33. Bölüm

BÖLÜM 32

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Bölüm sonundayım!

İYİ OKUMALAR

Sessizliğe mahkûm edilmiş bir evde lâl olan o kız bendim. Ama durun burada düzeltmem gereken bir nokta vardı. Bu evin sessizliğe mahkûm edilmesi lâl olan o kızın yüzündendi. Kız, bu ev bir ses cümbüşüne sahipken bile lâldi ama işler o kız yüzünden değişmişti. Kızın kaderi evi sessizliğe mahkûm etmişti.

Dışarıdan gelen gök gürültüsüyle karışık yağmur sesinin dışında evde tek bir ses bile yoktu. Aldığım nefes alışverişlerin sesi bile bir ses değildi bu ev için. Sanki benim hiçbir hükmüm yoktu.

Elimde soğumaya yüz tutmuş böğürtlen çayımla birlikte yatağımda yarı uzanır bir vaziyetteydim. Hava kararalı bir saate yakın bir zaman oluyordu. Saat tam olarak kaçtı bilmiyordum. Odamdaki gece lambası dışında evde yanan tek bir ışık bile yoktu. Annemin yanından yarım saat önce dönmüştüm. Mezar başında hep yaptığım gibi uzun soluklu bir konuşma yapmıştım.

Çoğu şeyde olmasa da en azından babam konusunda sona gelmiştim. Yarın Ahu temelli bir biçimde bu şehri hatta bu bölgeyi terk ediyordu. Bu durumu babama fazlasıyla trajik bir biçimde açıklamaya karar vermiştim.

Ahu'nun sorunlu geçen hamileliğinden başından beri haberdardı. Ona Ahu'nun bebekle birlikte öldüğünü söyleyecektim. Anlatacağım yalan hikâyenin her bir ayrıntısı zihnimde canlılığını koruyordu. Sözde, bebeğin anne karnında ölümü gerçekleşecekti ve bunun sonucunda Ahu gebelik zehirlenmesi yaşayarak girdiği ameliyattan sağ çıkamayacaktı.

Hikâye oldukça basitti ama benim elimdeki sahte kanıtlar bu basitliği ört pas ederek sağlamlaştıracaktı. Yaşadığımız şehirdeki hastanenin ebelerinden birisi annemin yakın arkadaşlarından biriydi ve burada devreye o girecekti. Dışarıdan herhangi bir yerden sahte belge ayarlamıştım. Genelde liseli çocukların teşekkür ve takdir belgelerini çıkarttığı bir yerdi. O belgeye bahsettiğim ebenin ismini ve hastanedeki güncel doktorlardan birinin adını yazdırmıştım. Sözde ölümün onayı için o ebeden belgeye ıslak imza atmasını ve doktorunda gizlice imzasını taklit edip mührünü kâğıda basmasını rica etmiştim. O da sağ olsun beni kırmayıp annemin hatırına bu ricamı kabul etmişti.

Yapacağımız şey her ne kadar bir suç olsa da annemin başına gelenleri kesinlikle kabullenmeyip sırf bir kadının daha başının yanmaması için bunu yapacağını söylemişti. Bu kadın her ne kadar bir metreste olsa sonuçta o da bir kadındı. Hem de hamile bir kadın.

Fazlasıyla riskli bir işe giriyorduk ama ben gözümü çoktan karartmıştım. Herhangi aksi bir durumda her şeyi üstleneceğimi özellikle belirtmiştim kadın teklifimi kabul eder etmez. Benim yüzümden kadının da başının yanmasına göz yumamazdım. Eğer ki öyle bir durum olursa ne gerekiyorsa yaparak tüm her şeyi bir şekilde kendi üstüme alacaktım. Her ne kadar kadın bu durumun açığa çıkmayacağına emin olsa da ben yine de bunu özellikle belirtmek istemiştim.

Ne kadar bu işte bana fazlasıyla destekçi ve yardımcı olsa da onunda tedirginliğini anlamamak mümkün değildi. Kadın nasıl tedirgin olmasın ki? Sonuçta o bir devlet memuruydu ve yapacağı şey açığa çıkarsa bir tek mesleğinden olmakla kalmazdı.

Sıkkınlık içerisinde ofladım. Elimde artık ağırlık olmaktan başka bir işe yaramayan bardağı yatağımın yanındaki komodinin üstüne bırakırken yarı uzanır pozisyonumu yataktan aşağı doğru kayarak tam uzanır hale getirdim.

Eve geldiğim gibi değiştirdiğim üstüme siyah tayt ve yine aynı renk kalçalarımın üstünde biten yumuşak bir kazak giyinmiştim. Fazlasıyla rahatlardı. Yatakta iyice yerleşirken bakışlarımı tavanda sabit kıldım.

Acaba Ares şu anda ne yapıyordu? Sabah bana cevap vermeyerek bir nevi görüldü attıktan sonra bir daha hiç yazmamıştı. Zaten umuyordum ki artık bir daha da yazmazdı. Adamlarını da alıp hayatımdan artık tamamen çıkması taraftarıydım. Bu şekilde yalnızca beni yolumdan alıkoyuyordu. Planladığım daha çok şey vardı ve o tüm bunların karşısında benim için sadece bir ayak bağıydı.

Daldığım derin düşüncelerden sıyrılmamı sağlayarak oldukça yüksek sesli çalan telefonumla tüm dikkatim dağıldı. Tavandan çektiğim bakışlarımla kısa bir süre telefonumu aradım. Yatağımın ucunda yanan ekranla rahatımı bozarak kalkarken arayan kişiyi görmemle kaşlarım çatıldı.

Ahu arıyordu.

Bir anda gelen bu aramaya hiçbir anlam veremezken yine ne derdi var diye mırıldanarak istemeyerek de olsa aramasını yanıtladım.

"Evet?" Dedim memnuniyetsizlik içerisindeki sorgu halimle konuşmayı kısa tutması gerektiğini daha ilk saniyeden belli ettiğimi düşünerek.

"Lavinia, ee her şey hazır yarın için onu söyleyecektim."

Duyduğum ses tonu kesinlikle bunu söylemeyeceğini açıkça belli ederken kaşlarım daha da çatıldı. Neden sesi titriyormuş gibiydi? Umarım gideceği için saçma bir psikolojiye girip ağlayarak beni aramamıştır.

"İyi." dedim gayet olağan bir ses tonuyla sadede gelmesini istercesine.

Durup dururken bir anda araması üstüne de sesinin böyle gelmesi bir tık şüpheli gelirken aklıma her şeyden vazgeçmiş olma ihtimali düştü. Böyle bir şey yapamazdı herhalde. Yüzüp yüzüp kuyruğa kadar gelmişken olmazdı. Buna izin vermezdim.

"Yarın benim evden çıkma saatimde gelecek nakliyat şirketi de. Eş zamanlı gideceğiz mobilyalarla."

"Ne güzel." diye mırıldandım artık gittikçe sıkılmaya başlarken.

"Bir de şey diyeceğim sana." dedi fazlasıyla çekingen ve sıkılgan bir biçimde. Ne oluyordu be?

"Ne var Ahu söyleyecek misin artık?" dedim tepkili bir ses tonuyla. Artık ne diyecekse demeli ve beni kendi halime bırakmalıydı.

"Benim biraz sancım var da anlamadım durup dururken niye böyle oldu."

Çatılı kaşlarım duyduklarımla havalanırken bakışlarım odamdaki boy aynasına kaydı. Bulunduğum yerden yansımamı kolaylıkla görebiliyordum ve bu yüzden bir süre kendimi inceledim. Acaba doktora benzeyen bir halim mi vardı?

"Ben nereden bileyim? Son zamanlarda fazla yoruldun stres falan ondandır yatıp dinlen, geçer." dedim. Kendime inanamıyordum. Resmen babamın metresini teselli ederek tavsiyeler veriyordum. Hayır peki metrese ne demeli? Ya insan evli sevgilisinin kızına kalkıp da sohbet eder gibi kaçak göçek yaptığı bebekle ilgi konuşur muydu?

"Galiba neyse ben kapatayım yarın görüşürüz zaten." dedi aynı çekingen kısık sesiyle.

Sonunda sohbetin sonuna gelindiği için derin bir nefes verirken direkt aramayı sonlandırdım. Görüşürüz dememi beklemiyordu herhalde? Ne münasebet!

"Hiç derdim yokmuş gibi düşünmem gereken onca iş yokmuş gibi böyle saçma sapan şeylerle uğraşıyorum şaka gibi!"

*** 

Gün ağardı.
Bugün de ne geldi ne de aradı.
Yanmaya yandı.
Ciğerime sanki bıçak saplandı.
Küskün müsün anlamadım.
Bir gittin bir daha aramadın.
Çok çabuk gözden çıkardın.
Sanma helaldir sana hakkım.

Telefonumun hoparlöründen son ses çalan şarkıya sesli bir biçimde eşlik ederken elimdeki son köpüklü bulaşıkları duruluyordum. Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Az önce ayak üstü bir şeyler atıştırmıştım şimdide o sırada çıkan birkaç bulaşığı hızlıca elimde hallediyordum.

Yarın benim için önemi bir gündü. Sabah Ahu'yu temelli gönderdikten sonra öğleden sonra cezaevine gidip babama uydurduğum sahte ölümü anlatacaktım.

Akşam üzeri de babamın avukatıyla görüşmem vardı. Nabi'nin velayeti adına bir dava açacaktım ablama. Onu almayı kafama takmıştım ve alacaktım da. Kaç gündür miniğime ulaşmaya çalışıyordum ama ablam her çabamı bir şekilde engelliyordu. Bir kere geçen gün anneannem aracılığıyla beş dakika telefonda konuşabilmiştik o kadar. Onu özlemiştim.

Islak ellerimle işimin bittiği musluğu kapattıktan sonra elimdeki tabağı tezgâh üstündeki yıkadığım diğer bulaşıkların yanına bulaşık sepetine koydum. Özensizce kenardaki mutfak havlusuyla elimi yarım yamalak kuruladıktan sonra önüme düşen saçlarımı geriye iteledim.

Sesli bir soluk verirken bakışlarımı toplu olan mutfakta gezdirdim. Başka yapacak herhangi bir iş olmadığına emin olduğum esnada telefonumun duyulan zil sesiyle dikkatim oraya kaydı. Gelen arama nedeniyle kesilen şarkıyla huysuzlandım.

Birkaç adımda telefonuma ulaşırken arayan kişiyle huysuzluğum iyice gün yüzüne çıktı. "Bu yine neden arıyor ya?"

İstemeye istemeye aramayı yanıtlarken rahatsızlığımı ses tonumdan apaçık belli ederek "Ne oldu Ahu?" dedim.

İlk beş-on saniye anlamsız hışırtı sesleri dışında bir şey duyamazken kaşlarım istemsizce derinden çatıldı.

"Ahu?" dedim soru sorar bir biçimde tekrardan konuşurken. Acaba yanlışlıkla falan mı aramıştı?

İkinci kez konuşmamın üzerinde telefonun ahizesinden derinden bir inleme sesi duydum. Boğuk çıkan birkaç sesin ardından sonunda Ahu'nun sesini net bir biçimde duyarken çatılı kaşlarım bir saniye olsun gevşemedi.

"La-lavinia... Ben kötüyüm. A... ağrı var."

Mutfağın ortasında öylece dikilmemi sürdürürken bir an ne dediğini algılayamadım. Kendimi, "Ne oluyor?" derken bulurken bedenimin bir anda buz kestiğini hissettim. Ben bu hissi en son ne zaman hissetmiştim?

"Kanamam var. Çok kan var." Titrek ve fazlasıyla cansız çıkan sesiyle daha fazla konuşamadan bir anda hıçkırarak ağlamaya başlayan kadınla neye uğradığımı şaşırdım. Elim ayağım birbirine dolanmış gibi hızla odama yönelirken konuşmaya başladım.

"Ne kanı var? Bir şey mi oldu, biri mi bir şey yaptı?" Ses tonum benim kontrolüm dışında gittikçe yükselirken koşar adımlarla odama ulaştım.

"Sancım... sancım arttı. Bir anda kan gördüm. Kı-kıpırdayamıyo... Nefesim kesiliyor."

Düşük mü yapıyordu ne oluyordu orada? Girdiğim odada bir an ne yapacağımı bilemezken hızla montuma ve çantama yöneldim. Bir yandan eşyalarımı giyinip bir yandan da hızlıca konuştum.

"Tamam sakin ol. Ambulansı aradın mı?" Ne yaptığımı bilemez bir halde hızlıca hareket ediyordum. Bedenimin kontrolü bende değilmiş gibi hissediyordum. Bir şeyler yapmam gerekiyormuş hissi tüm kontrolümü benden devralmıştı sanki. 

"H-hayır."

Koşar adım ulaştığım dış kapıyla kendimi direkt dışarı atarken titreyen ellerimle botlarımı giyinmeye çabaladım kendimi. Telefonu kulağım ve omzum arasında sabit tutmaya çalışırken botlarımı giyinmek için iki büklüm bir hal almıştım.

"Tamam ben şimdi evden çıktım yanına geliyorum. Sen hatta kal sakın telefonu kapatma ben ambulansı arayacağım tamam mı?"

Zorlukla botlarımı giyinerek yerimde dikilirken omzumdan koluma düşen çantamı tekrardan omzuma ittirdim. Telefonu hızlıca elime alarak sokağa çıkarken Ahu'dan ağlama ve inleme sesleri dışında herhangi bir yanıt alamadım. Fazlasıyla sesli olan kesik solukları beynimde yankılanmaya başlarken soğuk soğuk terlediğimi hissettim.

Hızlı olmam gerektiğinin bilincinde koşar adım ilerlerken Ahu'dan cevap gelmemesini umursamadan onu beklemeye alarak hızlıca ambulansı aradım. Olabilecek en hızlı bir şekilde gerekli bilgileri verirken nefes nefese kalmış bir halde ilerlememe devam ediyordum.

Panik tüm bedenimi ele geçirmek adına an kollarken çoktan yavaş yavaş damarlarımda dolanmaya başlamıştı. Hızlı olmam gerekiyordu. Ben bu ana benzer bir an yakın zamanda yaşamıştım ve yapmam gereken şeyleri girdiğim şoktan dolayı asla yapamayarak kendimi büyük bir vicdan azabına mâhkum etmiştim. Bir daha aynısını yapamazdım.

Ambulans aramasını hızlıca sonlandırarak tekrardan Ahu'nun aramasına dönerken artık bacaklarımda titremeye başlamıştı.

"Ahu orada mısın? Beni duyuyor musun?" dedim oldukça yüksek bir sesle. Beni duymasını istiyordum. Şu anda ne haldeydi bilinci nasıldı bilmiyordum ama kendine gelsin ve bilincini ayık tutsun istiyordum.

Sesli solukların kesik sesi kulaklarıma dolmaya devam ederken Ahu'nun cılız sesini bir dakikanın sonunda inlemelerinin arasında zorlukla duyup seçtim. "Duyuyorum."

Elimden geldiğince dikkatli olmaya çabalayarak çıktığım caddeden karşıya geçerken hızlı olmak adına peşi sıra adımlar atıyordum. Kalbim çoktan deli gibi çarpmaya başlamışken nefeslerim hala daha soluk soluğaydı.

"Tamam bak şimdi ambulansla konuştum geliyorlar tamam mı? Bende yoldayım geliyorum sen sakın kendini bırakma. Ne durumdasın şu anda bana biraz anlatabilir misin?" Kendinden geçercesine inleyişleri bedenimdeki paniğe korku katarken olası bir bayılma durumu için onu konuşturmaya çabaladım.

"O-oturma odasındayım. Çok... çok ağrım var ca-canım acıyor."

Zorlukla söylediği her bir kelime boğazımı düğümlerken gözlerimin önüne annemin son anları gelmeden edemiyordu. Bu kez şartlar, olaylar ve durum çok farklıydı ama buna sebep olan kişi aynıydı. Babam.

Onun yaptığı hareketlerin sonunda nedense o hariç herkes zarar görüyordu ve tüm bunlara birinci dereceden tanıklık etmek ve yine tüm bunların yükünü almak bana düşüyordu.

"Çok değil beş dakikaya oradayım. Ambulansta gelmek üzeredir şimdi dayan tamam mı?"

El mecbur teselli niteliğinde cümlelerimi sıralarken ses tonumu oldukça anlayışlı ve ılımlı tutmaya çalışıyordum. Bugüne kadar hep ters ve sert davrandığım kadına böylesine iyi yaklaşacağımı asla düşünmezdim ama şartlar hiç olmadığı kadar değişmişti. O şu anda yardıma muhtaçtı ve bu muhtaçlıkta kalkıp bana gelmişti. Beni aramıştı. Nasıl arkamı dönebilirdim ki?

Onu sevmiyor hatta ondan nefret ediyor olabilirdim. Belki annem hayatta olsaydı ve bu anı görseydi beni evlatlıktan reddedecek de olabilirdi ama ben bu değildim. Ona sırtımı dönemezdim. O an bu an değildi.

"Bebeği... bebeğimi hissedemiyorum!" diyerek çığlık atarcasına inleyen kadınla bu kez koşmaya başlarken bir süre hiçbir şey diyemeden koştum. Bu bir ya da iki dakika bu şekilde sürdü. En sonunda ciğerlerimin patlayacak kadar zorlandığını hissettiğimde koşmayı keserek tekrardan hızlı bir yürüyüşe döndüm.

Şu anda öyle bir kaos anındaydım ki! Hissettiklerimi ve düşüncelerimi imkânı yok açıklayamazdım. Kelimelerim buna yetmezdi. Bedenimin dört bir yanında kol gezinen paniği kontrol edemiyordum. İpler her an elimden kayıp gidecekmiş gibi hissederken otokontrolümü kendimde tutmak adına büyük bir mücadele veriyordum.

"Ambulans gelmek üzeredir kapıyı açabilir misin ya da kapıyı dışarıdan hızlıca nasıl açabiliriz yedek anahtar falan var mı dışarıda bir yerde?"

Mantığımın son kırıntılarını kullanarak hareket etmeye çabaladım. Şu anda her şey zamana bağlıydı. Hızlı olmalıydık. Ona veya bebeğe bir şey olmaması için atik ve hızlı olmalıydım. Annemde gösteremediğim performansı şu anda babamın metresine göstermem gerekiyordu. Bir kez daha aynı hatayı yapamazdım. Bu her ne kadar babamın metresi için olsa da yapamazdım. O şu anda sadece acı çeken ve bebeği için endişelenen bir kadındı.

"Ben... denerim. Anahtar yok... Dışarıda anahtar yok." Acı içinde inleyerek sarf ettiği sözlerin ardından harekete geçtiğine dair hışırtılar duyarken hızlıca kontrolü elimde tutmak istercesine konuştum.

"Kendini zorlama sakın tamam mı? Dikkatli bir biçimde yavaşça bir yerlerden destek alarak git kapıya. Kapıyı açtıktan sonra yavaşça yere otur ve kapı ağzında bekle. Ambulans gelmek üzeredir."

Şu anda hareket etmemesi gerektiğine emindim ama şartlar buna elverişli değildi. Kapı için herhangi bir çilingirci bulup getirmek kim bilir kaç dakikamızı alacaktı. Kaybedeceğimiz bir dakika bile yoktu. Eğer yapabiliyorsa o kapıyı açmalıydı. Bebeği için kendisi için bunu başarmalıydı.

"Çok çok zor!" dedi yüksek bir sesle isyan edercesine. Duyduğum soluk alışverişlerinden ve bilinçsizce inleyişlerinden ne kadar zorlandığını anlayabiliyordum. Acı çektiği belliydi.

Gözlerimin dolduğunu bulanıklaşan bakışlarımdan anladım. Hızlıca kırpıştırdığım kirpiklerimle görüşümü netleştirmeye çalışırken boğazımda büyük bir yumru oluştuğunu hissettim. Bu his üst üste birkaç kez yutkunmama neden oldu.

Sonuna vardığım sokakla sola doğru dönerek hızlıca ilerlemeye devam ettim. Bu sokağın sonunda sağa döndüğümde Ahu'nun bulunduğu apartman az ilerimde kalacaktı. Varmak üzereydim. Çok değil yalnızca bir ya da iki dakikam kalmıştı. Önümde boylu boyunca uzayıp giden sokak nereden baksan yüz metreye yakın vardı. Neden bir türlü bitmiyordu bu yol?

"Varmak üzereyim Ahu. Vakit kaybetmemiz için senin o kapıyı açman gerekiyor. Yapabilirsin. Duydun mu beni yapabilirsin!"

Yalnızca inleme ve hışırtı seslerinin geldiği ahizeden birkaç saniye sonra anlamlandıramadığım başka seslerde duymaya başladım. Fazlasıyla gürültülü gelen seslerle iyice panikledim.

"Ne oluyor Ahu?" Herhangi bir cevap gelmedi. Sesler hala daha arkadan arkaya gelmeye devam ediyordu. Şükür ki Ahu'nun fazlasıyla sesli olan soluk seslerini hala daha duyabiliyordum. Yaşıyordu ve ben daha geç kalmamıştım.

"Ahu!" dedim tekrardan seslenircesine. Sesim bu kez titremişti. Genzimi yakan bu his ses tonumun oldukça zayıf çıkmasına sebebiyet verirken bundan hiç hoşlanmamıştım.

Hala daha devam eden gürültülerin ardından Ahu'nun belli belirsiz bir şeyler dediğini duydum ama bunların muhatabı ben değildim. Orada neler döndüğünü anlayamazken iyiden iyiye beynimin durduğunu hissettim.

Kontrolüm dışında olan her bir şeyde çileden çıktığımı hissediyordum ve benim artık bunlara tahammülüm kalmamıştı. Benim bilgim, isteğim, kontrolüm dışında olacak en ufak bir şeyi daha yaşamak istemiyordum.

Adımlarımı sanki dahası mümkünmüş gibi daha da hızlı atmaya çabalarken nefes alışverişlerim büyük bir sekteye uğruyordu. Ciğerlerimin patlamasına ramak kalmış gibi hissediyordum. Canım acıyordu. Kasıklarıma yakın bir noktada büyük bir acı hissediyordum. Galiba dalağım şişmişti. Artık attığım her bir adım bana acı verirken dayanmak adına kendimi zorluyordum.

"Ahu?" dedim yine daha yüksek bir ses tonuyla. "Neler oluyor orada?"

Bir anda gelen büyük bir gürültü sesiyle telefonu korkarak kendimden uzaklaştırmak zorunda kaldım. Tüm bedenimi saran titremeyle kontrolüm iyiden iyiye zayıflarken telefondan gelen anlamsız sesleri algılamaya çalışıyordum. Fazlasıyla boğuk inleyişler duyuyordum.

"Ge-geldil..."

Zar zor duyup seçtiğim sözlerle Ahu'nun neyden bahsettiğini anlayamazken çok değil birkaç saniye sonrasında arama sonlandı.

Ne gelmişti? Kim gelmişti? Ambulans ekiplerinden mi bahsediyordu? Umarım onlardan bahsediyordu. Neden arama sonlanmıştı ki? Orada neler oluyordu?

Kafamın içinde tonla dönen soru beynimin uyuşmasına sebebiyet verirken hızlı yürüyüşüme ara vermeden Ahu'yu aradım. Telefonum çaldı çaldı ve çaldı ama açan kimse olmadı.

Sokağın sonuna yaklaştığımda bedenimi saran telaş gittikçe artmıştı. Tekrardan Ahu'yu aradım ama aynı şekilde açan yine kimse olmadı. Ellerim titriyordu. Sinir boşalması mı yaşıyordum artık her neyse tüm bedenimin titrediğini hissediyordum.

Artık bir felaketi daha kaldıracak gücüm yoktu. Daha fazla ölüm istemiyordum. Daha fazla ölüme şahitlik etmek istemiyordum. Artık daha fazla böyle şeylerin içinde bulunmak istemiyordum.

"Kahretsin kahretsin!"

Zorlukla aldığım derin nefesle kendimi koşmaya zorlarken çok kısa süre içerisinde sokağın sonuna ulaştım ve hiç hız kesmeden Ahu'nun evine doğru giden yola döndüm. Köşeyi dönmemle gördüğüm ambulansla içim az da olsa rahatlarken adımlarım benden izinsiz önce yavaşladı ardındansa apartmana biraz kala tamamen duraksadı.

Yavaş yavaş kalabalıklaşan sokakta etrafı kaplayan mavi renk bana oldukça acı şeyleri anımsatırken hızla inip kalkan göğsüm sekteye uğradı. Siren seslerinin çalmadığı araçtan sadece mavi ışıklar saçılırken etraftaki meraklı insanların uğultulu sesi beni hiç olmayacak bir ana götürdü.

Flashback başlangıç.

10 Aralık Perşembe.

"Bak yine beni sevme tamam! Nefret et benden ama sakın gitme. Yemin ederim ben çıkar giderim hayatınızdan ama sen sakın gitme anne tamam mı? Anne!" dedim. Sözlerim tam bir hezeyanı çağrıştırıyordu.

Annem bana cevap vermiyordu. Öylece kilitlenmiş bakışlarıyla bana bakıyordu. Etrafımızda gittikçe artan kalabalık durmadan bir şeyler söylüyordu bana ama ne dediklerini anlayamıyordum. Tüm ilgim annemin üzerindeydi. Annemin canı yanıyordu.

"Anne dedim!" diyerek bağırdım.

Yüzünde hafif bir tebessüm oluşan annemle mavi ışıkların aydınlatmaya başladığı sokakta acı siren sesleri yankılanmaya başladı. İşte annemi kurtarmaya gelmişlerdi. Annemi kurtaracaklardı. Kurtaracaklardı değil mi?

"Sa-sakın be-nim gibi o-ol-ma. Böyle çok güzelsin." dedi annem bir fısıltıyı andıran sesiyle. Sonra yüzündeki tebessümü genişledi ve tekrardan konuştu. "Ö-özür dilerim her şey için." Acının tebessümü müydü bu?

Flashback bitiş.

Annem o gün ne beni sevmişti ne de gitmekten vazgeçmişti. Şimdi benzer bir manzaranın tekrardan tam ortasında annemin ölmesinde bir sebep olduğunu düşündüğüm kadın için bulunuyordum.

İlahi adalet miydi bu? Bilmiyordum.

İlahi adaletin masum bir cana değeceğini düşünmüyordum. Sonuçta her ne kadar annesi bir zift kadar kara olsa da ortada bir bebek vardı. Daha dalından koparılmamış bir pamuk kadar saf beyaz bir bebek.

Gittikçe artan kalabalık ve uğultuyla silkelenerek kendime gelirken tekrardan adımlarımı hızlandırdım. Sağa dola bakmaya gerek görmeden hızlıca yoldan karşıdan karşıya geçtim ve doğruca binaya yaklaştım. Girişte insanların varlıklarıyla boşuna yer kapladığı kapıdan içeri hiç kimseyi umursamadan bedenlerine çarpa çarpa geçerken meraklı bakışlara maruz kalmıştım.

Arkamdan söylenen insanların homurtusu kulağıma yalnızca bir uğultu gibi gelirken ikişer ikişer merdivenleri tırmandım. Bana bir ömür gibi gelen ama yalnızca beş on saniyeyi bulan sürenin ardından merdivenler bitti. Soluk alışverişlerim bugün hiç düzene giremeyecekmiş gibi hissederken bedenimdeki sızı hala daha varlığını belli ediyordu. Canımın acısını görmezden gelerek Ahu'nun dairesine doğru ilerledim. Meraklı insanlar bu katta da bulunuyordu.

Girişte ayakta dikilen sağlık personeliyle dairenin açık kapısından içerisini ilk bakışta göremedim. Çok değil on adımda daireye yaklaştığımda bakışlarım açık kapıdan içeri kaydı. Hemen girişte yere çökmüş iki sağlık personelini daha görürken gözlerim Ahu'yu aradı. Sırtları bana dönük iki personel seri hareketlerle yerde bir şeyler yapıyorlardı. Ahu onların mı önündeydi? Ona müdahale ediyor olsalar gerekti.

Daireye iyice yaklaşmamla ayakta dikilen sağlık personeli beni fark ederken çattığı kaşlarıyla bana döndü. Başından savmak ister gibi "Hanımefendi lütfen geride durun!" diyerek bir uyarıda bulundu.

Bakışlarım bir saniye bile bana uyarıda bulunan personele dönmezken yalnızca yerdeki kırmızılığa kilitlenmiştim. Müdahalede bulunan iki personelin farkında olmadan arada açtıkları görüş açısından hemen girişte yerdeki kanları gördüğümde bedenime tanıdık o hissi bir kez daha hissettim.

Flashback başlangıç.

"Anne iyi olacaksın tamam mı? Bana söz ver iyi olacaksın!" dedim hızla.

O anda uzaklardan gelen siren sesi ulaştı kulaklarıma. Annemi almaya buraya geliyordu. Annemin canı yanıyordu. Onu iyileştirmek için geliyordu.

Sarf ettiğim sözlerime bir cevap vermedi annem. Bayık gözleriyle bana bakıyordu. Sanki yüzümü ezberlemek istercesine, sanki oralarda bir yerlerde tanıdık bir şeyler görmüşçesine... Zar zor nefes alıyordu. Ten rengi bir ölüden alınmış gibiydi. Gözlerinin feri yoktu. Etrafa fazlasıyla kanı yayılmıştı. Kan vardı. Çok fazla kan vardı!

Flashback bitiş.

Bedenimdeki bu buz kesiği hissini daha ilk hissettiğim andan anımsamıştım. Unutulacak gibi bir şey değildi zaten. Annemin kanlar içerisinde dizlerimde yattığı zamandan çalınmıştı tadı ağzıma. Silinecek gibi bir şey de değildi.

"Hanımefendi şimdi hastayı ambulansa indireceğiz lütfen geride durur musunuz?"

Ayakta dikilen sağlık personelinden bir uyarı daha alırken ancak kendime gelebildim. Anlamsız bakışlarımı benimle konuşan adama çevirdim.

"Ben tanıyorum onu. Sizi ben aradım zaten. Nasıl durumu?"

Bakışları şüpheyle kısıldı sağlık personelinin. "Yakını mısınız?"

Hayır.

"Evet."

Bakışlarım iyice hareketlenen yere kaydığında yerdeki sağlık personelinden birinin ayaklandığını gördüm. "Hadi hadi hastaneye götürüyoruz!" diyerek oldukça yüksek bir sesle komut verdi.

Verilen komutla ayakta dikilen personel doğruca eve doğru yönelirken üç sağlık personeli de bir anda hareketlendi. Bakışlarım tekrardan eve kayarken bu kez onu net bir biçimde görebildim.

Kapının hemen girişinde yerde sedyede boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Bilinci buradan kapalı görünüyordu. Her yeri kan içindeydi. Üstündeki gri eşofman takımından tutunda yerdeki beyaz parkelere kadar her yerde kan vardı.

Fazla kırmızıydı. Her yer çok fazla kırmızıydı. Bir an burnuma o metalik koku çalındı. Midemin dalgalandığını hissettim.

Birkaç komutun ardından yerden kaldırılan sedyeyle Ahu'nun cansızmış gibi duran bedeni gözlerimin önünde götürülürken bir an kendimi, bulunduğum yeri ve yaşadığım anı sorguladım. Gözlerimin önünden bir annemin kanlar içerisinde götürülüşü bir de Ahu'nun aynı şekilde götürülüşü geçiyordu. Her şey ağır çekime alınmış gibiydi.

Ve ben, renkli harelerim az önce Ahu'nun yattığı ama şu anda boş olan sadece kanların bulunduğu zemine kayarken anladım; Bazı kızlar babalarının prensesi değil annelerinin savaşçılarıydı.

Annem bana son sözlerinden birinde 'Sakın benim gibi olma böyle çok güzelsin.' demişti. Bu sözünde onaylamadığım her şeye karşı verdiğim savaşlardan bahsettiğini çok sonradan anlamıştım. Çünkü belki de en çok o görmüştü bu savaşlarımı ama hiç belli etmemişti gördüğünü.

-BÖLÜM SONU-

 

Hiçbir şey bedelsiz kalmıyor maalesef. Etme bulma dünyası diyoruz.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Lütfen etkileşim bırakmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 25.11.2024 22:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...