Birkaç kıpırdanmanın ardından araladım göz kapaklarımı. Bulunduğum oda fazlasıyla loş bir havadaydı. Kısık bakışlarım sağ tarafıma doğru kaydı. Kalın fon perdeler gün ışığının içeri girmesine oldukça karşıydı. Bu durum beni hoşnut etti.
Yattığım yerde tam tur dönerken tüm gece huzursuzluk içinde uyumaktan gerilen bedenimi gevşetmeye çalışıyordum. Tam sırt üstü gelerek yatağa yayılacakken sol tarafımdaki boşluğu ancak halıyla bakışırken fark edebilmiştim. Yatağın fazla yüksek olmamasına rağmen düşüşüm canımı fazlasıyla acıtırken kısık sesli bir küfür savurdum.
Huzursuzdum. Huzursuzluğumun kaynağı dün yaşananları hala daha atlatamamış olmamdı. Gergindim. Gerginliğimin sebebi ise hiç şüphesiz Ares'in yaptığı emrivakiydi.
Tüm yorgunluğuma rağmen dün gece yatakta dört dönerek uyuyamamıştım. Zaten uyku problemleri çeken biriyken üstüne bir de bu tarz şeylerden dolayı ekstra uykusuz kalmak beni fazlasıyla huysuz birisi yapıyordu.
Benim Sancaktarların aile yemeğinde ne işim vardı? Beklenen dedenin benden hoşnut olmadığı pek ala gün yüzündeyken şimdi kalkıp bir de ikizlerin anne ve babasıyla tanışamazdım. Hoş babalarıyla tanışmıştım ve o pek de beklenen dede gibi değildi ya neyse. Acaba Ares'in anne ve babası nasıl birileriydi? Dün geceden beri beynimin içerisinde dönüp duran şeylerden biriside buydu.
Saat kaçtı bilmiyordum ama öğleni geçtiğimizin farkındaydım. Sabah erken saatlerde Ares'in gidişini duymuştum. Evden çıkmadan önce odama uğramayı ihmal etmemiş sadece hafifçe araladığı kapıdan bana bakıp gitmişti. Bunu nereden mi biliyordum? Uykumun fazlasıyla hafif olmasının getirilerinden birisiydi en ufak bir ses veya hareketliliğe uyanmak.
Kapının açılma sesiyle bilincim hızla girdiği uyku halinden sıyrılarak tetiğe geçse de göz kapaklarımı gayret edip de aralamamıştım. Gelenin o olduğunun farkındaydım.
Zeminin gittikçe rahatsızlaşmaya başlamasıyla düştüğüm yerden zorlukla kalkarken elimle yataktan destek aldım. Sandığımdan zor bir şekilde kalkarak yatağın ucuna tünerken üzerimden kamyon geçmiş gibiydi. Bu halimin sebebi pek ala keyifsiz olmamdan kaynaklanıyordu. Ve huysuz ve uykusuz ve gergin...
Kuş yuvasına döndüğüne emin olduğum saçlarım gözümün önüne düşüp dururken son bir güç yataktan da kalkarak kendimi direkt duşa attım. Tepemden akan sıcak su gergin bedenimi anlıkta olsa gevşetirken buna hafifçe tebessüm ettim.
Sırasıyla ilk saçlarımı sonrasında bedenimi bolca köpürterek yıkarken biraz olsun düşüncelerime ara vermiştim. Oyalana oyalana durulandıktan sonra bedenime ve saçlarıma birer havlu sararak banyodan çıktığım anda korkuyla olduğum yerde kalakaldım.
Bıraktığım gibi dağınık bir biçimde duran yatağımın kenarına oturmuş vaziyette Ares'i görmeyi beklemezken bir an kalçalarımı zor örten havlunun varlığıyla gerildim. Duştan yeni çıkmıştım!
Ela hareleri bedenime bir an bile kaymadan gözlerimde sabit kalırken onunda gerildiğini fark ettim.
"Ben seslenmiştim ama senden ses gelmeyince girdim öyle. Duşta olduğunu düşünmemiştim." diyerek mahcupça konuştu. Sağ eli sıkkın bir biçimde saçlarına gittiğinde onları biraz karıştırdı.
Karşımdaki manzara bir miktar nutkumun tutulmasına sebep olurken bir an için o saçları karıştıran elin benim elim olmasını istedim.
"Anladım problem değil." dedim. Bir an önce çıkmasını ister gibi Ares'e bakmamı sürdürürken o da ne demek istediğimi anlamış gibi oturduğu yerden hızlıca ayaklandı.
"Akşamki yemek iptal onu demek için gelmiştim. Bir de hazırlan aşağıda seni bekliyorum bir yere gideceğiz." diyerek odanın kapısına doğru yürüdü. Bu esnada bakışları bedenime bir kere bile bedenime değmezken bu durum gerginliğimi bir nebze de olsa götürmüştü.
Yemeğin bir anda neden iptal olduğunu merak etsem de ondan daha ağır basan konu nereye gideceğimiz oldu. Ben bunu ona soramadan o çıktığı kapıyı ardından örterek çoktan gözden kaybolmuştu.
Yaptığı ikinci emrivaki karşısında sesli bir soluk verirken hızlıca işe koyuldum. Emrivakilerden aşırı nefret ettiğimi söylemiş miydim?
Hızlıca odayı toplayıp soluğu banyoda aldım. Tüm vücudumu nemlendirdikten sonra giyinme odasına aynı hızla geçerken neler giyinebileceğime şöyle bir bakınıyordum. Önemli bir yere gitmeyeceğimizi varsayarak siyah iç çamaşırı takımımı giyindikten sonra siyah kalın bir tayt ve kalçamı kapatan salaş krem renginde boğazlı bir kazak giyindim.
Saçlarıma saç köpüğünü sürüp tarayarak bıraktım. Doğal kıvırcıklığında oldukça iyi gözüken saçlarıma herhangi bir işlem yapmaya gerek görmedim hoş zaten bunun için pek vaktimin olduğunu sanmıyordum.
Sol bileğime gümüş bir saat ve yine aynı şekilde gümüş zincir bir bileklik takarak makyaj masasına oturdum. Hızlıca bir eyeliner ve rimel sürdüm. Son dokunuş olarak dudak nemlendiricisi ve parfüm sıktım. Krem kaşe bir kaban üzerime geçirdikten ve siyah zincir askılı çantamı da omzuma taktıktan sonra odaya son kez göz gezdirdim. Tamamıyla hazır olduğuma inanarak telefonumu da elime alıp odadan çıktım.
Adımlarım, hazırlanırken harcadığım vaktin bilincinde olduğundan oldukça hızlıydı. Kısa sürede aşağı kata indiğimde hala daha süregelen gerginliğimi içimde gizli tutmaya çalışıyordum. Uzun sayılabilecek koridorda ilerlerken başımı yerden kaldırmamla dış kapının önünde beni bekleyen Ares'i gördüm. Doğruca ona doğru adımladım.
Benim yanına varmamla eğilip botlarını ayağına geçirmeye başlayan Ares'le bende onu takip ettim. Bir yandan botlarımı giyinmeye çalışırken bir yandan da omzumdan düşen çantamı ve önüme gelen saçlarımı zapt etmeye çalışıyordum. Bu oldukça zordu. Vermiş olduğum kısa savaşın sonunda kazanan ben olurken sesli bir soluk vererek yerimde dikildim.
"Nereye gideceğiz?" diyerek uzun zamandır süregelen sessizliği bozdum. Zaten nedensiz bir biçimde huzursuzken birde üstüne böylesine bir sessizlik iyi gitmiyordu. Önüme düşmeye devam eden saçlarımı geriye doğru çekiştirirken hafiften nefes nefeseydim. Az önceki savaş biraz yormuştu.
Dış kapıyı açarken bakışları bende kilitli kalan Ares kısa bir an halime hafif tebessüm etmiş ardından önce beni sonrasında kendisini dışarı çıkartarak kapıyı örtmüştü.
"Önce kahvaltı yapmaya gideceğiz." dedi. O hatırlatmasa bir şeyler yemek aklıma bile gelmeyecekti büyük ihtimalle. Belki tansiyonum yavaştan oynamaya başladığında idrak edecektim belki de midem fazlasıyla yüksek bir ses çıkarttığında.
"Sen daha kahvaltı yapmadın mı?" derken çoktan yan yana merdivenlerden inmeye başlamıştık.
"Hayır." diyerek beni hızlıca yanıtlayan Ares de bir şeyler olduğunu sezerken tam anlamıyla ne olduğunu anlayamadım.
Onda bir şeyler var gibiydi. Bugün nedensizce gözlerimin içine uzun süre bakamıyordu. Öncelerde göz göze kalma süremiz daha uzun olurdu ve sürekli başı bana dönük olmasa da sık sık döner bakardı. Özellikle karşılıklı bir diyalog halindeysek göz temasını gerekmedikçe kesmezdi. Ama bugün öyle değildi. Belki de benim kurmamdan ibaretti bilemiyordum bu yüzden de bu konunun üzerine çok durmadım. Ama nedensizce içimden bir ses bu sabah bir şeylerin yolunda gitmediğini fısıldıyordu.
Merdivenleri inmemiz, arabaya gidip yerleşmemiz, yola koyulmamız ve Ares'in kahvaltı yapmak için seçtiği mekâna gelmemiz fazla hızlı ve sessiz olmuştu. Sahil kenarında sade ama bir o kadarda kaliteli duran mekâna geldiğimizde az önceki gerginliğim yoktu. Fazlasıyla şık bir yere gitmememiz beni oldukça rahatlatmıştı. Tayt kazak kombiniyle şık bir yere kahvaltıya gitmek istemezdim. Hoş saat kahvaltı yapmak için oldukça geçti ama Ares ayarlamıştı bir şeyler.
Keyfim gittikçe yerine gelirken Ares'le baş başa bir şeyler yapmanın keyfini çıkarmaya çalışıyordum. Eğer o, arabaya bindiğimizden beri elinden düşürmediği telefonunu bırakabilirse bu keyif çıkarma çalışmalarım daha verimli ilerleyecekti.
"Eğer işin varsa ben eve geri dönebilirim." dedim homurdanırcasına.
Sesimi duymasıyla kafasını gömdüğü telefonundan hızlıca kaldıran Ares dediklerimden bir şey anlamamış olmalı ki kaşlarını çatmıştı.
"Diyorum ki eğer işin varsa ben eve geri döneyim." dedim tekrardan tane tane.
"Bunu da nereden çıkarttın?" derken sonunda telefonunu tek hamleyle kilitleyip masanın üzerine koydu ve yerinde dikleşti. Bana doğru eğilerek hafiften masaya yaslandı ve iki kolunu da masanın üzerine yerleştirdi.
"Dışarı çıktığımızdan beri telefonuna gömüldün de bir de çok ciddi uğraşıyorsun, dedim herhalde önemli işleri var."
Sonunda ağzımdaki baklayı dışarı çıkartmamla ne demek istediğimi anladı daha doğrusu ne ima ettiğimi anladı. İlk başta ne diyeceğini bilemez bir hale bürünse de kendini çok çabuk toparladı.
"Yok şirketle ilgili birkaç şey işte." diyerek beni kelimenin tam anlamıyla geçiştirdi. Bu dediklerini yemedim ve o bunu gayet iyi biliyordu. Salak birisi değildim ve hiçbir zamanda olmamıştım. Gizli kapaklı çevrilen işleri her türlü fark edip, patlattığımı ilk tanışma hikayemizden kafasına yerleştirmiş olması lazımdı.
En azından gözüm içine baka baka büyük yalanlar söylemiyor diyerek beni geçiştirmesini göz ardı ettim ve yavaş yavaş gelen kahvaltıdan bir şeyler atıştırmaya başladım.
"Öyle diyorsan öyledir." diyerek hafifçe tebessüm ettim. Bir dilim ezine peynirini ağzıma atarken onun tüm ilgisi bendeydi. Bu durum peyniri rahatça çiğnememe engel olurken lokmamı zorlukla yutkundum.
Derin bir şeyler düşündüğü belliydi ama konunun ne olduğunu tahmin etmek bir hayli zordu. Bana neden böyle baktığını anlamakta aynı şekilde zordu. Benim bilmediğim ne gibi bir şeyler oluyordu?
Bir süre sonra bana bakmaktan vazgeçip önüne döndüğünde "Bir sorun mu var?" diye sormaktan kendimi alıkoyamadım.
Tüm dikkatiyle çatalına batırdığı patates kızartmasından bakışlarını alarak birkaç saniyeliğine tekrardan bana döndü. "Hayır. Sende bir sorun var mı?"
Topun ne ara bana döndüğünü anlamazken başımı olumsuzca iki yana salladım. Galiba gerçekten de benim kurmalarımdan ibaret bir durumdu bu. Bir sorun yok diyorsa yoktur diyerek boş vermeyi seçtim.
"Sen hangi üniversiteden mezundun?" diyerek saçma bir yerden konuyu değiştirme ihtiyacı hissettim. Bergamot aromalı çayımdan bir yudum alırken bunu ne kadar çok sevdiğimi düşündüm bir süre.
Annem aromalı çayları hiç sevmezdi ki keza babamda öyle. O yüzden evde bu çayı içemezdim almazlardı, ben aldım mı da kızarlardı. Bergamot aromalı çayı ilk defa bir kafede tatmıştım ve kelimenin tam anlamıyla âşık olmuştum.
Soğuk içecekler, gazlı içecekler veya kahvelerden hiç hoşlanmazdım. Yalnızca bitki çayları, vişne ve elma suları ve bergamot aromalı çay içmeyi severdim. Tabi bir de türk kahvesine bayılırdım.
"Boğaziçi Üniversitesi." dedi o da boğazını bir yudum çayla ıslatırken.
"Baya iyi." diye mırıldandım ve ekledim. "İşletmeydi değil mi?"
Ağzıma tıkıştırdığım birkaç lokma sonrasında büyük bir dilim patates kızartmasını da komple ağzıma atarken konuştum. "Üniversite hayatı nasıldı?"
Hep o kazandığım üniversiteye gitseydim neler olurdu, nasıl bir hayatım olurdu diye düşünmeden edemiyordum. Belki babamın ihanetini açığa çıkartmazdım belki annem ölmezdi belki iyi kötü bir ailem olmaya devam edebilirlerdi.
"Normal hayatımdan pek bir farkı yoktu açıkçası benim için." diye mırıldandı Ares. Her ne kadar mırıldanmış olsa da gür sesinden dediği şeyler oldukça net anlaşılmıştı.
Elindeki çatalı tabağının kenarına koyarak arkasına yaslanırken eline yeni doldurulmuş çay bardağını aldı. Bakışlarını gözlerimde sabitlerken karşımdaki yakışıklı suretinin tekrardan farkına varmak nefesimi anlık da olsa kesmeye yetmişti. Ara ara onun yanımdaki varlığını fark ettiğimde nefesim kesiliyordu. Çok uzun olmasa da kısa sayılamayacak bir süredir birlikteydik ve benim için yanımdaki varlığı hala daha inanılmaz geliyordu tıpkı o gece hastane odasında yanında kalmam adına yaptığı teklifte olduğu gibi.
Bizim oralarda onun kadar yakışıklısı var mıydı bilmiyordum. En azından ben öyle birisini görmemiştim. Hem yakışıklı hem uzun boylu hem yapılı vücutlu olup üstüne bir de zengin olmak tanrının Ares'e büyük bir lütfu olmalıydı.
"İllaki farklı bir şeyler olmuştur." diyerek Ares'i yanıtladım büyük bir ısrarla. Kendi yaşayamadıklarımın yanı sıra onun yaşadıklarını da delicesine merak ediyordum. Aslında onu kendi yaşayamadıklarımdan da çok merak ediyordum.
Sözlerimin peşine bir süre düşünürmüş gibi yaptı. "Aslında farklı bir şey var gibiydi." dedi.
"Ne?" dedim büyük bir heyecanla. Onun hakkında öğreneceğim her yeni bir bilgide kalbim ritminin düzenini bozmaya başlamıştı. Neden böyle yapıyordu ki?
"Okula gidiyordum." dedi büyük bir keyifle. Onun suratında yandan bir gülüş belirirken benim hevesim bir balon gibi sönmüştü.
"Komik misin?!" diye homurdandım arkama yaslanırken. Gerçekten de bir şeyler diyecek diye beklemiştim.
"Hayır oldukça ciddiyim." dedi suratındaki gülümsemeyi bozmadan.
"Üniversite okurken okula gitmen kadar normal bir şey olamaz bunun nesi farklı?" dedim yine aynı homurdanmamı sürdürürken. Ses tonumdan buram buram isyan akarken o benim bu hallerime ışıltılı gözlerle bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm o ışıltı halimden aldığı keyiften olsa gerekti.
"Benim için farklıydı. Üniversiteden önce okula pek gitmezdim." dedi. Çok normal bir şey anlatırmış gibi bir de sözlerinin sonunda omuzunu hafiften silkti.
Sözlerinden pek bir şey anlamazken merakla kaşlarım çatıldı. Oturduğum sandalyede hafifçe dikleşirken birazcık masaya doğru yaklaştım.
"Nasıl? E lise, orta okul falan okumadın mı?"
"Okudum ama çoğu evde özel hocayla falan." dedi hala daha çok normal bir şeyden bahsedermiş gibi.
Vay anasını der gibi ağzım açılırken başımı anladım dercesine salladım.
"Senin durum apayrı bir VIP imiş."
***
Bol sohbetli geçen bir kahvaltı faslının sonunda tekrardan yollara düşerken hava kararmak üzereydi. Saat geç değildi ama kışta olduğumuzdan hava çok erken kararıyordu. Dışarısı buzun da buzuydu. Son model arabanın ısıtıcı olmasa buzula dönmem çokta uzun sürmezdi.
Ares'in büyük bir ustalıkla kullandığı araçta nereye gittiğimizi bilmeden yolu seyrediyordum. İkimizde sessizdik. Radyo açıktı ve çalan parça Koray Avcı'dan Gittin Gideli'ydi. Sesi her ne kadar düşük bir seviyede olsa da klarnetten çıkan ses ve şarkının sözleri var olan iki gram modumu yerle bir etmişti.
Neden böyle bir şarkı dinlediğimizi bilmiyordum. Ares arabaya bağladığı telefonundan şarkılar açardı genellikle ve bunlar yabancı slow müzikler olurdu. Onda ilk defa böyle bir şey görüyordum.
Öyle bıkmışım ki kendimden,
Kurudum, düştüm dalımdan.
Sanki ruhum çıktı canımdan,
Sen benden gittin gideli.
Şarkının son sözlerine geldiğimizde içimi iyice bir sıkıntı kaplamıştı. Ares derin bir soluk vererek direksiyonu sola kırdığında birkaç metre daha ilerleyerek aracı yol kenarına park etti.
Meraklı gözlerle nereye geldiğimiz anlamak adına sağ tarafımdaki camdan dışarı bakınırken gözüme dikkat çekici bir şey gelmedi. Araç istop ettiğinde arka fonda çalan şarkı da bir anda kesildi. Ares'e doğru döndüm bu kez meraklı gözlerle. Nereye geldiğimizi anlamamıştım.
Binaların olduğu bir yerdeydik ve burada ne işimiz olduğunu bilmiyordum. Kahvaltı sonrası ona nereye gideceğimizi sormamıştım ve o da bana ekstra bir açıklama yapmamıştı.
Emniyet kemerini çıkartan Ares'i sessizlik içerisinde takip edecekken bakışlarım bir an onun tarafındaki camdan dışarı kaydı. Emniyet kemerini çıkartmak adına harekete geçen ellerim gördüğüm manzara karşısında duraksarken neden buraya geldiğimizi bir kez daha sorguladım.
Kendinden oldukça emin tavırları ve dik duruşuyla çözdüğü kemerinin ardından araçtan inen Ares'le kaşlarım çatılırken ısrarla sessizliğimi sürdürmeme devam ettim. Bende aynı şekilde emniyet kemerini çözerek araçtan dışarı çıktım. Soğuk hava anında acımasızca bedenime saldırırken üzerimde önü açık duran kabanımın önünü sıkı sıkıya kapattım ve kollarımı kendime sardım.
Yavaş adımlarla Ares'in yanına gittim. Şoför kapısının önünde beni bekliyordu. Kısa sürede yanına varmamla aracı kilitledi ve elini belime atarak beni de peşinden mezarlığa sürükledi. Sessizliğini ısrarla koruyordu.
Mezarlıklardan nefret ediyordum. Aklıma annemin mezarı geliyordu. Yavaştan buğulanan gözlerim, karmaşa oluşan zihnim ve acı verici anılarım boğazımda büyük bir düğüm oluşturuyordu. Ne diye gelmiştik buraya? Annemi hatırlıyordum. Annemin öldüğünü hatırlıyordum. Ölüm sahnesini canlanıyordu tekrar tekrar gözlerimin önünde; Ki o anlar hiç gitmiyordu ki ben tekrardan hatırlayayım. Ben annemin öldüğünü hatırlamak istemiyordum.
Ares'in yönlendirmesiyle boş yolun karşısına geçerek mezarlıktan içeri girdik. Adımlarım geri geri gitmek için çıldırıyordu. Gözlerimin önündeki manzara ağzımda buruk bir tat bırakıyordu.
"Neden geldik buraya?" dedim en sonunda zar zor. Ellerim titriyordu. Onları bedenime daha çok sarıp bastırarak saklamaya çalıştım.
Titrek ve cılız çıkan sesimi duymasıyla bana dönen Ares, hatırladıklarım karşısında direkt bozulan halimi fark etmesiyle duraksar gibi oldu. Beni böyle görmeyi beklemiyor olmalıydı.
"Ailemi görmeye geldik." dedi oldukça sıradan bir biçimde. Bende depremler olurken onda yaprak dahi kımıldamıyor gibiydi. Oysaki şu anda içinde ne fırtınalar kopuyordu kim bilir? O sadece bunları gizlemesini iyi biliyordu benim aksime.
Mezarlıkların bana iyi gelmediği aşikardı ve ben tüm bencilliğimle beni buraya neden getirdiği için hesap sormak istiyordum.
Adımlarımız Ares'in yön göstermesiyle hiç kesilmeden devam ederken son dediğine hiçbir yorumda bulunmadım. Bencilleşme isteğimi içime gömdüm ve Ares'in beni yönlendirmesine izin verdim.
Mezarlıkta birkaç dakikalık ilerleyişin ardından Ares'in adımları yavaşlamaya başladı. Bedeninin kasıldığını hissedebiliyordum. Az ilerimizde gördüğüm mezarlarla ben olduğum yerde duraksarken Ares beni gerisinde bırakarak ilerlemesine devam etti. Adımları yan yana duran üç mezara ulaşana kadar durmadı.
İki büyük mezarın ortasında kalan ufacık mezara gözlerim kaydığında nefes alamadığımı hissettim bir an. Ares'in annesinin karnında kaybettiği kız kardeşinin mezarı olmalıydı.
Son derece bakımlı olan mezarlardan gözlerimi alarak Ares'e baktım. Omuzları dik bir biçimde üç mezarında karşısında dikiliyordu. Aramızda fısıldasak birbirimizi duyamayacağımız kadar uzak ama bağırsak birbirimizi duyacağımız kadar yakın bir mesafe vardı.
Mezar taşlarına kaydı bu kez de gözlerim. Usulca kar beyaz mermerlerin üzerine yazan isimlere baktım. Demir SANCAKTAR, Aden SANCAKTAR, Bebek SANCAKTAR.
Nasıl bir öfke, nasıl bir kin bu kadar çok can almaya neden olabilirdi? Nasıl böylesine gözleri karartabilirdi bilmiyordum. Kubat denilen adamı tanımıyordum. Daha önce hiç görmemiştim ve onun açısından hikayesi nasıldı bilmiyordum ama sonucu böyle olmamalıydı bunu çok iyi biliyordum. Çünkü hiçbir dava hem de hiçbir dava bir insanın canını almaya değer olamazdı.
Çok büyük bir ihanete de uğrasan, kandırılsan, derinden yaralansan da bunun sonucu bir can alma olmamalıydı. Kaldı ki bir sevda davasının sonuçlarının bu raddeye gelmesi... Yorumsuzdu.
Bana hiç mantıklı gelmiyordu. Zaten oldukça mantıksızdı da. Kim bilir nasıl hastalıklı bir zihne sahipti de bu raddeye kadar gelmişti. Böylesine büyük bir kumar oynaması kalbinin kirini ve zamanında o kalpte Ayza'ya karşı iddia ettiği sevginin sahteliğini gösteriyordu.
Ayza... Ne kadar da güzel bir isimdi. Beklenen dedenin doyamadığı eşi, Ares'in hiç göremediği babaannesiydi. Tüm bu davaya neden gösterilen ama bu davada yer alamayacak kadar masum olan kişiydi.
İsmini geçenlerde Tamay'la gerçekleştirdiğimiz bir sohbet esnasında şans eseri öğrenmiştim. Oldukça hoşuma gitmişti.
Birkaç iri adımda Ares'in yanında yerimi aldığımda onun bomboş gözlerle mezarlara baktığını gördüm. İçinde neler olduğunu tahmin edebiliyor olmak beni derinden sarsarken ona destek olmak için yanıp tutuşuyordum.
Benimde çok yakınlarda böyle bir anım olmuştu. Benimkisi belki de onunkinden daha da beter bir şekildeydi. Her şey gözlerimin önünde olup bitmişti. Aşabildiğimi söyleyemezdim. Böyle bir şeyin aşılabilecek bir şey olduğunu da sanmıyordum.
Derin ama bir o kadar da titrek bir soluk aldım. Soğuk hava ciğerlerime akın ettiğinde içim bir nebze olsun ferahlarken bedenime doladığım kollarımı çözdüm. Sol elimi usulca Ares'in yan tarafında sarkıttığı sağ eline yaklaştırdığımda kısa süreli nefesimi tuttum. İnce, uzun parmaklarımı onun güzel parmaklarına doladığım da bunu beklermiş gibi anında o da parmaklarını bana sardı. Bakışları ağır çekimde bana dönerken ona buğulu gözlerle bakıyordum. Göz göze geldik.
"Seni anlayabiliyorum demek istemezdim ama seni anlıyorum. Tıpkı senin o gün beni anladığın gibi."
10 Aralık Perşembe akşam saatleri.
Hiçliğin içerisindeki kaos. İçerisinde bulunduğum durumu böyle tarif edebilirdim. Bir yığın toprağın bana tarifsiz bir acı verebileceğini nereden bilebilirdim? Bilemezdim.
Etrafım kalabalıktı. Çoğu akrabam kendilerine düşen görevlerini yerine getirip gitmiş olsa da yakın çevremiz hala daha buradaydı.
Mezarlıktaydık. Annemin mezarında.
Annem daha düne kadar kanlı canlı karşımda dururken şimdi nasıl bir mezar içerisinde olabiliyordu? Bu soruya akla yatar bir cevap bulamıyordum çünkü yoktu. Ölümün hiçbir mantıklı yanı yoktu. Dün varken bugün olmamak akıl alır gibi değildi. Bunu en yakınını kaybettiğinde çok gerçekçi bir biçimde öğreniyordun.
Ares sağ koluma girmiş bir vaziyette yanımdan bir an olsun ayrılmazken şu anımda beni ayakta tutan tek şeydi. İçimde kopan fırtınaların yanında bir köşede sessizce ona minnettarlığını sunan bir kısmım vardı. O kısmım Ares'e daha ne kadar hayran olacağını bilemiyordu.
Yanıma hiçbir akrabam uğramamıştı. Hiç kimse beni görmemişti. Sadece meraklı gözlerini benim ve Ares'in üzerinde dolaştırıp yanımdan geçip gidiyorlardı. O kadar akrabaların arasında yanımda sadece bir yabancının olmasının bende yarattığı duygu da tarifsizdi ama bu duyguda pek de takılı kalmamıştım.
Bir süre önce daha fazla taşıyamayarak Ares'in göğsüne yasladığım başımı kaldırarak gelişi güzel taktığım siyah ipek şalımı düzelttim.
"Nasıl geçecek bu?" dedim ağlamaktan kısılmış sesimle. Şişmiş gözlerimle usulca yanımdaki adama döndüm.
Koluma sardığı iri eli yavaşça aşağı doğru kaydı ve parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Derin bir soluk aldı.
"İnan hiç bilmiyorum." dedi. Ses tonu 'Daha benimki geçmedi seninki hemen nasıl geçsin?' der gibiydi.
Sözlerinden çıkarttığım anlamla deli gibi ağlamak istiyordum ama yapamıyordum. Annem toprağın altına koyulduğundan beri tek bir damla yaşım akmıyordu. Gözlerim hep dolu doluyken nasıl oluyordu da tek bir damla yaş dahi akmıyordu?
"Ağlamak istiyorum." dedim küçük bir kız isyankarlığın da.
"Ağlamanı istemiyorum ama ağla. Bugün tüm ağlamalar senin olsun, senin için olsun."
Ama ağlayamıyorum diyemedim hemen. Sarf ettiği sözler bir süre burnumun derinden yanmasına sebep oldu. Konuşamadım.
Titrek bir nefes almaya çalıştım ama alamadım. Gözlerim aşırı bulanıktı önümü göremiyordum. Cılız bir sesle konuşmaya çalıştım. "A-ama ağlayamıyorum. Bomboş hissediyorum. Ağlamak istiyorum ama olmuyor." dedim ve Ares'e doğru iyice dönerek bir adım daha yaklaştım bedenine. Fısıltılı bir ses tonuyla sır verircesine konuştum. "Sanırım ruhum bedenimden önce intihar etti Ares."
Boştaki sağ elini yüzüme çıkartıp göz altlarımı silmeye başladı. Çok net olmasa da yüzünü görebiliyordum şu anda. Ela hareleri içimi titretecek bir yoğunlukta bakıyordu bana.
"Hayır ağlayabiliyorsun." dedi beni ikna etmek ister gibi. Sözleri üzerine bende boştaki elimle onun yüzümde dokunduğu yerlere dokundum. Parmak uçlarımda hissettiğim ıslaklığa şaşkınlıkla bakarken ağlayabildiğimi fark ettim.
"İntihar etmemiş." dedim bomboş bir sesle.
Öyle bomboştum ki ağladığımın farkında bile değildim. Öyle bir bitmiştim ki bundan sonra ölmeme gerek bile yoktu çünkü yaşam benim için son bulmuş gibiydi.
Sağ koluyla boynumdan tutarak beni göğsüne çeken Ares sıkıca sardı bedenimi. "Seni o kadar iyi anlıyorum ki; Keşke anlayamasam."
O an ki kafa doluluğuyla ne dediğini pek idrak edemesem de şefkat dolu sarılışına sığınarak bunun üzerine çokta durmamayı seçtim.
"Keşke beni anlayamasan." dedi Ares de o güne ithafta bulunur gibi.
Bakışlarımı tekrardan önümüzdeki üç mezara çevirdiğimde içinde bulunduğumuz yaşamı sorguluyordum. Varoluşsal bir sürü soru ve isyan beynimin içinde dört dönerken onları geri plana iterek tüm ilgimi ve odağımı yanımdaki adama verdim.
"Bugün özel bir gün mü?" diye boş bir soruda bulundum. Bugünün özel bir gün olmadığını biliyordum. Sadece öylesine bir konuşma başlatmak istemiştim.
"Evet öyle." diyen Ares beni oldukça şaşırttı ama hızlıca kendimi toparladım ve birkaç saniyelik duraksamanın ardından ona doğru döndüm.
"Öyle mi nedir?" dedim şaşkınlığımı sesime yansıtmaktan çekinmeyerek. Açıkçası evet demesini hiç beklemiyordum. Kısa bir süre düşündüm bugünü özel kılan ne olabilir diye ama bir sonuca varamadım.
Doğum günüme ve aynı zamanda ailesini kaybettiği güne daha vardı. İkisinin aynı günde aynı ayda ve aynı yılda olması da kaderin sancılı bir cilvesi olmalıydı.
"Bugün Ayza'nın cinsiyetini öğrendiğimiz gündü." dedi oldukça kısık bir sesle. Sanki söylediği şey oldukça özelmiş ve bunu kimsenin duymaması gerekiyormuş gibi bir tavır takınmıştı. Ki bence de öyleydi.
"Ayza?" diyerek başka bir yere değinmekten çekinmedim. Benim bildiğim tek Ayza babaannesiydi ve onunda cinsiyetini öğrenmesinin mümkünatı yoktu.
"Bebek Sancaktar." dedi dikkatimi küçük mezarın üzerine çekerek. "Adı Ayza olacaktı."
Öğrendiğim bir yeni bilgiyle daha acıyla kavrulduğumu hissettim.
"Ben... Çok üzgünüm." diyebildim sadece. Birkaç damla yaşın soğuktan buz kesmiş yanağımdan aşağı yakıcı bir hisle kayışını hissettim.
Üzgündüm ve bu bir tek onun için değildi. Bizim içindi. Üzgündüm çünkü ikimizde yaşamamız gereken şeyler yaşamıştık ve bunları yaşarken oldukça küçüktük. Üzgündüm çünkü yaşayamadığımız ve yaşayamayacağımız bir sürü şey vardı. Üzgündüm işte. Sadece üzgün. Belki biraz kırgın ve birazda kızgın.
"Bende öyle." dedi derin bir nefes alırken.
O sessizce ela harelerini karşısındaki üç mezarda sabit tutarken ben de o harelere çöken sis bulutunu seyrediyordum. Annemin bir keresinde eşsiz olduğunu söylediği tonda olan gözlerimi yakışıklı suretinin her bir santiminde dolaştırmaya başladım.
Annesini, babasını ve kız kardeşini kaybettikten sonra her şeyi içine gömmeye başladığını görebiliyordum ve bundan da ötesi bunu hissedebiliyordum. Gömdükleri anlaşılmasın diye suretine demirden çiçekler ektiğinin de pek ala farkındaydım. Yakışıklı suretinin altı mezarlık, üstü bağ bahçe olmasıysa tamamıyla ona hastı.
Sessizlik içerisinde ne kadar süre orada öyle kaldık bilmiyordum ama en sonunda bedenim soğuktan belirgin bir şekilde titremeye başladığında Ares ailesiyle sessiz bir biçimde vedalaştı ve biz geldiğimiz yolu aynı şekilde geri dönmeye başladık.
Onu tanıdıkça fark ettiğim bir ayrıntıyı kendisiyle paylaşmak için yanıp tutuştuğumu arabaya bindikten sonra fark ettim ve bunu daha fazla içimde tutmadım.
"Sen benden daha güçlüsün." dedim pat diye ve ardından devam ettim. "Bende kolay şeyler yaşamadım bunun farkındayım ama sen çok ayrı bir şeysin ve benden daha güçlüsün. Ben senin yerinde olsam galiba delirirdim ki hoş şu anda da pek akıllı olduğumu söyleyemem."
Bir anda gelen itiraf karşısında bir süre duraksayan Ares bana yüzünde buruk bir tebessüm varken kısa bir bakış attı.
***
Yorgunluğum bitmek bilmez bir döngüye girmişti. Asla aşılamıyordu. Aşılmasını geçtim bir nebze olsun azalmıyordu. Bahsettiğim yorgunluk fiziksel bir yorgunluk kesinlikle değildi.
Üzerime geçirdiğim yarım atletin askılarını düzeltirken derin bir soluk verdim. Eve geleli henüz on dakika falan olmuştu. Mezarlıktan çıktıktan sonra İstanbul sokaklarında arabayla amaçsızca gezinip durmuştuk. Bu gezinti yaklaşık iki saat kadar falan sürmüştü. Kâh sohbet ettiğimiz kâh sessiz kalıp şarkı dinlediğimiz gezintimiz saatin geç olmaya başlamasıyla son bulmuştu.
Eve geldiğimiz gibi kendimi kaldığım odaya atmış ve üzerimdeki her şeyden kurtulmuştum. Altıma yumuşacık polar pijama altı giyerken üzerime ona tezat yarım atlet giyinmiştim. Dışarısı her ne kadar buz gibi olsa da evin içi oldukça sıcaktı. Son zamanlarda üstüme daraltıcı, kalın şeyler giyinemiyordum yani en azından evde o tarz şeylerle rahat edemiyordum. Bir süre sonra nefes alamıyormuşum gibi geliyordu.
Uzun gür saçlarımı da açık bıraktıktan sonra usulca odadan dışarı adımlamaya başladım. Yatmadan önce bir bardak su içsem iyi olacaktı.
Fazlasıyla sessiz adımlarla üst katın koridorunu adımlarken evin sessizliğini dinledim bir süre. Çok dikkat edilmediği ve yakınımda olunmadığı sürece adım seslerim dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Oldukça sessizliğe gömülmüş evin bu hali bana pekte yabancı değildi.
Ares çoktan yatmış olmalı diye düşünürken merdivenleri tek tek indim. Bir an önce suyumu içip bende yatmak istiyordum. Hemen uykuya dalamayacağımı artık kabullenmiştim ama yine de bir ümit birazda olsa uyuyabilmek adına çabucak yatağa varasım vardı.
Hızlı ve peşi sıra attığım adımlarla loş koridoru aşarak mutfağa giderken, oturma odasının önünden geçtiğimde içeride fark ettiğim karartı adımlarımı bir bıçak misali kesti. Bakışlarım hızla karartıya doğru dönerken Ares'i ikili koltukta oturur bir vaziyette görmeyi beklemiyordum. Oturma odasında tek bir ışık bile yanmazken koridordan yansıyan az bir ışık süzmesiyle onu seçmeye çalışmak birkaç saniyemi almıştı.
"Ares?" diye seslendim soru sorar bir biçimde.
Sesimi duymasıyla geriye doğru attığı başını kaldırdı hemen. Bakışları direkt beni bulurken yerinde toparlandı hafifçe. Oldukça yayvan bir biçimde oturuyordu koltukta. Ona doğru adımladım.
"Sen yatmamış mıydın?" dedim tekrardan konuşurken.
Üzerindeki eşofman takımına bakarken ne ara üzerini değiştirip aşağıya indiğini düşündüm. Hızlıydı, her zamanki gibi.
"Daha değil." dedi oldukça sakin bir ses tonuyla.
Yanına oturdum usulca. İkili koltukta oldukça yayvan oturmasından sebep istemsizce birbirimizle temas halindeydik. Bunu sorun etmedim. Onun yanımdaki varlığını seviyordum.
"Sen neden yatmadın?" dedi tüm ilgisini bana yönlendirirken. Bakışlarımı yakınımdaki suretine çevirdiğimde var olan tüm karanlığa rağmen yorgun ve düşüncelerle dolu bir halde olduğunu hemen fark etmiştim.
Anladım dercesine başını salladı. Usulca başını tekrardan koltuğun tepe kısmına yaslarken bu kez suratını bana doğru hafif bir açıyla çevirdi.
"Uykuların düzene girmedi mi hala?" dedi üzerimdeki ilgisini canlı tutmak ister gibi. Son zamanlarda iyice sarpa saran uyku düzenim üzerinde birkaç farklı metotlar deniyordum biraz olsun düzelsin diye. Ares de şu anda onları soruyordu.
"Hayır." dedim bende başımı onun gibi koltuğa yaslarken. Zaten ona doğru yan bir biçimde oturduğumdan yakışıklı sureti direkt karşımdaydı.
Sorduğu soru uyku problemimin asıl sorusuydu ve ben bunun cevabını çok uzun zamandır biliyordum. "Düşünmek." dedim kendimden oldukça emin bir şekilde.
"Fazla düşünmek iyi değildir erken delirirsin." dedi bilmiş bir biçimde.
"Oradan bakınca akıllı mı duruyorum?" dedim bende aynı bilmişlikle.
Derin ve sıkıntılı bir iç çekti. "Hala daha küçüksün. Tüm bunlar..." dedi ve duraksadı. Güçlü bir yutkunma sonrası bakışlarını anlık benden kaçırdı. "...fazla acımasızca."
"Öyle." diye mırıldandım sadece.
"Şuraya baksana nereden nereye geldim? Ben hiç düşünmezdim bir yabancıyla hiç bilmediğim bir yola çıkacağımı." dedim geçmişi yad eder gibi.
"Bende düşünmezdim ama oldu işte." dedi gerçek düşüncelerini saklama gereği duymadan.
Bu dediğine herhangi cevap vermedim. Sustum. En iyi yaptığım şeylerden biriydi zaten bu. Sessizliği dinledik ikimizde bir süre. Akrep ve yelkovan birbirini kovaladı durdu. Ne o benden çekti bakışlarını ne de ben ondan. Birbirimize baktık durduk ama içsel dünyamızda ikimizde çok farklı alemlerdeydik.
Düşünmek istemiyordum. Bu eylem bana fazlasıyla acı veriyordu. Düşünürsem hatırlardım ve ben geçmişime dair hiçbir şeyi hatırlamak istemiyordum.
"Düşünüyorum da." dedim kendi içsel dünyamdan çıkıp, düşünmeme isteğime tezat bir biçimde peşime Ares'i de sürüklerken. "Ne ara bu hale geldim diye. İnan bilmiyorum ama geriye dönüp şöyle bir baktığımda tüm bunların altında birkaç tanıdık imza var."
Sözlerimin üzerine gözlerinden bir duygu dalgası geçtiğini gördüm içinde bulunduğumuz karanlığa rağmen. Beni anlar gibi bir hali vardı. Beni anlayabildiğine emindim. Bunu en başından beri tüm benliğimle hissediyordum.
"Aksi mümkün olmaz zaten." dedi. Ses tonu onda da bu olayın böyle olduğunu işaret ediyordu.
Sol yanağımı başımı yasladığım koltuğun yumuşak zeminine sürterken mırıldandım. "Çok yorgunum."
Başımı hareket ettirmemle saçlarımdan birkaç tutam kulağımın arkasındaki tutsaklığından kurtularak gözümün önüne doğru düştü. Saçlarımın gereksiz uzunlukta ve gürlükte olması ara ara beni bunaltıyordu ve şu anda o zamanlardan birindeydik.
Kucağımda birleştirdiğim ellerimi enerji bulup da hareket ettiremezken güçsüz birkaç solukla saçlarımı önümden çekmeyi denedim. Bazen öyle anlar oluyordu ki en ufak bir zerremi dahi harekete geçirecek enerjiyi kendimde bulamıyordum.
Benim dördüncü başarısız üfleyerek saçlarımı önümden çekme girişimimden sonra Ares de bir hareketlenme oldu ve dikkatim bir anda ona kaydı. Bir tık daha dikleştirdiği bedeniyle sol elini yüzüme doğru uzattı ve önüme gelen saç tutamlarımı usulca kulağımın arkasına itti.
"Gel uyuyalım." dedi son saç tutamımı da yüzümden çekerken. Ardından yanağımla temas halinde kalan elini geri çekmeden parmaklarının sırt yüzeyini pürüzsüz tenimde usulca dolaştırdı.
Duyduğum sözler karşısında bir anda heyecan basan bedenimle "Beraber mi?" demekten alıkoyamadım kendimi.
Ağır ağır başını onaylarcasına salladı. "Kim bilir belki biraz olsun dinlenebiliriz." dedi. Dinlenmek. Sözde güç kazanabilmek ya da yorgunluğunu giderebilmek için çalışmaya ya da bir işe bir süre ara vermek anlamında olsa da bizim için sadece bir fiil olarak kalan bir kelimeydi. Bizim için gerçekten de böyle bir şey mümkün olabilir miydi? İşte bunu denemeden bilemezdik.
Aramızda geçen son konuşma bu olurken Ares çevik bir hareketle yerinden ayaklandı ve tepemde dikilerek elini tutmam için bana uzattı. Bedenimde kalan son güç kırıntılarımı da Ares'in elini tutup onun odasına kadar gitmekle harcarken oldukça mutluydum.
Aceleci olmayan ama pek yavaşta sayılmayan adımlar eşliğinde Ares'in odasına vardığımızda bakışlarımı içeride bir süre gezdirdim. Odayı sadece dışarıdan gelen gecenin ışığı aydınlatırken etrafı zorluklarla seçebildim. Bu evde gözlerimi ilk açtığım zamanı ve bu odada geçirdiğim ondan sonraki anları hatırlarken kısa süre önce benliğimi saran mutluluktan pekte eser kalmamıştı.
Ares'in elinin elimden çekilmesiyle daldığım kötü anılardan sıyrıldım hızlıca. Kaldırdığı yorganın içerisine girmem adına bana bir baş işareti verdi. Sessizce verdiği komuta uyarak yatağın içerisine girdim ve ufak birkaç hareketle yattığım yere iyice yerleşmeye çalıştım. Ben doğru yerleşme biçimimi bulamadan yanımda yerini alan Ares bu çabama kısık sesli güldü. İri bedeniyle iyice bana sokulurken yerleşme çabam dibimdeki varlığıyla bir bıçak misali kesildi. Karnımda bir kasılma hissettim.
Biz galiba birazdan beraber uyuyacaktık. Aynı yatakta, yan yana. İdrakına ancak vardığım olayla ekstra nefesimde kesilirken Ares'in kaslı kolunu belime sardığını hissettim. Tabiri caizse bedenimi bedenine iyice yapıştırırken başını yastıktan aşağı doğru kaydırarak kendisine boyun girintimde bir yer buldu.
"Ben uykuya dalmadan önce kendine rahat bir pozisyon bulsan iyi olur." derken sesinde hafif bir uyarı vardı. Bu galiba ben uyurken çok kıpırdama, benimde rahatımı bozma demek oluyordu.
"Tamam." diye mırıldanmaktan öteye gidemedim bir süre.
Öncelikle nefes alışverişime kaldığım yerden devam etmem gerekiyordu. Hemen dibimde duran Ares'in güçlü ve yakıcı soluklarının çıplak boynumda yarattığı hissi görmezden gelmeye çalışırken usulca sola doğru yan döndüm. Ben hayatta sırt üstü yatamazdım. Alışık değildim bir kere. Ayrıca çok fazla hareket eder ve yatakta dört dönerdim.
Yavaş hareketlerle başımı yastıkta biraz daha yukarı doğru kaydırırken Ares'in boynumdaki başı bu hareketimle bir tık boynumdan uzaklaştı. Sol kolum gövdeme yapışık bir vaziyette alt tarafımda dururken sağ kolumu yorganın üzerine çıkartarak bedenimin üzerine bıraktım.
Ares aramızdaki mesafeyi yeni idrak etmiş gibi birkaç saniye içinde homurdanarak bana iyice sokulurken huysuz sesi normal ses seviyesinden oldukça düşük bir biçimde odada yankılandı.
Dediği şeyi daha idrak edemeden yorganın üzerine çıkarttığım elimi kavradı Ares ve omuzuna doğru attırdı. Şu an resmen sarmaş dolaş bir vaziyet almamızı sağlamıştı!
Kalp ritmimin hızlanmaktan da öteye geçerek depar atmaya başladığına emin olduğum saniyelerde derin bir nefes aldım ve istemsiz kasılıp kalan bedenimi biraz olsun gevşettim. Gerçekten rahat olduğuma inandığım bir biçimde kalırken Ares'in omuzuna gelişi güzel attığı elimi yerinde sağlamlaştırdım.
Yarınlar bana ne getirir, nasıl hissettirirdi bilemezdim ama şu anımın bana mutluluk getirdiğini ve gerçek huzur ve güven hissettirdiğini rahatlıkla söyleyebilirdim.
Herkese selam! Nasılsınız?
Bölümü nasıl buldunuz?
Beğeni ve bol bol yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |