Ben geldim ve bölüm sonunda sizi bekliyorum!
Kıyıya vurana kadar her şeyin içinde bulunduğum okyanustan ve yüzeye doğru baktığımda gördüğüm gökyüzünden ibaret olduğunu sanan bir balıktım. İnsanlar birçok derdin bir araya gelerek oluşturduğu dertler senfonisi; ben en büyük dertler benim sandım. Gün geldi bunlardan yakındım gün geldi sessizliğimi koruyarak sabrımı gösterdim. Ama bir gün geldi ve ben, dışarıda bir yerlerde benden de büyük dertleri olan insanların olabileceğini fark ettim.
Ne söylemem ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Düşüncelerim kuyruklarını birbirlerine bağlamış çığlık çığlığa dönüp duruyordu kafamın içinde. Düşüncelerimi zapt edemiyordum.
Başımdan aşağı tüm ağırlığıyla akıp giden suyun düşüncelerimi de beraberinde götürmesini isterdim. Bu durum her ne kadar mümkün olmasa da olmasını diler gibi gözlerimi daha da sıkı yumdum ve yüzümü yukarı doğru kaldırdım. Şakaklarıma vurup oradan birer birer intihar eden su damlacıklarını bu hareketimle daha derinlerimde hissedebiliyordum.
Ailesinin öldüğünü tüm ifadesizliğiyle katı bir ses tonuyla dillendiren Ares'e tek bir kelime bile edememiştim. Yeni öğrendiğim bilgilerin altında ezilirken o an onun göğsünde olan o ağırlığı birebir kendi göğsümde hissettiğime yemin edebilirdim.
Sözlerinin ardından benden kaçırdığı bakışlarıyla zaten bir şeyler dememi beklemediğini bana açıkça belli etmişti Ares. Bende bir şeyler diyebilecek durumda değildim zaten.
Sözlerin öneminin farkındaydım ama bazen sözlerden önce hareketlerin ve o hareketlerin hissettirdiği hislerin önemi vardı. Ve biz o an, o anlardan birindeydik. Bunu tüm benliğimle hissetmiştim.
Ne yaptığımı bir an bile düşünmeden ve yaptığım hareketin doğruluğunu sorgulamadan cılız kollarımı Ares'in geniş gövdesine dolamıştım. Elimden başka bir şey gelmediği o anlarda bu hareketimin önemi büyüktü benim için. Ona 'Çok üzgünüm.' ve 'Yanındayım.' demek istemiştim. Sen nasıl benim yanımda olduysan bende şimdi senin yanındayım.
Demek istediğim şeyleri harfi harfine anladı mı bilmiyordum ama o an bir süre kasılıp kalmanın ardından onun da kollarını bana dolaması ve öylece durmamız anladığını gösteriyordu galiba. En azından ben bundan bunu çıkartmıştım.1
O acılı ama bir o kadar da büyülü olan anların ardından Ares artık yatıp dinlenmem gerektiğini ve yarının uzun bir gün olacağını söyleyerek odadan çıkmıştı. Söylediklerini haklı bularak bende çok oyalanmamış kendimi direkt duşa atmıştım. Şimdiyse bir süredir duştaydım.
İlk olarak saçlarımı büyük bir özenle yıkamış ardından yaralarla bezeli bedenimi bir güzel liflemiştim. Lif kısmı biraz canımı yaksa da aldırış etmemiş zihnimdeki kötü anıların bedenimdeki izlerini silmek istercesine bedenime karşı hoyratça davranmıştım. Tüm işlerimin bittiğine kanaat getirdikten sonra da tazyikli akan suyun altında kalmak istemiştim bir süre.
Akan suyun yoğunluğuyla kapışacak çoklukta düşüncelerle doluydum. Aklımda Tamay'ın daha birkaç saat önce söylediği sözler dönüp duruyordu.
"Açıkçası ben gelmene çok sevindim bunu demeden geçmeyeceğim. Her şerde bir hayır olduğunu düşünürüm hep. Belli ki hoş şeyler yaşamamışsın ama ben bunlardan sonra buraya gelmeni, yolunun bizimle kesişmesini bir hayır olarak görüyorum. Bizde çok şer yaşadık sonucunda birkaçımız hayrımızı gördük yani ben gördüğümüzü düşünüyorum... En azından Ares hariç hepimizin."
Bizde çok şer yaşadık demişti. Ne yaşamışlardı ki? Daha doğrusu Ares... Benim asıl ilgimi çeken oydu. Nasıl bir hikayesi vardı acaba? Tamay'ın dediklerine göre her ne kadar kötü şeyler yaşasalar da bir şekilde hayırlarını görmüşlerdi yani çoğunluğu öyleydi. Ares'in hariç olduğu bir çoğunluk... Hiç mi iyi bir şey olmamıştı acaba onun hayatında bunu düşünmeden edemiyordum. Bir de şey demişti Tamay:
"Ama şimdi bir kez daha düşünüyorum da belki de Ares için hayırlı olan sensindir. Sonuçta şöyle bir baktığımızda sende şerden çıktın ve bizimle karşılaştın daha doğrusu Ares'le, e onun da durumu zaten belli. Belki de sen ona bir umut olarak gönderilmişsindir ya da siz tanrı tarafından birbirinize umut olarak gönderilmişsinizdir."
Bu durumun gerçekten böyle olup olmadığını düşündüm bir süre. Cidden ciddi ciddi olduğum yerde dikili kalarak bir süre öylece bunu düşündüm. Sonunda herhangi bir çıkarıma varamayarak düşüncelerimin saçmalığını idrak ettim. Bedenimi irkilir gibi silkelerken kendime gelmeyi umdum. Duşta durdukça saçmalamaya başladığımı fark ettim ve akmakta olan suyu kapattım.
Ares'in de dediği gibi beni yarın uzun bir gün bekliyordu ve benim artık yatıp uyumam lazımdı. Tabi uyku uyumak benim için ne kadar mümkün olursa...
***
Gecenin ve gündüzün benim için bir önemi olmadığı zamanlardaydım. Sonucunda hangisinde ayık olursam olayım aynı acıyı çekiyordum aynı karmaşanın içerisindeydim ve bunlardan sıyrılamıyordum. Belki gece ve gündüzün tek farkı olabilirdi benim için. Ufacık bir fark. Aydınlık... Tercih ettiğim ve etmek istediğim bir şey değildi. Ben daha çok loş ortamlardan ve karanlıklardan hoşlanırdım.
Etraf siyaha bulandığında ben daha çok bendim. Ben bana daha çok ben olma fırsatı tanıyordum. Ben daha çok acılarımı doyasıya yaşıyor daha az acılarımı gizlemek zorunda kalıyordum. Karanlık beni içine çekerek bana bir paravan oluşturuyordu ve kendimi gizlememe gerek kalmıyordu. Karanlık iyiydi.
Şimdiyse bir gecenin daha sonuna gelmiştik. Çalan telefon alarmını kapatarak yattığım yatakta oturur pozisyona geldim. Saat 07.15 idi. Alarmı yatmadan önce bilerek bu kadar erkene kurmuştum. Gerçi erkene mi kurmuş oluyordum pek emin değildim bunda. Ares'lerin kaçta işe gittiğini bilmiyordum.
Oturduğum yerde gerinmeye bir son verip etrafa kulak kabarttım. Bunu yaparken de nefesimi tuttum gürültü oluşmasın diye. Herhangi bir hareketlilik sezmediğimden emin olduğumda oturduğum yerden ayaklandım. Belki de amacıma ulaşmış zamanından erken kalkmıştım. Buna sevindim.
Erken kalkıp düzgünce özenerek hazırlanmak istiyordum. Bugün ilk iş günümdü ve heyecanlı sayılırdım. Tamam tamam yalan söylemeyi bırakıyorum. Birazcık heyecanım varsa bu ilk iş gününden değil Ares'in dedesiyle tanışacak olmamdan kaynaklanıyordu.
Şirket bir aile şirketiydi ve dün laf arasında öğrendiğime göre şirketin başında da Ares’in benim için yardım istediği ve normalde arasının iyi olmadığı dedesi vardı.
Nasıl biriydi bir tahmin yürütemiyordum ama umarım bir aksilik çıkmazdı. Sonuçta daha on sekizini bile tam doldurmamış ailesinin yüz karası ilan edilen genç bir kızdım. Tecrübesizdim her şeyden önce. Her ne kadar bu yardım konularında kendime güvensem de ve sosyal hizmetler adına çoğu bilgiye kendi araştırmalarım sonucunda sahip olsam da daha önce hiç bu alanda bir iş tecrübem olmamıştı. Adamda bu durumda pek ala kalkıp bu kızı iş yerimde çalıştırmam diyebilirdi.
Herhangi bir diplomamın olmaması umarım bu konuda bana bir sorun yaratmazdı. Gerçi bu nasıl olacaksa... Ben tüm bu olası kötü fikirleri kafamın içinde evire çevire düşünürken çoktan banyoya girmiş rutin işlerimi halletmiş elimi yüzümü yıkamıştım. Diş fırçasına kadar düşünüp alan Tamay'a içten içe minnet duygum artarken dişlerimi de fırçalamayı ihmal etmedim.
İşlerim bittiğinde en son elimi yüzümü kurulayıp aynadan kendime çevirdim bakışlarımı. Vücudumdaki morluklar tüm olağanlığıyla yerlerinde duruyor vw zaman geçtikçe iyice çürümeye dönüyordu. Boğazımdaki sıkılmaktan oluşan morluklar her ne kadar geçiyor olsa da izleri hala daha göze çarpacak kadar netti.
Umarım giyeceğim takımdaki yarım boğazlı gibi duran bluz kapatırdı bu izleri yoksa makyaja kalacaktı işim. Makyaj demişken birkaç parça makyaj malzemesi ve bakım malzemesi de almıştı Tamay sağ olsun(!).
Aynadaki bakışlarımı kendimden çekerek aynanın yan tarafında bulunan dolaptaki raflara kaydı gözüm. Aralarından bilindik bir markanın on dakikalık bir maskesi radarıma takılırken onu yapmaya karar verdim. Hızlıca yüzüme sürdüğüm maskeyle odaya geri dönerken aynı hızlı hareketlerle yattığım yatağı toparladım.
Kendimi çok bakımsız hissediyordum ve bu bana ruhen iyi gelmişti umarım yüzüme de aynı etkiyi verirdi. Cildi ölü derilerden kurtaran bir maskeydi ve ben makyaj yapacağım için bu maske şu an çok iyi olabilirdi. Sonuçta son yaşananlardan sonra her zaman bakımını eksik tutmayan ben uzun bir süre hiçbir şey yapamamıştım.
Dışarıdan bakan biri benim şu yaşadıklarımı bilip bu halimi görse galiba bana küfreder ve "Çiftçinin ahırı yanıyor o yanan hayvanlarını kurtaracağına hala ineklerine ot toplama derdinde." falan derdi ya da demezdi şimdi bilemedim. Galiba saçmalıyordum.
Saçmalamayı bir kenara bırakmam gerektiğinin bilincinde elimdeki son yastığı da kabartarak yerine koydum ve giyinme odasından dün Tamay'ın seçtiği yeşil takımla beyaz kısa topuklu bileğin hemen üstünde biten botları aldım. Ek olarak koyu vizon renginde kabanı da askılıktan alarak içeri yatağın üzerine bıraktım.
Yüzümdeki maskeyi çıkarıp artık hazırlanmaya başlamam gerektiğini fark ettim. Fazla oyalanıyordum ve ne kadar sürem kaldığını bilmiyordum. İlk günden düzgün hazırlanmadan gitmeyi, geç kalmayı ya da Ares'i fazlasıyla bekletmeyi istemezdim.
Maskeden ılık suyla yüzümü yıkayarak bir güzel arındıktan sonra yine rafta gördüğüm markalı bir nemlendiriciyle yüzümü nemlendirdim. Şimdi tekrardan şöyle bir süzdüğümde yüzümü eskisinden bir tık daha iyi geldi gözüme. Belki de bu kendimi kandırmamdan ibaretti ama bunu önemsemedim ve banyoyu büyük adımlarla terk ettim.
Üzerimdeki pijama takımını çıkarırken yerine yeşil takımı giyindim. İlk olarak alt kısmını giyindim. Belden tam bir şekilde belimi sararken baya yüksek beldi. Bel lastiği göbek deliğimin üst kısmından belimi dapdar sarıyordu. Kalçalarımı da aynı darlıkla sararken dizlerimin hemen üzerinden itibaren yavaş yavaş bollaşıyordu. Bana biraz uzun gelen paçalarına bakarken topuklu giyineceğim için bunu sorun etmedim. Şu an yerlere sürünüyor olabilirdi ama topukluyla da böyle olmazdı herhalde. Hem benim boyum uzundu her türlü kaldırırdım ben bu takımı.
Sıra üst kısma geldiğinde onu da seri hareketlerle üzerime geçirdim. Kalçalarıma kadar uzanan kazak-bluz tarzı şeyi içime soktum. Yarım boğazı ve balon kolları hoşuma giderken içime soktuğum kısmı birazcık dışarı doğru çekiştirdim ve hafif bollaştırılmış şekilde durmasını sağladım. Son olarak nasıl durduğunu tam anlamıyla anlamak adına topuklu botları ayağıma geçirdim ve giyim odasındaki ayaklı boydan aynada kendimi kontrol ettim.
Hoş gözüküyordum. Kafa kısmım hariç. Topuklu botlar sayesinde paçalarım düz bir hal alırken zemin üzerinde katlanmalarına bir son vermişlerdi. Yere her ne kadar ucundan sürünse de bu hoş görüntü karşısında buna takılmadım.
Sıra makyaja geldiğinde makyaj masasına gittim. Hiç önündeki pufa oturmadan birkaç malzemeyi elime alarak banyoya yöneldim. Dün kendi eşyalarımı yerleştirirken yanıma aldığım makyaj ve bakım ürünlerimi oraya gelişi güzel koymuştum. Tamay'sa kendi aldığı ürünleri banyo dolabındaki raflara dizmişti.
Düzensizliğe asla gelemeyen benim için şu an her şey her yerdeydi. Bana göre bir şeyin bir yeri vardı ve şu an bu odada böyle bir şey söz konusu değildi. Pardon odalarda diyecektim!
Yüzümde ilk olarak göz makyajıyla başladım. Elime aldığım ince uçlu eyeliner ile hafif kalın bir eyeliner çektim. Bu tahminimden de fazla zamanımı alırken süremin iyice azaldığının farkındaydım.
Eyelinerı düzgün çekebildiğime kendimi inandırdıktan sonra son olarak kirpiklerime biraz rimel sürdüm. Zaten gür ve uzun olduklarından fazla uğraşa gerek yoktu. Saçlarım ve kaşlarım gibi simsiyah olan kirpiklerimi öyle fazlasıyla boyama derdine de çoğu zaman girmezdim.
Sıra cildime geldiğinde renk eşitliğini sağlayan bir cc krem sürdüm. Fondöten kullanmayı sevmezdim bana çamur gibi geliyordu. Yüzümde hafif renk eşitsizlikleri dışında ne bir sivilce ne de büyük bir iz olmadığından böylesine hafif, kremsi yapıda bir cc krem bana yetiyordu.
İnce bir katman halinde tüm yüzüme uyguladığım cc kremden sonra sıradaki işlemin ne olacağını düşündüm. Gözüme çift taraflı stick kontürüm takılırken onu da kullanmak istedim. Burnuma ve elmacık kemiklerime hafif bir kontür yaptıktan sonra renkli dudak nemlendiricisi sürerek makyajımı sonlandırdım. Nemlendirici hafif kırmızılık katmıştı dolgun dudaklarıma.
Neredeyse hazırdım. Son olarak saçlarım kalmıştı galiba. Dün gece duştan sonra sadece tarayıp döndürerek tepeden yuvarlak bir topuz yapmıştım. Tabi dünkü halinden gram eser kalmamıştı saçlarımın. Durmadan yatakta deli dana gibi dönüp durmamdan sebep olsaydı.
Tek hamleyle çözdüğüm saçlarıma içler acısı gibi bakarken bunlarla nasıl başa çıkacağımı düşünüyordum. Fazlasıyla uzun olan simsiyah saçlarım kara bir orman gibi kalçalarıma kadar uzanıyordu.
Bıkkınlıkla derin bir nefes verirken saç derimi sağ elimle kaşıdım. At kuyruğumu yapsaydım? Iy hiç sevmezdim bu modelle dışarı çıkmayı. Gerçekten mi Lavinia? Hayatındaki tek sıkıntı at kuyruğu modeliyle dışarı çıkmayı sevmemen mi?
Ellerimle saçlarıma saçma sapan şekiller verirken bir anda Ares'in sesi ulaştı kulaklarıma.
Sesi uzaktan gelen Ares galiba odanın girişinden bana sesleniyordu. Ne galibası salak düpedüz sesleniyor işte!
Son zamanlarda fazlasıyla duymaya başladığım iç sesime sende nereden çıktın bakışları atarak gözlerimi devirdim.
"Buradayım." diyerek Ares'i yanıtlarken banyoya doğru gelen adım seslerini dinledim bir süre.
Bakışlarımı kapıya çevirirken belimi lavabo tezgahına dayamıştım. Sonunda göz hizama giren Ares'e merakla bakarken onu uykusundan yeni uyanmış eşofmanlı bir halde görmeyi beklemiyordum.
O da beni böylesine erken bir saatte hazırlanmış ve makyajlı görmeyi beklememiş olmalı ki beni görünce aralanan dudakları bir süre aralık kalarak gerisin geri kapandı.
"Günaydın." dedim sakin bir ses tonuyla.
Birkaç saniyelik sessizliğinde şaşkınlığını doyasıya yaşayan Ares sonunda kendine gelerek beni cevapladı.
"Günaydın. Ne yapıyorsun burada?" dedi halimi sorgular gibi.
"İlk iş gününe paspal gelemezdim herhalde?" dedim.
Tüm ciddiyetiyle sorduğu sorularına en hızlı yanıtlarımı vermeye çalıştım. Suratı ilk şaşkınlığına nazaran şu anda ifadesizdi. Gerçi şaşkınlığı da çok uzun sürmemişti.
"Çok erken." dedi homurdanırcasına.
"Kaçta gideceğimizi söylemediğin için riske atmak istemedim." diyerek bir açıklama yapma gereksiniminde bulundum.
Sol elini dağınık saçlarına götürerek bir süre karıştırarak daha da dağıttı. Niye bu kadar keyifsizdi bugün? Normalde sanki şen şakrak dolanıyor adam da bugünün keyifsizliğini mi sorguluyorsun Lavinia?
Şu iç ses nereden çıkmıştı bilmiyordum ama acayip kıl olmaya başlamıştım. Öncelerde keyif almadığım arkadaş ya da akraba ortamlarında çıkar kendi kendime onunla konuşur durum dedikodusu yapardık. Ama son zamanların zor geçmesinden olsa gerek uzun bir süredir ortalarda yoktu.
"Dokuza çeyrek kala evden çıkarım artık buna göre hazırlanırsın. Şimdi işini çabuk tamamla kahvaltı masasında seni bekliyorum." dedi. 'İşini çabuk tamamla.' derken saçma sapan birbirine girmiş saçlarıma tuhaf bir bakış atmıştı. Daha sonrasında kısa sürede odayı terk etti.
Bıkkınlıkla tekrardan aynaya dönerken bunlarla nasıl baş edeceğime dair düşünmeye devam ettim. Okula giderken hep yaptığım modeli yapabilirdim aslında.
Yaklaşık on beş dakikanın ardından sonunda saçlarımı yapabilmenin verdiği mutlulukla aynaya baktım. Galiba düzgün bir şeye benzetmiştim. İlk olarak hafifçe saçlarımı taramıştım çünkü kabarmasını istemezdim. Maalesef saçlarını tarayınca saçı çalı süpürgesiyle kapışan insanlardandım.
Daha sonra saçlarımı ortadan ikiye düzgünce ayırarak ellerimle düzelttim. Ön taraflardan aldığım tutamları arka tarafta birleştirerek siyah lastik tokayla topladım ve küçük sarkık bir topuz haline getirdim. En son saçlarımı ellerimle yönlendirdim ve topladığım kısımları biraz bollaştırdım.
Böylelikle ufak bir müdahaleyle kendi hallerinde kalmalarını sağlamıştım. Topladığım kısım hariç tüm özgürlüğüyle salınmaya devam eden saçlarım dalgalıdan bir tık daha kıvırcık bir biçimde kalçama doğru uzanıyordu.
Daha fazla oyalanmadan aşağı inmek adına yatak odasına geri geçtim. Ayakkabılar zaten ayağımda olduğu için direkt kaban ve çantamı alıp aşağı inmek istedim ama çanta hazırlamamıştım. Sahi çanta neden hazırlamamıştım? Bu kombine sırt çantam gitmezdi ve benim çoğu eşyam hala daha sırt çantamdaydı.
Hızla giyim odasına yönelirken botlarımla birebir aynı renk olan beyazlıkta ufak sayılabilecek fermuarlı kol çantasını çoktan gözüme kestirmiştim. Askısı da çantanın kumaşından oluşan bir yapıdaydı.
Ufak bir arayıştan sonra sırt çantamı da bularak ondan elimdeki çantaya aktarım yapmaya başladım. Küçük siyah cüzdanımı, kulaklığımı, şarj aletimi ve birkaç ıvır zıvırı çantanın içine attıktan sonra fermuarı kapattım.
