17. Bölüm

BÖLÜM 16

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Herkese merhaba! Her zamanki gibi bölüm sonunda sizleri bekliyor olacağım!

İYİ OKUMALAR

Para, mal, mülk bunlar geçici şeylerdi benim gözümde. Sağlıklı bir beden ve zihin, huzurlu bir yuva ve yuvayı sana daha da güzelleştiren bir eş... Asıl önemli olan bunlardı. Elde edilmesi benim için oldukça güç şeylerdi. Karun kadar zengin olmasak da parayı, malı, mülkü babamdan görmüştüm. Her istediğini yapmış, her istediğini almış bir kız çocuğu olarak huzursuz bir yuvada ve sağlıksız zihinler arasında büyümeye mecbur bırakılmıştım.

Kayıplarım, yıkılışlarım olmuştu. Enkazlar altında çok kalmıştım. Hala daha bir enkazda sayılırdım ama bu sefer birkaç fark vardı öncekilere nazaran. Huzurluydum. Bu durum her ne kadar dün geceden beri böyle olsa da sonunda tatmıştım bu duyguyu da işte.

Yaşanılan anlar tekrar tekrar zihnimde canlanırken aptal gibi gülümsemeden duramıyordum. Neler olmuştu öyle?

Fazlasıyla özel bir an yaşamıştık. Benim için çoğu ilkti. Bu ilklerin sahibiyse Ares'ti. O bana bir teklif sunmuştu ve bense o teklifi kabul etmiştim. Galiba dün geceden itibaren bir yola girmiştik.

Her ne kadar tanışalı çok uzun bir süre olmasa da uzun bir zamana tekabül edebilecek bir olay geçmişimiz vardı. Çok fazla acıya şahit olmuştuk. Yaşanmışlıklarımıza birinci elden tanıklık etmiştik ve daha da edecek gibi duruyorduk.

Yakışıklı birisiydi. Hatta fazlasıyla karizmatik ve her kızın peşinde koşacağı türden bir adamdı ama beni etkileyen kısım bu olmamıştı. Tamam biraz etkilenmiş olabilirdim ama asıl olay bu değildi.

O beni, ben bir enkazın altındayken bulmuştu. Beni oradan çıkartmış ve yaralarımı sarmıştı. Tüm iş burada bitmemişti. Ben tekrar tekrar enkaz altında kaldığımda her seferinde beni bularak kurtarmıştı. Belki acılarımı yok edememişti ama en azından onların azalması adına bir mücadele vermişti.

Benim kanımdan olan insanlar bile benim için bunu yapmamışken bir yabancının kalkıp bunu yapmasının anlamı büyüktü benim için. Hiç sevilmemiş ve sevilemeyecek olan, tecavüz sonucu dünyaya gelen bir kız çocuğu için bunun anlamı kelimelerle tarif edilemeyecek kadar anlamlıydı.

Terasta yaşadığımız o büyülü anların ardından beni sıkıca kolları arasına almış ve sarılmıştı. Ne kadar süre orada sarılı kalmıştık bilmiyordum. Saymamıştım. O sıradaki tek işlevim onun beni mest eden kokusunu solumak, teninin sıcaklığında ısınmaktı.

Onun da derin derin soluklar alıp verdiği anlardan sonra içeri geçmiş ve sessizce odalarımıza dağılmıştık. Uzun bir zaman sonra huzurlu bir uyku uyumuştum. Bunda yaşanılan anların etkisi büyükken, odalara dağılmadan önce şakaklarıma kondurduğu derin, sıcak öpücüğünde etkisi vardı.

Kabussuz ve sık sık uyanmadığım bir gecenin ardından sabah yine onun sayesinde huzurlu uyanmıştım. Derin uykumun en tatlı yerinde anlıma kondurulan hafif öpücükler eşliğinde uyanmıştım. Gözlerimi araladığımda gördüğüm ilk şey o olurken günüm gerçekten de güzel başlamıştı.

Hafif bir tebessümle beni karşılayarak günümü aydırırken bende ona aynı şekilde karşılık vermiştim. Daha sonrasında Tamay'ın planını onayladığını ve ona bunu benim iletmemi istediğini söylediğinde ona doğrusunu yaptığını belirtircesine iki gözümü ağırca kapatıp açmıştım.

Buradan sonrası oldukça hızlı geçmişti. Bana kahvaltının hazır olduğunu ve beni mutfakta beklediğini söyleyerek odadan ayrılmıştı. Bense hemen Tamay'ı aramış ve Ares'i ikna ettiğimi söylemiştim. Aldığı haberle sevinçten havalara uçan Tamay bana bir sürü teşekkür ettikten sonra aramayı sonlandırmıştık.

Açıkçası Ares'i gerçekten de ben mi ikna etmiştim orada emin değildim. O istemediği takdirde ona bir şeyleri yaptırabileceğimi hatta kimsenin yaptırabileceğini düşünmüyordum. Belki biraz etkim olmuştu ama sadece o kadar. Biraz...

Geri kalan vakitte Ares'le tabiri caizse cilveleşerek zaman öldürmüştüm. Bunu nasıl yaptığımı bende anlamazken tamamen içimden geldiği gibi davranmış ve doğal olmaya bakmıştım. Şimdiyse çoktan akşam olmuştu ve ben gece için hazırlıklarımı neredeyse tamamlamıştım.

Güzel bir duş ve biraz bakımın ardından giyim odasında baya bir vakit kaybetmiştim. Ne giyeceğimi bilmezken Tamay'ın seçtiği mekanın gösterişini tahmin etmek çokta zor değildi. Oraya uygun bir kıyafetin benim eşyalarımın arasından çıkması biraz zorken burada devreye Tamay'ın benim için yaptığı alışveriş giriyordu. Başta bunun için ona kızmış olsam da şu an üstümdeki kıyafete bakarken içten içe teşekkür ettim.

Kendi kıyafetlerimden bir iş çıkmayacağını anladığımda zamanında Tamay'ın almış olduğu kıyafetlere yönelmiştim. Çoğunluğu günlük giyime uygun şık parçalar olsa da bir iki tane özel gecelere yakışan elbise vardı. Elbiselerin arasında siyah, ışıltılı, mini boy bir elbisede karar kılmıştım. Elbise fazlasıyla güzelken iddialı oluşu beni aşıyordu ama bunu bu gece için görmezden gelmeye karar vermiştim.

Kalçamın hemen altında biten elbise dar kesimdi. Tüm bedenimi ikinci bir deri gibi sararken yarım boğazlıydı. Omuzlarımı örterek kollarıma doğru devam eden uzun kolları vardı lakin kol kısımları koltuk altımdan itibaren kesikti. Bu dökümlü görüntü oldukça hoş dururken bana pek bir cesur gelmişti. Buna da aldırış etmedim. Belki de artık cesur olmam gereken kısma gelmiştik.

Saçımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaparak bıraktım. Bebek saçlarımın kenarlardan çıkmaması için saç köpüğüyle biraz uğraştıktan sonra ortaya güzel bir görüntü çıkmıştı. Makyajda biraz uğraşırken genellikle sade ve hafif olması için özen göstermiştim. Bir tek gözlerime siyah simli bir far ve bol bol rimel kullanarak koyu bir göz makyajı yapmıştım. Onun dışında ne ten makyajımda ne de dudak makyajımda bir abartı göstermemiştim. Nude tonlar genellikle tercihim olmuştu.

Giyim odasındaki boydan aynada kendimi süzerken bir eksiklik var mı diye kendimi kontrol ediyordum. Galiba hazırdım. Ayaklarıma dizimin hemen altında biten siyah, elbisem gibi ışıltılı çizme giyindim. Topuk boyu altı-yedi santim civarındaydı. Ne çok uzun ne çok kısaydı. Bence gayet idealdi.

Dizlerimin altında biten siyah kaşe kabanımı da elime alarak yatak odasına geri döndüm. Elimdeki kabanı yatağın üstüne, önceden hazırlamış olduğum kol çantamın yanına koydum. Odadan çıkmadan önce son olarak parfümümü de bolca sıkarken bakışlarım cama kaydı.

Hava çoktan kararmıştı. Gece yarısına bir iki saat kalmış olmalıydı. Tamay'lar çoktan eğlence mekanına gitmiş olmalılardı. Zaten gitmeye pek meyilli olmayan Ares için bu kadar gecikmek planlı bir şey olsa gerekti. Çünkü saat akşam dokuza kadar evde bir şekilde oyalanmamızı sağlamıştı. Tamay aramasaydı gece yarısına az bir vakit kalana kadar bunu sürdürür ve eğlence mekanında geçireceğimiz vakitten çaldıkça çalardı.

Derin düşünceler eşliğinde üstümü son bir kez düzeltme ihtiyacı hissederken çalınan kapıya kaydı bakışlarım.

"Gelebilirsin." diyerek seslendim Ares'e. Evde ikimizden başkası yoktu ve geleni tahmin etmek hiç de zor değildi.

Elimdeki parfüm şişesini yerine koyarken hazırlandığı gibi soluğu kapımda alan Ares'e sırtım dönüktü. Yaptığım iş bittikten sonra büyük bir heyecanla ona doğru döndüm. Bakışlarım direkt yüzüne giderken ela harelerini gözlerimle buluşturmak istedim. Ama o, buradan bile belli olan parıltılar eşliğinde beni süzmekle meşguldü bu yüzden bakışlarımız denk düşmedi. Bakışlarındaki parıltıyı görmek her ne kadar mümkün olsa da yüz ifadesinden ne düşündüğü anlamam zordu.

Tıpkı onun yaptığı gibi bende onu süzmeye başlarken onun aksine yüz ifademden hayranlığımın çok net belli olduğunu biliyordum. Çok yakışıklı görünüyordu. Ve karizmatik.

Siyah gömlek ve yine aynı renk kumaş pantolonla baştan aşağı zifiriye bulanmıştı. Esmer teni gömleğinin açık kalan düğmelerinden bir elmas gibi parlarken siyah saçları özenle taranmış gibiydi. Üzerinde farklı bir renge dair bir tek gözleri vardı. Ela.

"Bu çok... İyi." dedi Ares.

Bakışlarım hayran olunası harelerine çıktı. Parıltıları hala daha çok netti. Belki elbisemden olan bir yansımaydı bu. Bilemedim. Dikilmesini sürdürdüğü kapı eşiğinden bir adım geri doğru çekildi ve ona doğru gitmemi ister bir şekilde sağ elini bana uzattı.

"Sende çok iyi olmuşsun." dedim. Sonra sabahtan beri hep olduğu gibi her cilveleşmemde kızaran yüzümle yatağın üzerine bıraktığım eşyalarıma yöneldim. "Ya-yani yakışıklı olmuşsun." diye ekledim.

İlk önce kabanımı elime alarak üzerime geçirdim daha sonrasında çantamı alarak ona doğru yöneldim. Göz göze geldik. Hızla fayans zemine doğru kaçırdım bakışlarımı. Adım attıkça ortaya çıkan topuk sesleri kulaklarıma doluyordu bir de deli gibi çarpan kalbimin sesi.

Değişik bir bakışla bakıyordu. Bu da zaten utanç içinde kıvranan beni daha da utanca sürüklüyordu. Niye öyle bakıyordu ki? Yanlış bir şey mi demiştim ya da eksik? Düşüncelerim üzerine kafama dank eden şeyle hızla duraksadım. Panik içinde başımı yukarı doğru kaldırdım. Çoktan ona ulaşmıştım zaten. Havada hala daha asılı olan eli belimi sararken hızla konuştum.

"Yakışıklı olmuşsun derken yani hep yakışıklısın zaten de bugünde yine aynı olmuşsun. Ama aynı da kötü bir anlamda aynı değil. Ay nasıl anlatsam! Bak şi-"

"Lavinia."

Ben otomatiğe bağlamış bir halde açıklama yapmaya çalışırken o bu panik halimden oldukça hoşnut bir biçimde belime sardığı eliyle beni kendine yasladı ve en sonunda dayanamayarak sözlerimi naif bir ses tonuyla böldü.

Dolgun dudakları şakaklarıma belli belirsiz sürtünürken dudaklarım arasında tuhaf bir nida çıkabildi sadece. "Hı?"

Kirli sakallarının teminde bıraktığı karıncalanma hissi başımı döndürecek derecede hoşuma gidiyordu. Aslında ona dair olan her bir parça hoşuma gidiyordu ve bunu fark edişim çok yeniydi. Çok güzeldi.

"Anladım güzelim sorun yok." dedi yine aynı naif ses tonuyla. Sesi oldukça keyifliydi.

Hı? Güzelim mi? Ay ay ne oluyor!

İrileştirdiğim gözlerim ve sık kırpıştırdığım kirpiklerimle şok içinde Ares'e tabiri caizse öküzün trene baktığı gibi bakıyordum. Dışarıdan kesin aptal gibi gözüküyordum.

"Tıpkı odamda ilk uyandığın gün olduğu gibi taramalıya taktın yine." dedi tekrardan konuşarak. Sözlerinin ardından aklıma o zamanlar geldi. Ay adama sapık bile demiştim. Tekrardan utanç içinde boğuldum. Sapık demeseymişim iyiymiş.

Toparlanmam gerektiğini ve kalbimin daha sakin atması gerektiğini kendime içten içe telkin verirken Ares'ten beklemediğim bir hamle daha geldi.

"Hadi çıkalım." diyerek burnumun ucuna sıcak bir öpücük kondurdu. Böylelikle konuşmama gerek kalmazken bayılmam an meselesiydi ve ben tamda eridi eriyecek kıvamdaydım. Beni bir ateş basmıştı!

Belimden sıkı sıkıya tuttuğu eliyle beni çekiştirerek rezidanstan çıkarttı. Örttüğü sokak kapısının ardından kısa süreliğine elini üzerimden çekerek benim gibi siyah kaşe kabanını giyindi. Ardından bana dönerek kısa bir bakış attı. Bakışları bende çok oyalanmadan ardımda kalan asansör ve merdivenlere kayarken bende onun gibi oraya baktım.

"Merdiven?"

"Merdiven?"

Aynı anda kurduğumuz sözle yine aynı anda suratımızda bir gülümseme oluştu.

"Merdiven iyidir." diyerek iri bir adımda yanıma geldi ve elini elime kenetleyerek merdivenlere yöneltti bizi.

Asansörlerden hoşlanmayan tarafımın onunla denk düşmesi beni anlamsız hoşnut ederken biz el ele o merdivenleri indik. Bu işlem biraz vaktimizi alsa da acelemiz yoktu. Ne ağır ne de hızlı adımlarla ilerledik. Gayet birbirine denk adımlarımızla sessizlik eşliğinde aştık o merdivenleri tek tek. Ayağımdaki topuklular yüzünden bu durum benim için çokta hoş olmasa da aldırış etmedim.

Dışarıya attığımız ilk adımla keskin bir soğuk dört yanımızı sardı. Aralık ayının son gününde etrafta kuru bir soğukluk hakimdi. Çocuksu bir hevesle etrafta az da olsa kar arayan gözlerim uğradığım hayal kırıklığıyla biraz buruklaştı. Kar adına tek bir iz bile yoktu. Karı severdim. Yağmış olsaydı mutlu olurdum.

Dışarı çıktığımız anda Ares'in adımları hızlandı. Belki de normal düzeyine dönmüştü bilemeyecektim. Ona yetişmeye çabaladığım iki dakikalık yürüyüşün ardından sitenin otoparkına gelerek lüks araca yerleştik. Aracı çalıştıran Ares'in ilk işi ısıtıcıyı açmak olurken ben emniyet kemerine yöneldim ve o sırada gözüm saate takıldı. On bir olmuştu neredeyse.

"Tamay kızacak." dedim kemer takma işlemimi sonlandırırken.

"Neden?" dedi Ares bu konuyla çokta ilgilenmediği ses tonundan belli olurken. Genel ilgisi kullandığı aracındaydı. Direksiyonu sağa kırarak sitenin gerimizde kalmasını sağlarken arkasına yaslanarak rahat bir pozisyon aldı.

"Gece yarısına bir saat kaldı neredeyse. Bu saatten sonra gitmenin pek bir mantığı kalmadı. Kız beraber vakit geçirelim diye düşündü..." dedim ve başımı yüzümde büyük bir ima ifadesi hakimken Ares'e çevirdim. "ama sen bunu kısmen baltaladın." diyerek sözlerimi tamamladım.

Sağ eli direksiyonun hakimiyetini sağlarken sol eli usulca çenesini sıvazlıyordu. Sözlerimin bitimi de bana yandan bir bakış attı. Suratında yamuk bir gülüş oluşurken sol elini çenesinden çekti ve direksiyon hakimiyetini bu kez de sol eline aldı. Sağ elini bulunduğu yerden çekerek kucağımdaki elime yönlendirdi.

Büyük eliyle hiç zorlanmadan sardığı, ona nazaran oldukça küçük elimi kendi dizinin üstüne konumlandırırken konuştu. "Kısmen değil oldukça planlı bir baltalamaydı bu."

Biraz fazla dürüsttü sanki. Hiçbir çekincesi olmadan sarf ettiği sözleri ve onların arkasında bir dağ gibi duruşu... Kendinden böylesine emin halleri fazlasıyla etkileyiciydi.

"Ha itiraf ediyorsun yani?" dedim keyifle.

"Biz neysek oyuz kızım yaptığımız şeyleri inkar edecek halimiz yok ya!"

Pekala burada durabiliriz. Tamam çok bir salon beyefendisi görünüşü yoktu aksine ürkütücü bir havası vardı diyebilirdim. Tamam çok kibarda durmuyordu ama böyle bir kıroca yaklaşımda beklemiyordum. Şaşırmadım desem yalan olurdu. İlk defa gördüğüm bu halleri beni hem şaşırtıyordu hem de bana oldukça samimi geliyordu. Galiba yavaş yavaş buzullar çözülüyor ve gerçek kişiliklerimizi görmemize izin veriyorduk.

Bu hiç kolay bir şey değildi. Yollar kat ediyorduk farkındaydım. Engeller aşıyorduk bilincindeydim. Tüm bu gelişmeler beni mutlu ediyordu çünkü kat ettiğim yollarda aştığım engellerde tek değildim.

Ben artık tek değildim.

"Çok iyi." dedim yüzümde buruk bir tebessüm hakimken. Önümüzde akıp giden yola diktim gözlerimi.

O tuttuğu elimin sırt kısmını baş parmağıyla belli belirsiz okşarken ben düşüncelere dalmaktan alıkoyamadım kendimi. Şu anda her şey iyiydi hoştu ama biz neydik de bu haldeydik? Yaşanılan anlar oldukça özeldi. O anlardan sonra oturup da neler olduğu hakkında konuşmamıştık. Aksine akışına bırakmış ve tattığımız huzurun tadını çıkartmaya bakmıştık. En azından işler benim için öyle olmuştu.

İki görüştüğü bir gülüştüğü çocukla hemen adını koyalım bu ilişkinin baskısı yapan kızlar gibi değildim. Öyle gözükmekte istemezdim. Aşırı korkunç bir görüntüydü.

Ben sadece ne olduğunu net bir biçimde bilmek ve ona göre davranmak istiyordum. Sonuçta onun evinde kalıyordum ve onun iş yerinde çalışıyordum. Bizim durumumuz normal olamayacak kadar tuhaftı.

Şehrin can sıkıcı trafiğinde tüm dikkatiyle araba kullanan Ares'e çevirdim bakışlarımı. Yan profili de oldukça karizmatikti. Derin bir nefes aldım sessizce. Aracın içi ikimizin kokusuyla karışmıştı. Sadece onu solumak isterdim. Güzel kokuyordu.

Derin düşüncelerin başımda yarattığı sızı ufaktan boy gösterirken akışına bırakma işini sürdürmeye karar verdim. O bana gelip bu konuları açana kadar bu konularda ilk atağı ben yapmayacaktım. Olacakları zaman bize gösterecekti.

"Ablanla konuşabildin mi?" diye ansızın bir soru yöneltti Ares.

"Hayır." dedim.

Konuşamamıştım. Beni reddettiğinden beri onunla hiç konuşmamıştık. İlk zamanlar kendi acılarımla başa çıkmaya çalıştığımdan çok takabildiğim söylenemezdi bu olayı ama yavaş yavaş kendimi toparlamaya başladığımdan beri ablama ulaşmaya çalışıyordum. Bana büyük bir haksızlık yapıyordu. Ailemden geriye bir o bir de Nabi kalmışken kendilerini benden uzakta tutmak bu dünyada yaşadığım kaçıncı cehennemdi bilemiyordum.

Onları özlüyordum. Annemi özlüyordum. Olanları, öğrendiğim gerçekleri sindirebilmiş değildim. Geri plana atıyor, hatırlamamaya çalışıyordum. Unutmak istiyordum. İlk zamanlar bunlarla yüzleşmeye kalktığımda az kalsın kafayı yiyordum. Çoğunda sonum acillik olmuştu. O gecelerde beni yine Ares kurtarmış, benim yanımda olmuştu.

İlk zamanlarım gerçekten kötüydü. Şu anda da iyiyim diyemezdim ama o zamanlardaki gibi de akıl sağlığım komple beni terk etmiş sayılmazdı. Hele bir gecem vardı ki benim için çok zordu. Aklıma geldikçe o anlar nefesim kesiliyor, gözlerim doluyordu.

Flasback başlangıç.

Darbe bir.

Aldığım nefesin ciğerlerime dar geldiği zamanlara şükretmem gerektiğini anladığım ilk andı. Nefesimin kesildiği ve benim darda gelse o dar gelen nefese olan muhtaçlığımı fark ettiğim ilk an.

Darbe iki.

Her ne kadar boktan olsa da en azından bir çatı altında yaşayan, adına ailem dediğim insanların böylesine parçalanmasının gerçekte zor olduğunu fark ettiğim bir andı. Önceden boşansalar da kurtulsam dediğim anne ve babamın aslında boşansalar bile kurtulamayacağımı anladığım bir bataklığın tam ortasında yapayalnız oluşumun yüzüme çarptığı bir an. Acı çekiyordum ama bu sefer tek değildim.

Darbe üç.

Küçüklükten beri anneme olan öfkemin ve nefretimin baş mimarisinin babam olduğunu fark ettiğim bir andı. Annemin iğrenç bir komploya kurban gittiğini sonunda açılan gözlerimle görürken fazlasıyla pişmandım her şey adına annemi suçladığım için. Eğer bir şansım olsaydı ve ben en başından beri her şeyin suçlusunun babam olduğunu bilseydim annemi çok severdim. Anneme sevildiğini hissettirirdim. Ama benim bir şansımın hiç olamayacağını fark ettiğim bir andı.

Darbe dört.

Babamın en büyük hayal kırıklığım olduğunu kabullendiğim bir andı. Sevgisizlik ve hastalıklı ruhlar arasında büyümemin tüm suçunu ona yıkabileceğim ama bunu yapmayacak kadar da büyümüş olduğumu bildiğim bir an. Onu suçlayabilirdim. Zaten her şey onun suçuydu ama bir yandan da değildi. O nasıl bu hale gelmişti? Kilit soru buydu. Benim babama ne yaşatmışlardı da o böyle olmuştu? Ben kimi suçlayacaktım? Asıl suçlu kimdi burada?

Darbe beş.

Yapmam gereken bir ton suçlamamın olduğu ama asıl suçluların kim olduğunu çözemediğim ve hiç çözemeyeceğim bir andı. Annemi suçluyordum beni sevmediği için ama suçlu o değildi. Onu biraz ailesi, büyük oranda da babam bu hale getirmişti. Babamı suçluyordum annemi bu hale getirdiği ve anneme tüm bu yaşattığı şeyler için ama suçlu o da değildi. Onu da galiba ailesi bu hale getirmişti.

Ailelerini suçlamaya kalksam onlarda da suç yoktu. Onları kim o hale getirmişti? Asıl suçlu kimdi?

Darbe altı.

Artık dönüşü olmayan bir yolda olduğumuzu fark ettiğim bir andı. Dağılmıştık. Fena halde parçalanmış hatta ve hatta tuzla buz olmuştuk. İçimdeki ağırlığı birini suçlayarak ona yüklememe engel olan olgunluğumun benim sonum olabileceğini düşündüğüm bir andı. Herkesi her şey için suçlamak istediğim ama asıl suçun onlarda olmadığını anlayabilecek kadar olgun olmanın verdiği yükün ağırlığını hesaplamanın imkansız olduğunu fark ettiğim bir an.

Darbe yedi.

Aslında her şeyin yeni başladığını fark ettiğim bir andı. Kabullenmek istemediğim şeylerin aslında asıl gerçeklerim olduğunu bilmenin bana verdiği acı tarifsizdi.

Annemi sevdiğimi ve öfkemin aslında hiç ona olmadığını kabullendiğim bir andı. Annemi içimde affedip azat ettiğim bir an. Annemin öldüğü andı.

Babamın en büyük hayal kırıklığım olduğunu kabullendiğim bir andı. Asıl öfkemin tamamıyla ona ait olduğunu fark ettiğim bir an. Babamın hayatımdan büyük bir yıkımla çıkıp, paslı demir parmaklıklar ardına girdiği bir an.

İçten içe kendime duyduğum tüm kötü duygular adına kendime aslında en büyük haksızlığı yine kendimin yaptığını fark ettiğim bir andı. Tecavüz sonucu dünyaya gelen, tüm ailesinin yıkımı hatta ve hatta annesinin ölüm sebebi olan acınası bir kız olarak yaşamayı hak etmediğim bir andı.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı ve yedi diye mırıldandım kısık sesle. Yedi bıçak darbesi. Annemi benden alan... Beni benden alan...

Yaşların ardı arkasına aktığı gözlerimin önü asla net değilken kaldığım odanın terasındaydım. Demir pervaza yaslanmış aşağıya bakıyordum. Normalde gökyüzüne bakmam gereken en güzel yerdeyken kendimde o yüzü bulamıyordum.

Annem oradaydı. Aşağıda. Buğulu bakışlarımı diktiğim toprak zeminin altında. Ait olduğum yer orasıymış gibi beni çekiyordu. Yaslandığım pervazdan biraz aşağı doğru eğildim. Ait olduğum yere gitmeliydim.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı ve yedi diye mırıldandım tekrardan. Biraz daha sarktım pervazdan aşağı doğru. Parmak uçlarımda duruyordum. Üzerimde ince bir pijama takımı vardı. Sanırım sabah duş sonrası Tamay giyindirmişti bunu bana. Ayaklarım çıplaktı. Hava soğuk olmalıydı. En son kış ayındaydık galiba öyle hatırlıyordum. Kesin soğuktu hava ama ben alev alev yanarken bunu hissedemiyordum.

En son annemin teni de buz gibiydi. Bakışlarımın gittikçe titrediği hissediyordum. Annem orada çok üşüyor muydu?

Bir, iki, üç, dört, beş, altı ve yedi. Gittikçe karnıma baskı yapan pervaz demirinin soğukluğunu ruhumda hissediyor gibiydim. Karnımdaki bu baskı bende kusma hissi yaratıyordu. Ama bu imkansızdı. Zaten kusa kusa içimde safra suyu bile bırakmazken ne kusabilirdim ki?

Acılarımızı kusabilsek ne güzel olurdu. Bu imkansızdı. Bunu biliyordum o yüzden içten içe en iyisi ölmeliyim dedim kendi kendime.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı ve yedi. İyice sarktım aşağıya. Zaten net görmeyen gözlerim iyice sinirlerimi bozuyordu o yüzden gözlerimi kapattım. Çıplak parmak uçlarımın soğuk zeminle temasının kesildiği hissettim. Kulaklarımda uğuldayan rüzgarı işittim. Şiddetle esen rüzgarı hissetmek istedim. Kendimi iyice aşağı doğru sarkıtırken dağınık saçlarımın arasından geçerek sertçe ıslak suratıma vuran rüzgar beni gülümsetti.

Dudaklarım her ne kadar gerçekte kıvrılmasa da gülümsediğime yemin edebilirdim. Ruhum gülümsemişti galiba. Sahi bu nasıl olmuştu? Ruhumda gülümseyebilecek bir mecal kalmış mıydı? Bu kesinlikle benim yanılsamamdı. Pervaz demirinin üzerinde oldukça dengesiz duran bedenimi biraz daha aşağıya doğru sarkıtırken rüzgarın içimdeki yangını söndürmesini istedim ama istediğim gibi olmadı. Aşağı doğru kayan bedenimle dengemi kaybederken gözlerim daha da sıkı kapandı.

Uzun süredir bakıştığım toprakla beklenen kavuşmanın gerçekleşeceğini düşündüğüm anda ansızın belimde hissettiğim güçlü ellerle geriye doğru çekildim. O anda ne hissetmediğim soğukluk kaldı ne de işittiğim rüzgar.

Hızla aralanan gözlerimden yaşlar kaldığı yerden akmaya devam ederken onunla göz göze geldim. Ares'le.

Soğuktan ve kriz halinde olup deli gibi titreyen bedenimle kolları arasında dururken öfke saçan ama ardında endişe barındıran nefes nefese kalmış sesini duydum.

"Ne yapıyorsun sen kafayı mı yedin!"

Bu sorunun cevabı galiba evetti. Bana fazlasıyla sinirli bakarken oldukça suçlayıcı bir tonda bir şeyler daha söyledi. Az önce az kalsın düşecek olmamda beni mi suçluyordu? Peki bu durumda asıl suçlu ben miydim yoksa beni bu hale getirenler mi? Asıl suçlu kimdi?

Flashback bitiş.

"Geldik."

Duyduğum sesle hafifçe irkilirken hala daha eli arasında olan elimi kendime çektim ve yerimde biraz daha dikildim. Terlemiş olduğunu yeni fark ettiğim avuç içimi gergince üstümdeki kabanın kumaşına sürttüm. Girdiğim geçmiş anılar aleminden sıyrılmaya çalışırken ne ara dolduğunu fark etmediğim gözlerimi ondan kaçırdım.

Birkaç saniyelik bir bakışla geldiğimiz mekanın şıklığını fark ederken Ares lüks aracını mekanın girişine yaklaştırdı. Kapıda fazlasıyla gereksiz bir miktarda koruma varken onların gazetecileri engellemeye çalıştıklarını fark ettim.

Duran arabayla emniyet kemerime yönelirken gergince konuştum. "Kim bilir kimler geliyor da buraya bu kadar gazeteci var. Bir de yılbaşı gecesindeyiz."

Benim aksime oldukça çevik bir hareketle emniyet kemerini açtı Ares. Onu beklemeden çok azıcık araladığım kapıyla anında içeri soğuk hava dolarken bedenimin de terlediğini yeni fark ediyordum.

"Ben geliyorum güzelim, burada bulunmaları için gayet yeterli bir sebep." diyerek hızla aracı terk eden Ares'in ardından kısık gözlerle baktım. Kapısını onun için açan ve varlığını yeni fark ettiğim valeye bir miktar para tutuşturduğunu gördüm. Afallamış suratımı hızla toparlamaya çalışırken bende Ares'i takip ederek hafif aralık olan kapıyı biraz daha fazla açmak istedim. Bu isteğime yine bir vale mani olurken hızla araladı kapımı. Kapıda bile bu kadar çok çalışan varsa içerisini tahmin bile edemiyordum.

Bir bacağımı dışarı atamadan Ares çoktan aracın önünden dolaşarak yanıma geldi ve kapıyı valeden devralarak iyice araladı. İsterseniz sökün, alın götürün kapıyı demek istedim o an. Hafif bir aralıkta oldukça yeterdi şova ne gerek vardı?

Ares'in yardımıyla birkaç saniye içinde araçtan çıkarak topuklu çizmelerimle zeminde dikildim. Kısa bir süre duraksayıp üstüme başıma çeki düzen verirken aklımda hala daha Ares'in son dediği şeyler dönüyordu.

"Bu kadar tanınmış biri olamazsın." dedim öncekinden daha da gergin bir biçimde. Ares'e kaldırdım bakışlarımı. Bana bakıyordu.

"Olabilirim." dedi oldukça ciddi bir tavra bürünerek. Elini büyük bir sahiplenicilikle belime sardı ve kendiyle birlikte beni de harekete geçirdi.

Bizim aracı terk etmemizle şoför koltuğuna yerleşen vale aracı bulunduğu yerden uzaklaştırmaya başladı. Giriş kapısına attığımız hızlı sayılabilecek adımlarla ortamda bir izdiham varmışçasına olan sesler daha da yükseldi. Yüzümü buruşturmak istedim ama bunu yapmamak adına kendimi tuttum.

Yüzümü Ares gibi oldukça ciddi tutmaya çabalarken Ares'in belimdeki eli sıkılaştı. Tamda o anda üzerimize patlayan flaşlarla hafif bir duraksama yaşar gibi oldum ama buna Ares mani oldu. Neredeyse tüm magazincilerin fotoğraflarımızı çektiğini göz ucuyla görürken Ares'e peşi sıra sorular soruyorlardı. Gürültüden ne dediklerini çok anlamasam da birkaç soruyu seçebilmiştim aralarından.

"Ares Bey yanınızdaki güzel kim? Sevgiliniz mi acaba?"

"Yaz koleksiyonu için iddialı olduğunuz söyleniyor? Lansman tarihi belirlendi mi?"

"Uzun zamandır ortalıklarda gözükmüyordunuz bunun nedeni yanınızdaki hanımefendi mi?"

Ares ne gazetecileri ne de onların sorularını takmazken bir dakika içerisinde mekana giriş yaptık. Kapıda dikilen korumalar ne bir kimlik kontrol ne de bir üst araması yapmazken sadece başlarını aşağı eğmekle yetindiler. Bunların fazlasıyla kaslı ve iki metre olmaları gerekmiyor muydu? Filmlerde hep öyle oluyordu ya.

İlk defa şahit olduğum durumlardan ötürü ben şoktan şoka girmekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Film ve dizilerde sıklıkla gördüğüm sahnelerin içinde bulmuştum kendimi ama gerçekte hiç de izlediğimiz gibi değildi. Bunu zaten kapıdaki korumalardan direkt anlamıştım.

Her ne kadar korumalar devasa çıkmasa da yanımdaki Ares tam bir kötü çocuğu andırıyordu şu an. Hatta mafyavari diyebilirdim. Korumaların saygı duruşu vermesi falan... Filmlerde de böyle oluyordu hep ama bunun onlardan tek bir farkı vardı: Ares mafya değildi. Yani değildir herhalde. Şu ana kadar hiç öyle şeylerine rastlamamıştım. Olsaydı illaki bir yerden ele verirdi kendini. Onun bu havası kesinlikle ciddi, iddialı ve zengin bir iş adamı olmasından kaynaklıydı.

Tamam çok güzel bir mücevherat şirketin olabilirdi. Tamam televizyonlarda boy boy mücevherlerinizin tanıtımı da yapılıyor olabilirdi. Tamam dünyaca ünlü isimler mücevherlerinize bayılıyor da olabilirdi... Tamam geriye dönüp şu dediklerime bakarsam zaten olanların açıklaması gayet netti.

Ben kendi dertlerimden ve acılarımdan bu konular üzerine çok düşmemiş ve düşünmemiştim. Şu an geriye dönüp baktığımda her şeyi açığa çıkarttığım gece de kime denk gelmiştim böyle? Galiba hayattaki tüm şansım burada kullanılmıştı. Yoksa tüm bu olanların başka bir açıklaması olamazdı.

Ona yandan bir bakış attım. Oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle büyük bir özgüvenle yürüyordu. Ares'in büyük ihtimalle dışarıda genel hali buydu ki zaten bu halinin biraz benzerini şirketten biliyordum. İlk defa gördüğüm hallerine hem bayılıyor hem de böyle kafamda kurarak uzun uzun saçmalayabiliyordum. Galiba artık düşünmeyi kesip etrafı inceleme zamanım gelmişti.

İlk girişte bizi sağı, solu ve tavanı komple aynayla kaplı bir koridor karşıladı. Zemin mat siyah mermerdendi. Oldukça ferah gözüken koridorun belirli yerlerindeki aydınlatmalar çok hoştu. Fazlasıyla şık bir girişti. Her ne kadar elitliğini bangır bangır bağırsa da çok durmak isteyeceğim türden bir yer değildi. Nereye dönsem kendimi görmemin çokta hoşuma gideceğini sanmıyordum.

İçeri girdikten sonra bir tık daha yavaşlayan adımlarımızla ilerlememizi sürdürürken kulağıma dolan hareketli müziğin seviyesi atılan her adımda giderek artıyordu. İstemsiz kaşlarım çatıldı. Umarım başım ağrımazdı.

İlk girişteki aynalarla kaplı oldukça uzun olan koridoru sonunda aşarken gri, büyük sayılabilecek bir kapıya ulaşmıştık. Onunda önünde korumalar mevcutken onlarda saygıyla başlarını eğip, sorgusuz sualsiz araladılar kapıyı.

Aralanan kapıyla önümüze geniş sayılabilecek bir merdiven çıktı. Aşağıya inen merdivenleri beni iyice dibine sokan Ares'le inerken etrafı incelemeye başladım. Onun eli belimdeyken ve o böylesine bana yakınken düşmeyeceğimi biliyordum. Onun rahatlığıyla attığım adımlara değil etrafa bakındım.

On basamağı aşkın bir merdivenden sonra oldukça geniş olduğunu düşündüğüm bir alana geliyorduk. Büyüklüğü hakkında net bir fikrimin olmaması mekanın tıklım tıklım olmasından kaynaklıydı. Sol tarafta büyükçe bir bar kısmı bulunuyordu. Etrafındaki tabureler komple doluydu.

Tam merdivenlerin karşısından başlayıp sağ tarafı komple kaplayan beş tane odacık tarzı loca olduğunu düşündüğüm yerler vardı. Normal zeminden yüksekte duran ve birkaç merdiven basamağını aşarak çıkabildiğin localar, tıklım tıklım duran ortama nazaran oldukça ferah gözüküyordu.

Havadaki terle karışık alkol kokusunu solumak düşündüğümün aksine o kadar da kötü değildi. Galiba bu da mekanın kalitesinden kaynaklı bir şeydi.

Dans eden kalabalığın arasına karışmadan kenardan kenardan Ares'in yönlendirmesiyle ilerlerken nefesini kulağımın dibinde hissettim. Anlık duraksayan bedeninin kasılmasını hissederken meraklı bakışlarım ona doğru döndü.

"Biz bize kalana kadar kimseyle muhatap olma ve kimseye gülümseme."

Duyduğum sözler karşısında ilk başta ne demek istediğini anlamadım. Müzik sesinin yüksekliğinden kaynaklı belki yanlış duymuşumdur diyecektim ama o da imkansızdı çünkü Ares gayet kulak zarımın içine girecek kadar yakınımdan söylemişti sözlerini.

Anlamlandıramadığım durum karşısında kaşlarım istemsizce çatılırken bu gecenin sağ sağlam geçip gitmesini istiyordum. 2020 yılı bana hiç iyi gelmemişti. Umarım 2021 yılı bundan çok farklı olurdu.

*** 

Gerginliği buram buram soluyabildiğim ortamda bakışlarımı kucağımdaki ellerimden ayırmıyordum. Pekala şu anda Ares'in ne demek istediğini gayet net anlayabiliyordum.

İlk başta anlamlandıramadığım sözlerin üzerinden yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Bu süreçte localardan birinde olan muhteşem üçlünün yanına gelmiş ve boş bulduğumuz bir yere kurulmuştuk.  Lakin planlandığı gibi ve Ares'in kast ettiği biz bizelik bir durum yoktu.

Locada bizim dışımızda iki erkek ve bir kadın daha bulunuyordu. Efe Türker, Kağan Türker ve Pelin Nare. Bu üç kişide Tamer'in tanıştırması üzerine Tamer'in arkadaşı oluyordu. Gerçi bu tanıştırılma durumu bir tek bana olmuştu çünkü herkes birbirlerini önceden zaten tanıyordu. Ortama yeni giren birisi olarak bu yadırgadığım bir durum olmamıştı.

Bu tanışma mevzusundan Ares'in hiç memnun olmamış tavırları fazlasıyla göze çarparken o zaten açıkça niyetini belli etmişti. Tamer'in bizi tanıştırma çabasını büyük bir ilgisizlikle bölerek beni yamacına çekmiş ve kolunun altında küçük bir kıskaca almıştı.

Sağ olsun bu arada üzerimizdeki kabanlarımızı çıkartmamıza müsaade de etmişti. Yoksa büyük ihtimalle onun bu suratsız ve oldukça buz tavırlarına karşın ben ağzımı açıp da bir şey diyemezdim ve olduğum yerde edebimle isilik geçirmeyi beklerdim.

Locadaki herkes onun bana olan bu yakın tavrına biraz şaşkınlık içerisinde bakarken Tamay kaş göz yaparak bir şeyler sorup bu şaşkınlığı ileri seviyeye dökmüştü. Ama Ares'in bu buz halinden dolayı kimse ağzını açıp da açıkça bir şey soramıyordu. Dün gece olanlardan ve daha sonrasından haberleri olmadığından muhteşem üçlünün bunu yadırgaması normalken diğer üçlünün neden bu kadar şaşkın şaşkın bize baktıklarını çözememiştim.

Buraya geldiğimden beri yaptığım gözlemlere dayanarak Ares'in karşımdaki üçlüden daha doğrusu iki erkekten hiç haz etmediğini anlamıştım. O zaten tüm dürüst tavırlarıyla bunu ortamda gayet net belli ediyordu. O iki erkeğinde Ares'ten çok memnun olduklarını söyleyemezdim çünkü ters bakışmaların başka bir anlamı olamazdı. Galiba önceden gelen anlaşmazlık gibi bir problemleri vardı. Anladığım kadarıyla da şans eseri denk gelmişlerdi ve oturacak loca bulamadıklarından davetsizce buraya kurulup kalmışlardı.

Tamer'in Ares geldiğinden beri olan gerginlikten iyice saçmaladığı tavırları bana oldukça komik gelirken arada kıkırdamadan edemiyordum. Bunun yüzünden Ares'ten bir kere cimcik yemiştim. Neden? Çünkü ortamda biz bize kalana kadar sakın gülümseme demişti ve ben bunu dinlememiştim.

Bu tavrının karşıdaki üçlüden kaynaklı olarak genel bir şey olduğunu düşünsem de kesinlikle öyle değildi çünkü Tamay pek ala kahkahalarla gülüyordu. Benim gülmemle ilgili kişisel bir problemi vardı galiba arkadaşın.

Ortam her ne kadar gergin olsa da geldiğimizden beri bir türlü bitmeyen bir sohbet vardı. Sık sık Ares'e de laf atılıyordu ama o her seferinde kısaca kestirip atıyordu. Arada kucağımdan çekip etrafa attığım bakışlarda sürekli karşımda oturan iki erkekle göz göze gelirken bu daha çok Efe denen adamla oluyordu. Neden bana bakıp duruyordu?

Bu hareketinin tek farkında olan bende değildim üstelik. Ares gittikçe artan gerginliğiyle o çocuğa öldürecekmiş gibi bakıyordu son beş dakikadır. Ben bu geceyi hiç böyle düşünmemişken Ares'in bana söylediği az alkollü kokteylimi yudumladım.

Ares geldiğinden beri üç bardak viskiyi çoktan götürmüştü. E dur daha geleli bir saat bile olmadı demek istesem de onu demekte pek yememişti. Gerçekten sinirli duruyordu ve bu beni meraka sürüklüyordu. Ne oluyordu burada?

"Siz neden bu kadar geciktiniz ya?" diyen Tamay'la bakışlarım ona döndü. Yan tarafımda, sevgilisinin kolunun altında oturuyordu. Her ne kadar locaya çok abartı müzik sesi gelmese de herkes dediklerini daha da anlaşılır kılmak için bir miktar bağırarak konuşuyordu.

"Hazırlanması için kaldıramadım ki on saat." dedim Ares'i şikâyet ederek. Geldiğimden beri susuyordum ama artık sıkıntıdan patlayacaktım. Tamay da zaten beklediğim bir soruyu sorarken hemen dert yakınmaya başlamıştım. Galiba sabahtan beri Ares'i şikâyet etmek için bir an bekliyordum çünkü öyle güzel bir hevesle atılıp şikâyet eder gibi konuşmuştum ki bir an ben bile kendime şaşırdım.

Ares bu serzenişime bir tepki vermezken omuzumun üzerindeki kolunu sırtıma sürterek belime indirdi. Bu hareketiyle istemsiz biraz öne doğru eğilirken ona bunu yapması adına rahat bir alan oluşturmuş oldum. Belime yerleştirdiği elini karnıma doğru sararken tekrardan arkama yaslandım rahat bir biçimde. Bacak bacak üstüne attığım bacaklarıma arada ters bakışlar atan Ares'i görmezden gelmeye çalışıyordum.

"Neyse buna da şükür en azından bu kadarına ikna edebildin." diyen Tamay'a hak verircesine başımı salladım.

"Bu arada elbise çok yakışmış kuzum." diye de ekledi. Bu sözleri locadaki çoğu bakışın üzerime dönmesine sebep oldu.

Kızardığımı hissederken kısık sesli bir teşekkür etmekle yetindim. Bu kadar fazla bakış altında kalmaya pek alışık değildim ve bu durum benim kızarıp bozarmama sebep oluyordu.

"Siz aynı evde mi yaşıyorsunuz?" diye şaşkınlık nidası apaçık belli bir soru gelirken bunu soran kadına döndüm. Pelin geldiğimizden beri bana ilk defa laf atarken şaşkınlığımı gizli tuttum. Her ne kadar bana ilk defa laf atsa da bu durum Ares için hiç de öyle değildi. Ortamda Ares'e atılan lafların büyük bir çoğunluğu bu kadına aitti. Ares de kesin gözü vardı, bunu geldiğimizden beri takındığı tavır ve bakışlarından anlayabiliyordum.

Pelin'in büyük merak içeren sözleri locadaki tüm gözleri üzerimize dikerken bu sorunun cevabını Ares'e bıraktım. Asıl hikâyeyi çoğu ayrıntısıyla bilen muhteşem üçlü de sessizliğini koruyarak Ares'ten bir yanıt bekledi.

"Evet."

Ares'in tüm olağanlığıyla verdiği kısa yanıtla karşıdaki üçlünün bakışları üzerimizde daha dikkatli dolanmaya başladı. Pelin denilen kız tam bir soru daha soracakken araya Efe girdi.

"Ne iyi oldu bu gece değil mi?" dedi ilk Tamer'e ardından bize bakarak. Daha doğrusu bana bakarak.

"Siz olmasaydınız belki iyi olabilirdi diyeceğim ama etkisiz elemandan farksız olduğunuzdan her türlü iyi bir gece." diyen Ares dördüncü viski bardağını sözlerinin sonunda kafasına dikti. Sözlerine tezat olan hal ve hareketleri düşündürücüydü.

Efe bu sert tavra tam bir cevap verecekken araya bu kez de Tamer girdi. "Kesinlikle çok iyi bir gece daha iyisi olamazdı!"

Bana absürt gelen sözlerine gülmek istedim ama onun yerine sadece bir 'Hıh!' sesi çıkararak başımı arkaya yatırdım. Başım ağrımaya başlamıştı hafiften.

"Muhteşem bir gece." dedim.

Bu dediğimi sadece Ares duyarken bakışları aşağı doğru bana döndü. Bu hareketiyle başımı geriye attığıma pişman olurken daha hiçbir şey bilmeyen muhteşem üçlünün yanında bu kadar yakınlaşmak beni daha çok geriyordu. Zaten fazlasıyla yakındık! Hızla oturduğum yerde biraz toparlandım.

"Bende sıkıldım terasa çıkalım mı?" dedi Ares.

Ona doğru döndüm. "Teras mı var?" dedim hevesle. Biraz temiz havada nefeslenmek güzel olabilirdi. Verdiğim cevaba Ares yandan bir gülüş sundu.

"Var." dedi ve hemen ardından sözlerine devam etti. "Olmasaydı da senin şu hevesine yaptırırdım."

Bakışlarındaki yoğunluk, yüzüme yeterince yakın olan yüzü, nefesi, kokusu ve şu ansızın söylediği kalbimi sekteye uğratan sözleri... Onu öpme isteği gelmişti içime. Bence de terasa çıkmalıydık. Bu gergin ortamda, karşımdaki kazulet suratlı yapmacık tavırlı kadınla durmaktansa Ares'le terasta cilveleşmeyi tercih ederdim. Belki öpüşmemiz gereken konular vardı biz neden burada böyle gerim gerim kalitesiz vakitler geçiriyorduk ki? Daha doğrusu ben geçiriyordum? Şahsen Ares gergin ve sinirli dursa da gayet sülalem rahat bir biçimde oturuyordu.

"Biraz fazla kaçırdım galiba Allah'tan yarın iş yok." diyen Bars'ın sesi beni öpüşme alemlerinden ay daha doğrusu düşünce alemlerinden çıkardı.

"Harbi ya." diyerek Bars'ı destekledi Tamer.

"Yakın bir zamanda doğum günüm var parti düzenliyorum sizi de muhakkak beklerim." Kağan'ın nazik davetiyle konu ansızın değişirken tekrardan genellikle Tamer ve davetsiz üçlünün konuştuğu bir sohbet açıldı.

"Geçen seneki gibi yine dansözlerle dolduracaksan mekânı beni ilk sıraya yaz dostum." dedi Tamer tüm rahatlığıyla.

Duyduklarıma karşı ağzım bir balık gibi açılacakken alt çeneme baskı uygulayarak buna engel oldum. Doğum günü partisine dansöz doldurmak mı? Bu zenginlerin partileri gerçekten böyle mi oluyordu? İğrençti!

"Baştan belirteyim Bars'ı bu planda unutun." diyerek araya girdi Tamay. Ses tonu gayet ciddi ve kendinden emin çıkmıştı. Onun bu tavrına Bars sadece onu daha da sıkı sararak tepki vermişti. Galiba bu 'Hanımım ne derse o.' demek oluyordu. Çift olarak sergiledikleri sahiplenici tavırlarını tebrik ettim içten içe ve hayal dünyamın bir ürünü olan plaketi kendilerine takdim ettim.

"A niye ama sen de onunla gel canım." Pelin'in ciyaklamaya benzer ve artık kulaklarımı tırlamalamaya başlayan sesini duymamla gözlerim ona kaydı. Sözleri kendisinin de orada olacağının kanıtıydı. "Sen sevgiline sahip çıkarsın korkma elden gitmez oğlan." diyerek devam etti sözlerine kahkahalar eşliğinde. Sanki dediği şey çok komikmiş gibi.

Bu kez kendimi tutamayarak gözlerimi devirdim ve Tamay'ın tepkisini görmek için ona doğru döndüm. Suratında inanılmaz itici duran samimiyetsiz bir gülüş vardı. Anlıyorum seni canım ama dayan illaki biter bu gece de demek istedim lakin yine sustum bir şey demedim.

"Ares sende gel merak etme sana da ben sahip çıkarım yemezler seni de."

Yanlış duyduğuma kendime inandırmak istediğim sözlere gözlerimi irileştirerek döndüm. Ne? Ne! Ne!! Nee!!!

Pekala tam da şu anda kıskançlık krizine girip bu kızı yolsam çok mu erken olurdu? Galiba evet. Daha ne yaşadığımız bile net değilken böylesine bir hareket hiç hoş olmazdı bunu biliyordum. Bunu bilebilecek olgunluğa da sahiptim ama... Bu işin bir de aması vardı.

Damarlarımda an itibariyle alyuvarlar değil kol kola girmiş halay çeken kıskançlıklar dolanmaya başlamıştı. Bir anda bedenimi saran ateş beni bunaltırken Ares'in kolları arasından çıkarak hafif öne doğru kaydım. Bu hareketimle zaten mini olan elbisemin eteği iyice yukarı çıktı, Ares'in karnıma sarılı eli oturduğumuz koltuğa düştü.

Karşımdaki Efe'yle yanımdaki Ares'in bakışları eş zamanlı bacaklarıma kayarken Ares'in sert nefes verişini duydum. Tam eteğimi düzeltmek adına bir hamlede bulunacakken benden önce Ares harekete geçti.

"Buna ihtiyacım olduğunu sanmıyorum." diyerek Pelin'e bakmaksızın bir cevap verirken sol eli tekrardan karnıma sarılarak beni yanına geri çekti. Sağ eli eteğimin yukarı kıvrılan ucuna giderek onu sert ama dikkatli hareketlerle aşağıya doğru çekiştirdi. Bu hareketiyle eli çıplak bacaklarımla doğrudan temasa girmişti.

İri elinden bedenime yayılan elektriğin farkında olan tek ben değilken Ares'le göz göze geldim. Bana ters ters baktıktan sonra kendisine soru soran Bars'a döndü ve onunla bir sohbete başladı.

Pelin'in bozulmuş suratına baktım ifadesizce. İçimden şu anda ona dil çıkartıp nanik hareketi yapmak geliyordu. Ne güzel almıştı cevabını.

Efe'yle göz göze geldim. Önce bana sonrasında Ares'e tuhaf bakışlar atarken aramızda neler olduğunu çözmeye çalışıyor gibiydi. Bu durumu bu kadar yadırgaması normaldi çünkü ilk tanıştırılırken Tamer beni normal bir arkadaş diye tanıtmıştı. Şahsen ben olsam bende yadırgardım.

Bu yadırgamayı tek yapan kişi Efe de değildi üstelik. Ortamdaki herkes farkındaydı bu tuhaflığın ve yadırgadıkları da belliydi. Efe ile Pelin ters ters bakarak işi bakışlarıyla çözmek isteyen taraf olurlarken Kağan onlar kadar önemsememiş gibiydi bu durumu. Sadece başta tuhaf bakışlar atıp geçmişti. Tamer'le sohbet etmek daha işine gelmiş olsa gerekti.

Tamer her ne kadar Kağan'la hararetli bir sohbet içinde olsa da arada bakışlarının üzerimize kaydığını ve bize kaşlarını çatarak baktığını bir iki kez yakalamıştım. En az o da herkes gibi ne olduğunu çözememişliğin hoşnutsuzluğu içerisindeydi.

Bars şimdilik bu konuyu görmezden gelmeyi seçerek Ares'le ilerleyen haftalarda gerçekleşecek olan bir maça gitmenin pazarlığını yapıyordu. Tamay'sa tam da kendisinden beklenen hareketi yaparak çaktırmadan bana yaklaştı ve benimde ona doğru yaklaşmam adına ufak bir el işareti yaptı. O bu merakla çok bile dayanmıştı.

Onun bu gizemli bir iş yürütüyormuş havalarına karşı bende gizemli bir havaya bürünmek isterken ona doğru kaykıldım hafifçe. Yandan bakışla Ares'i kontrol ederken tüm odağının Bars'ta olduğunu gördüm. Biraz daha biraz daha derken azıcıkta olsa uzaklaşmayı başarırken bu Tamay'la kavuşabilmemiz adına yeterli bir hamle değildi.

Beni sabırsızlık içerisinde bekleyen Tamay'a bir dakika işareti yaptım. Şanslıydım ki sırtım Ares'e dönük bir biçimde duruyordum neredeyse. Sırtımla gövdesi arasındaki olan teması çaktırmadan keserken kalçamı biraz daha Tamay'a doğru kaydırdım. Tekrardan Ares'i kontrol edecekken Tamay dudaklarını oynatarak bana bir şey dedi ama ne dediğini anlamadım. Bende tıpkı onun gibi sessiz dudak ve mimik hareketlerimle iletişim kurmaya çalıştım.

"Ne?"

O benim ne demek istediğimi anında anlarken bu kez heceleyerek oynattı dudaklarını. "A-ce-le et!"

Oradan konuşması kolaydı. Bu dediğine suratımı buruşturdum ve mengene gibi belimi saran eli işaret ettim. Tekrardan yavaş hareketlerle kalçamı Tamay'a doğru kaydırdığım esnada karnımda hissettiğim baskıyla kendimi gerisin geri çekilirken buldum. Sırtım tekrardan Ares'in gövdesine yapışırken karnımdaki elinin sıkılaştığını hissettim. Gördüğü manzara karşısında Tamay’ın da suratı buruşurken omuzları çöktü. Değişen yüz ifadesinden anında başka bir plan kurduğunu anladım. Zeki kızdı ve konu dedikodu olduğunda o hep bir çaresini bulurdu.

"La-va-bo?" dedi bakışları benimle denk geldiğinde tekrardan heceleyerek. Bu dediğiyle kafamda bir ampul yanarken onu baş hareketiyle onayladım. Lavaboya gitmek iyi bir fikir olabilirdi.

"Ay ben bir lavaboya mı gitsem ne yapsam?" dedi Tamay yüksek bir çıkış yaparken. Ses tonu fazla coşkulu ve yüksekti. Onun bu oyunculuğunu hem alkışlamak hem de göz devirmek istiyordum. Bir işler çevirdiğini çokta belli etmesen mi kızım!

Locadaki herkesin bakışları anında Tamay'a dönerken herkes ettiği sohbete ara vermişti. "Gel beraber gidelim." diyerek olaya ilk Pelin atladı.

"Ay yok sağ ol ya sen rahatını hiç bozma." dedi Tamay panikle.

"Ben seni götüreyim sevgilim." dedi bu kez de Bars olaya atlarken.

Tamay herkesin bu istekli lavaboya gitme haline bıkkın bir nefes verdi. "Yok sevgilim ya sende sohbetini hiç bozma." dedi ona da bir bahane bularak.

"Ben mi geleyim kızım ne istiyorsun? İstersen avcumu açayım oraya yap." diyerek Tamay'ı bozan Tamer'le biraz gerildim. Şimdi çıkıp ben geleyim desem ve Tamay bunu hevesle kabul etse Ares şüphelenirdi. Hayır adamın arkasından rahat rahat dedikodu da yapamıyorduk bu nasıl işti böyle!

"Sen kusur kal sağ ol." dedi Tamay da ters bir biçimde. Ardından bakışlarını locada gezdirdi ve en son bende durdu. "Lavinia gelsin benimle hem makyajımı tazeler."

Topun sonunda bana dönmesiyle hafif bir nefes koy verdim. Oturduğum yerden, Ares'in kollarının arasından sıyrılarak ayaklandım. "Olur hadi gel." dedim.

Uzun olmasa da gerginlik içerisinde oturduğum vakitte kasılıp kalan bedenimi gevşetmek adına ellerimi vücuduma sürttüm ve en son elbisemin eteklerini hafif aşağıya çekiştirdim. Benim kalkmamla Ares'te sol bileğindeki saatine bakarak ayaklanırken meraklı bakışlarım ona döndü.

"Seni sevgilin götürsün her nereye gideceksen. Benim Lavinia'yla bir işim var." dedi ve kimsenin bir şey demesine müsaade etmeden beni locadan çıkarttı.

Üzgün gözlerle Tamay'a bir bakış atarken onunda ağzı açık bana baktığını gördüm. Ya alt tarafı beş dakika dedikodu yapıp olan biten her şeyi Tamay'a ötecek ve durumun ne olduğunu ona soracaktım. Sonuçta onun kuzeniydi ve onu benden daha iyi tanıyordu. Belki neler olduğuna dair birkaç fikirde bulunabilirdi.

Ares'in yönlendirmesiyle yine onun kolunun altında birkaç merdiven aşarak gerimizde bıraktığımız gürültüden uzaklaştık. Attığımız her adımda azalan insanlar ve sesler bana yavaştan huzur verdi. Kalabalık ortamları ve gürültüleri oldum olası sevememiştim.

"Nereye gidiyoruz?" dedim en sonunda dudaklarımı aralayarak.

Meraklı bakışlarımı geçtiğimiz karanlık koridorlarda bir şeyler bulabilmek adına dolaştırırken en sonunda Ares'in adımları yavaşladı. Bana herhangi bir cevap vermekte gecikmeyi takmadan karşımıza çıkan gri metal kapıyı araladı.

Aralanan kapıyla bedenimi anında keskin bir soğuk sardı. Ares, "Biraz nefeslenmek iyi olur diye düşündüm." derken biz çoktan terasa çıkmış ardımızdan kapıyı örtmüştük.

Anında onun kolları arasından çıkarak terasın pervazına yaklaşırken karşıdan gözüken ve bize oldukça yakın olan deniz manzarasına diktim gözlerimi. Soğuk havanın titrettiği bedenimi görmezden gelerek pervaza yasladım ellerimi ve içime derin bir nefes çektim. Akciğerlerime dolan temiz hava beni biraz olsun rahatlatırken onun bedenini hemen arkamda hissettim.

"Gerçekten de öyle oldu." dedim.

Hemen ilerimizdeki denizin manzarası gözüme oldukça güzel gelirken biraz hırçın bir havaya sahipti. Burnuma buram buram kar kokusu gelirken hala daha yağmamasına şaşkındım. Artık yağmalıydı. Tamda onun havalarındaydık.

İlk ensemde hissettiğim sıcak nefes ben daha ne olduğunu anlamadan kulağımın hemen ardında biterken onun kalıplı kolları bedenimi tekrardan sardı. Dünden beri beni sarmalara doyamamıştı resmen. Kendimi sürekli onun kolları arasında bulurken bundan hiç de şikayetçi değildim.

Soğuk havaya rağmen onun bedenini tam arkamda hissetmek, kolları arasında olmak, kokusunu solumak ve nefesini saçlarımın arasında duyumsamak içimi sımsıcak yapıyordu. Üşüdüğümü hissetmiyordum.

"Herkes bu hallerimizi fazlasıyla yadırgadı." dedim ansızın. Her ne kadar o bu konuyu açmadan ben bu konuyu açmayacağım desem de tutamamıştım kendimi.

"Normal." dedi beni daha da sıkı sararken. "Beni ilk defa böyle görüyorlar." diye de ekledi sözlerinin hemen peşi ardına.

Ne demek istediğini tam anlamıyla anlayamazken ona bunu sormak adına dudaklarımı araladım ama o buna müsaade etmeden tekrar kendisi konuştu.

"Yeni yıla girmemize son bir dakika kaldı. Aslında bunun için buradayız. Baş başa, sakin ve özel bir an olsun diye."

Sözlerinin şaşkınlığını yaşarken ona doğru dönmek istedim. Bu isteğimi hemen yerine getirerek kollarını gevşetti ve ben böylelikle kolaylıkla ona doğru döndüm. Yüz yüze geldiğimiz esnada kollarını tekrardan belime sararak beni kendine yasladı. Tıpkı o gece evdeki terasta olduğu gibi.

"Hımm öyle mi?" dedim büyük bir tebessümün yüzüme yer edinmesine izin vererek. Bu esnada kollarına yasladığım ellerimi göğsüne çıkardım.

Burnunu burnuma sürterken o da gülümsedi. "Evet öyle."

Belimdeki elleri biraz daha aşağıya doğru kayarken birkaç adımda olduğumuz yerde döndük. Başımı sağa çevirerek ileride gözüken deniz manzarasına bir kez daha bakarken göğsündeki ellerimi ensesine çıkarttım ve oradaki saç tellerini okşadım. Bu hareketimle başını bana eğerek şakağıma derin sıcak bir öpücük kondurdu.

İstemsizce ona biraz daha sokulurken bakışlarıma bir şey takıldı. Gökten inen kar taneleri benim yanılsamam mı diye tekrar tekrar kontrol ederken Ares'ten istemsiz uzaklaştım biraz. Ama ne onun elleri benim belimden ayrıldı ne de benim ellerim onun ensesinden ayrıldı.

"Gerçekler mi?" dedim hayranlıkla bir anda iri iri yağmaya başlayan kar tanelerine bakarken. "Bir anda böylesine güzel yağmaları tam bir mucize." diye de ekledim.

Sözlerimin ardından etraftan büyük bir coşkuyla ondan geriye doğru sayan insanları sesi duyulmaya başladığında Ares aradaki mesafeyi sıfıra indirdi. Ona doğru döndüm. Burunlarımız birbirine sürterken bakışlarımız birbirine tutunmuştu.

"Asıl mucize senin bir anda yoluma çıkman bence." dedi ansızın.

Ne diyeceğimi bilemez halde kalakalırken zaten o benim bir şey dememe fırsat tanımadı. Etraftan duyduğumuz sayımda bir rakamı söylendiği anda büyük bir istekle dudaklarıma kapandı. Aynı istekle anında ona karşılık vermeye başladığımda sanki dahası mümkünmüş gibi ona biraz daha sokuldum.

Etraftan gelen coşkulu kutlama seslerine ek havai fişek sesleri de eklenirken gökyüzünde yarattıkları ışıkların suratımıza yansıdığını hissediyordum.

Kalçamın hemen üstünde biten elleri belimi yavaş yavaş okşarken bir peri masalının içindeymişim gibiydi. Öylesine güzel, öylesine büyülü. Ensesindeki ellerimi biraz daha yukarı, saçlarına doğru çıkartırken şu anda hiç duymamamız gereken bir ses duyuldu ortamda.

"Yok artık anasını satayım!"

Basılmış olmanın verdiği panik halinde anında Ares'in dudaklarından koparken başım hızla sola döndü. Karşılaştığım kişiyle bende ufak bir şok yaşarken Ares'in küfür mırıldandığını zar zor duydum.

"Yıllardır büyük emeklerle koruduğum akıl sağlığım götünden bıçaklandı toparlayamıyorum şu an!" diyen Tamer'e daha fazla bakamazken utanç içinde geri çekildim. 1

Yeni yılın ilk dakikasında Ares'le öpüşürken Tamer'e de yakalanmazdım yani! Muhteşem başlayan yeni yılın daha da muhteşem ilerleyen ilk dakikalarındaydık ve ben utançtan mora dönmek üzereydim.

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz?

Tamer beni kahrediyor gerçekten dfkcljsld. Onun mağduriyetleri şaka mı?

Lütfen beğeni ve bol bol bol bol yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!

Bölüm : 31.10.2024 14:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...