23. Bölüm

BÖLÜM 22

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

İYİ OKUMALAR

Tanrının hepimiz adına yazmış olduğu belirli hayatlar vardı. Bunu bazı karar anlarımızda yapmış olduğumuz seçimlerle her ne kadar değiştirsek de bu köklü bir değişiklik olmazdı. Olamazdı. Zaten yapmış olduğumuz seçimler sonucu değiştirdiğimiz kaderimizde tanrının bir yazgısı değil miydi? Kalem her türlü onun elindeydi ve neler olacağına o karar verirdi.

İhanet. İhanet, tanrının benim adıma yazmış olduğu hayatımda değiştirilemez bir gerçekti. Ne yaparsam yapayım, seçimim ne olursa olsun ihanet dönüp dolaşıp beni buluyordu. Bu da benim kaderimin baş yazgısı olsa gerekti.

Oyunlar, arkamdan çevrilen dolaplar ve benim adıma yapılmış ama benim haberimin dahi olmadığı baş rolünün ben olduğum planlar. Bunlarda ihanetin hemen ardından gelen diğer yazgılarımdı. Mutluluk benim için gerçekten de imkansızdı. Huzurlu olduğumu sandığım, kendimi güvende hissettiğim ve gerçekten de ait olduğum yer burası dediğim anların birer sanrı olduğunu tekrardan idrak ettiğim andaydım.

Yaşadığım hayal kırıklığının buruk tadı ağzıma yabancı değildi. Bu tadı daha öncelerde de birçok kez tatmıştım.

"Hasta mı oluyorsun?"

Bakışlarımı önümdeki tabaktan alırken beynimde yankılanan seslere susmaları adına bir işaret verdim. Ares'in şüpheli ve birazda tedirgin bakan gözlerine çevirdim ifadesiz bakışlarımı.

"Galiba öyle oluyorum." dedim geçiştirircesine.

Bedenen bir hastalık değildi bu. Ruhum gün geçtikçe daha da batıyordu. Ruhumun hastalandığını tüm iliklerimde hissediyordum.

"İstersen hastaneye gidebiliriz?" Oldukça ilgili bir biçimde olan bu yaklaşımı bana hiçte yabancı gelmedi. Zaman geçtikçe birbirimizi daha da tanıyor ve değer veriyorduk. Birbirimize duyduğumuz ilgiyi de göstermekten çekinmiyor, istediğimiz gibi davranıyorduk. Yani en azından benim için durum böyleydi.

"Gerek yok. Zaten bugün son iş günü hafta sonu güzelce dinlenirim."

Yemek gecesinin üstünden iki gün geçmişti. Bakışlarım masanın üstündeki telefonuma kaydı. Gelen bildirim sayesinde aydınlanan ekrandan tarihe ve saate baktım. 8 Ocak Cuma saat 12.42'ydi. Ares'le öğle yemeğindeydik. Restoran olarak şirketin çaprazında kalan şık bir mekânı tercih etmiştik. Bu tercih tabi ki Ares'e aitti.

Benim ısrarlarım dışında onu hiçbir sokak satıcısından ya da küçük bir lokantadan yemek yerken görmemiştim. Gittiğimiz yerlerin hepsi onun gücünü gösterir gibi şık ve oldukça pahalı yerlerdi. Bir makarna tabağına 420 lira vermeyi oldukça saçma buluyordum ama bu konuda Ares benimle hem fikir değildi. Kendi tercihiydi. Sonuçta para benden çıkmıyordu.

"Emin misin?" Son bir şüpheyle sorduğu soruya başımı sallamakla yetindim.

Bir an önce yemeklerimiz bitse de şirkete gitsek diye düşünürken daha fazla yiyemeyeceğime karar verdim. Elimdeki çatalı tabağın kenarına yaslarken önümden biraz ileriye doğru şekilde ittirdim. Kenarda duran peçeteyle dudaklarımı silerken Ares beni pür dikkat izliyordu.

"Ben doydum." dedim ve arkama yaslandım.

"Ne çabuk?" derken Ares de yemek yemeyi bıraktı ve beni taklit ederek oda arkasına yayvanca yaslandı.

"Sen bitir yemeğini beklerim ben."

"Yok kalkalım." diyerek oturduğu yerden bir anda ayaklandı. Onun bu ani tavrını hiç beklemezken bir an şaşkınlık içerisinde duraksadım. Bu durumu çokta uzatmazken birkaç saniye içerisinde toparlanarak bende ayaklandım.

Hesabı ödeyip mekândan çıkmamız birkaç dakikamızı aldı. Oldukça soğuk havaya attığım ilk adımla içime derince bir soluk çekerken bakışlarım çıktığımız mekânın sağında, az ileride dikilen sıradan giyimi olan adama kaydı. Üstündeki siyah kaban bana bir yerlerden tanıdık gelirken önüme döndüm ve Ares'le yan yana adımlar atarak şirkete doğru ilerledim.

"Senin bu Ulukanlarla olan görüşmen kesin ayarlandı mı?" diye sordu Ares.

"Evet ama tarihi daha netleştirmedik." diyerek Ares'i yanıtlarken karşıdan karşıya geçmek üzere kısa bir an duraksadım. Önce sağa ardından sola bakarak yolu kontrol ederken Ares'in bileğime sarılan sıcak parmaklarını hissettim.

Her yola çıkışımızda yaptığı bu hareketi yadırgamazken sesimi çıkartmadım. Küçük bir çocukmuşum gibi sergilediği bu tavır normalde pek de hoş olmasa da benim nedensiz hoşuma gidiyordu.

Sözlerim karşısında ağırca başını sallayan Ares'e uzun uzun bakarken çoktan karşıdan karşıya geçmiş, şirkete varmak üzereydik. Yakışıklı sureti tüm ciddiyetiyle önüne bakarken birkaç saniye onu seyrettim. Şirkete tahmini on veya on beş adım kala onun bileğimdeki eli geri çekilirken adımlarıma hız kesmeden devam ettim ta ki şirketin kapısına varıncaya kadar.

Önce yavaşlayan, ardından tamamen duran adımlarım üzerinde dururken üst bedenimi hafif sola doğru döndürdüm. Başımı doksan derecelik açıyla geriye çevirirken bakışlarım az önceki çıktığımız mekânın az ilerisindeki siyah kabanlı adama kaydı. Üç saniyelik bir göz göze geliş yaşanırken bakışlarını kaçıran taraf ben oldum. Önüme döndüm ve şirketten içeri girdim. Az ilerimde güvenlikleri geçmiş bir biçimde gözlerinde soru işaretleriyle beni bekleyen Ares'e hitaben konuştum.

"Bir şey yok."

*** 

"Bence Beril'in kışlık ek erzak fikri şu an için önceliğimiz olmalı." dedim bakışlarımı elimdeki evraklardan çekerek. Oğuzhan'a döndüm.

"Kışın tam ortasındayız ve fazlasıyla sert koşullar içerisindeyiz. Kim bilir getto bölgesindeki insanlar ne durumda. Ek erzak yardımı kışı rahatça atlatmaları için büyük bir destek olur onlara."

Dediklerimi düşünceli bir halde dinleyen ekip arkadaşlarımdan ilk konuşma, fikir sahibi Beril'den geldi. "Bana katılmana sevindim. Oğuzhan ve Baycan'a kalsa şu anda kadın cezaevlerindeki çocuklara yardım başlatacaktık."

Başımı olumsuzca sağa sola sallarken yerimde dikleştim. Elimdeki evraklara kısa bir bakış atarken kendimden son derece emin bir biçimde konuştum.

"Onlar şu anlık geri plana atılabilir. Onlara iyi kötü devlet bir şekilde bakıyor. Açta değiller açıkta değiller. Dosyanın içerisindeki getto bölgesinin araştırma esnasında çekilen fotoğraflarını görmediniz mi? Unutulmuşlar resmen."

İkna kabiliyetim dilimin işleviyle doğru orantılı bir biçimde iyiydi. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla Oğuzhan'ı ikna ettiğimi düşünürken bakışlarım Baycan'a döndü. Israrcı bakışlarımla göz göze geldiği gibi iki elini de havaya kaldırarak teslim olurmuş gibi yaptı.

"Pekâla nasıl isterseniz öyle olsun. Ben gerekli evrakları hazırlayıp üstlerle bir görüşeyim."

Yüzümde oluşan zafer ifadesiyle yerimde ayaklanırken masamın üzerindeki boş fincanımı elime aldım. Telefon ve şirket kartımı da diğer elime alırken hızla konuştum.

"Ben çayımı tazelemeye gidiyorum." diyerek gelişi güzel haber verip kimsenin cevabını beklemeden odadan çıktım ve asansöre yöneldim.

Vardığım asansörle ilk önce elimde hazır beklettiğim kartımı okuttum hemen ardındansa kendime özel kodu girdim.

31120.

Bu şirket için pek manidar olan kod, Ares'le göz göze geldiğimiz ilk anın tarihiydi. Onu tanıdığım günün tarihi.

Açılan asansör kapılarıyla içeri girerken gitmek istediğim katı tuşladım yani dokuzu. Kafeteryaya gidip bergamotlu çayımı tazelemek bana iyi gelecekti. Bu çaya aşıktım.

Gittiğim kattan anında haberi olan Ares'in şans eseri! karşıma çıkmamasını umarken kısa sürede kafeteryaya varmıştım. Tamamen ücretsiz olan bu yer kendin pişir kendin ye tarzındaydı. Odanın bir tarafı küçük mutfakken diğer tarafında masa ve sandalyeler vardı. Mutfak tarafında buzdolabından espresso makinesine kadar her türlü elektrikli alet bulunuyordu. Bir tek fark burada her zaman var olan malzemelerin şirket tarafından karşılanmasıydı. Yaşasın beleşçilik!

İçeri girdiğim gibi yöneldiğim mutfak tezgahına elimdeki telefonla kartı bıraktım ilk önce. Dolaptan sallama bergamotlu çayı alırken ısınması adına ısıtıcıya su koydum. Suyun kaynak hale gelmesini beklerken elimdeki bardağı yıkadım yavaş yavaş. Kafeteryada benden başka kimse yoktu. Millet işinde gücündeydi tabi.

Bugünkü yapmam gereken her şeyi hatta daha fazlasını hallettiğimden oldukça yayvan hareketlerle çayımı hazırladım. Üstünde dumanı tüten fincanımı sağ elime alarak tezgâhtan ayrılırken aklıma telefonum ve kartım geldi. Söylene söylene gittiğim iki adımlık yolu geri dönerek unuttuğum eşyalarımı da alırken gittikçe yaklaşan birkaç ses duydum. Sanırım birileri geliyordu.

Bu şirkette yılbaşından sonra pek düzgün bakılmıyordum ve bu durum hala daha düzelmemişti. O yüzden elimden geldiğince kendimi yakmamaya çalışarak hızlı adımlarla kafeteryanın çıkışına doğru yürüdüm. Kimseyle muhataplık kurmadan masamın başına geri dönmeyi planlarken içeri muhteşem üçlünün girdiği gördüm.

"A Lavinia ne yapıyorsun kuşum?" diyen Tamay beni gören ilk kişi olurken onun konuşmasının ardından kendi aralarında bir sohbet halinde olan Tamer ve Bars da bana döndü.

"Çayımı tazelemeye gelmiştim." diyerek sağ elimi hafifçe kaldırdım fincanı işaret edercesine.

"Bizde kahve içmeye gelmiştik tabi birazda mola ve kaçamak yapmak için." dedi Tamay bakışlarını elimdeki fincandan alırken.

Anladım dercesine başımı sallarken hızla masama geri dönmek adına bir bahane söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki Tamer'den hiç beklemediğim bir hamle geldi.

"Sende bize katılsana? Tabi bir işin yoksa?"

Duyduklarım karşısında ufak bir inanamamazlık içerisine girerken kaşlarım hafif havalandı. Suratımda apaçık bir sorgu ifadesi oluşurken Tamer'e ikizinden destek çok gecikmedi.

"Ay evet iki dedikodu üç sohbet ederiz çok iyi olur."

Bu teklifin altından bir iş çıkacağına emin bir şekilde dudaklarımı araladım. "Olur bir işim yok."

Tamay adına olmasa da ki ona da artık pek bir güvenim yoktu, Tamer adına bir iş döndüğünü rahatlıkla söyleyebilirdim. Buna nereden mi emindim? Orası da şimdilik bana kalsındı.

Muhteşem üçlü benden gelen cevapla kendilerine istedikleri gibi kahvelerini alırken ben kafeteryadaki masalardan birine oturdum ve yanıma gelmelerini çayımı içerken sabırla bekledim. Oldukça uyuşuk hareket ediyorlardı Bars hariç.

Aralarında işini hemen bitirip yanıma gelen ilk kişi Bars olurken karşımdaki sandalyeye oturdu. Onun peşine Tamer ve Tamay da eş zamanlı masaya gelirken; Tamer sol çaprazıma Tamay sağ çaprazıma gelecek şekilde oturdular. Kare şeklindeki masada Bars'la ben; Tamer'le Tamay karşılıklı oturmuştu.

"Randevu tarihi için seni daha aramadılar mı kuzum?" diyen Tamay sıcak kahvesinden ilk yudumu alırken bana baktı.

"Hayır hala bekliyorum."

Sohbet dikkatini çekmiş olmalı ki Bars da bize katılıp Tamay'a bir soru sorarken Tamer sessizlik içerisinde bizi izliyordu. Daha doğrusu beni. Kahverengi gözleri üzerimde fazlaca oyalanırken bundan rahatsız oldum ve bakışlarımı Tamay'a döndürdüm.

"Unutmuş olma ihtimalleri var mı?" diyerek bende konuya tekrardan dahil olurken çayımdan bir yudum daha aldım.

Sevgilisinden aldığı bakışlarını bana çeviren Tamay bilmem dercesine dudaklarını büktü. "Sanmıyorum ya. Pazartesi’yi de bekleyelim olmazsa ben salı günü ararım bir."

Çayımdan büyükçe bir yudum daha alırken sol elimle baş parmağımı kaldırarak tamam anlamında bir işaret yaptım. Acaba çok merak ediyordum benim bu işlerim ne zaman yolunda gidecekti?

Tamer'in dik bakışları gittikçe canımı sıkmaya başlarken bıkkınlık içerisinde elimdeki fincanı masaya koydum ve ona döndüm.

"Baban neredeydi senin?"

Ortam bir anda buz keserken Tamay'la Bars ettikleri sohbete bir ara verdiler. Beklemediğim yerden gelen soruyla birlikte bir süre susarak Tamer'e bakarken boğazımda hep var olan düğümün yerini bir kez daha hatırladım.

Ağır bir yutkunma sonrası çayımdan bir yudum almak için fincanıma yönelirken elimin titrediğini görmemle hızla fincanı kavradım ve elimin yanmasını umursamadan kucağıma indirdim. Elimin titrediğini yalnızca Tamay görürken bir müdahale etmek adına dudaklarını araladı.

"Tamer! Ne alaka şimdi bu?"

Tamay kaşlarını çatmış ikizine bakarken Tamer'in bakışları hala daha bendeydi. "Ne var canım merak ettim." derken ki rahatlığı bende onu bir kaşık suda boğma isteği uyandırdı.

"Herhangi bir ceza evinde olması lazım." dedim sesimin titrememesi adına kendimi kasarken. Pek ala o adamın nerede olduğunu net bir biçimde biliyordum lakin bunu onların bilmesine gerek yoktu. Artık onlarla bir işim kalmamıştı ve şu anki çevremin onlarla bir bağım olduğunu düşünmesine gerek yoktu. Verdiğim kaçamak cevap tamamıyla bu nedendendi.

"Peki kardeşlerin?" diyerek nereye varacağını asla belli etmeyen Tamer bedenimdeki sinir hücrelerini uyandırmaya çalışıyor olsa gerekti!

"Dedemlerle birlikte yaşıyorlar." dedim bu kez oldukça sert bir biçimde.

"Oğlum bunlardan sanane lan." diyen Bars, kendisinin de sabrının taştığını belli etmek adına biraz sert konuşmuştu. Lakin bu Tamer'i durdurmadı.

"Ne var oğlum kız hakkında bir bok bildiğimiz yok ama kız hayatımızın tam merkezindeki pla-"

"Tamer!"

"Tamer!"

Duyduğum sözler ve anında yapılan ikazlar sayesinde herkesin her şeyden haberi olduğunu anlarken bir şey bilmiyormuşçasına kaşlarımı çattım.

"Anlamadım?" diye masum bir soru ortaya sorarken sorgu dolu saf bakışlarımın altında sinsi saf bir öfke yatıyordu ama bunu kimse göremiyordu.

Tamer vermiş olduğu firenin farkına vararak bana dönerken hızla konuştu. "Bir anda hayatımıza girdin ve evde olsun işte olsun hep yanımızdasın. Ne halt olduğunu bilmek istemem oldukça normal."

Kendimde bulduğum son bir güç kırıntısıyla elimdeki artık ısısını hissetmediğim çayımdan bir yudum alırken Tamer'e bakıyordum.

"Senin bu beni gördüğün ilk günden beri ne halt olduğumu öğrenme isteğin beni bir sorgu haline sokuyor." dedim tüm dürüstlüğümle. 'Ne halt olduğum.' kısmını ayrı bir imayla söylerken kaşlarım belli bir orantıda havalanmıştı. "Yeterince tanıştığımızı da düşünüyorum nedir senin asıl merakın?"

Bu kez beklenmedik soruyla duraksayan kişi Tamer olurken masadaki diğer ikilide ondan farksız değildi. Tamay'ın huzursuzca yerinde kıpırdanmaları bu sohbetin bir an önce bitmesini istediğini gösterirken; Bars arada elinde hazır tuttuğu telefonundan birilerine mesaj atıyordu. Bunu durmaksızın oynayan parmaklarından anlamak pek ala mümkündü.

Babama bir konudan minnettardım. Onun bu aldatma halinin bende yarattığı travma, beni fazlasıyla dikkatli ve içten içe sinsi kılmıştı. İstemsiz çevremde dönen olayları anında yakalayıp kavrayabiliyordum ve bunun nimetlerini şimdiki hayatımda rahatlıkla alıyordum.

Şer içindeki hayır; Kötülüğün içindeki iyilik bu olsa gerekti.

Verecek bir cevap bulamamış olacak ki hafiften sinirle kızarmaya başladı Tamer. İçimden bende öyle düşünmüştüm derken arkama yaslandım usulca. Tam o esnada kafeteryaya birinin daha girdiğini duydum. Oldukça güçlü ayak sesleri vardı, yere sağlam bastığı on metre öteden hissediliyordu. Öfkeli bir yürüyüş mü sergiliyordu?

"Tamer!"

Duyduğum gür ses bana fazla aşina gelirken birkaç saniye içerisinde tepemde bir beden belirdi.

"Demiröz seni bekliyor odasında. Hemen git!"

Ben hariç masadaki tüm bakışlar tepemde dikilen Ares'e kayarken, ben Bars'a cidden mi bakışları atıyordum. Tamer'i anında Ares'e yetiştirmezsin değil mi? Ve sen Ares... Toplantıda olduğunu sanıyordum ne ara bitirmişti toplantıyı? Ya da asıl sorum şuydu: Bitirmiş miydi yoksa ara mı vermişti?

Cevap çok açıktı: Ara vermek zorunda kalmıştı.

Sinirliydi. Soluk alışverişlerinin farkında mıydı bilmiyordum ama nefesleri fazla sesliydi. Bakışlarımı ağır ağır hemen dibimde dikilen adama çevirdim. Ona bakmamla o da bana bakarken kısa bir süre göz göze kaldık. Ona büyük bir tebessüm sunup önüme dönerken bu bakışmayı kısa kestim. Tabi gülüşümü de aynı şekilde.

Elimdeki fincandan bir yudum daha çay içerken Ares'e hitaben konuştum. "Bir problem mi var?" Sanki Tamer'le az önce hiç gerilmemişiz gibi davranıyordum. Amacım bu kadar ufak bir şeyi Ares'e dert ettirmemek ve Tamer'le kavga etmesini önlemekti. Tabi yersen.

Sinirini bana yansıtmadığını sanması onun en büyük aptallıkların biri olabilirdi tabi beni küçük görüp hafife almasının hemen ardından.

"Hayır." diyen Ares'in gerildiğini tüm masa fark ederken tekrardan konuştum.

"Toplantıdasın sanıyordum?" Toplantıya girmeden önce bana mesaj atmıştı. Uzun soluklu bir toplantı olacağını bir şey olursa direkt odasına gidip onu beklemem gerektiğini de mesajına eklemeyi unutmamış, her zamanki tavrını yine sergilemişti.

Bakışlarımı masanın üzerindeki eşyalarımdan çekip karşımdaki Bars'a kaydırdım. Önüme döndüğümden beri bakışları bendeydi. O iyi bir avukattı ve anlamıştı. Bende bir şeyler olduğunu anlamıştı. Bendeki garipliği Tamer'in tavrına karşılık olan bir tepki olduğunu düşünmesini umarak bakışlarımı ondan kaçırdım. Dikkatli olmalıydım. Bu aile içerisinde en az kendi ailemin içerisinde olduğum kadar tehlikedeydim. Geçte olsa bunu anlamıştım.

"İşle ilgili şeyler işte. Ara vermem gerekti."

Olay tamda tahmin ettiğim gibi çıkarken anladım dercesine başımı salladım. Tamer'in Bars'a öfkeli bir bakış attığını o ayaklanmadan hemen önce göz ucuyla gördüm. Hiçbir şey demeden bulunduğumuz yeri terk eden Tamer'in ardından bende ayaklanırken herkese hitaben konuştum.

"Evraklar beni bekler size iyi oturmalar."

Elimdeki fincanımı hiç bırakmadan telefonum ve kartımı da diğer elime alarak onlara arkamı döndüm ve çıkışa yöneldim. Ares'in yanından geçerken çaktırmadan ciğerime dolan kokusunu içime derince çektim. Her şeyi geride bırakırsak ona çok kolay âşık olabilirdim. Bunun yeni idrağına varmıyordum sadece geri planda tuttuğum ve düşünmekten kaçındığım şeyleri artık bir bir düşünüyor, en ince ayrıntısına kadar beynimde evirip çeviriyordum.

Başıma gelmesinden korktuğum ne varsa bir bir başıma gelmişti, gelmeye de devam ediyordu ve ben ne kaçmanın ne inkâr etmenin ne de susmanın bir faydasını görmüştüm. Şu ana kadar yaptığım ne varsa artık tersini yapmaya karar vermiştim. En fazla ne kaybedebilirdim ki? Elimde kalan bir tek kendi canım vardı ve artık onun da pek bir önemi yoktu benim için. Hayal kırıklıkları... İnsanların miladı olabiliyordu.

*** 

Üzerime geçirdiğim kabanın önünü şimdilik açık bırakırken ellerimi salık gür saçlarımın arasına soktum. Dalgalı mı yoksa kıvır kıvır mı olduğuna bir türlü karar veremediğim gece karası saçlarımı karşımdaki aynadan düzelttim. Bence her ikisinden de vardı. Hem kıvır kıvır hem de dalgalıydı. Ekstra gür olmaları onların fazlasıyla hacimli gözükmesini sağlarken şu anda fırtınalı bir okyanusta var olan yosunların okyanusla oluşturdukları renk uyumuyla aynı renkte olan gözlerimi kendi üzerimde usul usul dolaştırdım.

Güzel bir kızdım. Bunu inkâr edemezdim. Bizim ailenin, dağılmadan önceki ailemin, en çok beğenilen kızı bendim. Kuzenlerim arasında hep bir ayrımcılık yaşamıştım bu yüzden. Beni bir türlü kabullenememişlerdi. Bu yüzden de birçok travmaya sahiptim. Aileme bana miras bıraktıkları onlarca travma için müteşekkirdim. Hepsi birbirinden ayrı ve farklıydı.

Anımsadığım anı diyemeyeceğim kadar kötü çocukluk zamanlarımı göz ardı etmeye çalışırken aralanan asansör kapısından çıktım ve doğruca merdivenlere yöneldim. Şirketten çıkacaktım. Mesai saati bitmek üzereydi ve eğer yanılmıyorsam yarım saat gibi bir şey kalmıştı. Yarım saat erkenden çıkmak benim için pek bir sorun teşkil etmemişti çünkü halletmem gereken tüm işleri çoktan halletmiştim. Hatta belki fazladan birkaç iş bile yapmış olabilirdim.

Bu işler arasında Tamay'la kaçak bir şekilde Türk kahvesi içmekte vardı. Benim aksime onun şu sıralar bir tık daha yoğun bir programı vardı. Yaptığı çizimler bir türlü içine sinmiyordu ve bu onu daha da çok çalışmaya itiyordu. Tasarım yapması gerekiyordu. Eşsiz ve özel tasarımlar... Sancaktar Mücevherat'ın bir adı vardı ve aksi tasarımları kaldıramazdı. Bu da en büyük yükü Tamay'a yüklüyordu. Benim düşüncem bu yöndeydi.

Kafeteryadaki olayın ardından oldukça normal bir biçimde Tamay'la vakit geçirmek bana biraz olsun iyi gelmişti. Onunla yakınlaşmaya başladığımız vakitleri anımsamıştım. Şüpheler yoktu, sürekli tetikte olma hali yoktu.

Aile içi ve şirket içi tüm dedikoduları bana aktaran Tamay kısa sürede cemiyet dedikodularına geçmiş ve büyük çoğunlukla bunlardan söz etmişti. Aile dedikodusu da annem yeni vazo aldı ya da dedemde bel fıtığı çıktı gibi şeylerdi ve pek ilgimi çektiği söylenemezdi. Tıpkı diğer anlattığı dedikodular gibi ama sırf hevesi kırılmasın diye merak ediyormuşum gibi dinlemiştim onu. Onun aksine ben ona oldukça samimi yaklaşmıştım ve öyle de olmaya devam edecektim.

Tek tek indiğim basamaklarda sabit tuttuğum bakışlarımı telefonumdan duyduğum melodi sayesinde çekerken arayan kişiyi telefon ekranına bakmadan bile pek ala tahmin edebiliyordum. Aramakta geç bile kalmıştı. Üçüncü kata indiğimi telefonuna gelen bildirim sayesinde öğrenen Ares'ten bu aramayı biraz daha erken bekliyordum. Beni şaşırtmıştı.

Şirket dışına çıkmak dışında ben bu kata pek inmezdim ve o çoktan şirketten çıkacağımı anlamış olmalıydı. Kendisine haberde vermediğimden merak etmiş olmalıydı. Sorgulamak için arıyordu ve ben sorgulanmaktan nefret ederdim. Beşinci çalışın ardından aramasını yanıtlarken ben çoktan giriş katına inmiştim.

"Efendim." dedim oldukça sıradan bir ses tonunda. Sanki oldukça normal bir telefon konuşması yapıyormuşuz izlenimi veriyordum ona. Bakışlarımı aralarından geçtiğim mücevherler üzerinde öylesine gezdirdim. Yeni ürünler gelmişti.

"Nereye?"

Sanane.

İnsan bir alo, ne yapıyorsun, nasılsın falan der değil mi? Bunda öyle bir şey yoktu. Gerçi Ares onu tanıdığımdan beri böyleydi. Sağ olsun zaman geçtikçe bile çizgisini hiç bozmamıştı!

"İşim erken bitti de bu vakti değerlendireyim dedim. Markete gidiyorum bir şey istiyor musun?"

Ondan gelecek herhangi bir cevabı beklerken çoktan şirketin dışına adımımı atarak hafif sağa doğru döndüm ve gideceğim yerin bilincinde sağlam adımlarla ilerlemeye devam ettim. Hava fazlasıyla soğuktu ama şimdilik önümü kapatmak adına herhangi bir girişimde bulunmadım. Hem zaten ellerim doluydu. Birinde çantam vardı birindeyse telefonumu kulağıma yaslı tutuyordum.

"Bekleseydin eve geçerken uğrardık." dedi oldukça hoşnutsuz bir ses tonuyla. Davranışım hoşuna gitmemişti ve bu benim gram umurumda değildi.

Karşımda bir çocuk gibi mızmızlanan adama gülümsemek istesem de bunu yapmadım. Normalde bu tavrı bana hoş gelirdi tabi gerçek karın ağrısını bilmeseydim. İlerlediğim kaldırımın karşısındaki restorana baktım. Bugün öğle yemeğini yediğimiz yerdi burası ve mekân her zamanki gibi oldukça kalabalık görünüyordu.

Birkaç evrak karıştırma sesi kulağıma dolarken bakışlarımı önüme çektim ve dümdüz ilerlemeye devam ettim. Hala daha bir cevap vermediğimi anımsadım.

"Vaktim varken hallederim demiştim." dedim ve ekledim. "Sen bir şey istiyor musun marketten?" Son sözlerimi normalinden birkaç tık fazla sesli söylerken Ares'in bunu yadırgamamasını umdum.

"Hayır. Benim de işlerim bitti sayılır ona göre çabuk dön."

Aldığım komutla istemsizce gülümsedim. Ses tonumun bir anda yükselmesi pek dikkatini çekmemişti. Bu güzeldi.

"Tamamdır hadi görüşürüz." diyerek aramayı sonlandırırken başımı hafifçe sağ aşağıya doğru eğdim. Telefonumu çantama atarken arkamdaki hareketliliği fark ettim. Benim gibi insanlar kaldırımdan yürüyorlardı.

Birkaç adımın daha ardından sağa dönerken normal yürüyüşümü bozmadım. Az ilerimde solda bir market vardı. Adımlarımı olduğunca sabit bir hızda tutarken derin derin nefesler alıyordum. İstemsiz kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı.

Acaba bu markette istediğim o jelibonlardan var mıydı? Umarım vardır. Her yerde bulunmuyordu maalesef ve ben o jelibonları çok seviyordum. Birden nereden aklıma estiğini bilmezken sadece canım onlardan çekmişti.

Ayağımdaki botların zeminde bıraktığı sese odaklanmış bir biçimde birkaç adım daha attığımda sol tarafımda kalan marketi çoktan geçtiğimi fark ettim. Adımlarım bir anda bir bıçak misali kesilirken hızla arkamı döndüm.

Benden birkaç metre geride olan ve adımları benimle eş zamanlı duran adamla göz göze gelirken büyükçe gülümsedim. Sanırım artık gerçekten deliriyordum. Ben bile nerede ne yapacağımı kestiremiyordum ve bu gittikçe korkutucu bir hal alıyordu.

Ne bir anda durup kendisine dönmemi ne de kendisine gülümsememi beklemeyen siyah kabanlı adamı biraz daha şaşırtarak adımlarımı ona doğru atmaya başladım. Göz gözeydik ve bu bakışmayı ne o ne de ben kesiyordum. Yüzümde hala daha bir gülümse vardı. İlk anki kadar büyük değildi ama gülümseme gülümsemeydi öyle değil mi?

Ve galiba jelibonlar biraz bekleyecekti...

-BÖLÜM SONU-

 

Bölümü nasıl buldunuz? Ay çok heyecanlı değil mi? Artık konular ısınmaya başlıyor!

 

Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Beni bir tık motive ederseniz çok müteşekkir olacağım! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın!

Bölüm : 12.11.2024 20:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...