28. Bölüm

BÖLÜM 27

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Her zamanki gibi sizleri bölüm sonunda bekliyor olacağım!

İYİ OKUMALAR

Yaşamakta olduğumuz ve adına Dünya dediğimiz bu gezegene ayak bastığı andan itibaren çıkar üzerine kurulu ilişkiler arasında sıkışıp kaldı insanoğlu. Kimse kimseye asla tamamen güvenmiyor, güvenemiyordu. Hiçbir insanoğluna anlam veremiyor ve en çok da ben bugün gelmiş olduğumuz bu çağa ayak uyduramıyordum.

Yirminci yaşıma sayılı günler kala idrak ettiğim bir durum değil bu. Ben kendime gelip ipleri elime aldığım o güne kadar hep bir şeylere uyum sağlamaya çabalamış durmuştum. İnsanları anlamaya, onların istediklerini yapmaya, kendim için değil onlar için yaşamaya hep çabalamıştım. Ama tüm bunlar kendime geldiğim an son bulmuştu ve o gün ben bu dünyanın en kötü insanı olmuştum.

Özellikle de akrabalarım için. Şu anda karşımda bana biraz şaşkınlık biraz öfkeyle bakan akrabalarım...

"Ne işiniz var bu saatte kapımda?" dedim tüm olağan soğukluğumla. Sesim boğaz ağrımdan ötürü tarazlı çıkarken zaten üşüyen bedenim aralık sokak kapısından sebep hafiften titremeye başlamıştı. Galiba dışarıda keskin bir rüzgâr vardı.

"Asıl senin ne işin var burada?" dedi halam şaşkınlığı atıp konuşan ilk kişi olurken.

Gerçekten gece gece bu boktan havada bunu sormak için mi kalkıp gelmişlerdi buraya? Çıldıracaktım bir gün bunlar yüzünden.

"Ne demek ne işin var? Evimdeyim farkında mısın bilmem ama?" dedim suratımı açık açık buruştururken. Biri gerçekten de onlara gram tahammülüm olmadığını söyleyebilir mi?

"Neden geri döndün? En son nereden çıktığı belli olmayan herifle güle oynaya gitmedin mi bu evden!"

Güle oynaya mı gitmiştim? Gerçekten mi? Bu sefer gerçekten gülmemek için kendimi zor tutarken anlamsızca karşımdaki ikiliye baktım.

Halamın çemkirmesini sadece başıyla onaylayan amcam da sonunda söze dahil olarak ileri doğru bir adım attı. "Evin ışıklarını açık görünce abim geldi sandım. O nerede?"

Lütfen birisi onlara gram katlanamadığımı hemen söyleyebilir mi? Hemen! En acilinden diyorum. "Şaka mısınız siz?" dedim ses tonumu hafiften yükselterek. "Dalga geçmeye falan mı geldiniz gece gece kafanız mı güzel? Ne saçma saçma konuşuyorsunuz!"

Boğazımda hissettiğim derin sızıyla sertçe yutkunurken bu hareketle canımın daha çok yandığını fark ettim. Gerçekten ömürlük sabır kotamın sonunu İstanbul'da harcamıştım ve bende biraz olsun bile sabır kalmamıştı. Bazen hayatın benimde bir insan olduğumu unuttuğunu düşünüyordum.

Sözlerim karşısında kaşları çatılarak üstüme doğru bir adım daha attı amcam. "Şurada adam akıllı bir şey soruyoruz asıl sen ne salak salak konuşuyorsun?"

Halam da birkaç adımda amcamın yanında yer alırken onu kolundan tuttu. "Kancıklığı bir bırak! Uslanmayacak mısın sen?"

Bedenimin titremesi her geçen saniye çoğalırken bir an havale mi geçiriyorum acaba diye düşünmeden edemedim. Bir an önce yatıp uyumak istiyordum. Bedenimin gittikçe ağırlaştığını hissediyordum.

"Ev benim evim olduğu için istediğim zaman istediğimle gider yine istediğim zaman dönerim bu bir! Çok sevgili abiniz annemi öldürdüğünden şu anda cezaevinde çürümekle meşgul ve ben de hala hayatta olduğumdan dolayı oradan böyle çabucak kolayca çıkması mümkün değil saçma salak hayallere kapılmayın bu iki! Bir daha kapıma değil gelmek, beş metreden fazla yaklaşırsanız polisi ararım bu da üç!"

Kendimde bulduğum son güç kırıntısıyla elimden geldiğince sert konuşmaya çalışsam da boğaz ağrım buna pek müsaade etmemişti. Ara ara sesim kısılarak ve öksürerek bitirdiğim konuşma sonunda halam hiddetle üzerime gelecekken kapının üzerindeki elimi sıktım.

"Seni vary-"

"Sakın!" dedim keskin bir biçimde. Geriye doğru bir adım atarken zorlukla konuşmamı sürdürdüm. "Bana sakın yaklaşmayın yoksa sizi babama söylerim ve siz çok iyi bilirsiniz abinizin bana düşkünlüğünü."

Bir bunlardan şiddet görmediğim kalmıştı ama buna asla izin vermezdim. O devir kapanalı çok olmuştu bir daha olmazdı.

"Sen abimin hayatını mahvettin onun sana düşkünlüğünden bir şey kalmış mıdır ha?"

Halamın sözlerine güldüm. Hem de oldukça sesli bir biçimde. Bu hareketim bedenimin acıyla kasılmasını sağlasa da dışarı bir şey yansıtmamak adına kendimi zor tuttum.

"O yüzden mi bu evi, arabasını ve işlerini bana bıraktı dersin?" dedim sözlerimin sonunda tek gözümü ne haber dercesine kırparak.

Bu dediklerim yarı yalan yarı gerçekti. Gerçekte tüm bunlar benim olmamıştı ama o şu anda burada yoktu ve ben vardım. Ben kalıyor ve kullanıyordum. Yani en azından şimdilik sadece ev için böyle olsa da bu durum ileride her şey için değişebilirdi. Babamın orada kendince planları olabilirdi ama o, o delikteyken benimde burada kendimce planlarım vardı.

"Yalan söylüyorsun!" dedi halam şok içinde. Gözleri irileşmiş, yüzü kırışmıştı. Zaten çirkindi iyice çirkinleşmişti şu anda.

Onun her zaman bu evde gözünün olduğunu biliyordum ama üzgünüm halacığım ben hayattayken bu imkânsız. Annemin keyfini süremediği her bir şey için burada olacağım ve hepsinin acısını hepinizden tek tek çıkartacağım. İşe de ilk olarak senin oturmakta olduğun ama aslında babamın olan daireden başlayacağım.

Herkes için o kadar güzel planlarım vardı ki onları teker teker hayata geçirmek için sabırsızlanıyordum ama önce gerçekten iyileşmem gerekiyordu. Hafiften başım dönmeye başlamıştı. Galiba tansiyonum düşüyordu.

"He canım he aynen! Git abinle konuş bunları beni rahatsız etmeyin!" diyerek kapıyı ansızın suratlarına kapattım tüm kilitleri tek tek çevirdim.

Sırtımı yasladığım yerde öylece durarak bir süre gitmelerini bekledim. Birkaç homurdanma ve hakaret sonrasında giderlerken en son amcamın şey dediğini duydum.

"Bu orospuyu da evire çevire döveceksin de işte arada abim var ona dua etsin!"

Dolan gözlerimle titrekçe gülümserken cılız bir soluk verdim. Titreyen ellerimi kollarıma dolarken odama doğru sarsak adımlarla yol aldım.

"Ben abine hep dua ediyorum ama beddua!"

*** 

Hissediyordum; yüzümde, saçlarımın arasında, boynumda ve çıplak olan her bir yerimde esen ılık rüzgârı tüm benliğimde hissediyordum. Uzun gür saçlarımın dalgalanışını, hafifçe sırtıma ve kollarıma doğru çarpışını ve tüm bunların bedenimde yarattığı rahatlatıcı etkiyi hissetmediğim tek bir iliğim yoktu.

Kulağıma dolan huzur verici sese daha fazla kayıtsız kalamazken usulca gözlerimi araladım. Neredeydim ben böyle? Önümde uzanıp giden deniz gün batımına ev sahipliği yapıyordu. Karşımda gördüğüm eşsiz kızıllık nutkumun tutulmasına neden olmuştu. Daha önce hiç görmediğim alacalı kızıllık gerçekten de büyüleyiciydi.

Fazlasıyla sıcak olan ama asla tenimi yakmayan kumların üzerinde yarı uzanır vaziyette otururken ayağa kalkmak istedim. Bunun adına tam harekete geçecekken karın bölgemdeki ağırlık beni bir an duraksattı. Neden rahatlıkla yerimde doğrulamıyordum?

Bedenime çevrilen bakışlarım gördüklerim karşısında irileşirken dudaklarım istemsiz aralandı. Üzerimdeki yazlık efil efil olan saten beyaz elbisenin karın kısmı oldukça gergindi. Şiş karnıma gözlerimi kırpıştırarak bakarken istemsiz ellerim karnıma doğru gitti. İlk olarak parmak uçlarımla dokundum sert yüzeye.

Benim ne zamandan beri göbeğim bu kadar büyüktü? Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Şu an neredeydim, göbeğim neden bu kadar büyüktü ve neden burada tek başımaydım?

Oturduğum yerden biraz uğraşla dikkatlice kalkarken bir elim yerden destek alıyor bir elimse çıkmış göbeğimi sarıyordu. Çıplak ayaklarım sıcak kumların üzerine tam bir biçimde bastığında iki elimi de çıkmış göbeğime sararak tüm sakinliğiyle dalgalanan denize doğru yürüdüm.

Havada eşsiz bir yaz akşamı esintisi vardı. Ne rüzgâr üşütüyordu ne de sıcak kumlar yakıyordu. Ellerimi tam bir biçimde bastırdım karnıma bir şeyler hissetmek için ama karnımda hiçbir hareketlilik yoktu. O zaman bu bir bebek değildi.

Bir dakikadan uzun ama iki dakikadan kısa bir yürüyüşün ardından ayak parmak uçlarım ılık suyla temas etti. Bunun verdiği his oldukça hoşuma giderken su dizlerime gelene kadar ilerledim denizde. Uzun elbisemin alt kısımları çoktan ıslanırken derin bir nefes aldım. Ellerim hala karnıma sarılı bir vaziyetteydi.

Bulunduğum yere ve olduğum hale hiçbir anlam veremezken sadece anın büyüsünü hissetmek istercesine durup kaldım bir süre. Karşımdaki manzara gerçekten de çok hoştu. Kaostan ve kötü olan her şeyden uzak bir biçimde sadece bu muhteşem manzara ve ucu bucağı gözükmeyen denizin sesiyle kendimi gerçekten de iyi hissediyordum. Bu his dudaklarımda büyük bir gülümseme peyda etti.

Dolgun dudaklarımın iki yana kıvrılıp gamzelerimin ortaya çıktığı tam da o an bir şey hissettim. Karnımda. Bakışlarım anında aşağıya doğru inerken hissetmekle kalmayıp gözlerimle gördüğüm dalgalanmalar beni daha da çok gülümsetti.

"Madem oradaydın neden daha önceden kendini hissettirmedin?" dedim tatlı bir kızgınlıkla. Ses tonumda birazda şaşkınlık vardı. Bu his bana bir yerlerden çok tanıdık geliyordu.

Yavaş hareketlerle karnımdaki dalgalanan kısmı okşadım. Bu hareketimle dalgalanma biraz daha arttı. Kıkırdadım.

Tüm dikkatimle şiş karnıma bakarken derinlerden duyduğum bir ses tüm dikkatimi dağıttı. Bakışlarımı sesin sahibini bulmak adına hızla etrafta gezdirirken bir yandan da ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Burada tek olduğumu sanıyordum?

"Neden bizden vazgeçtin? Hani hem kendine hem de ona iyi bakacaktın? Şimdi ikinizde perişansınız. Neden? Neden? Neden?"

Avuçlarım arasında hızla eriyen karnıma şok içerisinde bakakalırken olan bitene bir anlam veremiyordum. Duyduğum küçük çocuk sesinin nereden geldiğini asla bulamazken gözlerimin dolduğunu hissettim. Yaşadığım bu an bana bir dejavu gibi gelirken tüm bedenimi saran korkuyu görmezden gelemiyordum. Neler oluyordu?

*** 

Korkuyordum. Bu korkunun sebebi neydi bilmiyordum ama birden çok sebebi olduğunu çok iyi biliyordum. Gece halamları atlatma faslının üstüne son derece rahatsız edici ve kısa olan uykumda kâbus mu yoksa güzel bir rüya mı olduğuna dair hala daha karar veremediğim bir rüya görmüştüm.

Ağzımda acı bir tatla uyandığımda her ne kadar rüyanın çoğunluğunu hatırlamasam da kesik kesik bazı anları aklıma düşmüştü. Ağzımda oluşan tada bakılırsa pek de güzel bir rüya sayılmazdı ama buna kâbus demek de gelmiyordu içimden nedensizce.

Oturduğum sandalyede rahatsızca kıpırdanmalarımı sürdürürken bakışlarımı asla içerisinde bulunduğum kafede gezdirmiyor, dik dik masanın üzerindeki bitki çayına bakıyordum. Gerçekten sandalye mi rahatsızdı yoksa asla gelmek bilmeyen ablamı beklemek mi bilmiyordum.

Sabah olduğunda kahvaltı adı altında atıştırdığım ama aslında ölmemek adına ağzıma attığım iki lokmanın sonunda ablama zorla da olsa ulaşmış ve onunla görüşmek istediğimi ısrarla dile getirmiştim. Ablam her ne kadar asla beni onaylamasa da ben yine de dediğim yere gelmiş bir saati aşkın bir süredir gelmesini bekliyordum.

İlk geldiğimde sipariş verdiğim bitki çayım soğuyalı çok oluyordu. Üç yudum sonrası bir türlü içemediğim çayla bakışmamı sonunda keserek ellerime çevirdim. Titriyorlardı. Sebebi neydi? İçimde var olan kaostan olsa gerekti.

Bu kez susmayarak kendimi uzun uzun anlatmayı düşünüyordum. Ama şunu da çok iyi biliyordum ki hiçbir zaman hissettirdiklerimi tam anlamıyla anlatamayacaktım, anlatsam da anlaşılmayacak. Bu yüzden yine susmayı seçecek gibi görünüyorum.

Peki madem susacaktım neden ısrarla ablamla görüşmek istemiştim? Bu sorunun cevabını bilmiyorum diyemezdim. Biliyordum. Ve istiyordum ki ablam gelsin, beni görsün, beni gerçekten görsün ve tıpkı kardeşimize yaptığı gibi beni de kanatlarının altına alsın.

İsteklerimin bu dünya için hiçbir değerinin olmadığını anlayalı uzun zaman oluyordu. Bu yüzden isteklerimi bir hayal olarak görerek yok saymaya karar vermiştim. Sadece ablamla konuşmak ve biraz olsun eskisi gibi hissetmek istiyordum. Kimseyle gerçekten yakın olmadığım ama kimsesiz gibi de hissetmediğim zamanlardaki gibi hissetmek.

Uzun tırnaklarımla masanın yüzeyini sanki orada bir şey varmışçasına kazırken dikkatimi karşıdan gelmekte olan birisi çekti. Bakışlarım tüm olağanlığıyla oraya kayarken gördüğüm kişiyle anlık nefesimi tuttum. Gelmişti. Ablam gelmişti.

Oturduğum yerde istemsizce dikleşirken ablam hızlı adımlarla yanıma gelerek tam karşıma oturdu. Elindeki çantasını oturduğu sandalyede yanına sıkıştırarak bana doğru döndü. Üzerindeki kabanı çıkartmayışı ve çantasını da hemen dibine koyması her an kalkıp gidecekmiş izlenimi verirken bunu görmezden geldim. Buraya kadar gelmesi bile mucizeydi.

"Hoş geldin." dedim lafın gelişi bir biçimde. Hiç hoş gelmediği her halinden belliyken o her zamanki umursamaz tavırlarıyla yanıtladı beni. "Hoş buldum. Fazla vaktim yok ne konuşacaksak konuşalım benim kalkmam gerekiyor."

Asla şaşırtmayan ablama aldırış etmemeye çalışarak sakinlikle arkama yaslandım. "Nasılsınız?" dedim ve ekledim. "Sen ve Nabi."

Ailemden geriye bir tek ikisi kalmıştı ve onlarda benden çok uzaktalardı. Bu katlanabildiğim bir şey değildi. On altı gün öncesine kadar Ares vardı ve o bir nebzede olsa bu katlanılmazlığı hafifletiyordu. Ama artık o da yoktu. Artık hiç kimsem yoktu. Bir tek annemin mezarı vardı. O da... O da yoktu işte.

"İyiyiz." derken bön bön suratıma bakmaya başladı ablam. Bunun için mi beni çağırdın buraya der gibi bir surat ifadesi vardı.

Ne bekliyordu bilmiyordum ama burada olmaktan hiç memnun olmadığını tavırları ve surat ifadesiyle oldukça somut bir biçimde yansıtıyordu. Biliyordum beni kabullenemiyordu. Beni hiçbir zaman kabullenememişti. Bunu çocukluğumdan beri en derinlerimde hep hissetmiştim. O hissettirmişti.

"Ben sana ne yaptım abla?" dedim direkt konuya girmenin mantıklı olacağını düşünerek. Onun bu tavırlarıyla bir arpa boyu yol kat edemezdik şu anda. Ve bizim daha doğrusu onun anlaması gerekiyordu ki birbirimizden başka kimsemiz kalmamıştı. Birbirimizi sahiplenip destek olmamız gereken zamanlardaydık ve biz bu bahsettiğim şeyden çok uzaktaydık. Biz ablamla hep çok uzaktık.

Bir anda bu kadar net ve açık bir biçimde bu soruyu sormamı beklemeyen ablam anlık afallasa da hızlıca toparladı kendisini. "Ne yapmadın Lavinia? Tek tek saymamı mı istiyorsun?"

Asla bir anlam veremiyordum. Tüm bu olan bitene asla bir anlam veremiyordum. Ne yapmıştım bende herkes beni suçluyordu? Özellikle de ablam. Ona ne gibi bir zararım dokunmuştu bilmiyordum. Beni sevip kabullenebilmesi için ne yapmam gerekiyordu?

"Ben sana ne yaptım abla?" dedim tekrardan tane tane. 'Sana' kelimesini özellikle vurgularken gözlerimin dolmaması adına çaktırmadan derin bir nefes aldım.

"Hayatımızı mahvettin, ailemi dağıttın daha ne yapabilirsin?" dedi suçlarcasına.

Ailesini mi dağıtmıştım? Galiba bu aile bir tek onundu ve beni ailesinden saymıyordu. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken idrak ettiğim gerçekle bir an duraksadım. Ablam beni ailesinden saymıyordu.

"Bahsettiğin aile benimde ailem ve bende o ailenin içerisindeyim." dedim bir şeyleri açıklığa kavuşturmak istercesine. Kaşlarım hala daha havadayken sözlerime devam ettim. "Bir tek sizin mi hayatınız mahvoldu?" dedim kendimi onun istediği gibi ailesinden varsaymayarak.

İnanamıyordum. Bu hikâyenin suçlusu sayılacağımı elbetteki biliyordum ama tek suçlunun ben ilan edileceğini asla beklemiyordum. Bu hikâyede bir ben mi kötüydüm gerçekten de?

"Evet bir tek bizim hayatımız mahvoldu. Sen İstanbul'lar da fink atarken elin adamlarıyla biz Nabi'yle kimsesiz kaldık burada. Sen orada keyfine keyif katarken biz ne haldeydik senin haberin var mı? Senin yüzünden annem öldü benim! Nabi altı yaşında annesiz babasız kaldı!"

Kaşlarım bugün hiç inmeyecekmiş gibi tekrardan havalanırken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Anladım dercesine başımı aşağı yukarı doğru sallarken pes etmişçesine arkama yaslandım. Oturduğum yerde hafifçe aşağı doğru kayarken dolan bakışlarımı sağa doğru kaçırdım.

Karşımda öfkeli soluklar alıp veren ablama hiçbir yorumda bulunmak içimden gelmezken bir an ne diyeceğimi düşündüm. Şu anda konuşursam sesimin titreyeceğini hatta birkaç damla göz yaşımın akacağını biliyordum. Kendimi kastım hüngür hüngür ağlamamak için.

Bir insan ne kadar suçlanalabilirse o kadar suçlanıyor ve ne kadar yaralanabilirse o kadar yaralanıyordum.

"Ben babamın dayaklarından acı içinde kıvranırken sen annemle birlikteydin. Anneannemlerin kanatlarının altındaydın. Söyle bana bu hikayedeki mağdur sen misin gerçekten? Benimde annem öldü hem de gözlerimin önünde!" Sesim titreye titreye konuşurken yaşlarımın akmaması için çabalıyordum. Ses tonumu elimden geldiğince düşük tutmaya çalışıyordum çünkü şu anda hiç müsait bir ortamda değildik. Sözlerimin sonunda sertçe boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım.

"Hak etmeseydin Lavinia! Neden ben değil de sen yedin dayak? Annem senide çağırmadı mı anneannemlere? Çağrıldığında gelseydin!"

Anlamıyordu. Beni asla anlamıyordu! Gerçekten öldürülesiye dayak yemeyi ben mi hak etmiştim? Hangi çocuk bunu hak ederdi?

Hiçbir çocuk şiddeti hak etmezdi!

O gerçeklere gözlerini kapatıp kulaklarını tıkarken bu aile için mücadeleyi ben veriyordum. Tüm olaylardan uzak durduğundan her şeyin bana patlaması normal değil miydi? Bana böyle haksızlık yapamazdı! Yıllarca ne yükler altında kalmıştım onun ruhu bile duymamıştı. Tek derdi sevgilisiyle vakit geçirmek olan birisiydi benim ablam ve ben bir kez daha onun adına yanlış düşüncelere kapılmıştım. Benim ablam asla düzelmezdi!

"İnanır mısın abla sana söyleyecek o kadar çok şeyim ve bir o kadarda söyleyecek hiçbir şeyim yok ki! Sen kendi doğrularını kafana kazımışsın belli. Hata bende gibi duruyor bunu beni anneannemlerden kovduğun gün anlamalıydım." dedim son derece soğuk bir biçimde.

"Bunlar gerçekler Lavinia benim doğrularım falan değil! Gerçekler! Ayrıca sen artık bana mümkünse hiçbir şey söyleme ya!"

Gerçekler? Hangi gerçeklerden bahsediyorduk? Ailemizin koca bir yalan içerisinde yaşıyor olduğu gerçeğini ve çürüklerin temelden geldiğini bilmiyor olması onun suçu değildi evet ama tüm bunlar apaçık göz önündeyken onun kör taklidi yüzünden görmemesi onun suçuydu!

Bilmediği ya da bilip görmezden geldiği o kadar çok şey vardı ki. Şimdi kalkıp ona burada babamın annemle zorla evlendiğini ve ona zorla dokunduğunu söylesem ne değişecekti? Ya da üç çocuk arasından bir tek benim tecavüz sonucu doğmuş olmamı ona söylesem ne olacaktı? Hiçbir şey! O yüzden tüm bu dediklerini dert etmedim.

Ablam her zamanki ablamdı. Ben sadece o Nabi'ye kol kanat gerince değişmiştir umuduyla bir an bana da sahip çıkar diye heveslenmiştim o kadar. Gerçi bu hevesimin saçmalığını beni evden kovduğu o günden sonra biliyor olmam gerekirdi.

Beni neden bir türlü kabullenemediğini ona sormak istediğim birçok an olmuştu ve şimdi de o anlardan birindeydim. Ama bunu yapmamın en az bugün ablamı bir şeyler düzeltiriz umuduyla çağırmam kadar saçma olduğunun bilincindeydim. Sağ olsun ablam beni kendime getirmişti.

Ares'ten sonra nasıl bir duygu boşluğuna düşmüşsem ablama kadar gelmiştim. Düzeliriz ve birlikte yeni bir hayata başlarız umuduyla neler neler planlamıştım ama hepsi en az yaşamam kadar saçma ve gereksizdi.

"O kadar hiçbir şey bilmiyorsun ki sana üzülsem mi bilemiyorum abla. Bu kadar ben merkezci olduğunu bir an unutmuştum ama hatırlattığın için sağ ol. Bir gün tüm gerçekler ortaya çıktığında sakın benden af falan dileme olur mu? Çünkü ben seni asla affetmeyeceğim." Son cümlelerimi söylerken gözümden akan iri bir damla esnasında sesim titredi.

Sertçe burnumu çekerken oturduğum yerden ayaklandım. "Bir kitabı kapağına göre yargılamak tam senlik bir şey zaten. Asla ama asla neler yaşadığımı bilemeyeceksin artık sorsan da anlatmam ama çok pişman olacağını garanti edebilirim. Nabi'ye iyi bak. En azından ben onu senden alana kadar bunu becerebilirsin diye düşünüyorum."

Montumu ve çantamı hızlıca elime alarak tam masadan uzaklaşacakken ablam gürültüyle oturduğu yerden ayaklandı. "Ne demek onu senden alana kadar falan? Sen kim oluyorsun da Nabi'yi benden alacaksın? Hangi sıfatla, hangi vasıfla?"

Sözlerinin aşağılayıcılığı beni durduran şey olurken yapmacık bir gülümsemeyle ablama doğru döndüm. "Bunları o gün geldiğinde bir kere daha sor olur mu? Ama kendine çünkü benden sana bundan sonra bir yanıt bile yok Evra."

Adımlarımı hızlı tutarak terk ettiğim kafeden sonra neredeyse koşar adımlarla bulunduğum yerden uzaklaşmaya çalıştım. Şu anda nereye gidiyordum bilmiyordum. İçimi saran nefret ve intikam alma duygusuyla başa çıkamazken beynimde durmadan senaryolar dönüp duruyordu.

Nasıl yapacaktım hiçbir fikrim yoktu ama bir şekilde yapacaktım. Bugün beni bu hale getiren herkese yaptıklarının bedelini ödetecektim. Ben böyle olmak istememiştim. Ben böyle olmak istemiyordum ama daha öncede söylediğim gibi benim isteklerimin bu dünya için hiçbir önemi yoktu. Bu da intikam hırsımı daha da körüklüyordu.

Dünyaya hiçbir şey yapamazdım ama madem dünyaya bir şey yapamıyordum bende dünyadakilere yapacağımı yapardım. Ben bu hikâyenin kötüsü değildim ama bu hikayedekiler beni öyle ilan etmişti. Madem öyle ilan edilmiştim o zaman bende bu hikâyenin en kötüsü olmak için elimden geleni yapardım.

*** 

Annemin yaşadığı zamanlardaki yüklerimden şikâyet ederdim hep. O yükler bana öylesine ağır gelirdi ki bilemezdim onlardan daha ağırları olduğunu ve yine bilemezdim daha ağırlarına maruz kalacağımı.

Ben o yüklerin altında kaldığımı tuzla buz olan her bir kemiğimde iliklerime kadar hissediyordum. Bu acı tarifsizdi. Bunu anlatmaya kelimelerim yetmezdi.

Annemin gözlerimin önünde hatta başı dizlerimin üzerindeyken ölmeden yarım saat önce itiraf ettiği şey ve onun hemen ardından babam tarafından öldürülmesi benliğimin kabullenebildiği bir şey değildi.

Hala daha arada bu gerçekliği sorguluyor ve tekrar tekrar idrak ederek aynı acının içerisinde her defasında kavruluyordum. Ben yanmıştım, ben bitmiştim. Nefes alıyor olmama aldanılmaması gerekiyordu. Benim ruhum bedenimden önce intihar etmişti. Bedenimin hala daha yaşıyor olma sebebi ise alınması gereken intikamlar, ödetilmesi gereken bedellerdi.

Artık bu kez gerçekten de harekete geçmeli ve hayatımın kontrolünü kendi elime almalıydım. Bunun için buradaydım. Yine.

Oturduğum rahatsız edici sandalyede kıpırdanıp durmama bir son veremiyordum. Bakışlarım karşımdaki ses geçirmez camdaydı. Cezaevindeydim. Bugün günlerden 29 Ocak Cuma'ydı. Babamın haftalık görüş günü bugündü.

Yaklaşık on iki dakikadır babamın getirilmesini bekliyordum. Bugün için bana gel falan dememişti. Sadece avukatı dün sabah arayarak her cuma kendim giderek babamı normal ziyaret günlerinde görebileceğimi söylemişti. İşte şimdide buradaydım. Planlarım doğrultusunda burada olmam gerekiyordu.

Halletmem gereken çok fazla şey vardı ama benim asla sabrım yoktu. Nasıl yapacaktım bilmiyordum ama bir şekilde ayarlamam gerekiyordu. Başarabileceğimi sanmıyordum ama sabırlı olmam gerekiyordu.

Sıkkınlıkla derin bir nefes verirken sonunda bana doğru gelen babamı gördüm. Ağzı kulaklarında sırıta sırıta yanıma gelen adama gözlerimi devirirken midemin bulanmaya başladığını hissettim. Buna da hiç tahammülüm yoktu ama çekmek zorundaydım. Bir gün bu zorundalıklar beni bitirecekti.

Camın öteki tarafındaki sandalyeye oturduğu gibi hemen yandaki telefonu alarak kulağıma götürdüm. Benim gibi babamda direkt telefona yönelirken yüzündeki sırıtmasından hiçbir şey kaybetmemişti aksine sırıtması daha da büyümüştü.

"Benim kızım babasına sürpriz yapmış gelmiş ha? Daha üç gün önce görüşmedik mi seninle ne oldu çok mu özledin babanı?"

Saygısızlık falan gram umurumda olmazken açık seçik gözlerimi devirdim. Karşımdakinin saygıyı hak ettiğini de söyleyemezdik. Son derece pişkin tavırları her geçen saniye daha da canımı sıkıyor içimdeki onu öldürme isteği sanki dahası mümkünmüşçesine artıyordu. 

"Para hala yatmadı hesabıma?" dedim sorar bir biçimde. Daha doğrusu hesap sorar bir biçimde.

Benimle oyun mu oynuyordu bilmiyordum ama zaten olmayan sabrımı daha da sınamaması gerekiyordu.

"Bu ne acele bir dur! Avukatım hallediyor sen merak etme ben gereken talimatları verdim."

Dişlerimi birbirine bastırdım. "Beni mi oyalıyorsun sen?"

Ablamla rezalet geçen görüşmenin ardından gerginliğim hat safhaya ulaşmıştı zaten. Tekrardan kendimi eve kapatmış ve yatmak dışında hiçbir şey yapmamıştım. Delirmeme ramak kala bir şekilde bu lanet ziyaret gününün gelmesini beklemiştim ve şimdi de sabırsızlıkla beklediğim gün gelmişti ve ben buradaydım. Ama bir şeyi sabırsızlıkla beklemek o şeyi gerçekten istediğimizden dolayı olmayabiliyordu. Hep dediğim gibi benimkisi tamamen mecburiyettendi.

"Ne alakası var?" dedi babam sonunda ciddileşerek. "Gerekli talimatları verdim diyorum işte az sabret."

"Bugün son. Akşama kadar para yattı ya da yattı. Aksi ihtimalde neler yapacağımı bilmek istemezsin!" dedim kesinkes bir biçimde.

"Canımı sıkmaya mı geldin Lavinia kızdırma istersen beni?" dedi babam benim tehditvari halime anında karşılık vererek.

"Kızsan ne olur?" Alaylı üsteleyişime bir süre sessizce baktı babam. Anladı üstüne gitmekten çekinmeyeceğimi o yüzden sonda zararlı kendisi çıkmamak için konuyu değiştirdi hemen. Çünkü o çok iyi biliyordu gözü dönmüş benim neler yapabileceğimi.

"Halan aradı." dedi.

"E?" dedim banane der gibi. Arkama yaslandım rahatça. Kulağıma tutuğum telefonun kablosunu az çekiştirerek fazlasıyla rahat bir pozisyon aldım. Bu rahatlığımı özellikle babamın gözüne sokmak istercesine sırttım. "Beni mi şikâyet ettiler?" diyerek cevabını bildiğim bir soru sordum.

Elbetteki beni şikâyet etmek için aramıştı o gudubet karı. Başka ne için arayacaktı hâl hatır sormak için mi?

"Evet. Bir de onlara söylediğin birkaç yalandan bahsetti."

Ev, araba, iş yalanından bahsediyor olsa gerekti. Çok yakında yalan olmayacak yalanımdan bahsedilmesi iyi olmuştu. Konuyu benim yerime açmaları işime gelirdi.

"Pek de yalan sayılmaz bence." dedim büyük bir özgüvenle.

Birazdan yapacağım şey için çaktırmadan derin bir nefes aldım. Asla ama asla tereddütümün olduğunu fark etmemeliydi babam. Zira eğer oyunum ters teperse büyük yalpalardım ve her şey başlamadan biterdi.

"Nasıl sayılmaz sence?" dedi babam merakla sence kelimesini özellikle vurgulayarak.

Bu kez büyük bir sırıtma benim suratımda peyda oldu. Bu halime kaşları kalkan babam benden gelecek bombayı beklemeye koyuldu. Bu beklemesinde onu iyice sabırsızlandırmak istercesine bir süre sustum ama aslında bu zaman kazanmak adına yaptığım bir şeydi. İçten içe cümlelerimi toparlamaya çalışıyordum.

"Oturduğumuz evin tapusunu istiyorum." dedim direkt konuya girerek. Aslında eskiden oturduğumuz evin diyecektim ama şimdilik bu ayrıntıyı es geçebilirdim.

Sözlerimi duyar duymaz koca bir kahkaha attı babam. "Saçmalama istersen." dedi gülmelerinin arasında. Ses tonu bunun olmasının imkansızlığını bas bas bağırıyordu dalga geçercesine.

Bu işin bu kadar kolay olmasını elbetteki beklemiyordum. O yüzden yüzümü son derece ciddi bir ifadeye sokup babama baktım dik dik. Surat ifademi gülmesi bittiğinde anca gören babamda anında tekrardan ciddileşirken terslercesine konuştu.

"Ne yapacaksın evi? Oturuyorsun işte istediğin gibi. Benim başıma saçma sapan işler çıkartma Lavinia. Yok ev falan!"

"Oturduğumuz evin tapusunu istiyorum." dedim tekrardan tane tane.

Kendimden emin görünmek adına oldukça sakin ve net konuşmaya çalışıyordum. Surat ifademi olduğunca düz tutarak babama dik dik bakmayı ısrarla sürdürdüm. Karşısında gördüğü halimden kesinlikle hoşlanmayan babam suratını buruşturdu.

"Nereden çıktı şimdi bu?"

Gittikçe köşeye sıkıştığını hissedebiliyordum. Onun fazla sayılabilecek malı ve mülkü vardı bir evi bana verse kesinlikle incileri dökülmezdi. Buradaki asıl problem benim güçlenmem ve ona muhtaç olmayacak hale gelmemdi. Babam bunun olmasını istemiyordu. Aksi takdirde onun yanında kalmayacağımı ve sözlerini dinlemeyeceğimi çok iyi biliyordu.

"Sana asla güvenmediğimden olabilir mi? Nereden bileceğim yarın öbür gün beni sokağa atmayacağını?"

Haklı sebeplerim vardı. Hem de fazlasıyla haklı sebeplerim vardı. Her ne kadar evin tapusunu istememdeki asıl sebep bu olmasa da işin aslı babamı hiç mi hiç ilgilendirmezdi. Bir plan yapmıştım ve bu plana sadık kalıp tüm aşamaları tek tek halletmeliydim.

"Ben senin babanım saçmalama!" dedi itiraz edercesine. Sanki gerçekten de normal bir baba kızmışız da ben şizofreni hareketler sergiliyormuşum gibi bir tavır takındı.

"Beni öldüresiye döverken de babamdın? Hem ayrıca daha iki gün önce bir daha görüşe gelmezsen kendini sokakta bulursun diyen kimdi? " dedim tek kaşımı havaya kaldırırken. Böyle bir cevabın gelmesini beklemeyen babam afalladı bir süre. Kendi laflarının dönüp dolaşıp yine kendisini bulmasından pek hoşnut kaldığı söylenemezdi. Surat ifadesi son derece memnuniyetsiz bir hal alırken ona kendine gelmesi adına fırsat tanımadan tekrardan konuştum.

"Geçen ablamla görüştüm." dedim ikinci bir bombayı babamın kucağına bırakarak. Benden istediği isteğini hatırlattım ona.

Meraklı bakışları anında üzerime dönerken konuştu. "Ne konuştunuz?"

Elbetteki konuşmamızı ona anlatmayacaktım. Hatta planım gereği yalan konuşacaktım. Yalanı hiç sevmezdim ve elimden geldiğince dürüst olmaya çalışırdım ama bunlar artık babam için geçerli değildi.

"İkna ettim gibi ama bir bakarsın edemem." dedim sonda üstü kapalı bir tehdit savurarak.

"Lavinia!" diye sert bir ses tonuyla uyarıda bulundu babam tehdidimi fark ettiği anda.

Ne var dercesine omuzlarımı silktim. "Bir evden batmazsınız ya Ecevit Bey." dedim bu olay aslında çok da umurumda değilmiş gibi alayla. Olursa olur olmazsa çok ta nanay havasına girerek bacak bacak üstüne attım rahat bir tavırla.

Eğer ki fazlasıyla ciddi bir biçimde bu olayın üstüne düşersem oldukça dikkat çekerdim ve bu şu anda isteyeceğim son şeydi. Planım yeterince zorken hiçbir aksilik çıkmamalıydı.

"Seni sokağa falan atacağım yok saçmalama! Kapat şu ev mevzusunu."

Sen bilirsin dercesine bir hareket yaptım. "Sana asla güvenmiyorum ve sende böyle devam ettiğin takdirde asla bana güvenme." Son numaramı da oyuna soktuktan sonra bir süre karışan surat ifadesine baktım. Bunun işe yaraması gerekiyordu.

"Çok zorluyorsun beni!" dedi tersçe.

"Ben hep böyleydim ilk defa görüyormuşsun gibi davranma."

Ona bağımlılığıma bir zarar gelecek diye ödü kopuyordu babamın. Bu bağımlılık tabi ki maddi yönden bir bağımlılıktı. Ve ben son derece kararlıydım bu bağı koparmaya. Artık daha ne kadar tahammül edebilirdim buna bilmiyordum. Daha ikinci görüşmemizdi ama ben her an kusacak gibiydim. Onunla muhatap olarak geçirdiğim her bir saniye anneme ihanet ediyormuşum hissi boğazımda bir prangaydı.

"Tamam bakarız." dedi en sonunda pes edercesine.

Bakışlarımı üzerine dikerek hareketlerine bakarken gerçekten kabul mü etti yoksa beni geçiştirmek için mi söyledi diye ufak bir inceleme yaptım. Her ne kadar pek geçiştirir gibi bir hali olmasa da karşımdaki kişi babamdı ve benim yıllardır ona zerre bir güvenim yoktu.

"Hesabıma yatacak para meselesi gibi olmasın sakın! En fazla bir hafta. Bir hafta içerisinde tapu üzerimde olacak!" dedim kurduğum üstünlüğün getirisinde büyük bir özgüvenle.

"Sabrımı sınama istersen bakacağız dedik! Hem beleşe olmuyor bu işler karşılığında bir şey yapacaksın."

Yine nasıl gereksiz bir istekte bulunacaktı bilmiyordum. Karşılık olarak bir şey istemesine hiç şaşırmamıştım zaten. Hatta istemese şüphe bile duyardım.

"Ne istiyorsun yine?" dedim sıfır merak bir halde.

Kulağımdaki telefonun ahizesinden gayet net duyulan derin bir nefes aldı babam. Gerilen bedenini aramızdaki kalın cama rağmen fark ederken kaşlarım çatıldı. Neler oluyordu yine? İsteyeceği şey neydi de karşımda bu hale gelmişti bu şimdi?

Bakışlarını benden çoktan kaçırmıştı. Bir sağa bir sola bakındıktan sonra en son tekrardan bana döndü. Sıkıntı içerisinde bir nefes aldıktan sonra nihayetinde konuştu.

"Ahu'yu sık sık ziyarete gitmeni, onu kontrol etmeni istiyorum." dedi.

Ahu? Kaşlarım söylediği ismi tanımaya çalışırken istemsiz daha da çatıldı. Bizim Ahu isminde bir tanıdığımız yoktu ki! Kimden bahsediyordu bu adam?

"Ahu?" dedim oldukça sert bir şekilde.

Soruma karşılık babamın suratı daha da sıkıntılı bir hale büründüğünde gelen idrakla kaşlarım havalandı. Aklıma düşen ihtimal benliğimi bir sıkıntıya boğarken tekrardan konuştum.

"O kadından bahsetmiyorsun değil mi?" dedim babamın gözlerinin içerisine bakarken.

Bakışlarını kurduğum göz kontağından kaçırarak masanın üzerindeki ellerine çevirirken sıkıntıyla konuştu. "Ondan bahsediyorum."

Kaşlarım erken kırışacak olmamı umursamadan daha da çatılırken alaylı bir soluk verdim. Suratımda şaşkınlıkla karışık alaylı bir gülüş oluştu. Bir süre istediği şeyin idrakına varmaya çalıştım.

Benden yıllardır annemi aldattığı kadını ziyarete gitmemi istediği yetmiyormuş gibi bir de sık sık ziyaret etmemi istiyordu. Bu adam benimle kesinlikle dalga geçiyor olmalıydı!

"Ben neden elin orospusunu ziyaret ediyormuşum?" dedim oldukça gür bir ses tonuyla sinirlerime hâkim olamayarak.

"Lavinia!" Yerinde dikleşerek oldukça ciddi bir biçimde uyarıda bulunur gibi adımı söyleyen adama inanamayarak baktım. Şaka gibiydi! Şaka gibi bir adamdı resmen!

"Ne Lavinia? Sen ne saçmaladığının farkında mısın? Utanmadan bir de benden nasıl böyle bir şey istiyorsun?"

Sinirim her geçen saniye daha da artarken ses tonumda onunla aynı oranda artıyordu. Kendime daha fazla hâkim olamayacağımı düşünerek oturduğum sandalyeyi sertçe geriye itekledim ve ayaklandım.

Gerçekten sabır taşı olsa çoktan çatlardı ben neden hala daha çatlamıyordum? Neden hala daha böyle saçmalıklara katlanıyordum? Planını da parasını da evini de... Benden buraya kadardı. Pes ediyordum. Daha fazla katlanamıyordum.

Sağ elimle hala daha kulağıma tuttuğum telefonu tam yerine geri koyacakken babamın söylediği sözler bunu yapmama engel oldu. İlk başta dediği şeyleri sinirden duyamadığımı sanarken sonradan beynimde yankılanan sesle olduğum yerde kasılıp kaldım.

"Hamileydi! En son hamileydi.

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz? Olaylar olaylar... Allah belanı versinde biz de bunu görelim be Ecevit.

Lütfen beğeni, yorum ve takip yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 21.11.2024 15:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...