Sırt çantamın içinde gözüme takılan parfüm şişemi de birkaç sıkımlık kullandıktan sonra elimde kaban ve çantayla aynanın karşısına bir kez daha geçtim. Sanırım tamamıyla hazırdım. Bakışlarımla bedenimi süzerken açıkta herhangi bir iz gözüküyor mu diye kontrol ettim.
Boğaz kısmım yarı kapalı olduğu için biraz huzursuz olsam da çekiştirilmediği sürece gözükmüyordu izler. Yani aşağı inmeme hiçbir engel yoktu şu anda. Aşağı inmeli, kahvaltımı düzgünce yapmalı ve işe gitmeliydim.
Sık ve yere sağlam basan adımlarla kısa sürede mutfağa ulaştım. Yere sağlam basan adımlarım sayesinde daha da tok çıkan topuk sesleri eşliğinde içeri giriş yaptım. Bakışlarımı ilk karşılayan Kibar teyze olurken beni bu halde görmenin şaşkınlığı içerisinde ağzı açık bakakalmıştı ilk.
"Günaydın." diyerek içten bir gülümsemeyle karşılık verdim bu haline.
"Günaydın kızım." dedi o da. Daha sonrasında yapmakta olduğu işine geri döndü.
Bakışlarımı mutfağın içerisinde gezdirirken bu kez Kibar teyzenin tepkisini ben devralmıştım. Gözlerim elinde tabletle köşe takımının yanında dikilen ve doğrudan bana bakan Ares'i görünce ufak bir dumura uğramıştı. Onu böylesine jilet gibi bir takım içinde görmeyi beklemiyordum.
Kibar teyzeden daha çabuk toparlarken yüz ifademi dümdüz hale getirdim. Neyine bu kadar şaşırıyorsam adamın kısmi şirketi var pijamayla mı gidecekti işe?
Aptallığıma bir demet alkış hediye ederken adımlarımı bakışlarını benden alarak kahvaltı masasına kurulan Ares'e yönelttim. L şeklindeki oturma grubunun kısa kenarına yani masanın başına tekabül eden yere oturan Ares'in çaprazına doğru oturdum. Uzun kenarın ortasına doğru kendimi rahat bir oturuşta konumlandırırken koluma asılı kabanı ve çantayı yan tarafıma koydum.
Odadan çıkmadan önce elime aldığım telefonumu masanın üzerine koyarak masaya şöyle bir göz gezdirdim. Çok çeşit kahvaltılığa ve sıcak yemek olarak da patates kızartmasına sahipti masa. Kibar teyzenin çayları doldurduğu bardakları masaya bırakmasıyla kahvaltısına başlayan Ares'e kısa bir bakış attım. Neden yemek yerken elinden tabletini bırakmıyordu bu adam?
Sanane kızım! Keyfinin kahyası mısın adamın sen yemeğine baksana!
İç sesimin kapatma tuşunun olmamasına bilmem kaçıncı kez üzülürken bakışlarımı Ares'ten çektim ve bende ufak ufak bir şeyler atıştırmaya başladım. Çok değil beş dakika sonra böyle yemek yemekten sıkılırken bende elime kendi telefonumu aldım.
Bildirimleri yine görmezden gelerek sosyal medya hesabıma girdim. Öyle sosyal medyalarda çok aktif olan birisi değildim sadece düzenli kullandığım bir tane sosyal medyam vardı. Hatta ve hatta sadece bir tane sosyal medyam vardı.
Ufak bir göz gezdirmeyle ortalığın burada da karıştığını fark ettim. Babamın kardeşlerinin çocukları, kuzenleri ve saçma sapan birkaç akrabam olayı duymuş olacak ki bana bir güzel salladıkları mesajlar göndermişlerdi. Çoğu tehdit içerikliydi.1
Mesajlara ayrıntılı bakmadan bu hesabı silmek istedim. Madem yeni bir hayata ve düzgün bir işe kendi başıma başlamıştım burada da sil baştan yapmak güzel olacaktı. Öyle de yaptım. Uzun zamandır kullandığım hesabı bir çırpıda sildim. Sıfırdan yenisini açmam yalnızca birkaç dakikamı alırken profili hızlıca tamamladım. Profil fotoğrafına güzel bir resmimi koyup bırakırken bir de Benay'a istek attım.
Bu hesabı düzgün kullanacak, her önüme geleni almayacaktım. Eskiden yaşadığım yerden bir Benay'la muhatap olmayı düşünüyordum. Belki bir iki kişi daha eklenebilirdi üstüne ama sadece o kadar. Zaten profilimi de gizli yapmıştım.
"Ne yapıyorsun? Yemeğini yesene."
Başımı sağ tarafıma çevirerek günün üçüncü konuşmasını Ares'le gerçekleştirmeye başladım.
"Sosyal medya hesabımı kapatıp yeni bir hesap açtım." dedim dürüst bir tavırla.
"Amaç?" diye sordu büyük bir durağanlık içerisinde.
Kısa bir an duraksadım. Sinsi düşmanlar saldırıya geçmiş uğraşmak istemedim de. Saçmalamasan mı acaba?
"Orada da ortalık karışmış. Gerimde kalanları hayatımdan uzaklaştırmam gerek diye düşündüm. Yoksa bana yük olarak sıkıntı yaratmaya devam ederler."
Anladım der gibi kafasını sallarken elindeki tableti sonunda kapatarak masanın üstüne koydu.
"Şey... Eğer bugün müsait olursan yeni hat almaya gidebilir miyiz? Bundan bir an önce kurtulsam iyi olacak." dedim ve bu sözleri sarf ederken telefonumu gözüne sokmak ister gibi yukarı kaldırıp salladım.
Söylediğim cümleleri kafasında tartıp biçerken birkaç saniye sustu ve sonrasında tek kelimelik cevabıyla yanıtladı beni.
Söylenen son söz bu oldu. Devamında ikimizde susarak birkaç lokma daha yedik ve sonrasında Ares'in işaretiyle zengin kalkışı yaparak evi terk ettik. Sofrayı toplamadan hem de! Annem bunu görseydi neler yapacağını tahmin bile edemiyordum. Beni doğduğuma pişman ederdi. Gerçi çoktan etmemişler miydi zaten? Neyse orası ayrı bir konuydu şimdi hiç oralara girmeyecektim.
Kısa süre içinde ulaştığımız arabanın içine kurulurken artık böyle düşüncelerden uzaklaştırmak istedim kendimi. Geçmişimi düşünmek istemiyordum. Görünüşe bakılırsa geçmişim beni zaten silmişti sadece intikam almak isteyen birkaç kişi kalmıştı. Sahi anneler evlatlarını siler miydi? Asla! Peki hasta annelerin evlatlarını silmesi olağan mıydı? Belki...
Annemin kendimi bildim bileli bana takındığı dengesiz tavrı hep babam ve ailesinin onda açtığı yaralara ve acımasızca verdikleri büyük hasarlara bağlıyordum. Tıpkı beni dün sildiğini açıkça ifade etmesini de onun bilinci dışında bir şeye bağlamaya çalışmam gibi.
Önümde tüm hızıyla akıp giden asfalttan bakışlarımı uzun süredir çekmezken bunun bozulmasına Ares'in çalan telefonu sebep oldu. Bakışlarım telefonunu yanıtlayan Ares'e kayarken onu kulağına götürmesini bekledim ama o beni yanıltarak telefonu hoparlöre aldı.
Kulaklarımıza aynı anda Tamay'ın tüm neşesiyle şakıdığı sesi ulaşırken istemsizce Ares'le aynı anda yüzümüzü buruşturduk. Bu durum bende hafif bir şaşkınlık yaratsa da kendimi hızla toparladım.
"Ne var?" diyerek yanıtladı Tamay'ı Ares tüm ifadesizliğiyle.
Biraz öküz olabilir miydi bu adam ya da soğuk nevale?
"Bugünü de şirketi bize dar etmek için güzel bir gün olarak mı seçtin?" dedi Tamay bıkkınlıkla. İlkteki neşesi kaçmış gibiydi.
Tamay'ın sesindeki iğneleyici tonlamayı görmezden gelen Ares ondan daha bıkkın bir biçimde sorusunu yineledi. "Ne var?"
Niye bu kadar sıkkın ve bıkkındı bugün? Acaba benden sıkıldı da beni istemiyor muydu? Ya da başına bela aldığını düşünüyor ve bana bu teklifi yaptığı için kendisine kızıyordur? Ne çok seçenek sunmuştum öyle kendime! Ve evet hepsi de olumsuz!
"Geliyor musunuz diye soracaktım. Giriş katındayım ve Lavinia'yı bekliyorum. Ona şirketi ben gezdirmek istiyorum." dedi Tamay. Sesi pes edercesine ve Ares'le uğraşmak istemezcesine çıkmıştı.
"Senin bir şeyler karalaman gerekmiyor mu?" diyerek anında yanıtladı Ares onu.
"Ay! Ben koleksiyonumu çoktan tamamladım sen buna yorma o kalas kafanı."
"Sezon yaklaştığında görüşeceksin o kalas kafayla!"
Pekâlâ anlamadığım bir dildi ve beynimi daha fazla bunu anlamaya çalışarak yoramazdım. Ne değişik insanlar vardı böyle? Sen çok normalsin zaten Lavinia.
"Yolda mısınız?" dedi Tamay sonunda mağlubiyet içerisinde. Konuyu kapatırcasına dillendirmişti bu sözlerini.
Aramanın sonlandığına dair duyduğum sesle bakışlarımı tekrardan Ares'e çevirdim. E bir cevap verseydi kız!
Ne zaman susacağını düşündüğüm iç sesimle geçen geri kalan yol Ares'in dediği gibi beş dakika sürmüştü ama bana yarım saat gibi gelmişti bu beş dakika.
Arabanın yavaşlamasıyla vardığımız binaya şöyle bir gelişi güzel baktım. Altı-yedi kattan fazla duran binanın katlarını durup tam anlamıyla sayma fırsatım olmazken Ares hızlı manevralarla aracını binanın önünde durdurdu. Hala daha çalışır vaziyette olan araçtan inerken benim kapımın açılmasıyla o yöne döndüm.
Şimdi fark ettiğim binanın girişinde dikilen iki takım elbiseli adamdan biri benim kapımı açarken diğeriyse Ares'in boşalttığı yere geçiyordu. Uww lükse gel!
Açtığı kapının yanında dikilerek inmemi bekleyen adamı daha fazla bekletmemek için zaten kucağımda olan çantamı ellerimle bulunduğu yere daha da sabitledim ve araçtan usulca ayrıldım. Adımlarımı yere güçlü bir biçimde sabitlerken gözüme ilk olarak bana doğru gelen Tamay takıldı.
Birkaç adım ilerleyerek Tamay'ın yanımıza ulaşmasını bekleyen Ares'in yanında yerimi aldım. İddialı adımlarıyla bize çabucak ulaşan Tamay kocaman gülümsemesiyle ilk bana sarıldı.
Baya neşeli günündeydi galiba. Onun bu gereksiz fazla neşesine ifadesiz bir suratla tepki bile vermezken sarılışına karşılık verdim gevşekçe.
Benden ayrılırken sarılma faslını Ares'e devretmiştim. Aynı enerjiyle Ares'i de kucaklayan Tamay neşesinden ödün vermeksizin cevapladı Ares'i.
İfadesiz bakışlarım şöyle bir Tamay'ın üzerinde gezinirken kadınsı kıyafetlerine sanki uzaylı görmüşüm gibi bakıp inceledim. Bordo diz altı deri eteği bel hizasından itibaren alt kısmını sımsıkı sarmış vaziyetteydi. Üst kısmında da yine deri bir parça tercih etmişti. Siyah deri büstiyeri sadece omuzlarını açık bırakırken eteğinin altına doğru uzanıyordu. Ayağında da asla benim giyemeyeceğim bir yüksekliğe sahip topuklu deri bir bot vardı.
Bu kız ajan olabilir miydi? Niye baştan aşağı deriydi? Neyse ne pekâlâ bu durum beni ilgilendirmezdi bu yüzden ifadesiz bakışlarımı bedeninden çekerek temiz zemine diktim. Ares'le Tamay ayak üstü bir şeyler konuşuyorlardı ve bu benim ilgimi hiç mi hiç çekmiyordu. Sahi niye dikiliyorduk orta yerde?
Pekâlâ bu konu ilgimi çekmişti işte. Bakışlarımın odağını Ares'e çevirdim ardından da bize cevabı verecek olan Tamay'a.
"Hayır. Bende dedem gelene kadar Lavinia'yı senden kaçırmayı planlamıştım hani telefonda söylemiştim şirketi gezdireceğim falan filan." diyen Tamay sözlerinin sonunda ses tonunu imalı bir hale sokmuştu.
Galiba onu terslediği için ve en sonda telefonu suratına kapattığı için Ares'e kızmıştı. Haklıydı.
"Lavinia isterse gezdirebilirsin."
Topu anlayamadığım bir hızla bana paslayan Ares'e sadece bakışlarımı dikerek baktım bir süre. Şirketi gezmek istiyor muydum? Gezsem fena olmazdı sanırım. Başımı olumlu anlamda sallarken göz temasımızı kesmedim. Kıstığı bakışlarının ardından uzun uzun gözlerime bakan Ares'i Tamay'ın sabırsız hareketleri bölerken onun gözlerimde o kadar uzun ne aradığını sorgulamadan edemedim. Verdiğim karardan eminliğimi mi sorguluyordu?
"Dedem geldiğinde onu direkt benim odama getiriyorsun!" dedi.
Bu bir emirdi galiba. Ve benden onu diye bahsetmesi kendimi bir anlık emanet mal gibi hissetmeme sebep olmuştu. Daha az önce ne güzel ismimi kullanmamış mıydı şimdi bu harekette neydi?
"Ay tamam yemeyeceğim ya kızı!" diyen Tamay'ı duymazdan gelen Ares bana doğru bir adım atarak iyice yanıma yanaştı ve doğrudan benimle göz teması kurdu.
"Kendine dikkat et. Bir aksilik olursa odam sekizinci katta."
Onu sadece başımı sallayarak onayladım. Sözlerinin ardından Tamay'a son bir bakış atan Ares hızlı adımlarla binaya ilerledi ve kısa sürede gözden kayboldu.
"Tahminimden de güzel olmuşsun!"
Ares'in kaybolan silüetinin ardında olan bakışlarımı kulaklarıma dolan coşkulu sesin sahibine çevirdim. Tüm samimiyetiyle bana bakıyor ve beni hiç gizlemeksizin açık açık süzüyordu.
"Teşekkür ederim. Sende çok güzel olmuşsun." diyerek klasik bir yanıtla karşılık verdim ama sende güzel olmuşsun lafını gelişi güzel söylememiştim. Gerçekten güzel olduğu için söylemiştim.
Sözlerimle şuh bir kahkaha attı. "Teşekkürler fıstığım. Hadi gel başlayalım gezmeye. Çok bir numarası yok ama neyse."
Sol koluma giren Tamay beni şirkete doğru yönlendirirken aralıksız konuşmasına nefes almadan devam ediyordu.
"Ben dedeme, babama, Ares'e hep diyorum şurayı az bir şekilli şukullu yapalım değişik bir albenisi olsun ama bizim ailenin erkekleri düzdür maalesef. Bir türlü lafımı dinletemiyorum!"
Binadan içeri attığım ilk adımla bakışlarımı Tamay'a çevirdim. Yüzümde soru dolu bir ifade hakimdi. "Şekilli şukullu?"
İçeri girip attığımız üçüncü adımla duraksayan Tamay'la bende duraksadım. Sorduğum soruya verecek bir cevap arıyor gibiydi.
"Ee şey... Değişik tarz. Im... Olağan dışı bir mimari. Böyle şeyler işte. Neyse gel şirkete dönelim biz."
Duraksayan adımlarımızı tekrardan harekete geçirirken bakışlarımı saf bir merakla etrafta gezdirdim. Gümüş renginin ağırlıkta olduğu ortamda bu renge grinin her türlü tonu eşlik ediyordu.
"Giriş katımız burası. Satış mağazası olarak kullanılıyor. Ana satış mağazası burası. Ülkenin çoğu yerinde mağazalarımız var ama ana bina burası. Çünkü tüm işler bu binada dönüyor."
Katın dört bir yanında camdan son derece şık tezgahlar bulunuyor ve bu tezgahlarda birbirinden göz kamaştırıcı envai çeşit mücevherler sergileniyordu. Mücevherlerin sergilendiği tek yer burası değildi. Yer yer duvarlarda konum alınmış şık tasarımlı gömme dolapların camları ardında da oldukça iddialı parçalar boy gösteriyordu. Boy gösteren her bir parçanın bulunduğu dolapta farklı bir ışıklandırma sistemi bulunuyor ve böylelikle göze daha bir albenili geliyordu mücevherler.
Sabahın bu saatine inat kalabalık olan katta müşterilerin sayısının oranınca şık giyimli çalışanlar ortalığı boş bırakmıyor her bir müşteriyle ayrı ayrı ilgileniyordu. Herkes kendi halindeydi.
Katın tam orta yerinde ya da göbeğinde demek daha doğru olurdu oldukça şık gösterişli bir mücevher standı bizi karşılıyordu. Koca cüssesiyle ilk girişte tüm dikkatleri üzerine toplayacak bir güzellikte olan stant nasıl oldu da dikkatimi çekmemişti bilemiyordum. Çünkü oldukça özel ve güzel gözüküyordu.
Siyah ve gümüş renklerinden oluşan gösterişli stanttan bakışlarımı çekerken etrafa bakarak bana bir şeyler anlatan Tamay'a döndüm ve onu dinlemediğimin bilinciyle büyük bir utanca kapıldım. Kız bana bir şeyler anlatıyordu ve ben onu dinlemiyordum. Bu oldukça ayıp bir şeydi. Hoş bana konuştuğunu bile fark edememiştim bunda bir suçum yoktu bilerek yaptığım bir şey değildi sonuçta.
"... böylelikle giriş katla beraber ilk dört kat satış mağazası olarak kullanılıyor."
Anladım der gibi kafamı sallarken aklımdaki soruyu dile getirmekte bir sakınca görmedim. Böylelikle hem merakım biraz olsun giderilecekti hem de onu dinlemiyormuşum, anlattıklarıyla ilgilenmiyormuşum gibi gözükmeyecekti.
Sorumu duymasıyla anlamsız bir ifadeyle bana kısa bir bakış attı.
"Giriş katıyla beraber yukarı doğru on bir katlı dedim ya en başında."
Mükemmel! Ne diyordum ben? Hem merakım giderilecekti hem de onu dinlemiyormuşum, anlattıklarıyla ilgilenmiyormuşum gibi gözükmeyecektim öyle değil mi? Gerçekten mükemmel!
"Anlamamış olmalıyım." dedim kısık bir ses tonuyla.
Umarım toparlayıcı ve tatmin edici bir cevap olmuştur diye düşünürken adımlarımız ilk katı dolaşmaya ara vererek ilerideki merdivenlere yöneldi. Daha doğrusu bunu kolumdaki Tamay yönlendirmesiyle sağladı.
"Üst kattaki mağazaları da gezmek ister misin yoksa direkt es geçip diğer katları mı gezelim?"
Kısa bir düşünmenin ardından Tamay'ı yanıtladım. "Es geçebiliriz."
Mücevherlere pek meraklı birisi değildim ve pek de bir şey anladığım söylenemezdi. Her ne kadar pek bir bilgim olmasa da buradaki her bir mücevherin gerçekten de değerli ve özel olduğu belliydi.
En başta hepsi göz kamaştırıcı duruyordu ve buradan ilk bakışta kocaman bir artı alıyorlardı kendi hanelerine. Eminim mücevher delisi kadınlar eşlerinin tüm parasını buraya gözlerini kırpmadan saçıyordu.
Seri adımlarla çıktığımız tek kollu döner merdivenler üçüncü katta son buldu. Anlamsız bakışlarla Tamay'a döndüm.
"E merdiven bitti diğer katlara nasıl çıkacağız?"
Saf bir merakla sorduğum soru üzerine kocaman bir kahkaha atan Tamay kolumdaki varlığını hatırlatırcasına beni üçüncü kattaki mağazanın içerisinde bir yere yönlendirdi.
"Her şeyi sırasıyla anlatıyorum kuzum ve şimdide sıra buna geldi az sabret." dedi neşesinden ödün vermeden.
Diğer satış katları gibi bu katta müşterilere ev sahipliği yaparken merdivenlerin bitişinden hemen sola doğru dönüp mücevher tezgahlarını gerimizde bıraktık. Dar sayılmayan bir koridorda ilerlerken kısa süre sonra bir kez daha sola döndük ve karşımıza bir asansör çıktı.
"Başta da dediğim gibi burası ana bina ve ilk dört katta satış mağazasının olması dışında birçok departmanda var haliyle. Mağaza katları merdivenle birbirine bağlı. Son mağaza katından yani üçüncü kattan sonrasını asansörle devam ediyoruz." duraksadı ve vardığımız asansörün çağırma tuşuna bastı. "Mağaza ve İdari kısmı birbirinden ayrı tutmak gerekiyor şirketin huzuru ve güvenliği için."
Araya asansörün bu kata ulaştığına dair çıkardığı ses girerken kapının açılmasını bekledim ama beklediğim gibi olmadı. Bu sırada Tamay çağırma düğmesinin üst kısmında bulunan ve benim şimdi fark ettiğim dokunmatik ekrana önce elindeki kartını okuttu ardından onun hemen altındaki tuşlu ekrana bir şeyler girdi. Beş haneli koddan sonra açılan kapıyla Tamay beni de peşine takarak içeri girdi.
"Bu asansörü de her önüne gelen kullanamıyor. Dördüncü kat itibariyle artık işin hangi departmanda ise ona göre bir kodun var. Her bir çalışanın kodu kendine özel ve her kodda her kata çıkamıyor."
Dördüncü kata ulaşmamız Tamay'ın sözlerinin bitişiyle aynı anda oldu. Terk ettiğimiz asansörün ardından hafif bir duraksama yaşarken Tamay'a meraklı bakışlarla baktım. İlgi çekici bir sistem vardı burada.
Yüzünde oluşan kocaman bir gülümseyişle kolumdaki yerini sağlamlaştırdı ve katta gezinmeye başladık. Yaptığımız eylemle neredeyse tüm katın gözleri bize dönerken meraklı bakışların hedefinde kalakalmıştım. Bu beni anlık bir gerilime sürüklerken istemsizce Tamay'a biraz yaklaştım. Ben gerginliğimi belli etmemeye çalışarak ifadesizce Tamay'a eşlik etmeyi sürdürürken o beni fark etmeden meraklı ve ilgili tavrım hoşuna gitmiş gibi heyecanla anlatımına devam etti.
"Dördüncü kat: Müşteri hizmetlerinin, Üretim-Satış-Dağıtım Departmanının ve Pazarlama-Tanıtım Departmanının olduğu kat. Bu kattaki her bir çalışan yalnızca dördüncü, altıncı, yedinci ve dokuzuncu katlara çıkabilir kendi kodlarıyla."
Anladığımı belirtircesine hafifçe başımı salladım. Katın tamamı grinin tonlarıyla çevrelenmişti. Çok bir numarası olmamasının yanında klasik bir çalışma katıydı. Bölüm bölüm ayrılmış yerlerde insanlar kafalarını önlerindeki bilgisayarlarına ya da dosyalarına gömmüş vaziyette harıl harıl çalışıyordu. Genel itibariyle değerlendirecek olursam sıkıcı kat diyebilirdim bu kat için.
Tabiri caizse salına salına ortalıkta bir tur atmamızın ardından asansöre geri döndük. Asansör kapısının açılması için tekrardan aynı kodu giren Tamay'la çok beklemeden beşinci katın yolunu tuttuk.
"Peki şifresini girdi ve beşinci katı tuşladı diyelim dördüncü kattakiler, o zaman asansör çalışmaz mı?"
"Hayır çalışır beşinci kata da çıkarlar hatta ama asansörün kapıları açılmaz ve bu hareket ana sisteme uyarı olarak anında bildirilir."
Kata ulaştığımıza dair bir ses duyulurken kapılar açıldı ve biz böylelikle beşinci kata ayak bastık. Dördüncü katın aksine etraf cıvıl cıvıldı. Sanki bu şirkete ait değilmiş gibi rengarenk bir tasarıma sahip kat içimi açarken buranın dekoru da daha farklıydı.
"Burası Tasarım Atölyesi yani benim katım."
Bakışlarım hızla Tamay'ı buldu. "Sen mücevher mi tasarlıyorsun?"
"Evet. Aile şirketinde çalışmak hepimizin kaderinde var ve bende bu koca şirkette kendime ait olan yerin burası olduğuna inandım. Marmara Üniversitesinde Kuyumculuk ve Mücevherat Tasarımı okudum. Ayıptır söylemesi resim yeteneğim müthiştir!"
Hayran gözlerle etrafı incelememe ara vermezken tüm katı karış karış gezmek istiyordum lakin bu katta asansörün önünde dikili kalmıştık. Bir grup insan kızlı erkekli birbirine karışmış, kimisi önündeki kâğıda bir şeyler karalıyor kimisiyse yanındakiyle sohbet ediyordu.
"Şu ana kadarki gördüğüm katların en güzeli." dedim derin bir nezaketle. Kat her ne kadar dediğim gibi çok güzel olsa da pek benlik değildi. Sonuçta beğendiğimiz her şey bizlik olacak değildi ya. Kendimize hitap etmeyen şeyleri de beğenebilirdik.
"Tüm dekorasyon bana ait bu katta. Sağ olsun dedem(!) bu kat için kısıtlı da olsa bir iki şeyin iznini verdi."
Asansörün içindeki yerimizi tekrardan alırken bu seferki istikametimiz altıncı kattı. Genel itibariyle değerlendirecek olursam gökkuşağı kat diyebilirdim bu kat için.
"Beşinci katın izin sınırı nasıl?"
"Yalnızca beşinci, yedinci ve dokuzuncu katlara ulaşımları var."
Altıncı kata ulaşmayı beklerken Tamay'a döndüm. "E sen dördüncü kata girdin ama?"
Dudaklarının arasından kocaman bir kahkaha dökülürken sesi asansörün içinde yankı yaptı. Altıncı kata ulaştığımıza dair ses duyulana kadar gülmesine devam etti ve asansörü terk ederken kendini anca toparlayıp yanıtladı beni.
"Tatlım ben bir Sancaktar'ım benim her şeye iznim var."
Bu duruma nedensizce şaşırmazken ilk adımları attığımız katta gözlerimi gezdirdim. Dördüncü kattan tek farkı daha klas ve elit bir kattı burası. O nasıl oluyordu bilmiyordum ama bu katın atmosferi de bir başkaydı.
"Altıncı kat: İnsan Kaynakları, Muhasebe, Finans ve Hukuk Departmanının olduğu kat. Tamer ve Bars bu katta. Tabi onları burada nadir bulursun genelde sekizinci katta takılırlar."
Terk ettiğimiz asansörden çok değil beş on adım uzaklaştığımızda Tamay'ın sözleri de tamamlanmıştı. Yavaşladım.
Duraksar halim Tamay'ı da etkilerken beni kolumdan çekiştirerek katta bir yerlere sürükledi.
"Tamer, İnsan Kaynakları Departmanının başında; Bars'sa Hukuk Departmanında. Sevgilim diye demiyorum çok başarılı bir avukattır. Hazır buraya kadar gelmişken ona da bir uğrayalım." dedi. Ses tonunda sezdiğim şey özlem miydi?
Sesimi çıkartmadan adımlarına ayak uydururken kısa bir süre sonra üzerinde 'Bars Atahan' yazan aralık bir kapının önünde duraksadık. İçeride kapının önüne kadar gelen bir konuşma hakimdi.
"... yani yemekle sınandığım bir yerde varlığımı sürdürebileceğimi sanmıyorum dostum. Dedemin öğlen yemeğinden önce bir yemek aralığı daha oluşturması lazım. Tüm günü sadece bir yemek molasıyla bitirmek insan haklarında büyük bir suç!"
İşittiğim ses bana bir yerlerden tanıdık gelirken Tamay aralık kapıyı ayağıyla ittirerek geçebileceğimiz boyutta bir alan açtı. İyice aralanan kapıyla bakışlarım odanın içerisine kayarken ilk gördüğüm şey Bars'ın masasının başındaki koltukta bıkkın bir şekilde oturuşu oldu. Aralanan kapıyla bakışları direkt bizi buldu.
İsyankâr çıkan ses tonu konuşan kişinin o olmadığını anında belli ederken bu sefer bakışlarımın radarına masanın üstüne yarım şekilde oturmuş sırtı bize dönük bir erkek takıldı. Bu kişi Tamer'di.
"İnsan haklarında böyle bir şey suç değil Tamer. Bu konuda beni boş yere daraltacağına neden şirketin sahibine yani dedene gitmiyorsun?"
Bars, Tamer'le olan muhataplığını çok uzatmadan tüm ilgisini bize çevirirken daha yeni birleştirdiği dudaklarını aralayarak bu kez bize hitaben konuştu.
Tamer'in bakışları da kısa süre içerisinde bizi buldu. İlkten kız kardeşine ilişen bakışları birkaç saniye içinde bana da uğrarken yüzünde belirgin bir memnuniyetsizlik hâkim oldu.
Anana mı küfrettik Tamer bu ne memnuniyetsizlik?
Saçmalamayı ne zaman bırakacağını bilmediğim iç sesimi duymazdan geldim ve Bars'a hitaben hafifçe tebessüm ettim.
"Bu hayata isyan etmeye mi geldin Tamer?" dedi Tamay.
Terk ettiği kolumu gerisinde bırakarak hala oturmakta olan sevgilisine sırnaşan Tamay'la olduğum yere kendimi sabitledim. Hala daha dikilmekte olduğum kapı girişinde bedenimi kirişe yaslarken sessizliğimi sürdürdüm.
"Bö höyötö ösyön ötmöyö mö göldön Tömör. Abinle düzgün konuş şapalağı yersin!"
Beklemediğim tepkiyle uzaylı görmüş gibi Tamer'e bakakaldım. Aslında özünde eğlenceli biri gibi duran adamda bakışlarımı sabit tutarken gülümsemek için kıvranan dudaklarıma kesin komut verdim. Gülümsemek yoktu. Yanlış bir hareket yapıp adamı iyice kendime zıtlandırmanın alemi yoktu.
"Alt tarafı üç dakika erken doğdun benden abartmasan mı? Yıllardır aynı mevzu!"
Bıkkın bakışlarını sözlerinin ardından bana çeviren Tamay'la göz göze gelmemizle telefonunun çalması bir oldu. Bakışlarını gerisin geri benden aldı.
"Ares arıyor." diyerek ortaya doğru bir açıklama yapma gereksiniminde bulunduktan sonra gelen aramayı yanıtladı.
Gelen aramaya bakılırsa beklenen dede gelmiş olmalıydı. Bana ufaktan gerilmeler gelmeye başlamıştı. Anlamsız bir büyüklükte olan heyecan dalgası tüm damarlarımda fellik fellik dolaşırken terlemeye başladığımı hissediyordum.
Sonlanan aramayla yerimde rahatsızca kıpırdandım. Odadaki herkes gibi meraklı bakışlarım Tamay'ın üstündeydi. Sonlandırdığı aramanın ardından telefon ekranındaki bakışlarını direkt bana yönlendiren Tamay'la göz göze gelmemiz kaçınılmaz oldu.
"Dedem gelmiş Ares seni odasında bekliyor."
Beklenen dede Ares'in odasında mıydı yoksa ben odaya ulaştıktan sonra Ares'le birlikte beklenen dedenin yanına biz mi gidecektik? Böylesine önemsiz gözüken ufak teferruatlar şu anda benim gözümde bir dağ kadardı. Ya hiçbir şey yolunda gitmezse o zaman ne olacaktı? O eve geri dönmek istemiyordum. Beni o eve geri yollar mıydı?
Yarım yamalak oturduğu yerden ayaklanan Tamer'le Bars'ta ayaklandı. Tamay en önden benim yanıma gelirken kolumdaki eski yerini kısa sürede geri aldı. Galiba gerginliğimin farkındaydı. Ya da değildi.
Önde kol kola Tamay'la ben, arkamızda yan yana Tamer'le Bars ne ara asansöre ulaştık ne ara sekizinci kata çıktık hiçbir fikrim yoktu. Sanki Ares'in aramasından sonraki olan şeyler benim iradem dışında gerçekleşiyordu.
Sekizinci kat nasıldı bilmiyordum. Etrafı inceleyecek kadar dikkatim toplu değildi. Tek bildiğim şu anda karaların dört bir yanını sardığı uzunca bir koridoru arşınladığımızdı. Midem bulanıyordu. Yerde sanki titriyor gibiydi. Deprem mi oluyordu?
Koridorun sonundaki oda, Ares'in odası olmalıydı çünkü istikametimiz o yöndeydi, bana uzaktan uzaktan göz kırpıyordu. Beklenen dede buradan bir kara deliği andıran siyah kapının ardında mıydı? Beni görünce ne yapacaktı? Onu görünce ne yapacaktım? Ya hiçbir şey yolunda gitmezse o zaman ne olacaktı? O eve geri dönmek istemiyordum. O eve bir kere daha geri dönersem biliyordum ki bu kez o evden ancak cesedim çıkardı.
Babam... Babam bana bunu da yapar mıydı?
Attığımız son adımların ardından kara deliğe varmıştık. Ya beni beğenmezse ve işe almazsa o zaman olacaktı? Ares'e beni geri göndermesini, başlarına durduk yere benim gibi bir bela almak istemediğini söylese Ares dedesine benim için karşı çıkar mıydı? Hiç sanmıyordum. Bir yabancı için bu kadar iyilik bile fazlayken daha fazlası olmazdı.
Tamay kapıyı iki kere tıklattı ve hemen ardından içeriden bir cevap beklemeden kapıyı araladı.
Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Bilinmezlikler beni boğuyordu. Ben bilinmezlik sevmezdim ki! Ya hiçbir şey yolunda gitmezse o zaman ne olacaktı? Tekrar ediyordum o eve geri dönmek istemiyordum. Burası bana neler getirirdi bilmiyordum ama içimden Ares'in yanından ayrılmak gelmiyordu bunu istemiyordum.
Bir şeyi şu anda fark ediyordum. Ares bana nedenini anlamadığım bir güven veriyordu. Bu nasıl oluyordu?
Sonuna kadar açılan kapıdan içeri ilk adımımı attığımda gördüğüm ilk şey bir çift ela göz oldu. Bakışlarımı kaçırmadım. Şu anlık görmek istediğim şey bundan fazlası değildi. Sadece bir çift ela göz.
Birazdan başıma neler gelecekti bilmiyordum. Ya hiçbir şey yolunda gitmezse o zaman ne olacaktı bilmiyordum. Bildiğim birkaç şey vardı sadece. Birincisi o eve geri dönmek istemediğim ikincisi bakışlarımı ela harelerden çekmek istemediğim. Eğer buradan da gitmek zorunda kalırsam bana kapısını kim açardı bunu da bilmiyordum.
Tanrım eğer beni duyuyorsan... Eğer beni duyuyorsa ben buradan da gitmek zorunda bırakılmak istemiyorum. Çünkü ondan başka bana kapısını kim açar bilmiyorum.
Bölümü nasıl buldunuz?
Nasılsınız bakalım?
Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |