3. Bölüm

BÖLÜM 2

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

 

Her zamanki gibi sizi bölüm sonunda bekliyor olacağım.

İYİ OKUMALAR

Sessizlik. Benim için hiçbir şey ifade etmeyen bir kelime. Aynı zamanda da birçok şeyi ifade eden bir kelime. Böylesine bir zıtlık mümkün olabilir miydi peki? Herhangi bir şeyin senin için hem hiçbir şey ifade etmemesi hem de çok şey ifade etmesi gerçekten mümkün olabilir miydi? Bence olabilirdi.

Mesela babam. O adamın bende artık gram değeri yoktu. Bana babamı sorsalar hiç şüphesiz onlara benim için hiçbir şey ifade etmediğini dile getirebilirdim ama aynı zamanda da tüm kinimi kazanacak kadar çok şey ifade ettiğini de dile getirebilirdim. Tüm nefretimin tek sebebi olduğunu, hayatımın içine sıçtığını da söyleyebilirdim. Hayallerimin katili olduğunu; çocukluğumu, gençliğimi acımasızca elimden aldığını da söyleyebilirdim.

Ama bence ben en çok hiçbir şey söylemezdim. Evet doğru duydunuz hiçbir şey söylemezdim. Benim dilim lal olmaya alışkındı bunları dile getirmemeyi sorun etmezdim. Zaten olmuş bitmiş bir şeyi dile getirsem ne değişebilirdi ki? Geçmişe dönerek tüm her şeyi düzeltebilirler miydi? Hiç sanmıyordum. O yüzden olmuş bitmiş şeyleri sürekli dile getirip bir şeylerin değişmeyeceğini bile bile kendimi konuşarak yoracağıma geleceğim için hiç durmadan konuşup yorulabilir, istediğim şeyler adına mücadeleler verebilirdim.

Aldığı cevapla hiçbir tepki vermeden gözlerimin içine bakmayı sürdüren Ares’de sessizliğini koruyacağını açıkça belli etmişti. Buna şaşırmadım. Zaten böylesine rezalet bir duruma nasıl bir yorum yapabilirdi ki? Böyle bir duruma ne denirdi? Ben söyleyeyim. Koca bir hiç.1

Aramızda gözlerini kaçıran taraf ben olurken başıma gelebilecek ihtimalleri düşünmeye başladım. Büyük ihtimal yokluğum çoktan fark edilmiş üstüne üstlük bana karşı duyulan öfke ve nefret büyüdükçe büyümüştü. Bunun yanı sıra yokluğumun çok da önemsendiğini düşünmüyordum ama yine de bir etrafı yoklamak işime gelirdi. En azından hayatımın ilerleyen vakitlerinde neler yapacağımın bir planını yapardım.

Bunun içinde telefonuma ihtiyacım vardı. Hatırladığım kadarıyla en son kazağımın cebindeydi ama kazağım üstümde değildi. Bu durumu Ares'e sormaya karar verdim ve böylelikle onu da girdiği bu düşünce kuyusundan çıkarmış olabilecektim.

"Şey... O gece üstümde olan kazağım nerede biliyor musun?" dedim biraz çekingen bir biçimde.

"O kazak giyilecek durumda değil." dedi tok bir sesle.

Ben sana bunu mu sordum diyerek terslemek istesem de kendimi tuttum. "Giymek için değil. Cebinde telefonumun olması lazım ona ulaşmam gerek." dedim sakinliği benliğimde tutarak.

Bir süre sessiz kalıp dediğim şeyi düşünen Ares neyse ki beni çok bekletmedi. "Çöpe atarken cebinde bir şey yoktu."

Ah mükemmel! Gerçekten çok şanslıydım. Acaba yere düştüğümde cebimden fırlamış mıydı? Bu ihtimal duble mükemmeldi. Sıkıntıyla elimi anlıma kapatırken derince ofladım. Canım gittikçe sıkılıyordu.

"Belki arabada düşmüştür bakarız."

Olabilir miydi ki? Neden olmasın diye içten içe söylendim. Benim için yeterli bir umuttu bu. Yani şimdilik. Bir hevesle Ares'e dönerken mesanem de hissettiğim sızıyla yüzümü buruşturmadan edemedim. Bu sırada büyük bir dikkatle yüzümü inceleyen Ares neler olduğunu kavramaya çalışıyormuş gibi bana bakıyordu.

"Ben artık gitsem iyi olur. Her şey için teşekkür ederim. Bu kadar zahmete girmene bile gerek yoktu ya neyse orası ayrı bir konu."

"Nereye? O halde çıktığın ev olduğunu söyleyecek kadar aptal değilsindir diye düşünüyorum."

Aldığım tepkiye şaşırmadan edemezken haklılık payının olduğunun bilincinde sustum. Normal birisi böyle bir şeyden sonra kalkıp da öyle bir yere geri dönmek bile istemezdi. Ne diyebilirdim ki benim de oradan başka gidecek bir yerim yoktu. Hem onlar benim ailemdi. Yani pek aile gibi olmasalar da eldeki mal buydu. Yapabileceğim bir şey yoktu.

"Dur bakayım. Gerçekten aptalsın!" Ses tonundaki şey öfkeyle karışık alay mıydı? O durumumu nereden anlayacaktı ki bana böyle bir yaklaşım sergiliyordu?

"Bak yardımların için gerçekten minnettarım ama geri dönmem gerekiyor. Kaldı ki oraya geri dönmekten başka seçeneğim de yok zaten. Herkesin hayatı ve şartları farklı benim de yapabileceğim bir şey yok. Mecbur geri döneceğim ama kendimi korurum sorun değil. Bir şekilde başımın çaresine bakarım yani ben, sen merak etme."

Uzun soluklu konuşmanın getirisinde derin derin nefesler alırken mesanem de artan sızıyı şimdilik görmezden gelmeye çalışıyordum. Karşımda öyle ruhsuzca bana bakan Ares'ten gelecek herhangi bir tepki bekledim. Her ne kadar onun suratına sen beni nereden anlayacaksın diye bağırmak gelse de yaptığı yardımlar hatırına susup daha ılıman olmaya çalışıyordum. Çok da uzun sürmeyen bekleyişten sonra aldığım cevapla kırılmadım dersem yalan söylemiş olurdum. Nedeni bilinmez bir şekilde içim burkulmuştu.

"Merak etmiyorum zaten."

"Peki o zaman bana son bir iyilik yapabilir misin? Beni bulduğun yere geri bırakır mısın?"

Kararsızmış gibi görünen Ares büyük ihtimal benim hayal ürünümden ibaretti. Çünkü bunda tereddüt duyulacak bir şey yoktu.

Üzerimde ne bir para vardı geri dönebilmem için ne de bedenimde bir mecal. Her ne kadar çekinsem ve istemesem de ondan bu iyiliği istemek zorundaydım.

"Tamam. Bir şeyler atış-"

"Hayır direkt yola çıkalım daha fazla vaktini almayayım. Sadece evden çıkmadan önce lavaboyu kullanabilir miyim? Sonra da telefonuma bakarız."

"Pekâlâ."

Derin bir nefes alarak ağır hareketlerle yataktan çıktım. Yine aynı yavaşlıkla zeminde dikilirken dikkatli olmaya ekstra özen gösteriyordum. Bir daha düşüp bayılma gibi şeylerin olmasını istemezdim.

Kalçama kadar gelen siyah dalgalı saçlarım sürekli bir yatma halinden olsa gerek karmakarışık haldeydi bunu hissedebiliyordum. Üstümü başımı düzeltme ihtiyacı hissederken bunu lavaboda aynanın karşısında yapmak üzere erteledim. Ne halde olduğumu az çok tahmin ediyordum ama görmeden de tam anlamıyla bilemezdim.

Bakışlarımı benimle ayaklanan Ares'e çevirdim ve yol göstermesini bekledim. Kısa bir süre ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışırcasına karşımda uzun boyuyla tüm ihtişamı ile dikilse de sonunda anlamış ve başıyla odanın içindeki bir yeri işaret etmişti. Bakışlarımı işaret ettiği yere çevirmemle odanın sağ tarafındaki iki kapıdan birini gösterdiğini anladım.

"Hangisi?" dedim işaret ettiği kapıyı tam anlamadığımdan.

"Sağ."

Anladım anlamında başımı ileri geri kısaca sallarken uyuşuk adımlarla sağdaki kapıya doğru ilerledim. Bu oda onun mu diye düşünmeden edemedim çünkü odanın lavabosuna giriyordum ve kullanacaktım yani otomatikman onun kullandığı lavaboyu kullanmış oluyordum ve kişisel hayat diye bir şey vardı. Elin adamının özeline girmeme ne gerek vardı?

Ah tabi kaç gündür elin adamının yatağını, hayatını işgal etmedin zaten. İç sesime hak vermeden edemedim ve bu çok canımı sıktı. Haklıydı bu durumda hiç hoşuma gitmemişti ki zaten hoş bir durum değildi. Bir an önce daha fazla rahatsızlık vermeden buradan gitmeliydim. Bunun bilincinde atik bir hareketle ulaştığım kapıyı araladım ve hızlıca içeriye girdim.

Beni karşılayan banyo aynı yatak odasının bir parçasını olduğunu belli eder gibiydi ama bunda çok takılmadım ve incelemeye gerek görmeksizin hızlıca ihtiyaçlarımı karşıladım. İşimi elimden geldiğince en hızlı şekilde hallederken ellerimi yıkamak üzere musluğa yaklaştım. Büyük bir titizlikle ellerimi sabunlayıp durularken karşımdaki aynaya bakmak için hiç de istekli değildim ve bunun için olağanca zamanımı geciktirmeye çalışıyordum. Ama her şeyin bir sonu elbette geliyordu bunu ellerimi kenardaki havluya kurularken fark etmiştim.

İsteksizce bakışlarımı karşımdaki aynaya yöneltirken karşılaştığım ilk şey ölüden farksız fersiz bakışlarımdı. Tam olarak hangi renk olduklarını çözemediğim yosun yeşili ile cam mavisi karışımı gözlerim kanlanmıştı. Göz bebeklerimin simsiyah, sık ve upuzun kirpiklerle çerçevelendiği gözlerim şiş bir biçimde karşımda olağanca gerçekliğiyle duruyordu. Alnımın sol köşesinde ufak bir bandaj vardı ama bu altında olan şişliği ve morarıklığı gizleyemiyordu. Dolgun dudaklarımın kenarında kocaman kabuk tutmuş bir yara hakimken tokat yediğim yanağımda fosforlu sarı ve yeşil renklerinde hafif çürükler mevcuttu.

Yüzüme gelişi güzel birkaç kere su çarptıktan sonra saçlarımı ellerimle amansız bir çabayla taradım. Az buçuk kabarıklığı inen saçlarımı güzel bir duş olmadan düzeltemeyeceğimi bildiğimden bunda çok oyalanmadım.

Bedenime bakmak istemiyordum ama bunu görmem gerektiğini biliyordum. Ne durumda olduğumu kendi gözlerimde görmeliydim. Tamam arada hırpalanmıyor değildim ama bu kadar ağırı ilk defa oluyordu.

Titrekliği gözle görülmese de içten hissedilir bir biçimde olan ellerimi beynimden gelen bir komutla havalandırırken üstümdeki uzun siyah tişörtün eteklerine getirdim. Derin derin nefesler alırken göreceklerime kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Yüzüm bir şey değildi de asıl fena kısım burasıydı hissedebiliyordum. Karnıma ve sırtıma yediğim tekme darbelerini unutmuş sayılmazdım. Sızıları anadan doğma bir çıplaklıkla bedenimde kol geziyordu.

Ellerim işlevlerini yerine getirerek tişörtün tuttuğu etek kısımlarını yukarı doğru çekiştirdi ve karnımı net bir biçimde görmemi saylayacak kadar bana alan açtı. Kollarımı yukarı doğru kaldırmak bedenimin kasılmasına neden oldu. Gördüğüm manzara nefesimi keserken bir süre donukça karnıma baktım.

Karnımda adeta sanatsal çalışma gibi duran o adamın eseri söylenecek tüm sözlerin infazı gibiydi. Morun her tonuyla siyaha yakın renkler, çürüklerin fosforlu renkleriyle uyumlu bir ahenk içindeydi. Eğer ki bu renklerin bütünlüğünü karnımda değil de bir tuvalde görseydim tam bir sanat çalışması diyebilir, bunu beğenebilirdim. Ama bu gördüklerim ne bir tuvaldeydi ne bir sanat çalışmasıydı ne de beğenebileceğim bir şeydi. Bu gerçekliğin tam kendisiydi ve bu gerçeklik kimsesiz bir bebeğin acı feryadıyla aynı hissi uyandırıyordu. Hissiz ellerimde titremeler artarken anlamadığım bir anda tişört parmaklarımın arasından sıyrılarak özgürlüğüne kavuştu ve karşımdaki görüntü siyah tişörtün ardına gizlendi.

Fazlasıyla oyalandığımın bilincinde banyonun kapısına doğru yönelirken gözlerimin önündeki görüntüyü arka plana itmeye çalıştım. Araladığım kısımdan içeri geçerken bakışlarım camın önünde sırtı bana dönük bir şekilde dışarıyı izleyen Ares'i buldu. Geldiğimi biliyordu kapının açılıp kapanma sesini duyduğuna emindim. Bana doğru dönmesini bekledim ama o onun yerine bana göz ucuyla bile bakmadan direkt çıkış kapısına yöneldi.

Bu hareketlerine tepki bile vermeden onu takip ettim. Başımı aşağıya eğdim ve öylece önümden ilerleyen Ares'in adımlarıyla yön buldum. Böyle bir şeyi tercih etmiştim çünkü ne bir daha gelmeyeceğim bu evi görmek istiyordum ne de evdeki olabilecek diğer insanlarla göz teması kurmak istiyordum.

Yatak odasından çıktıktan sonra kısa bir süre koridorda dümdüz ilerleyip merdiven basamaklarına ulaştık. Hızlı ve atik hareketlerle merdivenlerden aşağı doğru ilerleyen Ares'e ayak uydurmak bu haldeyken zorlasa da buna ses çıkarmadım ve elimden geldiğince ayak uydurmaya çalıştım. Merdivenlerin sonunda da dümdüz ilerlerken sonunda siyah renkteki sokak kapısına ulaşabilmiştik. Kapının yanındaki ayakkabılıktan kendi ayakkabılarıyla birlikte benim de siyah botlarımı çıkarmasıyla derin bir nefes verdim. Çünkü kazağımla birlikte ayakkabılarımı da atmış olabilme ihtimali aklıma gelmemiş değildi. Böyle bir durumda o halde kalmak istemezdim. Bir sorunla daha uğraşamazdım en azından şimdilik.

Eğildiğim yerde usulca ayakkabılarımı giyerken onun çoktan kendi ayakkabılarını giymiş bir biçimde tepemde dikilerek beni beklerken buldum. Yapabileceğim en hızlı performansı sergileyerek ayakkabılarımı giyinirken karnımın ve sırtımın sızlamalarını görmezden gelmeye çalışarak yerimde dikildim.

Artık buradan gitme zamanı gelmişti. Ait olduğum yere...

Ares'in açtığı kapıdan dışarı çıkarken ansızın bedenimi saran soğuk havayla titremeden edemedim. Kasım ayındaydık ve ben üstümdeki ince tişörtle duruyordum. Donmasam bari diye düşünürken omuzlarımda hissettiğim ağırlıkla yanımdaki Ares'e döndüm. Kendi üstünde siyah boğazlı kazakla deri ceket varken benim omuzlarıma da kendisine ait olduğunu düşündüğüm siyah kalın bir kapüşonlu hırka bırakmıştı. Tahminimce kapıyı çekmeden önce ayakkabılığın yanındaki portmantodan almış olmalıydı. Daha ne kadar ona karşı mahcup olacağımı düşünsem de bunu dışıma yansıtmadım ve ona içten bir tebessüm ettim. Çünkü bu hareketi iyi gelmiş, kendimi iyi hissettirmişti uzun bir zaman sonra.

Ares'in gözleri ilk önce sol sonrasında sağ dudak kıvrımlarımın oralara kayarken neye böylesine dikkatlice baktığını düşündüm ama cevabı bulmakta çok da zorlanmadım. Büyük ihtimal uzun zaman sonra gerçekten içten bir tebessüm etmemle birlikte her iki yanağımdaki gamzelerim kendilerini ele vermiş olmalıydı.

Bunda çok da takılı kalmayarak kendini toparlayan Ares asansörün çağırma düğmesine bastı böylece kısa bir bekleyiş içine girdik. Asansörleri çok sevmesem de sesimi çıkarmadım. Kim bilir kaçıncı kattaydık normalde güle oynaya iner çıkardım bu merdivenleri ama bu halde kendime eziyet ettirmekten başka bir şey olmazdı.

Gelen asansörü çok bekletmeden binerken karşımda olan aynaya bakar halde durdum. Sırtı bana doğru dönük olan Ares ineceğimiz katı tuşladıktan sonra yan döndü ve sırtını asansörün metal kısmına yasladı. Yan bir bakışla bana baktıktan sonra gözlerini aynanın temiz yüzüne çevirdi ve biz göz göze geldik. Ben sadece onun gözlerine bakarken o ağır ağır tüm yüzümü inceledi. Suratı ifadesizce dururken ne hissettiğini veya düşündüğünü anlamak imkansızdı. Karşımda böyle kanlı canlı durmasaydı bir cesedin fersiz bakışlarına sahip diyebilirdim onun için.

Arkamdan gelen canlı ışık süzmesiyle ineceğimiz kata ulaştığımızı ve asansörün kapılarının açıldığını anlarken bakışlarım hızlıca etrafı taradı. Lüks bir sitede olduğumuzu fark etmemle başımı arkama çevirerek çıktığımız apartmana tekrardan bakma ihtiyacı hissettim. Bu binaya apartman demek haksızlık olurdu bunu evin manzarasından da anlamalıydım. Bildiğin lüks rezidanslarla dolu bir binaydı burası. Zengin bir muhitte olduğumuzda siteden belliydi. Gerek tasarımı gerek güvenlik kısmı gerekse şu anda gitmekte olduğumuz yaşadığım yerde kolay kolay göremeyeceğim lüks marka araçlarla dolu otoparkından anlamak mümkündü.

Önden ilerleyen Ares adımlarını en köşedeki mat siyah rengindeki Range Rover marka cipe doğru çevirdiğinde ağzım istemsizce balık gibi açıldı. Elimi direkt dudaklarımın üstüne kapayarak bunu örtbas ederken bakışlarım önce onu sonrada etrafı kolaçan etti. Allah'tan arkasında kalmıştım da bu tepkimi görmemişti.

Benden önce ulaştığı aracının ilk olarak kilidini açarken bakışları bana döndü ve yanına gitmemi bekledi. Kısa bir sürenin ardından yanına varmamla bana sırtını dönmeden yandaki yolcu koltuğunun kapısını açtı.

"Sen bin arabaya bende şu telefona bakayım."

İtiraz istemez tondaki sesiyle sadece başımla onay verdim ve araçta bana açtığı yere usulca yerleştim. Kapımı sakin hareketlerle tekrardan kendisi kapatırken keskin ses tonuyla uyarıda bulundu ve arka koltuğa yöneldi.

"Kemer!"

Bakışlarımı ondan çekerek kendime çevirirken kemere uzandım ve lafını ikiletmeden kemerimi taktım. Vücudumdaki ağrılardan sebep bu biraz zamanımı alsa da sorun değildi onu kızdırmak istemezdim hem de benim için bunca yaptıklarından sonra.

Kemeri takmamdan sonra yerimde iyice dikildim ve kendimce rahat bir pozisyon almak ister gibi kapıya doğru yaslandım. Başımı cama doğru koymak için kolumdan destek aldım.

Bu sırada yan tarafımdaki kapı açıldı ve Ares ait olduğu yere, şoför koltuğuna kuruldu. Bakışlarım önce yüzüne sonrasında kucağıma doğru uzattığı telefonuma kaydı.

"Buradaymış."

***

Ne kadar süredir yoldaydık bilmiyordum. Bir saat mi? Yoksa iki saat mi? Telefonumu bulmamla sadece onu avuçlamış ve sıkı sıkı kucağımda tutmuştum. Bir sürü bildirim vardı bunu tahmin edebiliyordum lakin pek de bakmak istediğim söylenemezdi ama ben zaten o bakmak istemediğim gerçekliğe gitmiyor muydum şu an? Neyden kaçıyorum ki diye söylenerek telefonun kilit tuşunu açtım.

Tamda tahmin ettiğim gibi pek sevgili (!) ailemden sayısız arama ve mesaj vardı. Bunun yanı sıra onların aramasını da geçecek çoklukta Benay'dan bildirim vardı. Onunkilere kısaca göz atarken genelde aynı şeyler olduğunu fark ettim. Nerede olduğumu, ona çabuk geri dönmemi, iyi mi olduğumu sorup durmuştu.

İyi miydim peki? Ah hayır! İyi olduğumu hiç sanmıyordum. Mesajlara bakmaktan vazgeçip Benay'ın numarasını çevirdim.

O benim en yakın arkadaşımdı. Bu hayatta sahip olduğum tek dostumdu. Ondan başka gidecek bir yerim yoktu.

"Alo, neredesin Allah'ın cezası? Sen benim kalbime mi indireceksin kızım? Ortalık fena karışmış sen kayıpsın. İyi misin? Söyle neredesin geleyim hemen."

Derin bir nefes aldım. Bakışlarımı saniyelik ona çevirdim ve kendimce kontrol ettim. Bakışları yolda olsa da kulakları bendeymiş gibiydi. Bunu sorun etmedim.

"Şu anlık iyi gibiyim. Gelmene gerek yok şu anda sana geliyorum, gelince anlatacağım her şeyi."

"Az çok biliyorum bir şeyler se-" Bir anlam veremedim dediklerine o yüzden hızlıca sözünü kestim.

"Ne biliyorsun?"

"Evra abla aradı beni o gece anlattı bir şeyler. O şerefsiz baban çok dövmüş seni iyi olduğuna emin misin?"

"Ablam mı? Onlar nasılmış bununla ilgili bir şey dedi mi?"

Sorduğum soruyla sessizliğe gömülen Benay'ın yutkunma sesini ahizenin öteki ucundan bile duydum. İşler sandığımdan da çığırından çıkmıştı galiba.

"Nalan teyze dayınları aramış o gece senden sonra. Apar topar eşyalarını toplamış Evra ablayı ve Nabi'yi de almış dedenlere gidiyorlardı. Yolda aradı ablan da seni sordu. Evden çıkarken yokmuşsun ortalarda."

"Benay gelirim bir saate beni bekle gelince konuşuruz şimdi kapatmam gerekiyor."

Cevabını bile beklemeden suratına kapatırken telefonu avucumda sıkıca kavradım. Şu an hiçbir şey umurumda değildi ben bir tek Nabi'yi düşünüyordum. Yavrum oradan oraya savruluyordu. O daha küçücüktü. Onun yanında olmam gerekiyordu söz vermiştim, geleceğim demiştim.

"Söz vermiştim yanında olacaktım. Tutamadım." diye usulca fısıldarken gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Kime söz verdin?"

Bakışlarımı bana bakmakta olan Ares'e çevirdim. Beni duymuştu. Oysaki sadece bir fısıltıdan ibaret konuşmuştum.

"Küçük kardeşime." dedim burnumu çekerken. Ses tonum oldukça kısık çıkmıştı.

"Ne sözü vermiştin?" diyerek bir başka soru daha sordu Ares. Ses tonu her ne kadar öylesine sorar gibi çıksa da arada bana kayan kaçamak bakışlarından az da olsa bir merakı olduğunu anlayabiliyordum.

Sözümü tutamamış olmanın verdiği utançla bakışlarımı kaçırdım. Burnumu bir kez daha çektim. Dolan gözlerimin önündeki sisli görüntüyü dağıtmak adına ağzımdan derin bir nefes aldım.

"Yanında olacağıma ama olamadım onu orada tek bıraktım."

Yanımda derin derin nefesler alan Ares sanki ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi. Ya da düşüncelerini toparlamak için kendine zaman tanıyordu bilemiyordum.

"O haldeyken kendine bile hayrın yoktu emin ol bir çocuğa sahip çıkamazdın. Bu yüzden vicdan yapmayı kes."

Haklı olabilirdi ama bu öyle basit bir şey değildi ki. Annem sinirini ondan çıkartmış olabilirdi, ablamın bir anlık boşluğuna denk gelmişse dayak yemiş bile olabilirdi. Aptalın tekiydim onu orada tek bırakmamalıydım.1

"Kendince haklı olabilirsin, mantıklı düşünüyorsun ama bu iş mantık aramıyor. Ailemi tanımıyorsun." dedim bende kendimde gördüğüm haklılıktan güç alarak. Bilmiyordu, hem de hiçbir şey bilmiyordu!

"Emin ol mantık aranmadığını seni o halde görmeden önce de biliyordum."

Sustum. Bulunduğum durumdan duyduğum utançla, kendime olan kızgınlığımla, içimdeki öfkeyle, herkese karşı içimde dolup taşan kinle, tüm yaralarımla birlikte ben sadece sustum.

Ablamı arasam iyi olacaktı. Bunu Ares'in yanında yapmak istemiyordum ama Benay'ın yanında da yapamazdım. Benay her ne kadar en yakın arkadaşım olsa da onunla sürekli yüz yüze geliyorduk ve zaten yeterince kötü bir durumdayken daha da kötü bir duruma düşemezdim. En azından bu Ares'i son görüşümdü. Zamanla tüm bu her şeyi unuturdu.

Çevirdiğim numarayla telefonumu kulağıma yasladım ve çalmasını dinledim. Bir çaldı, iki tam çalıyordu ki aramam yanıtlandı.

"Neredesin sen!"

Ah hadi ama hep aynı zırvalıklar! Cehennemin dibinde demek istesem de öfkemi ablama yansıtmamayı seçtim.

"Benay'dayım. Benimle konuştuğunu çevrene çaktırma ve benden sonra neler olduğunu anlat hemen."

"Elinin körü oldu! Dediklerin doğru çıktı annem çıldırdı. Dedemlerdeyiz şimdi. Sen hangi deliktesin acaba bunca zamandır?"

Sakin olacaktım ve öfkemi ablama yansıtmayacaktım değil mi? Ah unutun gitsin.

"Cehennemin dibindeyim abla! Durumu bilmiyormuş gibi konuşma!" Sesimin sonlara doğru yükselmesine mâni olamadım. Anlık öfkeme yeniliyordum onun da yapabileceği bir şey yoktu ki.

"Bana sesini yükseltme düzgün konuş benimle. Madem böyle bir şey var o kadar uzun zamandır bok mu vardı tuttun içinde de o gün patlayıverdin! Niye gelip anlatmıyorsun bana ya da anneme?"

Ah hep her şeyi çok bildiğini sanırdı ve hala daha öyle sanmaya devam ediyordu!

"Anneme söyleyemeyeceğimi çok iyi biliyorsun bana oradan masal okuma." dedim öfkeli bir biçimde. Her ne kadar öfkeli olsam da ses tonumda birazda çaresizlik vardı. Ablam bunu anlamalıydı. O beni anlamalıydı çünkü neler yaşadığımızı o çok iyi biliyordu.

"Madem öyle orada da demeyecektin bana gelecektin." Ama o beni anlamak istemiyordu galiba. Kafasında sürekli kendince fikirleri vardı. Ama işler bazen onun düşündüğü gibi olmuyordu.

"Olanlar oldu abla bana akıl verecek kadar zekiysen sen fark etseydin. Bakalım bu akıllarını kendinde kullanabilecek miydin?"

Şimdiden tüm enerjim çekilmiş gibiydi daha fazla tartışmak istemiyordum. Bu yüzden ablama konuşma fırsatı tanımayarak tekrardan sözü ben devraldım.

"Neyse ne işleri yoluna sokunca geleceğim yanınıza o zaman konuşuruz bunları. Nabi nasıl?"

Ablamın oflayıp puflamasıyla içim iyice daraldı. Bir şey mi olmuştu? Kalbim sıkıştı.

"İyi diyemem pek fazla yemek yemiyor. Seni sorup duruyor, ağlıyor. Annemden uzak tutmaya çalışıyoruz, bir kere dayak yedi zor aldık elinden."

Tahmin ettiğim başıma gelmişti. Nefesim bir an kesildi. Gözlerimden yaşların dökülmesine engel olamadım. Gözlerimin önünde minicik bedenin darbeler alması canlandı. Bu o kadar içimi yerle bir eden bir acıydı ki kelimelerle anlatamazdım. Hıçkırarak ağlamamın yanı sıra sinirden titreme tüm bedenime hâkim olurken bir hınçla ablama saydırmam yanımdaki bir çift gözün hızla bana dönmesine sebep olmuştu.

"Aptal sen neredesin o zamana kadar? Nasıl müsaade edersin dayak yemesine bilmiyor musun bu kadının ruh sağlığı yerinde değil zaten! Bir boka yaradığını ne zaman göreceğim ben senin anca kendini muaf tut her şeyden! Şu aptal bencilliğini bir kenara bırak artık görmüyor musun senin bu halin yüzünden ben tek başıma mücadele ediyorum tüm bunlarla. Bir abla olduğunu hatırla artık!"

Herhangi bir karşılık vermesine müsaade etmeden telefonu kapattım ve sinirimi ondan çıkarırcasına kucağıma fırlattım. Kendimden de çıkarıyor olabilirdim emin değildim.

Kendi yediğim dayak bile bu kadar acıtmamıştı.

Ben asla anlam veremezdim zaten minicik bedenlere nasıl böyle acımasızca dokunabildiklerine. En ufağından bir tokat olsa bile bu anlamlandıramıyordum işte. İnsanlar nasıl anlamlandırabiliyorlardı? Nasıl böyle şeyleri sindirebiliyorlardı? Buna nasıl müsaade edebiliyorlardı? Tüm bunları geçtim bunları yapanların baş rolünde nasıl yer alabiliyorlardı?

Şu zamana kadar geçin bir minik bedene vurmayı sesimi bile yükseltmemiştim. Bundan emindim. Başkaları böyle şeyleri nasıl yapıyordu bilmiyordum. Bilmek istediğimde pek söylenemezdi orası ayrı ama asla böyle durumları sindirebilen birisi değildim. Olmayacaktım da.

Aksine bebeklere veya çocuklara karşı yapılan en ufak bir bağırış da hırpalanış da ya da daha ilerisi dayak da tam bir karşıt olarak engel olurdum. Benim olduğum yerde böyle şeylere asla müsaade etmezdim. Çünkü doğrusu bu değildi bunu biliyordum.

Nabi de minicikti ve bunları hak etmiyordu. O daha beş yaşındaydı zaten o yaşta biri ne yapabilirdi de dayağı hak ederdi ki?

Hınçla ağlamamı sürdürürken ağlamamın getirisinde boğuk bir biçimde fısıltı şeklinde dilimden dualarımın dökülmesine izin verdim.

"Umarım onun gibi biri olmam. Onun gibi bir anne olmam. Annem gibi bir anne olmak istemiyorum Tanrım."

Sonra bir anda önüme bir el tarafından peçete uzatıldı o an nerede olduğumu hatırladım ve istemsizce yerimde dikleştim. Peçeteyi uzatan elin sahibine bakarken ışıl ışıl bakan gözleriyle karşılaştım. Bana uzattığı peçeteyi titrek ellerimle aldım. Islanmış yüzümü ve dolu burnumu silerken hafifçe gülümsedim.

"Teşekkür ederim." dedim sakinleşmeye çalışırken. Nefes alışverişlerim sık ve düzensizdi. Tüm vücudum ağrıyordu. Elimde tuttuğum peçeteyle arada istemsiz akan yaşları silmekten başka bir şey yapmadan öylece durdum bir süre.

Annem gibi bir anne olmak istemiyordum. Bu kararı daha çok küçük yaşlarda vermiştim ve geçen zamanla tanık olduğum şeyler karşısında verdiğim kararın doğruluğunu gözlerimle birebir görmüştüm.

Bakışlarımı bir yandan araba kullanırken bir yandan da kaçamak bakışlarla bana bakan Ares'e çevirdim. Bir daha görmeyeceğim bu adama içten içe çocukluğumdan beri kendime verdiğim sözleri dile getirmek istedim nedensiz bir biçimde ve bunun için titrek bir nefes eşliğinde konuşmaya başladım.

"Biliyor musun ben onun gibi olmayacağım."

Bu cümle içimi sımsıcacık etmişti. Bunu fark etmemle gülümsemem yüzümde genişledi. Ares anlamaz bakışlarını bana yönlendirirken ellerimi kullanarak hararetli bir biçimde konuşmama devam ettim.

"Ben annem gibi hastalıklı birisi olmayacağım. Aksine çok iyi bir anne olacağım. Çocuklarımı çok seveceğim onları her zaman anlayacağım, onlara söz hakkı tanıyacağım, haksızlığa uğramalarına, benim gibi taşıyamayacağı yükler altında kalmalarına izin vermeyeceğim. En önemlisi de babam gibi olmayacak birini seçeceğim eş olarak." derken işaret parmağımı havaya dikmiş bir biçimde uzun soluklu konuşmamı bitirdim. Tüm bu sözlerimi gerçekte Ares'e değil de bir tekrar maliyetinde kendime söylediğimi sözlerimin sonunda fark ettim. Bunun o da farkındaydı.

Rahatlamıştım. Bunun getirisinde yüzümde hala süregelen gülümsemeyle dik bir şekilde arkama yaslandım. Bakışlarımı camdan gözükmekte olan yola çevirirken gördüğüm son şey Ares'in yüzündeki yamuk gülümseyiş idi.

***

Bir şeye katlanabilirliğimin ve bir şeye inanabilirliğimin en zayıf olduğu dönemlerinden birindeyim uzun zamandır. Tahammül denilen kelimenin hayatımda bir yer kaplamadığını da söyleyebilirim. Sanırım bunu bir yerden sonra canıma tak edildiği zaman değişmeye ve kendim gibi olmaya karar verdiğim an fark etmiştim.

Zaten hayatıma dair herhangi bir şeyde kimseye söz hakkı tanımamaya çalışıyordum. Ama artık bundan sonrasında kendimle ilgili her konuda ben ne istiyorsam o olacaktı. Başkalarının isteği veya fikri gram umurumda değildi ve hiçbir zaman olmayacaktı. Her zaman kendi çıkarımı gözetecek, benim için ne iyiyse onu yapacaktım.

Hayatım yeterince mahvedilmişti ve ben bunun daha fazlasına izin vermeyecektim. Tanıdığım hiç kimse ne beni ne de iyiliğimi hak ediyordu. Buna sevgim ve merhametim de dahildi. Artık hak edene hak ettiği gibi davranacaktım. Bundan sonrasında ilk işim bir şekilde tek başıma ayakta kalabilmek olacaktı. Daha sonrasında Nabi'yi yanıma alacaktım. Sonuçta on sekiz yaşında devletin gözü önünde reşit bir bireydim. Şimdi kalkıp da bir dava açsam ne pisliğin teki babama ne ruhu hastalıklı anneme ne de kendinden başkasını düşünmeyen ablama verilirdi Nabi. Sadece güçlü bir şekilde ayakta durmam gerekliydi. Tek başıma.

Bu durum ne kadar zamanımı alırdı bilmiyordum ama bunun için varımı yoğumu vereceğimden emindim.

Bakışlarımı park halindeki arabanın içinde dolandırmaktan vazgeçip Ares'e çevirdim. Şu anda Benay'ın yaşadığı apartmanın önündeydik. Yaklaşık yarım saat önce yaşadığım şehre giriş yapmıştık. Beni o gece bulduğu yere bırakacak olan Ares ısrarla gideceğim yere, Benay'a, kadar bırakmak istemişti. Ona daha fazla yük olmak istemediğimi söylesem de dediklerimi kabul etmemiş ve ısrarında kararlı kalmıştı. Şimdiyse yolu tarif etmemle birlikte beni buraya kadar getirmiş ve bu yolculuğu sonlandırmıştı.

"Teşekkür ederim." dedim ona olan minnettarlığımı belli etmek istercesine bugün on birinci kez. Sabahleyin evde, evden çıkarken, araba yolculuğunda ve ara ara içimden sürekli ona teşekkür etmek gelmişti ve etmiştim de.

Göz göze geldik benim konuşmam üzerine. Ağır ağır başını aşağı yukarı doğru salladı. Herhangi bir şey demeyeceğini sımsıkı birbirine bastırdığı dudaklarından anladım.

Bir süre saçma bir şekilde susarak göz göze kaldığımızda kısa bir an gözlerini kaçırsa da göz temasını o da benim gibi sürdürdü ve bedenini oturduğu koltukta çok rahat bir biçimde hafiften bana doğru döndürdü. Galiba diyecek bir şeyler bulmuştu.

"Çok fazla teşekkür ediyorsun, abartma."

Kaşlarım duyduğum sözlerle havalanırken dudaklarımın arasından istemsiz koca bir ağız dolusu nefes usulca sızdı arabanın atmosferine.

Ne demeliydim ki şimdi buna? Benim bildiğim insanlar böyle yardımlar karşılığında teşekkür ederdi.

Hafif bir şekilde omzumu silktim. "Peki o zaman teşekkür etmiyorum ama sağ ol."

"Ciddi misin?" diyerek gözlerini bariz bir biçimde devirdi Ares ondan hiç beklenmeyecek şekilde. Onun bu haline ilk kez tanık olurken tepki maliyetinde istemsiz kıkırdamadan edemedim ve teslim olur gibi ellerimi kaldırdım.

"Tamam uzatmıyorum ama gerçekten her şey için teşekkür ederim."

Ellerim kapının kulpuna uzanırken artık bunu daha da uzatmamam gerektiğini fark ettim. Akşam saatlerine iyice yaklaşıyorduk bir an önce Benay ile konuşup eve gitmeliydim.

Ellerimin gitmek üzere kapıya doğru ilerlediğini fark eden Ares de uzatmayarak tekrardan sadece başını salladı. Son bir tebessüm bahşederek kapıyı araladım. Bu kez tebessümüm içten değildi. Bu yabancı adamın gitmesini ve lanet olası bu şehirde tekrardan dertlerimle baş başa kalmayı istemiyordum galiba.

Bu siktiri boktan yerde tek başıma kalmak ve hali hazırda beni bekleyen dertlerimi hatırlamak nefesimin daralmasına sebep oluyordu.

Tüm bu düşünceler kaçık olan tadımı daha da kaçırıyordu. Şimdi her şeyi siktir edip bu yabancı adamla hiç bilmediğim o şehre geri dönsem ne olurdu ki? Galiba biraz saçma olurdu ve birazda imkânsız.

Araladığım boşluktan kendimi aşağı bırakırken bedenimi sarıp sarmalayan kasım soğukluğuyla kollarımı birbirine doladım. Refleks haliyle yaptığım bu hareket sayesinde omuzlarımdaki hırkayı anımsadım. Hızla arkamı dönerken daha kapatmadığım kapının aralığından bana bakan Ares'le göz göze geldik. Ellerim hırkayı sahibine teslim etmek üzere çıkartmak için havalanırken bu hareketimi çabucak kavrayan Ares anında itiraz nidasında bulundu.

"Hayır sende kalabilir."

Geri itirazda bulunmak üzere koca bir nefes bahşederken ciğerlerime görüşümü kapatan uzun saç tutamlarımı yüzümde çekmeye çalıştım.

"Ama olmaz senin eşyan bende kalmamalı bir daha geri verme imkânım olmaz ki."

"Bunu önemseyeceğimi düşünmüyorum. Normalde kıyafetlerimi paylaşmam ama bunlar sende kalabilir."

Bu kez susmakla yetinip başını sallayan taraf bendim. Gamzelerimi belli edecek şekilde gülümserken bu kez de gözlerimle teşekkürlerimi sundum. Araladığım kapıyı göz temasımızı sürdürürken gerisin geri kapatacakken buna Ares'in sesi engel oldu.

"Lavinia."

Gülümseyişimin silikleşmesine engel olamazken tamamıyla yok olmasına müsaade etmedim ve 'Ne var?' dercesine ona baktım.

Kısa bir süre bakışmayı sürdürse de gitme halinde olan beni pek bekletmedi. Atik hareketlerle torpido gözüne eğildi. Araladığı gözde kemikli kocaman elleri seri hareketlerle bir şeyler ararken bir süre sonra aradığını bulmuş olmalıydı ki bir an duraksadı sonrasında açtığı gözü kapadı ve yerinde dikilir gibi oldu. Tam anlamıyla dikilmediği yerde hafifçe bana doğru eğildi ve elindeki torpidodan aldığı şeyi bana uzattı.

Bir erkeğe göre gayet güzel sayılabilecek ellerinde gördüğüm kadarıyla kart gibi bir şey vardı. Onunkinin aksine küçük, ince ve uzun parmaklara sahip ellerim istemsizce bana uzattığı şeyi aldı.

Bu bir kartvizitti. Onun kişisel kartviziti.

ARES SANCAKTAR

05*********

Tam bunu neden bana verdiğini soracaktım ki o benden önce davrandı.

"Bir şey olursa herhangi bir şey. Arayabilirsin."

Bir şey olursa herhangi bir şey... Dayak yemekten bahsediyordu. Bunu anlamamla göz temasını kestim. Utançla başımı aşağı doğru eğerken havada asılı duran ellerimi iki yanıma indirdim.

Tamam biliyordum beni o halde görmüştü, az çok da anlamıştı neler olduğunu. Farkındaydı her şeyin. Zeki birine benziyordu bunun farkındaydım. Ama ilk kez tüm çıplaklığıyla yardıma muhtaç, aciz biriymişim gibi hissetmiştim. Bu çok aşağılayıcıydı. Ares'in böyle bir amacı olmadığına nedensizce emindim. Onu tanımıyordum bile ama içimden bir ses onun için iyi birisi diyordu.

"Teşekkürler aklımda bulunduracağım." diye mırıldanırken açık olan aralığı sıfıra indirdim ve kapıyı kapattım.

Tekrardan göz teması kurmazken aksine böyle bir hareketten kaçınır gibi arkamı döndüm ve hızlı adımlarla apartmana giriş yaptım. Hız kesmeden merdivenlere yönelirken elimdeki kartvizite kısa bir bakış atıp üstümdeki hırkanın cebine iliştirdim.

Ulaştığım apartman dairesinin sokak kapısına nefes nefese bakarken gözlerimin dolmasını hiç mi hiç istemiyordum. Ama acılarımla baş başa kalmıştım ağlamak istememe şaşırmamalıydım. Daha fazla böyle beklemek istemezken zili çaldım. Kısa sürede hışımla açılan kapının ardındaki Benay'a dolu gözlerimle bakarken kendisine titrek bir gülümseme bahşettim.

Direkt kollarını cılız bedenime saran arkadaşıma bir tepki vermezken beni içeri çekmesine izin verdim. İşte şimdi yaşadıklarımı tekrar tekrar yaşayacaktım her şeyi en başından alarak anlatarak. Peki bu hazır mıydım?

***

"Asla o eve gitmen taraftarı değilim. Burada kalabilirsin hem de sonsuza kadar bunu biliyorsun!"

Derin bir soluk bıraktım. Başım çatlıyordu gerçek anlamda. Benay'a her şeyi, kısmen her şeyi, anlatalı bir saat olmuştu. Hava çoktan kararmış gece dünyanın yarısını hükmü altına almıştı.

Plan basitti eve gidecek oradaki durumun ne olduğunu anlayacaktım. Daha sonrasında eşyalarımı alarak anneannemlere gidecek ve Nabi'nin yanında olacaktım. Sonrasına da bakacaktım bir şekilde.

"Sana olanları anlattım. Durumu biliyorsun ve bu tavrın bana hiç yardımcı olmuyor." dedim derin bir nefes vererek. Beni anlamlıydı. Her şey şu an çok karmaşık ve zordu zaten.

"Ah sen benim kusuruma bakma lütfen en yakın arkadaşımın ölmesini istememem benim hatam!"

Oturduğum yatakta hemen dibimde oturan Benay'ın elini sıkıca kavradım.

"Bak biliyorum endişeleniyorsun benim için. Anlıyorum seni bunun için teşekkür ederim ama bu şekilde gitmez. Bunu sende biliyorsun."

Sıkkınlıkla nefesini veren arkadaşım konuşmasını sürdürecekken bunu titreşimde olan telefonum böldü. Ekranda annemin aradığını belirten yazıyı görünce kasılmadan edemedim. Telefonu yanıtlamadan önce arkadaşıma döndüm.

"Bunu yanıtlamalıyım."

Bu durumu anlayışlı karşılayan Benay sessizce hızlı hareketlerle odayı terk etti ve beni kendimle baş başa bıraktı.

"Efendim." dedim sesimin titrememesi adına kendimi kasarken.

"Neredesin sen kaç gündür? O kadar aradık ettik insan bir merak ederde geri döner ne biçim evlatsın sen!"

Ah! Bende suçlamalarım nerede diyordum. Sabır çektim içimden sakince. Çünkü şu sıralar buna çok ihtiyacım vardı.

"Benay'dayım anne. Malum o gece hasar alan tek kişi bendim." dedim ses tonumdaki imayı gizleme gereği bile görmeden. Babamın beni döverken onun donmuş bir biçimde bizi izlemesini hala daha sindirebilmiş değildim.

"Seni bok yiyen o ayrı bir konu zaten sen hele bir gel buraya görüşeceğiz seninle! Hangi cehennemde olduğun umurumda değil tüm eşyalarını toplayıp hemen buraya geliyorsun. Babanla görüşmek falan yok bundan sonra. Duydun mu beni?"

Bir, sorun yok. İki, sorun yok. Üç, sorun yok. Dört, sakin kalabilirim. Beş, terbiyesizliğin lüzumu yok çirkefleşmemelisin Lavinia. Altı, sakin kalabilirim. Yedi, biri şunlara benimle düzgün bir üslupla konuşması gerektiğini söylesin. Sekiz, ne diyordum ben. Hah! dokuz, sakin kalabilirim.

"Üslubunu düzeltmelisin anne. Geleceğim ama ben gelene kadar kendini sakinleştirmeye ve olayları sindirmeye bak. Gelince konuşacağız."

"Şuna da bak dünkü bok bana nas-"

Kapattığım aramanın ardından ekrana boş gözlerle bakmayı sürdürürken bulunduğum odanın kapısı açıldı. İçeri giren arkadaşımın yanıma oturmasına müsaade etmeden ben ayaklandım.

"Artık gitsem iyi olur."

"Bari birkaç gün burada kalsaydın. Biraz daha toparlanana kadar." derken bakışları sırasıyla yaralarım da gezindi.

"Yok gitmeliyim." dedim itiraz istemez bir tonda. Yapacak bir sürü işim vardı ve ben yeterince vakit kaybetmiştim.

Hala daha elimde tuttuğum telefonu daha da sıkıca kavrayarak sokak kapısına doğru ilerledim. Sırasıyla araladığım kapıdan çıkarak siyah botlarımı ayağıma geçirdim. Çöktüğüm yerde doğrulurken kapının eşiğinden bana yavru köpek bakışları atan arkadaşıma bedenimin sızlamasını görmezden gelerek sarıldım.

"Bakma öyle söz veriyorum dikkatli olacağım ve bir şey olursa seni arayacağım."

"Öyle olsun bakalım." diyerek gülümseyen arkadaşıma el sallamakla yetindim ve usulca arkamı döndüm. Terk ettiğim apartman binasına dönüp bir kez bile bakmazken avucumun içi gibi bildiğim şehrin sokaklarında ilerlememi sürdürdüm.

Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama bildiğim tek şey onunla karşılaşmamam gerektiğiydi. Bunun içinse onun evde olmaması için dua etmekten başka çarem yoktu.

Yaşadığım hayatın fiyaskodan farkı yoktu. Başta her şey güzel gibiydi. Evet öyleydi. Çocukluğumu hatırlamaya çalışıyordum da çocukluk anılarımın hiçbirinde annem ve babama ait en ufak bir iz bile yoktu. Hepsi anneannem ve dedeme aitti hem de hepsi. Buna rağmen çocukluğum gayet güzeldi. Annemin böyle hastalıklı bir ruha sahip olmasını babam ve o iğrenç ailesine bağlıyordum. Anneme çektirmedikleri şey kalmamıştı onu bu hale onlar getirmişti. Hepsi pisliğin tekiydi. Buna en ufak bir kelimeyle bile dolduruşa gelen pisliğin teki babamda dahildi.

Hiçbirine hakkım helal değildi. Eğer ki tüm bu rezalet hayata sahip olmamda emeği olan birine bir damla su vermişsem zehir zıkkım olsundu. Kesinlikle kinci birisi değildim. Aksine mantıklı kişiliğim, affediciliğim ve merhametimle çok sevilen birisiydim arkadaş çevremde ama bana yapılan edepsizlikleri, ihanetleri, saygısızlıkları unutacak kadar salakta değildim.

Şu an ki kişiliğimi, benliğimi oluşturmam birkaç yılımı almıştı. Büyümeye başlayıp artık bir şeyleri sorgulamaya başlayabildiğimde kısacası akıl çağına erdiğim de benim için bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiştim.

Küçükken ailemizin bizim için dediklerini sorgulamadan yapıyorduk çünkü hayata dair, kendimize dair herhangi bir fikrimiz yoktu. Kendi düşüncelerimiz, kendi fikirlerimiz yoktu. Bunun için bunları sorun etmiyor bir robot gibi ailemizin veya çevremizin her dediğini sorgusuz sualsiz kabulleniyor ve yapıyorduk. Bu süreç benim için akıl çağında son bulmuştu.

Şanslıydım ki ne istediğimi çabuk algılayabilmiştim ve hayatımın iplerini çok geç olmadan başkalarının elinden alabilmiştim. Kendi aklımın farkına vardığımda ve işleyişin bu şekilde olduğunu fark ettiğimde kendim için doğru bulmamış ve bunu reddetmiştim. İlk işim uzun uzun ne istediğimi düşünmek olmuştu.

Ben kimdim?

Kim olmak istiyordum?

Bana göre doğru ve yanlış neydi?

Benim doğrularım ve yanlışlarım nelerdi?

Bunlar ve bunlar gibi birçok soru daha sormuştum kendime. Uzunca bir süre bu soruların cevaplarını ayrıntılı bir şekilde düşünüp tartışmıştım kendi içimde. Böylelikle kendi benliğimi bulmuş, onu kendi ellerimle oluşturmuştum.

Ben kendi kişiliğimi kendim yaratmıştım. Buna başkalarının müdahale etmesine asla müsaade etmemiştim. Kendi doğru yanlışlarıma kendim karar vermiş ve istediğim doğrultuda yaşamaya çalışmıştım.

Ailemde bu çabucak fark edilmişti. Hepsi farklı olduğumu anlamıştı ve bunu desteklememişlerdi. Niye destekleyeceklerdi ki zaten? İstedikleri gibi değildim. Onların isteklerini yapmıyor ve sorguluyordum. Kendi ellerimle yarattığım bu özgür kişiliğimden hepsi rahatsızlık duymuştu. Aile hayatında bu yüzden pek sevilmezdim. Nabi hariç.

Kimse beni böyle kabullenmek istememişti. Hepsi dışlamış ve üstüme bir damga yerleştirmek istemişti. Hayırsız evlat, asi, ergen, hırçın, terbiyesiz, ahlaksız ve daha birçok şey olmuştum. Bunların hiçbirini sorun etmemiştim. Çünkü kendim olduğum için onlarda böyle sayılacaksam bu umurumda dahi değildi.

Adımlarım ulaştığım evimin, benim olan ama bir o kadarda benim olmayan evimin, önüne gelince duraksadı. Etrafımı kolaçan ettim. Ortalıkta kimse yoktu bu benim için iyiydi. Yaşadığımız mahallenin neredeyse tamamı akrabalarımdan oluşuyordu. Baba tarafından olan akrabalarımdan. Anne tarafım komple bu şehrin dışında farklı farklı yerlerde oturuyorlardı. Bu da hayatın bana gülmesinin başka bir şekliydi. Biraz olsun sevdiğim ve sevildiğim akrabalarım burada değillerdi. Ah ne ironiydi ama!

Ortalık yerde dikilmeyi kesip evin bahçe kapısına doğru ilerledim. İki katlı müstakil kocaman bahçeli olan evimizin siyah demirden olan bahçe kapısını araladığımda gözlerim doğruca evin yanındaki garaja kaydı. Buradan tam anlamıyla gözükmese de babamın arabası yok gibiydi. İçimden bir ses yine o orospunun yanında olduğunu söylerken diğer bir ses burada olduğunu söylüyordu ve benim hislerim onun burada olduğunu bangır bangır bağırırcasına bedenimi anında bir huzursuzluğa itmişti. Yanlış bir sezi olmasını umarak araladığım kapıyı kapattım ve evin küçük giriş kısmına ilerledim. Kapalı olan bu küçük kısma da girdiğimde evin sokak kapısının yanındaki ayakkabılığa ilerledim.

Genelde burada ayakkabıların içinden birinde evin yedek anahtarı olmalıydı. Hep bulunurdu ve benim şansıma bulunmama ihtimali de olabilirdi. Ne de olsa şanssız bedevinin tekiydim hiç şaşırmazdım. Hızlı hareketlerle ayakkabıların içlerini kontrol ederken sonunda elime o klasik metal soğukluğu gelmişti. Tuttuğumun bilincinde olmadığım nefesi dudaklarımın arasından sızdırırken aldığım anahtarla sokak kapısına ilerledim. Anahtarı yerine yerleştirip kapıyı araladıktan hemen sonra eğilip ayakkabılarımı çıkarttım. Bu eğilip kalkma hareketleri canımı fazlasıyla yaksa da bunu önemsemedim ve kendimi içerisi gereksiz sıcaklıkta olan evime attım.

Doğal gaz mı çalışıyordu sanki içeride birileri yaşıyormuşçasına? Evin içerisinde belli köşelerde bulunan gece lambaları yanarken eve loş ortam sağlamıştı. Bu da benim kat be kat gerilmeme neden olmuştu.

"Ha siktir!" diye mırıldanmaktan alıkoyamazken kendimi onun burada olduğuna artık emindim.

Panik halinde sırtımı sokak kapısına yaslarken gözlerim fıldır fıldır onu arıyordu. Eve birinin girdiğini duymaması imkansızdı. Şu anda bir yerden çıkması gerekiyordu. Gözlerim sırasıyla alt kattaki odaların kapılarına bakarken arada üst kata çıkan merdivenlere kaymıyor değildi. Sonunda alt kattaki misafir yatak odasından elinde içki şişesi olduğunu tahmin ettiğim siyah bir şişeyle bitik bir halde çıkan babamla bakışlarımız kesişince sırtımı sanki içine girmek istercesine daha çok bastırdım sokak kapısına.

"Kızım hoş geldin." dedi pelte olmuş diliyle. Alkol kokusu ta buraya kadar geliyordu. Boş midem duyumsadığım bu koku karşısında çalkalanmaya başladı.

Anlam veremediğim bir durgunlukla ve buruklukla bana bakan babama kısık bakışlar attım. "Eşyalarımı alıp gideceğim sakın yoluma çıkma!"

Bana engel olmasını veyahut tekrardan dayak yemeyi istemiyordum buna müsaade de etmeyecektim. Bakışlarımı hala daha anlam veremediğim gözlerinden çekerken yasladığım kapıdan ayrıldım. Adımlarımı üst kata çıkan merdivenlere yönlendirirken babamın sesini duymamla sağ ayağım ilk basamakta asılı kaldı.

"Seninle biraz konuşalım mı kızım?"

Pelte dilinden zar zor anladığım kelimelerine karşılık ona doğru döndüm. Tahmin ettiğim kadarıyla içmeye yeni başlamamıştı ama zil zurna sarhoşta sayılmazdı. Hali harap duruyordu ama bu beni biraz olsun etkilemiyordu. Üzüntü duymuyordum. Bu vicdansız yapar mıydı beni? Sanmıyordum. Sonuçta bu halim onların eseriydi bunu sorun etmemeliydiler.

Benimle konuşmak istiyordu peki bunu hak ediyor muydu? Bunu da sanmıyordum ama ben yine de hafifçe başımı salladım ve peşimden gelmesini istercesine odama ilerlememi sürdürdüm.

Merdivenlerin tamamını tırmandıktan sonra hemen sağda kalan odamın kapısını araladım ve peşimden geldiğine emin olduğum babamın içeri girmesi adına kapıyı aralık bıraktım. Odama girdiğimde içimi koskocaman bir özlem kapladı. Bu evin aksine ben odamı seviyordum. Şu yaşıma kadar ki tüm zamanım bu odada geçmişti bunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Ben normalde de ihtiyaçlarımın dışında odamdan çıkan birisi değildim zaten.

Bakışlarım en son bıraktığım halde duran odamın içinde gezerken tek bir şey bıraktığım gibi değildi. Para kutusu.

Makyaj masamın hemen köşesinde duran şeffaf kapaklı para kutum vardı. Babam bizzat elime harçlık vermez, geceleri eve geldiğinde sessizce girdiği odamda bu kutuya parayı bırakır ve çıkardı. Bu kendimi bildim bileli böyleydi. Çünkü ben böyle olsun istemiştim. Para muhabbetlerini hiç sevmezdim o yüzden de gidip birinden para falan da istemezdim. Bu sebeple babamla böyle bir çözüm yolu bulmuştuk zamanında ve şu anda o para kutusunun içinde bıraktığım zamanın aksine fazlasıyla para vardı. Bu duruma şaşırmadım.

Babam bana karşı yaptığı her hatada normalin aksine daha da fazla para bırakırdı. Bu durum kendi vicdanını rahatlatmanın bir yolu olmalıydı. Normalde iyi sayılabilecek birisiydi babam. Çoğu arkadaşlarımın bana özenmesine sebebiyet verecek kadar her istediğimi yapan birisiydi. Evlatlarının arasından en çok benim sözlerimi dinler, ben ne istersem ikiletmez o şeyi oldururdu. Şimdi burada diyeceksin ki peki zorun ne bu adamla madem bu kadar iyi? O iş hiç de öyle değildi. Şu ana kadar saydığım tüm şeyler maddiyatla ilgiliydi. Ortada maneviyat yoktu ve benim umurumda olan şeyse bu hayatta hiçbir zaman maddiyat olmamıştı. Bu yüzden tüm bunların benim gözümde bir değeri yoktu. Ben ondan çok fazla para değil biraz sevgi ve ilgi istemiştim ve birazda sadakat.

Zaten babasının hayrına da yapmıyordu ya tüm bunları. Bizim ailede işler şu yöndeydi: Annem tüm çileyi, eziyeti çeker salak gibi susar tüm bunlara karşı koymazdı. Ablam bana dokunmayan yılan bin yaşasın modundaydı hiçbir şey umurunda olmazdı. Kardeşim zaten küçücüktü tek isteği benim gibi sevgi ve ilgiydi. Babam ve bana gelirsek de babam sürekli bir haltlar yerdi ve bunu fark eden tek ben olurdum. Bunun o da farkındaydı bu yüzden benim üstüme daha fazla titrer böylelikle beni susturduğunu sanırdı. Ama bu öyle değildi ben istesem çoktan konuşur her şeyde onu ifşa ederdim. Lakin bunu yapmamıştım çünkü değişeceğini ummuştum her zaman. Her yakalanmasında bana verdiği sözleri tutacağına inanmıştım ya da öyle olmasını ummuştum. Bu yüzden babamın bana karşı olan tüm bu iyi şeyleri babalığından değil çıkar ilişkimizdendi.

Usulca iliştiğim yatağımın ucundan ona doğru dönerken konuşmasını bekledim. Kapının pervazında dayanmış hala elinde şişe öylece bana bakarken bakışlarımı özellikle kaçırmadım. Ondan korkmadığımı göstermek istercesine dik dik ona baktım.

"Sen hep farklıydın, her zaman. Bir şey olsun istersen o şeyi kısa sürede oldururdun, inatçıydın." dedi ağır çekimde konuşurcasına ve ben bu konuşmanın en başından anlamıştım ki bu adama hiç tahammülüm yoktu.

"Ne istiyorsun sadede gel!" dedim onu çekemediğimi belli edercesine suratımı buruştururken.

Hafif güler gibi olduğunda odamın içinde bir koku ulaştı burun deliklerime. İğrenç içki kokusu. Gözlerimi devirerek göz temasımızı kestim ve halıya diktim gözlerimi. Bir an önce eşyalarımı toplayıp Nabi'nin yanına gitmek istiyordum.

"Burada kalmanı istiyorum benimle."

Kaşlarım bile isteye havalanırken alaycı bir gülümseme koydum yüzüme. Bakışlarımı tekrardan yüzüne dikerken alaycılığımı bozmadım.

"Oldu başka isteğin?"

"Ben ciddiyim gitme burada kal. Biliyorum hatalar yaptım ama annen yakında eve geri dönecek bunun için uğraşacağım. Sen burada kalırsan bu daha da hızlanır." Kelimeler dudaklarının arasından tüm inancıyla çıkıp bana ulaştı lakin onun bu inancının bende hiçbir karşılığı veya etkisi yoktu.

Hayaller ve hayaller...

"Böyle bir şey olmayacak." dedim kendimden emin bir biçimde.

"Bak sana tüm bu imkanları sağlayan benim, annen orada bir halt yapamayacak. Ablan kendi işinde ne kadar size bakar? Nabi için. Onun rahat bir yaşam sürmesini istemiyor musun?"

Pekâlâ anladığım kadarıyla çıkar ilişkimizi sürdürmemizi istiyordu. Ya da laf ardında tehdit ediliyordum. Bu da bir ihtimaldi ve kahretsin ki dediklerinde sonuna kadar haklıydı. Beni nereden vuracağını çok iyi biliyordu. Ne kadar nefret etsem de para olmadan bu hayatta hiçbir şey olamazdı ya da yapamazdım. En basiti küçük bir çikolatayı bile kardeşim benden istedi mi alamazdım.

Tüm bunları reddetsem gidip bir yerde çalışsam asgari ücretle ne kadar geçinebilirdim ki? Tüm gençliğimi heba etmekten başka bir boka yaramazdı. Hem benim okumam lazımdı. Bir an olsun Nabi'yi düşündüm. Onun için bencillik yapamazdım ama kendime de haksızlık yapmak istemiyordum. İki ucu boklu bir değnekteydim.

Elime aldığım telefonumda hiç düşünmeksizin annemin numarasını çevirirken aramayı yanıtlamasını bekledim. Kendime düşünme payı bırakmamak adına aceleciydim çünkü biliyordum ki düşünürsem mantığıma yenilirdim.

Üst katın koridorundaki yanan gece lambasının loş ışığı etrafı yeterince görmemi sağlayacak kadar aydınlatırken babam ne yaptığımı anlamak ister gibi suratıma odaklanmıştı. Kaçıncı çalışta açıldığını bilmediğim aramada annemin konuşmasına müsaade etmedim.

"Ben gelmiyorum anne."

Ve böylelikle ben kendime en büyük haksızlığı yaparak kendimi bir tehlike içerisine hapsetmiştim. Bunun kıymeti elbetteki bilinmezdi ama her şey ailem içindi. Bu adamın neler yapacağı asla belli olmazdı ve ben ailemin ileride sürebilecekleri rahat yaşamı gözetmeliydim.1

-BÖLÜM SONU-

 

 

Yeni bölümle karşınızdayım heyyo!

 

 

Nasılsınız bakalım? Bölümler nasıl gidiyor?

 

 

Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

 

Seviliyorsunuz!

Bölüm : 20.09.2024 12:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...