
Selamlar! Ben geldim ve sizi her zamanki gibi bölüm sonunda bekliyorum!
İYİ OKUMALAR
Yapılan tüm fedakarlıklar iyilik amaçlı değil de ne içindi? Her fedakârlık birazda kendinden ödün vermeyi gerektirmiyor muydu? Herkesin harcı olabilir miydi bu? Hiç sanmıyordum.
Tanrının kullarına özene bezene vermiş olduğu özelliklerden en önemlileri arasındaydı bence fedakârlık. Tıpkı merhamet, sevgi, saygı gibi özelliklerin yanında en baş sıralarda yer alıyor ve herkeste bulunmuyordu. Peki herkese verilmiş olsaydı bu özellikler Tanrının kötü kullarından eser kalır mıydı? Bunu da hiç sanmıyordum.
Kendi benliğimi yine feda ettiğim zamanlardan birindeydik. Her ne kadar yaptığım fedakarlıklar veya iyilikler için hiçbir zaman bir karşılık beklemesem de bu konu için geçerli değildi bu durum. Bende tabiri caizse gün yüzü görmek istiyordum artık. Tasasızca mutlu olmak, kahkahalar atmak, sonunu düşünmeden eğlenmek istiyordum. Âşık olmak istiyordum. Beni sınırsızca sevip kollayabilecek birini istiyordum. Yani geçmişimden çok uzak yeni bir hayat istiyordum.
Daha önce ilişki adına bir denemem olmuştu lakin çok da uzun sürmemişti çünkü hüsrana çabuk uğramıştım. Olgunlaşmamış ergenin tekiyle muhatap olduğumu fark ettiğim anda tüm bağlantımı kesmiştim. Başlangıçtan sonuca ulaşma sürem de tahmini iki buçuk haftamı falan almıştı. Bir daha da denememiştim zaten bu sonuç bana yetip de artmıştı.
Erkekler muhatap olmak isteyeceğim varlıklar kesinlikle değildi. Olgunlaşmamış varlıkların tekiydi çoğunluğu başta da babam olmak üzere. Benim canımı sıkmaktan veyahut beni zora sokmaktan başka bir şeye yaramıyorlardı. Şu anda da olduğu gibi.
"Lavinia ne saçmalıyorsun?" dedi annem kısa süreli girdiği şoktan çıkarak.
Ah pekâlâ beni zaten hiçbir zaman tekte anlamamıştın anne.
"Burada kalmaya karar verdim." dedim tane tane beni anlamasını istercesine.
"Yediğin dayağı ne çabuk unuttun salak mısın kızım sen ne yapacaksın onun yanında? Saçmalıyorsun Lavinia hemen eşyalarını toplayıp yanıma geliyorsun."
Benim kararlarıma saygı duyacağın bir an gelecek miydi hiç anne? Bunu görmeyi gerçekten isterdim ama göremeyeceğimin pek ala farkındaydım.
"Kararımı verdim anne. Burada bir hayatım var devam etmem gereken. En kısa zamanda yanınıza uğrayacağım. Kendinize iyi bakın." dedim büyük bir istikrarla itiraz istemediğimi belli ederek.
"Kararına sıç-"
Cümlemin hemen bitişinde küfrettiğini duyduğum annemin hakaretlerinin devamını dinlemeye gerek duymadan aramayı sonlandırdım. Genelde telefon konuşmalarımız hep böyle sonlanırdı. Konu her ne olursa olsun annem benim dediğim hiçbir şeye saygı duymaz ve sonu direkt küfre bağlardı ve bende saygısızlığımı konuşturarak onu dinlemez aramayı direkt sonlandırırdım. Bakışlarımı telefonumun ekranından çekerek babama diktim. Bakışlarında gördüğüm saf memnuniyet canımı sıkarken gözlerimi devirdim.
"Şimdi beni rahat bırak. Her zamanki gibi maddi işlerimi görmeye devam edebilirsin. Görelim bakalım tekrardan bana sağlayabildiğin şu imkanları."
Yüzündeki gevşek gülümseyişle beni dinleyen babam boşta kalan, şişe tutmayan elini ceplerinde dolandırmaya başlarken beni yanıtsız bırakmadı.
"İçimden bir ses kredi kartlarımın içinden geçeceğini söylüyor."
"Şu anda bende bir kart yok. Ha eğer ki herhangi biri elime geçerse bundan hiç şüphen olmasın." dedim ses tonumda meydan okumanın her bir zerresi gezinirken.
Cevaplarımdan pek memnun kalmasa da başka çaresi yokmuş gibi mimiklere sahip yüz ifadesiyle ne zaman çıkarttığını görmediğim bir kredi kartını para kutumun içine bırakarak odamı terk etti.
Hiç yoktan maddiyat sıkıntısı yaşatmayacak gibi duruyordu bu da iyi bir şeydi. Yarın ilk işim tüm bu paraları kendi banka hesabıma yatırıp şu kartla bir haltlar yemeye başlamak olacaktı ama ilk olarak kendime bir düzen oturtmalıydım.
Tüm evin sorumluluğu bana kalmıştı. Normal birisi olsaydım bunları önemsemez tüm bu imkanlarla köpek gibi gezerdim ama öyle değildim. Temizlik takıntım vardı. Hastalık boyutunda olmasa da kire pise gelemiyordum. Ah önümde bir ton iş vardı ve ben çok yorgundum. Yaralarla bezeli bedenimse işin cabasıydı.
Nabi'yi yanımda istiyorsam tüm bu zorluklarla yakınmadan başa çıkmam lazımdı. O yüzden şimdi yatıp uyumalıydım yarın büyük bir gün olacaktı benim için. Eski hayatımda kaldığım yerden devam ederken yeniliklerle güzelleştirmeye çalışma çabamın ilk günü. Yarın için çok fazla planım vardı ve bu beni istemsizce heyecanlandırıyordu. İçimde çok küçükte olsa bir umut vardı.
Odamın kapısını defalarca kilitleyerek yatağımın içine kıvrıldım. Üstümü başımı çıkartma gereksinimi bile duymadım. Tüm vücudumu sızım sızım sızlatan bir ağrı hakimdi. Kalkıp bir ağrı kesici içecek hali bile bulamıyordum şu anda.
Uyandığımdan beri ilk defa dikkatimi çeken hoş bir koku doluşurken burnuma hızla mayıştığım yerden kokunun kaynağını bulmak istercesine dikkat kesildim. Galiba kapüşonlu hırkadan geliyordu. Başımı hafifçe yattığım yastıktan kaldırarak omzuma doğru eğdim. Burnumu direk kapüşonluya gömerken işin galibası kalmamıştı. Bu hoş koku Ares'in hırkasından geliyordu.
Onun kokusu mu acaba diye düşünmeden edemezken kafamdaki soru işaretlerini kenara iteledim. Ya başka ne olacaktı? Burnumu daha çok hırkaya bastıracak bir pozisyon alarak başımı yastığa geri yasladım. Uykunun beni sarıp sarmalaması biraz vaktimi alırken aklımda o, burnumda onun kokusuyla karanlıklar içerisine gömüldüm.
***
Ertesine güne bir tık daha iyi durumda merhaba derken ağrılarım azalıyor gibiydi. Bu benim yanılmam da olabilirdi belki de vücudum alışmıştı tüm bu acılara ve artık hissizleşmeye başlamıştı.
Hayatım boyunca saman alevi öfkeli babamın hırpalamalarına, hastalıklı anneminse gücü yettiğince vurmalarına alışkındım ama daha önce hiç bu kadar ciddi bir dayak yememiştim . Elimden geldiğince bunlara karşı koymaya çalışsam da karşımdakiler annemle babamdı ve benim kendimce imkanlarım olmadığı için belli bir yere kadar onlara muhtaçtım bu yüzden bu sorun ellerimi kördüğüm gibi bağlıyordu.
Uyanalı baya olmuştu. Sabahın erken saatlerinde nedensizce uyanmış ve bir daha geri uyuyamamıştım. Uyandığım gibi ilk işim evi gezmek olmuştu ve o evde değildi. Bu iyi bir şeydi onunla zorunda kalmadıkça muhatap olmak istemiyordum.
Hızlı bir şekilde evi gezdikten sonra artık işe koyulmam gerektiğinin bilincindeydim bu yüzden ayak üstü bir şeyler atıştırmak için mutfağa inmeden hemen önce üstümü değiştirdim. Sadece Ares'in tişört ve hırkasını çıkartıp kenara koydum çünkü onlara bir şey olsun istemezdim.
Üstüme yeni bir tişört geçirmemle bir şeyler atıştırmak adına mutfağa yönelirken içten içe doğru düzgün bir şeyler bulabilmeyi umuyordum. Çöplerden karmakarışık halde olan mutfakta düzgün bir şey bulmam zor olsa da bunu çok da önemsemedim. Kurcaladığım dolapta sürmeli çikolata bulurken hafif bir rahatlamayla kısa bir soluk verdim. Hatırladığım kadarıyla annem bunu Nabi için almıştı. Bu durum boğazımda koca bir yumru oluşturup gözlerimi doldururken fazlasına müsaade etmedim. Hızlıca kenarda bulduğum bir dilim ekmeğe çikolatayı sürerken aynı zamanda da aklımdan neler yapacağımı geçiriyordum. Kısa sürede lokmalarımı yutup işe koyulurken kafamdaki planın taslağını da oluşturmuştum.
Doğal gazı kapattıktan sonra tüm kapı ve pencereleri açtım. Ev leş gibi alkol kokuyordu üstüne üstlük havasızlığı da işin cabasıydı. İlk olarak mutfağı temizlemeye giriştim ve bu sanırım bir buçuk saat kadar vaktimi almıştı. Hazır gıda kaplarıyla dolu olan mutfağın pisliğinden ziyade dağınıklığı sorun olmuştu. Peşi sıra tüm evi süpürüp silerken girdiğim yatak odalarındaki tüm nevresimleri yenileriyle değiştirdim. Nabi ile ablamın boş yatak odaları içimi burkarken annemlerin yatak odasında annemin kısmını da boş görmem bir süre sinir boşalması yaşamama neden olmuştu. Kısa bir zaman ağladıktan sonra kendimi toparlamaya gereksinim duymadan temizliğe geri döndüm. Hızla soğuyan ev, iş yapmamı zorlaştırsa da aldırış etmedim ve titreyen ellerimle toz almamı yarım yamalak bir şekilde tamamladım.
Evi temizlemek tahminimden daha fazla yormuştu bedenimi ama asıl sorun bu değildi. Ruhum şu an için bedenimden daha önemliydi çünkü onun durumu hiçte iç açıcı değildi. Evi toparlarken gördüğüm küçükte olsa bazı ayrıntıları her ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da anılar her yerdeydi. İyi ve kötü bir şekilde gerçekten de her yerdeydiler.
Salonda hala daha yerde dağılmış biçimde duran kestaneler, mutfakta annemin ıslanması için bıraktığı büyük bir kâse kuru fasulye, Nabi'nin masa üstündeki defter ve boyaları... Hepsi yarım kalmış bir biçimde her yerdeydi. Tamamlanmamışlar ve tamamlanmayacaklardı. Tüm bunlar boğazımda koca koca düğümlerin oluşmasını sağlıyordu.
Fazlasıyla yorulup terlemek yaralı bedenime hiç iyi gelmemişti. Ağrılarımın yavaş yavaş artmasıyla açtığım tüm kapı pencereleri kapattım ve doğal gazı yeniden açtım. Hemen peşine son olarak makineye çamaşır atarak duşa girdim.
Duşta fazla oyalanmamaya çalışarak elimden geldiğince kendimi yıkadım. Akşam olmadan çarşıya çıkmak istiyordum bu yüzden acele etsem iyi olacaktı. Araladığım duşakabinin içinden ıslak ve anadan doğma bir çıplaklıkta olan bedenimi hızla bornozumla sarıp sarmaladım. Aynı biçimde siyah uzun saçlarımı da saç havlusuyla sardıktan sonra banyo kapısını araladım. Daha koridora adımımı atar atmaz kulaklarımı tırmalayan telefon zil sesimi duydum. Adımlarımı hızla odama yönlendirirken evin içerisinin ben duştayken yeteri kadar ısındığını fark ettim. Ulaştığım telefonumla arayanın Benay olduğunu görmemle aramayı hızlıca yanıtladım.
"Efendim."
"İyi misin bir şey mi oldu? Niye açmıyorsun kızım!"
Ah yeni gelişmeleri ona anlatmamıştım öyle değil mi? Pekâlâ başım fena halde dertteydi.
"İyiyim. Duştan çıktım şimdi."
"Oh şükür. Var mı yeni bir şey? Bana sakın çoktan dedemlere gittim deme yersin dayağımı."
"Hayır evdeyim birazdan çarşıya çıkacağım eşlik etme-"
"Yirmi dakikaya oradayım başla hazırlanmaya."
Sonlanan aramanın sesiyle telefonu kulağımdan çektim. Bu durum beni şaşırtmıyordu aksine alıştığım bir durumdu bu yüzden yadırgamadım ve kıyafet dolabıma yöneldim.
***
"Dur şunu da şuraya yapıştırdığım da iş tamamdır. Heh oldu... Ee şimdi döner mi annen sence?"
Bakışlarımı Benay'dan çekerek makyaj masamın aynasına yönelttim. Yaptığımız aramadan sonra dediği gibi yirmi dakikaya bizde falan olmamıştı. Dakiklik Benay'a göre bir şey değildi. Bazen bu durum canımı sıksa da bugün pek aldırış ettiğim söylenemezdi. Verdiği sürenin on beş dakika sonrasında gelmesi bile onun için bir mucizeydi. Normalde verdiği sürenin iki üç katına çıkmadan beklenilen yere gelmesi mümkün dahi değildi. O sırada ben de üstümü giyinmiş saçlarımı tarayıp salaş bir biçimde örmüştüm. O da geldiği gibi yaralarıma ilaç sürmüş şimdiyse başımın şiş köşesinin pansumanını yeniledikten sonra bandaj yapıştırmıştı.
"Sanmıyorum." dedim sakinlik içerisinde. Bu durumdan emin gibiydim ama karşımdaki kişi annem olunca bu eminlik sadece gibi de kalıyordu.
"Umarım dönmez."
İçimden bunun olmaması için tüm duaları ederken makyaj masamın önündeki sandalyeden kalktım. Makyaj yapmaya gerek görmedim bu tipi toparlayamazdım zaten. Siyah şişme montumu almak için kıyafet dolabıma yönelirken siyah beremin nerede olduğunu düşündüm. Onu da taksam iyi olurdu.
"Hadi çıkalım artık saat iyice geç olmadan." dedim.
"İlk bankaya mı?"
"Evet."
Araladığım kıyafet dolabımda montumu ilk bakışta bulurken sıra beremi bulmama gelmişti. Montu üstüme geçirirken bir yandan da dolabın içine kısık bakışlar atıyordum. Sonunda aradığımı dolabın en ücra yerinde bulurken onun da başımda yerini almasını sağladım. Son olarak siyah küçük sırt çantamı elime alıp son bir kontrol için yatağıma yönelirken göz ucuyla arkadaşımı kontrol ettim. Yaralarım için kullandığı malzemeleri toplamış, beyaz montunu giyinmiş ve makyaj masamda yüzüne hıghlıghter sürüyordu. Onu kendi haline bırakarak hiç sorgulamadan kendi işime geri döndüm.
Ucuna iliştiğim yatağımda çantamdan cüzdanımı çıkarttım ve kredi kartıyla banka kartımın yerinde olup olmadığını kontrol ettim. Her ikisi de yerli yerindeydi. Sıra nakit paraları kontrol etmeye geldiğinde bankaya yatıracağım parayı bir daha saydım. Bin küsür gibi bir miktar yatıracaktım ve ek olarak elimde birkaç yüzlük vardı bu benim için gayet iyi bir durumdu. Banka hesabımda ek olarak bir bu kadar daha paramın olması lazımdı. İyi para biriktirirdim bu huyumu çok seviyordum. Bu hayata karşı olan avantajlarımdan birisi de buydu sanırım. Maddi sıkıntı çektiğim zamanlar yok denecek kadar az olmuştu. Bu durumda hayatımda görüp görebileceğim tek artı yandı galiba.
Verdiğim basit bir el işaretiyle yaptığı işi bırakan Benay'la evi terk etmemiz çok da vaktimizi almadı. Çarşıya giden yolda yan yana ilerlerken ikimizde sessizdik. Bu benim için klasik bir şey olsa da aynısını Benay için diyemeyecektim.
"Bir sorunun mu var bebeğim?"
Bakışlarını çevreden alıp suratıma çeviren arkadaşıma bakmayı sürdürürken ondan bir cevap bekledim. Geldiğinden beri ara ara oluşan garip sessizliği olsun, hal ve hareketleri olsun hiç de onluk değildi. İyi bir gözlemciydim ve yakın arkadaşımı yadsınamayacak kadar iyi tanıyordum. Onda bir şeyler vardı.
"Var gibi duruyor." dedi hoşnutsuz bir tınıyla.
"Nasıl yani?" dedim. Ne demek istediğini anlayamıyordum.
"Şöyle ki sen bendeki en ufak bir sorunu anlarken ben bunca şeyi nasıl fark edemedim?"
Sonunda ağzındaki baklayı dışarı çıkaran arkadaşıma bakarken bu sorgulanmaya şaşırdığımı söylersem yalan söylemiş olurdum. Dediklerinde haklıydı ama ben bunun için onu yargılamıyordum. İnsanların her biri farklı karakter ve özelliklere sahipti bunun bilincinde birisiydim ve Benay ince düşünen, böyle konularda dikkatli birisi değildi. Onda olmayan özellikler için onu yargılayamazdım. Kabul kırıldığım zamanlar elbette oluyordu ama alışmıştım o böyle birisiydi ve çok kötü olmadıkça bu huylarını değiştirme gibi bir zorunluluğu yoktu.
"Hey ince düşünüyorsun gözlerim yaşardı doğrusu hiç senlik değil bunlar çabuk söyle ne yaptın arkadaşıma? Sende kimsin?"
Dalgacı konuşmamın sonuna eklediğim kıkırdamalarımla konuyu dağıtmayı amaçlamıştım. Çünkü ciddi bir biçimde buna verebileceğim bir cevabım yoktu. Bu hareketime karşılık benim gibi gülmeye başlayan arkadaşımla başarılı olduğumu anladım.
"Hokkabazlık yapma şerefsiz."
"Aa benim ne haddime burada sen dururken."
Adımlarım ne zaman geldiğimizi anlamadığım bankanın önünde duraksarken vakit kaybetmeden arkadaşıma döndüm.
"Ben bankamatikle uğraşırken dibimde dur da tanıdık birine karşı beni sakla. Şu an kimseyle uğraşamam." dedim.
Geldiğimiz bankamatik çarşının tam göbeğinde bulunuyordu. Tüm sülaleyle aynı şehirde yaşadığımız için çarşıya çıktığım zamanlarda onlardan herhangi biriyle karşılaşmam kaçınılmaz oluyordu ve ben şu anda böyle bir şey yaşamak istemiyordum.
"Tamamdır hadi hallet hemen." diyerek yanıtladı beni Benay büyük bir anlayışla.
Sadece başımı sallamakla yetinirken bankamatiğe yanaştım. Çıkarttığım cüzdanımla çantamı açtığım gibi kapattım. Elimde tuttuğum cüzdanımdan banka hesap kartımla yatıracağım parayı çıkarttım. Soğuk havanın etkisiyle kızarmış ellerimle kartı yerine yerleştirirken gerekli bilgilerimi girdim. Diğer işlemleri halledip parayı yatırmam çok vaktimi almazken yerleştirdiğim yerden kartımı almamla derin bir nefes verdim. Bu işi de halletmiştim.
Kartı ve cüzdanımı yerine koyarken yavaş adımlarla bulunduğumuz yerden uzaklaştık. Sırada kredi kartıyla olan işim kalmıştı. O adamın ne zaman ne yapacağı belli değildi ve benim imkânım varken bunu iyi değerlendirmem lazımdı.
"Şimdi ne yapıyoruz?"
"Market alışverişi yapalım sonra bize gider birer kahve içeriz. Olur mu?"
"Falına bakmama izin verirsen neden olmasın."
Pekâlâ çıkarcının tekiydi. Bu hallerine gülümsemeden edemezken onaylamazca başımı salladım. Dip dibe ilerlediğimiz yolda koluna girerek yönümüzü sağ tarafta bulunan süpermarkete doğru çevirdim. En sevdiğim şeylerden birisi de market alışverişiydi. Kıyafet alışverişinden ne kadar nefret ediyorsam market alışverişini de bir o kadar seviyordum.
Evde neler eksikti bilmiyordum ama kafama göre bir alışveriş yapacaktım. Kendim ne istiyorsam onu alacaktım ve evde beni bekleyen aldıklarımı eleştirip bunun için bana bin ton azar çekecek bir annem yoktu. İyi mi yoksa kötü müydü bu iş bilmiyordum ama içimi burkmuyor değildi.
Dünkü konuşmamızdan sonra oradan hiç kimse beni aramamıştı. Yani şuracıkta ölsem bunu önemseyecek birini göremiyordum ortada. Bu durum boğazımda sert bir yumru oluştursada ben bu acı gerçeklere fazlasıyla alışıktım. Bunları sorun etmezdim. Belki bilse Nabi üzülürdü ve birazda Benay ama fazlası olmazdı. Bundan emindim hem de adımın Lavinia olduğu kadar.
Kasım ayının iç gıcırtan soğukluğu marketten içeri girmemizle son bulurken tüm bedenimi kuşatan sıcak havayla gevşemeden edemedim. Her ne kadar her zaman soğuğu sıcağa tercih etsem de arada buz kesen bedenimi gevşetmek amacıyla ufakta olsa bir sıcaklık aramıyor değildim.
İçerisinde ilerlediğim markette neler alabileceğimi düşünürken Benay'ın yanımda olmadığını fark ettim. Kaşla göz arasında nereye kaybolmuştu bu kız?
Etrafımda attığım tam turla Benay'ın nerede olduğuna bakınırken arka tarafımdan geldiğini gördüm. İttirdiği en büyük boy alışveriş arabasına bakarken aklından neler geçtiğini az çok tahmin edebiliyordum. Bu yüzümde saf gülümseme oluşmasını sağlarken bedenimi tam anlamıyla ona çevirdim ve yanıma ulaşmasını bekledim.
"Merhabalar güzel bayan isminiz nedir acaba?"
Dudaklarımın arasından kıkırtımın kaçmasına engel olamazken bunu rolüm gereği elimle gizledim.
"Merhabalar, ismim Lavinia. Peki siz kimsiniz?" dedim ses tonumu bir tık incelterek.
"Burada sizi limuziniyle tavlayacak olan şoförün ta kendisi." diyerek anında yanıtladı beni. Bana ayak uydurmak amacıyla ses tonunu kalınlaştırmaya çalışmıştı.
Yüz ifadesinde saklayamadığı mimikleri ses tonu için verdiği çabayı apaçık ele verirken kurduğu cümlenin sonunda çapkınca göz kırpmayı unutmadı. Bu haline koca bir kahkaha atmak istesem de kendimi bunun olmaması için zorladım. Şebekliğini her zaman sergileyen, bundan asla çekinmeyen bir dosta sahip olmam benim de bir yerlerde ufakta olsa şansım olduğunu gösteriyordu. Arada bir bunu hatırlamak bana iyi geliyordu.
"Pekâlâ bu çok etkileyiciydi." dedim tüm açık sözlülüğümle.
"Ne sandın yavrum."
Adımlarımı alışveriş arabasına yönlendirerek içine tırmandım. Rahat bir pozisyon alana kadar kıpırdansam da kısa sürede aradığım rahatlığa kavuşmuştum.
"E neyi bekliyorsun sür bakalım." dedim büyük bir keyifle.
"İlk nereye gidiyoruz güzellik?"
Kısa bir süre düşünme fırsatı tanırken kendime Benay çoktan arabayı hareket ettirmişti. Dümdüz gittiği yolun sonunda temizlik ürünleri vardı. Buradan başlayabilirdim.
"Düz devam et şuraya bir bakınalım."
Böylelikle başlayan alışverişimizi sohbet eşliğinde sürdürürken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Ben market ürünlerini inceleyip alacaklarıma karar verirken canım arkadaşım hiç durmaksızın konuşuyor, bana güncel dedikoduları eksiksiz aktarıyordu. Bu güncel bilgilerden eksik kalmamalıymışım ona göre. Her ne kadar ilgimi çekmese de başkalarının hayatı, her zaman yaptığım gibi onu kırmamak için dinlemiş bazı yerlerde kendimce tepkiler vermiştim. Aşırı sıkıldığım kısımlarda dinliyormuş gibi yapmış en yakın arkadaşıma böyle davrandığım için vicdan azabı duymuştum.
Temizlik ürünleri kısmında deterjanların arasında kendimi kaybetmiş, oradan evin temel ihtiyaçlarının hepsinden kendi zevkime ve isteğime göre bir şeyler almıştım. Ivır zıvır kısmı olarak adlandırdığım bakım, ufak ev gereçleri kısmı ve birkaç kısmı da hızlı geçmiş en son gıda kısmından çıkmıştık. En sevdiğim kısma geldiğimizde arabada benimle aldığım şeyler yüzünden yer kalmazken ben aradan çekilmiştim. Ufak bir buruklukla ayrıldığım arabanın içini doldurmaya hız kesmeden devam ettim.
Sonunda sağ salim ulaşabildiğimiz kasa kısmında aldığım onca şeye bakarken biraz abarttım mı diye düşünmeden edemedim ama bu kısa sürdü. Umurumda değil, istedim ve yaptım diye içimden geçirirken arkadaşıma döndüm.
"Ben şu kasadaki işi hallederken sen bir taksi çağırsana ya." dedim tereddüt içinde. Bu kadar şeyi değil iki kişi on iki kişi anca taşırdık.
"Ay iyi olur bende düşünüyorum kara kara bunları nasıl taşırız diye aklıma taksi çağırmak hiç gelmemişti."
Şapşal şapşal söylemlerini sürdüren arkadaşım taksi çağırmak için telefonuna yönelirken bende kasada aldığımız şeyleri geçiren kasiyerden sonra onları poşetliyordum. Geçirme işini halleden kasiyer toplam ücreti hesaplarken bir yandan da bana poşetleme de yardımcı oluyordu. Tamda tahmin ettiğim gibi bir miktar tutarken poşetleme işini Benay'a bırakıp ücreti ödedim.
İlk günden kredi kartını böyle kullandığımı gören babamın tepkisi ne olurdu hiç bilmiyordum ve pek de umurumda değildi açıkçası. Marketteki işimizi hallettikten sonra kendimizi kapıda bizi beklemekte olan taksiye bin bir güçlükle attık. Evin adresini verdikten sonra taksinin içinde oluşan sessizliği telefon zil sesi bozarken bakışlarımı yoldan çekerek Benay'a çevirdim.
"Babam arıyor ya ona çok gecikmem demiştim." dedi.
Saatin geçliğini anlamak adına bakışlarımı kısa bir an camdan dışarı çevirdiğimde fark etmiştim ki hava çoktan kararmış, sokak lambaları görevini yapmak istercesine aydınlanmıştı.
"Bizde kalmaya izin alsana." diyerek ortaya hoşuma giden bir fikir attım.
Kararsız bakışlarını telefon ekranından yüzüme çıkaran arkadaşıma bakışlarımı sürdürürken konuşmama devam ettim.
"İzin vermezse ısrar etmezsin hazır taksideyiz direkt evine bırakırım seni."
"Deneyeyim bir pek sanmıyorum ama hadi inşAllah." diyerek mırıldandı.
Evdeki babamdan dolayı oluşan tedirginliğinin farkında olduğum arkadaşım kapanmak üzere olan telefonunu yanıtlarken bakışlarımı cama geri çevirdim ve kulaklarımı konuşmasına karşı tıkadım. Tamam şerefsizin teki olabilirdi babam ama kalkıp da bir başkasına zarar vermeyeceğini biliyordum. Onun garezi bizeydi bundan emindim. Aramasını sonlandırdığını fark etmemle pek ilgi çekici olmayan tıkanık trafikten alarak tüm ilgimi arkadaşıma yönlendirdim.
"Kanka kusura bakma klasik babam işte tüm gece beynini yememe zorda olsa izin verdi."
Başta olumsuz başladığı konuşmasına şaşırmazken sona doğru dansöz edasıyla ustaca kıvırdığı konuşması beni mutlu etti. Buna karşın ufak bir kahkaha atmaktan alıkoyamazken kendimi elimle hafif bir el şakası yapmayı eksik etmedim.
"Tam bir pisliksin." dedim hiddetle.
"Biliyorum ve domuzumda aynen." diyerek başını omzuma yaslayan arkadaşımı kollarımın arasına alarak buruk bir tebessümle “Öylesin." dedim.
Nasıl başarıyordu bilmiyordum ama bu kız beni hep güldürüyordu. Alışkın olmadığım modundan mı bilemiyordum ama hayat enerjisinin benden daha yüksek olduğu aşikardı. Galiba bundan sebep farklı geliyordu bana davranışları ve komik olmasa bile gülmek istiyordum.
Taksinin yaşadığım eve yanaşmasıyla içimi bir kasvet havası sararken Benay'ın yanımda olmasından sebep bir nebze rahatlamadan edemedim. Beni bekleyen upuzun bir geceye merhaba derken bu gece babamın eve gelmemesini, gelirse de herhangi bir tatsızlık çıkarmamasını diliyordum.
***
Uyuşan bacaklarımı usulca yerinde yavaş yavaş oynatırken ağrıyan başımı önümde duran test kitabına gömdüm. Bugün yeterince ders çalışmıştım buna inanıyordum. Bugünlük bu kadarını yeterli görerek çalışma masamdaki dağınıklığı toparlamaya başladım. Test kitaplarımın altında kaldığını gördüğüm telefonuma saati öğrenmek amaçlı uzanırken masadaki dağınıklıktan sebep zorlanmadım desem yalan söylemiş olurdum. Sonunda ulaşabildiğim telefonumu avuçlarımda tutarken zafer benimleydi. Böylesine ufak bir şeye kendi kendime mırıldanıp gülümserken ekranın aydınlanmasına izin verdim.
11 Kasım Çarşamba 21.45
Benay ile geçirdiğimiz o gecenin üstünden günler geçmişti. Ben bu süreçte hiçbir şekilde evden çıkmamış kendimi toparlamak istercesine bol bol dinlenmiştim. Zamanımın çoğunda ev işleriyle ilgilenmiş temizlik ve yemek yapıp durmuştum. Tek kişiye ne yemeği yaptın bu kadar diyebilirsiniz ama babam unutulmayacak bir etkendi bu konuda. Yaptığım tüm yemekleri kısa sürede tüketmiş bunun dışında eve uyumak ve yemek yemek dışında uğramamıştı. Bana bulaşmamış yaptığım şeylere karışmamış beni kendi halime bırakmıştı. Arada odamın kapısına gelerek anlattığı şeylere göre annemle barışmaya çalışmak ve işe gitmek dışında bir şey yapmıyormuş. Bu dediklerine kesinlikle inanmıyordum.
Tüm bunların dışında inanılmayacak bir biçimde kendime bakım yapmaya sarmıştım. Normalde çok önemsemediğim bu konuda baya araştırmalar yapmış ve internetten ürünler satın almıştım. Artık kendimi toplamam gerektiğinin bilincinde ders çalışmaya kaldığım yerden devam etmiştim. Ailem olarak adlandırdığım kişiler bir kez olsun beni merak edip aramamıştı. Kalkıp kapıma gelende olmamıştı. Arada Nabi'yle ablamın telefonundan gizlice konuşmuştuk. O da oraya ne zaman gideceğimi sorup duruyor, sürekli beni yanında istediğini dile getiriyordu. O anlarda ne diyeceğimi bilemiyor, ağlamamak için kendimi kastıkça kasıyordum.
Çalışma masamı toplamaya devam ederken odamın kapısı çalındı. Gelen kişinin babam olduğuna adım kadar emin olduğum kapının ardına sanki orayı görebiliyormuşçasına dikkatli bakarken yüksek sesle seslendim.
"Gir."
Bıkkınlığın buram buram aktığı seslenmemin üstüne aralanan kapıdan içeri doğru hafifçe bedeninin bir kısmını sokan babama bakarken oturduğum sandalyeden ona doğru döndüm.
"Ne istiyorsun?" dedim dik bir ifadeyle.
"Yarın seni annene götüreceğim öğlende hazır ol."
Kurduğu cümle sonrası anlamsızca bakmayı sürdürdüğüm bakışlarımı ne yapmaya çalıştığını anlamak istercesine kıstım. Ne yani beni başından mı savıyordu? Yoksa annemle boşanmışlardı da o orospuyla mı evleniyordu? Kesin o kadın beni istememişti ya da öz babam istemiyordu. Aklıma gelen senaryoların ardı arkası kesilmezken o an kafamın içine birden bir sürü soru doluştu ve ben dudaklarımdan yalnızca birinin dökülmesine izin verdim.
"Sebep?"
"Anneni bir türlü ikna edemiyorum! Oraya gideceksin ve şu siktiğim işini düzelteceksin! Nasıl yaparsın bilmiyorum ama halledeceksin bunun başka çaresi yok!" diyerek hiddetle bana doğru birkaç adım atarak bağırmaya başlayan babama ifadesiz bakışlarımı yönlendirmeye devam ederken sakin kalmaya çalıştım.
Yine mi içmişti bu? Gözlerinin içi hafif kızarıktı ve ta buraya kadar gelen kokuya bakacak olursam pek de hoş koktuğu söylenemezdi. Oturduğum sandalyeden gayet rahat bir biçimde kalkarak babamın karşısına dikildim oldukça yavaş hareketlerle.
"Niye böyle bir şey yapıyormuşum? Ortada benim yediğim bir bokluk göremiyorum. Bu durum sence benim ne kadar umurumda?"
"Öldürürüm seni! O çeneni kapatacaksın duydun mu beni? Senin yüzünden, her şey senin yüzünden!"
Ne ara boğazıma doladığını anlamadığım ölüm soğukluğundaki pis ellerini nefesimi kesmek istercesine sıkarken o pis ağzıyla durmadan hakaret yağdırıyordu. Tüm her şeyin suçlusunun ben olduğumu iddia ederek bunu çözmem gerektiğini zırvalarken hala daha boğazımda olan ellerinden kurtulmak adına ellerimle müdahalede bulunmayı denedim. Denedim denemesine de benimkisi nafile bir çabaydı. Onun pis gücüne karşı benim cılız, kendine zor yeten gücüm eksik kalırken nefes almam gittikçe imkansızlaşıyordu. Hızla dolan gözlerimin taşmaması için çabalarken o pis ellerinden kurtulma çabam umutsuzca sürüyordu.
"O lanet gece çeneni tutamadın değil mi? İllaki bir kaltaklık yapacaksın!"
Uyguladığı dengesiz güç yüzünden yavaş yavaş gözlerimin önünde siyah noktalar uçuşurken sonunda diyeceklerini bitirmiş olmalıydı ki beni boş bir çuval gibi yere fırlattı. Açtığı kapımı çarparak çıkarken bağırışlarını hala daha sürdürüyordu ama ben dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Sesi bir uğultudan farksızken oksijen ihtiyacıyla yanıp tutuşan bedenim öksürük krizine girmişti. Dizginlemeye çalıştığım bedenimle zar zor ulaştığım odamın kapısını hiç düşünmeden kilitlerken sırtımı kaydırarak yıkılmak üzere olan bedenimi yere serdim ve ağlamaya başladım.
Uzun bir süre kıpkırmızı olduğundan emin olduğum boynumu titrek ellerimle ovalarken soğuk parkede cenin pozisyonunu aldım. Ağlamam hız kesmeden devam ederken bir an önce her şeyin son bulmasını diliyordum. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Katlanamıyordum. Daha ne kadar bu şekilde yaşamımı sürdüreceğimi bilmiyordum ama bu biçimde uzun bir zaman süreceğini düşünmüyordum. Ya onlar beni öldürecekti ya da ben kendi canıma kendim kıyacaktım.
Hiçbir şekilde hiçbir şeye gram hevesim, inancım kalmamıştı. Sevildiğime ve sevileceğime kesinlikle inanamıyordum artık. Bu zamana kadar her ne kadar bedensel bir şiddeti çok fazla görmemiş olsam da gördüğüm psikolojik şiddetin haddi hesabı yoktu. Şimdi bedensel şiddette başlamıştı ben bu şekilde daha ne kadar dayanabilirdim?
Bir an kapalı göz kapaklarımın ardında bir silüet belirdi. Uzunca boylu, kalıplı iri bedenli bir erkek. Sonrasında o görüntü sis bulutu gibi dağılırken onun yerini ela gözler aldı. Bir yerlerden tanıdık gelen bu görüntüler içime bir hissin dolmasına sebep oldu. Sonra bir aydınlanma yaşadım ve onu anımsadım.
Ares.
Beni o gece orada bir başıma bırakmaması, onca zaman bakması, ilgilenmesi. En sonunda büyük bir incelik yapıp kendi kartvizitini vermesi...
Kim yapardı ki tüm bunları bu devirde? Hele ki tanımadığı birine? Kimse diye geçirdim içimden. Sindiğim soğuk zeminden dolu gözlerim ve titrek bedenimle zar zor ayaklanırken ağlamamdan sebep ağrıyan başımla kendimi bitik halde hissediyordum. Dikildiğim zeminde ilk yönüm ışığı kapamak üzere duvarda bulunan elektrik anahtarının olduğu taraf oldu. Odamı, tıpkı ruhuma yaptıkları gibi karanlıklar içinde bırakırken bu seferki yönüm yatağım olmuştu. Kafamın içinde hep aynı sorular dönüp dolanırken ulaştığım yatağıma usulca iliştim. Kavradığım yorganımı sanki ondan saklanıyormuş gibi burnumun alt hizasına kadar çekerken bulunduğum kısımda iyice küçülerek oraya sindim.
Önceden, çok önceden uyumak istediğim zamanlarda kendi adıma güzel hayaller kurardım. Böylelikle kısa sürede huzurla uykuya dalardım. Şimdide denesem o yöntemi tekrardan işe yarar mıydı? Hiç sanmıyordum. Hayatın gerçekliğini yeterince görmüş bir kızdım ben öyle basit hayallere kanmazdım ki. Bu gerçekte çok acı vericiydi.
Bende isterdim basit hayallere kanmayı. Mesela klasik pembe panjurlu ev hayali... Sevdiğim ve sevildiğim adamdan olan biri kız biri erkek çocuklarımla birlikte orada yaşamak. Düşündükçe gülesim geliyordu hem de kahkahalar atarak. Çünkü o kadar masalsı ve imkânsız bir hayaldi ki gerçek hayatı bilen birisi bunun imkansızlığını da pek ala bilirdi.
Yarın ne gibi zorluklar beni bekliyordu bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı o da annemi geri dönmesi için ikna falan etmeyecektim. Bu cehenneme geri dönmesini istemiyordum. Her ne kadar kendinden bana iyi bir anı bırakmamış olsa da o benim annemdi. Cennet annelerin ayaklarının altındaydı ve o bana ne kadar çektirirse çektirsin onun kötülüğünü isteyemezdim. Kendinden bana bir sürü travma ve kötü anı bırakmış olmasını görmezden gelebilirdim. Annem için bunu yapabilirdim. Hem bir yerde iyi de yapmış diyebilirdim. Böylelikle nasıl anne olunmaz onu görmüş ve bizzat tescillemiştim. Daha iyi yollarla da öğrenebilirdim mükemmel bir eş, ebeveyn ve anne olmayı ama nasipte bu varmış demek ki deyip geçiyordum. Ya da geçmek zorunda bırakıyordum kendimi.
Bunları yaşamam gerekiyormuş demek ki diye düşünerek tüm bu düşünceleri geçiştirdim. Göz kapaklarımın üstüne yavaş yavaş binen ağırlığa odaklanarak içten gelen karanlığa teslim ettim bedenimi. Yarını yarına bıraktım ve huzursuz bir uykuya daldım. Her zamanki gibi kabusların beni koca kollarıyla kucakladığı bir uykuya.
***
Her şeyden çok buralardan olabildiğince uzağa her şeyi arkamda bırakarak kaçmak istiyordum. Arkama bile bakmadan tüm özgürlüğümü ve benliğimi de yanıma alarak kaçmak. Lakin bu benim için mümkün gözükmüyordu. Şu anda kaçmak için kullanacağım yollarda tüm özgürlüğümle yeni bir hayata yelken açacağıma kalkmış babamın beni anneannemlere götürmesine müsaade ediyordum. Bunu yapmaktan başka çarem yoktu. Elimden geldiğince uğrayacağım şiddetten kaçmaya çalışıyordum ama bu işte ne kadar başarılı olabilirdim bilmiyordum.
Sabah yattığım pozisyonda kalktığımda ilk işim ablamı aramak ve bugün oraya gideceğimden bahsetmek olmuştu. Az çok babamın baskısından da bahsetmiş, geleceğimden evdekileri haberdar etmesini istemiştim.
Arabanın hafif bir sarsıntıyla apartmanın önüne yanaşmasıyla donuk bakışlarımı kucağımdaki ellerimden çekerek babama çevirdim. Arabayı durdurmasını beklerken inatla yüzüne bakarken bana bakmaksızın önüne bakıyordu.
"İn hadi! Dediklerimi yap, bir saate gelirim seni almaya." diyen babama tek bir mimik göstermeksizin bakmayı sürdürürken bunu yapmayı çok sürdürmedim. Ellerim istemsizce kapı kulpuna giderken atik hareketlerle oturduğum araba koltuğundan ayaklandım ve adımlarımın asfalt zeminde dikilmesini sağladım.
İnadına gider gibi aralık kapıyı çarparak kapatırken yüzümde keyifsiz bir gülümsemeyle anneannemlerin dairesinin bulunduğu apartmana ilerledim ve zaten açık olan apartman kapısından içeri girerek binaya giriş yaptım. Hızlı adımlarım anneannemlerin oturduğu dairenin kapısına yaklaştıkça içimi tarif edemediğim duygular sarıyordu. Bir yandan karşılaşacak olduklarım bir yandan kavuşacak olduğum küçüğüm beni büyük bir ikilemde bırakıyordu. Hem arkama bakmadan kaçmak hem de koşarak küçüğüme sarılmak istiyordum. O bunları yaşamayı hak etmemişti. Bende hak etmemiştim ama bu hayatta kim hak ettiğini yaşıyordu ki?
Sol elim duvardaki zile yönelirken ulaştığım sokak kapısına diktim gözlerimi. Güçlü olmalıydım. Ben zaten güçlü bir kızdım bunun bozulmasına izin vermemeliydim. Çaldığım zilden sonra istemsizce bir adım gerilerken bakışlarımı kaçırmamak adına içten içe kendimi zorluyor, gözlerimi inadına kapıya hizalı tutuyordum. Kısa süren bekleyişin ardından açılan kapıdan ablam gözükürken mimiksiz yüzümü hareketlendirmeyi denedim. Ama sadece denedim. İfadesiz suratımla geçmem için oluşturulan aralıktan ayakkabılarımı çıkarttıktan sonra içeri yöneldim. Adımlarım ezbere bildiğim holde ilerlerken oturma odasının kapısında beliren Nabi ile duraksadı. Beni gören küçüğüm koşarak bana gelirken eğilip onu kucakladım.
"Ablaa!"
"Bebeğim nasılsın?" derken tombul yanaklarını öptüm sırasıyla.
"İyiyim ama sen değilsin galiba yaraların var." dedi. Sesi titremişti cümlesini tamamlarken.
Minik elleri kafamın sönmek üzere olan morarmış köşesine ve sonrasında hafif hafif kabukların soyulmaya başladığı dudak kenarıma giderken eğildiğim yerden ayaklandım. Bu hareketim aldığım darbelerden dolayı ezilmiş etlerle dolu bedenimi zorlasa da aldırış etmedim.
"Yok ben gayet iyiyim bebeğim bakma sen onlara iyileştiler bile acımıyorlar ki." diyerek miniğimin içini rahatlatmak istedim.
Dediğim şeylere inanmış gibi duran miniğim kollarını boynuma dolarken ben oturma odasından içeri girdim. Benim girişimle odadaki herkes ayaklanırken hepsiyle tek tek göz teması kurdum. Ananem, dedem, dayım, yengem ve annem. Hepsine kısa bir baş selamı vermekle yetinirken kenarda duran tekli koltuğa yöneldim. Kucağımda Nabi ile koltuğa kurulurken ortamda ilk konuşan ben oldum.
"Merhaba herkese." dedim tüm soğukluğumla.
"Hoş geldin kızım."
"Hoş bulmayı umuyorum." derken bakışlarımı benimle ilk iletişime geçen kişiye, anneanneme çevirdim. Kucağımdaki miniğimi rahatsız etmemek adına kısıtlı hareketlerle üstümdeki montumu çıkartıp ayak ucuma koyarken telefonumun cebimde olup olmadığını kontrol ettim.
Ortamdaki gerginliği tüm iliklerimce hissederken bunun farkında olan tek ben değildim. Odadaki tüm herkes suskunluk yemini etmişçesine birbirine bakarken silik bir tebessüm ettim.
Kimse beni merak edip sormuyordu. Yaralarımı gördüklerini, onları uzun uzun süzdüklerinin farkındaydım ama biri de çıkıp demiyordu ki iyi misin Lavinia? O pislik sana başka bir şey yaptı mı? Bunları sorsalar en azından sadece şu iki soruyu sorsalar belki içimi onlara açardım. Biraz olsun rahatlar onlara olanları bir de benim bakış açımdan anlatırdım ama beni merak edip bunları soran yoktu buna kendi annemde dahildi. Belki anneannemler cesaret edip soramıyorlardı. Duyacaklarından korkuyorlardı bilemiyordum. Kafamın içinde binlerce bahane cirit atıyordu sırf onları haklı çıkartmak, onlara haklı bir sebep vermek için. Ama haklı bir yanları yoktu. Tüm bunları sadece acınası bir yanım istiyordu.
Ortalıkta ellerini kollarını sallayarak dolaşan sessizliği bozmak, tüm bu işkenceyi olabildiğince kısa kesmek adına bir harekette bulundum.
"Bende iyiyim sorduğunuz için teşekkürler. Olanlar ortada konuyu uzatmak adına gelmedim buraya. Herkes kendi yolunu seçti her şey belirgin bir şekilde ortada." Çok kısa bir süre konuşmama ara verdim. Kendime derince bir nefes alacak kadar zaman tanıdıktan sonra konuşmama kaldığım yerden devam ettim. "Buraya o adamın zoruyla geldim. Geri dönmeni istiyor ve seni benim ikna edebileceğimi düşünüyor." derken annemle göz teması kurdum. Bana cevap vermek adına tam ağzını açtığı sırada dedem buna müsaade etmedi.
"Ona söyle o çok biliy-" derken bu sefer ben dedeme müsaade etmedim ve konuşmasını ansızın böldüm.
"Ama ben geri dönmeni istemiyorum. Bunun için kılımı bile kıpırdatmayacağım. Geri dönme."
Son sözlerim ortada bomba etkisi bırakırken herkes şaşkınlıkla bana bakıyor, konuyu nereye getireceğimi merakla bekliyordu. Kucağımdaki miniğim ortamdaki gerginliği hissediyormuş gibi kucağıma daha da yerleşirken onu daha sıkı sardım.
"O ve onun ailesinin nasıl bir ızdırap olduğunu en iyi sen biliyorsun. Ben bile isteye onunla kalmaya karar verdim ama sen... Sen sakın böyle bir şey yapma, o cehenneme geri dönme."
Konuşmam boyunca tüm herkes nefes almaksızın beni dinlerken kimse bunları dememi beklemiyordu bu belliydi. Yüzlerindeki mimiklerden tüm bunları rahatlıkla çıkarabiliyordum. Herhalde kendimi açıklamamı, tüm bunları bilip susmam hakkında kendimi savunmamı ve özür dilememi bekliyorlardı. Eğer en başında bana sahip çıkıp da tüm bunların sebebini sorsalardı bana belki o zaman tüm bunları yapabilirdim. Ama hayır o bekledikleri şeyleri söylemeyecektim. Herkes kendince bir şeyleri belirlemişti. Bende öyle yapmıştım ve bunda geri adım atmayacaktım.
"Ne yapıp yapmayacağımı sana soracak değilim. Orada kalma işine de sen karar verecek değilsin. Ben sana buraya geleceksin dediysem geleceksin!"
"Annen haklı kızım." diyerek annemi destekleyen dayıma sadece göz ucuyla bakarken asıl ilgi odağımı annemin üstünde tuttum.
Siniri saman alevi gibi bir anda tutuşan anneme sadece cılız bir gülümseme bahşederken kafamı olumsuzca iki yanıma salladım.
"Kendi hayatıma dair kararları yalnızca ben veririm."
Kendisiyle inatlaşmamı, kendi hayatıma dair herhangi bir işe ona söz hakkı tanımamamı hiçbir zaman hoş karşılamayan annem değişmenin d'sini göstermeksizin köpürürken kucağımda miniğimi iyice göğsüme bastırdım. Amacım ortamdaki konuşmalardan onu uzak tutmaktı ama ben her ne kadar uğraşırsam uğraşayım bu konumda her şeyi birinci elden duyuyordu ve şu an ona içeri git desem muhakkak bana kırılacaktı çünkü geçen seferde öyle yapmış ve yanında olmamıştım.
"Boşanma davasını çoktan açtım bugün yarın belge eline ulaşır o şerefsizin ve siz üçünüz benim yanımda olacaksınız onun değil!"
"Ablam reşit ben reşitim. Herkes kendi hayatına dair kararları kendisi versin zahmet olacak sana ama! Bir tek Nabi'nin velayeti kalıyor onu da sizin elinize oyuncak edecek değilim. Boşanacaksanız boşanın bu umurumda bile değil ama siz ikinizin arasında ne ben ne de bu çocuk heba olmalı. Mantıklı düşünürsen bu dediklerime hak vereceksin."
Konuşmamın sonunda deli gibi kahkahasını ortaya salan anneme gözlerimi devirirken bakışlarımı ablama çevirdim bir yorumda bulun artık dercesine bakışlarımı hafif irileştirdim. Ama ablam beni yine şaşırtmadı ve kendisine bakmakta olan baskın bakışlarımdan gözlerini kaçırdı tıpkı bana dokunmayın ne halt yerseniz yiyin dercesine. Bu iyice çileden çıkmama sebep olurken kendimi sakin kalmak adına zorladım.
Odanın içinde dolaşan bakışlarım anneannemle kesişirken son bir umut ona baktım. O mantıklı biriydi ya da en azından beni anlıyordu. Burada yine anlamasını ister gibi baktım gözlerine ve bu hareketim onu konuşmaya itti.
"Sana hak vermiyor değilim ama nasıl bakacaksın kızım sen kardeşine? Baksana şu haline kendini koruyamıyorsun daha kim bilir ileride neler olur. Buraya gel annen haklı burada en azından biz varız. Şu olanları hatırlayıp senin bu halini gördükçe içim yeterince parçalanıyor zaten boş ver uzatma konuyu."
Bir an beni anlayacağını düşündüğüm insanda hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Dediklerinde haklılık payı vardı buna yok diyemezdim ama burada da sağlıklı bir hayat sürülmeyeceğini o da çok iyi biliyordu. Kendi kızını o da biliyordu.
"Şu anda önemli olan iki şey var: Sağlıklı düşünebilen mantıklı birisi ve para. Bunlara sahip olduğumu pek ala biliyoruz. O adam haklı diye ya da onu sevdiğim içinde yanında durmuyorum ben bunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Evi tamamıyla bana bıraktı, para desen fazlasıyla verdi hala daha veriyor ve vermeye de devam edecek." Kısa bir an duraksadım ve ağzımda biriken sıvıyı yutkundum. Konuşmama nasıl devam edeceğimi düşünürken bu bekleyiş çok da uzun sürmemişti. "Diğer şeylere gelirsek de onları ben hallederim. Şimdiye kadar çok güzel halletmişim baksanıza kanlı canlı karşınızdayım. Hanginiz yardım etti ki bundan sonra yardımınıza ihtiyaç duyayım?"
Sözlerim fazlasıyla iddialıydı ama kendime güveniyordum yani en azından güvenmek zorundaydım.
"Sadece saçmalıyorsun çok gitmek istiyorsan defol kendin tek başına siktir git!"
Annem klasikliğini gözler önüne sermekten çekinmezken gerçekten de hiç iyi durmuyordu. Daha da çökmüştü. Psikolojisinden söz etmek bile istemiyordum çünkü sergilediği tavırlar insanı endişeye sürüklüyordu.
"Ama anne bende ablamla gitmek istiy-"
"Sen sesini kes! Yürü git oyun mu oynuyorsun ne bok yapıyorsan yap."
Hiç kimse bu ruh hastalığına dur demezken şaşkınca baktım hepsine tek tek. Uzunca bir süre içlerinde ufacıkta olsa insaniyet namına bir şey var mı diye baktım. Hiçbir şey göremedim. Bu büyük bir dumura uğramama sebep oldu ama asla şaşırmadım.
"Bağırma çocuğa sen iyice kafayı yemişsin!"
Psikolojisi iyice çökmüş bir anneye sahip olmanın ne demek olduğunu en iyi ben bilirdim ve onun hareketlerini de en iyi ben tahmin edebilirdim. Çünkü onu uzun uzun gözlemleyebilecek vakte sahip oluştum.
Kendince olmayan sabrının tükendiğine kanaat getirmiş olan annem bir hışım oturduğu koltuktan kalkıp üstüme doğru bir hızla gelirken atik bir hareketle Nabi'yi arkama sakladım ve bende ayağa kalktım. Burun buruna geldiğimiz annem öfkeli hareketleri ve sinirden tükürük saçan ağzıyla anlamdıramadığım şeyler söylerken elleri çoktan çenemi kavramıştı. Acımasızca sıktığı çenemi görmezden gelirken iyice Nabi'nin önüne geçtim ve annemin üstüne doğru birkaç adım attım. Amacım onu Nabi'den uzaklaştırmaktı ve bunda da başarılı olmuştum.
Sıra kendimi onun acımasız kıskaçlarından kurtarmaya geldiğinde çoktan anneannemlerin müdahale edip onu benden uzaklaştırdıklarını gördüm. Ortamda tam bir kaos vardı bunu önemsemedim. İyi mi diye göz ucuyla küçük kardeşimi kontrol ederken yengemin onun odadan çıkarttığını gördüm. Tam o sırada çalan telefonumun zil sesi odada yankılanırken ananemler annemi çoktan benden uzaktaki bir koltuğa oturtmuştu.
Sol elimle sıkılmış çenemi sıvazlarken hala çalmakta olan telefonumu cevapladım. Arayan babamdı.
"Ne var?" dedim ters bir ifadeyle.
"Aşağıdayım."
"Tamam bekle biraz."
Gitme zamanım gelmişti şükür ki. Bu ortamda bulunacağıma koca evde yalnızlığımla baş başa kalmayı tercih ederdim.
Adımlarımı kısa mesafedeki oturduğum koltuğa yönlendirirken eğilip ayak ucuma koyduğum montumu kavradım ve hızla üstüme geçirdim. Odanın çıkış kapısına yönelmeden önce son kez hepsine kısaca bir göz gezdirirken sözlerimi yutamadım.
"Ben şimdi gidiyorum. Eğer olurda insanlığınız tutacak olursa annemi doktora götürün ve onu Nabi'den uzak tutun." derken bakışlarımı ablamda uzunca tuttum. Akıllanması ne kadar vaktini alacaktı acaba? Umarım uzun sürmezdi çünkü hayat böyle saçmalıklara katlanmak için çok kısaydı.
Sözlerimin ardından hemen evi terk ederken apartman boşluğunda annemin nefret dolu bağırışı peşi sıra anneannemlerin sesleri yankılandı.
"Hemen buraya geri dönüyorsun seni bok yiyenin evladı! Hakkımı helal etmem yoksa! Kime diyorum ben?" diyerek ufak çaplı bir çığlık duydum önce.
"Nalan yapma." dedi anneannem annemin çığlığının hemen peşine yakarır gibi.
"Bırak gitsin." dedi en son birisi. Bunu kimin dediğini anlamamıştım ama burada umurumda olan şey bunu diyen kişi değildi. Direkt söylenen sözlerdi.
Bırak gitsin, bırak gitsin, bırak gitsin... Bence de herkes beni bir bıraksın ve ben gideyim. Ne güzel olurdu öyle her şeyden gitmek.
Yerleştiğim araba koltuğunda dönüp ona bir kez bile bakmazken o da aynı şekilde bana eşlik etti. Hareket haline geçirdiği arabayla yaşadığımız yere doğru yola çıkarken umursamaz bir ses tonuyla konuştu.
"Sonuç?"
İç sesim bas bas bağırıp kahkaha atarak boşanacaksınız derken dışarı sadece birkaç kelime döküldü.
"Bilmiyorum, ben dediğin gibi konuştum."
Bu büyük bir yalandı.
"Aferin."
Son konuşmamızda böyle olurken daha fazlasına müsaade etmeden arkamı ona döner gibi yapıp iyice cama yapıştım ve dışarısını seyretmeye başladım.
***
Zaman çok göreceli bir kavramdı bana göre. Andan ana, mekândan mekana, kişiden kişiye değişkenlik gösteriyordu bunu kimse inkar edemezdi. Mesela sevdiğiniz adamla baş başa geçirdiğiniz bir saat ile sevmediğiniz akrabalarınızla herhangi bir yerde geçirdiğiniz bir saat aynı değildi.
Şu anda ucuna misafir gibi tünediğim yatağımda otururken geçen zamanda normal bir zaman değildi. Bugün zaman geçmiyor ve geçmedikçe beni geriyordu. Ertesi gün çoktan olmuştu ve ben uyandığımdan beri kafamı dağıtmak adına birçok şey yapmıştım.
Bugün babamın eline boşanma celbi ulaşacaktı bunu annem kendi ağzıyla söylemişti. Beni bekleyen büyük bir arbede vardı hem kafamın içinde kendimle hem de gerçek hayatta babamla. Ne ile karşılaşacağımı kesinlikle bilmiyordum ama bedenen çok fazla hırpalanmamayı umuyordum. Hadi ruhumdaki yaralar neyse onları ustalıkla saklayabiliyordum ama bedenimde olanlar... Onlar için aynı şeyleri söyleyemezdim.
Belki çok küçük bir umut sandığım gibi bir tepki vermezdi babam. Bir an yaptığım bu aptallığıma sinirlendim. Benim neyimeydi bu umut dolu düşünceler. Saçmalama Lavinia dedim içten içe. Bu hallerime göz devirirken daha fazla kasıntı gibi yatakta oturmaya dayanamadım ve ayaklandım. İşte tam o anda evin sokak kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.
"Lavinia!"
Kükreyişini duyduğum babamla bir adım gerilerken yutkunmadan edemedim. Paldır küldür adım sesleri yukarı odama doğru gelirken olacaklardan kaçamayacağımı düşündüm bir an. Kapımı kilitlemek için çok mu geçti? Peki bir kilit onu durdurabilir miydi?
"Bunu atlatabilirsin." diye fısıldarken babam odama kelimenin tam anlamıyla daldı.
Öfkeli bakışları, tükürükler saçan ağzı ve elinde boşanma evrakı olduğunu düşündüğüm kağıtlarla karşımda dikiliyordu.
"Ne istiyorsun?" dedim. Sesimin normal bir tonda çıkması için büyük bir mücadele vermiştim.
Güçlü durmalı, korktuğumu belli etmemeliydim. Bunun içinde her zamanki gibi çeneme başvurmuştum.
"Ne mi istiyorum? Geri zekalı kızım benim yine bir boku başaramamışsın! Bu ne?!"
Yüzüme fırlattığı kağıtlara göz ucuyla bile bakmazken göz temasımızı asla kesmiyordum.
"Ben nereden bileyim ne onlar?" derken cevap vermesini beklemeden kendi sorumu kendim cevapladım. "A dur! Bir tahminde bulunacağım. Yediğin haltlara karşılık bir şey olabilir mi?"
Yüzünde iğrenç bir gülümseme belirirken yavaş yavaş üstüme doğru adımlamaya başladı.
"Hayır kızım yanlış tahmin ben doğrusunu söyleyeyim mi? Sıçtığının resmi bunlar."
Tamamladığı sözünün hemen peşine tüm öfkesiyle boğazıma yapıştı bir anda. Başlangıçta bir tokatla falan başlar diye düşünüyordum ama babam beni yine yanıltmıştı ve hızlı bir giriş yapmıştı. Herhalde sonuca yani ölümüme çabucak ulaşmak istiyordu. Tuttuğu boğazımla bedenimi yan tarafımda bulunan duvara hızla defalarca çarparken gözü dönmüş gibiydi. Cılız ellerimle müdahale etmeye çabalasam da bir işe yaramıyordu.
Bu adam sayesinde o kitaplarda geçen kahraman babalar nasıl oluyordu hayal dahi edemiyordum. O mükemmel anneleri de öyle.
Kesilmeye başlayan nefesimle gözlerimden hızla yaşlar dökülürken kirli elleri arasında adeta çırpınıyordum ama onun gözü beni görmüyordu. Anlayamadığım bir biçimde yüzüme hırlayarak durmadan bir şeyler söylerken artık gözlerim kararmaya başlıyordu.
Ben bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmezken bu kez gerçekten de öleceğimi düşündüm.
Çırpınışlarımın arasında artık dayanamayacak noktaya geldiğimde yalvarmaya çalıştım. Evet ben öz babama bana daha fazla zarar vermemesi için yalvarmaya çalışmıştım ama pek bir işe yarayacağını da düşünmüyordum.
"Ba-ba y-apma lüt-lütf-" demeye çalıştım ama o sözlerimi tamamlamama bile müsaade etmemişti.
Becerebildiğim kadarıyla konuşmaya çabalarken siyahlık tüm göz bebeklerimi kaplamaya başlıyordu. Kendimden geçtiğimi fark etmiş olmalıydı ki son kez tüm hıncıyla beni duvara vurdu ve ellerini üzerimden çekti.
Başımın arka kısmı feci bir biçimde yanarken tanımlayamadığım bir ısı sarmaya başladı. Ensemden sırtıma doğru inen ısının ne olduğunu kavrayamazken sızlayan sırtım yavaşça duvara sürünerek kaymaya başladı. Kalçalarım zemini bulduğunda hala daha nefes almaya çabalıyordum. Başarısız nefes çabalarımı girdiğim öksürük krizi diskalifiye ederken suratıma aldığım darbeyle kendime gelir gibi oldum. Bakışlarım önüme eğilmekte olan baba demeye bin şahit adamın suratında dolanırken ellerinin yönü bu seferde saçlarım oldu.
Sıkıca kavradığı saçlarımı hiç acımadan çekerken beni yerde sürükleyerek odanın tam ortasına doğru getirdiğini belli belirsiz gördüm. Artık iyice feri giden ses tellerimle birlikte güçsüz çığlıklar atmaya başlamıştım.
Saçlarımdan çekilen ellerle derin bir nefes almaya çabalarken bir yandan da ağlamamı sürdürüyordum. Hiç kimse duymuyor muydu çığlıklarımı? Artık bu azabın bitmesi için Tanrı'ya içten içe yalvarırken karnıma ve sırtıma almaya başladığım tekme darbeleriyle neye uğradığımı şaşırdım.
El insaf be adam dedim içimden. Dinsin bu gereksiz öfken. Karşında küçük kızın var görmüyor musun? Yeterince mahvettiğin hayatım yetmedi mi sana canımı da mı istiyorsun?
O kadar çok diyeceğim şeyler vardı ki ama ağzımın içine doluşan kandan sebep dilim cansız kesilmişti. Hoş konuşmaya hal mi kalmıştı bende?
Daha ne kadar süreceğini bilmeden sadece ağlayarak cenin pozisyonunda şiddetinin bitmesini bekledim dakikalarca. Ben bitmesini bekledikçe o daha da uzattı hareketlerini ve dövdükçe dövdü.
Birbiri ardını kovalayan saniyeler geçti. O saniyeler geçtikçe yerini dakikalara bıraktı. Hatırladığım en son şey ayağını şakaklarımın üstüne koyarak başımı korkunç bir şiddetle ayağının altında ezdiğiydi. O andan sonra sanırım kısa bir baygınlık geçirmiştim çünkü dış kapının sertçe çarpılma sesiyle irkilerek bir an kendime gelir gibi oldum.
Parmak uçlarımı bile kıpırdatamayacak kadar fersiz hissederken kendimi telefonumu bulup yardım çağırmam gerektiğini zor bela akıl edebildim.
Bin bir zahmetle dakikalarımı vererek sadece dirseklerimin üzerinde durabilmeyi başarırken bedenim zangır zangır titriyordu. Yaşlardan sebep net göremediğim gözlerimle etrafımı tararken telefonumun yatağımın üstünde olduğunu zar zor seçebildim. Sürüne sürüne ulaşmaya çalıştığım yatağımla bedenim acılar içinde kıvrandı ve bu benim daha çok ağlamama sebep oldu.
"Tanrım a-al canımı y-yalva-varırım! Ca-canım çok yanıyor." dedim kendimin bile duyamayacağı bir desibelde. Ses tellerim attığım çığlıklardan sebep oldukça tarazlıydı ve sızlıyordu.
Ağlayarak çektiğim acıdan dolayı duraksayarak uzun sürede vardığım yatağıma doğru uzandım. Titreyen ellerimin arasında kavradığım telefonumla derin bir nefes verirken bin bir zorlukla annemi aradım. Bakışlarım gördüğüm şeyleri seçemiyor, zihnim bir sis bulutunun içinde hapis kalmışçasına gördüklerini idrak edemiyordu.
Telefon çaldı... çaldı... çaldı. Açmayacağını düşündüğüm esnada meşgule atılan aramayla içimi tarifi imkânsız bir duygu sardı. Annem yardıma ihtiyacım olduğu bir anda daha yanımda olmamıştı. Oysaki anneler evlatlarının iyi olmadığını hissetmez miydi?
Bu sefer son bir umut ablamı ararken düşündüğüm gibi olmaması için yalvardım. Beni tamamıyla yüz üstü bırakmamaları için tekrardan gerçek bir aile olabilmemiz adına bir şans tanımaları için yalvardım. Telefon çaldı, çaldı ve tekrar çalınmasına müsaade edilmeden meşgule atıldı.
Ne yapacağımı şaşmış vaziyette kalakaldım bir an. Aklım durmuş gibiydi. Böyle bir anda daha başka ne yapabilirdim?
Bağıra bağıra ağlamak istesem de dışarı yalnızca kısık iniltiler çıkıyordu. Elimde zorlukla tuttuğum telefon avuçlarımdan kayıp yere düştü. Bunu önemsemedim ve kıvrıldığım yerde cenin pozisyonunu alarak ağlamama devam ettim. Kısa süre içinde nefes alışverişlerim kesilirken kendimden iyice geçmeye başladım. Kendim için böyle bir sona müsaade edemezdim. Bunu hak etmiyordum. Tüm bunları yaşamayı hak etmiyordum.
Tekrardan zor bela dikilmeyi başardığımda başım deli gibi dönüyordu. Zar zor odamın içinde bulduğum kapüşonluya da sürünerek ulaşırken uzun süre ceplerinde o kartviziti bulmaya çabaladım. Sonunda titreyen ellerimle kavradığım kartla bir sürede üstünde yazan numarayı seçmeye çabaladım.
Göz yaşlarım hiç tükenmeyecekmiş gibi son hızla akmaya devam ederken yarım yamalak görüşümle seçebildiğim kadar numarayı tuşladım ve aramayı başlattım. Kulağıma dayadığım telefonla başımı sabit tutmaya çalışmak bir ölüm olsa da kendimi zorladım. Biliyordum ki eğer başımı tekrar yere koyarsam bilincimi tamamıyla kaybedecektim. Bunun olmasına izin veremezdim en azından şimdilik.
Telefonum uzun uzun çaldı. Son çalışlarını yapan telefonumla son ümidimde tamamıyla sönerken son anda aramam yanıtlandı.
"Alo."
Telefon ahizesinden onun erkeksi sesi yükselirken ağzımdan küçük bir hıçkırığın kaçmasına mâni olamadım.
"Açtın." derken sesim tir tir titriyordu. Ses tonumu onun duyabileceği bir seviyede tutmak şu an benim için çok zor bir şeydi.
"Kimsin?" dedi soru işaretleri barındırdığı bir ses tonuyla.
Bilincimin silikleşmeye başlamasıyla vaktimin azaldığını anladım. Ağlamamı sürdürürken konuşmaya zorladım kendimi.
"B-benim Lavinia. Yar-dım et." derken başımı daha fazla sabit tutamadım. Başım yere sert bir biçimde düşerken elimdeki telefon hala kulağımın hizasında duruyordu.
"Lavinia? Neler oluyor, neredesin?"
Göz bebeklerimi siyah uçuşan noktalar sararken tüm bedenimde inanılmaz bir acı hakimdi. Telefonun öteki ucunda bana karşı olan seslenişleri duyuyor ama neler dediğini seçemiyordum. Son bir güç bir şeyler mırıldanırken bilincim tamamıyla gitti ve ben dilimde son sözlerimle karanlıklar içinde kaldım.
"O yere g-gel."
Sana yalvarırım Ares, o yere gel ve beni çektiğim tüm bu azaptan kurtar yoksa beni ölümden başkası kurtarmaz.
-BÖLÜM SONU-
Nasılsınız bakalım?
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |