma muhtaç ailenin bilgileri yer alırken devamında o aileye yapılan işler ve bunların tarihleri ve tutarlarıyla ilgili notlar tutuluyordu. Daha sonrasında da o aileye ileride yapılması gerekenler yer alıyordu.
Çok detaylı, insanın tüm ilgisini ve odağını isteyen bir işti. Zahmeti her ne kadar çok olsa da bundan hiç şikayetçi değildim. Geçmişte olanları ve gelecekte olacakları düşünmektense tüm ilgi ve odağımı seve seve bu işe verebilirdim.
"Efendim hoş geldiniz bir problem mi vardı?" diyen Baycan'ın telaşlı sesini duyduğumda elimdeki dosyanın kontrolü de bitmişti.
Dosyayı yerine koyduktan sonra yönümü arkama çevirerek yüz seksen derece döndüm. Bakışlarımı odanın çıkış kapısına yönlendirdiğim anda Ares'le göz göze gelirken o Baycan'a bakmaksızın sorusunu yanıtladı.
Göz temasımızı kesmeksizin bana doğru birkaç adım attıktan sonra bu kez bana hitaben konuştu.
Odadaki biz dışındaki üçlünün keskin radarları karşısında Ares'in basit bir sorusuna cevap verecek olmak bile beni gererken neden böylesine gerildiğime hala daha bir anlam veremiyordum. Sanırım üzerimde bu kadar dikkatli bakışların olmasından hoşlanmadığımdandı.
"Evet bitti." dedim kısık bir ses tonuyla.
"Tamam o zaman topla eşyalarını eve gidiyoruz." diyen Ares aceleci bakışlarını üstümde gezdirdi.
Aynı eve gideceğimizi duyan üçlünün tepkisine bakmak adına bakışlarımı kısa bir süre üstlerine uğrattım ve üçünün de şokta olduklarını gördüm. Bunu görmezden gelmeyi seçerken hızla çalışma masama geri dönerek çantamı ve kabanımı alarak Ares'in yanına gittim. Kısa sürede önce odayı sonra katı daha sonrasında binayı terk ederken kapının önünde hazır bekleyen araca bindik. Tüm bunları yaparken aramızda anlaşılmış bir sessizlik hakimdi.
Yola çıkışımızın üstünden geçen beş dakikanın ardından Ares'in bana baktığını hissettim. Ona doğru döndüm ve aynı anda konuştuk.
Yaşanılan anın getirisinde ufak bir duraksama yaşarken ilk yanıtı veren ben oldum. "Güzeldi. Her şey yolunda gidiyor gibi."
Verdiğim cevabın doğruluğundan emin olmak ister gibi bir süre yüzüme dikkatle baktıktan sonra önüne döndü ve yanıtlama sırasını devraldı. "Sıradan."
Son konuşmalarımız bunlar olurken eve kadar sessizlik yeminimizi sürdürmeye devam ettik. Yolculuğumuz bol kafa dinlemeli geçerken iş çıkış saatlerinde olduğumuzdan trafik bir hayli kilitti. Bir saate yakın bir sürenin sonunda sitenin otoparkına park edilen aracı terk ederken bacaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Ares'in aracı kilitleyip yanıma gelmesiyle direkt binaya yönelirken havanın daha da soğuduğunu tüm benliğimle hissediyordum.
"Bu soğukluk... Çok cezbedici ve güzel." dedim usulca.
Adımlarımızın yan yana düştüğü bu yolda soğukluğu tüm benliğimle hissetmek beni o kadar da üşütmüyordu. Aksine bu durumun ruhuma nasıl iyi geldiğini şu anda kelimelerimle tarif edemezdim.
"Kesinlikle öyle." dedi Ares ela harelerini üzerimde tutarken.
Kısa bir yürüme yolculuğunun sonunda asansörde yan yana yerlerimizi alırken Ares'in tuşladığı kata varmayı bekledim sabırla. Bu sabırlı bekleyişte Ares'i de kendime yoldaş aldım.
"Bugün geçmişte yapılan işleri ufaktan bir inceleme fırsatım oldu da ne güzel işler yapılmış öyle." diyerek bir sohbet başlattım.
Koca cüsseli bedenini yanındaki duvara yaslarken yönünü bana çevirdi. Şirketten beri üstüne giymeyip elinde tuttuğu kabanını yanında sallandırırken bir an nasıl bu kadar rahat gezindiğini düşündüm. Hasta olmaktan falan çekinmiyor muydu?
"Babaannem zamanında başlayan bu işlerin dönüm noktası annem olmuş. Hayal meyal hatırlıyorum da bu işler adına çok büyük hayalleri vardı. Başarılıydı da. Daha çok şey başarırdı... Eğer yaşasaydı." dedi tüm sakinliğiyle.
Ses tonuna yansıyan özlemin kıvılcımları ela harelerine ulaşıyordu. Annesini çok özlüyor gibiydi. Şu an karşımda kocaman cüssesine inat küçük bir oğlan çocuğu varmış gibi hissettim. Yaralı olduğunu en derinlerimde hissettiğim ve emin olduğum bir andaydım. Bu eminlik nedensiz canımı acıttı.
Aralanan asansör kapısıyla kendimizi dışarı attık. Bir anda bulunduğum ortam bana dar geliyormuş gibi hissettim. Adımlarımız daire kapısına birkaç adım kala karşı karşıya düşerken tüm samimiyetimle gözlerine diktim renkli harelerimi. Hafif ama içten bir tebessüm sundum.
"Eminim öyle olurdu. Annenin yaptığı işleri müsait bir zamanımda özellikle tüm dikkatimle inceleyeceğim. İnanıyorum ki ondan öğreneceğim çok şey var."
Süregelen göz temasımızda ela harelerindeki ton farklılığı dikkatimi çekti. Gittikçe ısınan ortam yanaklarımın yanmasına sebebiyet verirken bir adım geri çekilmek istedim ama bunu yapamadım.
"Anneme iyi bir öğrenci olurdun." dedi. Ses tonu inancının büyüklüğünü en derinlerinde barındırıyordu.
Yaşadığımız an gittikçe tuhaflaşırken ardımdan gelen sokak kapısı çarpma sesiyle hafifçe yerimde sıçradım. Hızla arkamı dönerek sesin geldiği yere bakarken kapalı kapıyla karşı karşıya kaldım. Ares'in dairesinin karşısındaki dairenin kapısı açık mıydı ki biz kata çıktığımızda diye düşündüm bir an. Kata çıktığımızda katın bomboş olduğuna ve bizim baş başa olduğumuza emindim. Zaten her katta iki daire bulunuyordu gördüğüm kadarıyla.
"Biri mi girdi daireye?" diyerek bir soru yönelttim Ares'e ve sonrasında yönümü ona çevirdim. Çattığı kaşlarıyla karşısındaki dairenin sokak kapısına bakarken gözleri sorumla anlık bana kaydı.
"Hayır." dedi ciddileşen ses tonuyla.
"Aralıkdı herhalde." diyerek bir fikir attım ortaya ve sonrasında konuşmamı sürdürdüm. "Hadi burada daha fazla böyle dikilmeyelim."
Hafif bir baş sallamasıyla beni onaylayan Ares bana ardını dönerek kendi evinin sokak kapısına giderken hemen peşinden onu takip ettim. Araladığı kapıdan içeri ilk o girerken onu hemen ardından takip ediyordum. Aralık alandan bende kendimi içeri atarken bir anda içimde hissettiğim tuhaf bir sezgiyle arkama döndüm ve karşı dairenin kapısına baktım. Gözlerimin önünde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Hafif duraksamamla Ares'in bakışlarını üzerimde hissederken karşı dairenin kapısına son kez bir bakış atarak aralık kapıyı örttüm.
Nereden geldiğini anlamadığım bir sezgi beni karşı daireye itmişti. Bu nedensiz gelen sezgiler anlık canımı sıkarken onları göz ardı ettim. Gittikçe yıpranan psikolojim ve benliğimin uydurması deyip geçmek şu anda çok işime gelirdi.
***
Üzerime geçirdiğim kısa kollu bol tişörtün yakasını bilmem kaçıncı kez çekiştirirken giyim odasındaki aynadan kendimi süzme işlemimi aralıksız sürdürüyordum. Yaka kısmının açıklığından boynumdaki iyileşmeye yüz tutmuş izler kendini apaçık gösteriyordu. Her ne kadar hiçbir izin gözükmemesi tercihim olsa da evin bu sıcaklığında boğazlı kazaklar şu anda giyinmek istediğim bir seçenek değildi.
Evin içi sıcacıktı. Ares cömert davranıyor olsa gerekti ki doğal gazı fullemiş gibiydi. Gibisini geçelim kesin öyleydi çünkü bu sıcaklığın başka açıklaması olamazdı. Etrafta görmediğim petekler bu evin yerden ısıtmalı olduğunu düşündürürken çıplak ayaklarımın altındaki fayans zeminin her zaman sımsıcak oluşu bunu destekliyordu.
Eve gireli henüz yarım saat olmuştu. Kaldığım odaya çıkmış, makyajımı silmiş, üzerimi değiştirmiştim. Şimdiyse akşam yemeğini yemek üzere aşağıya, mutfağa inecektim. Çıplak ayaklarımı sıcak fayansla buluştura buluştura odayı terk ederek merdivenleri tek tek indim. Kısa sürenin sonunda mutfağa giriş yaparken Ares'i sırtı bana dönük biçimde tezgâhın önünde dikili vaziyette buldum. O üstünü çoktan değiştirmiş siyah bir eşofman altı ve siyah kısa kollu bir tişört giyinmişti.
Önünde dikildiği tezgâhta bir şeyler yapan Ares ben daha mutfağa birkaç adım atmışken bana doğru döndü. Ellerinde iki tabakla mutfak adasına yönelen Ares beni görmesiyle hafif bir duraksama yaşarken bu duraksamasını kısa tuttu.
"Keşke beni bekleseydin bir şeyler hazırlamak için." derken mutfak adasına varmıştım.
Adanın üstündeki hazır sofraya kısa bir göz attıktan sonra Ares'e bakarken o da masanın son eksiği olan ekmek sepetini tezgâhtan alarak masaya yöneldi.
"Her şey hazırdı ben sadece yemeği tabaklara koydum." diyerek anında beni hazır cevaplılığıyla yanıtladı.
Güçlü elleriyle çektiği ada sandalyesine kurulurken bana baş hareketiyle karşısına oturmamı işaret etti. Onun bu isteğini ikiletmeden hemen bende karşısında yerimi aldım.
"Olsun yine de beni bekleyebilirdin." dedim bu konudaki ısrarcılığımı sürdürürken.
Başladığım bu yeni hayata alışabilmiş değildim ki zaten bu hayata başlayalı çok olmamıştı. Alışmam adına gerekli bir zaman daha geçirmemiştim burada. Bundan sebep zaten kendimi yeterince fazlalık ve zahmet verici olarak görüyordum. En azından ona yardımcı olmam adına bir şeyler yapmama fırsat tanıyabilirdi.
Oturduğu yerden derin bir soluk veren Ares aslında derdimin ne olduğunu çok iyi biliyormuş gibi baktı bana bir süre. Eline aldığı çatalıyla önümdeki tabağı işaret ederken son sözlerini söyledi.
Bundan sonrası büyük bir sükûnet içerisinde geçerken tüm sakinliğimizle yemeklerimizi yedik. Aramızda herhangi bir konuşma daha geçmezken kaçamak bakışlar dışında göz göze bile gelmedik. Söylenilen son sözlerin ardından kaç dakika geçtiğini bilemezken çok yiyemediğim tabağımı elime alarak oturduğum yerden ayaklandım. Benim aksime tabağını çoktan bitiren Ares'in tabağını da boştaki elime alarak tezgâha yöneldim.
Yemek faslının sonuna geldiğimizin bilincinde olarak toparlamaya başladığım masayla Ares'te oturduğu yerden ayaklanarak bana eşlik etmeye başladı. Onun sayesinde zaten kısa sürecek olan masa toplama faslı daha da kısa sürmüştü. Tüm işleri hallettiğime kanaat getirirken ellerimi mutfak havlusuna kurulamaya başladım. Bu işlemimi sürdürürken bakışlarım ona kaydı ve onu tezgâh üstünde bir şeyler yaparken buldum.
Kararan havayla etraf zifiriye bulanırken bu zifirinin evi sarmasını, evin farklı köşelerindeki lambaderler ve mutfaktaki ufak tefek birkaç aydınlatma engel oluyordu. Loş aydınlatmanın hâkim olduğu ev bana huzur verirken tamda istediğim gibiydi. Ne çok aydınlık ne de tamamıyla zifiri karanlık.
Kıstığım gözlerimle Ares'in orada ne yaptığını çözmeye çalışırken ellerimi kurulama işlemini bitirmiştim. Elimde kalan havluyu yerine asarken Ares'te yapmakta olduğu işini bitirmiş ve bana doğru dönmüştü. İki elinde de var olan fincanlara kısa bir bakış atarak tekrardan tüm odağımı Ares'e yönlendirirken erkeksi sesi duyuldu mutfakta.
"Çay yaptım." dedi iki elindeki çayları iyice işaret etmek ister gibi hafifçe yukarı kaldırarak.
Karşımdaki manzara içten bir tebessüm ederken ona doğru yürüdüm ve bunu aramızda bir adım kalıncaya kadar sürdürdüm. Tam karşısında yerimi alırken gülümsemem hala yüzümdeydi.
"Teşekkür ederim." dedikten sonra elindeki bardaklardan birini avuçlarken adımlarımı mutfaktan direkt oturma odasına geçen kapıya doğru attım. Hemen ardımda hissettiğim Ares'in büyük adımları eşliğinde oturma odasına varırken kısa sürede ikili koltuğun bir ucuna o bir ucuna ben oturmuştum. Avuçlarımın arasındaki yakıcı sıcaklık, loş ortam ve Ares'in varlığı gevşememi sağlarken aklıma istemsiz annemler düştü bir anda.
Kalçamın altına sıkıştırdığım bacaklarımla koltukta yan bir biçimde oturmamı sürdürürken sol omzumu koltuğun sırt kısmına yasladım. Kucağıma doğru tuttuğum fincanı sol elimle sabitlerken sağ elimle eşofmanımın cebindeki telefonumu avuçladım.
Hattımı değiştirdikten sonra yeni numaramı sadece Ares'lere ve Benay'a vermiştim. O yüzden telefonum şu anda çok sakindi. Herhangi bir cevapsız çağrı yığını ya da tehdit, hakaret içerikli mesajlar yoktu. Her ne kadar yeni numaramı yaymak istemesem de ablamı arasam iyi olacaktı.
Ekran kilidini açarken Ares'in bakışlarını üstümde hissettim. Ablamın numarasını tuşlamadan önce bakışlarımı ona kayırırken bir açıklama yapma gereksiniminde bulundum.
Sözlerime herhangi bir tepki bile vermezken yüzünde mimik dahi oynamamıştı. Buna aldırmadım ve ablamın ezbere bildiğim numarasını tuşladım. Kulağıma götürdüğüm telefonla aramamın yanıtlanmasını beklerken bakışlarımı kucağımdan çekmiyordum.
Ablamın normal sevideki sesi kulaklarıma ulaşırken istemsiz yerimde hafifçe dikildim. Sakin olmalı ve ablamdan oradaki durumların ne alemde olduğunu öğrenmeliydim.
"Lavinia?" dedi ablam anında. Ses tonuna şaşkınlığının tozları bulaşmıştı.
"Şşhh benimle konuştuğunu belli etme." dedim hızla ablamı uyarırcasına. Bir süre adım oralarda geçmese iyi olacaktı. Oradaki durumların hala dalgalı olduğunu tahmin etmek pek de zor değildi benim için.
"Tamam tamam." dedi kısık tutmaya özen gösterdiği sesiyle. Ardından birkaç hışırtı duyuldu ahizeden sonrasında kapı kapanma sesi geldi. Galiba oda değiştiriyordu benimle daha rahat konuşmak için.
Birkaç hışırtının ardından ilk ablamın derin soluğu ulaştı kulaklarıma ardındansa sesi. "Dedemlerdeyiz hala. Tamamen buraya yerleştik. Sen ne yapıyorsun asıl?"
Bana yönelik sorduğu soruyu direkt görmezden gelirken merak ettiğim soruları sıralamaya devam ettim.
"Annem, Nabi nasıl? Babamdan haberiniz var mı?"
"Nabi iyi. Babam ısrarlarını sürdürüyor geri dönelim diye. Bazen öyle şeyler diyor, öyle hareketler yapıyor ki kafayı yediğini düşünüyorum. Açıkçası beni korkutmaya başladı. Annem... Annem bildiğinden de kötü oldu artık. Toparlayamıyoruz. Toparlanmıyor." dedi. Sesi titriyor gibiydi. Gamsız bildiğim ablamın da mı duvarları toz duman olmuştu? Artık o da mı benim gibiydi?
"Sen nasılsın?" dedim benim sesimde boğuklaşırken. Gözlerim buğulanmaya başlamıştı. Boğazımdaki varlığını hissetmeyi asla bırakamadığım yumru gittikçe büyüyordu.
Ares şu anda ne yapıyordu bilmiyordum. Hala daha bakışlarımı kucağımdan kaldırmamıştım ama bana baktığına emindim. Ela harelerini son sözlerimden sonra üzerimde hissetmeye başlamıştım. Beni mi inceliyordu?
"İyiyim ben ya. İşe gidip geliyorum işte onun dışında hep evdeyim. Sen neredesin Lavinia? Ne yapıyorsun?" dedi ablam cümlelerinin sonunda konuyu tekrardan bana getirerek. Beni gerçekten merak ediyor muydu? Neydi bu ısrarının nedeni? Galiba ablam olmasından olsa gerekti.
"Ben..." dedikten sonra kısa bir an duraksadım ve bakışlarımı kucağımdan çekerek Ares'e diktim. Göz göze geldik. "... İstanbul'dayım. Çalışıyorum. Büyük bir şans çıktı karşıma abla ve hala daha benimle." dedim büyük bir minnettarlık barındıran bir ses tonuyla.
"Anlamadım ne demek istiyorsun?" dedi ablam anında. Her ne kadar ablam ne demek istediğimi anlamasa da galiba Ares anlamıştı. Evet şans derken ondan bahsetmiştim. O benim hayatımın en büyük şansı olmalıydı. Yani bence öyleydi.
"İstanbul'dayım işte abla. Çalışıyorum. Güzel bir işim ve kalacak yerim var. Ben iyiyim beni düşünme."
"Lavinia olaylardan sonra bu kadar kısa sürede bu dediklerin bana pek normal gelmiyor. Her neredeysen geri gel. Hem annem iyice kötüleşti diyorum. Sana burada ihtiyacım var." dedi.
Benim de sana çok ihtiyacım olmuştu abla sen o zaman nerelerdeydin? Boyumdan kat be kat büyük yüklerin altında can çekişirken sen nerelerdeydin? Ben söyleyeyim mi? Bir yan odamda.
"Dönmek gibi bir düşüncem yok abla." dedim tüm acımasızlığımla.
"Boşanma davasının günü yaklaşıyor. Ortalık gittikçe kızışmış durumda ne demek gelemem? Babam artık gittikçe beni korkutuyor Lavinia."
Sesli bir soluk verdim. Bencilce bir istekle oraya geri dönmek istemiyordum ve ablam benden daha da büyük bir bencillikle o cehenneme geri dönmemi istiyordu. Babamdan bende korkuyordum ama biliyordum ki babam ona zarar vermezdi. Onun garezi bir anneme bir de banaydı.
"Abla ısrar etme lütfen." dedim bıkkınca.
"Tamam Lavinia ne yaparsan yap." dedi anında hiddetli bir biçimde.
"Bu benim yeni numaram eskisini kapattım. Sakın kimseyle paylaşma ve acil bir şey olursa bana buradan ulaş. Anneme ve Nabi'ye iyi bak." dedim ve ardından bir cevap vermesini beklemeden direkt aramayı sonlandırdım.
Kim bilir annem şu anda nasıl bir ruhsuzluktaydı. Çok zayıfladığına yemin edebilirdim. Çok acılar çekmişti hala daha çekiyordu. Benim annem mutlu olmayı hak eden bir kadındı ama tanrı ona hak ettiklerini hiç sunmamıştı. Bir anda aklıma annemin çektiği sıkıntılar doluştu. Babam tarafından uğradı haksızlıklar, onun ailesinin yaptığı eziyetler, bitmek tükenmek bilmeyen harcanmaları... Bu hayatta en çok benim anneme daha sonrasındaysa bana yazık olmuştu bence.
Fersiz bakışlarımı daldığı noktadan çekerek Ares'le tekrardan göz göze gelmemizi sağladım. Ona silik bir tebessüm ettim.
"Biliyor musun hiçbir şey yolunda gitmiyordu o evde ama yenildiğimi kimse görmesin diye tek tek savaşıyordum her şeyle. Verdiğim hiçbir savaşı kazanamasam bile çok direndim. Dik durdum hep karşı koydum."
Baktı, baktı ve baktı. Şu anda çok güzel baktığını size söylemiş miydim? İçimi okuyormuş gibi beni anlıyormuş gibi bakıyordu.
"Bilmiyorum ama bunu görebiliyorum." dedi sakince.
Zihnimin en derinliklerine bir sinema perdesi kurulmuştu ve mazimde kalan en acı sahnelerim orada teker teker sergileniyordu. Uğradığım haksızlıklar, boşa verdiğim çabalarım, didinmelerim, hiçbir sonuca varamayan ve bir türlü beğenilmeyen emeklerim... Ben o evde değil on sekiz yıl, bin ömür de geçirsem onlara kendimi beğendiremezdim. Başta annemin sonrasında benim çabalarım hep eksik görülmüş ve beğenilmemişti. Oradakileri bir türlü memnun edememiştik. Annem, babama ve ailesine yaranamamıştı bense anneme ve annemin yaranamadıklarına yaranamamıştım.
"İstedikleri gibi biri olmayınca istenilmeyen biri oluyorsun." dedim ve durdum. Titrek ve cılız bir soluk çektim içime ardından sözlerime kaldığım yerden devam ettim. "Bende öyle oldum."
Sol gözümden bir yaş intihar etti ve cesedini göz pınarlarımdan çeneme oradan da boğazımdan aşağı göğüs oluğuma doğru bıraktı. Bu göğüs oluğuma yerleşen ilk ceset değildi son olacağını da sanmıyordum.
"Bende öyle oldum." diyerek son sözlerimi tekrar etti Ares.
Sol elimdeki soğumaya durmuş çayımdan büyük bir yudum aldım. Hissediyordum beni anlıyordu. Hissediyordu en az onun kadar yaralıydım. Belki de bu hislerdi bizi birbirimizde tutan, onun bana yardım etmesini sağlayan.
"Ailen nasıl öldü?" diye bir soru yönelttim aniden. Nereden çıktığını bilmediğim soruyla en az Ares kadar bende afallarken böyle bir soruyu sormak aklımda yoktu. Vereceği tepkiden korkarak irileştirdiğim gözlerimle Ares'e bakarken karşımda kasılıp kaldığını görmemek imkansızdı.
Aldığı derin soluklar eşliğinde bir süre sessizliğini korurken sorduğum soru için pişmandım ama bu pişmanlığımın şu anda hiçbir önemi yoktu. Bir an tekrardan konuşup özür dileyecek gibi olurken Ares korktuğumu başıma getirmeyerek sakince yanıtladı beni.
"Bir suikasta kurban gittiler." dedi. Ses tonundan hiçbir duygu kırıntısı sezememiştim. Soğuk, ıssız ve terk edilmiş bir hapishane duvarını andırıyordu sureti.
"Sen nasıl mezuna kalmıştın?" diyerek hemen peşine ekleme yaptı sözcüklerine. Galiba kendince konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Bunu anlayışla karşıladım ve hafif bir mırıldanmayla o anı hatırlamaya çalıştım. Zihnime dolan görüntülerle kullanacağım sözcükleri teker teker belirlerken içimin kavrulmasına engel olamadım.
26 Ağustos 2020 Çarşamba Akşam Üzeri
"Hadi gir artık şu sisteme." diyerek bir kez daha isyanımı dile getirdim bilgisayarıma.
Yaklaşık beş dakika önce gelen haberle üniversite sonuçlarının açıklandığı öğrenmiştim. Büyük bir heyecan içerisinde sisteme sonuçlarımı öğrenmek adına girmeye çalışıyordum ama yoğunluktan olsa gerek bunu bir türlü becerememiştim.
"Vallaha kızım umarım buradaki üniversitede bir şeyler tutmuştur. Gizlice uzak bir yer falan yazdıysan ve tuttuysa bu sene üniversiteyi unut." dedi tepemde tüm rahatlığıyla dikilen babam.
"Baba ne konuşmuştuk biz seninle?" diyerek ters bir yanıt verdim. Agresiftim çünkü biliyordum ki buradan ya da yakın çevreden bir yerin tutmasının mümkünatı yoktu. Son dakika tercih listemi kafama göre değiştirmiştim ve bundan tercih listemi kendi isteklerine göre yazdıran ailemin haberi yoktu. Umuyordum ki iyi bir yer tutmuş olsundu yoksa işim işti benim bunlarla.
"Yok öyle mezuna bırakmak falan! Bu mezuna kalırsa doğru düzgün ders çalışmaz gezmekten. Bu sene o üniversiteye gidilecek ve o okul okunacak o kadar!" dedi annem babama karşı.
Bu da her zamanki gibi değişikti. Son senem boyunca beynimi yemiş okumak zorundasın deyip durmuştu ama bir yandan da bana ummalı bir çeyiz hazırlığına girişmişti. Bir keresinde şakasına herhangi bir yer kazanamazsam kocaya mı vereceksin beni diye sorduğumda bana okul okumadan kocayı unut demişti, akşamınaysa eğer okumazsam doğru el evine gidersin böyle babanın evinde yan gelip yatarak benden hizmet göremezsin diyerek nutuk çekmişti.
Annem her zamanki annemdi ve ben bunu bugün de bilmem kaçıncı kez görmezden gelmiştim. Yenilediğim sayfayla önüme bir anda sonuç ekranı çıkarken nefesimin kesildiğini hissettim. Kalbim yerini terk edecekmiş gibi göğüs kafesimi zorlarken midemdeki kasılmayla baş edemiyordum. Açılan ekranda doldurulması gereken yerleri titreyen ellerimle doldurdum ve onay tuşuna bastım.
Karşıma çıkan yazıları ilk başta algılayamazken sonrasında koca bir çığlık bastım. Olmuştu işte! Başarmıştım!
"Kazanmışım, kazanmışım!" diyerek kahkahalarımı sıraladım hemen peşine.
Oturduğum yerden hızla ayaklanırken arkamda dikilen annemle babama döndüm. Donmuş vaziyette benim bu coşkulu halime bakıyorlardı. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Boğazım yanıyordu. Galiba bir şeyler ters gidecekti. Niye öyle bakıyorlardı bana?
"Birinci tercihim tutmuş! Hacettepe Üniversitesinde Sosyal Hizmetler kazanmışım!" dedim titreyen sesimle içimdeki coşkuya gölge düşürmelerine izin vermemeye çalışarak.
İçim içime sığmıyordu. Hayalime ulaşmıştım. Hayalimdeki bölümü istediğim üniversitede kazanmıştım. Şaka gibi geliyordu ama değildi işte! Tam karşımdaydı sonuçlar tüm gerçekliğiyle.
"Ankara mı?" dedi babam hoşnutsuzca. Şoktan çıkan ilk o olmuştu.
"E-evet." dedim sorgularcasına ardından ekledim. "Baba biliyorsun Hacettepe Türkiye'nin en iyi üniv-"
"Biz böyle bir şey yazmadık!" diyerek hiddetle sözümü kesti annem.
"Ben yazdım." dedim. Ses tonumda hala daha bir şeyleri sorgulamanın kırıntıları vardı.
"Kazandığın bölüm dandirik bir şey bir bok olamazsın bununla! Niye kafana göre iş yapıyorsun sen?" dedi babam azarlarcasına.
Şu anda sevinmeleri lazımken neden böyle yapıyorlardı? Kötü bir üniversite kazanmamıştım ve bölümüm pek ala dandik değildi sadece iş imkânı yaşadığım şehirde pek yoktu o kadar.
"Baba kazandığım yerin farkında mısın?" dedim sertçe.
"Farkındayım ve bu bölüme gitmiyorsun! Bir sene daha çalış ve adam gibi bir yer kazan." dedikten sonra suratıma kınayıcı bakışlarıyla baktı babam.
Duyduğum sözlerle beynimden vurulmuşa dönerken neler olduğunu algılayamıyordum. Bu dediklerine itiraz etmek isterken ağzımı bile açamadım. Neden böylesine bir tavır takınıyorlardı? Sanki hiçbir şey becerememişim gibi davranıyorlardı. Annemle babamın suratlarına sırasıyla baktım. İkisinde de aynı ifadeler vardı. Memnuniyetsizlik, beğenmemişlik, kınama...
Bunu şu anda çok net hissediyordum ki etten kemikten bir ayıptım onlar için. Ne kadar çabalarsam çabalayayım hep öyle kalacaktım. Onları memnun etmemin bir yolu yoktu. Dünya dönmeyi bırakmış gibi hissediyordum şu anda. Niye hayat şu anda durmuş gibiydi?
Karşı karşıya kaldığım duruma ilk itiraz annemden gelirken bende o an elektro şok yemiş gibi titredim. "Ne demek bir sene daha çalışırsın? Hayır! Bu sene o okula gidilecek o kadar!"
"Göndermiyorum!" diyen babamın baskın sesi yankılandı beynimin içinde. Ne demek göndermiyorum?
"Gidecek dedim Ecevit!" dedi annem çığlık atarcasına.
"Gitmeyecek!" diyerek gürledi babam anında.
Neler oluyordu? Hiçbir şey anlamıyordum. Konu benim eğitim hayatım değil miydi? Benim söz hakkım neredeydi?
"Peki o zaman evlendirelim madem okumayacak." dedi annem bir anda sakin bir ses tonuyla ve ardından arkasını dönerek odamı terk etti. Ne diyordu bu kadın ya! Sesim nerelerdeydi benim? Konuşmam lazımdı şu anda. Konuşup hakkımı savunmam lazımdı.
"Ya siz ne diyorsunuz?" dedim zar zor bulduğum sesimle.
Babam bana kısa bir bakış atarak annemin peşinden odamı terk ederken arkalarından avazım çıktığı kadar bağırdım. "Bu benim hayatım değil mi? Siz ne saçmalıyorsunuz!"
Ben boğazım yırtılırcasına bağırdım bağırmasına ama karşılığında hiçbir yanıt alamadım. O an tüm dünya susmuş gibiydi. Neden herhangi bir ses yoktu etrafta? Kâinat laller içine mi bürünmüştü yoksa tüm bu suskunluklar zihnimin bana bir oyunu muydu?
Her şeyin toz bulutu gibi dağıldığı anda zihnimde sergilenen anıları görünmez bir el aracılığıyla kovaladım. Geçmişi düşünmek bana acıdan başka hiçbir şey vermiyordu.
Elimde çoktan buz tutmuş olan fincanı eğilerek ortadaki sehpaya koydum. Eski pozisyonumu tekrardan geri alırken Ares'e baktım. Benden bir cevap bekliyordu.
"Bende ailem tarafından bir suikasta uğradım ama burada ölen bedenim değil, ruhumun bir kısmıyla birlikte hayallerim oldu. Tabi yanında heveslerimi ve yaşama dair olan umutlarımı da alarak."
Selam nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz? Lavinia'nın ailesi hakkındaki düşünceleriniz neler? Onları okurken size de gerçek hayattan bir kesit izliyormuşsunuz gibi oluyor mu?
Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.57k Okunma |
579 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |