Ben geldim ve sizi hemen bölüme uğurluyor her zamanki gibi bölüm sonunda sizi bekliyorum!
Son derece sıradan giden hayatımın altüst oluşunu üçüncü bir göz gibi dışarıdan seyrediyordum uzun zamandır. Sanki mahvolan hayat benimkisi değilmiş gibi öylesine ruhsuz öylesine hissiz. Tepkilerim çok öncelerden tükenmişti. Bomboş ortada kaldığım zamanlardaydım. Bir daha neye nasıl tepki verebilirdim bilmiyordum. Hatta bir daha bir şeye tepki verebilecek kadar bir şeyler hissedebilir miydim onu da bilmiyordum.
Tüm bu bilinmezliklere rağmen tanrıya dua etmekten de çekinmiyordum. Bir gün gerçekten mutlu olmayı, bir şeyler hissetmeyi, tüm bu olanları gerimde bırakmayı diliyordum. Her ne kadar kendimi bir ölüden farksız görsem de içten içe umut etmeyi de kesemiyordum. Aptal mıydım? Belki.
Ucuna tedirgince tünediğim ikili koltukta oturmamı sürdürürken bakışlarımı kucağımdaki ellerimden çekip oturma odasında dolaştırdım. Herkes çok gergindi, kimseden çıt çıkmıyordu. Ares'in öfke dolu tepkisinden sonra Tamer ayağa kalkmış ve Ares'in elinden fotoğrafı alıp olan biten her şeyi birinci elden görmüştü. Sonrasında sırasıyla Bars ve Tamay'da fotoğrafa ve ardında yazan nota bakarken bizi açıklama yapmaktan kurtarmışlardı. Hoş bir açıklama yapmaya kalksak ne ben ne de Ares bu fotoğraf ve nota bir açıklamada bulunabilirdik.
Neler olduğuna dair hiçbir fikrim olmazken benim dışımda herkesin neler döndüğünü çok iyi anladığının farkındaydım. Bir tek konunun Kubat denilen adam olduğunu tahmin edebilirken daha fazlası yoktu. Kimsede kalkıp bana açıklama yapmıyordu.
Ben ikili koltukta, muhteşem üçlüde üçlü koltukta gergince otururken hepimiz Ares'in gelmesini ve bir şeyler demesini bekliyorduk. Yani en azından ben bekliyordum. Tamer'in elinden fotoğrafı almasıyla kendine gelen Ares hızla üst kattaki çalışma odasına çıkarken ardından kapıyı da kilitlemişti. Bunu hemen peşine kuyruk gibi takılıp sonrada suratıma kapanıp kilitlenen kapıdan biliyordum.
Girdiği çalışma odasından öfkeli bağırışları arada oturma odasına kadar gelse de kimse kalkıp yanına gitmiyordu. Yoğun bir telefon trafiğindeydi. Artık gördüğü şeyden ne anlam çıkarttıysa ortalığı ayağa kaldırmıştı resmen. Bir ara Tamer ve Bars'ta birkaç telefon görüşmesi yaparken durumun ciddiyetini idrak etmemek imkansızdı. Kötü şeyler olacaktı, planları yapılıyordu. Hissediyordum.
Ares odadan çıktığından beri oturduğu yerde kıpır kıpır olup bir türlü sabit duramayan Tamer en sonunda oturduğu yerden ayaklandı. Verdiği sesli soluklar içime daha da sıkıntı vermekten başka bir işe yaramazken kapının girişindeki hareketlilik dikkatimi çekti. Bakışlarımı terasa açılan boydan cam sürgülü kapının önündeki Tamer'den alarak hareketliliğe çevirdim. Ares gelmişti.
Doğrudan ikili koltuğa gelerek yanıma kurulan Ares'in telefon trafiği bitmiş olmalıydı. Şu anda oldukça sakin gözüküyordu. İçte yatan duygularını büyük bir ustalıkla gizleyerek dışarı yansıttığı bu sakin görüntüsü beni hiç rahatlatmıyordu. Oturduğu yerden bana yandan kısa bir bakış atıp sorgu dolu bir ifadeyle Bars'lara döndü.
"Siz niye hala buradasınız?" diyerek oldukça kaba bir soru sorarken onun bu hallerine gözlerimi devirmek istedim. Bildiğin açık açık neden hala gitmediklerini sorguluyor ve resmen kovuyordu.
Onun bu tavrına tam Bars bir yanıt verecekken arkamızdan gelen Tamer'in sesi buna engel oldu. Öfke dolu bir biçimde karşımıza gelirken hırsla konuşan Tamer’in bu tavrı zaten gergin olan ortamı daha da germekten başka bir işe yaramamıştı.
"Asıl sen neden bu kadar rahatsın? Gelen tehdidin farkında mısın? Ben sana kızın başını yakacaksın onu evine geri gönder demiştim!"
Ares kasılan bedeniyle öylece Tamer'e bakarken yerinde hafifçe dikleşti. "Kimsenin başının yanacağı falan yok. Buna izin vermem!" dedi Ares tane tane. Söylediği sözlerden son derece emin bir biçimde konuşmuştu.
"Kendini kandırmayı kes anasını satayım! Buna ne dedem ne babam ne de amcam mani olabilmişken sen nasıl olacaksın?"
Tamer söylediği laflarla ısrarla Ares'in üstüne gitmeyi sürdürürken söylenilen şeylerden hiçbir anlam çıkaramıyordum. Neler olmuştu? Neler oluyordu?
Salonda keskin bir bıçak gibi nefesleri kesen Tamer'in sözleri, Ares'i çileden çıkartmaya yeterken daha yeni oturduğu koltuktan ağır çekimde kalktı. Onun bu ağır hareketlerinin aksine Bars'la ben hızla ayaklanırken benimkisi tamamen panikten olan bir hareketti; Bars'ınkisiyse olası bir kavgada anında müdahale edebilmek için.
"Laflarına dikkat et siktirme belanı!" dedi Ares buzulu andıran bir ses tonuyla. Soğuktu, fazlasıyla soğuk. Hem bakışları hem tavırları hem de konuşması. Onu ilk defa bu kadar katı ve soğuk görürken bir insanın dostu bellediği kuzenine nasıl böylesine düşmanca bakabileceğini sorguluyordum. Üvey olabilirler miydi? Bu düşünceyle suratımı buruşturdum. Ne alaka Lavinia sırası mı şimdi saçmalamanın?
"Ne o göz ardı ettiğin doğruları duymak canını mı sıkıyor? Sıksın! Çünkü benimde canım sıkılıyor! Ben o piç herif yüzünden bir kötü olay daha yaşamayacağım bir kayıp daha vermeyeceğim! Duydun mu?" diyerek adeta gürleyen Tamer'e hiç beklemediğimiz bir hareket geldi.
Ares sıkmış olduğu yumruğuyla Tamer'in suratına sağlam bir yumruk atarken Tamay yerinden çığlık atarak ayaklandı. Geç bile kalmıştı. Ben tüm içime sinmişliğimle olduğum yerden milim kımıldamıyordum bile. Bars anında olaya müdahale ederken Ares'i gövdesinden tutarak birkaç adım geriye ittirdi ama bu öfkeli Ares'e karşı nafile bir hamleydi. Tamay hızla ikizine ulaşarak tıpkı sevgilisi gibi araya girdi.
"Ben bilmiyor muyum sanki pezevenk! Kayıplar senden çıktı sanki. Annemle babamı aldı lan o benim! Doğmamış kardeşimi aldı! Çocukluğumu aldı!"
Duyduğum şeyler karşısında olduğum yerde donup kalmam farklı bir boyuta atlarken gözüm öfkeyle Tamer'e saldırmaya çalışan Bars'ın bin bir güçle tuttuğu Ares'e kaydı. Bu Kubat denen adam neyin nesiydi de böyle bu kadar çok canlar almıştı?
Oturma odasında işler iyice çığırından çıkarken beynime harekete geçmem adına bir komut verdim. Ares'in şu anki öfkesine nazaran bir hiç olan gücümle Ares'e ilerledim. Bars'la aralarına yandan usulca girerek bir elimi sağ koluna doladım diğer elimiyse göğsüne bastırdım.
"Ares tamam sakinleş." dedim sesimi duyabilmesi için hafif yüksek bir tonda ama o bana göz ucuyla bile bakmadı.
"Biz neyiz burada geri zekalı! Senin annen babansa benim amcamla yengem! Artık şu olayı kişileştirmeyi bırak. Düşman hepimizin düşmanı ve hepimiz temkinli olmalıyız ve sen böyle kafana buyruk davranarak hiçbir bokuma yaramıyorsun!"
Tamer aldığı darbeden anca kendine gelebilmiş gibi nefes nefese soluklanırken öfkeli sözlerine devam ediyordu. Ares onun konuştuğunu duydukça sanki öfkesinden daha da irileşiyor ve zapt edilmesi oldukça güç bir hale geliyordu.
"Lan ben senin var ya!" diyerek tekrardan Tamer'e yönelen Ares'in bu kez komple önüne geçtim. Bars'ı ardımda bırakarak iki elimi de Ares'in yüzüne çıkarttım ve endişeli bir biçimde ona seslenerek bana odaklanmasını sağlamaya çalıştım.
"Ares! Ares, bana bak! Bana bak dedim!" derken ellerim sertçe kirli sakallarının kapladığı yanaklarına tutundu. Belirgin çene hatlarından oluşan suratına belli belirsiz bir şekilde tırnaklarım sürtündü. Belki sakinleşmesinde bir faydası dokunur diye baş parmağımla sert sakallı yanağını okşadım.
Öfkesinden oldukça koyu bir hal almış hareleri bana karanlık bir ormanı hatırlatırken sonunda göz göze geldik. Tamamen önünde olduğumu fark etmesiyle ileri doğru atılmaya son veren Ares'le derin bir soluk verdim.
"Sakinleş lütfen. Kimseye bir şey olacağı yok. Durun!" dedim ve Tamer'e doğru döndüm. "İkinizde." diyerek devam ettim.
Gerginlikten ne zaman titremeye başladığını bilmediğim ellerimi usulca Ares'in yüzünden çektim ve odadaki herkesle tek tek göz teması kurdum. "Hepiniz sakinleşin ve bana neler olduğunu anlatın artık. Neyin içinde olduğumu bilmek istiyorum." dedim büyük bir olgunluk ve soğukkanlılıkla.
Merakımda sonuna kadar haklıydım. Her ne kadar kendi özgür irademle burada kalmayı ve bir yaşam kurmayı seçmiş olsam da beni soktukları bu durumu artık her neyse bilmeliydim. Kubat ismini ilk duyduğum günden beri içimde sinsice büyüyen bir merak oluşmuştu ve artık o merak tak etmişti.
Kimseden herhangi bir ses çıkmadı bir süre. Öylece oldukları yerde dikildiler. Kaşlarımı çattım ve tekrardan konuştum. "Sizi bekliyorum." dedim sabırsızca.
"Ben gidiyorum ne haliniz varsa görün. Ve sen Ares, şimdi otur ve sebep olduğun şeyleri tek tek açıkla bakalım." diyerek oturma odasını hızla terk eden Tamer'in ardından en az Ares kadar ifadesizce baktım.
"En iyisi bizde onun peşinden gidelim." diyerek sevgilisini de alarak ikizinin peşinden çıkan Tamay'a da aynı şekil bakarken dakikalar içerisinde Ares'le oturma odasında baş başa kalmıştık. İş zora geldi mi hepsi bir anda Ares'i yapayalnız bırakıp gitmişlerdi.
Olanlara şaşırmadan edemiyordum. Dikilmekte olduğum yerden ayrılarak ikili koltuğun köşesine tünedim yorgunlukla ve dizlerimi kendime doğru çekerek dik bir pozisyonda oturmaya çalıştım. Lakin bu pekte mümkün olmadı. Şu anda kambur bir biçimde oturduğuma emindim.
Söylenmesine söylenirken, suçlamasına suçlarlarken gayet iyiydiler. Ve Tamer... Verilen kayıplar benim de ailem demişti, benim de meselem bu demişti ama iş zora binince işine geleni yapmış ve kaçmıştı. Hem de ilk kaçanlardandı.
Az önceki öfkeli tavrını tamamen artistçe bulurken Ares'i böylesine yalnız bırakmalarını hiç doğru bulmamıştım. Şu anda takılmam gereken kendi adıma bir meselem varken nedensizce Ares'in bu durumunu düşünüp duruyordum. Hala daha ayakta dikilmesini sürdürüyordu. Bakışlarını yere dikmiş ifadesiz bir biçimde bir şeyler düşünüyordu.
Ayaklarımı zemine indirdim ve koltuğun ucuna doğru kaydım. Sağ elimi Ares'in eline uzatarak iri elini ona nazaran oldukça küçük olan elimle kavradım. Bu hareketimle başı ardına doğru döndü ve bana baktı. Ona burukça gülümsedim.
"Gel otur. Ben buradayım ve anlatmak istediğin zamana kadar beklerim. Ama bu süreyi çok uzun tutma." dedim. Onu yanıma doğru çekiştirdim. Hareketlerime karşı koymadı ve koltukta tabiri caizse ayak ucuma bıraktı kendini.
Yayvanca oturuşunu bozmadan başını arkaya doğru devirerek koltuğun tepesine yasladı. Gözleri bu kez tavandaydı. Düşünüyordu. Büyük düşünüyordu bunu anlayabiliyordum. Merakım her ne kadar büyük olsa da onun üstüne gitmek istemiyordum. O nasıl benim en kötü zamanlarımda yanımda olmuşsa bende onun en kötü zamanlarında yanında olmak istiyordum. Onun bana yaptıklarından dolayı oluşan bu büyük vefa borcunu ona gerisin geri ödemek istiyordum.
"Kubat denen herifin dedemle gençliklerinden kalma bir meseleleri vardı. Kız meselesi, babaannem." dedi ve duraksadı. Bunu biliyordum Tamay anlatmıştı ama bunu ona belli etmedim ve sanki ilk defa duyuyormuş gibi ilgiyle onu dinledim.
"Babaannemi elinden aldığını düşünüyor psikopatça ama olay öyle değil. Asıl o babaannemi dedemin elinden aldı, babaannem bir kız çocuğuna hamileyken. Ve gün geldi annemi de babamın elinden almak istedi hem de kız kardeşimle beraber. O zamanlar annemin daha karnındaydı. Kız olduğunu yeni öğrenmiştik." dedi. Tek nefeslik bir duraksama yaşadı. "Ama işleri planladığı gitmedi. Babam hiç beklemediği bir anda anneme ve kardeşime planladığı suikastin içine dahil oldu. Bu onu durdurmadı ve o, üçünü de aldı."
O anlattıkça gözlerimin dolduğu hissediyordum. Boğazımda yavaş yavaş oluşan yumrunun büyüklüğü her an nefesimi kesecek gibiydi. Onun hakkında yeni öğrendiğim gerçekler beni bu kadar etkilerken o nasıl oluyor da son derece ifadesiz bir biçimde anlatıyordu tüm bunları?
"Kaç yaşındaydın?" diyebildim sadece.
"Sen o an neredeydin?" dedim suikastın gerçekleştirdiği zamanı kastederek.
Bakışlarını inatla tavanda tutmaya devam ederken bana baksın istedim. Ela harelerini görmek ve onların ardında neler döndüğü bilmek, hislerini anlamak istedim. O bana bakmadı, bende bilemedim.
"O günün sabahı bir anda dedem yanına aldırmıştı beni. Şans eseri hayatta kaldım." Bana döndü bir anda. Ela harelerinde tek bir ışıltı bile yoktu. Karanlıktı. Fazlasıyla karanlıktı bakışları. "O gün..." dedi ve duraksadı.
Anlık olarak yüzünde oluşan ifadelere hiçbir anlam yükleyemezken cümlesinin devamını merakla bekledim. Suikast gününden bahsediyor olmalıydı.
İlk başta sözlerini algılayamadım. Neyden bahsettiğini konuyla bağdaştıramazken bu çokta uzun sürmedi.
Ailesinin suikastla kurban gittiği tarih benim dünyaya geldiğim tarihle aynıydı. Ve o an gözlerinde gördüğüm ifadeyle bana bakmasını istediğime bin pişman oldum. Keşke ela hareleri görmeseydim ve onların ardında neler döndüğünü bilmeseydim, hislerinin neler olabileceğini tahmin edemeseydim diyerekten keşkelerimi sıralarken soluğum tıkandı. Bir anlık nefes alıp verme işlemi bana dünyanın en zor şeyiymiş gibi gelmeye başladı. 1
***
Dünyadaki olup biten şeyleri konuşarak bitiremezdik. Dünya uyumuyordu. Durmadan daima bir hareket içerisindeydi. Bu hareketlilikte kaderle iş birliği yaparak asla durmadığını sarsıcı bir biçimde bize gösteriyordu.
Var olan canlar sona eriyor, yeni canlar dünyaya geliyordu. Dünya acımasızdı en az hayat kadar. Dünyada geçirilen günler daha da acımasızdı en az imtihanlarımız kadar. Bana bu dünyada geçirdiğim en acımasız günü sorsalar annemin öldürüldüğü günle doğduğum gün arasında çözümlenmesi mümkün olmayan bir muallakta kalırdım.
Hangisinin en acı gün olabileceğine dair bir karar veremezdim. Her şeyi belirsizliklerle dolu bir kızın kararlarının da belirsizlikten ibaret olması şaşırılacak bir durum olmazdı.
Ne zamandır susuyorduk bilmiyordum. Bunu saymamıştım. Ares'in son sözlerinin üzerine herhangi bir cevap vermemiştim. Bu durum başta afallamamdan sebepti ama daha sonrada neden sustuğumu bilmiyordum.
Bu sessizliğimiz normalde huzur verici olabilirdi ama bu durumda hiçte öyle değildi. Daha ne kadar böyle susacağımızı düşünürken oturma odasında bir ses duyuldu. Son ses çalan telefon melodim beni yerimden oynattı. Seri adımlarla sesin geldiği yere giderek telefonuma ulaştım. Zil sesi gittikçe kulağıma rahatsız edici gelirken arayan kişiye bile bakmadan aramayı yanıtladım.
"Efendim?" dedim. Ses tonum sorgulayıcı çıkmıştı.
"Kuzum müsait miydin?" diyen Tamay'ın sesiyle sorgulayıcı tavrım arka plana itildi.
Bakışlarım Ares'e kayarken onu hala daha aynı pozisyonda otururken buldum. Tek bir farkı vardı o da gözleri benim üzerimdeydi. Bakışlarında merak vardı.
"Müsaitim Tamay bir sorun mu var?" dedim en az Ares kadar saf bir merakla. Daha birkaç saat öncesine kadar buradalardı bir şey mi olmuştu acaba?
"Yok yok, bir sorun yok. Ben şey diyecektim. Farkındayım şu an çok yersiz kaçacak ama son zamanlarda hepimiz gergin ve keyifsiziz. E malum yarında yılbaşı ve ben bir şeyler planladım. Yapar mıyız diye aradım seni." dedi ve hafif bir duraksamayla sözlerine devam etti. "Lütfen yapalım ya ne olur! Bars'la Tamer'i ikna edeceğim diye göbeğim çatladı." dedi. Ses tonu yalvarırcasına çıkmıştı.
Dikilmemi sürdürdüğüm yerde daha fazla durmayarak tekrardan eski yerime döndüm. Ares'in meraklı bakışları hala daha bendeydi. Son derece ifadesiz bir suratla bana bakarken kalkıp da Tamay'a bir parti için söz veremezdim. Ares bu duruma ne derdi bilemiyordum. Ortada çözemediğimiz bir Kubat meselesi vardı ve zaten bende pek partilik bir havada değildim. Hatta hiç değildim.
"Lavinia lütfen ya! Zaten Ares'i etsen etsen sen ikna edersin bu işe."
Son derece ısrarcı tavrı karşısında ne diyeceğimi bilemezken şimdilik geçiştirmeye karar verdim.
"Tamam Ares'le bir konuşurum." dedim.
Ares'le göz göze geldik. Konuşmada isminin geçmesiyle kaşları çatıldı. Onunla konuşacağım şeyin hoşuna gitmeyeceği bir konu olduğunun pek ala farkındaydı.
"Sana güveniyorum kuşum sen başarırsın hadi bakalım!" diyerek heyecanla cıvıldadı Tamay ve bir şey dememi beklemeden aramayı sonlandırdı.
Bezgin bir soluk koy verirken dışarı telefonu oturduğum koltukta rast gele bir yere koydum ve bana bakmakta olan Ares'e döndüm. Göz gözeydik. Dudaklarımı aralayıp neler döndüğüne dair ona bilgi vermemi büyük bir merakla bekler gibi bir hali vardı.
Bu beklentisi karşısında hiçte aceleci davranmazken sessizlik içerisinde oturmamı sürdürdüm. Tüm hayatımın altüst olmasının üzerinden daha çok bir zaman geçmemişken hala daha neden yaşadığıma dair bir sorgu hali içerisindeydim. Şu anda kalkıp gitmeyecek olsam bile bu parti işini Ares'e söyleyecek olmam iç mahkememde bir miktar vicdan yaptırdı bana.
Nedensizce içten içe kendimi mutlu olmaya, eğlenmeye ve bir şeyleri aşıp yeniden hayata başlamaya layık göremiyordum. Bu durumu idrak etmek beni sarsmaktan öteye götürüp bir miktar yıkmıştı. Her şeyin en kötüsünü kendime layık görmem, kendime olan saygımı yerle bir ediyor ve kendimi bir çöp gibi hissetmeme sebep oluyordu. Çok değil birkaç hafta önce yine annemin yasını tuttuğum bir gecede fark etmiştim bu durumu. Çok acınası bir haldeydim.
İşe tekrardan geri dönüp dört elle sarıldığım zamandan beri rol yapıyordum. Hayata geri döndüğüme dair, tekrardan yaşadığıma dair oyunlar oynuyordum çevreme. İnananlar vardı ama o bana inanmıyordu buna emindim. Rollerden rollere girdiğimin pek ala farkındaydı ama görmezden geliyordu. Galiba Ares beni benden daha iyi anlıyor ve bana benden daha iyi davranıyordu.
"İç hesaplaşmanı ne zaman bitirip anlatacaksın?" dedi uzun zaman sonra dudaklarını aralayarak. Sözlerinin ardından içimi okuduğuna dair olan inancım bir tık daha güç kazandı.
"Tamay yarına plan yapmış ve bizimde katılmamızı istiyor yılbaşı ya." diyerek direkt konuya girdim bodoslama. Gereksiz yere uzatmamın bir alemi yoktu. Vereceği cevabı pek ala tahmin edebiliyordum. Hayır!
Tepkisine gram şaşırmazken derince bir soluk verdim. "Seni ikna edebileceğime inanıyor ve çok hevesli. Son zamanlarda çok gerginiz dedi herhalde biraz rahatlamak istiyor. Bence onu yalnız bırakma." dedim.
Sözlerimin ardından kaşları çatıldı. "Ben yalnız bırakmayayım öyle mi peki ya sen?" dedi.
Bunu hiç düşünmemiştim ama açıkçası düşünmeme de pek gerek yoktu. Cevap basitti.
"Ben evde kalıp dosyaları incelerim herhalde." dedim ve oturma odasına ilk girdiğimde eşyalarımı bıraktığım ortadaki sehpayı işaret ettim.
"Hiç kimse bir yere gitmiyor. Onlarda dahil."
Kendi kafasında netleştirdiği kararıyla konuya dair son sözleri kendisi söylerken fazlasıyla ciddiydi. Bu ciddilik ona çokça yakışsa da Tamay'ın bir heves yapmış olduğu planı baltalayacağı gerçeğini değiştirmiyordu.
"Kızın hevesini kırma." dedim son bir çare. Tüm katılığıyla bakışları üzerimdeydi. "Kubat meselesi yüzünden ki o meseleyi de tam anlayabilmiş değilim, kızın hayatını kısıtlamanız çok bencilce."
"Hiç de öyle değil. Ki öyle olsa bile umurumda değil. Ayrıca şu saatten sonra hayatı kısıtlanan tek o olmayacak."
Anlamlandıramadığım sözler bu sefer benim kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Kafamın içinde sözlerine dair birkaç ihtimal belirirken bunların olmaması adına içten içe dua ettim.
"Benden bahsetmiyorsundur umarım." dedim sert bir biçimde. Ses tonumdaki sertlik onu gram etkilemezken tüm rahatlığıyla yanıtladı beni.
"Tam olarak senden bahsediyorum."
Çatık olan kaşlarım usulca çözüldü ama bu kez de şaşkınlık içerisinde havaya kalktı. Yüzümde nasıl bir ifade hakimdi bilmiyordum ama bu onun hoşuna hiç gitmemiş gibi bakışlarını kaçırdı benden.
"Bana hiç öyle bakma. Gelen tehdidin farkında değil misin?" dedi sertçe. Bu halleri beni çileden çıkartmaya teşvik ederken hızla oturduğum yerden ayaklandım ve Ares'in tepesine dikildim.
"Ben tehdidin farkındayım da ben bu olayda ne alakayım onu çözemedim. Ayrıca hani kimseye bir şey olacağı yoktu? Neden canım tehlikedeymiş gibi davranıyorsun şimdi?" diyerek tabiri caizse bağırarak sarf ettim sözlerimi. Fazlasıyla gergindim ve bu durum istemsizce ses tonumun yükselmesine sebep oluyordu.
Laflarımla birlikte gittikçe koyulaşan gözleriyle o da bir anda ayaklanırken aşağı eğik olan başım hızla yukarı doğru kalktı.
Anlamıyordum. Gerçekten hiçbir şey anlamıyordum. Kubat'ın ailesiyle olan meselesini az çok anlayabilmişken ben bu olayda ne alakaydım anlayamıyordum.
"İyi de neden? Ben ne alaka? Adamın meselesi sizin ailenin kadınlarıyla değil mi?" derken tamamlanan sözlerimle gözlerim irileşti.
İri bakışlarla Ares'in ela harelerine bakmamı sürdürürken kafama bir şeylerin dank ettiğinin farkındaydı. Sıkıntılı bir soluk verdi. O soluk aramızdaki boy mesafesine karşı bile galip gelerek usulca tenimi okşadı.
"Yok artık böyle bir şey olamaz." dedim hızla.
Ares'in sözlerime karşı, anladığım şeylere karşı bir inkarda bulunmasını ve düşündüğüm gibi olmamasını söylemesini istedim. Söylemedi.
"Be-beni senin hayatında biri olarak görmüyordur değil mi?" dedim onun suskunluğunun verdiği getiriyle tekrardan hızlıca. Sesim sonlara doğru fısıltıdan farksız çıkarken bir adım geriye doğru gittim.
"Seni bulduğum ilk gecede de sonrakinde de kucağımda eve girerken görmüş adamları. Şimdide bir süredir beraber olan yaşantımızla kesinlikle öyle düşünüyor olmalı ki gayet açık bir mesaj göndermiş puşt!"
Ses tonunu sinsi bir düşman gibi saran nefret beni iliklerime kadar titretirken gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Karşı karşıya kaldığım bu durumda kendimi düşünmek bile istemezken odaklandığım tek bir nokta oldu.
"Buraya hiç gelmemeliydim başına bela oldum." dedim.
Yaşama dair bir hevesimin kalmamışlığından kendi canımı pek önemsemezken onunla tanıştığımdan beri ona olduğum yükün ağırlığını hesaplamaya çalıştım.
"Saçmalama Lavinia." dedi Ares son derece kesin bir biçimde bu tavrıma son vermemi emreder gibi.
"Saçmalamıyorum." dedim. "Başında hiç bela eksik değilmiş gibi bir de ben eklendim. Sana zaten yeterince yük olurken bir de bu çıktı. Be-."
"Benim senin başına bela açtığımın farkındasın değil mi?" diyerek hiddetle böldü sözlerimi.
Haklıydı. Onun meselesi dönüp dolaşıp bana da bulaşmıştı. Bu durumda onun bana mahcup olması gerekirken neden ben bir anda kendimi mahcup hissetmiştim? Kimsesizliğimin bir getirisi olmalıydı bu. Hayatımdaki insanlar beni boşu boşuna bırakmıyorlardı. Yanımda kim varsa ona yük olmaktan başka ne işe yarıyordum ki?
Bakışlarımı yere düşürdüm. Hala daha içten içe kendimi önemsememem, önceliğime kendim dışında her şeyi koymam bana fazlasıyla ağır geldi. Bu gerçekle yüzleştikçe omuzlarımdaki yükün arttıkça arttığını hissediyordum. Ben bile kendimi sevemezken, kendimi düşünmezken insanlardan bunu yapmalarını beklemek aptallık olurdu zaten. Belki de annem bunu hissedip de sevmemişti beni.
"Lavinia." dedi Ares. Sesi yalvarırcasına çıkıyormuş gibi geldi bir an. Ona bakmıyordum. Ona bakmamı mı istiyordu? Bu isteğinde onu yanıtsız bırakacaktım. Ona bakmadım.
Yavaş hareketlerle ona arkamı dönerken tek istediğim kaldığım odaya ulaşıp yattığım yatağın bir köşesine kıvrılmaktı. Uyumak ve bir daha uyanmamak istiyordum. Kendime olan öz saygımı kaybettiğime inanamıyordum.
Ona sırtımı dönerek attığım üçüncü adımın sonunda bileğimde büyük elini hissettim. "Lavinia." dedi tekrardan.
"İyi hissetmiyorum uyuyacağım." dedim ona yüzümü dönmeden ve elimi kendime doğru çekmeye çalıştım. Buna izin vermedi.
"Sorun ne?" dedi ve ekledi. "Benim yüzümden hayatının kısıtlanacağı ise ve burada benimle kalmaya karar verdiğine pişmansan seni kimsenin bulamayacağı bir yere gönderirim. Orada kendine yeni bir hayat kurmanı sağlarım." diyerek noktalandırdı sözlerini. Bunları söylerken ki ses tonundan hiçbir anlam çıkaramadım. O kadar ruhsuzca sarf etmişti ki sözlerini ne düşünüp de böyle şeyler söylediğini anlamak mümkün değildi.
Ona doğru döndüm. "Sorun sen değilsin, sorun benim." demekle yetindim. Her ne kadar onun yüzünden başım belaya girse de bunda onu suçlamayacaktım. Çünkü bu konu onu aşıyordu. Varlığının bile olmadığı zamanlarda oluşan bir husumetten onu suçlayamazdım. Bu çok bencilce olurdu.
"Anlamıyorum." dedi kaşlarını çatarken.
Burnumun derininde hissettiğim sızıyla gözlerimin daha da dolduğunu fark ederken ne yapacağımı bilemedim. Sorun başlı başına benken bunu ona nasıl anlatabilirdim.
Bakışlarımı ela harelerinde sabit tutarken titremeye başlayan bedenimi zapt etmeye çalışıyordum. Bu benim için oldukça güç olurken nefes alışverişlerimin hızlandığını hissediyordum. Bir anda bana neler olduğunu bende anlayamazken galiba bir taşma olayına yaklaşıyordum. Uzun zamandır o kadar birikmiş o kadar büyük şeyleri içimde tutmuştum ki fazlasıyla dolu bir haldeydim.
En sonda bu Kubat meselesinin beni bulmasıyla son raddeye gelmiştim galiba. Bu taşma olayını Ares'in önünde yaşamayı hiç istemezken ona odaya gitmek istediğimi söylemek adına dudaklarımı araladım. Ama ağzımdan tek bir harf bile çıkamazken sol gözümden bir damla yaş koy verdi kendini. Başımı yere doğru eğdim akan yaşı görmesini istemezcesine. Ama o bu hareketimi bertaraf ederek boştaki eliyle çenemden tutarak başımı gerisin geri kaldırdı. Baş parmağı çenemi hafif dokunuşlarla okşarken gözleri akan yaşın çizdiği yolu takip ediyordu.
"Neler oluyor?" diyerek fısıldadı usulca. Sanki ses seviyesi birazcık yükselse daha da çok ağlayacakmışım gibi. Ama buna gerek bile kalmadan fısıltılı sorusu bir anda kendimi bırakarak deli gibi ağlamaya başlamama yetmişti.
"Ne mi oluyor?" dedim hıçkırarak ağlarken zorla. Çok şeyler olmuştu. En son ki darbe beni gerçekten de bitirmişti galiba.
9 Aralık gece yarısına yaklaşırken.
Renkli hareleri gözlerimin önünde titremelerine ara vermezken annem kollarını kendine doladı. Asla bana bakmıyordu. Bakışları ben hariç her yere uğruyordu. Oysaki şu an bana bakmasını isterdim. Yüzü bir anlık acıyla kasılırken dudakları aralandı.
"Evlendik. Onun benden beklentileri yüksekti ve o, onları karşılayamayacağımı biliyordu. Bu durumu görmezden geldi. O gece..." dedi ve sustu. Sol gözünden bir damla gözyaşı intihar etti.
"O gece ne? Hangi gece?" dedim hızla. Ses tonum gerginlikten oldukça kısık çıkmıştı. Burnumun derinlerinde bir sızlama hissettim. Pür dikkat anneme bakarken bana bir yanıt vermesini istedim. O gece dediği neydi? Ne olmuştu?
"Evliliğimizin ilk gecesi bana zorla dokundu." diye bir fısıltı duydum. Annemden mi gelmişti bu fısıltı?
"İstemedim." dedi ve ağzından bir hıçkırık koptu. Sağ eli titrek bir biçimde dudaklarının üzerine kapandı. Bir süre öylece kaldı. Titriyordu, titriyordum. Bu durumun havanın soğukluğuyla gram alakası yoktu.
"A-anne ne diyorsun?" Bir fısıltı koptu dudaklarımdan isyan edercesine.
"Onu i-istemedim, bana dokunsun istemedim. Çok yalvardım, itiraz ettim, karşı çıktım ama beni dinlemedi. Evliliğimizin ilk gecesinde b-bana zo-zorla sahip oldu."
Kulaklarımın duyma işlevine bir son vermelerini istedim. Nefes alışlarım dursun, kalp atışlarım dinsin istedim. Neler olduğuna dair bir fikrimin olmadığı anlardan birindeydim. Bedenimin verdiği tepkiler kontrolüm dışındaydı. Gözlerimin önü flu, yüzüm ıslak, ellerim titrek, nefeslerim sık, kulaklarım uğultuluydu.
"Ne diyorsun anne sen?" diyebildim inlercesine. İstemsizce sürekli aynı şeyleri tekrar edip duruyordum. Ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Bakışları kucağında sabit kalırken ısrarla bana bakmayan annemde sabit tuttum gözlerimi. Dediği şeyleri idrak edemiyordum. Bana zorla dokundu derken neyden bahsediyordu? Zorla sahip olunmak ne demekti?
İri damlaların göz pınarlarımdan aşağı süzülüşlerinin ısısı tenimde yakıcı bir his bırakırken kafamın içindeki tüm taşlar bir anda yerine oturdu. Annem tecavüzden bahsediyordu. Annem uğradığı tecavüzden bahsediyordu.
"O-olamaz." diyerek oturduğum yerden savsakça ayaklandım. Nefes alamıyordum. Anneme doğru birkaç adım attım ve hemen dibine yıkılırcasına çöktüm. Titrek ellerim dizlerine tutundu usulca. Bana baksın istedim.
Bana bakmadı. Yaşların ara vermeden aktığı renkli hareleri bir türlü bana dönmedi. Titriyordu tıpkı benim gibi. "A-anne!" dedim tekrardan yalvarırcasına.
Bir ölüden farksız fersiz bakışları sonunda ağır çekimde bana döndü. Esmer teni bembeyaz olmuştu. Yüzünde acının kasılmaları hakimdi. Sanki ölüyordu. Hayır hayır ölmüyordu. Acılar içinde kıvranıyordu. Bu ölümden de beterdi. Canı çok yanıyordu. Bunu ilk defa şimdi görüyordum, görebiliyordum.
Ruhsuz bakışları yüzümde usulca dolaşırken benden tiksinircesine yüzünü buruşturdu ve beni dizlerinin dibinden itti. Zaten kontrolünü yitirdiğim bedenim dengesini sağlayamadı ve geriye doğru düştüm. Soğuk zemine dengemi sağlamak amacıyla yasladığım ellerimde bir sızı hissettim.
"Evra ve Nabi kendi isteğimdi. Ama sen... Sen öyle değildin." dedi ifadesizce.
Kaşlarım havalandı direkt. Yaptığı bu harekete ve söylediği sözlere bir anlam yükleyemezken olduğum yerde kasılıp kaldım. Tam bunların nedenini sormak için dudaklarımı aralarken annem buna müsaade etmeden tekrardan konuştu.
"Seni hiç istemedim, hiç sevemedim."
Nefesimi tuttum. Sussun istedim. Susmadı.
"Ben seni hiç istemezken bana en çok benzeyen sen oldun. Şu anda sana baktığımda babanla zorla evlendirildiğim zamanlardaki halimi görüyor gibiyim. Bu bir kabus gibi."
"Anlayamıyorum!" dedim isyan edercesine. Ses tonum biraz yüksek çıkmıştı. Olduğum konumu bozarken ayaklanmak için ellerimi soğuk zemine biraz daha bastırdım ve bir güç ayaklandım. Annemin tepesinde dikiliyor gibi olmamak adına birkaç adım geriye giderken duyduğum sözler beni olduğum yere mıhladı.
"Baban bana iki kere zorla sahip oldu şu zamana kadar. İlki o geceydi... Diğeriyse senin peyda olduğun gece."
Duyduğum sözler ve annemin onları sarf ediş şekli, ses tonu onun için etten ve kemikten bir ayıp olduğumu tekrardan suratıma çarparken nefes alamadığımı hissettim. Bir ara akmaya son veren yaşlarım tekrardan bir sicim gibi akmaya başlarken tek bir kelime söyleyemedim.
Sağanak yağmurun altında kalakalmışım gibi hissederken bakışlarım bir anlık ellerime kaydı. Hiçbir şeyim yoktu. Annem beni şu anda nefesimi kesecek yoğunlukta bir sağanak yağışın altında bırakmıştı ve benim ne elimde bir şemsiye ne de üstümde bir kapüşonlu vardı.
Sözlerin üstünlüğünün olduğu bir dünyada yer alıyorduk. Sözler öylesine sihirli şeylerdi ki söylendiği kişiye çok güzel bir bahçe oluşturabilir ya da bir orman yakabilirdi. Şu anda benim ormanlarım yanıyordu. Ne tepki vermem gerektiğini bilemezken hızla arkamı döndüm ve evin çıkışına yöneldim. Ne ara ulaştığımı fark etmediğim sokak kapısını aralayıp titrek ellerimle botlarımı ayaklarıma geçirdikten sonra ardımdan örttüm kapıyı. Titreyen bedenimle zor bela yuvarlanmadan indim merdiven basamaklarını tek tek.
Öğrendiğim gerçekler bir bir üstüme binerken gittikçe bu yüklerin altında yok olduğumu hissettim. Annemin aldatılma olayını dönüm noktam sanırken aslında hiçbir şey bilmediğim gerçeği beni büyük bir bozguna uğratmıştı.
"El birliğiyle beni canlı bir cesede çevirdiler." dedim cızırtılı bir ses tonuyla.
Yaşlarım hızını azaltsa da hala daha akmaya devam ediyordu. Hiç kimseye söyleyemediğim bir gerçeği daha Ares'le paylaşmıştım. Duydukları karşısında sessizdi. Fazlasıyla sessiz.
Ağlama krizimin verdiği güçsüzlükle usulca yere çökerken ben yeni öğrendiğim gerçekleri ağlamamın izin verdiği ölçüde anlatıyordum ve bu esnada dizlerimin gücünü kaybedip beni yere çöktürmesi çokta umurumda olmamıştı. Ares'in de olmamıştı. O da o esnada duyduklarını hazmetmeye çalışıyor olsa gerek ki benimle birlikte o da sorgusuz sualsiz çökmüştü. Şu anda o beni sarıp sarmalamış bir şekilde fayans zeminin üzerinde öylece oturuyorduk.
"Cesedini bir ömür taşımaya mahkum edilmiş küçük bir ruhtan başkası değilim bu hayatta."
Son sözlerimle Ares'ten bu kez bir tepki alırken etrafıma doladığı kollarını sıkılaştırdığını hissettim. "Pes etmemelisin." dedi. "Daha değil." diye de kısa bir es verdikten sonra ekledi.
"Ama gücüm kalmadı ki." diyerek anında bir yanıt verirken tekrardan omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.
Bitmiş, tükenmiş gibi hissediyordum. Bildiklerim bana çok ama çok ağır geliyordu. Tüm bunları nasıl hazmedeceğimi bilemiyordum. Tüm bu yaşadıklarım artık çok fazlaydı. İçimde ölmem gerektiğine dair bir his sinsice dolanıyordu.
"Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermeye benzer ve bu savaş bir başladı mı bitmek bilmez." dedi bir solukta ve ekledi: "Diğerlerinden kastım da imtihanlar karşısında çok çabuk yenilip pes edenler."
Sözleri karşısında derin bir iç çektim. Bedenimi ona yaslamış vaziyette kolları arasında dururken titremelerim yavaş yavaş diniyordu. İri ellerinin vücudumu usulca okşadığını yeni fark ederken bunun bana iyi geldiğini hissettim.
Burnumu çektim. Gözlerimin şiştiğini hissediyordum. Ağlamanın şiddetiyle dolgun olan dudaklarım sızlıyordu. Titrek ellerimle göz yaşlarımı kurulamaya çalışırken Ares'e doğru döndüm. Suratlarımız haddinden fazla yakın bir konumdayken göz göze geldik.
"İmtihanlar dünyasındayız." dedi bir kez daha konuşurken. Sözlerinin ardından gözleri dudaklarıma kaydı. Ela hareleri bulunduğu yerde ağır ağır dolanırken derin bir yutkunma ihtiyacı hissettim. Yutkundum. Bakışları bu hareketimle boğazıma doğru kaydı. Yutkunma hareketimle oraya kayan bakışlarını sonunda tekrardan gözlerime çıkardığında dudakları aralandı.
"Titriyorsun hala." dedi. Sesi hafif boğuk çıkarken bu tekrardan yutkunmama sebep oldu. Fazla yakındık. Bu yakınlaşma fazlasıyla anlamsızken nasıl oluyor da anlamsız bir yakınlaşma beni bu kadar etkisi altına alıyordu.
Bedenimin titremeleri her ne kadar hala daha devam etse de gittikçe sakinleştiğimi hissediyordum. Onun kokusu buram buram burnuma gelirken ciğerlerime bayram havası veriyordu. Bana iyi geliyordu. Bu durum her ne kadar kendime yeni itiraf ettiğim bir şey olsa da yeni fark ettiğim bir durum kesinlikle değildi.
Kalbimin göğüs kafesimi aşmaya çalıştığının da pek ala farkındayken onun bunun farkında olmaması adına içten bir dilekte bulundum. O bunu fark ettiğinde bu duruma karşın yapabileceğim mantıklı bir açıklamam yoktu çünkü. Neden bu kadar hızlı atıyordu ki kalbim? Ben tam her şey bitti yıkıldım derken o nasıl böylesine hayat dolu, capcanlı atıyordu? Bunu Ares'e bağlamak istemiyordum.
"Si-sinir boşalması gibi bir şeydendir." dedim panikle. Verdiğim yanıtın mantıksızlığını görmezden gelerek bakışlarımı kaçırdım ve kolları arasından çıkmak adına bir hamlede bulundum. Buna izin vermedi.
Kaşlarım hafiften çatılır gibi olurken neden izin vermediğini anlamak adına ona döndüm hızla. "Ben odaya gi-"
Dönüşümle burun buruna geldiğim Ares karşısında sözlerim havada kalırken neye uğradığımı şaşırdım. Ne ara bu kadar dibime girdiğinin farkına asla varamazken irileştirdiğim gözlerimle öylece ona bakakaldım.
Ela harelerinde gördüğüme yemin edebileceğim anlık bir parıldama geçerken etrafıma doladığı kolları sanki mümkünmüş gibi daha da sıkılaştı. Bu hareketi yüzlerimiz arasında milimetreler kalmasına sebep olurken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Hafifçe aralanan dudaklarımdan derin bir nefes alırken bunu yaptığıma ilk saniyeden pişman oldum. Bu hareketimle dudaklarımız birbirine sürterken olduğum yerde kasılıp kaldım.
Ben donmuş vaziyette öylece hiçbir şey yapmadan dururken o benim gibi hareketsiz kalmadı. Hafifçe dudaklarını dudaklarıma sürtmesiyle beni bir ateş sardı. Hareketleri karşısında kızardığıma emindim. Hatta ve hatta o biraz daha böyle devam ederse kızarmayı geçip bozarma evresinde bir çağ atlayacağıma da emindim.
Neden böyle bir an yaşadığımızı bilmezken bunu çokta düşünecek bir durumda olduğumu düşünmüyordum. Kendimde değilmişim hissi tüm bedenimde kol gezerken uyuştuğumu hissediyordum. Acilen ondan uzaklaşmalı ve etki alanından çıkmalıydım.
"Sakin ol." diyerek dudaklarımın üzerine fısıldadı. Bu hareketiyle de dudakları dudaklarıma değerken sözlerinin sonunda birazcık geri çekildi.
Dudağının bir kenarı hafif yukarı kalkmış bir biçimde gülümserken bana baktı. Alık alık ona baktığımı idrak ettiğim anda güç bela bedenime bir komut verdim ve kolları arasından çıktım. Bu kez bana mani olmadı.
"Ben odadayım." diyerek hızla ondan uzaklaşırken ne ardımda bıraktığım dosyalar ne de geri kalan eşyalarım umurumdaydı. Bir duş almak bana iyi gelecek ve beni kendime getirecekti.
***
Duvarları vardı. Kalın ve aşılması oldukça güç duvarlar. Büyük bir ustalık eseri olan o duvarların ardındaysa o vardı. Ona ulaşmak istiyordum. Bunun mümkün olmayacağının pek ala farkında olsam da istiyordum işte. İnsanoğlu değil miydim? İmkansızı istemem çokta şaşırılası bir şey olmazdı herhalde.
Korkuları vardı. Onu anlayabiliyordum. Yaşadıkları ve yaşadığı şeylerin ona hissettirdiği korkular vardı.
Her ne kadar korkuları sayesinde oluşsa da o duvarlar, korktuğu için durmuyordu o duvarların arkasında. Aksine hiç olmayacak kadar cesur olduğunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Bunun başka bir sebebi vardı. Belki verdiği kayıplarla baş edemediği için saklanıyordu her şeyden. Belki de başka bir şeyden sebep... Bilemiyordum. Tahminlerim tam bu noktada son buluyordu. Bilinmezliklerle dolu bir adamdı. Onu çözmek çok zordu.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Takvim kendini bir adım daha öne atmış, hayatımızdan bir gün daha almıştı. 31 Aralık'ın ilk saatlerindeydik. Yılbaşından sebep bugün ve yarın tatildi.
Kaçarcasına kaldığım odaya çıktıktan sonra uzun bir duş almıştım. Ardından odadan çıkmayı aklımın ucundan bile geçirmeyerek odada saçma sapan şeylerle vakit öldürmüştüm. Ama hepsi buraya kadardı. Oturma odasının girişinde kapı pervazına yaslanmış terasta sigara içen Ares'in sırtını izliyordum şu anda. Bana arkası dönük bir biçimde terasta pervaza yaslanmış vaziyetteydi. Terasa açılan sürgülü kapıyı hafif aralıktı. Dışarısının nefes kesen soğukluğu oturma odasına doluşuyordu usul usul.
Duşta ve ondan sonrasında olanları uzun uzun düşünmüştüm. Kubat meselesini şimdilik arka plana atarak tüm odağımı Ares ve onun hareketlerine vermiştim. Yaşanılan yakınlık aklıma geldikçe hızlanan kalbime söz geçirememek beni fazlasıyla geriyordu. Hayatımın tam bu noktasında olası bir yanlış aşk yaşamak benim açımdan hiç de iyi olmazdı.
Saatlerce dışarı çıkmamak adına verdiğim mücadelede mağlup gelerek kendimi burada bulmuştum ve yaklaşık on beş dakikadır uzaktan sessizce onu izliyordum. Yanına gitmek istiyordum ama buna cesaret edemiyordum.
Tamay hala daha benden gelecek olan bir haberi bekliyordu ve biz bu gitme mevzusunu daha netleştirememiştik. Ares her ne kadar kendince net bir karar verse de bu bende kabul olan bir şey değildi. Tamay'ı kırmak istemiyordum o yüzden bu konuda elimden geleni yapacak ve Ares'i ikna etmeye çalışacaktım.
Yaşanılan kötü olaylar yüzünden kızın hayatını kısıtlamasına izin verecek değildim. Zaten sayılı bir ömrümüz varken onu da böyle heba edemezdik. Etmemeliydik. Bu durum bana çok yanlış geliyordu. Bunu her ne kadar kendimde çok uygulayamasam da Tamay’da da böyle olmaması için bir şeyler yapabilirdim. Kızın zaten çocukluğu çalınmıştı ve bence daha fazlasına gerek yoktu.
Yaslandığım pervazdan yavaşça ayrılarak ona doğru yürümeye başladım. Derin derin alıp verdiğim soluklar eşliğinde ilerledim. Üzerimdeki tayt ve göbeğimde biten kazağa kısa bir bakış attım. Umarım götüm donmazdı.
Önce koltukların arasından geçtim sonrada aralık olan sürgülü kapıdan. Terasa attığım ilk adımla bedenimi saran soğuk hava karşısında oldukça savunmasızdım ama buna aldırış etmedim ve usulca yanına yürüdüm.
Dudakları arasındaki sigarayı eline alarak söndürürken göz ucuyla bana baktı. Varlığımın pek ala farkındaydı. Her ne kadar bir süredir onu oturma odasının kapısının eşiğinden izlediğimin farkında olmasa da sürgülü kapıdan geçerken varlığımı fark ettiğinin bilincindeydim.
"Üşüyeceksin içeri geç." dedi direkt.
"Yarın Tamay'ı yalnız bırakmayacaksın değil mi?" diyerek karşılık verdim bende onun gibi anında.
Sözlerim karşısında derin bir soluk verdi. "Hiç kimse bir yere gitmiyor dedim." dedi.
Tıpkı onun gibi bende derin bir soluk verdim ve kullandığı ses tonunu taklit ederek konuştum. "Ömrün boyunca ördüğün duvarların arkasına saklanamazsın ve çevrendekilerden de seninle bunu yapmalarını isteyemezsin."
Şaşkınlıkla bana döndü. Kaşları çatıktı. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Hem gülümseyecek gibiydi hem de suratını buruşturup memnuniyetsizliğini belirtecek.
"Ne yapıyorsun sen, hem ne demek bu şimdi? Duvar arkasına saklandığım falan yok." dedi.
Kaşlarım havalandı. "Seni taklit ediyorum belki bir işe yarar diye." dedim.
"Buna ihtiyacın yok." dedi ve ekledi. "Yani beni taklit etmene."
Soğuğun acımasızca yalayıp geçtiği bedenime kollarımı sardım. Ördüğü duvarlarını inkar etmesinin bir anlamı olmadığını ona anlatmam gerekiyordu.
"Kendince bir koruma mekanizması olarak gördüğün bir duvarın olduğunu inkar edemezsin."
Bakışlarını gecenin karanlığında gezdirdi. İleride gözüken denizden almadığı gözleriyle bir süre sustu. Bu susuş bir kabulleniş miydi?
"Duvarlarımı inkar ettiğim falan yok. Böyle olması herkes için daha iyi." dedi.
Suratımı buruşturdum. "Ya sen?"
"Senin içinde mi böylesi daha iyi?"
Sustu. Değildi. Bunun farkındaydım. Çok fazla kayıp vermişti. Bir kayba daha tahammülü yoktu. Bu yüzden kendini önemsemezcesine bir duvar örmüştü. Sırf sevdikleri iyi olsun diye.
Ördüğü duvarlar onu neredeyse yıkılmaz ve sorgulanmaz kılmıştı. Bu yüzden kolaylıkla herkese sözünü geçirebiliyor ve böylelikle sevdiklerini güvende tutabiliyordu. Kendince en doğrusu da buydu aksi bir ihtimali düşünmüyordu.
Bu durumu çözmem baya bir vaktimi ve emeğimi almıştı. İyi bir gözlemciydim bunu asla inkar etmiyordum. Sessiz sakin kendi halimde uzun uzadıya gözlemler yapıyor ve kendimce tespitimi oluşturuyordum. Yaptığım tespitlerde kolay kolayda yanılmıyordum. Dışarıdan birisinin Ares hakkındaki bu gerçeği çözebilmesi neredeyse imkansızken zaten benim içinde pek kolay olmamıştı.
Onu uzun uzun incelemiştim. Tabi sadece incelemek yetmezdi. Bunca zaman hep en yakınında durmam, yaşadığı olaylara birebir tanıklık etmem ve çevresinden de aldığım bilgiler çok işime yaramıştı. Bu konudaki en büyük destekçim Tamay'dı. Onunla ettiğimiz sohbetlerin katkısı oldukça büyüktü.
"Eğer evde tek kalacak olmamı problem ediyorsan tamam bende gelirim." dedim gönülsüzce. Tamay için bir iki saat buna katlanabilirdim. O kızın son zamanlarda bana verdiği desteği görmezden gelerek onun benden rica ettiği bu isteği kıracak değildim.
"Hayır dedim Lavinia herkes evinde oturacak!" dedi. Ses tonu itiraz istemezcesine son derece baskın ve sertti.
Pekala sakin olmalıydım. Bu inatçı tavrı karşısında sinirlenmemek elde değildi ama olsundu. Ben sabırlı bir kızdım. Derin bir nefes aldım. Soğuk hava bedenimi titretmeye başlamıştı çoktan. Bedenimde çoğu uzvumu hissetmiyordum. Burnumun kızardığına emindim.
"Üşüyorsun hadi içeri geçelim." diyen Ares'e bakmadan tıpkı onun gibi bakışlarımı ileride gözüken denize diktim. Bedenimin titreyişlerini ve biraz daha burada böyle durursam geçireceğim zatürreyi görmezden gelmeye çalıştım.
Tavrım karşısında kısa bir bozgunluğa uğradığını fark ederken yine de es vermedim.
Bu kez bir öncekinden bir tık daha uzun bir bozguna uğrarken içten içe keyiflenmeye başladığımı hissettim. Onu taklit ettiğimi çoktan fark ederken tekrardan sesini duydum ama dahasına müsaade etmeden tekrardan onu taklit etmeye kaldığım yerden devam ettim.
Verdiği sesli soluğunu işittim. "Öyle olsun." diye varla yok arası mırıldandı. Sesi oldukça keyifli mi gelmişti yoksa benim yanılmam mıydı bu?
Ondan tarafta bir hareketlilik sezdim. Başımı olduğu yerde sabit tutarken çaktırmadan yandan yandan ne yaptığına bakmaya çalıştım. Üstüme doğru geldiğini fark ettiğimde paniğe kapılarak hızla bakışlarımı denize döndürdüm.
Renkli harelerimin denize ulaşmasıyla onun bedeninin bedenime yaslanması bir olurken panik halim çağ atladı. Nefes alışverişlerim hızlanırken inatla ona doğru dönmedim ve hafifçe yana kaydım.
Aramızda açtığım boşluğu aynı inatla tekrar kapatırken kaşlarım çatıldı. Biraz daha yana kaydım. Anında aynı şekilde açtığım boşluğu tekrardan kapattı. Tam tekrardan yana doğru kayacakken iri ve sıcak elini belimde hissettim.
Kazağın üstünden kavradığı belimle beni karşısına çekerken kendi bedenini pervaza, benim bedenimiyse kendi bedenine yasladı. Eli her ne kadar kazağın üstünde olsa da kazağımın kısalığından sebep serçe parmağı çıplak tenime değiyordu.
Neye uğradığımı şaşırırken geriye doğru çekilmeyi düşündüm. Göz gözeydik. Kafamın içinden neler geçirdiğimi biliyormuş gibi diğer elini de belime sabitlerken kolları arasında iyice kıskaca sıkışmış şekilde kalmıştım. Ağzımı açıp bir şey de diyemiyordum.
"Beni taklit etmeyi huy edineceksin galiba." dedi. Sesi gerçekten de keyifliydi. Yanılmamıştım.
"Evet." dedim ne diyeceğimi bilemez halden çıkmak istercesine. Artık adamın suratına alık alık bakmayı kesmeliydim.
"Bak sen." dedi kelimelerini hafifçe uzatarak. Ses tonu oldukça sakin ve huzurlu çıkıyordu. Bu durumdan keyif aldığı apaçık belliydi.
Bulunduğumuz konum çok ama çok saçmayken neden böyle olduğumuzu sorgulayamıyordum bile. Şu anda oldukça heyecanlanmıştım. Kalbim tıpkı birkaç saat önceki gibi oldukça hızlı atıyordu. Karnımda tuhaf hisler kol geziniyordu. Hele de kokusu dört bir yanımı sarmış vaziyetteyken elim ayağım birbirine dolanmak için an kolluyordu. Neler oluyordu böyle? Derhal kendimi toparlamalıydım. Bu yüzden Tamay'ın konusunu açmayı düşündüm.
"Tamay'ı kırmamalısın." dedim hızla.
Soluk alışverişimin hızlılığı, panik halim ve onun getirisindeki hareketlerimin sonucunda sözlerimi çokta ciddiye almayarak yüzündeki hınzır ifadeyle birazcık suratıma yaklaştı. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Onu ilk kez böyle görüyordum.
"Hıı sonra?" dedi soru sorar gibi.
Benimle oynar gibi bir hali vardı ama bu kötü anlamda bir oyun değildi. Bunu sözlerinin ardından hızlıca idrak ederken beni ciddiye alsın istedim. Bunun içinse bende ona doğru biraz daha yaklaşırken gittikçe artan heyecanımı geri plana attım ve konuşmaya başladım.
"Bak yıkalım demiyorum, örmüşsün o kadar duvarı ama bir pencere mi açsak? Hem gökyüzünü görürsün, güneş ışıkları içeriye girer. Kuşları gözetler, rüzgarı hissedersin. Geceleri yıldızları izlersin. Belki çiçek bile koyarsın pencerene ne bileyim..."
Ciddi ama bir o kadarda naif bir sesle sarf ettiğim sözlerim karşısında baştan kasılıp kaldı. Başımı hafif sağıma yatırarak kıstığım gözlerimle ondan gelecek herhangi bir yanıtı bekledim.
Konuşurken farkında olmadan iki yanımdan sarkan ellerimi Ares'in kollarına çıkartmıştım. Bunun yeni farkına varırken bu durumu bozmadım. Ellerimi olduğu yerde tutarak bulundukları konumda daha da sabitledim.
Bir süre hiç tepki vermeksizin öylece dursa da gözlerine baktıkça yavaş yavaş bedeninin gevşediğini hissettim. Sağ iri eli belimde yavaşça hareket ederken bir anda hiç beklemediğim bir hamleyle kazağımın içine girdi ve çıplak belimi doğrudan kavradı.
Bu kez kasılıp kalma sırası bana geçerken gözlerimin hafifçe irileştiğini hissettim. Soluğum bir anlık kesildi. Ela gözlerinden geçen haylaz parıltıları görmemek mümkün değilken sol elini de aynı şekilde kazağımın içerisine soktu. İri ve sıcak elleri doğrudan belimi tüm çıplaklığıyla sararken dokunduğu yerleri hafiften okşadığını hissediyordum.
Bulunduğum konum neticesinde ne nefes alabiliyordum ne de dışarının buz kesen soğukluğunu hissedebiliyordum. Aksine şu an alev alev yanıyordum. Tüm bunların sebebi Ares'ti.
Yaslandığı yerden milim kıpırdamazken belimdeki elleriyle usulca beni kendine çekti. Bedenimi bedenine iyice yaslayana kadar da son vermedi bu hareketine. Ağzımı açıp da herhangi bir şey diyemezken tabiri caizse mal gibi kalakalmıştım.
"Ay ne oluyor!" diye mırıldandım hafif panik ve heyecan karışımı bir halde.
Sesim fazlasıyla heyecanlı ve sözlerim nefes nefese çıkarken bu halime hafif sesli güldü. Gülüşüyle kalbimin teklediğini hissettim. O bu kadar yakınımdayken ve beni böylesine sarıyorken üstüne üstlük suratı gittikçe suratıma yaklaşıyorken kalbimin tamamen durmadığına şükür etmem gerekiyordu.
Bakışları bir anlık dudaklarıma kayarken aptal bir balık gibi aralık olan dudaklarımı birbirine sıkıca kapattım. Ama bu çokta uzun sürmedi çünkü belimdeki eliyle beni daha da kendine bastırdığında tekrardan anın verdiği şokla dudaklarım açıldı.
Karnımda ve onun biraz daha aşağılarında garip hisler hissediyorum. Daha önce hiç tatmadığım, hissetmediğim bu hisler beni hem telaşa sürüklüyor hem de anın büyüsüne daha da kapılmamı sağlıyordu.
Dudaklarımız arasında neredeyse hiç mesafe kalmayacak kadar yakınlaşmışken derince soluduğunu işittim. Burnunu burnuma sürterken oldukça sakin olan sesini zar zor idrak edebildim.
Hareketleri karşısında iyice aptal bir balığa dönerken ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi bilemez haldeydim. Bacaklarım titriyordu. Her an yere yıkılacakmış gibi hissederken Ares'in beni mengene gibi saran kollarına tüm teşekkürlerimi sunuyordum.
Solukları yüzümün her yerinde usul usul dolaştıktan sonra dudaklarımın üzerinde son buldu. Dolgun sayılabilecek dudakları yavaşça üst dudağımı dudakları arasına alırken bu kez nefes alıp verme işlemime kesin olarak bir son vermiştim. Hafif bir emmenin ardından geri çekilirken hala daha nefes almıyordum.
Kalbim küt küt atıyordu. Ellerim istemsizce bu hareketi karşısında kaslı kollarını sıkmıştı. Hissettiğim hislerin kelimelerle tarifi mümkün değildi.
"Beraber o zaman?" dedi Ares bir anda. Nefesleri sık bir vaziyetteydi. Göğsü normalden bir tık hızlı inip kalkıyordu.
"N-ne beraber?" dedim anlamazca. Sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı.
"Pencere açma işi ve tüm bu görmeler, izlemeler, hissetmeler." dedi.
Alık alık suratına bakmaya devam ederken ne demek istediğini anlamamıştım. İlk defa yaşadığım şeyler karşısında oldukça savunmasızdım. Anın büyüsüne kapılmış vaziyette onun kolları arasındaydım. Az önce beni öptüğü gerçeği zihnimde deprem etkisi yaratırken ne yapacağımı bilemedim.
Beni tekrardan öpsün istiyordum. Bu istek onun beni öpmediği her geçen saniyede daha da artarken içimi büyük bir utanç kaplıyordu. Neler düşünüyor, neler istiyordum ben böyle?
Titrek ellerim bulunduğu yerleri usulca okşarken bu hareketim tamamıyla iradem dışıydı. Tüm bedenim onu sevmek istiyordu şu anda. Yaşadığım şeyler bana gerçek olamayacak kadar masalsı gelirken hala daha belimi okşayan sıcak elleri son derece gerçek olduğunu haykırıyordu.
Söylediği sözleri düşündüm bir an. Ne demişti bana? Beraber o zaman... Ustalıkla ördüğü duvarlarına pencere açma fikrimden bahsediyordu. Beni dinlemiş ve onaylamıştı. Bu zamana kadar ödün vermediği kalın, aşılmaz duvarlarını sırf ben söyledim diye bir gözden geçirmeyi kabul etmiş ve bunu benimle birlikte yapmayı mı teklif etmişti?
Buna ne denirdi ki? Cevabı kafamda çok netti ve şu andan itibaren aksi dahi mümkün değildi.
"Beraber." dedim yine fısıltıdan farksız sesle. Titrek, kısık ama bir o kadar da kendinden emin söylemiştim bunu. Bu hayata yeniden başlayacaksam ve kendi düzenimi kuracaksam yanıma ondan başka partner düşünemezdim galiba. Anın getirisinde şu anda yaşanabilecek yanlış aşk ihtimali umurumda bile değildi.
Aldığı yanıtla suratında kocaman bir gülümseme oluşurken tekrardan dudaklarıma doğru yöneldi ve beklenen kavuşmayı yaşattı. Bu kez ilkine nazaran bir fark vardı. Bende tıpkı onun gibi kocaman tebessüm ederken aynı şekilde karşılık vermeye çalışıyordum ve galiba uzun zaman sonra huzuru tüm iliklerimde hissediyordum.
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen beğeni ve bol bol yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |