31. Bölüm

BÖLÜM 30

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Her zamanki yerdeyim!

İYİ OKUMALAR

"İnsanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şey yapmak zorunda olmamasındadır." demiş, Jean Jacques Rousseau. Bu da özgürlük diye çırpınan benim nasıl bir kafeste sıkışıp kaldığımı en güzel şekilde açıklayan bir sözdü. Özgür olmadığımı, aslında kendimi en özgür olduğumu sandığım zamanlarda bile bir kafesin içerisinde debelenip durduğumu suratıma çarpan bir söz.

İfadesiz bakışlarımı karşımda sabit tutmaya çalışırken aralanan kapının ardındaki kadına baktım. İlk bakışta fark edilen çakma sarı saçları, kısa boyu ve çıkmış göbeğiyle bana meraklı bakışlar atan kadın sorgu dolu bir ifadeyle konuştu.

"Buyurun kime bakmıştınız?"

Şiş karnı fazlasıyla dikkatimi dağıtırken içimden babamın malum yerlerine beddua etmeden duramıyordum. Bir halt yiyorsun madem bari önlemini al aptal herif!

Yapmak zorunda olduğum her yeni bir şeyde kafesimin gittikçe daraldığını hissediyordum. Karşımdaki kadın uzun süren sessizliğimden rahatsız olmuşçasına yerinde kıpırdanırken artık konuşmam gerektiğini fazlasıyla belli eden bakışlarla bana bakmaya devam etti. Bir kez daha yapacak olduğum şey için babama lanetler okurken konuşmak üzere kuruluktan birbirine yapışmış dudaklarımı zorlukla araladım.

Hangi kız çocuğu babasının hamile bıraktığı metresle görüşmek zorundaydı tanrı aşkına!

"Ahu." dedim sadece. Umarım adın Ahu değildir ve umarım tüm bunlar sadece bir yalandan ibarettir.

"Ahu benim. Ne için gelmiştiniz acaba?" dedi daha da meraklanan bir ses tonuyla. Onu tanımadığımın ama onunla görüşmek istediğimin farkına çoktan varmıştı. O da beni tanımıyordu hareketlerinden bu çok net belliydi. Gözlerinde beliren soru kendini açık bir şekilde fire veriyordu. Bu kim ve benimle ne konuşacak?

Kadının ince sesiyle fazla kibar konuşması var olan gerginliğimi ve sinirimi hat safhaya çıkartırken derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Buraya kadar gelmiştim bundan sonrasını da bir şekilde halledebilirdim.

"Ben Lavinia Aral, Ecevit'in kızıyım. Konuşmamız lazım."

Soyadımı duyduğu anda gözle görünür bir biçimde gerilen kadın, babamın adını da duymasıyla bir adım geriledi. Bir eliyle tuttuğu sokak kapısının arkasına doğru kayarken şiş karnını gizlemeye çalışır gibi bir hale büründü.

"Ne konuşmamız gerekiyor anlamadım?"

Sabırlı yanımın kotası zorlanırken karşımdaki kadının kapıyı tutan elinin kapıyı sıktığını fark ettim. Artık dışarıdan nasıl gözüküyordum bilmiyordum ama kadını korkuttuğum kesindi.

"Bak buraya herhangi bir tatsızlık çıkması için gelmedim. İsteyerek bile gelmedim! Konuşalım gideceğim." dedim bezmiş bir biçimde. Her ne kadar normal şartlarda olsaydık karşımdaki kadını evire çevire dövecek bir potansiyelde olsam da şiş karnı şu anda buna büyük bir engeldi. Ortada her kimin olursa olsun bir bebek söz konusuydu ve ben bunu görmezden gelemezdim.

Konuşmam üzerine surat ifadesi kararsızlığa bürünen kadın birkaç saniyelik düşünmenin ve beni süzmenin ardından aralık kapıyı ardına kadar açtı ve herhangi bir şey demeden beni içeri davet etti.

Kapı ağzında konuşsak ne olurdu ya? Ben içeri falan girmek istemiyordum!

Araladığı kapının yanında içeri girmemi bekleyen kadına bıkkın bir bakış atarak el mecbur botlarımı çıkarttım ve içeri girdim. Üzerimdeki montu ve çantayı girişteki vestiyere bırakmayı reddederek kadının beni yönlendirmesini sessizlik içerisinde bekledim.

Kapattığı sokak kapısının ardından bana kısa bir bakış atıp eliyle yön göstererek ilerlemeye başladı. Önden ağır adımlarla bulunduğumuz koridorun soluna doğru yürümesiyle hemen arkasından kadını takip ettim. Küçük sayılabilecek oturma odasına girdiğimizde lacivert koltuk takımı ve açık gri televizyon ünitesiyle karşılaşırken direkt kapı ağzındaki tekli koltuğu gözüme kestirdim ve yavaş hareketlerle oraya oturdum. Bedenimi iyiden iyiye saran bunaltıya daha fazla dayanamayarak montumu çıkartırken onu çantamla birlikte yan tarafıma sıkıştırdım.

Ağır adımlarla ilerlemesini sürdüren kadın fazlasıyla tombul bedeniyle karşımdaki üçlü koltuğa otururken ben bacak bacak üstüne atarak rahat bir izlenim vermeye çalıştım. Gerginlikten gerim gerim gerildiğimi bilmesine hiç gerek yoktu.

Bir süre evin sessizliğini dinleyerek tek olduğumuzu anladığımda öylesine etrafı inceleyen bakışlarımı karşımdaki kadına çevirdim. Bana bakıyordu.

"Nasıl bir duygu?" dedim kendime engel olamazken alaycı bir giriş yaparak. Sorum karşısında kaşları çatılan kadın hiçbir şey anlamadığını belli eder şekilde baktı bana. "Ne nasıl bir duygu anlamadım?"

Ses tonundan buram buram merak akarken bir anca önce konuşacağım şeyleri konuşup gitmemi ister bir hali vardı. Benimde burada olmaktan pek memnun olduğum söylenemezdi.

Sağ kolumu oturduğum tekli koltuğun kolçağına dayarken arkama yaslandım. "Zamanında bir kadınla evlenmek için kırk takla atıp, evlendiğinde onu hiç düşünmeden aldatıp, ailesini bir hiç uğruna mahvedip üstüne kendisinden boşanmak isteyen karısını öldüren bir şerefsizin bebeğini taşımak, nasıl bir duygu?"

Kırıcı mı oluyordum bilmiyordum ama bu engelleyebildiğim bir şey değildi. Karşımda anında gözleri dolan kadın fazlasıyla savunmasız dururken tüm hıncımı ondan çıkartmamak adına kendimi çok zor tutuyordum.

Fiziksel olarak ona herhangi bir zarar vermeyeceğime emindim. Bu da bebek olduğu sürece geçerli bir durumdu. Ama ruhsal hasara bir şey diyemiyordum. Bende insandım, sabır taşı değil! Artık benimde bir şeylerden hıncımı çıkartmam oldukça normaldi çünkü benim yerimde sabır taşı olsa çoktan çatlamıştı.

"Be-ben bilmiyordum." Kekelemesini bastırmak ister gibi sözlerinin sonunda öksürdü yerinde bir tık daha dik oturmaya çalışarak.

"Neyi bilmiyordun tam olarak?"

Girmiş olduğum bir sabır sınama testini daha başarıyla geçmeyi umarken tüm sakinliğimi koruyarak karşımdaki kadına bakmayı sürdürdüm. Çok merak ediyordum nasıl bir açıklaması vardı.

Kaşlarım havada dikkatli bir biçimde karşımdaki kadına bakarken onun bir an önce kendisini toparlayıp konuşmasını bekledim. Titrediğini göz ucuyla gördüğüm ellerini dizlerinin arasına sokuştururken bana kaçamak bakışlar atıyor, benimle asla uzun bir göz kontağı kurmuyordu. Daha doğrusu kuramıyordu.

"Evli olduğunu bilmiyordum. Ben dört yıl önce buraya atandım, vergi dairesinde çalışıyorum. Ecevit'le orada tanıştık. Evli olduğunu gerçekten bilmiyordum onunla bir ilişkiye başladığımızda."

Bakışlarımı kadının üzerinde yoğunlaştırırken doğruyu mu söylüyor yoksa çok iyi bir oyuncu mu anlamaya çalışıyordum. Bir dakikaya yakın bir süre sessiz kalarak kadını izledim ama sonunda herhangi bir sonuca varamadım.

"Ne zaman öğrendin evli olduğunu?" diyerek şimdilik konuyu başka bir noktaya çektim.

Dürüstse dürüsttü, değilse değildi! Şu saatten sonra bu neyi değiştirebilirdi ki? Olabilecek en kötü şeylerin hepsi zaten olmuştu. Ailem parçalanmıştı, annem ölmüştü, babam nefretimin en büyük sahibi olmuştu.

"Bir yıl oldu ya da olmadı." diye mırıldandı bir süre sorumu düşündükten sonra.

Karşımdaki kadının aptal olduğunu zaten düşünüyordum ama ekstra aptal olmasını beklemiyordum. Nasıl dört yıl boyunca anlamazdı birlikte olduğu adamın evli olduğunu? Hayır hiç mi bir yerde de duymamıştı?

"Bebek kaç aylık?" dedim direkt hazır cevap bir şekilde şimdilik bu konuyu da sonraya erteleyerek.

Bakışlarını yerdeki halıdan alarak bana çevirdi sorum üzerine. Konuyu nereye getireceğimi anladığını bakışlarından rahatlıkla görebiliyordum. Bundan rahatsız oldu. Kaşları çatık bir vaziyette bana baktıktan sonra ona karşı olan son derece ciddi tavrım karşısında el mahkûm cevap vermek zorunda kaldı.

"Altıncı ayına yeni girdi."

Güldüm. Sesli bir biçimde güldüm. Benimle cidden birlik olup dalga geçiyor olmalılardı. Gülmem yaklaşık bir dakika kadar sürerken sonunda kendimi toparladım ve bana deli görmüş gibi bakan kadına sırıtarak baktım.

"Ve sen evli olduğunu öğrendiğin sevgilini terk etmek yerine ondan çocuk mu yaptın?"

Sırıtmam yüzümden asla silinmezken başımı olumsuzca iki yana salladım. "Açık açık baştan ben orospuyum parası olan adamı gördüm ve evli olup olmamasına bakmaksızın kullanmak istedim demiyorsun da gelip burada bilmiyordum zırvalıkları atıyorsun." Sırıtmam keskin bir bıçak misali kesildi. "Sen karşında salak mı var sanıyorsun?"

Kelimelerimin gittikçe sertleşmesiyle kadın karşımda kızarıp bozarırken sakin kalmak adına hala daha kendimi tutuyordum. Bir de utanmadan kızarabiliyordu! Bunlarda yeni sürüm olsa gerekti!

"Benim zaten bir işim var babanın parasına meraklı değilim! Ayrıca babanı o zaman terk de ettim ama sonra işler bir anda benim kontrolümden çıktı. Baban istekleri konusunda çok ısrarcı bir adam, peşimi o bırakmadı."

Sunduğu bahaneler onu haklı çıkartacakmış gibi büyük bir özgüvenle konuşan kadına tekrardan sırıtarak baktım. "Babamı bilirim heves ettiği oyuncaklar konusunda baya ısrarcıdır." Oturduğum yerde bacak bacak üstüne atmamı bozmadan koltuğun ucuna doğru kayarak zaten kadında olan bakışlarımı hafiften kıstım. "Ama babamın bilindik bu hallerini kendine savunma olarak seçmen seni haklı çıkartmaz. Tek metresin kendin olduğunu mu sanıyorsun? Kim bilir seninle birlikte kaç şırfıntının elektrik faturasını ödüyordur!"

Alaylı sözlerim karşısında sinirlenmeye başladığını fark ettim karşımda gittikçe kızaran kadının. Umursamadım. Bence fazlasıyla dirayetli ve sakindim. Bu hallerime dua etmeliydi.

"Orasını benim değil annenin düşünmesi lazımdı tatlım."

Pek ala sakinlik kısmını bir kez daha düşünmem gereken kısma gelmiştik galiba. Bu kez kızarma sırası bana geçmişti ama benimkisi tamamıyla sinirdendi. Sırıtmamı bozmadım. Yenilemezdim! Hele ki bir orospuya karşı asla küçük düşemezdim!

"Benim annem senin o yayık ağzına alabileceğin bir konu değil bu konuda seni ilk ve son uyarım! Elimde kalmayı istemiyorsan bence bu uyarıyı ciddiye almalısın. Ayrıca benim annem, babamın nasıl bir pislik olduğunu öğrenir öğrenmez onu hayatımızdan kovdu. Bu yüzden teselliyi bir o sürtüğün koynunda bir bu sürtüğün koynunda arıyordu. Sen onu bunu geç de karnındaki bebek doğduğunda babamın onu senden alacağı günü düşünmeye başla."

Annemin, babamın nasıl bir pislik olduğunu öğrenir öğrenmez onu hayatımızdan değil hayatından kovduğu doğruydu ama aldatma olayının bunun çok öncesine dayandığı ayrıntısını karşımdaki kadının bilmesine gerek yoktu. Anladığım kadarıyla hayatımıza dair pek bir bilgisi ya da fikri yoktu ve bu durum beni onun karşısında avantajlı hale getiriyordu. Zaten onunda bu noktaya takıldığı söylenemezdi.

Burnumun ucuyla işaret ettiğim karnıyla sözlerimi tamamlarken kadının hafiften titreyen elleri anında karnına sarıldı. "Kızımı kimseye vermem!" Panik haliyle sarf ettiği sözlerle aslında sahte ama kadının gerçek sanabileceği bir kahkaha attım.

"O zaman mezarını nerede istersin tatlım bir düşüncen var mı? Çünkü sen en ufak bir itiraza kalktığında babamın anneme yaptığı şeyin bin katını sana yapacağının garantisini şu an verebilirim."

Söylediğim şeyler tamamen yalandan ve benim uydurmamdan ibaretti. Kadın eğer ki konuyu anneme getirmeseydi bu tarz söylemlerde asla bulunmazdım. Beni alenen kışkırtmıştı.

Baba demeye utandığım adamın anneme yaptığı şeyi bu kadar basit bir şeymiş gibi dilime almam midemin çalkalanmasına sebebiyet verirken bir an konuyu nasıl toparlayacağımı bilemedim. Ben bunları demek istememiştim ama bir anda sözler dudaklarımdan çıkmıştı. Bende söylediğim son sözler karşısında neye uğradığımı bir an şaşırırken bunu karşımdaki kadına yansıtmamaya çalıştım.

Ben böyle bir insan değildim, bu kadar alçalamazdım. Böylesine bel altı vuramazdım!

"O hapiste bana hiçbir şey yapamaz!" dedi yavaştan kibarlığından çıkıp korkuyla agresif bir hale bürünen kadın.

"Deneyelim ve görelim." dedim sadece bu konunun bir an önce kapanmasını isteyip ama altta kalmayı alsa kabul etmeyerek.

İçten içe kendimden o kadar utanıyordum ki! Nasıl bu tarz bir ima yapabilmiştim kadına bilmiyordum. Gözlerimin dolmaya başlayacağını sızlayan burnumdan anlarken çaktırmadan derin bir soluk aldım. Geldiğim bu halin sebebi kimdi çok iyi biliyordum ve bundan büyük bir utanç duyuyordum.

"Bak ben zaten buradan defolup gideceğim. Babanla iletişimimi annen evi terk ettiği gün tamamen kestim. O günden beri baban bana ulaşmaya çalışıyor ama ben yemin ederim onunla muhatap olmuyorum. Tek istediğim kızımın sağlıkla doğması. Benim zaten yeterince sıkıntım var!"

Kaşlarım merakla havalanırken alaycı tavrıma bir son verip ciddiyete büründüm. "Bebekle ilgili bir sorun mu var?" demekten kendimi alıkoyamazken bunun olmaması adına dua ettim.

Şu an bile vicdanım sızlarken eğer bir de bebekte bir problem varsa ve ben kadın bu haldeyken ona kan dondurucu imalarda bulunduysam bunun altından nasıl kalkardım bilmiyordum. Zaten az önce yaptığım şeyi kabullenemezken bir de bununla ne yapardım hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek bir şey vardı o da gittikçe battığımdı.

Sorum üzerine zaten dolu olan gözlerinden bir anda yaşlar akmaya başlayan kadın titreyen sesiyle konuşmaya başladı. "Bebek down sendromlu. Sıkıntılı bir hamileliğim var, bebek bir türlü gelişim göstermiyor ve bu zamana dek üç kere büyük düşük tehlikesi atlattım. Doktorların dediğine göre doğum çok tehlikeli ve ikimizin de sağ çıkamama ihtimali yüzde elliden fazla."

Bir kez daha içimden neden ben diye geçirdim büyük bir isyanla. Midemdeki çalkantının her geçen saniye daha da arttığını hissederken oturduğum yerden bir anda ayaklandım.

Nefes alamıyordum!

Hiç beklenmedik bir anda ayaklanmama ve yanımdaki eşyalarımı elime almama şaşıran kadın ağlamasına bir son vermeden bana baktı.

"Gerçekten buradan giderek babamla bir daha muhatap olmayacaksın öyle mi?" dedim zorlukla. Bundan emin olmak istiyordum. Bunun olmasını gerçekten de istiyordum.

"Yemin ederim tek isteğim bu. Kızımla birlikte yeni bir hayata başlamak istiyorum ve bunda Ecevit'in yeri yok! İnan bana ve lütfen yardım et!" dedi az önceki gerginliği yok sayıp korkusundan ne yapacağını bilemez bir halde.

Her ne kadar karşımdaki kadına gram inanıp güvenmesem de karnındaki bebek hatırına ona bir şans tanımaktan başka bir çarem yoktu.

Ben şu anda fazla sinirli, öfkeli ve intikam hırsına bürünmüş olabilirdim. Aklım ve fikrim kötü yollara sapmış olabilirdi her şeyin intikamını almak gibi. Ama gerçek Lavinia bunları yapmazdı. O, böyle birisi değildi ve asla olamazdı.

"Babamla iletişim kurmamaya devam et, ondan olabildiğince uzak dur. Özellikle avukatına dikkat et! Şu anda babamın radarında sen ve bebek var. Beni de buraya o gönderdi zaten. Sen buradan gidene kadar seni idare edeceğim ama sende dediklerimi harfi harfine yapıp izini buradaki herkese kaybettireceksin!"

Eşyalarımı sol elimde toplarken sağ elimle ensemi ovuşturdum yorgunca. Bıkmıştım! Bir babamın metresiyle iş birliği yapmam eksik kalmıştı!

"Yemin ederim dediğin her şeyi yapacağım ama ne olur o adamı benden uzak tut. Çok pişmanım Lavinia! Yemin ederim çok pişmanım." Hararetli konuşma esnasında zorlukla oturduğu yerden ayaklanarak karşıma geçti Ahu. Hala daha ağlıyordu ve gerçekten de korkmuş gözüküyordu. Nasıl korkmasın kadın? Hamile kaldığı sevgilisi karısını yedi kere bıçaklayarak öldürmüştü!

Kendisinin sütten çıkmış ak kaşık olmadığının pek ala farkındaydı ama şu anda benliğini öyle bir korku sarmıştı ki denize düşen yılana sarılır misali benden medet umuyordu.

Sarf ettiği sözlere gram inanmazken ona ters bir bakış attım. "Ne zaman gideceksin?" derken attığı palavraların gram umurumda olmadığını artık görmesini istedim.

"Bir ay içerisinde gidiyorum. Zor oldu bir anda ama tayin aldım bir şekilde. Şırnak'ta boş bir yer varmış benim alanımda. Oraya çıktı tayinim." Sözlerinden memnuniyetsizlik buram buram aksa da yapacak hiçbir şeyi olmadığını açık ve net belliydi. Bu halde şehir beğenmeme gibi bir durumu yoktu. Doğu'nun sıkıntılı bir şehri de olsa tayini çıktığı için şükretmeliydi.

Sesli bir soluk verirken bu yolda nasıl ilerlemem gerektiğini düşündüm bir süre. Karşımdaki kadın benden bir şeyler bekler gibi suratıma bakarken baş ağrımın artık zonklamaya geçtiğini fark ettim. Midemde gittikçe kötüleşiyordu.

"Sana numaramı vereceğim. En ufak bir şeyde bile beni bilgilendireceksin ve ben ona göre bir şeyler ayarlayacağım. Benim sözüm dışına çıkmak ve arkamdan bir şeyler çevirmek yok! Yoksa seni mahvederim anladın mı?"

Omzumdaki yükler yeterince azmış gibi bir de metres ve bebeği de kendime yük edinirken derin bir nefes aldım. Sözlerim karşısında kadın yaşlı gözlerle beni başını sallayarak onaylarken hızla az önce kalkmış olduğu koltuğa giderek kenarda duran telefonunu eline alarak bana uzattı.

"Al kaydet numaranı. Bende daha yeni numaramı değiştirdim. Baban ısrarla hapishaneden arıyordu, avukatı da arayıp duruyordu."

Anladım dercesine başımı aşağı yukarı sallarken hızla telefonu elime alarak numaramı kaydettim. Telefonu geri vermeden önce kendimi çaldırmayı da unutmadım. Bir an önce buradan çıkma isteği beni sarıp sarmalarken dış kapıya doğru yürüdüm. Peşimden ağır adımlarla gelen kadına son uyarılarımı sıralarken çoktan dış kapıya ulaşmıştım.

"Gitme işini elinden geldiğince gizli yap. Babamın avukatına belli olmaz o da şerefsizin teki gider yakın çevrenden bilgi falan toplar tüm planın mahvolur." Araladığım kapıyla arkamdaki kadına döndüm. Son derece ifadesiz bakışlarımla karşımdaki kadını süzerken onaylamazca başımı iki yana salladım.

Ne yapıyordum şu anda ben tanrı aşkına?

"Benimle bir yürüteceksin işlerini. Ben senin gerçekte ne yaptığını bilmezsem babamı yanlış yönlendiremem. Beni buraya senin ne durumda olduğunu öğrenmem ve bebek doğuncaya kadar sana bekçilik yaparak her şeyden onu haberdar etmem için zorla yolladı. İşin ucunda çıkarlarım olmasa bu iş hayatta olmazdı!"

Alttan alttan gözdağı vermeden de duramazken Ahu'nun vereceği tepkiyi inceledim. Konuşmamla kaşları çatılırken suratında bir şüphe belirdiğini gördüm. "Ya sen bana ihanet edersen?"

Geldiğimden beri ilk defa mantıklı bir şey diyen kadına alayla güldüm. Bunu şu anda mı düşünüyordu. Babam ayrı akrabaları ayrı metresi ayrı hepsi birer zekâ küpüydü!

"Bunu sormak için fazla erkencisin!" Alaylı sözlerime göz deviren kadına sırtımı dönerek çıkardığım botlarımı giyinmeye başladım. "Senin zaten bizim hayatımızda yerin yok. En başından beri de olmaman gerekiyordu ama kanı bozuk insanların tasmasını ne kadar sıkı tutarsan tut onlar bir şekilde yapacaklarından geri kalmıyorlar."

Son fermuarı da çektikten sonra ayaklanarak Ahu'ya döndüm. Ters bakışlarla bana bakıyordu. Sözlerim ağrına gidiyor olsa gerekti. Ama fazla da alınmaması gerekiyordu çünkü sözlerimin çoğunluğu babama gidiyordu.

Yeni bir şey hatırlamış gibi işaret parmağımı havaya kaldırırken tam bir şeyler demek üzere dudaklarını aralayan Ahu'ya söz hakkı tanımadan tekrardan konuşmaya başladım. "Aslında şu raddede gidip gitmemen gram umurumda değil. İster babam cezaevinden çıksın evlenin ister babamdan köşe bucak kaç gerçekten umurumda değil. Karnındaki bebeğin masumluğu hatırına sana destek olacağım. Bana güvenip güvenmemek sana kalmış ama ben senin yerinde olsam ki bu imkânsız ama her neyse; ben senin yerinde olsam bana asla güvenmezdim."

Elimde tuttuğum montumu üzerime geçirirken kapıdan birkaç adım geriye giderek uzaklaştım. Bedeninin yanında sarkık duran elini sıkarak yumruk yaptığını fark ettiğim kadın sonuna kadar aralık olan kapıyı hafif kapattı. Geriye kalan aralıkta dikilerek bedenini yorgunca kapıya yasladığında oldukça ciddi bir biçimde bana bakarak konuşmaya başladı.

"Senden sadece babanı benden uzak tutmanı istiyorum o kadar. Başka hiçbir şey istemiyorum. Ne para ne de başka bir şey."

Karşımda büründüğü tavra gözlerimi devirmeden duramadım. "Ecevit'in zaten tüm mal varlığı bende. Sen bir daha bok bulursun elektrik faturan ödensin! Babamla bir halt yemiş olabilirsiniz ama bunun bedelini tek ödemek zorundasın çünkü o şu anda başka bedeller ödemekle meşgul."

Herkese tüm mal varlık bende yalanını söyleye söyleye bunun gerçekten de böyle olması için gizliden gizliye içimden manifestliyordum. Bir de bu kalkıp sırf para için benim arkamdan babamla bir iş çevirirse diye ona babamın şu anda beş parasız olduğu imasını yapmam gerekiyordu. Arkamdan yeterince dolap dönüyordu bir de bu kadının dolaplarıyla uğraşamazdım. Önden bir gözdağı vermek en iyisiydi.

"Sen peşimde sülük olan babanı uzak tut gerisine lüzum yok zaten!"

Haspam metresimize de bakın! Bununda en zirve yüzsüzünü almamız gerekiyordu hayatımıza onunda en kralını yaptık! Babam sağ olsun! Keşke olmasa!

"En kısa sürede babamla görüşeceğim. Gelişmelerden seni haberdar ederim. Sende elini hızlı tut ve bir an önce git buradan."

Şehir sanki babamın tapulu malıymış gibi kadını kovalar bir tavır takınırken bundan oldukça memnundum. Gönül isterdi ki saçını başını yolduktan sonra kafasını asfalt zeminde sektire sektire onu bu şehirden atayım ama işte şartlar buna pek el vermiyordu!

"Tamam haberleşiriz."

Aldığım yanıtla daha fazla bu iğrençliğe maruz kalmamak adına hızla arkamı dönerek ilerlemeye başladım. Herhangi bir cevap ya da hareket yapmadan bir anda arkamı dönüp gitmem bence gayet normaldi. Ne yani birde sarılıp vedalaşacak mıydım? Ne münasebet! Ona bu kadar tahammül edebildiğim için bana plaket vermelilerdi!

Ben her ne kadar onunla daha fazla muhataplık kurmadan çekip gitmek istesem de bu böyle olmamıştı.

"Lavinia!"

Yarısına henüz ulaştığım koridorda adımın seslenilmesiyle duraksarken bedenimi yarım bir biçimde çevirerek arkamı döndüm. Hala daha kapının ağzında aynı şekilde durmuş bana bakan kadına 'Ne var?' dercesine baktım.

"Geçirdiğim üç düşük tehlikesi de babanın bana şiddet uygulaması yüzündendi."

Söylediği şeye karşı kaşlarım çatılırken bir süre dediklerini anlamaya çalıştım. Babamdan şiddet gördüğünü söyleyen kadına anlamsızca bir süre baktıktan sonra tekrardan arkamı dönerek merdivenlere ilerledim.

Hamile haliyle babamdan şiddet gördüğünü söylemişti!

Son dakika golü atar gibi söylediği sözlere herhangi bir kelime edememiştim. Olabilirdi. Bu dediği şeyin doğruluğuna karşı herhangi bir şüphem asla olamazdı çünkü ben, kendisini dövdüğünü söylediği adamın gözlerimin önünde karısını öldürdüğünü görmüştüm.

Montumun fermuarını kapatırken merdivenlerden ağır adımlarla inmeye başladım. Çantamı omzuma takıp telefonumu montumun fermuarlı cebine sokuştururken çoktan apartmanın çıkış kapısına gelmiştim. Artık kendimi tükenmiş hissediyordum. Her geçen gün öğrendiğim şeylere karşı verebileceğim bir tepkim bile kalmamıştı. Gittikçe hissizleşiyordum ve bunun hissettirdiği korkuyu tarif edebilmem mümkün değildi.

Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi çünkü hiç yapamayacağımı sandığım bir şeyi yapmıştım ama aynı zamanda da üzerime kalkan yükten daha ağır bir yük yüklenmiş gibiydi de. Öyle karmaşık öyle çıkmaz bir haldeydim.

Son ana kadar yaptığım şeyin doğruluğunu kendi iç mahkememde tartışıp durmuştum ama o son an... Ahu'nun son dakika söylediği şeyler iç mahkememde kazanmamı sağlamıştı. Bebek adına gerçekten de doğru bir şey yapacağımı biliyordum ve bunun vicdanıma getirdiği rahatlama kendimi bir nebzede olsa iyi hissetmemi sağlamıştı.

Buradan gittikten sonraki hayatında annesiyle nasıl bir yaşamı olurdu hiç bilmiyordum. Belki çok iyi bir hayatı olurdu belki de çok kötü. Bunu yalnızca tanrı bilirdi ama ben baba demeye utandığım pislikten onu kurtardığımda kendi adıma düşen görevi fazlasıyla yerine getireceğimi biliyordum.

Başıma aldığım işin farkındaydım ve bunun için de içten içe kendime büyük bir kızgınlık duymuyor değildim. Onca yaşanmışlığa ve acıya rağmen hala daha nasıl vicdanım sızlıyor, merhamet duyabiliyorum bilmiyordum. Eğer bir gün olur da gerçekten bitersem kesinlikle bu iki duygunumun getireceği sonla bitecektim. Bunu hissedebiliyordum.

Vardığım kapıyla bir süre duraksarken üstüme başıma çeki düzen vermeye çalıştım. Beremi başıma taktıktan sonra saçlarımı gelişi güzel arkama attım ama onlar sanki ben hiç onları sırtıma atmamışım gibi tekrardan önüme doğru gelip göğsümden aşağı doğru dökülmeye başladı.

Verdiğim sıkıntılı solukla daha fazla oyalanmamak için binanın kapısını açarak kendimi sokağa attım. Bedenimi anında saran soğuk havayla derin bir nefes alırken ellerimi şişme montumun cebine soktum. İçeride bunaldığımı hissediyordum ama bu kadar daraldığımın farkında değildim.

Beynimde durmadan babamın yaptığı kötülükler dönüp duruyordu. Bir insan nasıl bu kadar çevresine zararlı olabilirdi? 16 yaşıma kadar babamı evin en iyisi sanırdım. Her istediğimi oldurduğundan ve diğer insanlara da öyle davrandığından onun iyi bir insan olduğunu düşünürdüm ama şu anda 19 yaşım bildiği her bir gerçeklikle 16 yaşımdan büyük bir utanç duyuyordu bunu hissedebiliyordum.

Benim bilmediğim bir ton şeyin daha olduğunu fısıldayan iç sesime kulaklarımı tıkadım. O kadar çok problemim vardı ki şu anda neye üzüleceğim neyi düşüneceğim neyi halledeceğim şaşırmış vaziyetteydim.

Bir de evde beni bekleyen Ares sorunu vardı! Bir problemi halletsem diğeri yırtık çoraptan fırlayan parmak gibi çıkıyordu ortaya! Zaten fazlasıyla yorgundum ben düzgünce evime gidip dinlenemeyecek miydim?

Henüz apartmanın giriş kapısının önünden sokağa bir adım atmadan dururken bakışlarımı geceye ev sahipliği yapan gökyüzüne çevirdim. İri iri yağan kar taneleri zaten zeminde tutunmuş olan karların üzerine usulca konarak orada birikmeye kaldığı yerden devam ediyordu. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim.

Saat gittikçe geç olmaya başlamıştı. Bugün, birkaç saate yerini ertesi güne devredecekti ve benim doğum günüm böylelikle son bulacaktı. Artık 19 yaşındaydım ama neden 91 yaşında gibi hissediyordum?

Gökyüzünden aldığım bakışlarımla apartmanın giriş kısmından çıkarken dalgınca etrafıma bakındım. Üstü kapalı kısımdan çıktığım gibi üzerime dökülen karlar beni tebessüm etmeye iterken kendimde bunun için hal bulamadım.

Bu havaları seviyordum. Her yer bembeyazken bedenimi titreten soğukluğa tezat bir de etrafımda ısı yayan bir şey varsa işte o zaman kendimi masallarda gibi hissediyordum. -du'm görülen geçmiş zaman eki artı birinci tekil şahıs eki. Eskiden öyle hissediyordum. Artık her anım kötülerin kazandığı masallardan farksız; kötü, acılı, sancılı ve ızdırap vericiydi.

Hastalıkların hala daha kol gezdiği bedenim anlamadığım bir biçimde fazlasıyla üşürken hafiften titremeye başladığımı fark ettim. Galiba bu gecede ateşlenecektim. Artık eve gidip sıcak odamda yumuşacık yorgan ve battaniyemle uzun uzun vakit geçirmek istiyordum. Bana şu anda bundan daha iyi gelebilecek bir şey yoktu.

Birisi vardı ama bir şey yoktu ve galiba artık birisi de yoktu.

Ön kapıdan girmeyi düşündüğüm ama sadece bunu düşünmekle kaldığım evime gitmek için karşı kaldırıma geçmeye karar verirken yoldan geçen arabalarla biraz beklemek durumunda kaldım.

Ares eğer hala daha evin önündeyse beni evde sanıyordu büyük ihtimalle. Şimdi kalkıp da ön kapıdan eve girersem muhakkak ki beni fark ederdi ve beni fark ettiği gibi de başka yollardan evden çıktığımı anında anlardı. Bu normalde pek sorun teşkil edecek bir şey değildi ama ısrarla benimle görüşmek isteyen, benim yüzünü dahi görmek istemediğim Ares'in varlığında biraz sorun teşkil edebilirdi. Çünkü bir dahaki evden çıkışımda büyük ihtimalle artık daha dikkatli evi gözetleyeceğinden beni kolayca yakalardı.

Umarım pes edip gitmiştir diye düşünürken artık arabaların geçmediği yolu son kez kontrol ederek karşıya geçtim. Şu şartlar altında ölmek adına aslında yolu kontrol bile etmeden direkt yola atlamam gerekirken halletmem gereken işlerin varlığından şimdilik bunu yapmayı erteliyordum. Ama onunda zamanının geleceği günler gelecekti. Biliyordum hatta bunu bilmekten öte hissediyordum.

Yarı buz tutmuş zeminde düşmemek adına ağır adımlarla yürürken etrafta dolanan dalgın bakışlarımın radarına bir şey takıldı. Yaklaşık yirmi metre ilerimde olan mat siyah araba bana bir yerden fazlasıyla tanıdık gelirken iyice kısılan bakışlarla neler olduğunu anlamaya çalıştım. Fazlasıyla soğuk olan havadan dolayı daha da buğulanan bakışlarımın net olmayışı şu anda bana fazlasıyla zorluk çıkartıyordu.

Hala daha ara vermediğim adımlarım birkaç adım sonra dururken kısılan gözlerim bir anda fal taşı gibi açıldı. Ares'in arabasıydı bu! İstemsiz bir adım geriye doğru giderken bakışlarım hızla etrafımı taradı. Beynimde birden fazla kaçış planı aynı anda devreye girerken kontrol amaçlı tekrardan bakışlarım arabaya döndü.

Kendisini fark ettiğimi anlayan Ares'in araçtan indiğini gördüğüm anda hızla arkamı döndüm. Gitmem gerekiyordu! Onu dinlemek istemiyordum, onu görmek ve duymak istemiyordum. Eğer olur da onu dinleyip üstüne bir de haklı bulursam diye ödüm kopuyordu.

Bu hayatta bana zaten yeterince haksızlık yapılmışken üstüne bir de bende kendime çok fazla haksızlık yapmışken şimdi kalkıp da kendime bu haksızlığı da yaparsam ne hale gelirdim bilmiyordum. Kendime saygım gittikçe yok oluyordu. Olmamalıydı, o burada olmamalıydı, o artık hayatımda olmamalıydı!

Hemen sağımda olan ara sokağı gözüme kestirdiğim gibi oraya yöneldim direkt. Buradan birkaç sokak ilerledikten sonra herhangi bir ana caddeye çıkıp sonrasında tekrardan ara sokaklardan ilerleyerek evime ulaşabilirdim.

Peşimden geldiğini duyduğum hızlı adım sesleriyle bende hızlanırken onun gür sesinin kimsenin olmadığı ıssız sokakta yankılanışını duydum.

"Kaçma artık!"

O gelmezse bende kaçmak zorunda kalmazdım. Onu görmek istemiyordum bunun nesini anlamıyordu!

Yürümeye ara vermediğim adımlarımı ısrarla sürdürürken sinirle aksi bir sesle cevap vermeden duramadım. "Kaçmıyorum!"

Gittikçe bana yaklaştığını hissettiğim bedenle hızlı adımlarım daha da hızlanırken bir an aklıma onun neredeyse boyum kadar olan bacakları geldi. Bu haksızlıktı, benim üç adımım onun tek adımına tekabül ediyordu!

"Kaçıyorsun!" Fazlasıyla yakınlaşan sesle panik bedenimi anında ele geçirirken bağırırcasına konuştum.

"Kaçmıyorum dedim sana!"

Bu şekilde giderse yakalanacağımın bilincine hızlıca vararak koşmaya karar verdim. O zaten buraları bilmiyordu eğer ben hızlı olup izimi kaybettirirsem o arabasına dönüp eve gelene kadar ben çoktan eve varmış olurdum. En azından denerdim çünkü her türlü o benden daha önce eve ulaşırdı ama eğer hiç durmadan deli gibi koşarsam belki ucu ucuna ondan önce eve ulaşabilirdim.

Şu anda en mantıklı kaçış yolu bu gibi gözükürken bunu yapmaya karar verdim ve bir anda koşmaya başlamadan önce nefes nefese olan halime aldırmadan derin bir nefes almaya zorladım kendimi. İçimden üçe kadar sayıp bir anda koşmaya başladım.

Koşmamın henüz üçüncü adımını atamadan bir anda belimden sertçe kavranmamla neye uğradığımı şaşırırken büyük bir güçle durduruldum. Bu durma fazlasıyla şiddetli olurken sırtım sert bir gövdeye hızla çarptı.

"Yapma dur artık!" Ensemde hissettiğim hızlı soluklar ve sert sesle dumura uğrarken ne yapacağımı bilemedim. Nasıl yetişmişti bana ya?

Arkadan bana sarılmış vaziyette olan Ares'le bir süre nefes nefese kala kalırken hızla kendimi toparlayarak sertçe kollarının arasından çıktım. Bedenimi saran öfkeyle nefes alışverişlerim daha da hızlanırken tüm bedenimin öfkeden kaynadığını hissettim.

"Ne istiyorsun sen ya? Bir bıraksana artık beni! İstemiyorum seninle konuşmak falan niye anlamıyorsun? Defolup gitsene Ares!"

Öfkeden önümü bile göremez halde olan gözlerim onun son derece ifadesiz suretinde dolandı. Sert çıkışımla iyice gerilen yüz hatlarını görmezden gelmeye çalıştım. Onu ilk gördüğüm zamandaki gibi buz haliyle bana bakıyordu.

"Konuşmamız gereken şeyler var." dedi tane tane. Onu anlamadığımın pek ala farkındaydı ve bu yüzden kendisini açıklamaya çalışır bir tavra bürünmüştü.

"Sen benimle ne konuşabilirsin?" Öfkeli halimin önüne set çekmeye çalıştım. Şu anda kendimi oldukça sinirli hissediyordum ve bu hiç iyi değildi.

Son zamanlarda hayatım hep kötüye gitmişti ve ben iyi değildim. Annemin ölümünden sonra gittikçe kötüleşen işler 6 Ocak gecesinden beri iyice sarpa sarmıştı. Her geçen saniye daha da çığırından çıkan hayatımla kontrolü asla tekrardan ele alamazken bir de istemediğim şeylerin inatla oldurulmaya çalışılması beni daha da yıpratıyordu. İyi değildim bunu görmüyor muydu? Neden hala daha beni zorluyordu? Neden hala daha peşimi bırakmıyordu?

Dikkatli bakışları gergince çevrede dolandı. Bir dakikaya yakın uzun uzun çevreyi inceledi. Bulunduğumuz ara sokakta ikimizden başka kimse yokken onun bu şüpheci tavrı beni daha da huzursuz etti. "Burada konuşamayız. Gel benimle daha müsait bir yere gidelim." dedi fazla sessiz çıkan bir tonda.

Bariz bir şekilde gözlerimi devirdim. "Oldu paşam istersen İstanbul'a dönelim. Üçüncü köprünün oradaki sahil konuşmak için yeterince müsait mi? Ama dur! sen dedenin çalışma odasını tercih ediyordun galiba böyle meseleler için. Oraya gidelim istersen?"

Alaylı konuşmam Ares'in surat ifadesini ve tavırlarını gittikçe ciddileşirken burnumun sızladığını hissettim. Bu sızı canımı fazlasıyla yakarken dolmaya hazır gözlerimi ondan kaçırarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

"Lavinia bu konuşma her şekilde olacak. İşi yokuşa sürüp durman yalnızca zamanı geciktirir sonucu değil."

Sızlayan burnumu unutmaya çalışarak alaylı tavrımı sürdürdüm. Suratıma yerleştirdiğim yamuk gülümsemeyle Ares'i baştan aşağıya süzdüm. Bir eli cebinde bir eli de kirli sakalında dolaşır vaziyette karşımda duruyordu. Oldukça ciddi ve sert bir hali vardı. Her an kaçıp gitme ihtimalime karşı sağ ayağı biraz geride dik bir duruşla bana bakarken üzerinde yalnızca siyah kazak olduğunu gördüm. Yağan kar hızını arttırmıştı. Üşümüyor muydu bu? Dün geceden beri bir dünya soğuk yemişti hastalıktan yataklara düşmese iyiydi!

Alaylı ifadem bir anda ciddileşirken kaşlarımı çattım. Bananeydi ya! Yok hastalanırsaymış yok yataklara düşerseymiş! Boyu posu devrilsin banane yani!

"Konuşmak istemiyorsam konuşmam Ares. Benim zaten işim başımdan aşkın defolup gitsene! Hem sen nereden buldun benim yerimi?"

Bir anda aklıma düşen ayrıntıyla konuyu hemen oraya çektim. Bu gerçekten de nereden bulmuştu beni? Evden çıkışımı görmediğine emindim. O kadar gizlice iş çevirmiştim, duvarlar aşmıştım, dağları delmiştim. Bu beni nereden bulmuştu?

Anında fark edip sorgulamam gereken asıl ve en önemli şeyi bir saat kavga ettikten sonra çakıp sormamda benim ayıbım olsundu. Zahmet olmuştu beynime de bunu algılayıp sorgulaması falan!

Karşımda sorumla birlikte ifadesiz tavrını sürdürmeye devam eden adama diktim bakışlarımı. Gözlerimi hafif kısarak buzdan suretinde bir şeyler yakalamaya çalıştım ama hiç fire vermiyordu. Ne geçiyordu aklından?

"Sen ne yaptın onca zaman orada? Ne var o binada?" Tek kaşı kalkık bir biçimde Ares'te sorgu haline büründü bir anda.

İrileşen bakışlarımla kaşlarımı neredeyse burnuma kadar çattım. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Sanane ne işim varsa vardı! Asıl sen söyle beni nereden buldun?"

Artık kesinlikle emindim ki bu dünyada benim imtihanım bir tek ailem değildi. Tanrı ailemi yetersiz görmüş olmalı ki hayatıma bir de Ares'i eklemişti. Anaokulu, ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi ailemde; yüksek lisans, doktora, doçent ve profesörlüğü Ares'te yaparak bu imtihanı tamamlayacaktım. Gerçi bu gidişle pek tamamlayacak gibi durmuyordum ama neyse konumuz şu anda bu değildi.

"Evden gizlice çıktığını gördüm Lavinia." dedi bezgin bir biçimde.

Bu imkansızdı! Onu o kadar kontrol etmiştim üstüne çok da dikkatli davranmıştım. "Hayır görmedin!" Aksi bir biçimde verdiğim yanıtla bakışlarını sabır çeker gibi gökyüzüne çevirdi bir anlık.

"Arka bahçenin duvarında verdiğin ufak çaplı savaşa kadar gördüm Lavinia."

Bu gerçekten de imkansızdı! Tüm kaçış anımı görmüş olması mümkün değildi! O kadar emek, çaba boşuna mıydı? Madem görmüştü neden bunu gördüğü an belli etmemişti? Hayır hiç mi vicdanı yoktu benim orada gizlice kaçacağım diye bir taraflarım çıkmıştı!

Adamın vicdanı olsa sence senin en yaralı anından faydalanmaya çalışıp seni kurduğu oyuna oyuncak yapar mıydı?

Bir anda beynimde yankılanan benden bağımsız olan ama aslında benden bir parça olan iç sesimle gerçekler bir kez daha yüzüme çarptı. Ben zaten bunları hiç unutmuyordum ki iç sesimin hatırlatmasına ne gerek vardı?

"Beni rahat bırak Ares. Planlarının bozulması gram umurumda değil, benimle konuşacağın şeyler gram umurumda değil!"

Daha fazla konuşmaya gerek görmeden arkamı dönerek yürümeye başladım. Bu inatlaşma boşunaydı. Benim için o ve ona dair olan her şey 6 Ocak Çarşamba günü bitmiş, 11 Ocak Pazartesi günü de tamamen kapanıp gitmişti.

"Bunların konuşulma yeri burası değil."

Peşimden geldiğini ezilen karların sesinden çok rahat anlarken bir şey dememeyi tercih ederek adımlarımı daha da hızlandırdım. Zaten tam iyileşmemişken bir de bu havada onunla daha fazla sidik yarıştırır gibi laf yarıştıramayacaktım.

Elimden geldiğince kaymamaya dikkat ederek hızlı yürürken ellerimi montumun cebine soktum. Bir an önce evime kavuşmak istiyordum. Ama zaten evime gidiyorken neden evimi arkamda bırakmış gibi hissediyordum?

"Lavinia!" Kolumdan çok da sert olmayacak şekilde tutulup çekilmemle tekrardan durmak zorunda kalırken sesli bir biçimde ofladım.

Bakışlarımı ela harelerin sahibine çevirmeden hala daha susmaya devam ediyordum. Konuşarak onu istemediğimi ve gitmesi gerektiğini anlatamamıştım ama belki susarak bunu başarabilirdim.

"Lavinia?" Israrla kendisine bakmamamdan ötürü bir dakika içinde tekrardan adımı zikretti. Arkamda kalan bedenini bir adımıyla bedenime yaslarken nefesimi tuttum. Boştaki diğer eli usulca montumun altına girerek belimi kavrarken Gözlerim fal taşı gibi irileşti. Bu yakınlıklar hiç iyi değildi. İçimdeki kazağa rağmen elinin sıcaklığı belimi yakıyordu. Bu havada eli nasıl böylesine sıcak olabiliyordu?

İnadımı sürdürmeye devam ederek yine herhangi bir yanıt vermeyerek bakışlarımı ondan kaçırmaya devam ettim. Bangır bangır vermek istediğim tepkileri şu anda her ne kadar çok zor olsa da içimde tutmaya çabalıyordum.

Artık beni kendi halime bırakıp onun çevirdiği oyunlara, kurguladığı planlara uygun olmadığımı görmeliydi. Onun dünyasına ait olmadığımı anlamalıydı.

Benden herhangi bir karşılık alamayacağını, eksi dereceli havada lapa lapa yağan kar yağışının altında yalı kazığı gibi dikilmemizin dördüncü dakikasında anlarken kendisi hareketlenerek önüme geçti. Hala daha bırakmadığı kolumdaki elinin yerini sabitledi ama belimdeki elini belime geri koymadı. Başımı hızla sağa çevirerek bakışlarımı ondan kaçırırken bir adım geriye giderek aramıza mesafe koydum.

İstemsiz çattığım kaşlarımla ve artık soğuktan titremeye başlayan bedenimle pes etmesini bekledim. Ama Ares beni her zamanki gibi şaşırtarak hiç beklemediğim bir hamlede bulundu.

"Sen kaşındın yavrum." diyerek bir anda eğilip beni omzuna atması kesinlikle beklediğim bir hareket değildi. Hele ki Ares'ten asla bekleyeceğim bir hareket değildi.

Ne olmuştu ciddi, cool, buz dağı Ares'e?

"Ay! Ne oluyor? Ne yapıyorsun sen? Hemen bırak beni Ares, hemen!"

Şok halinde bir karışı geçip beş karış açılan ağzımla çığlık atarcasına konuşurken Ares çoktan arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı.

Bir kolu deli gibi salladığım iki bacağımı da sıkıca sararak hareket alanımı kısıtlarken diğer eliyle kalçamı tutuyordu. Kalçamı neden tutuyordu?!

"Medeni bir şekilde seninle iletişim kurmaya çalıştım ama sen beni zorladıkça zorladın. Hayatımda beni anlamamak ve dinlememek için bu kadar çaba sarf eden biriyle daha karşılaşmadım. Beni buna sen mecbur bıraktın artık sonuçlarına da katlanacaksın."

*** 

Hayatımı tam olarak bu noktada bırakmak istiyordum; on dokuzuncu yaşımın birinci gününün son saatlerinde. Gerçekten merak falan etmiyorum devamını. Hiç yani. Sıfır merak!

Ne güzel şeysin sen.
Hep yaşın 19.
Gel yanıma sar beni.
Bugün var yarın yokuz.

"Gerçekten sen bana tanrının, bak belanı verdim deme şekli falan mısın?" dedim ters bir şekilde Ares'e doğru dönmeden önümde akıp giden yolu seyrederek.

Beni bir un çuvalı gibi sırtlayıp onca hakaret ve fiziksel şiddetime rağmen içerisine tıktığı son model arabasında yaklaşık on beş dakikadır boş bir şekilde şehirde turluyorduk. Ara ara aklıma gelen kalçama koyduğu elini kırma isteğini içimde zar zor zapt ediyordum. Araç hareket ettiğinden beri asla ağzını açıp bana herhangi bir karşılık vermeyen Ares'in yaklaşık bir dakika önce açtığı şarkının manidarlığına da diyecek hiçbir şeyim yoktu.

"O nereden çıktı?" dedi son derece olağan bir biçimde sanki normal bir sohbet ediyormuşuz gibi sonunda konuşmaya karar vererek.

Sabır kotamı çok merak ediyordum gerçekten. Bunca olaya hala daha ortadan ikiye çatlamıyorsam kesinlikle beş-on bin TB falan olmalıydı.

"Ne demek nereden çıktı ya?!" dedim en sonunda zaten adım gibi bildiğim yolları seyretmeyi kesip Ares'e dönerek. "Farkında mısın bilmiyorum ama beni bulduğun günden beri saçma sapan bir ilişkimiz vardı ve bu ilişki daha saçma sapan bir biçimde bitti! Şimdi de benim defolup gitmemin üzerine gelmişsin burada saçma sapan işler yapıyorsun! Ailece üzerimden kurduğunuz oyunu unuttuğumu mu sanıyorsun ya da en zayıf anımdan yakalayarak beni kullanmaya çalıştığınızı? Utanmadan gelmişsin bir de ısrarla benimle konuşmak istiyorsun!"

Çıldırmama ramak kalmıştı. O kadar sinirliydim ki bağırarak ve fazlasıyla abartılı el kol hareketleri yaparak konuşuyordum. Ares'se sanki ben hiç yan koltukta çıldırmıyormuşum gibi gayet seri kanlı bir şekilde duruyordu.

Tek eli direksiyonda diğer eli dudaklarının üzerinde dirseğini cama yaslanmış, ifadesiz bir biçimde arabayı kullanırken bir an beni dinlediğinden şüphelendim. Sağa kırdığı direksiyonla bakışlarım bir anlık yola kayarken onun tepe yoluna saptığını gördüm.

Gerçekten şahaneydi! Araç içinde ısrarla çalan Hep Yaşın 19 şarkısının yanında bir de beni bulduğu gece gittiği tepeye gitmesi gerçekten de günün manidarlığına manidarlık katıyordu!

"Çünkü bilmen gereken şeyler var ve bunun içinde bizim konuşmamız gerekiyor."

Onun benimle konuşması gereken şeyler olabilirdi ama hiç bana soruyor muydu 'Lavinia senin beni dinlemen gereken şeyler var mı?' diye? Yok!

Sokak lambalarının tek tük bulunduğu hatta yolun genelinde aydınlatmaya dair hiçbir şeyin olmadığı tepe yolunu bir tek arabanın farları aydınlatıyordu. Aracın içinde üçüncü kez başa saran şarkıyla gerginliğim gittikçe artarken dik dik Ares'e baktım.

"Bu haldeyken konuşmamız mantıklı mı sence? Konuşarak sorunları çözebileceğimiz bir durumda mıyız? Çıldırtma beni!"

Anlık yoldan ayrılan bakışları bana dönerken bu çokta uzun sürmedi ve Ares yola geri döndü. "Her yaptığımda mantık ararsan ilerleyemeyiz." diyerek varmış olduğumuz tepeye aracı çevik bir hareketle park etti.

Manzaranın en güzel gözüktüğü yerde olduğumuzu ancak bakışlarımı bir anlık önüme çevirdiğimde fark ettim. Lapa lapa yağan kar ve şehrin turuncu ışıklandırmasının oluşturduğu manzara gerçekten de göz alıcıydı. Karlarla kaplı şehir, gecenin karanlığı ve kendine has ışık cümbüşüyle tepeden tam bir kartpostal görüntüsü oluşturuyordu.

Bu manzarayı adım gibi biliyordum. Belki de bu zamana kadar yüzlerce kez görmüştüm ama her defasında ilkmiş gibi nutkum tutuluyordu. Acı verici hatıralarım olmasa bu şehir çok güzel bir şehirdi aslında.

Zorlukla manzaradan aldığım bakışlarımla Ares'e döndüm. Bana bakıyordu. En son dediği şeyin idrakına ancak ona döndüğümde varırken kaşlarım tekrardan eski haline dönerek çatıldı.

"Gerçek olamazsın sen ya! Şaka gibisin resmen şaka gibisin!"

Sertçe başımı yaslandığım koltuğun sırt kısmına vururken isyan edercesine inledim. Arabaya zorla bindirildiğimden! beri dört bir yanımı saran kokusuna kayıtsız kalmaya çalışırken üstüne bir de son kademe açtığı klimayla iyice bunaldığımı hissettim. Neden ona karşı koymak bu kadar zordu?

İçimde onu dinlemek için çırpınan yanımı daha ne kadar görmezden gelebilirdim bilmiyordum. Onu dinleyip sonucunda haklı çıkmasını o kadar baskın bir biçimde isteyen bir yanım vardı ki bu beni fazlasıyla korkutuyordu.

Gittikçe daraldığımı hissettiğim anda üzerimdeki montu çıkartmak ancak aklıma gelebildi. Agresif hareketlerimi ısrarla sürdürerek üzerimdeki montu çıkarttığımda çoktan terlemiş olduğumu fark ettim.

Kucağımda toparladığım montumla Ares'e bakmazken onun dikkatli bakışlarını üzerimde hissediyordum. Hala daha aracın içerisinde çalan şarkının kısık sayılabilecek sesini daha da kıstıktan sonra oturduğu yerde iyice bana döndüğünü fark ettiğim adamla artık hiçbir yere kaçamayacağımı büyük bir yenilgiyle kabullendim.

Aracın kapıları daha ben araca bindiğim ilk saniyede kilitlenmişti. Zaten evime oldukça uzak ve yolları fazlasıyla ıssız olan bir yerdeydik. Kaçmak gibi bir durum söz konusu bile değildi.

Pes ettiğimi belli eder bir şekilde son derece ters bakan bakışlarımı kucağımdan alarak Ares'e çevirdim. Göz göze geldiğimiz ilk saniye sertçe yutkunurken bana neden bu kadar yoğun baktığına dair beynimde çoktan çeşitli senaryolar yazılmaya başlanmıştı.

"Artık vakit geldi."

-BÖLÜM SONU-

Ay bu nasıl bir bölümdü? Mafoldum mafff!

Lütfen etkileşimde bulunmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 23.11.2024 20:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...