Her zamanki gibi bölüm sonunda görüşelim!
Ağzımdan dökülen kelimelerin ne anlama geldiğini tam olarak algılayamazken olduğum yerde öylece kaldım. Bu kelimeler benim için acı bir anlam ifade ediyordu öyle değil mi? Peki neden bir şey hissedemiyordum?
"Sen iyi misin? Ne oldu burada?" diyen Ares'in ses tonundan pişmanlık akıyordu. Beni burada yalnız bırakmış olmanın verdiği pişmanlık ama buna takılamıyordum. Şu anda aklımda olan tek bir şey vardı o da annemdi.
Kollarımda hissettiğim güçle silkelenirken oturur halde olduğum minik bir kan göleti olan beton zeminden kalktım Ares'in yardımıyla. Her yer kan kokuyordu. Bu koku bana kurban bayramında etrafa sinen kokuyu anımsatıyordu. Kurban bayramında mıydık? Hayır. Her ne kadar kurban bayramında olmasak da burada bir kurban vardı. O kurban da annem oluyordu.
Üstüm başım annemin kanıyla kaplı haldeyken etrafımda bir tur döndüm. Mahşer yerindeymişim gibi hissediyordum. Belki de gerçekten öyleydim aksini kim iddia edebilirdi?
Ares hemen yanı başımda bana anlamsızca bakışlar atarken korkmuş gözüküyordu. Ama az öncesinde babamın anneme bıçak çektiği zamandaki annemin bakışlarındaki korkuyla kıyaslanamazdı bu korku.
Olduğum yerde anlamsızca dikilmemi sürdürürken etraf gittikçe kalabalıklaşıyordu. Polisler etrafı kontrol altına almaya çalışıyordu. Anneannemler deli gibi etrafa bağırıyordu. Dayım arabayı getirmesi gerektiğini ve hemen hastaneye gitmelerini söylerken ablamla göze göze geldim. Kızgın bir biçimde bana bakıyordu. Gözlerinde yaşlar hakimdi. Ona baktığımı fark ettiğinde koşar adım üstüme geldi ve hızla omuzlarımdan beni geriye doğru itti.
"Ne oldu burada? Anneme ne oldu? Sen neden bu haldesin?" dedi bağırarak. Hem ağlayıp hem bağırmasını sürdürürken üstüme gelmesine ara vermiyordu.
İkinci kez beni ittirecekken araya Ares girdi ve buna izin vermedi. Beni sol kolumdan tutarak iyice arkasına çekerken ablama karşı önümde bir siper olmuştu.
"Dur! Görmüyor musun iyi değil!" dedi büyük bir sakinlik içerisinde. Sesi her ne kadar sakin çıksa da ses tonu oldukça sertti.
Annemi hastaneye götürmüşlerdi iyileştirmek için. Bense burada öylece kalmış boş boş dikiliyordum. Annemin yanına gitmem gerekiyordu. Daha onunla konuşmam gereken çok şey vardı. Mesela neden benden özür dilediğiyle ilgili konuşmalıydık. Beni hiç sevmediği için miydi? Bunun için özür dilemesine gerek yoktu o iyi olsun yeterdi benim için.
"Ares." dedim boşlukta yankılanan bir ses tonuyla.
Hala daha sinirli ablama laf anlatmaya çalışan Ares sesimi duymasıyla anında bana dönerken ablamı gerisinde bırakmıştı.
"Efendim?" dedi hızla. Kendime geliyor olmam onu sevindirmiş olmalıydı.
"Annemin yanına gitmeliyim beni götürür müsün?" dedim sakinlikle. Bu kadar sakin olmak Ares’i iyice korkuturken bunda da takılı kalmadım. Bozuk plak gibi takılı kaldığım tek bir şey vardı şu anda. Annem...
***
Nefesler alıyordum. Peş peşe ve içten nefesler. İnsanlar buna bakarak yaşadığımı düşünüyorlardı. Bu düşüncelere en ruhsuz kahkahalarımı bağışlamak ve ardından o insanlara şu sözleri söylemek istiyordum; Nefes aldığıma bakmayın, yaşamak böyle bir şey değil.
Oturduğum koltuk hastane koridorunun en ücra köşesinde yer alıyordu. Karşımdaki polis memurları hatırlayabildiğim kadarıyla anlattığım şeyleri not alıyordu. Şu anda bir ifadedeydim. Annemin babam tarafından nasıl öldürülmeye teşebbüs edildiğini anlatıyordum.
Hastaneye geleli dört saatten fazla olmuştu. Gece yarısını çoktan geçmiş, sabaha yaklaşmıştık. Üzerimdeki ilk şoku atlattıktan sonra bizimkilere adam akıllı bir açıklama yapabilmiştim. Olanları elimden geldiğince az ayrıntılı bir biçimde anlatmıştım tabi yeni öğrendiğim gerçekleri es geçerek.
Şimdiyse Ares'in iyice kendime gelmem için bana yarattığı sürenin sonuna gelmiş ve polislere gereken bilgileri vermiştim. İfademde tümden babamı suçlarken tek düşündüğüm şey annemin şu anda bir ameliyat masasının üzerinde hayat mücadelesi verdiğiydi. Tüm olanları aşamıyormuş gibi hissederken bildiğim tüm duaları tanrıya sıralıyordum.
"Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı hanımefendi?" diyen polis memuruna ruhsuz bir bakış fırlatırken başımı olumsuzca salladım. Oturduğum yerden ağır çekimde ayaklanırken kuruluktan birbirine yapışmış dudaklarımı araladım.
"Başka bir şey yoksa annemin yanına gitmek istiyorum." dedim cılız bir ses tonuyla. Bu sözlerimin ardından iki polis memuru da bana acır gibi baktılar. Galiba beni zavallı anne kuzusu bir kız çocuğu gibi görüyorlardı.
"İfadenizi imzaladıktan sonra gidebilirsiniz. Bir gelişme olduğunda biz sizi arayacağız lütfen telefonunuzu ulaşılabilir tutun."
Konuşmayı daha fazla uzatmazken gösterilen yere baştan savma bir imza attım ve polis memurlarına arkamı döndüm. Hemen az ilerimde duvara yaslanmış bir vaziyette gözlerini bana diken Ares'le göz göz gelirken ona doğru yürüdüm. Kendisine gelmekte olduğumun farkında olan Ares bana büyük bir yardımda bulunarak iri adımlarla yanıma geldi.
Karşı karşıya kalan bedenlerimiz sonucunda ne yapacağımı bilemezken Ares beni bu durumdan kurtardı. Sağ kolu ince belimi sararak beni kendine doğru çekerken ona direnmedim ve bedenimi bedenine yasladım. Cılız kollarım titrekçe beline dolandı. Bir süre orada öylece kalırken sonunda adımlarımız anneme doğru gitmeye başladı.
Ameliyathanelere giden koridorun önünde bekleyen ablamların yanına kısa sürede varırken herkesin burada olduğunu ve oldukça perişan gözüktüklerini fark ettim. Kim bilir ben ne haldeydim. Annemin kurumuş kanı hala daha üzerimdeydi.
Bizi ilk fark eden dayım olurken Ares'le olan yakın temasımıza ters bakışlar attı ama herhangi bir şey demedi. Dedemde bizi gördüğünde aynı tepkiyi verdi hatta tepkisinin dayımdan fazlası vardı diyebilirdim ama o da ağzını açıp tek kelime etmedi. Belki de bunun için kendilerinde yeterli enerjiyi bulamamışlardı çünkü onlar böyle şeylere susacak kişiler değildi.
Ablam kucağında uyuyan Nabi'yi oturdukları ikili sandalyeye yatırırken oldukça dikkatli hareketler sergiliyordu. Uyansın istemiyor olsa gerekti. Çünkü minik adamım bir anda ortasında kaldığı karmaşanın korkusuyla oldukça çok ağlamıştı.
Olduğu yerden sonunda istediğini elde etmiş bir biçimde dikilen ablam bakışlarıyla son kez uyuyan Nabi'yi kontrol ettikten sonra bana doğru gelmeye başladı. Emin olmayan adımları onu bana getirirken aramızda kısa sayılmayacak bir mesafe bırakarak durakladı.
"O saatte dışarıda ne işiniz vardı?" diye sordu sert bir ses tonuyla. Öfkesi dinmiş gibi gözükmüyordu. Bu duruma açık açık göz devirirken bıkkınlıkla yanıtladım ablamı.
"Anlattım ya daha neyi sorguluyorsun?"
Aldığı cevaptan tatmin olmadığını suratını buruşturarak net bir ifadeyle belli etti. "Lavinia başka ne saklıyorsun? Annem senin yüzünden şu an içeride hayat mücadelesi veriyor! Bırak artık şu masum ayaklarını!"
Duyduğum sözler sarsılmama neden olurken istemsizce Ares'e daha sıkı tutundum. Benim yüzümden annem bu haldeydi değil mi? Masum da değildim zaten. İç çekercesine derin bir soluk aldım.
Ablamın sözlerini tamamlamasıyla araya Ares girdi. "Amacın birini suçlayarak kendi öfkeni bastırmaksa yanlış adrestesin. Lavinia'dan uzak durmanı bir kez daha söylemeyeceğim!" derken ses tonu kutupları kıskandıracak derecede soğuktu.
Ablamın bakışları duyduklarından sonra direkt Ares'e kayarken zaten çatılı olan kaşları iyice çatıldı. Öfkesinin daha da arttığına gözlerimle şahit olurken bedenim bir tık daha gerildi. Olası bir kavga daha kaldıramazdım bugün. Tek istediğim annemden iyi bir haber gelmesi ve şu lanet günün hemen bitmesiydi.
Ares'in sorgulanmasını elbette bekliyordum ama o an bu an değildi. O nedenle ablamın öfkeli sözlerini hınçla böldüm. "Lütfen kes artık! Görmüyor musun iyi değilim, kimse iyi değil! Sen böyle yaparak daha da yoruyorsun. Yapma!"
Suratıma son kez bakış atarak arkasını dönen ablamın ardından dolan gözlerimle baktım sadece. Sonrasında daha fazla Ares'e sığınırken yaşların akmaya başladığı bakışlarımı ameliyathanenin kapısına diktim. Gözlerimi dört açtım, kulaklarımı dik tuttum. Annemi bir daha görebilmek, ondan gelecek iyi haberlerini duyabilmek için.
Hızını arttıran yaşlarımı Ares'in kazağına sürterek silerken burnumu sesli bir biçimde çektim. Sonrasında başımı ağır ağır kaldırarak çenemi kazağı üzerinden göğsüne doğru sürttürdüm. Dolu gözlerimi bana bakmakta olan ela harelere diktim. Dudaklarımda titrek bir tebessüm oluştu. Bu tebessüm dudaklarımın kenarındaki yarayı daha da fazla sızlatırken Ares'in bakışları oraya kaydı. Ela hareleri çoktan kurumuş olan yaram da birkaç saniye takılı kaldı.
"İyi olacak değil mi?" dedim. Bunu derken burnumu bir kez daha çekmiştim.
"Öyle olmasını umuyorum." dedi. Neden iyi olacak dememişti?
Tam ona bunu sormak adına dudaklarımı aralamışken karşıda olan hareketlilik dikkatimi çekti. Başım hızla eski pozisyonuna dönerken bakışlarım ameliyathane koridorunun açılan kapısına kilitlendi. İçeriden çıkan iki doktor bize doğru gelirken hızla Ares'ten ayrıldım ve koşar adım doktorları görünce ayaklanan dedemlerin arasına karıştım.
Suratlarında olan maskelerden yüzlerini seçmekte zorlanırken nasıl bir ifadeye sahip olduklarını da çözemiyordum. Merakla ağızlarından çıkacak herhangi bir sözü beklerken ilk sağ taraftaki doktor konuşmaya başladı.
"Nalan Aral'ın yakınları siz misiniz?"
"Evet evet! Kızım nasıl?" diyerek kimseye söz hakkı tanımadan doktoru yanıtlayan anneanneme göz ucuyla bile bakmazken ısrarlı bakışlarımı doktorların üzerinde tuttum.
"Nalan hanım ilk getirildiğinde çok kan kaybetmişti. Yedi bıçak darbesi almış. Darbeler sonucu oluşan derin kesikleri vardı. Çoğu darbe mide ve karın boşluğuna denk gelse de iki tanesi akciğere denk gelmiş. Orada büyük bir hasar meydana getirerek önemli bir komplikasyon oluşturmuş. Sol akciğerde hemothorax çoktan oluşmuştu Nalan hanım bize ulaştığında." diyerek uzun bir açıklamaya girişen doktora kaşlarımı çattım.
Bir an önce sonuca gelmesini ve annemin iyi olduğunu söylemesini beklerken bakışlarım diğer doktora kaydı. Göz göze geldik. Bana acıyan bir bakış attı tıpkı polislerin attığı gibi. Geldiğinden beri hiçbir şey söylemeyen doktor benimle göz teması kurunca meslektaşının başladığı konuşmayı devraldı.
"Elimizden geleni yaptık ama üzgünüz. Başınız sağ olsun."
Tüm bunları bakışları hala gözlerimdeyken söylerken ilk başta ne dediğini anlayamadım. Başınız sağ olsun ne demekti?
Sağ tarafımdan gelen çığlık sesleriyle anneannem ve dedem aynı anda yere çökerken deli gibi bağırıyorlardı. Dayım şoka uğramış gibi olduğu yerde kalırken yengem hemen dedemlerin yanına çökmüş ve onlara bir şeyler demeye başlamıştı. Ablam bağırma sesleriyle korkarak uyanan Nabi'yi sarıp sarmalarken ben hastane koridorunun ortasında bir başıma dikilmemi sürdürüyordum.
Arkamda bir hareketlilik hissederken oraya döndüm. Ares'le karşı karşıya gelirken yavaş yavaş neler olduğunu idrak ediyor gibiydim.
"Başınız sağ olsun ne demek Ares?" dedim usulca.
İfadesiz bir biçimde bana bakmakta olan Ares sözlerimi duyunca ufak bir şaşırma yaşasa da kendini çabucak toparladı ve hızla beni kolları arasına alarak başımı göğsüne bastırdı. İşte o anda kafamın içinde bir şimşek çaktı.
İdrak ettiğim şey vücudumda garip bir his uyandırırken bedenen ve ruhen sarsıldığımı hissettim. Etrafımda mahşer yeri gibi bir gürültü karmaşası hakimdi. Usulca dört açılan gözlerim kapandı, dikilen kulaklarım düştü. Bir anda etrafımın kararmaya başlamasıyla neler olup bittiğini anlayamazken tek hissettiğim şey kalbimin kasılması ve sol gözümden akan yakıcı bir yaştı.
Bugün 10 Aralık Perşembe, annemin öldürüldüğü gündü. Eğer yaşasaydı kocasından boşanarak özgürlüğüne ve mutluluğa kavuşacağı günde kocasından aldığı yedi bıçak darbesiyle hayata veda ettiği gündü. Bugün annemin bir hiç uğruna kurban edildiği gündü.
***
30 Aralık Çarşamba öğleden sonra üç suları.
Rüzgarın sert kamçıları suratıma acımasızca çarparken cılız bedenimi titretiyordu. Havada güçlü bir lodos hakimiyet sürüyordu. Savsak adımlarım birkaç adım daha attıktan sonra duraksadı bir süre. Etrafta uçuşan uzun, gür saçlarım arada birbirine girerek suratıma çarparken titrek ellerimle onları düzelttim.
Üşüyordum. Aralık ayının getirisinde havanın derecesi tekli rakamlardayken lodosun etkisiyle eskilere düşmüş gibi hissettiriyordu. Üzerimdeki önü açık kabanıma daha da sıkı sarınırken ardımdan bir sesleniş duydum.
Bedenimden önce ilk başım yarım bir biçimde arkama dönerken bana doğru koşmakta olan minik kızı görünce komple ona doğru döndüm ve bana doğru olan tatlı koşuşuna baktım. Bakışlarım bir anlık kızın arkasında kalan yetimhaneye ve kapısında kıza bakan müdireye kaysa da bu kısa sürmüştü. Yanıma soluk soluğa varan, rüzgardan ve koşmaktan yanakları kıpkırmızı kesilen minik kızla birlikte onun hizasına eğildim.
"Efendim canım?" derken ses tonumda soru işaretleri yüzümdeyse günler sonra oluşan hafif gerçekçi bir tebessüm vardı.
"Ben sana teşekkür için sarılmadım. Sarılabilir miyim?" dedi tüm masumluğuyla. Nefes alışverişleri hala daha sık ve birazda utanmış bir biçimde karşımda duruyordu. Minik ellerinde ona hediye ettiğimiz mor kaban ve elbisesi vardı. Onları sıkı sıkıya tutuyordu.
Onun bu hallerine sımsıcak bir bakışla karşılık verirken tüm samimiyetimle yanıtladım onu. "Tabi ki."
Aldığı yanıtla hızla minik kolları boynuma dolanırken bende onu sımsıkı sardım. Çok güzel bir kız çocuğuydu. Kimsesizdi tıpkı benim gibi ama çok güzeldi. Umarım hayatının ilerleyen zamanları da kendi gibi güzel olurdu.
Bir dakikadan kısa bir süre sarılı kaldıktan sonra yavaşça ayrıldım minik kızdan. Ben ayrılmasaydım onun ayrılacağı yoktu çünkü bunu hissetmiştim ve hava buz gibiydi hasta olmasını istemezdim.
Ayrıldıktan sonra ellerim minik kızın rüzgardan karışan saçlarını düzeltirken ona kocaman gülümsedim. Bu benim için biraz zor olsa da bunu başardım.
"Hadi üşütmeden arkadaşlarının yanına geri dön." diyerek onu gitmesi için teşvik ettim.
Sözlerimin ardından bana yalnızca başını sallayarak yanıt verirken kısa sürede arkasını dönüp geldiği gibi koşarak yurt binasına girdi. Gözden kaybolana kadar ardından ısrarla bakmamı sürdürürken adımın bir kez daha seslenildiğini duydum. Tekrardan arkama döndüm.
"Lavinia hadi!" diyerek yurdun bahçesinin çıkış kapısında park halinde olan şirket arabasının önünde beni bekleyen Baycan ellerini hızlıca sallayarak gel işareti yapıyordu. Ona herhangi bir hareketle ya da konuşmayla karşılık vermezken hızlı adımlarla yanına gittim.
Siyah filmlerle kaplı araca benden önce çoktan binen iş arkadaşlarımın arasına katıldığımda aracın sürgülü kapısı kapandı ve şirketin şoförlerinden birisi aracı harekete geçirdi. Oğuzhan'ın yanına, cam kenarına kurulurken başımı direkt cama yasladım ve dışarı seyretmeye başladım. Karşımda Beril ve Baycan yan yana otururken Oğuzhan'la boş bir sohbet çeviriyorlardı.
İlgimi gram çekmiyordu. O malum günden sonra hep böyleydim. Hiçbir şey ilgimi çekmiyor, çekemiyordu.
Şirkete geri dönüyorduk. Bugünü de planlanan bir şekilde geçirip bitirmiştik. Son bir buçuk haftadır üzerinde çalıştığımız noel öncesi İstanbul Yetiştirme Yurdu'na yılbaşı sürprizi yapmıştık. Sancaktar Mücevherat'ın büyük katkıları ve başka şirketlerin de yaptığı bağışlarla yüklü bir meblağa toplamıştık. Birkaç markayla yine Sancaktar Mücevherat adı altında anlaşma sağlamış ve tüm yetiştirme yurduna temel giyim ihtiyaç yardımında bulunmuştuk.
Önceden iletişime geçtiğimiz yurt müdiresiyle orada kalan tüm çocukların bilgilerini almış ve onlara uygun eşyaların listelerini çıkartmıştık. Her bir çocuğa özel büyük bir poşete alınan eşyaları yerleştirmiş onları ayrı ayrı paketlemiştik. Tüm bunlar için birkaç gün peş peşe gecemi gündümüze katarak çalışmıştım. Hoş son zamanlarda gecem ve gündüzüm arasında bir fark yoktu.
Hazırlanan paketler şirketin deposunda saklanırken bu sabah biz dışında dışarıdan on kişilik bir ekip alarak yurda gitmiştik. Her bir çocuğun adının yazdığı paketleri tek tek sahipleriyle buluştururken bir an olsun tüm her şeyi unutmuş ve tüm dünyadan soyutlanmıştım. Çocukların yüzlerinde oluşan o tarifsiz mutlulukları gördüğümde bir an için huzurla dolmuştum. Ama her şey gibi bu da gelip geçiciydi.
İnanması ve kabullenmesi zor olsa da ve hala daha kabullenebilmiş olmasam da annem ölmüştü. Ne hissedeceğime ve düşüneceğime dair herhangi bir fikrim yokken hala daha bu durumu tam algılayabilmiş değildim.
Ameliyathanenin önünde doktorların annemin öldüğünü söylediği andan sonrası bende net değildi. Bir yerin ayaklarımın altından kaydığını bir de kolumda serumla hastanenin odalarından birinde uyandığımı hatırlıyordum. Ares'i başımda nöbet tutarken bulurken ailemden kimseyi görememiştim uyandığımda. Ares'in bana yaptığı açıklamaya göre onlarda çok kötüydü ve cenaze işleriyle uğraşıyorlardı.
Cenaze. Tam bir fiyaskoydu. Ares'in desteğiyle zar zor ayakta durduğum o gün baba tarafından birkaç akrabanın gelmesiyle büyük bir kavga çıkmıştı. Annemin birkaç yakın kuzeni, baba tarafından olan akrabaları rezil rüsva ederek mezarlıktan kovarken hiçbir tepki vermemiştim. Benim annem toprağın altındayken birbirlerini yesinlerdi bu durum ne kadar umurumda olabilirdi?
10 Aralık Perşembe günü kocasından boşanarak özgürlüğüne ve mutluluğuna kavuşması gereken annem ikindi namazına müteakip defnedilmişti. Onu toprağa vermeden birkaç saat öncesinde yanımıza gelen polis memurlarından öğrendiğimize göre babam şehir dışında seyir halindeki aracının köşeye sıkıştırılmasıyla yakalanmıştı. Tutuklanıp direkt cezaevine yollanmasıyla içim gram rahatlamazken en ağır cezayı alması için dualarımı tanrıya sıralamıştım.
Cezaevinde bir hafta boyunca beklediği mahkemesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alarak şehir dışındaki bir cezaevine gönderilmişti. Bu süreçte avukatı aracılığıyla bize birçok kere ulaşmaya çalışsa da sonuç hüsrandı. Hiçbirimiz onu görmeye gitmemiştik.
Ölen annem, hapse giren babamdan sonra Nabi'nin velayetini ablam ya da benim almam gerektiğine yoksa Nabi'nin devlet tarafından alınacağına dair mahkemeden kağıt gelmişti. Bu kağıt elimize ulaştığında annemin ölümünün üzerinden üç gün geçmişti. O günün akşamı annemin dördüncü gün okuması olacaktı ve biz dedemlerdeydik. Ares gündüzleri evde yanımda dururken geceleri apartmanın önünde park halinde olan aracında kalıyordu.
O gün uzun zaman sonra ilk defa ağzımı açarak Nabi'nin velayetini alabileceğimi söylemiştim. Tabi bu basit söylemimin bana getirileri çok büyük ve acımasızca olmuştu. Ablam beni yanlış anlamıştı ya da bile isteye öyle anlamak istemişti. Bilemiyordum.
Annemin benim yüzümden öldüğünü, tüm ailemizin benim yüzümden yıkıldığını suratıma bas bas bağırırken beni evden yaka paça atmıştı. Bir anlık sinir havliyle geçirdiği kriz olduğunu düşünsem de öyle değildi. Beni kapının önüne attıktan sonra bir süre öylece kapı önünde tekrardan içeri almasını beklemiştim. Almamıştı.
O soğukta apartman fayansında ne kadar oturduğumu hatırlamıyordum ama bir süre sonunda kapı açılmıştı ve içeriden yengem çıkmıştı. Elinde benim evde kalan eşyalarım toplanmış bir halde dururken gözlerime kaçamak bir bakış atıp eşyalarımı da kapı önüne koymuştu usulca. Sonrada 'Ablan Nabi'nin velayeti için başvuruda bulundu büyük ihtimalle alır da. Seni bir daha görmek istemiyormuş. Nabi'yi de görmene izin vermeyecekmiş. Buradan gitmeni istiyormuş.' demiş ve sokak kapısını dağılmış suratıma kapatmıştı.
Aile adına elimde kalan son parçalarda elimden böyle kayıp giderken tüm hissizliğimle kapının önüne koyulan eşyalarımı almış ve apartmandan dışarı çıkmıştım. Fersiz bakışlarım direkt sokağın köşesine park edilmiş son model araca kayarken filmli camın yarıya kadar inik olduğunu görmüştüm. Sol elini camdan dışarı çıkartmış parmak uçlarındaki sigarayı öylece tutarken başını arkasına yaslamış öylece duran Ares, apartman kapısındaki hareketlilikle usulca bana doğru dönmüştü.
Hayır apartman kapısındaki hareketlilikten değil beni hissettiğinden direkt bana doğru dönerken gördüğü manzara karşısında ufak bir afallama yaşamıştı. Ardından parmak uçlarındaki sigarayı usulca yere düşürerek hızlıca aracı terk etmiş ve yanıma gelmişti. Neler olduğunu sorgulamazken beni direkt arabaya yönlendirmişti. Emniyet kemerime kadar kendi elleriyle beni koltuğa yerleştirdikten sonra gerimizde kalan eşyaları da arabaya yerleştirdikten sonra direkt yola çıkmıştık.
Neler olduğunu sorgulamamıştı çünkü her şey apaçık ortadaydı. Hiç konuşmamıştı çünkü ortada konuşulacak bir durum yoktu. Kimsesiz kalmıştım. Bu sefer gerçek anlamda kimsesiz kalmıştım.
O gün İstanbul'a geri döndükten sonra direkt eve gitmiştik. Eve varır varmaz kendimi doğruca kaldığım odaya kapatmış ve aralıksız beş gün odadan hiç çıkmamıştım. Arada duş almak, tuvalete gitmek ve terasta nefeslenmek dışında yataktan adımımı bile atmazken bu süreçte muhteşem üçlü ve Ares odamın önünden ayrılmamışlardı. Sık sık kapıdan içeri başlarını sokarak beni yoklarlarken yatakta gördükleri halimden dolayı içeri girmeye cesaret edememişlerdi.
Bir tek Ares günde üç kere elinde yemek tepsisiyle odaya girip yanıma kadar gelmişti. Onda da elindeki tepsi hiç ellenmemiş vaziyette geri çıkması çok sürmemişti. Yemek yiyemiyordum. Bazen birkaç lokma zorda olsa yerken onu gerisin geri çıkartmam birkaç dakikayı bulmuyordu.
Yaşadığım yoğun duygular midemi kötü etkilemişti. İçeride yemek asla barındırmıyordu, direkt kusuyordum. Bu yüzden birkaç kez serum bile yemiştim. En son ki serum yiyişimde Ares çıldırmıştı. 'Ölmek mi istiyorsun!' diye bağırarak beni bir güzel silkelemişti. O gün ablamın beni kovuşunun sekizinci günüydü. Ares'in bana uzun bir nutuk çekmesi ve ardından evi terk etmesi beni biraz olsun kendime getirmişti.
Bağrışma seslerine korkup direkt odaya gelen muhteşem üçlü o günde Ares'in evindeydi. Zaten Ares'te onların evde olmasına güvenerek çekip gitmişti. Ares'in gidişinin ardından kendimi direkt duşa atmış ve orada uzun uzun düşünmüştüm. Bencillik yaptığımın ve ölenle öldüğümün farkına varırken utanmıştım.
İlk zamanlarımda mecburiyetten Ares'e yük olurken şimdi bile isteye yük oluyordum. İşe gitmiyordum, evde iş yapmıyordum, yemiyordum, içmiyordum, konuşmuyordum ve Ares'leri tüm bunlarla uğraştırıyordum. Ben içten içe acımı yaşamaya çalışıyordum ama dışarıdan bakıldığında da bencillik yaptığımı görebiliyordum.
Dünyada tek acı çeken ve başına böyle kötü şeyler gelen insan ben değildim. Ares'in ya da muhteşem üçlünün de hayat hikayeleri pek hoş durmuyordu ama onlar benim gibi yapmıyorlardı. Belki de yapmışları zamanında ama bir şeyleri aşmış ve buralara gelmişlerdi.
Artık bir yük olmaktan çıkmalıyım demiştim kendime duştayken. Artık yük olmayı bırakmalı ve önce kendi ayaklarımı yere sağlam basmalı ardından da dışarıdaki yardıma ihtiyaç duyan insanların yanında olmalıydım. Dediklerimin arkasındaydım ve bunun adına bir şeyler yapmaya çalışıyordum hala.
O duştan sonra üstüme başıma çeki düzen vererek aşağı inmiştim. Ares geri gelmiş muhteşem üçlüyle oturma odasında oturuyorken yanlarına gitmiş, Ares'in yanına oturmuştum. Tüm herkes bu hareketlerime şaşırırken işe geri dönmek istediğimi söylemiştim. İlk başta aldığım kararlar herkes tarafından sorgulanıp onaylanmazken ben bu konuda ısrarcılığımı sürdürmüştüm. Ares'e hayata geri dönmek istiyorum demiştim ve bu sözcüklerim onun ikna olmasına için yeterli olmuştu.
Annem öldüğünden beri en büyük destekçim Ares olurken onun hemen ardından muhteşem üçlü geliyordu. Tamer bile artık suratsızlığını tamamen bırakmış ve bana aşırı iyi davranmaya başlamıştı. Burada kalmam adına olan rahatsızlığını en ufak bir biçimde hissettirmezken bana acıdığını düşünüyordum. Hepsinin bana acıdığını düşünüyordum.
Aracın hafif sarsılarak şirketin önüne yanaşmasıyla daldığım düşünceler aleminden sıyrıldım çabucak. Zor günler geçiriyordum. Acım dinmiyordu. Annemi özlüyordum. Ona karşı içimde olan öfke ölmesiyle bile dinmezken yine de özlemekten geri kalamıyordum. Bir şeyi kaybetmeden değerini anlayamamız çok kötü bir durumdu. Keşke anlayabilseydim. Gerçi hoş ben anlasam da annemde durumlar böyle değildi. Beni sevebileceğini hiç sanmıyordum.
Öğrendiğim gerçekler hala daha sindirebildiğim bir şey değildi. Hatırladıkça ağlama krizlerine girmem bir dakikamı almıyordu. Bu durum nasıl sindirilirdi bilmiyordum. Daha hiç kimseyle paylaşmamıştım yeni öğrendiğim bu bilgiyi. Bu bilgi annemle mezara, babamla hapse ve benimleyse sükunete girmişti.
Yere sağlam basan adımlarla aracı en son ben terk ederken önde iş arkadaşlarım arkada ben usulca odamızın bulunduğu yedinci kata çıkmıştık. Genel toplantıların yapıldığı iki toplantı odasını es geçerek kendi odamıza seri adımlarla ilerlerken bir anda önümde hararetli bir konuşma içerisinde olan Baycan ve Oğuzhan'ın susması dikkatimi çekmişti. Peş peşe girdiğimiz odada neden sustuklarını anlamak adına kaldırdığım bakışlarımla Ares'e rast gelirken aşırı sinirli bir biçimde bizi beklediğini fark ettim.
"Ares Bey bir şey mi istemiştiniz?" diyerek konuşmayı ilk başlatan Beril olurken Ares onu takmadı ve odaya girdiğimden beri bende olan bakışlarıyla usul usul beni süzmesine devam etti.
Tüm bedenimi bu kadar uzun incelemesi benimde kendimi incelememe iterken bunu yapmamak için tuttum kendimi ve Ares'ten gelecek bir açıklamayı bekledim sabırla. Asabi duruşu ve sinirli bakışlarıyla uzun uzun bana bakması odadakiler tarafından oldukça dikkat çekerken yerimde rahatsızca kıpırdandım. Zaten işe onunla gidip gelmem, öğle yemeklerine beraber gitmemiz, gün içinde Ares'in sık sık yanıma kontrole gelmesi oldukça yanlış anlaşılırken bu tavırları bana hiçte yardımcı olmuyordu. Buraya geldiğim ilk günden beri şirkette arkamdan dönen dedikoduların pekala farkındaydım.
"Neredesiniz siz?" diyerek sonunda dudaklarını aralayan Ares'in sesi oldukça sorgulayıcı ve sert çıkmıştı.
"E şey. İstanbul Yetiştirme Yurduna düzenlediğimiz bir etkinlik vardı oradan geliyoruz." diyerek direkt bir açıklama yapan Beril, Ares'in seri katil soğukluğundaki bakışlarının hedefi olmuştu.
"Benim bundan niye haberim yok?" diyerek sesini yükselten Ares'le odadan çıt çıkmazken onun bu tavırlarına bir anlam veremedim.
"Efendim Abdullah Bey'in bilgisi vardı habersiz bir iş değildi."
Oğuzhan'ın korku dolu yaptığı açıklama tamamıyla kendini temize çekmek adına olsa da bunu yapmasına gerek yoktu. Çünkü gizli kapalı işler çevirmiyorduk burada. Tamamen yasal ve gerekli açıklamaları üst kademelere vererek atıyorduk her adımımızı.
"Sana böyle bir etkinlik üzerine çalıştığımızı söylemiştim." diyerek araya girme gereksiniminde bulundum. Sesimi duymasıyla bakışları direkt bana dönen Ares bir cevap vermekte geç kalmadı.
"Bugün gideceğinizi söylemedin." dedi. Dişlerini sıkıyormuş gibiydi. Ses tonu öncekine nazaran daha normaldi. Şu anda neyi sorguladığına hala daha bir anlam veremezken sakin kalmaya çalıştım. Arkasından iş çeviriyormuşuz gibi koca departmanı azarlamakta neyin nesiydi böyle durup dururken?
"Ama böyle bir etkinlikten haberin vardı günü söylemememin ne önemi var? Ayrıca Abdullah Bey'in bilgisi dahilinde gittik." dedim hızlıca. Abdullah Bey şirketin Genel Müdür Yardımcısıydı. Bizim departmanın bu tarz işleri onun bilgisi dahilinde başlatılır ve yürütülürdü. Kafamıza göre hareket edemez hesapsız kitapsız işler çeviremezdik.
Ares derin bir soluk verirken odadaki herkese tek tek baktı. Ben hariç diğerleri diken üstünde sanki bir suç işlemiş gibi boyunları bükük duruyorlardı.
Patronları sinir küpü gibi karşılarında duruyor sence bundan böyle olabilirler mi?
İç sesimin küstahça kurduğu cümleye göz devirmemek için kendimi kasarken artık ayakta durmaktan yorulmuştum. Aslında şu son zamanlarda hep yorgundum ama bugünkü ve bundan önce bugün için yaptığım koşuşturmalar biraz ağır gelmişti sanki. Gerçi yaşadığım hangi olay hafifti ki?
"Abdullah Bey'in bana böyle bir bilgi iletmedi." diyerek inatçılığını sürdüren Ares'e inanamazca baktım. Ne yapmaya çalıştığını hala daha anlayabilmiş değildim.
"Deniz Bey'e bilgiyi iletmiştir belki." diyerek bir seçenek sundum önüne.
"Neden ona iletsin bilgiyi bu departmanla ben ilgileniyorum!"
"Belki seni müsait yakalayamamıştır bugün. Ay ne bileyim ben!" dedim en sonunda sinirlenerek.
Odadakiler tenis maçı izler gibi bir bana bir Ares'e bakarken en sonunda verdiğim tepkiyle daha da gerildiler. Ares'ten gelecek herhangi bir azarlamayı beklediklerine yemin bile edebilirdim şu an.
"Bir dahakine böyle şeylerde gel ve bana sen haber ver." diyerek odanın çıkışına yönelen Ares daha kapıya yeni ulaşmışken arkasını tekrardan döndü ve direkt benimle göz teması kurdu.
"Bu arada hazırlan eve gidiyoruz. Beş dakika içinde giriş katta ol!"
Son sözlerinin ardından tamamen katı terk ederken odadaki herkes sesli bir soluk vermişti. Bu şirkette geçirdiğim vakitten anladığım kadarıyla herkes ondan ürküyor ve çekiniyordu. Amcası Deniz Bey'e ya da beklenen dedeye tepkiler böyle değildi. Tamam onlardan da çekiniliyordu sonuçta büyük patronlardı ama Ares'ten korktukları kadar onlardan korktuklarını sanmıyordum. Ares'te bir insanda olmaması gereken bir soğukluk vardı. Kendine has aurası onu herkese ulaşılmaz gösteriyordu bu bir gerçekti.
Yılgın adımlarım usulca masama doğru giderken diğerlerinin çoktan kendi masalarına geçtiğini fark ettim. Yıkılır gibi kendimi bıraktığım sandalyemde biraz soluklanarak bakışlarımı masamın üzerinde gezdirdim. Yurda gitmeden önce toparladığımdan burada vakit kaybedeceğim bir durum yoktu.
Bakışlarım masamın kenarına iliştirilmiş dosyalara takılırken onlara uzandım usulca. Dosyaların üstündeki etiketlere kısa bir göz atarken bunların Aden Sancaktar'ın hazırlayıp yürütmüş olduğu birkaç yardım etkinliğinin dosyaları olduğunu fark ettim.
Bu sabah şirkete geldiğimde arşiv odasına giderek oradan talep etmiştim incelemek adına. Ben yurttayken getirmiş olmalılardı. Şu sıralar aklımda sokakta kalan insanlara nasıl bir yardımda bulunabileceğimiz konusu vardı. Aslında böyle konular kafamın içinde sürekli dönüp duruyordu ama ha deyince de bir şeyler yapılmıyordu. Ayrıca sayıları çok fazlaydı bu şehirde. Bu durum benim bir şeyler yapma süremi birkaç tık daha yavaşlatıyordu.
Öyle bir şey düşünmeliydim ki bir taşla birçok kuş vurabileyim. Yetiştirme yurtları gibi büyük binalarda aş evleri tarzı hem barınma gibi seçenekleri olan binalar düşünmüştüm ama orada da evsiz insanlar çok durmuyorlar, durmak istemiyorlardı. Akıllıca bir şey bulmalıydım. Kesin çözümlü bir şey.
Aden Hanım'ın sokakta kalan insanlar adına yürüttüğü projelerin dosyalarını da bu yüzden istemiştim. Çoğunu her ne kadar incelemiş olsam da bir kez daha bakmanın bir zararı olmazdı.
Oturduğum sandalyeden usulca ayaklanırken zaten üstümde olan kabanla sadece dosyaları ve çantamı yanıma alarak önce odayı ardından katı terk ettim. Bunları yapmadan önce iyi akşamlar dileklerimi iş arkadaşlarıma sunmayı es geçmemiştim.
Dört dakikalık sürenin sonunda giriş kata geldiğimde etrafta Ares'i göremedim. Şirketin çıkış kapısından çıkmakta olan muhteşem üçlüyle bende şirketi terk ederken Ares'in nerede olduğunu onlara sormayı düşündüm. Peşlerinden attığım seri adımlarla kısa sürede yanlarına varırken şirketten çoktan çıkmıştık. Beni ilk fark eden Bars olurken diğerlerinin de onu takip ederek beni fark etmesi uzun sürmemişti.
"O çalışkan kızımız bugün yüzünü gören cennetlikti." diyen Tamay'a hafifçe gülümsedim.
"Şirket dışında bir etkinlik vardı tüm gün oradaydım." diyerek kısa bir açıklama yaptıktan sonra tam ağzımı Ares'i sormak adına aralayacaktım ki önümüzden güçlü bir korna sesi duyuldu.
Ben, muhteşem üçlü ve şirketin önündeki birkaç güvenlik görevlisi eş zamanlı sesin geldiği yöne bakarken arabada sürücü koltuğundan aşırı sinirli bir biçimde bana bakan Ares'i gördük. Sağ elinin işaret ve orta parmağını kullanarak tek bir hareketle gel işareti yapan Ares'in suratı tabiri caizse sirke satıyordu.
"Ne olmuş lan buna?" diyen Tamer doğrudan bana bakarken bilmiyorum dercesine omuzlarımı silktim. "Şirkete daha yeni döndüm. Geldiğimde yardım departmanında sinir küpü bir şekilde bizi bekliyordu. Güzel bir azar çekti herkese anlamadım bende neden böyle." diyerek ek bir açıklamada bulundum.
"Toplantım vardı yalnızca iki saat görmedi beni hemen celallenmiş yakışıklım. Durun ben gidip de bir özlemini alayım onun siniri anca öyle geçer." diyen Tamer hızlı adımlarla Ares'e doğru ilerledi.
Onun bu hallerine alışkın olduğumuzdan sadece onaylamazca bakarak hemen ardından gittik. "Hayır milletin ortasında dayak yiyecek olması da durdurmuyor adamı." diyen Bars'a hafifçe gülerken hak vermeden de edemedim.
Ares şu an sinirliydi ve Tamer apaçık onunla uğraşmaya gidiyordu. Bu bir nevi intihara yürümek gibi bir şeydi onun için.
"Yakışıklım neyin var senin böyle?" diyerek arabaya yanaşan Tamer yolcu koltuğunun kapısını açmaya yeltendi ama Ares ondan önce davranarak kapıları kilitledi. Açamadığı kapının üstüne anlamsızca Ares'e bakan Tamer asla pes etmedi.
"Hadi ama toplantımın önemli olduğunu biliyordun neyin tribi bu şimdi? Naz yapma!"
Derin derin soluklar alıp verdiği buradan bile belli olan Ares resmen bir tarafını yırtacak derecede bağırdı.
"Siktir git Tamer! Lavinia hemen arabaya!"
Bende dahil herkes bir anda neye uğradığımıza şaşırırken Tamer birkaç adım geri gelmişti. Kaşları derinden çatık bir biçimde bize doğru dönen Tamer homurdana homurdana yanımıza gelirken bende koşar adım arabaya gitmiştim.
"Ne olmuş anasını satayım buna!" diyen Tamer'i duymazdan gelirken hızla arabaya ilerledim. Benim kapı kulpunu tutmamla Ares kilidi açarken hemen yolcu koltuğuna yerleştim.
Kapıyı örtmemle harekete geçen araçta daha da dumura uğrarken seri hareketlerle emniyet kemerimi taktım. Çantamı ve dosyaları kucağıma usulca yerleştirirken hala daha burnundan soluyan Ares'e kısık bakışlar attım.
"Ne oldu sana?" dedim büyük bir merakla.
Bana dönmeden hızla yanıtladı beni Ares. "Çok umurunda sanki." Araç git gide hızlanırken kaşlarım onun gibi derinden çatıldı. 2
Yanıtsız bıraktı beni. Dikkatle aracı kullanmasını sürdürürken tam tekrardan bir şey diyecektim ki bu hareketimi radyoyu açarak bastırdı. Bu seni duymak istemiyorum deme şekli olsa gerekti. İsteğine uydum ve ne yol boyunca ne de eve girince de konuşmadım.
Çıkardığım botları girişteki portmantoya koyduktan sonra direkt elimdeki dosyalarla kaldığım odaya çıkıyordum ki omzuma çarparak oturma odasına giren Ares tüm dikkatimi dağıttı. Ciddi manada artık bana gelmeye başladıklarını hissettiğimde hemen peşinden oturma odasına ilerledim.
"Sorunun ne senin ne bu tavırlar? Önce şirkette herkesi yok yere azarlamalar sonra Tamer'e tepkin şimdi bunlar. Neler oluyor?" dedim sert bir biçimde. Her ne kadar ses tonumu alçak tutsam da hiçte sakin bir ton kullanmamıştım.
Herhangi bir koltuğa oturmaksızın odanın içinde dönen Ares ona konuşmamla duraksarken bende elimdeki eşyalarımı ortadaki sehpanın üzerine bırakmıştım.
"Bana bir şey olduğu yok ben gayet normalim bence sen kendine bak." dedi.
"Neyim varmış benim?" diyerek anında onu yanıtlarken cevabını çok merak etmiştim.
Tamam onunla tanıştığımdan beri hiç iyi olmayabilirdim. Zaten onunla hiç iyi şartlarda da tanışmamıştık. Tamam son günlerde daha da kötü bir durumda olabilirdim ama benim yaşadıklarımda hiç kolay değildi. Annem ölmüştü benim! Babam tarafından gözlerimin önünde annem ölmüştü! Aile adına geriye elimde kalan iki üç insan tarafından reddedilmiştim! Kimsesiz kalmıştım ben! Nasıl olmamı bekliyordu?
Her zaman beni anlayışla karşılayan bu adama ne olmuştu böyle? Son günlerde gittikçe anlayışsız, huysuz bir adama dönüşmüştü. Onu anlayamıyordum. 1
"Neyin mi var? Kendinde değilsin ortalıkta açık yem gibi geziniyorsun!" dedi hiddetle. Bir bilmece gibi konuştuğunun farkında mıydı?
"Neler yaşadığımı biliyorsun nasıl olmamı bekliyorsun?" dedim onun aksine sakince. Sahiden merak ediyordum bu sorunun cevabını.
"İyi olmayabilirsin tamam ama sana toparlanmanı söyledim. Tek başıma bir şeyler yapacağım, bir şeyler başaracağım dediğinde bunu yapmak istiyorsan kendinde olmanı yoksa yanında ben olmadan hiçbir şey yapamayacağını söyledim ama sen ne yaptın? Toparlanmak bir yana aklın bir karış havada habersizce oraya buraya gidiyorsun!"
Doğru bunları konuşmuştuk ve o bana tam olarak bunları demişti. Ama hala daha sorun neydi bunu tam olarak algılayamıyordum.
"Merak etme bir dalgınlık halinde tırın altında falan kalmadım." dedim ve ekledim. "Ayrıca aklım gayet yerinde benim. Neden böyle konuştuğunu anlamıyorum neler olduğunu söyleyecek misin artık?"
Aklımın yerinde olduğu kısım biraz muallaktı. Tek başıma bu halde İstanbul trafiğine çıksam mutlaka bir aracın altında kalabilecek bir yoğunluktaydı kafamın içi ve asla sakinleşmiyordu. Orası tam bir mahşer yerini andırıyordu.
"Keşke tek sorun herhangi bir dalgınlıkla tırın altında kalabilmen olsa." dedi ve bıkkınlıkla ikili koltuğa oturdu. İri ellerini saçlarının arasına daldırıp bir süre saçlarını karıştırdı.
"Bak sana durumları açıkça anlatmadım ama dikkatli olman gerektiğinden bahsettim. Bensiz bir şey yapmaman gerektiğinden bahsettim değil mi?" dedi sakince. Kelimeleri bir çocuğa laf anlatır gibi tek tek çıkmıştı ağzından.
Söylediği sözlerle başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. Bu konuda birkaç uyarıda bulunmuştu bana. Uyarılarının nedenini asla söylemezken bende o uyarıda bulunduğu zaman çokta önemsememiştim bu konuyu. O sıra kafam çok dolu ve allak bullaktı. O anları anımsadığımda zihnimde canlandı usulca bulunduğu uyarılar.
"On altı tane yirmi numara kız çocuk botu." diye mırıldanarak önümdeki alınacaklar listesine bir yeni madde daha ekledim.
Yazımın sonunda bakışlarımla son kez listeyi bir süzerken boyun ağrım bir tık daha artmış ve baş ağrımla birleşerek bana zorlu anlar yaşatmaya başlamıştı. Bakışlarım loş ortama bulanmış mutfakta dolanırken en sonunda telefonumun saatinde durakladı. Saat 03.18 idi. Saatlerdir mutfaktaki köşe grubuna yerleşmiş bir biçimde çalışıyordum.
Aslında son günlerde durmadan çalışıyordum. Kendimi asla boş bırakmıyordum çünkü o anlarda hiç hoş şeyler olmuyordu. Zihnimin içinden hiç çıkmayan ve durmadan dönüp duran sahneler beni intihara sürükleyecek hale gelmeye başlamıştı. Artık dayanamıyordum. Uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, nefes alamıyordum. İyice kilo vermiştim. Zar zor daldığım bir iki saatlik uykular kabuslarımdan sebep zehir zemberek oluyordu bana.
Olanları, öğrendiğim gerçekleri sindiremiyordum. Reddedilişimi anlayamıyordum. Annemin ölümünü kabullenemiyordum. Neden hala daha yaşadığımı sorguluyordum. Bu sorgulama benim nefesimi kesiyordu.
Verdiğim ufak arada zihnime doluşan düşüncelerle tekrardan dosyalara dönerken mutfağın kapısındaki hareketlilik dikkatimi çekti. Üstünde eşofman takımıyla içeri giren Ares'in yüzünden uykusuzluk akarken neden hala daha uyumadığını düşündüm.
"Kendini ne kadar daha fazla yıpratabilirsin merak ediyorum." diyerek oturma grubunun sandalyelerinden birine yerleşti tüm rahatlığıyla.
"Sadece birazcık çalışıyordum." diyerek inanmayacağını bile bile konuşma ihtiyacı hissettim.
Sözlerimin ardından yüzünde beliren alaycı tebessüm 'Bana yapma bari!' der gibiydi. Görmezden geldim tebessümünü. Baş ağrım şiddetini arttırırken önümdeki dosyaları toparlayarak bugünü de burada sonlandırmak istedim. Hızlı hareketlerle üst üste yığdığım dosyalar arasında çıkarttığım alınacaklar listesini aradım ama göremedim. Onu dosyaların en üstüne koyacaktım gözümden kaçmasın diye. Dalgındım ve o kağıdı kaybetmem benim için iyi olmazdı. Baştan tekrardan bir liste oluşturmak koca bir günümü alabilirdi.
Göremediğim kağıtla kaşlarım hızlıca çatılırken bu hareketim ağrımı zonklamaya çevirmekten başka bir işe yaramadı. Mimiklerimi hemen düzelttim. Üst üste dizdiğim dosyaları tekrardan masaya yayarken gözlerim hızlıca dosyaları tarıyordu. Daha demin buradaydı bu kağıt kaşla göz arası nereye kaybolabilirdi?
"Nereye kaybolabilirsin ki?" diyerek huysuzca söylenirken Ares'in sesli nefes verişini duydum. Bakışlarım ona döndü. Oturduğu yerden kalkmadan yere, masanın altına doğru eğildi ve elinde aradığım kağıtla kısa sürede eski pozisyonuna döndü.
"Çok dikkatsiz ve dalgınsın." dedi söylediklerinden memnuniyetsiz bir biçimde.
Bana doğru uzattığı kağıdı hızla elinden alırken dosyaları tekrardan üst üste dizmeye başladım. "Ben iyiyim." demekle yetindim sadece.
"Bana öyle gelmiyor. Toparlanmanı bekliyorum ve biliyorum ki bu uzun sürecek ama bu süreçte dikkatli olmanı istiyorum."
Dosyaları üst üste dizme işim bittiğinde bakışlarımı ona çevirdim merakla. "Ne için?" dedim. Başımdaki zonklama sanki kafatasımı delip dışarı çıkacak şekilde atmasına devam ediyordu.
Sorumu duymazdan gelerek yerinden ayaklanan Ares'te bakışlarımı sabit tutarken o tam karşıma geçmişti. Uzun boyundan dolayı başımı geriye atmak zorunda kalırken boyun ağrım kendini hatırlatmak istercesine sızladı.
"Benden habersiz hatta bensiz hiçbir şey yapma. Kendinde değilsin ve bu hiç iyi değil."
Bu tavırları hoşuma gitmezken baş ağrım haddini aşıyordu. Onu geçiştirircesine kafamı sallarken yaptığım hareketin aptallığına içten içe yanarak sabit durmaya çalıştım. Çektiğim bu ağrıda neyin nesiydi? Uyuyamamanın ve yemek yememenin bedeli olsa gerekti.
Ares kıstığı bakışlarıyla bana bakarken onu geçiştirdiğimin pekala farkındaydı. O zeki bir adamdı ama şu anda bunu umursayacak havamda değildim. Kucakladığım dosyalarla yanından geçip mutfağın çıkışına doğru giderken arkamdan seslenmesiyle duraksadım.
"Sözlerimi dikkate al Lavinia." dedi.
"Tamam tuvalete bile beraber gideriz artık." diyerek önüme döndüm ve bu kez beni durdurmasına müsaade etmeden hızla kaldığım odaya çıktım. Baş ağrım arttıkça midem bulanmaya başlamıştı. Sancılı bir gece daha beni bekliyordu.
Dik bakışlarının üstümdeki ağırlığını hissederken derince bir soluk aldım. "Farkındaysan tek gitmedim ama." diyerek faydasız olacağını bile bile bir savunmada bulundum.
"Benim dışımda birinin yanında güvende olamazsın." dedi hızla fazlasıyla iddialı bir biçimde. O an kafamın içinde bir aydınlanma oldu.
"Kubat meselesi mi?" dedim ansızın.
O meseleyi hatırlayıp konusunu açmam hoşuna gitmemiş gibi yüzü kasıldı anında. Ela hareleri anlık başka yöne kaydı. Kesinlikle Kubat meselesiydi konu.
"Kesinlikle o." dedim az öncekinden daha kendimden emin bir şekilde ve ardından sözlerime devam ettim. "Neler olduğunu söyleyecek misin artık?"
"Bir şey olduğu yok." diyerek ayaklandı ve oturma odasının çıkışına yöneldi. Kaçıp gitmesine sessiz kalmayarak arkasından seslendim. "Ares!"
Durmadı. Adımları tam üst kata çıkmak için sağa dönecekken çalan kapıyla duraksadı ve sola doğru döndü. "Ares dedim." diyerek arkasından iyice sesimi yükseltirken bende peşinden gittim.
Benim dertlerim zaten bana fazlasıyla yetiyordu ve bir derdi daha kaldırabileceğimi sanmıyordum. Bu Kubat meselesi sürekli karşıma çıkacakmış gibi hissediyordum ve bu gereksiz gizem gittikçe canımı sıkıyordu. Artık bana da bir şeyler söylenmeliydi.
Hızlı ve birazda hırslı adımlarım koridora çıktığında sola döndüm direkt ve Ares'i kapıyı örterken buldum. Kapının yanında içeri girmiş muhteşem üçlü gergin bir biçimde bir bana bir de sinirli Ares'e bakarken olduğum yerde duraksadım. Galiba bağırdığım kısmı duymuşlardı.
"Ne oluyor oğlum size?" diyerek ayakkabılarını çıkartan Tamer yanıma doğru yürüdü. Ares bu soruyla sessiz kalıp hızla oturma odasına geçerken muhteşem üçlünün bakışları bende asılı kaldı.
"Bende bilmiyorum ve tamda şu an onu sorguluyorum." dedim. Cümlemin sonunda ses tonum yine yükselmişti. Arkamı hızla Tamer'lere dönerek oturma odasına döndüm. Peşimden geldiklerini adım seslerinden anlarken bunu görmezden geldim.
İkili koltuğa tekrardan kurulan Ares'in karşısına geçerken kafasını kaldırıp bana bakmasını bekledim. Bunun için beni fazla bekletmezken ne var dercesine göz kırptı. Ne yani şimdi de salağa mı yatıyordu? Bıkkınlık içinde bir soluk verdim.
"Ben diyeceğimi dedim. Sözümü dinle ve sorgulama." dedi ifadesizce. Bakışları oturma odasının girişinde dikilen muhteşem üçlüye kaydı. "Siz niye geldiniz?" dedi bu kez onlara hitaben. Ses tonu hoşnutsuzdu ve hala daha sertliğini koruyordu.
"Kızı öyle bir alıp gittin ki merak ettik ne oldu diye." diyerek üçlü koltuğa gergince oturdu Tamay. Onu hemen peşine Bars ve Tamer'de takip ederken ayakta bir ben kalmıştım.
"Anlatacak mısın abicim neyin var?" diyerek sevgilisini destekleyen Bars'ın sesi fazlasıyla meraklı çıkmıştı.
Ares'in tersçe verdiği cevaba hepimiz aynı anda derin bir nefes verirken bu kez sözü Tamer devraldı. "Cımbızla mı almamız gerek illa o lafları ağzından? Hayır zaten seni olsa olsa kerpeten paklar!"
İki elini usulca zaten dağılmış olan saçlarının arasına sokan Ares'te sabit tuttum renkli harelerimi. Dağınık olan saçlarını iyice dağıtırken sonunda ortaya çıkan görüntüyü eğer ona sinirli olmasaydım çok karizmatik bulabilirdim.
"Kerpeteni bir tarafına monteledim mi görürsün cımbızı da kerpeteni de!" diyerek gittikçe huysuzlaşan Ares'teki farklılığın herkes pek ala farkındaydı. Onda bir şeyler vardı. Normalde de pek huzurlu olmazdı ama onu tanıdığımdan beri ilk defa bu kadar huzursuz görüyordum. Bir derdi vardı. Büyük bir derdi vardı ve ben o derde deva olmak istiyordum şu an.
"Kubat meselesiyle ilgili bir şey olmuş." dedim bir anda. Ortaya bomba gibi düşen sözlerimin ardından herkes hızla bana döndü. Ares sinirli olmayan ama herhangi bir duygu da barındırmayan gözlerle bana bakıyordu. Bakışları yapma der gibiydi.
"Ne Kubat'ı?" dedi Tamer hızla. Bendeki bakışlarını Ares'e dikti. "Lavinia ne diyor?" dedi bu kez de ona bakarak.
Tamay gözle görülür bir biçimde gerilmişti. Bars ondaki bu durumu anında fark ederken Tamay'ı kolunun altına alarak kendisine doğru çekti. Sanki güvendesin, ben yanındayım der gibiydi hareketleri. Tamay'da hızla Bars'a sokuldu. Bars'ta yerinde dikleşmişti iyice. Hepimiz Ares'e bakıyorduk. Üzerindeki bakışlarımızın ağırlığı büyüktü.
Bir süre sessiz kalarak hepimize baktı Ares. Aradan geçen birkaç dakikanın sonunda üstünde yaptığımız psikolojik baskıya mağlup gelerek bıkkınlıkla nefesini verdi.
"Bir şey yok diyorum bunaltmayın beni!" dedi ve arkasına yaslandı. En sonunda Tamer'in dediğine gelerek kerpeten bulmaya gidecektim. Başka çare bırakmıyordu çünkü arkadaş.
"Ares?" dedi Bars. Ses tonu sertleşmişti. Fazlasıyla gergin duruyor ama Tamay'ı ürkütmemek için kendini kasıyordu. Bunu dikkatle bakan herkes görebilirdi ya da sadece ben çok iyi analiz yapıyordum. Bilemiyordum.
Ares'in bakışları bu kez yakın dostunun gözlerine kaydı. Uzun uzun anlamını çözemediğim şekilde bakıştılar. Yaslandığı yerden huysuzca dikleşti ve bakışlarını yere dikerek sonunda dudaklarını araladı. Artık Bars'la nasıl bir anlamlı bakışma yaşadıysa sonunda konuşmaya başladı.
"Bugün bilinmeyen bir numaradan mesaj geldi. Tehdit mesajı. Kim olduğunu bilmiyorum herhangi bir isim ya da ima yoktu araştırıyorum şu anda." dedi ve bir süre duraksadı. "Kubat mı değil mi net bir bilgi yok ortada." diyerek bitirdi sözlerini. Son cümlesini Tamay'a bakarak onu sakinleştirmek istercesine söylemişti.
Oturduğu yerden ayaklanırken arkasını bize dönerek terasa çıkan büyük cama doğru döndü. Tüm duvarı boydan boya kaplayan cama yürüyerek bizden yalnızca bir metre uzaklaşan Ares'in sırtında olan bakışlarımı muhteşem üçlüye çevirdim.
"Ne yazıyordu mesajda?" diyerek tutukluluğunu ilk Bars attı üzerinden. Sorulması gereken ve büyük bir merak içeren sorusunu dillendirerek.
"Yerinde olsam öncekilerden dersler çıkarır elimdekini iyi tutardım." dedi Ares.
Atılan mesaj bu muydu? Yerinde olsam öncekilerden ders çıkarır elimdekini iyi tutardım... Ne demek isteniyordu bu mesajda? Ares'in elinde ne vardı ki iyi tutacaktı? Hem önceki derslerde neyin nesiydi.
Tamay'ın hafif dolu bakışları bana dönerken Ares hariç diğerleri de bana döndü. İfadesiz şekilde bende onlara bakarak karşılık verirken ortalıkta neler döndüğünü anlayamıyordum. Nedensizce ben hariç herkesin dönen olayı anladığını hissederken kendimi aptal gibi hissettim. 1
Ares ısrarlı bakışlarını gri bulutlarla kaplanmış gökyüzünden çekmezken ona bir kez daha neler döndüğünü sormak istedim. Bu uğurda aralanan dudaklarımı çalan zil sesi bölerken herkes oturma odasının çıkış kapısına doğru dönmüştü. Ares'te dahil.
Kimse yerinden hareket etmezken bende dahil herkesin aklında tek bir soru vardı: Kim gelmiş olabilirdi? Bu sorunun cevabını öğrenmek amacıyla sokak kapısına doğru hareketlenecekken Ares'in sesiyle durdum.
"Sen dur ben bakarım." diyerek hızla yanımdan geçip giderek gözden kayboldu Ares. Çok değil birkaç dakika sonra tek başına oturma odasına geri dönerken sokak kapısında fazlasıyla oyalanmıştı. Meraklı bakışlar eşliğinde ona doğru adımlarken elindeki siyah zarfı fark ettim.
"O ne? Kim gelmiş?" diyen Tamer sonunda sessizliğini bozarken ben Ares'le çoktan yan yana gelmiştim.
"Bilmiyorum kapının önünde buldum." diyerek elindeki zarfa yönelen Ares'e iyice sokuldum.
Merakla açmakta olduğu zarfa bakarken bakışlarının ağırlığını bir anlık üzerimde hissettim. Bunu görmezden gelerek merakla ellerine bakmaya devam ederken o da buna pek takılmadı. Çevik hareketle açtığı zarfın içinden yalnızca bir kağıt parçası çıkarken üzerinde yazan yazıya ilişti gözlerim hemen.
Daha dikkatli olmalısın Sancaktar. Elindekini iyi tutmalısın sizin içinde zaman yaklaşıyor.
Okuduğum cümlelere bir anlam veremezken yukarı çıkarttığım bakışlarımla Ares'e baktım. Tüm bedeni kasılıp kalmıştı. Yüzü hiç olmayacak derecede gergin dururken dişlerini sıktığı çene hatlarından belliydi. Gözleri birkaç ton kararmış gibi kara bakışlarla yazan yazılara bakarken elindeki kağıdı çevik hareketlerle ters çevirdi.
Gördüğüm görüntüyle bu kez ben kasılıp kalırken resme odaklı kalakaladım. Ares'in elindekinin sadece bir kağıt parçası olmadığını çok net bir biçimde görürken fotoğrafa daha da dikkatli odaklandım.
Ares kağıdın arka tarafını çevirmesiyle siyah zarfı yere doğru düşürdü, dudakları aralandı. "Orospu çocuğu!"
Sinirli nefes alışverişlerini hemen dibimde tüm netliğiyle hissederken bakışlarımı bize merakla bakan muhteşem üçlüye çevirdim. Bizden gelecek herhangi bir açıklamayı büyük bir merakla beklerlerken benim konuşacak tek bir kelimem bile yoktu.
O an aklımda tek bir şey dönüyordu. Gözlerimin önünde muhteşem üçlü değil de az önce gördüğüm fotoğraf karesi vardı.
Yetimhanedeki küçük kızın bahçenin ortasında bana sarılırken ki uzaktan gizlice çekildiği belli olan fotoğraf karesi. Dizlerimin üzerine çökerek kızın boyuna inmeye çalıştığım, onun kollarını bana sıkıca doladığı, suratında ve suratımda naif bir tebessümün olduğu fotoğraf karesi...
Herkese merhaba! Nasılsınız?
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.61k Okunma |
583 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |