
Ben geldim! Bölüm sonunda görüşürüz!
İYİ OKUMALAR
8 Aralık Salı öğle saatleri.
Birçok insanın ardına bakmadan kaçtığı sonrasında ondan deli gibi saklandığı korkuları, yüzleşmek istemediği gerçekleri vardır. Kimininkisi trajik bir ölüm, kimininkisi mutsuz sonla biten bir aşk, kimininkisi başarısızlıklarla sonuçlanmış kariyer hayatı gibi. Benimkisi... Benimkisi hangi kategoride yer alıyordu? Sanırım hayal kırıklığı olan aileler kategorisi...
Her ne kadar birçok insan gibi ardıma bakmadan kaçtığım bir şeylerim olsa da yine de onlar gibi yapıp o şeylerden köşe bucak saklanmıyordum. En azından elimdeki seçeneklerde böyle bir şey yoktu.
Kaç saattir oturduğum koltuk bana yavaştan batmaya başlarken Ares'in arabasının bu kadar konforsuz olmadığını pek ala biliyordum. Koltukları bana bu kadar rahatsız hissettiren şey aslında bedenimde dört kol gezinen gerginlikten başkası değildi. Belki birde yanında ek olarak kaygı ve streste olabilirdi duvarlarımın arkasına saklanan gizli korkularımı görmezden gelirsek.
Ablamla gerçekleştirdiğim son telefon konuşmasında aldığımız karar üzerine şu anda o yere, kaçtığım her şeye doğru gidiyorduk. Dün yeni bir haftaya normal bir biçimde iş başı yaparak başlamıştık. Ben normal çalışma halimi sürdürsem de Ares birkaç günlük zaman dilimi yaratmıştı bize. Tüm gününü işlerini ayarlamakla geçirdikten sonra yarın yola çıkıyoruz demişti.
Boşanma davasının ikinci duruşması perşembe günüydü. Bu kadar erken gitmek benim fikrim ve isteğim değildi. Bana kalsa perşembe sabahtan gelip akşamına hemen geri dönerdik ama Ares benimle aynı fikirde değildi. Nedendir bilinmez onun bu isteğini ne sorgulamıştım ne de karşı çıkmıştım. Sadece basit bir tamam sözcüğüyle ona ayak uyduruyordum. Normalde bu benim meselemdi ve onun bana ayak uydurması gerekirken bizde durum böyle değildi.
Ares tüm her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Birazdan varacağımız şehirde beni annemin yanına bırakacak sonrasında kendisi için ayarladığı otele gidecekti. Artık ona bu yaptıklarından dolayı teşekkür etmiyordum. Çünkü o kadar teşekkür edilmelik şeyler yapmıştı ve yapmaya devam ediyordu ki hangi birine teşekkür edeceğimi şaşırmış durumdaydım.
Genel olarak bakıldığında mental sağlığım yerinde değildi. Bunu en derinlerimde hissedebiliyordum. Hala daha nasıl ayakta durduğumu bilmiyordum. Nefes alıyordum ve gerisi bir şekilde geliyordu.
"İyi misin?"
Derinlerden gelen erkeksi sesi beni gafil avlarken hafifçe irkildim. Beklemediğim bir anda gelen soru üzerine bir süre sessizliğimi korumaya devam etsem de bunu çokta sürdürmedim.
"Sanırım değilim." diyerek yanıtladım onu tüm dürüstlüğümle.
"İstersen perşembeye kadar benimle otelde kal." dedi ılımanlıkla. Fazlasıyla anlayışlıydı bana karşı. İlk baştaki tavrına tezat, beraber geçirdiğimiz zamanların getirisinde.
"Annemlerin yanında olsam daha iyi olur." dedim.
"Senin için iyi olan bu mu?" dedi hazır cevap bir halde.
Bu sorunun yanıtını düşünmeme bile gerek yoktu. Aynı hazırcevaplılıkla yanıtladım onu. "Bilmiyorum, sanırım değil."
"O zaman gerisi önemli değil benimle otele gelebilirsin."
Bencillik yapmanın şu an sırası mıydı bilmiyordum. Buraya kadar gelmişken kendi iyiliğimi düşünmenin bir mantığı var mıydı bunu da bilmiyordum. Aslına bakılırsa genel olarak pek bir şey bildiğim söylenemezdi. Tek bildiğim kendi yolumu çizip geçmişimden kurtulmam gerektiğiydi ki bunda da pek başarılı olduğum söylenemezdi.
Ares'in tek elle ustaca sağa kırdığı direksiyonu tekrardan düzeltmesini sessizlik içerisinde izlerken az ileride dedemlerin kalmakta olduğu apartman göründü. Apartmana az bir mesafe kala son model jeep önce yavaşlayıp ardından tamamen durdu. Motoru çalışmayı sonlandırmadan olduğu yerde duraklayan Ares'e usulca döndüm.
"Yalnızca üç gün, idare edebilirim." dedim.
Şüpheli bakışlarının yine radarındaydım. "Emin misin?"
"Evet." dedim kararlılıkla. Bu duruma artık bir son vermeliyim. "Hem yarın sabah buluşuruz ve seninle buraları gezeriz olur mu?" diye de ekledim. Bunları derken ses tonumu canlı tutmaya zorladım.
Bir süre öylece suratıma bakmasını sürdürdükten sonra pek inanmamış olsa da yanıtsız bırakmadı beni. "Olur."
Çevik hareketlerle tekrardan yola koyduğu araç bu kez çok kısa bir süre içerisinde tamamıyla durdu. Motorun sesi aracın içinde kesildiğinde emniyet kemerimi çıkartma işlemini tamamlamıştım. Benim adıma Ares, arka koltuğa doğru eğilerek eşyalarımın yer aldığı minik valizi kavradı ve tekrardan önüne dönerek valizi benim kucağıma bıraktı. Siyah renkli valizi gözlerimle tararken gülümseyerek Ares'e döndüm.
"Yalnız bu senin valizin." dedim hafif kıkırdayarak.
Benim valizimin fermuar kısmında ay ve yıldız motifleri vardı; Ares'inkinde ise şimşek motifleri. Şu anda kucağımda bulunan valizin motifleri şimşek şeklindeydi. Bu ayrıntıyı daha evden çıkmadan önce kapı eşiğinde Ares botlarını giyerken fark etmiştim.
"Nasıl benim valizim?" diyerek inanamazca kucağıma doğru yöneldi ve valizin fermuarını açtı. Karşımıza çıkan siyah erkek kazağı ve hemen yanındaki Ares'in şampuanı dediğim şeyin doğruluğunu gözler önüne sererken Ares'in açtığı fermuarı ben kapattım.
"Benim valizimde ki fermuarda ay ve yıldız motifleri vardı." dedim basitçe durumu açıklayarak. Kalkıp da valizi açmaya gerek yoktu bunu anlamak için.
Dediklerimden sonra bana garip bir bakış atarak hızla arka koltuktaki diğer valizi aldı ve kucağımdakiyle yerlerini değiştirdi. Oturduğum yerde hafifçe toparlanırken valizin tutacak iplerini elimle kavradım.
"Ben artık gideyim." dedim ve ardından ekledim. "Yarın görüşürüz."
Boşta olan sağ elimle arabanın kapısını aralarken bakışlarım hala daha Ares'in üstündeydi. Her ne kadar araladığım kapıyı gerisin geri kapatıp hadi İstanbul'a dönelim demek istesem de bunu yapmadım. Bakışlarımı ela harelerden çekerken önüme döndüm ve ağır hareketlerle aracı terk ettim.
Asfalt zeminde yan yana düşen ayaklarımın ardından hala daha aralık olan kapıyı örtmeden Ares'e son bir bakış attım. Gözleri üzerimdeydi. Gitmemi istemiyor gibi bakıyordu. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum ama bakışlarına yüklediğim anlam bundan az veya fazla değildi.
"Kendine çok dikkat et. Bir şey olduğunda direkt ara." dedi ve bir süre konuşmasına es verdi. "Ya da siktir et! Aramak için bir şey olmasını beklemene gerek yok." diyerek bu kez konuşmasını tamamen sonlandırdı.
"Tamam beklemem." dedim hafif tebessüm halinde. Ardından aralık olan kapıyı kapattım.
Elimde normalde ağırlığı pek olmayan ama ailemin içerisinde olduğu daireye attığım her adımda nedensiz daha da ağırlaşan valizle birlikte ilerlerken arkama dönmemek için büyük bir mücadele verdim. Onun bakışlarının ağırlığını her ne kadar sırtımın her bir santiminde büyük bir netlikle hissetsem de ona bakmamakta ısrarcıydım. Çünkü biliyordum ki ardıma dönüp onunla göz göze gelirsem hiç gitmek istemeyecek ve bu konudaki zincirlerimi kırarak onunla otele gidecektim.
Kendinden emin olmayan adımlarım sonunda beni apartman binasının içine ulaştırırken hızlı hareketlerle basamakları tırmanmaya başladım. Kısa sürede malum dairenin kapısına ulaştığımda nefes nefeseydim. Kendime sakinleşmem adına biraz zaman tanırken tam o sırada apartmanın ucuz duvarlarının ardından güçlü bir motor sesi duydum. İşte Ares gidiyordu.
Ellerimin titrekliğini görmezden gelerek kapı ziline dokundum. Eskilerden aşina olduğum melodi kulaklarıma dolarken mazide kalan anıların bir bir gözlerimin önüne gelmesine mani olamadım. Eskiden ben daha çok küçükken az mı vakit geçirmemiştim burada. Neredeyse tüm tatillerim burada geçmişti. Güzel zamanlardı.
Kısa bir bekleyişin ardından aralanan kapıdaki bakışlarımı sabit tutmaktan vazgeçerken kapıyı kimin açtığına baktım direkt.
"Anne?"
***
"Biraz daha çorba ister misin kızım?"
Bakışlarımı kucağımdaki Nabi'den ayırırken bana hitaben konuşan anneanneme çevirdim. "Hayır sağ ol."
Nabi'yle birlikte yaklaşık iki tabak çorba içmiştik. Her ne kadar çoğunluğunu Nabi'ye ellerimle içirmiş olsam da bunu sorun etmedim. Yemek yememek benim için çokta büyük bir problem değildi.
"Doydun mu bebeğim?" dedim neredeyse fısıltı seviyesinde bir tonlamayla. Ben her ne kadar fısıldasam da minik adamım hemen kucağımda olduğu için beni rahatlıkla duymuştu.
"Evet abla." diyerek yanıtladı beni anında. Dolu ağzından dolayı şiş olan yanağına minik bir öpücük kondurdum ve onu kucağımdan indirdim.
"Ağız ve eller yıkansın o zaman."
Fazlasıyla abartılı bir baş sallamasıyla beni onaylayan minik adamın mutfaktan çıkışını sükunet içinde izledikten sonra yerimde ayaklandım ve neredeyse herkesin karnını doyurduğu sofrayı toplamaya başladım.
Çoktan akşam olmuştu. İlk geldiğimde annemin bana kapıyı açmasının ardından her şey ultra anormal bir biçimde normal ilerlemişti. Anneannemler beni özlemle sarıp sarmalamıştı. Nabi'yle büyük bir hasret gidermiştik. Ablam ilk geldiğimde işteydi ve o da akşam üstü gelince beni büyük bir özlemle kucaklamıştı. Annemle sohbet etmiştik. Evet annemle sohbet etmiştik. Sohbetimiz her ne kadar havadan sudan olsa da kullandığımız kelimelerin titizliği büyüktü.
Sanki normal bir akraba ziyaretine gelmişiz gibiydi her şey ve tüm bunlar beni inanılmaz rahatsız ediyordu. Babamın adının geçmesini bıraktım boşanmanın b'si dahi geçmemişti şu ana kadar. Nasıl tüm gerçekleri göz ardı edip böylesine normal davranabiliyorlardı? Benim mantığım bunu bir türlü kavrayamıyordu.
Elimdeki kirli tabakları bulaşık makinasına sırasıyla dizerken masadaki son oturan kişilerinde ayaklandığını fark ettim. Anneannem ve ablam. Anneannem kalktığı gibi pamuk ellerini direkt kirli tabaklara uzatacakken ona seslenerek işine mani oldum.
"Biz ablamla hallederiz sen içeri geç ve otur."
Merhamet tohumlarının uzun zaman önce filizler verdiği kahve gözleri bana kayarken buruk bir tebessüm hakim oldu yüzüne.
"Ah güzel kızım benim olur mu öyle şey bende yardım edeyim çabucak hallederiz." dedi.
"Lavinia haklı anneanne sen git otur biz hallederiz." diyerek olaya tam zamanında dahil olan ablamı başımla onaylamakla yetindim sadece.
Ablamın sözlerinin üstüne ısrarını daha fazla sürdürmeyen anneannem mutfağı kısa sürede terk ederken ablam hızla ardından mutfağın kapısını kapattı. Galiba bu hem iş yapacağım hem de sorgu-sual demek oluyordu.
Örtülen kapıya göz ucuyla bakmakla yetinirken kirli tabakları yerleştirme işini tamamen bitirmiştim. Sırada masadaki diğer artıkları toplamak kalmışken ona da ablamın yeltendiğini gördüm. Yapacağım sıradaki işin ne olacağına karar vermek adına biraz duraksarken benim sorgulanma mesaisi ablamın konuşmasıyla başlamıştı.
"Orada hayatın nasıl?" dedi biraz soğuk bir tonlamayla. Orada, İstanbul'da olmamı hazmedemeyen hali tekrardan gün yüzüne çıkıyor gibiydi.
"Buradan çok daha iyi." diyerek kısa ve geçiştirici bir yanıt vermekle yetinirken gözüme ocağın üstündeki boş tencereyi kestirdim. Kısa sürede ona ulaşıp elime aldıktan sonra direkt lavaboda yıkamaya koyuldum.
"Nasıl çok daha iyi?"
Bulaşık süngerine boca ettiğim deterjanı yerine geri koyarken ablamın ısrarlı tavrına karşın sakinliğimi korumam gerektiğinin bilincindeydim. Nefes alışverişlerimi düzenli tutmaya bakarak işime konsantre oldum ve bu sırada da ablamı büyük bir dinginlikle yanıtladım.
"Hayalimdeki işi yapıyorum, huzurlu bir kalacak yerim var ve şiddet görmüyorum. Ne bedenen ne de ruhen."
Aldığı cevap ona yeterli gelmeliydi. Hatta o kadar yeterli gelmeliydi ki bir daha bu konuyu açmamalıydı. Ama benim ailem asla kendilerine verilenle yetinmezlerdi. Bu durumun şaştığını şu ana kadar hiç görmemiştim.
"Ben hala daha senin bu durumunu normal bulmuyorum. Bilmediğimiz bir işler çevirmiyorsun değil mi?"
Kulağıma dolan sözlerle bir hışım ablama döndüm. Sorgu dolu bir yüz ifadesi ve şüpheli bakışlarla yapmakta olduğu işe ara vermiş bana bakıyordu. Yaptığı imayı anlamıştım salak birisi değildim ve hiçbir zamanda olmamıştım. Ama anlamamazlıktan geldim.
"Her şey olabildiğince normal abla."
İyice köpüklediğime emin olduğum tencereyi durularken ablamdan herhangi bir cevap gelmedi. Bunu çokta önemsemedim ve yaptığım işe odakladım kendimi.
Ares beni buraya bırakıp gideli yedi saatten fazla olmuştu. Bu süreç dünya zaman diliminde her ne kadar böyle olsa da benim dünyamda durum böyle değildi. Bana göre Ares'le ayrılmamızın üstünden çok zaman geçmişti. Yedi saatten kat be kat bir çokluktan bahsediyordum. Yedi yıl olabilirdi bu süreç benim dünyamda. Belki de on yedi yıl. Tam bir zaman kestiremiyordum ama çok olduğundan emindim.
Bu ayrılık sürecinde arada mesajlaşarak birbirimizden haberdar olmuştuk. Yarın kesin bir kararla burayı ona gezdirecektim. Her ne kadar her köşesini adım gibi ezbere bildiğim bu şehri gezmek bana pek cazip gözükmese de işin içinde Ares'in de olduğu fikri işi cazip hale getiriyordu.
Son olarak ufak tefek birkaç iş daha yaptığımda mutfaktaki işim tamamen bitmişti. Ablam çoktan yaptığı işi bitirip oturma odasına geçmişti. Tüm ev halkı birlik içerisinde oturma odasında oturuyor olmalılardı. Konuşma sesleri bir gürültü gibi buraya kadar gelip başımı ağrıtırken burada zamanın nasıl geçeceğine dair herhangi bir fikrim yoktu.
***
Son bir. Son bir gün kalmıştı. Yarın boşanma davasının ikinci duruşması vardı ve dayımın dediğine göre bu duruşmada her şey tamamen sonlanacaktı. Annem babamdan kurtulacaktı. Bende buradan.
Yarın duruşmanın hemen ardından Ares'le İstanbul'a geri dönerdik herhalde. Bu duruma sevinmem gerektiğinin bilincindeyken nedensiz kötü hissediyordum. Nedenini bir türlü bilmediğim boğucu bir hisle savaşıyordum bu şehre adımımı attığım andan beri.
"Evde bir şeyler olmadığına emin misin?"
Bakışlarımı daldığı noktadan çekerken Ares'e döndüm. Yaklaşık yarım saat önce beni almaya gelmişti. Bugünü onunla geçirmek beni bir tık daha iyi hissettirse de buluştuğumuzdan beri yaptığı sorgulamalarla bunalmamış değildim.
"Eminim." dedim bugün bu cevabı kaçıncı kez verdiğimi bilmeyerek.
Şu anda gitmekte olduğumuz yolun tanıdıklığı içimi bir tuhaf ederken huzursuzluğu geri planda tutmaya çalışıyordum. Günümü zehir etmek istemiyordum.
Normal hızda ilerleyen araçtan dışarıya çevirdiğim bakışlarımla geçtiğimiz yolları sükunet içerisinde izlemeye kaldığım yerden devam ettim. Birazdan kahvaltı yapacaktık. Kahvaltı içinse Ares'in dönüş yolu üzerinde beni bulduğu tepedeki bir restoranı tercih etmiştik. Bildiğim bir yerdi. Hatta eskiden sık sık gittiğim bir mekandı diyebilirdim.
"Yarın direkt geri dönüyoruz değil mi?" diye bir soru yöneltme ihtiyacı hissettim. Bakışlarımı diktiğim yerden çekmezken ondan gelecek herhangi bir yanıtı bekledim ama beklediğim gibi olmadı ve Ares beni uzun bir süre yanıtlamadı. En sonunda renkli harelerimi yakışıklı suretine çevirdim.
Son derece mimiksiz suretiyle yola odaklıydı. Beni duyduğunu biliyordum. Beni duyduğunu bildiğimi biliyordu. O zaman neden bir cevap vermiyordu? Galiba bir sorun vardı.
"Sorun ne?" dedim yanıtsız kalan sorumun üstüne bir soru daha ekleyerek.
"Geri dönmek isteyecek misin o zaman?" dedi sert bir ses tonuyla.
Ne demek istediğini anlayamamıştım. Neden geri dönmek istemeyecektim? "Anlamadım?" diyerek yanıtladım onu anında.
Derin bir soluk aldığını fazlaca şişen göğsünden anlarken yoldaki bakışlarını çekmeden araladı dudaklarını. "Boşanma gerçekleştiğinde, o adamdan kurtulduğunuzda tüm problemler çözülmüş olmuyor mu? O zaman gerçekten benimle geri dönmek isteyecek misin?"
Tüm problemlerimin babam olduğu kanısına nasıl vardığını bilmiyordum ama dediği gibi olmasını isteyebilirdim. Tek problemimin babam olmasını dileyebilirdim tanrıdan. Ama bu şu anki elime geçen fırsatlar adına büyük bir katliam olmaz mıydı?
Maalesef ki benim o evdeki ve bu şehirdeki tek problemim bu değildi. Ben başlı başına aykırıydım buraya. Uyumsuzdum. Buraya ait olmadığımın ve olamayacağımın pek ala farkındaydım. Hem de akıl çağına erdiğim ilk andan beri.
"Neden istemeyeyim?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verdim.
Yoldan ayrılan ela hareleri anlık bana döndü. Kaşları havalanmıştı. "İsteyecek misin?" diyerek o da sorusunda ısrarını sürdürdü.
"İsteyeceğim tabi ki! Ben senin desteğinle hayallerim adına özgürlüğüme bir adım atmışım, yeni bir sayfa açmışım neden bundan vazgeçeyim?"
Sözlerimin ardından yüzünde saniyelik memnuniyet görür gibi olduğumda hızla önüne döndü Ares ve yola tekrardan odaklandı.
"İstemezsin sandım." demekle yetinirken gideceğimiz yere sonunda ulaşmıştık. Kısa sürede park ettiği araçtan ilk o peşinden ben inerken aracı kilitleyip yanıma ulaşmasını bekledim.
Adımlarımızın yan yana düştüğü yolda restorana doğru ilerlerken Ares'e dönerek burukça tebessüm ettim. "Kendi kendine ne düşündün ne sandın tam olarak anlamasam da ben geri dönmemek gibi bir şeyi hiç düşünmedim. Yani sana yük olmaya ka-"
"Bana yük değilsin." diyerek bana bakmaksızın böldü bir anda konuşmamı.
"Sana yük gibi gelmemem yük olmadığım anla-"
"Yük değilsin dedim!"
Pes edercesine omuzlarımı düşürürken beni bu konuda asla konuşturmayacağını anlamıştım. O her ne kadar böyle söylese de benim bu konudaki hislerimde herhangi bir değişme olmamıştı. Ares'in evinde kaldığım süreçte de şirkette çalıştığım süreçte de elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştım.
İçten içe kendimi yük gibi hissederken sürekli bir yaranma çabası içerisindeydim. Amacım asla kendimi olmadığım biri gibi göstererek sevdirmek değil aksine olduğum kişiyi tüm çıplaklığıyla lanse ederek onlara bir faydamın dokunmasını sağlamaktı. Ares ya da arkadaşları nasıl benim yanımda oldularsa bende onlara aynı şekilde karşılık vermek istiyordum. Ve bunun içinde elimden ne geliyorsa yapıyordum.
Artık yeni bir hayatım vardı. Bunu ilk başlarda idrak edip sindiremesem de geçen günlerin getirisinde artık idrak edebilmiştim. Kendi ayaklarımın üstünde durabileceğim, kendi hayatıma dair olan kararları sorgusuz sualsiz tek başıma alabileceğim bir hayatım vardı.
"Tamam bu konuda seninle tartışmayacağım." diyerek pes edişimi sesli bir biçimde dile getirdim.
Bana herhangi bir yanıt vermemeyi tercih eden Ares'e uyarak onu sessizce takip ettim. Kısa süre içerisinde restorana girip kendimize manzaralı bir yer seçtik ve oraya yerleştik. Garsonların getirdiği menüye bakma zahmetinde bile bulunmayarak direkt sipariş veren Ares'e sadece bakmakla yetindim.
"İki kişilik kahvaltı bir de ortaya karışık ekstra bir şeyler de olsun." diyerek bakışlarını bana çıkardı Ares.
Onay bekleyen bakışlarına karşın sadece başımla onu onaylarken tepemizde dikilen garsonları tek bir hareketiyle tepemizden savuşturdu. Bakışları suretimi teğet geçerek direkt manzaraya değerken onun aksine benim manzara falan umurumda değildi. Sadece onu seyrediyordum. Gerçi manzara onunda çok umurundaymış gibi durmuyordu. Ayaklarımızın altındaki şehirde olan bakışları sadece bakıyor gibiydi. Gördüğünden şüpheliydim.
"Ne düşünüyorsun?" dedim hala daha onu incelerken.
Sesim onu daldığı noktadan çekip alırken ela hareleri bana döndü. "Hiç." diyerek yanıtladı beni geçiştirircesine.
"Hiç olduğuna emin misin?" dedim.
"Evet."
Bence değildi. Kafasının içerisinde bir şeyler döndüğü belliydi. Onu son zamanlarda bu halde çok sık görüyordum. Ne zaman onu bu halde görsem bir süreliğine ortadan kayboluyordu. Tamay'ların da nerede olduğuna dair bir bilgisi olmazken bu durum oldukça dikkat çekiyordu.
Yine mi ortadan kaybolacak diye düşünmeden edemezken siparişini verdiğimiz kahvaltıda gelmişti. Tabiri caizse masa donatılırken Ares göz ucuyla bile masaya bakmamıştı. Tüm ciddiyetiyle arkasına yaslanmış bir vaziyette manzaradaydı gözleri. Gözüme enfes bir tabloyu andıran bu görüntüyle elimi telefonuma uzatmadan duramadım.
Çantamın içerisinden kıvrak hareketle kavrayıp çıkarttığım son model telefonumun kamerasını açarken telefonumun sessizde olduğuna emin oldum. Gizlice Ares'in bu halini fotoğraflarken oldukça temkinliydim.
Onunla geçirdiğimiz süreç içerisinde bana gözüme oldukça güzel gelen manzaralar sunmuştu aynen bu şekilde olduğu gibi. Öyle anlarda içimde nedensizce onu fotoğraflama arzusu doğarken bende buna karşı koyamıyordum. Telefonumda Ares'in haberinin dahi olmadığı birkaç fotoğraf karesi vardı. Hepsi de çok güzeldi. Tıpkı şu anda bakmakta olduğum fotoğraf karesi gibi.
Onu fotoğraflarken her hareketim temkinli ve gizliceydi çünkü yakalandığım takdirde ne tepki vereceğini kestiremediğimden bir tık korkmuyor değildim. Belki bir gün ona çektiğim fotoğrafları gösterirdim. Belki. Ama şimdilik her şeyin gizli ve kendime kalması taraftarıydım. Tamam bu belki bir tık sapıklığa giriyor olabilirdi ama pek umurumda olduğu söylenemezdi.
"Afiyet olsun." diyerek kısık sesli mırıldandım. Sonrasında Ares'i ya da ondan gelecek herhangi bir tepkiyi beklemen kahvaltımı yapmaya başladım.
Ağzıma attığım zeytin tanesiyle göz ucuyla Ares’e bakarken sonunda dikkatini çekebildiğimi fark ettim. Göz göze geldik. Önce bana ardından yemek için onu beklememe kısa bir bakış attıktan sonra usulca başını sallayarak hafifçe tebessüm etti.
"Sana da afiyet olsun."
Bundan sonrasında her şey olağanüstü bir biçimde güzel gitmişti. Uzun uzadıya sohbet ederek kahvaltımızı tamamlamıştık. Sohbetimiz tamamıyla rastgele konulardan oluşmuştu ve konuların hiçbir ucu bize değmemişti. Fikirlerin ve teorilerin sindire sindire tartışıldığı bir sohbetin ardından çıktığımız tepede kısa bir yürüyüş yapmıştık. Şehre inip arabayla sokak sokak gezmiştik. Her ne kadar bana şehrin sokaklarında yürümeyi teklif etmiş olsa da bunu istememiştim.
Şu anda herhangi bir tanıdık veya akrabayla karşılaşmak istemiyordum. Hatta ben direkt bu şehirde bir daha görünmek istemiyordum. Benay'a bile geldiğimi haber vermemiştim. Onunla hala daha eski samimiyetimize kavuşamamıştık. Bu durumu çözmek adına yapılacak herhangi bir hamleyi bilinçli bir biçimde erteliyordum.
Nasıl bitirdiğimizin farkına varmadığım günün son saatlerine az bir zaman kala Ares beni tekrardan dedemlere bırakırken içim buruktu. Ondan ayrılmak istemezken neden böylesine tuhaf bir duygu seline kapıldığımı anlamlandıramıyordum. Belki de sadece o eve giresim yoktu ve bunu Ares'e bağlamam saçmaydı.
"Güzel bir gündü." diyerek vedalaşma faslını başlatırken emniyet kemerimi çıkarttım.
"Yarın direkt adliyeye mi geleyim seni almaya?"
Ares'in vedalaşma faslına balta vurarak sorduğu soruya kaşlarımı çatarak baktım. "Duruşma esnasında yanımda olmayacak mısın?"
"Duruşma esnasında yanında olmamı mı istiyorsun?"
Soruma soruyla karşılık veren Ares'e daha derin bir kaş çatması bahşederken yaptığım şeyin saçmalığına kısa sürede vardım. Surat ifademi hızla toparlarken onu yanıtladım. "Olursun diye düşünmüştüm ama önemli değil. Dediğin gibi yapabiliriz." diyerek arabanın kapısını araladım.
Dışarı yönelttiğim hareketlerimin duraksamasına Ares'in bileğimi tutan iri eli mani olurken yaptığım işe ara verdim ve sorgu dolu bir ifadeyle ona döndüm.
"İstersen olurum." dedi tüm ılımanlığıyla.
Bunu öyle bir tonda söyleyişi vardı ki istemem diyemedim. "İsterim." dedim. Gerçi başka bir tonda da söylese ona istemem diyebileceğimi sanmıyordum.
Bileğimdeki eli sözlerimin ardından önce gevşerken sonrasında tamamen bıraktı ve geri çekildi. "Sabah görüşürüz." dedi.
Karşılık olarak sadece başımı sallamakla yetinirken kısa sürede arabayı terk ettim. Hızlı adımlarım beni çabucak binaya ulaştırırken tırmandığım merdivenlerde kulağıma güçlü motor sesi doldu. Bu ses Ares'in son model arabasından başkasına ait değildi.
Tırmandığım son merdiven basamağının ardından birkaç adım atarak dairenin sokak kapısına ulaştım. Zile mi bassam kapıyı mı çalsam diye düşüncelere kapılırken kendiliğinden aralanan kapıyla bakışlarım şaşkınlıkla oraya döndü.
"Anne?"
Araladığı kapının ardından görünen anneme şaşkınca bakmamı sürdürürken evden hiç ses çıkmadığını fark ettim.
"Herkes çoktan yattı geç içeri hadi hava soğuk." diyen anneme kısa bir bakış atarken direkt botlarıma yöneldim.
"Sen neden ayaktasın?" derken botlarımı çoktan çıkartmış içeri ilk adımımı atmıştım. Üstümdeki kabanı ve elimdeki çantayı girişteki askılığa asarken telefonumu arka cebime sokuşturdum.
"Uykum yoktu. Balkonda oturuyordum sonra senin geldiğini gördüm."
Anladım dercesine başımı sallarken içeriye yöneldim. Hemen üstümü değiştirip yatsam iyi olurdu. Tüm gün gezmek beni yormuştu. Her ne kadar çok bir aktivite yapmasak da zihinsel doluluğum bedenime yeterince yük oluyordu.
"Balkona gelsene."
Ardımdan duyduğum annemin sesi hem şaşırmama hem de hareketlerimin kesilmesine sebebiyet verirken ona doğru döndüm. Bakışlarımda soru işaretleri hakimdi. Göz göze geldiğimizde bunu o da görmüştü.
"Biraz otururuz." diyerek omuz silken anneme şaşırmamı sürdürürken bana arkasını dönerek balkona gitmesini izledim bir süre öylece. Olduğum yerde kazık gibi dikilmemin saçmalığına birkaç dakika sonra varırken adımlarım istemsizce balkona doğru yöneldi.
Eminliğinden şüphe duyduğum adımlarla mutfağı geçtikten sonra kapısı aralık balkona ulaştım. Güçsüz bir el hamlesiyle aralık kapıyı geçebileceğim ölçüde açarken annemin donuk bakışları bana döndü. Geçtiğim aralığın ardından kapıyı tamamen örterek annemin karşısındaki sandalyeye kuruldum. Bu süreçte annem bakışlarını çoktan üzerimden çekmişti.
İlk birkaç dakikayı sessizlik içerisinde geçirirken havanın dondurucu soğukluğuna karşı dışarı nasılda savunmasız çıktığımı düşündüm. Benim aksime annemin üzerinde kalın yün bir hırka vardı ve cılız kolları ona sıkı sıkı tutunuyordu. Umarım hayata yarından sonrada hep böyle tutunurdu. Sıkı sıkı.
"Kim o çocuk?" diye sordu bir anda gerçek olduğunu düşündüğüm saf bir merakla. Bakışları üzerimdeydi.
Ares'ten bahsediyordu. Onu anneme nasıl anlatabilirdim ki? Hayatımı kurtaran adam? Bana yardım eli uzatan adam?
"Ares. Her şeyin patlak verdiği gece şans eseri karşılaştık onunla. O günden beri yanımda ve bana destek oluyor." dedim basit bir açıklamaya kaçmaktan çekinmeyerek.
Sözlerim üzerine annemin bakışlarına ima parıltıları yerleşti ve o bakışlar üzerimde dolandı uzunca. "Sadece bu kadar mı?"
"Evet bu kadar." dedim sözlerime inanıp inanmamasına pek de takılmayarak.
"Sen hep böyleydin. Kendi bildiğini okuyan, kendi doğruları olan kafasına buyruk inatçı bir kız çocuğu."
Yüzünde oluşan yarım tebessümle bana baktı annem. Konuyu nereye getireceğini merakla bekliyordum. Belki de babam gibi kötü bir yaftalama yapacaktı. Sonuçta el alemin adamıyla nerede olduğum bilinmez bir şekilde günlerce beraber kalmıştım.
Ama annem beni bu gece şaşırtmalara doymayarak hiç beklemediğim bir şey söyledi. "Sana hep imrenmişimdir. Herkese rağmen senin bu yaptıkların büyük bir başarı."
Bir şey diyemedim. Sözlerinde gerçekçi duruyordu ama beni o kadar şaşırtan söylemlerdi ki bunlar bir türlü inanasım gelmiyordu. O yüzden sadece sustum. Kaç dakika geçti bu şekilde bilmiyorum ama annem de bana eşlik ederek sustu ve gecenin huzurunu dinledik bir süre.
"Babanla görücü usulü tanışıp evlenmiştik." diyerek bir anda tekrardan konuşmaya başlayan annemle tüm odağımı geceden alarak ona çevirdim. "Beni bir akrabanın düğününde görmüş ve beğenmiş."
Keşke o düğün olmasaymış diye geçirdim içimden. Keşke annem o düğünde bulunmasaymış. Belki her şey daha farklı olabilirdi o zaman.
"Peki sen?" dedim. İlgimin üzerinde olduğunu ve onu dikkatle dinlediğimi bilsin istedim.
"Ben ne?" dedi anında. Bakışları üzerimdeydi. Buz kütlesini andıran soğuklukta bakıyordu bana. Hiçbir ifade yoktu. Belki biraz acı olabilirdi oralarda. Acı mı çekiyordu?
"Sen onu beğendin mi?"
Duyduğu sorumla yüzünde acı bir tebessüm oluştu. Benimkiyle birebir olan renkli hareleri suretimi terk etti ve gecenin hakimiyeti altına aldığı gökyüzüne çevirdi.
"Hayır. Aksine babanla evlenmek hiç istemedim." dedi. Sesi cılızlaşmaya yüz tutmuştu cümlesinin sonlarına doğru.
"Ama evlendin?" dedim büyük bir merak içerisinde. Ben zaten annemin hikayesini hep merak etmiştim ama öğrenmeye hiç fırsatım olmamıştı. Annem o fırsatı bana tanıyacak bir ortamın oluşmasına asla izin vermemişti. Hep aradığım o fırsat galiba şu an ellerimdeydi.
"Ailemin kararıydı karşı çıkamadım." Derin bir nefes aldı. "Bu yüzden sana imrendim hep. Senin gibi olsaydım karşı çıkabilirdim." Sokak lambalarının sarımsı ışığı annemin suretini görmemi sağlayacak şekilde etrafta yayılırken onun dolan gözlerini gördüm.
"Babanın ısrarları sayesinde evlendik bir şekilde. Onu sevmiyordum. Zoraki bir evlilikti benim gözümde."
Anlayamıyordum. Zoraki bir evlilikse biz nasıl vardık? Evlatlık mıydık? Ama annemin Nabi'de olan hamileliğini gayet net hatırlıyordum. O minik adamın annemin karnındaki hareketlerini kendi ellerimle hissetmiştim zamanında.
Bir anda bu hikayenin dahasının da olduğunu hissettim. Annem susmuştu. Yeni bir bilgi daha vermiyordu. Peki ben yeni bir bilgi daha öğrenmek istiyor muydum bundan emin değildim. İçimden bir ses şu anda buradan kaçıp gitmemi söylüyordu. Ama onu dinlemedim. Merakımın ağır gelmesine izin verdim sonucunda ne hale geleceğimi bilmeyerek.
"Sonra?"
***
Hızlı ama bir o kadarda yetersiz soluklarım eşliğinde apartmandan dışarı attığım ilk adımda ne yapacağımı bilemezken etrafı net gördüğüm de pek söylenemezdi. Üşüyordum. Duyduğum şeylerin zihnimde oluşturduğu kaos, ruhumda oluşturduğu harabeden nasıl sağ çıkacağımı bilemiyordum. Dışarıya kendimi zar zor attığım evden çıkarken montumu almayı akıl edememiş olmak şu anda takılacağım bir durum değildi. İyi değildim.
Gücü çekilen ellerim arka cebimde varlığını yeni anımsadığım telefonuma gitti usulca. Parmaklarım aşinası olduğum ismi ararken telefonu zor bela kulak hizama çıkarttım. Uzun uzun çalan telefon aramam yanıtsız kalırken kendimi ciddi manada yapayalnız hissettim.
Olduğum yere bir anda diz üstü yıkılırken bacaklarımdan ansızın kesilen güç beni şaşırtmadı. Hala daha nasıl nefes alabildiğimi sorgulamam gerekirken buna şaşıramazdım. Boğazımdan hırıltıya benzer bir yakarış koparken koy verdim kendimi ve deli gibi ağlamaya başladım.
"Ah! Ne-neden?"
Görmeyen gözlerle zor bela Ares'i bir kere daha ararken yine aynı sonuçla karşılaştım. Aramalarımı açmıyordu. Bir kere daha aradım ve bir kere daha. Sonuç değişmedi. Aramalarım yanıtsız kalıyordu tıpkı şu anda dilimden dökülen sorularım gibi.
"Neden?"
Şu anda Ares'e fazlasıyla ihtiyaç duyuyordum. Her ne kadar hayatımdaki varlığı kısa bir süredir olsa da şu durumda aklıma ondan başka kimse gelmiyordu. Yanımda ondan başkasını istemiyordum.
Almam gereken nefese kadar ne yapmam gerektiğini bilemezken karşıda bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Puslu bakışlarım hareketliliğin olduğu tarafa kayarken birinin bana doğru gelmekte olduğunu gördüm. Olduğum yerden zor bela ayaklanırken titrek ellerimle gözlerimi kurulayarak görüşümü netleştirmeye çalıştım.
Havadaki kuru soğukluğa eklenen rüzgar ruhumu içimden söküp alırmış gibi bedenimi titretirken gelen kişinin kim olduğunu gördüm. Birkaç silinişle netleşen bakışlarım gelen kişiyle tekrardan dolarken içim büyük bir nefretle dolup taştı.
"Sen!" diye haykırdım bir anda. "Seni adi pislik burada ne işin var?!"
Savsak adımları bana uzak sayılabilecek bir mesafede duraksarken kolları iki yana doğru açıldı. "Ooo benim kaçak kızımda mı buradaymış?" dedi babam. Kelimelerin çoğunu doğru telaffuz edemezken fazlasıyla alkollü olduğunu anladım.
"Burada ne işin var?" diye tısladım dişlerimin arasından. Onu şuracıkta öldürmemek için kendimle büyük bir savaş veriyordum. Hatta öğrendiğim gerçekler sonucunda onu neden direkt öldürmediğimi sorgulamaya çoktan başlamıştım.
Savsak adımları bana doğru geldi ama çok değil birkaç adım sonra tekrardan duraksadı. Odağını kaybetmiş bakışları etrafını tarıyordu hızla.
"Sizi almaya geldim kızım. Hadi çağır herkesi eve dönüyoruz!"
"Hiçbirimiz seninle bir yere gelmiyor. Defol git buradan!" dedim hızla.
Sözlerimin bitiminde arka cebimde titremeye başlayan telefonumla odağım tam oraya yönelecekken ardımda duyduğum ismimle bundan son saniye vazgeçtim.
"Lavinia?" diyerek bana seslenen annem apartmanın kapı ağzında durmuş bir bana bir babama bakıyordu. Bakışlarında somut nefret vardı.
"Anne eve çık hemen!" dedim hızla. Onun bu pislik herifle muhatap olmasını istemiyordum. Daha öncesinde nasıl öğrenemediğimi bilmediğim gerçekler üzerime nefesimi kesecek derecede binerken gözlerimden tek tük yaşlar akmasına devam ediyordu.
Aldatma olayının üzerine ondan kat be kat büyük bir olayın patlamasını beklemezken ister istemez büyük bir dumura uğramıştım. Bu kadarını da yapmazsın be baba dediğim her şeyin o kadarını yapmış bir adam vardı karşımda. O adam benim babam olamazdı.
"Oo sevgili karım beni karşılamaya mı geldin?" diyerek hızla anneme doğru yönelen babamın önünü kestim hızla.
Ne yapacağını bilemez tavırlarımla öylece babamla dip dibe dururken onu birkaç adım geriye doğru ittirdim. Sarhoşluğunun etkisiyle bu hareketim çok kolay olurken babamın kaşları çatıldı hızla.
"Annemden uzak dur!" dedim iğrenircesine.
Bu hareketimle annem hemen dibimde biterken sol kolumu tuttu ve geriye doğru çekmeye çalıştı beni. "Hadi eve çıkalım. Ecevit sende defol git yarın görüşeceğiz zaten seninle."
"Yok öyle bir şey." diyerek üstüme doğru yürüyen babamla tamamen annemin önüne geçtim ve annemi iyice arkama aldım.
Annemden uzun olan boyumun avantajıyla arkamda gayet güvende kalan annemle babama kafa tuttum. "Sana annemden uzak dur dedim!"
Bu hareketlerimle iyice küplere binen babamın kaşları havalandı. Ağır çekimde suratında bir gülümseme hakim olurken içki kokan nefesini suratımda hissettim.
"Çekil aramızdan o benim karım." dedi.
Benim annem onun hiçbir şeyi olamazdı. İçimdeki öfkenin gittikçe büyüdüğünü ve boyumu aşarak beni boğduğunu hissettim.
Arka cebimde durmadan titremesine devam eden telefon dikkatimi dağıtırken babamın bir anda beni kenara iteklemesine karşı koyamadım ve sonunda dengemi sağlayamayarak yere düştüm. Soğuk beton zemin gittikçe canımı yakarken annemin bağırışını duydum.
"Ne yapıyorsun sen?"
Yerden aldığım bakışlarımı hızla annemlere çevirirken babamın çoktan annemin koluna yapıştığını gördüm. Annemin bana doğru gelmek isteyen hareketlerine büyük bir güçle mani olan babam onu kendine doğru çekerken bir anda gelen deli gücüyle hızla düştüğüm yerden ayaklandım.
"Annemden uzak dur dedim sana!" diye bağırarak babama doğru koşarken hızla onu ittim. Gözümün önünün karardığını hissederken peş peşe hareketlerle babama rastgele vurmaya başladım. Bir yandan ağlayıp bir yandan da babama vurmalarıma ara vermezken güçlükle konuşuyordum.
"Sen piç herifin tekisin! Annemden uzak dur! Bizden uzak dur! Defol git buradan. Defol! Yoksa ölümün elimden olacak!"
Aldığı darbelerle kirli elleri annemden ayrılırken birkaç adım geriye doğru giden babama saydırmama devam ettim. "Ne istiyorsun bizden? Bir bırak yakamızı!"
Bir anda neye uğradığını şaşıran babam kendini korumak adına birkaç adım daha geriye giderken kollarını havaya kaldırarak darbelerimden kaçmaya çalıştı. Her bir vuruşumda daha da artan öfkem ve kararan gözlerimle baş edemezken arkadan belime sarılan annem beni geriye çekmeye çalışıyordu.
"Lavinia! Lavinia tamam dur! Dur dedim sana tamam hadi eve çıkalım."
Dur durak bilmeden akan yaşlarım görüş açımı kapatırken belimdeki annemin ellerini hırsla itekledim. Yaptığım bu hareketle annem benden birkaç adım uzaklaşırken bir anda suratımda hissettiğim sızıyla başım sağa düştü.
Gecenin karanlığında sadece sokak lambalarının aydınlattığı sokakta babamın bana attığı tokat sesi yankılanırken dudağımın tam kenarından aşağıya doğru akan bir ılıklık hissettim. Ayakta dengemi korumaya çalışırken sol elimi akan ılıklığa götürdüm. Bakışlarım sol elimin parmak uçlarına doğru ağır çekimde kayarken oradaki kırmızılığı çok kolay seçebilmiştim. Dudağım patlamıştı.
"Ne yapıyorsun Ecevit?" diyerek bana doğru yönelen annemin serzenişini duydum ama babam onun bana ulaşmasına izin vermedi.
Kolundan tutarak geriye doğru ittirdiği annemi bizden uzağa savurdu ve bizzat kendisi bana geldi. Hızlı hareketlerle direkt saçıma asılan babam beni yere yatırırken bir tokat daha savurdu yüzüme.
"Dur!"
Annemin isyanını ve hemen koluna yapışmasını görmezden gelen babam gözü dönmüş vaziyette üstüme abanmaya ve beni soğuk beton zemine bastırmaya devam ediyordu.
"Her şey senin suçun! Senin yüzünden biz bu haldeyiz!"
Konuşurken ağzından tam çıkamayan sözcükler pis dudaklarının arasında yuvarlanıp kayboluyordu. Arada sırada yüzüme sıçrayan tükürükleri saçtığı öfkesini çok net bir biçimde belli ediyordu.
"Sen bu ailenin yüz karasısın!" diyerek annemin çekiştirmelerine dayanamayan babam sonunda beni yerde öylece bırakarak ayaklandı.
Neye uğradığına şaşıran bu kez ben olurken ne yapacağımı bilemez halde soğuk zeminde öylece yatmaya devam ettim. Bu kez annemle babam tartışmaya başlarken zor bela oturur konuma geçebilmiştim.
"Ben polisi çağırmadan hemen defolup gidiyorsun Ecevit. Hemen!" dedi annem babamı itekleyerek.
"Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum! Git istiyorsan cumhurbaşkanını çağır."
Eskiden de dört dörtlük bir aile yaşantısına sahip olduğumuzu söyleyemezdim ama nasıl bu kadar berbat hale geldiğimizi hatırlayamıyordum. Bam telinin kopması aldatma olayının ortaya çıkmasıyla mı olmuştu yoksa o bam teli kopalı çok mu oluyordu? Bence o bam teli kopalı çok olmuştu.
Oturduğum ve bir türlü gücümü toparlayıp kalkamadığım yerden ağır çekimdeymişçesine olanları izliyordum. Annem olabildiğince sesini kısık tutarak babama bağırıyor ve onu kovuyordu. Babamsa tüm yüzsüzlüğüyle ısrarlarını sürdürüyor ve annemin bileğine daha da asılıyordu. Annemin canını yakıyordu.
"Seni istemiyorum be adam anlasana! İstemiyorum!" diyerek haykırdı annem en sonunda. Ses tonu bayağı yüksek çıkarken önünde bulunduğumuz apartmanın birkaç dairesinin ışığı yandı.
"Hayır! Hayır bunu kabul etmiyorum!" Babamın gür sesi beni kendime getirirken annemin suratı acıyla ekşidi.
Bakışlarım hızla bileğine kayarken babamın iki eliyle sıkıca tuttuğunu gördüm. Annemin canı yanıyordu. Oturduğum yerden destek alırken ayaklanmaya çalıştım. Yaşadığım şokun etkisiyle fazlasıyla yavaş hareket ederken hızlı olmak ne demekti bilmiyordum. Beynim uyuşmuş gibiydi ve bu tüm algılarımı infilak etmişti. Zor bela dizlerimin üzerinde dururken annemin çığlığıyla eş zamanlı arka cebimdeki telefonum tekrardan titremeye başladı.
"Hayır yapma!"
Gözlerim hızla annemlere kayarken olduğum pozisyonda donup kaldım. Gözlerim kısılırken babamın anneme doğru yönelttiği eline odaklandım. Babamın elindeki o şey bir bıçak mıydı? Metal kısmının sokak lambasının yaydığı ışık sayesinde parıldaması buradan bile belli olurken nefesimin kesildiğini hissettim.
"Baba!" diye bir hezeyan çıktı dudaklarımdan ama beni duyan kimse olmadı.
"Sen beni bırakamazsın! Bırakamazsın! Bırakamazsın!" diyerek anneme saplamaya başladığı bıçak darbeleriyle gözlerim irice açıldı.
"Ah! Yapma!"
Annemin acı inlemeleri eşliğinde yere yığılmasına aynı irileşmiş gözlerle bakarken bu kez sokaktaki birkaç evin ışığı daha yanmıştı.
Annemin inlemeleri gittikçe artarken babama kilitlenip kaldım. Annemin canını yakmış bir biçimde tepesinde dikiliyordu. O da şoka girmiş bir vaziyette olduğu yerde dikilmesini sürdürürken elinden kayıp düşen kanlı bıçağın soğuk zeminde bıraktığı ses ortamdaki ağır çekim havayı bir anda tuzla buz etti. O an tekrar farkına varıyordum ki annemin canı bu sefer gerçekten çok fazla yanıyordu.
"A-anne?" diyerek dizlerimin üstünde hızla anneme ulaştım.
Bu hareketimle babam hızla arkasını bize dönerek uzaklaşırken ardından bağırdım çaresizce. "Dur! Nereye gidiyorsun? Annemin canı yanıyor ambulans çağır! Dur diyorum!"
Durmadı. Yardım çığlıklarımı her zamanki gibi duymadı ve koşarak uzaklaştı. Anneme döndüm. Üstü başı kan içerisindeydi ve gittikçe daha da çok kana bulanıyordu. Hızlı ama dikkatli hareketlerle başını dizlerimin üstüne aldım.
"A-anne?"
Bayık gözleri odağını kaybetmişçesine beni bulurken kısık inlemelerine devam ediyordu. Güzel elleri aldığı bıçak darbelerinin üstünde öylece dururken birkaç kişinin koşarak yanımıza geldiğini fark ettim.
"Ne olmuş burada? Ambulansı arayın hemen!"
"Kanamasına var tampon yapın çabuk çabuk!"
"Hırkanı ver!"
Etrafımda bir anda oluşan karmaşa gram ilgimi çekmezken tüm odağım annemdeydi. "A-anne beni duyuyor musun?" dedim ağlamamı sürdürürken.
Sorduğum soruyla belli belirsiz olumluca başını sallayan annemin yüzünü okşarken tekrardan konuştum cılızca. "İyi olacaksın tamam mı? Atlatacağız bunu da."
Bu kez sözlerime karşılık başını olumsuzca iki yana sallayan annemin gözlerinden peş peşe akan yaşları sildim titreyen ellerimle. Kurumuş dudakları aralandı usulca ve zor bela birkaç kelime sarf etti.
"Ke-kendi-ni suçlama."
Ne demek istediğini anlayamazken kaşlarımı çattım. Arka cebimdeki telefon tekrardan titremeye başlarken onu yine görmezden geldim. Rengi gittikçe solan anneme bakarken sicim gibi akan yaşlarımın yüzüne damladığını fark ettim. Akan burnumu çektim hızla.
"Anne iyi olacaksın tamam mı? Bana söz ver iyi olacaksın!" dedim hızla.
O anda uzaklardan gelen siren sesi ulaştı kulaklarıma. Annemi almaya buraya geliyordu. Annemin canı yanıyordu. Onu iyileştirmek için geliyordu.
Sarf ettiğim sözlerime bir cevap vermedi annem. Bayık gözleriyle bana bakıyordu. Sanki yüzümü ezberlemek istercesine sanki oralarda bir yerlerde tanıdık bir şeyler görmüşçesine... Zar zor nefes alıyordu. Ten rengi bir ölüden alınmış gibiydi. Gözlerinin feri yoktu. Etrafa fazlasıyla kanı yayılmıştı. Kan vardı. Çok fazla kan vardı!
"Bak yine beni sevme tamam! Nefret et benden ama sakın gitme. Yemin ederim ben çıkar giderim hayatınızdan ama sen sakın gitme anne tamam mı? Anne!" dedim. Sözlerim tam bir hezeyanı çağrıştırıyordu.
Annem bana cevap vermiyordu. Öylece kilitlenmiş bakışlarıyla bana bakıyordu. Etrafımızda gittikçe artan kalabalık durmadan bir şeyler söylüyordu bana ama ne dediklerini anlayamıyordum. Tüm ilgim annemin üzerindeydi. Annemin canı yanıyordu!
"Anne dedim!" diyerek bağırdım.
Yüzünde hafif bir tebessüm oluşan annemle mavi ışıkların aydınlatmaya başladığı sokakta acı siren sesleri yankılanmaya başladı. İşte annemi kurtarmaya gelmişlerdi. Annemi kurtaracaklardı. Kurtaracaklardı değil mi?
"Sa-sakın be-nim gibi o-ol-ma. Böyle çok güzelsin." dedi annem bir fısıltıyı andıran sesiyle. Sonra yüzündeki tebessümü genişledi ve tekrardan konuştu. "Ö-özür dilerim her şey için." Acının tebessümü müydü bu?
Bin bir zorlukla sarf ettiği her bir kelime kesik kesik çıkarken dudaklarından sağlık ekipleri koşar adım yanımıza ulaşmıştı. Aralarından biri hemen annemin kafasını kucağımdan almak isterken buna izin vermedim.
"Bırak! Bırakın annemle konuşuyorum!" dedim ağlayarak.
"Anne?" dedim zorlukla. "Anne bırakmayacaksın bizi değil mi?"
Dahasına izin verilmeden onu benden alırlarken sorum her zamanki gibi yanıtsız kalmıştı. Mahşer yerini andıran ortamda insanlar bir sağa bir sola koştururken bizimkilerin de aşağıya indiğini fark ettim. Herkes şok içerisinde olan biteni izlerken kenarda korkudan deli gibi ağlayan minik adamımı gördüm. O kadar gücüm yoktu ki yanına gitmeye öylece bakakaldım ona.
Üstüm başım kan içerisindeydi. Annemin kanıydı. Bu gerçeği hala daha idrak edemezken öylece oturuyordum annemin kanının yayıldığı soğuk beton zeminde. Acı serzenişlerine ara vermeyen siren seslerinin uzaklaşmaya başlamasıyla o karmaşa içerisinde biri tarafından adımın seslenildiğini duydum.
"Lavinia!"
Kimin seslendiğini görmek adına etrafıma bakarken onu gördüm kalabalığın içerisinde. Ares'i. Bana doğru koşuyordu. Kısa sürede etrafımdaki kalabalık çemberi yararak bana ulaşırken etrafta neler döndüğünü anlamaya çalışıyor gibiydi. Ama anlayamazdı. Ben bile ne olduğunu anlayamamışken onun anlaması imkansızdı.
"Ne oldu? İyi misin? Lavinia cevap ver!" diyerek beni omuzlarımdan tutup sarsarken aklımda tek bir şey vardı.
"Annemin canı yanıyor."
-BÖLÜM SONU-
Yeni bölümü nasıl buldunuz?
Nasılsınız bakalım?
Lütfen beğeni ve bol bol yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |