22. Bölüm

BÖLÜM 21

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

İYİ OKUMALAR

İyi olmaya çalışıyordum. Bunun için elimden geleni yapıyordum yani en azından deniyordum. En başta rol gereği uğraşırken şimdi iyi olmaya dair içimde ufakta olsa bir istek belirmişti. Huzurla uyuduğum ve bunun nasıl olduğuna dair en ufak bir fikrimin olmadığı bir gece geçirmiştim. Deliksiz sayılabilecek birkaç saatlik uyku uyuyabilmenin tadı hala daha damağımdaydı. Bu bana fazlasıyla iyi gelmişti. Her ne kadar sık sık gözlerimi açıp nerede olduğumu sorgulasam da tekrardan uykuya dalmam çok da uzun sürmemişti.

Ares'in kuytularında saklandığım gecenin sonunda oldukça mutlu uyanmıştım. Huzur benden çok da uzaklarda değildi. Bunu hissetmiştim; Gözümü yeni güne açmadan on saniye önce, Ares'in sıcacık eliyle üşümüş olan cılız kollarımı usulca okşadığı anda.

Benim gibi kendini bildi bileli uyku problemleri yaşayan bir kız için bir yabancının kollarında uyumak oldukça şaşkınlık vericiydi. Bunu huzurla uyandıktan birkaç saniye sonra fark etmiştim ve şirkete gelip iş başı yapana kadar bu nasıl olur diye düşünüp durmuştum. Çünkü en son ne zaman huzur içinde deliksiz sayılabilecek bir uyku uyumuştum hatırlamıyordum. Şaşırmam oldukça olağandı ve tatlı bir yaz dizisinin baş rol oyuncusu olmadığıma göre bu durumu yadırgamamda aynı şekilde olağan bir şeydi. Hele ki benim için.

Her ne kadar huzurlu bir gecenin sabahına oldukça güzel bir biçimde uyansam da günün devamı pek de öyle geçmemişti. Sıcacık yataktan kalkıp işe gelmiştik ve öylesine yoğun bir gündü ki Ares'i galiba bir kere şans eseri koridorda görebilmiştim. Onda da toplantı için hızlıca toplantı odasına gidiyorlardı ve bunun için bizim kata inmesi gerekmişti. Yoksa onu görmemin mümkünatı yoktu. Öyle ki öğle yemeğini Tamay'la birlikte ortak kafeteryada yemiştik.

Tüm bunlar benim için bir ilk olurken pek de memnun olduğum söylenemezdi. Onu özlemiştim. Her ne kadar arada beni yoklamak adına mesaj atsa da bu yeterli değildi. Onun sıcaklığından çıkıp böylesine bir yokluğuyla karşılaşmakta beni ayrı afallatmıştı ve yaşadığım bu duygu durumlarını fark etmemse apayrı bir afallamaydı. Onun varlığına ne ara bu kadar alışmıştım ben?

Babamın yaptıklarıyla yüzleşirken mi? Annemin ölümünü kabullenirken mi?

Bilemiyordum. Her ikisinde de yanımda o vardı ve cevap galiba iki şıkta da vardı.

Önümde yığınla duran dosyaları düzenleme işim bitmek üzereyken adımın seslenilmesiyle kendi iç dünyamda yarattığım düşünce karmaşasından hızla sıyrıldım.

"Bulut ailesinin evrakları tamamlanmış mıydı?" dedi Oğuzhan adımı seslenmesinin hemen ardından.

"Hı hıı." derken hafifçe başımı salladım ve oturduğum sandalyede biraz daha dikleştim. "Ben son eksiklerini birkaç saat önce tamamlayıp onaylattım."

"Süpersin!"

Coşkusuna hafif bir tebessüm edip geçerken elimdeki işleri de bitirmiştim. Mesai saati bitmek üzereydi. Bugün resmen canım çıkmıştı. Eksik bırakılmış o kadar dosya vardı ki hepsini tespit edip, tamamlayıp onaylatmak tüm günümüzü almıştı. Üstelik tüm bu işlerin yanı sıra bünyemize birkaç aile daha eklemiştik. Sancaktar Yardım Departmanının destek verdiği kişiler gün geçtikçe çoğalıyordu. Bunun verdiği his paha biçilemezdi hele ki o işler senin elinin altından geçiyorsa.

Benimle birlikte toplam dört kişi, yüzlerce insanı çekip çeviriyor ve her ihtiyacına bir karşılık olmak adına çabalıyordu. Tüm bunlar gerçekten de emek, sabır, istek ve bolca para kaynağı gerektiren işlerdi.

Yakınlarda görüşmek üzere köklü bir şirketle randevu ayarlamıştım. Bu, benim gibi bu işlerde fazlasıyla yeni olan birine göre oldukça zor bir işti lakin benimde kendime göre birkaç taktiğim vardı. Tamay'ın ufak bir aracılığıyla bu işi halletmem çokta zor olmamıştı. Tabi ağzımın yaptığı laf cambazlıklarını da görmezden gelemezdik.

Yardım departmanına bir tek Sancaktarlar yardım etmiyordu. Bu konuda bünyemizi ne kadar geliştirirsek yapacağımız yardımlarda o kadar çok artardı.

Kapsamlı diyebileceğim bir araştırma sonucu Ulukanlar Şirketinin bu tarz yatırımlara meyilli olduğunu fark etmiştim. Kendilerine ait birçok yardım kuruluşu olsa da ekstra dışarıdaki diğer kuruluşlara da el atmaktan geri durmuyorlardı tıpkı Sancaktarlar gibi.

Bu şirkete adımımı ilk attığım günden beri elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Bunda her ne kadar bu mesleği sevmemin ve benimsememin payı büyük olsa da şu anlık asıl sebep Ares'i mahcup etmemekti.

O bana bir şans, yeni bir hayata başlama fırsatı sunmuştu ve ben bunu mahvetmek istemiyordum. Hele ki şu anda hiç kimsem kalmamışken benim için başka bir çıkar yol yoktu. Kimsesizdim, hiçbir şeyim yoktu. Hayata tutunmak benim için oldukça zordu. Şu ana kadar bundan her ne kadar memnun olmasam da maddi manevi çoğu şeyi Ares karşılamıştı ve karşılamaya da devam ediyordu.

Bu yola ilk çıktığımda her ne kadar biraz birikmişim olsa da o zamanın üzerinden baya geçmişti ve Ares'e rağmen orayı kullanmak durumunda kaldığım zamanlar olmuştu. Oranın suyu çoktan kesilmişti zaten. Yaptığım birikim elle avuçla tutulur bir şey olmadığından ve İstanbul'da yaşamında oldukça pahalı olmasından kaynaklı birikmiş paramın bitmesi pek de şaşırılır bir şey değildi. Ama bu durum çokta uzun sürmemişti çünkü geçtiğimiz ayda, Aralık ayının 17'sinde, her ne kadar adam akıllı bir ay çalışmasam da ilk maaşım yatmıştı ve bu bana oldukça iyi gelmişti.

Tabi ki tüm bunlar yine Ares sayesindeydi. Normal bir iş yerinde bu kadar işe gitmeme, ona rağmen tam maaş alma gibi bir durum zaten olamazdı. Her ne kadar bu durum bana iyi gelecek olsa da tam maaş alma konusunda ilk başta itiraz etmiş ve istememiştim. Çünkü haksız kazançtı benimkisi. En azından çalıştığım gün sayısına göre bir şey alayım, onunla bir şekilde idare ederim diye düşünmüş ve bunu Ares'e de söylemiştim lakin beni oldukça keskin bir biçimde reddetmişti.

Bende battı balık yan gider diyerek mecburi daha fazla sesimi çıkartmamış, maaşı tam bir biçimde almıştım. Almamak gibi bir seçeneğim de yoktu zaten. Beş parasız, kimsesiz bir haldeyken hayata tutunmam imkansızdı. Ölme gibi bir seçenekte söz konusu değildi benim için. O yüzden ne kadar yüzüm kızarsa da ne kadar kendimi kötü hissetsem de almak zorundaydım.

Ares'e bu kadar kısa sürede nasıl böylesine güvenip, inandığıma dair hala daha mantıklı bir açıklamam yoktu kendime. Bu durumu her gün en az bir kez sorguluyordum ve her seferinde kendi kendimi geçiştiriyordum. O, hayatıma bir peri masalı gibi girmiş ve usulca sihirli dokunuşlarını yapmıştı. Bu durumun bende bıraktığı his sadece korkuydu. Güvenimin yine boşa çıkma ihtimali beni yiyip bitiriyordu.

İnsanlar güvenilmezdi. Bunu daha küçük yaşlardayken fark etmiştim. İstisnai kişilerin olduğunu elbetteki düşünüyordum ama onların bana denk geleceğine dair hiçbir inancım yoktu ve Ares onu tanıdığım günden beri o inancıma karşı büyük bir savaş halindeydi. Ve onun bu savaşı kazanması beni galip mi yoksa mağlup mu edeceği faili meçhul bir soruydu. Bu durumda yapabildiğim tek şey korktuğumun başıma gelmemesi adına tanrıya dualar etmekti.

"Lavinia?"

Bakışlarımı önümdeki evrak yığınından alarak beni düşünce aleminden gerçekliğe döndüren Baycan'a çevirdim. Ben daha onun bana seslenmesine karşılık veremeden hızla konuşmasına devam etti. Bende sessizliğimi bir süre daha koruyarak dikkatle onu dinledim.

"Akar ailesine yüklü bir yardım yapılacaktı ya yaşadıkları o harabe evden çıkıp yeni bir eve geçmeleri için. O evrakları bulamıyorum nerede biliyor musun? Paranın yatışını ve harcama kontrolünü yapacaktım. Çıkmadan onu da halledeyim diyorum." dedi gözlerini sözlerinin sonunda benden kaçırır gibi çekip elindeki evraklara döndürürken.

Kendisini oldukça dikkatli dinlememden rahatsızlık duyduğunu geldiğim ilk günden beri farkındaydım. Ve nedensiz bir biçimde, sadece şu an için geçerliydi bu nedensizlik çünkü yakında ondaki asıl olayın ne olduğunu ne yapıp edip öğrenecektim, hareketleri bana oldukça garip ve dikkat çekici geliyordu. İnsan sarrafı değildim ama onda bir şeyler vardı.

Bu durumun bir tek bana böyle geldiğinin pek ala farkındaydım ama ben diğerleri gibi değildim. Son yıllarımı hep bir şüphe ve sorgulama içerisinde yaşamak zorunda kalmıştım ve bunun bana getirileri oldukça fazlaydı.

Suratıma elimden geldiğince gerçekçi gözükecek bir tebessüm yerleştirirken normal davranmaya çalışarak Baycan'ı yanıtladım. "O evrakları ben hallettim bir problem yok ve takibini de ben hallediyorum."

Sözlerimin peşine hiçbir şey yokmuşçasına önüme dönerken çaktırmadan Baycan'ın değişen surat ifadesine baktım. Önümdeki evrakta birkaç saniye tuttuğum bakışlarımı bir şey hatırlamışçasına hızla Baycan'a geri çevirdiğimde bana baktığını gördüm ve benim ona tekrardan dönmemle suratındaki o anlamsız ifadeyi hızla değiştirdiği gözümden kaçmadı.

"Eksik bir şey mi vardı ki?" diyerek ufak bir sorgu odasına aldım Baycan'ı. Bizim karşılıklı masalarda döndürdüğümüz muhabbete Oğuzhan'da bir anda dahil olurken Beril sessizce dinlemekle yetiniyor bir yandan da mesaisini sonlandırmak için eşyalarını topluyordu.

"Bende en son baktığımda bir sıkıntı yoktu bir problem mi çıktı Baycan?"

Oğuzhan'ın da sorgu odama katılmasıyla iyice gerilen Baycan, bende yarattığı huzursuzluk hissini arttırmaya devam etti.

"Yoo yok bir problem. Hallettiyseniz ellerinize sağlık. Dediğim gibi çıkmadan önce bir kontrolünü yapayım dedim herhangi bir sıkıntı var mı falan diye."

Sözlerinin ardından Beril gibi toparlanmaya başlayan Baycan'a gözlerimi kısarak baktım bir süre. Tıpkı babamı aldatma olayında köşeye sıkıştırdığım zamandaki hareketlerine benzeyen tavırlarını seyrettim. Bu seyir hali yaklaşık bir dakika bile sürmezken Baycan hızla iyi günler dileyerek departmanı terk etti.

Başımı belli belirsiz sağa sola olumsuzca sallarken bende masama son kez çeki düzen verdim. Bu sırada Beril ve Oğuzhan'da iyi günler diyerek departmanı terk etti. Tek başıma kaldığım odada boş boş bir sağa bir sola bakarken yavaştan benimde toparlanmam gerektiğini fark ettim. Gidip Ares'i bulmalıydım. Çok yorulmuştum bir an önce eve gidip pineklemeyi planlıyordum.

Oturduğum yerden usulca ayaklanırken yavaşça eşyalarımı toparladım. Ortada çok bir şeyim yoktu zaten. Telefonumu çantamın içine atarak çantayı zincir askılığından omzuma astım. Son olarak kabanımı da elime alırken etrafta tam bir tur dönerek son kontrollerimi yaptım.

"Her şey tamam gibi gözüküyor." diyerek kendi kendime konuştum. Kendimden onayımı da aldığıma göre artık çıkabilirim diyerek arkamı döndüğümde kapı ağzında dikilen Ares'i fark ettim.

Normalde en ufak sesi ve hareketi anında fark edip, algılayan bende iş Ares'e geldi mi durumlar değişiyordu. Hayalet olabilir miydi diye düşünmeden edemiyordum. Her ne kadar durum böyle olsa da arada fark ettiğim anlarda olmuyor değildi. Kendimi buradan teselli ediyordum çünkü algılarımın bu kadar iyi olması kendimde sevdiğim bir özelliğimdi.

Onu bir anda karşımda görmek beni hiç korkutmazken üzerimde sadece şaşkınlık vardı. Ben hala daha çalışıyordur diye düşünüyordum.

"Yine hiç korkmadın." diyerek bana doğru yürümeye başlayan Ares'e tuhaf bir bakış attım.

"Korkmam mı gerekiyordu?"

Birkaç iri adımda dibimde biterken sağ elini belime sardı usulca. "Normal insanlar böyle şeyler karşısında korkarlar. En kötü az da olsa irkilirler ama sende hiç tık yok."

Bu halimi sorgulama tavrından çok belimi okşayan parmaklarında takılı kaldım. "Normal olduğumu hiçbir zaman savunmadım." derken sesim bir miktar içime kaçmış gibiydi. Aklım sıcacık ellerindeydi.

"Biliyorum." dedi oldukça olağan bir sesle ve başımın üstüne belli belirsiz bir öpücük kondurdu. "Günün nasıldı? Çok yorulmadın umarım." derken beni çıkışa doğru yönlendirmeye başladı.

Adımlarımı çabucak ona uydururken yorgunluğumu belli etmek ister gibi uzunca esnedim. "Oldukça yoğun bir gündü."

Yan yana düşen adımlarımıza diktiğim bakışlarımı Ares'e çevirdim. "Senin nasıldı?"

O da oldukça yorgun görünüyordu. Saçları bir tık birbirine girmiş gibiydi. Siyah gömleğinin ilk üç düğmesi açılmış, esmer teni gözler önüne sürülerek oldukça davetkar bir görüntü meydana çıkarmıştı.

"Benim içinde öyleydi." dedi iç çeker gibi. Derin bir soluk alırken gözüme daha da bir yorgun gözüktü.

Vardığımız asansöre kısa sürede binerek aşağıya inerken bir süre sessiz kaldık. Üçüncü kata geldiğimizde asansörden inerek merdivenlere yönelirken de aynı sessizliği sürdürdük ta ki şirketten çıkıp kapıda bizi hazır halde bekleyen araca binene kadar.

"Demiröz'e geçiyoruz." dedi Ares bir anda sessizliğe büyük bir yarık açarak.

Duyduklarım karşısında kaşlarım çatılırken hızla onları düzelttim ve Ares'e döndüm.

"Neden bir şey mi oldu?"

"Yemek bu akşam olacak." dedi oldukça normal bir biçimde.

Kaşlarım bu kez engel olmaya çalışmama rağmen istemsiz daha çok çatıldı. Beklenen dedeye yemeğe gitme işi yine pat diye karşıma çıkıvermişti. Dün ne güzel gitmedik diye rahatlamışken bugün bir anda bu muhabbetin tekrardan ortaya çıkması var olan iki gram tadımı da kaçırmıştı.

E hani ben evde pinekleyecektim ya!

Tüm bedenimi kaplayan huzursuzluğa bir anlam veremezken bunu beklenen dedenin sert mizacına karşı olan çekingenliğime yordum. Daha doğrusu yormak istedim ve bunun için tüm yol boyunca kendi kendime ikna konuşmaları yaptım. Tabi ki içimden.

Ares kendisine cevap dahi vermememi problem etmeyecek kadar derin düşünceler eşliğinde arabayı sürerken onun bu hali beni ekstra huzursuz etmişti ama buna karşın sesimi hiç çıkartmamıştım.

İstanbul trafiğiyle birlikte bir saati aşkın bir yol çektikten sonra Ares içerisinde oldukça lüks villa bulunan bir bahçeye giriş yaptı. Girişte de dahil olmak üzere bahçede sayısız korumaların dolaştığını görmek rahatsızca yerimde kıpırdanmama sebep oldu.

"Galiba cumhurbaşkanının evine geldik." diye mırıldandım.

Bu söylediğimi duyan Ares bir nebze kızarmama sebep olacak şekilde sesli güldü. Keşke bunu içimden deseydim diye hayıflanırken Ares aracı çoktan evin önüne park etmişti. Tamam böyle ortamlar hiç görmemiştim ama böyle bir tepkiyle de rezil olmama hiç gerek yoktu. Bir an önce şu içimden konuşma olayını çözmeliydim. Arada sesli bir biçimde dışarı kaçıyordu düşüncelerim ve bu hiç hoş bir görüntü oluşturmuyordu.

"Hikâyenin kaba da olsa taslağına hakimsin. Normal değil mi bu durum sence de?" diyen Ares araçtan inmeye dair hiçbir belirti göstermezken bende doğal olarak yerimden kıpırdayamadım.

"Tabi o açıdan düşününce normal oluyor." dedim düşünceli bir biçimde. Haklı bir noktayı hatırlatmıştı Ares. Kubat meselesi arada aklımdan çıkıveriyordu.

"Sen birde Tamay'ın koruma halkasını görsen."

Açıkçası o kısmı görmeyi geç düşünmek bile istemezdim o yüzden Ares'in son dediklerini duymazdan geldim ve harekete geçmesiyle onu takip ederek arabayı terk ettim.

Bakımlı olduğu on kilometre öteden belli olan taşlı zemine ayak bastığım gibi bedenimi saran soğuklukla istemsizce titredim. Ellerimin arasında duran kabanıma acıklı bir bakış attım. Keşke seni en başından giyinseydim. Şimdi bir dakikalık yürünecek yol için kabanımı giyinmekle hiç uğraşamazdım.

Ben ağlamakla ağlamamak arasında bir yüz ifadesiyle memnuniyetsizce yerimde dikilirken Ares hızla arabanın önünden dolaşarak yanıma geldi. Sağ elini belime sarıp beni yönlendirerek hızla eve yürümeye başladı. Gerçi gittiğimiz yapıya ev demek hakaretten sayılabilirdi. Villa görünümlü saray yavrusu desem daha doğru olurdu.

Maddi imkanlarının sınırını bir an merak ederken bu çokta uzun sürmedi. Biz daha dış kapıya varamadan aralanan kapıyla yüz ifademi sabit tuttum. En az ev kadar görkemli olan dış kapıyı açan, çalışan olduğu kıyafetlerinden belli olan kadın bizi büyük bir gülümsemeyle karşıladı.

"Hoş geldiniz efendim."

Tahmini kırklarında olan kadın önceliğini Ares'e verdikten sonra bana da samimi olduğunu varsaydığı bir gülümseme sundu. Yabaniliğimi bu gece Ares'in hatırına geri planda tutmaya çalışarak bende hafif bir tebessümle karşılık verdim.

"Ben bunları alayım." diyerek elimdeki eşyalarıma yöneldiğinde ona engel olmadım. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım ve sadece telefonumu kendimde bırakarak kabanımla çantamı kadına verdim.

Giriş faslını hallettiğimizi düşünerek Ares'e dönerken aklıma bir anda ayakkabıları çıkaracak mıyız sorusu düştü. Bizde eve ayakkabıyla girme diye bir şey yoktu. Bu olay imkansızlığıyla birlikte yapımıza ultra tersti. Kaldı ki bende bu olaya pek hoş bakmıyordum. Karda, kışta, yağmurda nasıl dışarıda gezdikleri ayakkabıyla eve girerdi ki insan? O kir, çamur nasıl temizlenirdi evden. Düşüncesi bile tiksinmeme sebep olmuştu.

Çalışan kadın kendisine verdiğimiz eşyalarla ilgilenirken usulca Ares'e yanaştım.

"Ares." diye tabiri caizse fısıldayarak ona seslendim.

"Efendim." diyerek bana girdiğim halleri sorgulayan bir bakış attı. Kendisi benim aksime ses tonunu normal tutarken içimden ona kızmak geldi. Yahu ben burada neden fısıldıyorum? Biri duymasın diye fısıldıyorum! Sen neden normal konuşuyorsun!

"Ay sessiz olsana biri duyacak!" diyerek azarlama isteğimi es geçmezken hızlıca etrafı kolaçan ettim.

"Ne oluyor?" diye fısıldadı Ares de bana bir tık eğilerek. Azarımın bir etki vermesi beni içten içe mutlu ederken etrafı kolaçan eden bakışlarımı hemen dibimdeki adama çevirdim.

"Ayakkabılarımızı çıkaracak mıyız?" diye ilk fısıldayışıma nazaran biraz daha sessiz konuştum.

Sorduğum soru karşısında kaşları kalkan Ares daha fazla eğik kalmadan yerinde doğruldu. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşurken bana tepemden kısık bakışlar attı.

"Hayır. Temizleme paspasını çıkartacak birazdan Aysel onu bekliyoruz şu an zaten güzelim." dedi ses tonunu normale çevirerek.

Temizleme paspası mı? Eski köye yeni adetler getiren zenginlere akıl sır ermiyordu. O da neydi? Tüm bunlara ne gerek vardı? Güzelce ayakkabılarını çıkartıp temiz temiz ev terliğiyle şıpıdı şıpıdı gezseler ne olurdu yani!

"Anneannem tüm bunları görse hepinizi kızılcık sopasıyla kovalar yemin ederim." diye mırıldandım bilinçsizce. Önceki hayatıma göre dediğim şey oldukça normalken şu anda içinde bulunduğum hayata baktığımda sözlerim oldukça absürt kaçtı. Onunla da görüşmüyordum. Daha doğrusu o da benimle görüşmüyordu. Oradan kovulduktan sonra birkaç kez aramıştım ve hiçbirinde telefonlarıma çıkmamıştı.

Sözler dudaklarımdan çıktıktan sonra önce dediklerimi fark ettim sonrasında da gerçekleri tüm çıplaklığıyla hatırladım. Ben her ne kadar hatırlamış olsam da iş işten çoktan geçmişti ve bu dediklerimi Ares duymuştu. O benim aksime dediklerimin absürtlüğünü anında fark ederken benim bir bozuntuya vermememden dolayı dediklerimi duymamazlıktan gelerek herhangi bir şey demedi. Lakin suratında yamuk bir tebessüm peyda olmuştu.

"Şunu şöyle bırakayım." diyerek koştur koştur gelen Aysel tüm dikkatimi üzerine toplarken nefes nefese bir halde yanımıza vardı. Elindeki iki tane koyu gri, normal havluya benzeyen ama onun daha sert hali olan bezi ayak ucumuza serdi sırayla.

Bakışlarım Ares'in ne yaptığına kayarken onun harekete geçmesiyle anında hareketlerini taklit ettim.

Önce temizleme paspası dedikleri şeyin üzerine bastık. Ardından bildiğin kedilerin işedikten sonra ayaklarını toprağa sürtmesi gibi ayakkabı tabanlarımızı paspasa sertçe sürttük. Bu işlem böyle bir dakika kadar sürdü.

"Tüm aileniz içeride salondalar efendim." diyerek bizi bilgilendiren kadını yalnızca bir baş sallamasıyla geçiştirdi Ares.

Sol elini sırtıma koyarak beni salon olduğunu düşündüğüm yere yönlendirmeye başlamasıyla bedenimde kol gezen gerginliğin varlığını tekrardan anımsadım.

"Benim gelmem illa şart mıydı?" diye gerginlik içerisinde mırıldanmaktan kendimi alıkoyamazken usulca Ares'e doğru yanaştım.

"Bu konuyu konuştuğumuzu ve hallettiğimizi hatırlıyorum." dedi Ares benim aksime oldukça rahat bir biçimde. Onun bu rahatlığı bana batarken içimde bir yerlerde bir ses huzursuzluk çıkartmam adına bana büyük bir baskı yapıyordu.

"Sen konuştun, ben konuşmadım!"

Yabaniliğimi bu gece Ares'in hatırına geri planda tutacaktım değil mi? Boş verin.

Girişteki holü arşınladığımız da karşımıza direkt salon dedikleri yer çıktı. İçerisi oldukça kalabalık olan odaya girdiğim gibi tanıdık birkaç yüz görmek beni azda olsa rahatlattı. Bu yüzler kesinlikle Tamay ve Bars'a aitti.

Bizim içeri girmemizle tüm bakışlar üzerimize döndü. Bedenimi bu kış günü basan ateşe bir anlam veremezken bunu sadece gerginliğime ve heyecanıma yordum. Herkesin beni incelediği gibi bende hızla bakışlarımı odada gezdirirken bir kadın hariç herkesle bir muhataplığım olduğunu fark ettim. Galiba o kadında Deniz Bey'in eşi, Tamay'la Tamer'in annesi oluyordu.

"Sonunda gelebildiniz." diyerek konuşmayı başlatan ilk kişi beklenen dede oldu. Beklenen dede bekletilmeye gelmiyormuş bunu da suratındaki memnuniyetsizlikten anlayabilirdik.

"Geldik işte." diyen Ares'in umursamazlığına takılmazken bana gülümseyerek bakan kadına çevirdim bakışlarımı. Onun yüzünde gördüğüm o ifade acır gibi miydi yoksa bana mı öyle geliyordu anlamamıştım. Belki de hayat hikayemi az da olsa Tamay'dan öğrenmişti ve bana gerçekten de acıyordu. Bir de sanki eski bir hatırasına bakarmış gibi bir hali vardı. Tam olarak ne olduğunu bende çözememiştim.

Sessizliğimin gittikçe garip kaçtığını odaya girişimizin üzerinden neredeyse iki dakika geçtikten sonra fark ederken bir şeyler deme ihtiyacı hissettim.

"İyi akşamlar herkese."

"İyi akşamlar canım hoş geldiniz. Vallaha kurt gibi açım hadi direkt yemeğe geçelim." diyen Tamay bana garip bir ifadeyle bakış atıp doğruca yürümeye başlarken duyduğu sesle duraksadı.

"Bir dur kızım belki biraz soluklanmak isterler." dedi ve ekledi "Bu arada ben Umay. Tamer'le Tamay'ın annesiyim."

Tahminimin doğru çıkmasının memnuniyetiyle gülümserken kadının samimiyet içerisinde bana uzanan eline aynı şekilde karşılık verdim.

"Memnun oldum efendim." diyerek bu geceki uslu kız halimi bozmamaya çalıştım.

"Biraz dinlenelim mi?" diyen Ares'e bana fark etmez dercesine omuz silktim.

"Herkes çok acıktıysa direkt yemeğe geçebiliriz benim için sorun yok." dedim.

Bu fasılları ne kadar çabuk atlatırsak o kadar hızlı eve döneriz düşüncesiyle bu gece ne derlerse onaylamayı planlıyordum. Hem bende biraz acıkmış olabilirdim.

"Tamam o zaman geçelim direkt yemeğe."

Ares'in sözleri bir anda herkesin hareketlenmesine sebep olurken onun bu ailedeki önemi belirgin bir biçimde tekrardan gözüme çarptı. Özellikle beklenen dedenin Ares'e verdiği önem yan gezegenden belli oluyordu.

Şirketten tut her yerde Ares'e söz hakkı tanıması ve onun ağzının içine bakması bana biraz garip geliyordu doğrusu. Tamay ile Tamer de onun torunuyken neden Ares sorusu bu durumu fark ettiğim andan beri aklımı sıkça kurcalayan bir şeydi.

Yine Ares'in yönlendirmesiyle salonun yan tarafında bulunan oldukça görkemli ve şekilleri göze anında göze çarpan kirişin altından geçerek yemek yiyeceğimiz kısma ulaştık. Burası da en az salon kadar geniş bir alandan oluşurken sadece yemek yeme kısmı için özel tasarlanmış olduğunu gördüm.

En az bu ev kadar şatafatlı bir masa içeri girdiğimiz gibi bizi karşılarken üzerinde kaç çeşit yemek olduğunu ben sayamadım. Toplasan kaç kişiydik de böylesine bir hazırlık yapılmıştı? Tamamen müsriflik ve gösterişti.

Kim bilir bu masada kaç yetim doyardı? Bu zenginleri anlamak gerçekten zordu. Bizde eve taze ekmek alındığında eğer bir dilimde olsa bayat bir ekmek varsa önce o bitirilirdi. Bu yazısı olmayan bir kuraldı ve uygulamayan aile bireyleri anne terliğiyle acımasızca cezalandırıldı.

Hoş şimdi kim ne yaparsa yapsın bir anlamı yoktu çünkü ortada ne bir aile ne de bir anne vardı. Bayatta olsa bir dilim ekmek bile yoktu.

Herkes yerini biliyormuş gibi direkt masaya yerleşirken ben sadece izlemekle yetindim. Burada bir oturma düzeni olduğu ve herkesin buna uyduğu hareketlerden açıkça belliydi.

Masanın başına beklenen dede, beklendiği gibi otururken onun sol tarafındaki sandalyelere sırasıyla Deniz Bey, Umay Hanım, Tamay ve Tamer oturdu; Sağ tarafındaki sandalye boş bırakılıp onun hemen yanındakine de Bars oturmuştu.

Sanırım o boş yer Ares'e aitti ve galiba bende Bars'ın yanına oturacaktım. Çünkü geriye bir tek orada açılan yemek servisi boş kalıyordu.

Benim için herhangi bir sorun teşkil etmeyen yere doğru tam ilerleyecekken kolumdan tutulmamla duraksadım. Dönüp baktığımda kolumu tutan kişinin Ares olduğunu gördüğümde ne oldu dercesine bakışlarımı hafif kısıp sorgularcasına bir bakış attım.

Karşılık olarak hiçbir tepki almazken harekete geçen Ares'le mecburi bende hareketlendim ve beni istediği gibi yönlendirmesine izin verdim.

Şu tarz olaylardan fazlasıyla hoşnutsuz olsam da şu anda herhangi bir tepki verilebilecek bir ortamda olmadığımızın pek ala farkındaydım. O yüzden yine ve yine sessiz kalmayı tercih ettim.

Ares'in kolumdan tutup beni kendine ait olan yere getirmesiyle tüm gözler bize odaklanırken ufak çaplı sayılmayacak bir gerilim bedenimde sinsice süzülmeye başladı.

Tabiri caizse Bars'ın tepesinde durup dikilmeye başlayan Ares'le anında aklıma gelen fikirle gözlerim irileşti. Düşündüğüm şeyi yapmaması adına tam dua edecekken Ares konuşmaya başladı ve ben dua işi için biraz geç kaldığımı fark ettim.

"Bars sen bir yana kaysana."

Bars onun bu dediğini sorgulamaksızın yaparken ben o an yerin dibine girmekle ve masada hali hazırda bulunan ebeveynlerin yoğun bakışlarını görmezden gelmekle meşguldüm. Tamay'ın ima içeren parlak bakışlarını söylemiyordum bile.

Bir anda ortaya çıkan ve hala daha ne olduğu belli olmayan bir kız için bu kadar merak dolu bakış fazlasıyla normaldi. Az çok aile hayatımı bildiklerine de emindim. Sorgu içinde olmamaları asıl garipsenecek bir durum olurdu lakin bu kadar çok bakılacak neyim vardı merak etmiyor değildim.

Sonunda kazasız belasız Ares'le Bars'ın arasına oturabildiğimde çaktırmadan uzun soluklu bir nefes verdim. Vücudumun terlemeye başladığını hissediyordum. Ben zaten oldukça gergin bir insandım, beni neden böyle ortamlara sokuyorlardı ki!

"Herkese afiyet olsun." diyerek dikkatleri üzerine alan beklenen dedeye çaktırmadan minnet dolu bir bakış attım. Çünkü o konuşmasaydı Umay Hanımın bakışlarını benden alacağı yoktu.

Neden öyle dikkatli bakıyordu bir fikrim yoktu. Ve asıl merakım şu anda ortaya çıkıyordu ki o da neden bu ailenin fertleri beni gördükleri ilk anlarda bana karşı garip bir bakış kilitlenmesi yaşıyorlardı?

Tipimi mi beğenmiyorlardı yoksa başka bir şey mi vardı bunu henüz çözememiştim. Ama bu aileden her yeni biriyle tanıştığım anda bu durumla karşı karşıya geldiğimde aklımda bu merak oluşuyordu. Açık açık kimseye de nedenini soramıyorum çünkü bu benim uydurmamda olabilirdi.

Zaten geçmişte yeterince paranoyaya maruz kalmıştım ve bu durum hala daha devam ediyor olabilirdi. Tüm her şeyi ne kadar arkamda bıraksam da böylesine derin psikolojik durumların hemen iyileşme göstermeyeceğini bilecek akıldaydım.

Beklenen dededen yani Demiröz'den gelen komutla bir anda etrafımızda kısa bir hareketlilik oldu ve nereden çıktıklarını bilmediğim birkaç çalışan, ki bunlar mutfak çalışanı olmalıydı, hemen yemek servisini çorbaları dağıtarak başlatmıştı.

Önüme koyulan domates çorbasına kısık bir bakış attım. Ben domates çorbası sevmezdim. Boğazımı çok yakardı ve iki üç kaşıktan fazlasını içemezdim. O iki üç kaşık bile zorla olurdu zaten.

Kış mevsiminde neden domates çorbası sorusu da aklımda yer edinirken gerçekten bu zenginlerin işine akıl sır erdilemeyeceğini bugün bilmem kaçıncı kez tekrardan anlamıştım. Büyük ihtimal bu mevsimde güzel domates bulamayıp yurt dışından ithal ettirmişlerdi!

"Ne güzel yine hepimiz bir aradayız böyle."

Daha bir kaşık bile almadığım çorbamdan başımı kaldırıp tam karşımdaki Umay Hanıma baktım.

"Ay gerçekten de öyle anne." diyerek ilk tepkiyi veren Tamay'a babası Deniz Bey'de katılmakta geç kalmadı.

"Uzun zaman olmuştu böylesine kalabalık bir aile yemeği yemeyeli."

Kendimi bir anda büyük bir aile dramasının içine düşmüşüm gibi hissederken geri kalan konuşmalara kulak tıkadım ve elime aldığım kaşıkla çorbamla oynamaya başladım.

"Neden yemiyorsun?"

Sağ kulağımın hemen dibinden gelen sesle bir anlık irkildim. Tabiri caizse birazdan içime düşecek olan Ares'e yandan bir bakış atarken hızla ağzıma bir kaşık çorba aldım.

"Yo yiyorum." diyerek amansız bir inandırma mücadelesine girerken ağzımdaki lokmayı zorlukla yutkundum.

Boğazımdan aşağı tüm yemek borumu kaplayan yanma hissiyle yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Sevmiyordum kardeşim işte nereden çıkmıştı kış ayında bu çorba karşıma!

"Emin misin?" Ares ısrarcı tavrının sonuna kadar arkasında dururken dikkat çekmemeye çalışarak oldukça kısık bir ses seviyesinde onu yanıtladım.

"Evet, eminim işte!"

Tabi ki bu kısık bir tıslamayı andırır bir biçimde dışarı yansımıştı.

Şu anda en son istediğim şey domates çorbasını sevmeyip içemememden dolayı dikkatlerin üstüme çekilmesiydi! Ama Ares bunun olmasını çoktan sağlamıştı.

"Bir sorun mu var çocuklar?" diyen Deniz Bey'e ışık hızını kıskandıracak bir hızda yanıt verdim.

"Hayır yok bir şey."

Yine tüm masanın gözü üstümüze çevrildiğinde bu kez kurtarıcım ikizlerin annesi olmuştu.

"Şirketteki faaliyet alanın neydi canım senin?"

Benimle alakalı soruların ilki geldiğine göre sorgu başladı diye düşünmeden edemedim. Az önceki kurtulma olayı tamamıyla yalan olurken elimdeki kaşığı tabağımın kenarına bıraktım.

"Yardım departmanındayım." Kısa ve öz açıklamama ekstra bir kelime dahi eklemeden önüme döndüm. Lakin bu çokta uzun sürmedi ve bu kez konuşmaya Tamay da dahil oldu.

"Oldukça ilgili ve bilgili bu konularda anne. Başarılı da."

Birbirlerine büyük bir tebessüm eşliğinde bakan anne kızda bakışlarımı sabit tutamazken hızla başımı önüme eğdim. Tamay'ın dediklerine herhangi bir yorumda bulunmazken durumu yarım bir tebessümle geçiştirdim.

Geçmiş anılarım bir bir zihnime düşerken aralarında annemle hiç böyle bir anım var mı diye ufak bir arayışa girdim ama herhangi bir sonuca varamadım. Elbetteki yoktu. Varsa da benim hatırımda değildi.

"Bana birilerini anımsatıyorsun."

Umay Hanım'ın ağzından dökülen kelimeler masada anlamadığım bir sessizliğe neden oldu. Bakışlarım sohbetleri bir bıçak misali kesilen insanlarda dolaşırken en son bana bakmakta olan Umay Hanım da durdu.

Tekrardan yarım bir tebessüm ettim. "İnsan insana benzer." demekle yetindim.

Sözlerim sonunda beklenen dede bir anda öksürmeye başladığında hızla ona döndüm ve o sırada göz ucuyla Ares'in elindeki kaşığı sıktığını fark ettim.

Deniz Bey ve Umay Hanım şaşkınlık içeren bakışlarını benden çekerek beklenen dedeye döndüklerinde yüzlerini bir endişe kapladı.

"Baba iyi misin?"

Birkaç öksürük ve birkaç yudum su sonrası ancak kendine gelebilen beklenen dedenin suratı hafiften kızarmıştı.

"Yok bir şey iyiyim." diyen adamla herkes önüne dönüp sessizlik içerisinde çorbalarını içmeye devam etti.

Sofradaki son muhabbet bu olurken birkaç kelimelik 'Tuzu uzatır mısın?' 'Şunu şuraya koyar mısın?' cümleleri dışında hiçbir konuşma geçmedi.

Yanlış bir şey mi dedim diyerek kendimi içten içe yiyip bitirdiğim bir yemek faslının sonunda herkes tekrardan cümbür cemaat salona geri döndü. Neredeyse hiçbir şey yemediğimden oldukça huysuz hissediyordum kendimi.

Beklenen dede tekli koltuğa direkt yerleşirken Deniz Bey'de diğer tekli koltuğa geçti. Tamer, Tamay ve Bars üçlüye otururken; Umay Hanım, ben ve Ares'le birlikte diğer üçlü koltuğa oturdu.

Bulunduğumuz ortamın tadının gittikçe kaçtığını fark ederken usulca Ares'e yaklaşıp artık kalkalım demenin planlarını yapmaya başladım. Kimse fark etmeden bunu nasıl yapabilirdim ki? Umay Hanım hemen dibimde oturmuşken hem de!

Salonda bizim oturduklarımız dışında bir tane de ikili koltuk bulunuyordu. Neden dip dibe oturmuştuk ki hepimiz? Her ne kadar çokta dip dibe olmasak da kısık sesli konuştuğumuzda fark edilebilecek bir yakınlıktaydık.

Beklenen dede ve Deniz Bey iş hakkında oldukça derin bir sohbet içerisindeyken; Bars da ciddiyet içinde onları dinliyor arada sohbetlerine katılıyordu. Tamer suratını asmış bir vaziyette telefonuyla ilgilenirken yanımdaki Ares de aynı şekil telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Bakışlarım Tamay'a kaydığında göz göze geldik. Birkaç saniyelik bakışmanın ardından Tamay bana çapkınca göz kırparken ona yarım bir tebessüm sundum.

Yanımda fark ettiğim hareketlilikle Umay Hanım'a dönerken onunda bana doğru döndüğünü gördüm.

"Sen neler yapıyorsun tatlım boş zamanlarında?"

"Genelde evdeyim. Öyle sıradan ev işleri falan." demekle yetinirken sırtımı hafiften döndüğüm Ares'in kaslı koluna yasladım.

"Duyduğuma göre elinde pek lezzetliymiş. Senin yaptığın bir börek varmış Tamer anlatmıştı. Bir gece canı çekmiş, gelmiş bana anne hadi ondan yapalım diyor. Dedim tamam yapalım tarifi nasıl? Bir şeyler anlattı, kendince tarif etti ama sonucundan kendisi pek memnun olmadı."

Sözlerini suratımda hafif bir tebessümle dinlerken biraz daha Ares'e yaslanarak Umay Hanım'a döndüm.

"Tarifi çok basit bir börekti aslında nesini beğenmedi ki?" derken tüm ilgi odağımı karşımdaki güler yüzlü kadına verdim.

"Ya o salak bir şeyleri yanlış anlattı ama ne olduğunu çözmedik o akşam." diyerek lafa karşı koltuktan Tamay da dahil oldu.

"Senin tarifin nasıldı?" diyen Umay Hanım Tamay'daki dikkatini bana çevirdi.

"Patatesli iç harç hazırlıyorum. Patatesleri rendeliyorum, suyunu iyice sıkıp üzerine isteğime göre baharat ekliyorum. Sonra taze yufkaları hazırladığım sosa batırıp tepsiye diziyorum sırasıyla. Alta üç kat yufka koyduktan sonra iç harcı komple döküyorum. Üstüne iki kat daha yufka koyup iyice kapatıyorum kenarları. Azıcık sos artıyor genelde en üste de o sosu döküp elimle her yerine yediriyorum en sonda susam serpiştiriyorum."

Uzun soluklu konuşmamı tüm dikkatiyle dinleyen kadının suratında nerede hata yaptığını arayan bir ifade varken oldukça ciddiydi. Her ne kadar ciddiyeti üzerinde olsa da bu ciddiyet ondan gram bir katı duruş oluşturmamıştı.

"Biz o dediğin sosu en üstüne dökmedik direkt susamları döküp pişirdik." dedi Umay Hanım.

"Susam yoktu çörek otu koymuştuk anne." diyen Tamer bizi dinlediğini belli ederken ona döndüm. Sonunda telefonundan çektiği bakışlarını üzerimize dikmişti.

"Ben pek sevmiyorum çörek otu, yakıştıramıyorum." dedim Tamer'e doğru ve Umay Hanım'a döndüm. "En üstede sos dökmek şart değil ama pişerken fazla kuruyor ondan ben döküyorum."

"Sosu nasıl hazırlıyorsun?" diyen kadınla bir süre düşündüm.

"Oda sıcaklığında yumurta, sıvı yağ, süt ve soğuk maden suyunu karıştırıyorum. Ama maden suyunu en son ekliyorum ondan önce diğer malzemeleri iyice çırpıyorum yumurta kokma yapmasın diye."

Umay Hanım başını anladım dercesine aşağı yukarı sallarken tüm salonda iki elin birbirine çarpma sesi ve Tamer'in yüksek sesli nidası duyuldu.

"Hadi be ondan mı olmadı şimdi? Bende diyorum bir şey eksik ama ne!"

"Ne eksik?" diye merak etmekten geri durmazken önce Tamer'e sonrasında Umay Hanım'a baktım.

"Biz sosa süt koymadık ve sırasını da senin dediğin gibi yapmadık. Hatta en önce maden suyunu dökmüştü Tamer kaba, öyle çırptık."

Tüm salon Tamer'in isyankâr haline bakarken bu kez de tüm dikkatleri üzerine gür sesiyle Tamay çekti. "Ben size demiştim o eksik diye."

"Sen yoğurtta ekleyeceksiniz demiştin süt değil!" diyerek anında ikizine müdahale etti Tamer.

"Aynı şey; Tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan!"

Yanlış çıkmayı kabullenemeyen Tamay da ikizine bir tepki verirken onların bu didişmelerine anneleri bir son verdi.

"Tamam çocuklar! Doğrusunu öğrendik bir dahakine daha düzgün yaparız."

Onların bu haline Deniz Bey "Hay Allah'ım!" deyip geçerken, geri kalanlar sessiz kalmayı tercih etti.

Hararetli sohbetimizin etkisiyle Ares'e sırtımı iyice döndüğümü, o çenesini omuzuma koyduğunda fark ederken bir anda olan bu yakınlıkla gerildim. Göğsünü iyice sırtıma yapıştırırken yengesine hitaben konuştu.

"Bir gün bize gelip mutlaka Lavinia'nın yemeklerini denemelisin."

Onun beklenmedik bu hareketlerine yengesi büyükçe gülümserken konuştu. "İnşAllah çok isterim canım."

Ben ilk başlarda onun bu ansızın yakınlaşmasında kilitli kalırken bu durum çokta uzun sürmedi; O 'bize gel' lafını dediği an bu kez de orada takılı kalırken ona doğru döndüm hafifçe. Bu dönüş esnasında bize pekte hoş bakmayan beklenen dedenin suratındaki memnuniyetsizlik gözüme çarptı. Ares'in sağ çaprazında kalan tekli koltukta oturduğundan beklenen dede de arkamda kalmıştı ve ben dönene kadar onun bu anlamsız yüz ifadesini görememiştim.

Adını yansıtan sertlikte bakan bakışlarıyla kesiştiğimde bir süre bakıştık lakin bu çokta uzun sürmedi ve Demiröz gözlerini devirerek önüne döndü. Gördüğüm manzara karşısında kaşlarım istemsiz havalandı. Yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak bende önüme döndüm ve Ares'ten uzaklaştım. Bedenlerimiz arasına koyduğum mesafeye çevrilen ela gözlerinin son durağı gözlerim olurken orada da çok durmadım ve bir şeyler anlatan Tamay'a döndüm.

Her ne kadar tüm ilgimi Tamay'a vermiş gibi davransam da dediklerinin hiçbiri kulağıma bile ulaşmıyordu. Kendisini dinlediğimi sanan Tamay konuşması esnasında arada bana doğru dönerek konuşmasını sürdürdüğünde oynadığım rolümde patlak vermemeye çalıştım. Bu şu anda benim için oldukça zor olurken gerçekten de Tamay'ın dediği hiçbir şeyi algılayamıyordum.

Sağ tarafımda bir hareketlilik sezerken bakışlarım anlık oraya kaydı. Beklenen dedenin oturduğu yerden ayaklanırken Ares'e verdiği ufak bir baş işaretini şans eseri görürken hızla görmemiş gibi yaptım ve önüme döndüm.

Tamay kendisini dinlemediğimin farkında mıydı bilmiyordum ama hala daha konuşmaya ve bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Annesi Umay Hanım tüm dikkatiyle Tamay'ı dinleyip arada ona cevap verirken ara ara Tamer'de sohbetlerine katılıyordu.

"O bir kere öyle değildi anne! Bu tutturdu sığacağım içine diye zorladıkça zorladı elbiseyi. Elbisenin kalıbında bir şey yoktu, Tamay kiloluydu o zaman. Tamamen kilosundan yırtıldı elli bin liralık elbise." diyen Tamer'e Tamay'dan cevap çokta gecikmedi.

"Ya alakası bile yok! Anne elbisenin kalıbı dar değil miydi? Sende gördün bunu Bars bir şey desene?"

Neyden söz ettiklerini asla anlamazken bir türlü konuştukları konuya adapte olamadım. Son duyduğum sözler Bars'a ait olurken dikkatim iyice dağıldı.

"Kesinlikle öyleydi sevgilim."

Yanımda hissettiğim kıpırdanmayla Ares'e dönerken beklenen dedenin salondan çıktığını göz ucuyla gördüm. Deniz Bey'de çekirdek ailesinin girdiği laf dalaşına katılarak yüzündeki gülümsemeyle çocuklarına sataşırken Ares yerinden ayaklandı. Bakışlarımız birbirine denk düştüğünde dudakları bir açıklama yapmak için aralandı.

"Birazdan geleceğim." demekle yetinirken arkasını dönerek salondan çıktı. Sözleri herhangi bir açıklamanın yanından geçmezken öylesine söylediği sözlerde pek bir anlam aramadım. Önüme döndüm.

"Oğlum gitmesene kızın üstüne." diyen Deniz Bey dikkatimi anlık dağıtsa da bu iyi bir anlamda değildi. Birkaç dakikalık geçmiş turu yaşattıran ve bana geçmişteki hayatımı sorgulattıran anlardan zor bela çıkarken derin bir nefes aldım. Bunalmaya başlamıştım.

Geri kalan dakikalarda sadece dinliyormuş gibi yapmaya devam etsem de aklımın onlarda olmadığını belli ettiğim anlar olmuştu. Aklım tamamıyla beklenen dedede takılı kalırken onda beni huzursuz eden şeyin ne olduğunu düşünüp durdum.

Fazlasıyla kasıntı bir tipti. Yaşı vardı ve ben yaşına hürmeten elimden geldiğince saygısızlık etmemeye çalıştıkça o bana öyle bir tavırlar sergiliyordu ki artık canıma tak etmeye başlamıştı. Sanki benimle bir derdi vardı.

Bu göz devirmeleri, ters bakışları ilk değildi. Daha önce şirkette de kaç kere görmüştüm ama sessiz kalmayı tercih etmiştim. Sessiz kalmak benim için sorun değildi. Asıl sorun tüm bunlara ne kadar tahammül edebileceğimdi.

Bana acıdığı tavırlarından aşikarken bir de bu tarz bakışları üstüne tuz biber oluyordu. Bana kendimi kötü hissettiriyordu. Sanki buraya ait olmayan bir parçaymışım gibi. Oysaki ben ilk kez bir yere aitmişim gibi hissetmeye başlayacakken...

Tüm bunlar benim hastalıklı düşüncelerim miydi bilmiyordum ama bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Hele ki Ares'i bu konuda huzursuz etmek hiç istemiyordum. Zaten dedesiyle arası iyi değildi.

Düşünce üstüne düşünce ekleyerek git gide kendimi boğarken ortamda bana çevrilen bakışları fark ettim. Galiba bana bir şey demişlerdi.

"Bir şey mi demiştiniz? Kusura bakmayın işle ilgili bir şeyler düşünüyordum da." diyerek kendimi toparlamak adına ufak bir yalana başvurdum.

Tamay bu halime sırıtarak bakarken Umay Hanım konuştu. "Bir kahve mi içsek demiştim."

"Ay falda bakarız ne iyi olur." Tamay da annesinin isteğini kendince desteklerken onları kırmamak adına onayladım.

"Olur."

Herkesin bu fikri onaylamasıyla adının Aysel olduğunu öğrendiğim kadına gerekli siparişi veren Umay Hanım'ı seyrettim bir süre. Ne kadarda kibar ve naif birisiydi öyle. Hal ve hareketleri, davranışları oldukça zarifti. Tamay'ın annesiyle alakası yoktu. O daha çok enerji patlaması yaşıyormuş gibi büyük bir bomba edasında dolanıyordu etrafta.

"Babamla Ares nerede onlar içer miydi ki kahve?" diyen Deniz Bey karpuz kabuğunu tekrardan aklıma sokmuştu. Yerimde rahatsızca kıpırdanırken salonun kapısına bir göz attım. Ares'e dair hiçbir iz yoktu.

Ares'in gidişinin üzerine kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama yirmi dakikayı geride bıraktığımıza emindim. Acaba lavaboya diye kalkıp bir köşede Ares'i yakalayıp gidelim mi deseydim? Türk kahvesini her ne kadar çok sevsem de şu anda içmesem de olurdu. Kesinlikle öyle yapmalıydım.

Oturduğum koltuğun ucuna doğru kayarken yanımdaki Umay Hanım'a doğru döndüm. "Şey lavaboya gitmek istiyorum da nerede acaba?"

"Tamay sana lavaboya kadar eşlik etsin canım."

Samimiyet içerisinde bana yaklaşan Umay Hanım, Tamay'ın da dikkatini üzerime çekerken anında bir itirazda bulunmam gerektiğini fark ettim ve hızla harekete geçtim.

"Yok ben hiç zahmet vermeyeyim kendim giderim." dedim ve Tamay'a da kısa bir bakış attım.

İsteğim üzerine herhangi bir itirazda bulunmayan kadın bana kısaca bir yeri tarif ederken ben usulca yerimden ayaklandım ve salondan çıktım. Ne dediğini can kulağıyla dinlememiştim.

Sağa doğru döndüğümde hemen çaprazımda gördüğüm merdivenlere yönelirken merdivenlerin yanındaki koridora kısa bir bakış attım. Tarifinde galiba o koridora girmem gerektiğini söyleyen kadının sözüne kulak asmazken hızla merdivenleri çıkarak bir üst kata ulaştım.

Eğer oturduğum yerden bin bir zorlukla gözüken merdivenlerin başında Ares'i görmeseydim büyük ihtimalle ilk katta Ares'i arayıp duracaktım ve sonuç hüsran olacaktı ama ben onun üst kata çıktığını görmüştüm. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonla ikinci katın koridorunda ilerlerken karşıma Ares dışında birinin çıkmaması adına dualar ediyordum. Olurda burada yakalanırsam bana lavabo için burasını söylediler yalanını atacaktım. Tabi yerseler...

Sessizlik içerisinde attığım ağır adımlarla ilerlerken aldığım nefese bile dikkat ediyordum. El alemin evinde bir hırsız gibi gezmediğim kalmıştı sonunda o da olmuştu! Nereye kaybolmuştu bu Ares? Koridorda oldukça uzundu. Beşten fazla kapının olduğuna emin olduğum ama şu anda saymaya üşendiğim kapıları tek tek geçtim.

Birkaç adım sonra az ilerimden konuşmalar duyarken aynı şekilde ilerlemeye devam ettim. Birkaç adım daha attıktan sonra duyduğum sesin Ares'e ait olduğuna emin olurken uzun bir soluk verdim ve daha rahat bir şekilde bir adım daha attım. Sonunda onu bulabilmenin rahatlığıyla tam ikinci adımımı da atacakken bu kez kulağıma beklenen dedenin sesi ulaştı ve adımlarım keskin bir bıçak gibi kesildi.

Bakışlarımı koyu renk fayanslardan çekerek karşımdaki kapıya çevirirken kapının hafif aralık olduğunu fark ettim. Küçük sayılabilecek, zayıf bir insanın bile geçemeyeceği aralıkta olan açıklıktan önce Demiröz'ü sonrasında Ares'i görürken ne konuştuklarını duymaya çalıştım. Sesleri boğuk geliyordu.

Şüpheci kişiliğim anında bir sorgu içerisine girerken nefesimi tuttum. İş üstünde yakalanırsam yapacağım herhangi mantıklı bir açıklama olamazdı. Zaten hiçbir mantık beni bu durumdan kurtaramazdı.

Yarım adım kadar daha kapıya yaklaşırken bir anda koridorda yankılanan Demiröz'ün gür sesi yerimde donup kalmamı sağladı.

-BÖLÜM SONU-

 

Selam! Ben geldim, nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz?

 

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayalım! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 11.11.2024 20:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...