34. Bölüm

BÖLÜM 33

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Farklı yer, farklı zaman, farklı kişi ve farklı bir olay. İki şey aynı o da bir ben ve bir de olayların nedeni ve sonu.

Hiçbir zaman denk olmayacak olsa da geçmiştekinden ne daha az ne de daha fazla bir acıyla yine bir ameliyathane önündeydim. Yine tanıklıkta başı çektiğim bir olayın sonu hastanede bitiyordu. Bu kez burada oturulacak tek bir sandalye bile yoktu. Kaç saattir duvarın dibine çökmüş bir vaziyette yerde oturuyordum bilmiyordum. Hastane fayanslarının acı soğukluğu üzerime sineli çok oluyordu.

Bakışlarım hastane koridorunun beyaz zemininde kilitlenmiş bir şekilde uzun bir süredir fersizce bakıyordu. Bedenim burada gözükebilirdi ama zihnim buradan çok uzaktaydı ve bir o kadar da buraya çok yakındı.

Zihnim o gündeydi. 10 Aralık gününde.

Flashback başlangıç.

"İyi olacak değil mi?" dedim. Bunu derken burnumu bir kez daha çekmiştim.

"Öyle olmasını umuyorum." dedi. Neden iyi olacak dememişti?

Tam ona bunu sormak adına dudaklarımı aralamışken karşıda olan hareketlilik dikkatimi çekti. Başım hızla eski pozisyonuna dönerken bakışlarım kapısı açılan ameliyathanede kilitlendi. İçeriden çıkan iki doktor bize doğru gelirken hızla Ares'ten ayrıldım ve koşar adım doktorları görünce ayaklanan dedemlerin arasına karıştım.

Suratlarında olan maskelerden yüzlerini seçmekte zorlanırken nasıl bir ifadeye sahip olduklarını da çözemiyordum. Merakla ağızlarından çıkacak herhangi bir sözü beklerken ilk sağ taraftaki doktor konuşmaya başladı.

"Nalan Aral'ın yakınları siz misiniz?"

"Evet evet! Kızım nasıl?" diyerek kimseye söz hakkı tanımadan doktoru yanıtlayan anneanneme göz ucuyla bile bakmazken ısrarlı bakışlarımı doktorların üzerinde tuttum.

"Nalan Hanım ilk getirildiğinde çok kan kaybetmişti. Yedi bıçak darbesi almış. Darbeler sonucu oluşan derin kesikleri vardı. Çoğu darbe karın ve karın boşluğuna denk gelse de bir tanesi akciğere denk gelmiş. Orada büyük bir hasar meydana getirerek önemli bir komplikasyon oluşturmuş. Sol akciğerde Hemothorax çoktan oluşmuştu Nalan Hanım bize ulaştığında." diyerek uzun bir açıklamaya girişen doktora kaşlarımı çattım.

Bir an önce sonuca gelmesini ve annemin iyi olduğunu söylemesini beklerken bakışlarım diğer doktora kaydı. Göz göze geldik. Bana acıyan bir bakış attı tıpkı polislerin attığı gibi. Geldiğinden beri hiçbir şey söylemeyen doktor benimle göz teması kurunca meslektaşının başladığı konuşmayı devraldı.

"Elimizden geleni yaptık ama üzgünüz. Başınız sağ olsun."

Flashback bitiş.

Bu kez farklı bir son olsun istiyordum. Kimse ölmesin, bu lanet yerden ve buradaki kötü insanlardan uzaklaşarak mutlu mesut yaşamına devam etsin.

Bunun olması için elimden geleni yapmıştım. Gerçekten yapmıştım. Ahu her ne kadar bunu bilmese de ve o sadece ondan kurtulmaya çalışıyorum sansa da aslında tüm amacım onu ve bebeğini temiz ve huzurlu bir yaşama göndermekti. Babam denen pislikten ve acı dışında hiçbir şey getirmeyen bu şehirden uzakta iyi bir yaşama.

Belki o iyi bir kadın değildi. Tüm bu yaptığım iyilikleri ve yeni temiz bir yaşamı hak etmiyordu. Ama bebek öyle değildi. O down sendromlu olarak çoktan insanların gözünde hayata bir sıfır geriden başlıyordu. Ama kime göre böyleydi bu durum? Bana göre değildi. O hiç bilmeyecek olsa da onun hayata on sıfır ileriden başlamasını sağlayacak bir hayat hazırlamıştı ablası ona. Ecevitsiz bir yaşam. Net, insanı hayata karşı on adım öne geçirirdi.

Sonuçta kim evli, barklı, üç çocuklu, tecavüzcü üstüne üstlük karısını öldüren bir baba isterdi ki? Eminim o bebek istemezdi. Bende istememiştim. En çok onun her şeyden uzakta iyi bir yaşam hakkı vardı.

Ben de istemiştim böyle bir yaşam. Bunun için bir denemede de bulunmuştum. Sonucu büyük bir hüsrandı. Bu benden mi kaynaklıydı tam emin olamasam da gittiğim her yere bu laneti götürdüğümü düşünmüyor değildim. Çünkü gittiğim yerde büyük bir aile dramasına meze olmamın başka hiçbir açıklaması olamazdı bana göre. Galiba benim kaderimde bu hep olacaktı. Ben hep aileden yaralı ve ihanete mahkûm olacaktım.

Titrek bir soluk verdim. Bu kez yanımda bana her zaman destek olan Ares yoktu. Gerçi onun o destekleri de ne kadar gerçekti bilinmez. Ama o yoktu işte.

Ahu'yu gözümün önünde götürmelerinin hemen ardından acı bir titreyişle kendime gelmiştim. İlk işim kapısı açık olan eve girerek Ahu'nun çantasını almak olmuştu. Girişte yoğun bir şekilde başlayıp oradan oturma odasına kadar uzanan kan izlerine ısrarla bakmamaya çalışmıştım ama bu çabam pek bir işe yaramamıştı. Bakışlarım bilinçsizce hep o izlere kayıp durmuştu.

Şansıma Ahu'nun çantası hemen girişte vestiyerdeydi de oturma odasına çantaya bakmak adına gitmek durumunda kalmamıştım ya da tüm evde çantasını arayarak vakit kaybetmemiştim. Girişte bu kadar kan varsa kim bilir orası ne haldeydi? Düşünmek istemiyordum.

Kimliğine ve diğer özel eşyalarına ihtiyaç duyabileceğimizi düşünerek son mantık kırıntımı da tam olarak orada kullanmıştım. Gerisinde evin kapısını hızlıca örterek ambulansa yetişmiş ve Ahu'yla birlikte hastaneye gelmiştim.

Hastaneye ilk varışımızda onu hızlıca ilk müdahale alanına alırlarken çok değil yarım saat içerisinde ameliyata almışlardı. Ne durumdaydı, bebek nasıldı hiçbir fikrim yoktu. Bunu birilerine sormaya korkmuştum. Hala daha sorduğum söylenemezdi. Korkum devam ediyordu. Bir kötü haber daha alamazdım.

Acil müdahale alanının önünde hemşire bana onun ameliyata götürüldüğünü söylediğinde ve kayıt için birkaç işlem yapılması gerektiğini anlattığında ilk işim işlevini yitirmiş aklımla gereken işlemleri yaparak hemen ameliyathanenin önüne gitmek olmuştu. Başka ne yapılırdı bilmiyordum. Yanımda kimse yoktu. Hemşireler dışında yol gösteren birisi de yoktu. Yeri geldiğinde yönlendirmelerle bir iki işlem yapmış gerisinde bir ruhsuz edasıyla dikilmemi sürdürmüştüm.

Kaç saat olmuştu Ahu ameliyata gireli saymamıştım. Ama iki ya da üç saati doldurduğumuzdan emindim. Zaman benim için durmuş olsa da son bir ümit iyi bir haber gelir diye tamamen çökmemeye çalışıyordum.

Halimin perişanlığının farkında olan hemşireler bana karşı hiç olmadığı kadar iyi yaklaşıyorlardı. Annemde de böyleleri var mıydı bilmiyordum. O zaman hiç bu tarz şeylere dikkat etmemiştim. Sanırım Ahu'yu fazlaca yakınım sanıyorlardı. Bunu önemsemedim.

Saat gece yarısını geçmiş olmalıydı. Ameliyathaneye ne giren vardı ne de çıkan. Bulunduğum yer hastanenin arka kısımlarında kalıyordu ve birkaç hastane çalışanı dışında kimseyi görmemiştim. Bir dakika durun! Aslında görmüştüm.

Yeni idrak ettiğim ayrıntıyla bakışlarımı fayans zeminden alarak ağırca etrafta gezdirdim. Bir ya da iki kez Ares'in adamlarına benzeyen kişiler gördüğümü yeni hatırladım. Yavaşça etrafı tarayan bakışlarım eli boş bir şekilde önüne dönerken kimseyi görememiştim. Bunun verdiği huzursuzlukla kaşlarım çatıldı.

Onun adamları olduğuna emindim. Siyah takım elbiseliydi hepsi. Bir ümit o da buradadır diye düşünmüştüm yeni hatırladığım ayrıntıyla ama değildi.

Onca şeye rağmen hala daha onu yanımda isteyen yanıma fazlasıyla sinirlendim. O benim hayatıma ait birisi değildi. Bunun kararını vereli çok oluyordu. Şimdi neden kalkıp da yanımda onu istiyordum? İşin kötü yanı 11 Ocak gününden beri bu onu ilk yanımda isteyişim değildi.

Bir var olup bin yok olmakla ne amaçlıyordu henüz çözememiştim. Daha sabah varken akşamına nasıl hiç olmamış gibi olabiliyordu? Ares'i tanıdığımı sanmıştım ama bunda büyük yanılmıştım.

Fayansların soğukluğundan iyice hissizleşen kalçalarım artık canımı yakmaya başlarken yandan gelen adım sesleriyle bakışlarım oraya döndü. Gelen kişi Ahu'nun sahte ölümünü ayarlamamda bana yardımcı olan ebeydi. Onu görmemle oturduğum yerden ayaklanırken kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

Burada çalıştığını elbetteki biliyordum ama o benim burada olduğumu nereden biliyordu? Belki de şans eseri denk düşmüştük.

"Derya teyze?" dedim soru sorar bir biçimde onun henüz bana ulaşmasına on adım kala.

"Bu gece ben nöbetçiydim, acil ameliyata alınan hastanın evraklarını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Seni aradım ama açmadın bende bir gelip bakınayım dedim ne durumda diye." diyerek hızlı bir açıklamaya giren kadınla tahmin ettiğim bir durum olduğunu anladım.

"Neler oldu kızım?"

Sağ elim saçlarımı yorgunlukla karıştırırken Derya teyzeye baktım afallamışçasına. "Bilmiyorum. Evdeydim beni aradı bir anda kanamam var, ağrım var falan dedi. Anlamadım ne olduğunu. Direkt evden çıktım yanına gitmek için yolda da ambulansı falan aradım. Ben yanına ulaştığımda ekipler çoktan müdahale ediyorlardı. Kan içindeydi her yer. Sonra kalkıp buraya geldik işte."

Sözlerimden ne yapacağımı bilmezliğim oluk oluk akarken derin bir soluk aldım. "Kimse bir şey söylemiyor. Kaç saattir ameliyatta. Bekliyorum sadece."

Anlayışlı bir yaklaşımla sol kolumu sıvazlayan kadından aldım bakışlarımı. Yorgundum hem de çok yorgundum.

"Ben bir ameliyathaneye girebilecek miyim bakayım. Girebilirsem belki bir şeyler öğrenebilirim." diyerek yanımdan ayrılan kadının ardından bakmadım.

Çöken omuzlarım üstlerindeki yükleri belli edercesine acı bir alçalıştaydı. Arka tarafıma doğru yürüyüp sonunda ameliyathane yazan kapıdan içeri girdiğini bildiğim kadının aksine dikkatim tam karşı tarafımdaydı.

Önümde boylu boyunca uzanan kimselerin olmadığı koridor sonlara doğru bir varlık kazanıyordu. Bakışlarım o varlıktaydı. Koridorun sonunda bana bakmakta olan kişi Ares'ten bir başkası değildi. Gelmişti.

Artık işlerin az çok nasıl yürüdüğünü çözdüğümden nasıl burada ya da beni nasıl buldu gibi sorularla oyalamıyordum kendimi. Neden buradaydı? Amacı neydi? Benim asıl merak ettiklerim bunlardı.

Kendisinde olduğunun pek ala farkında olduğu bakışlarım karşısında fazla oyalanmadan bana doğru yürümeye başladı. Büyük bir sukûnet ve sabır içerisinde olduğum yerde milim kımıldamadan bana gelmesini bekledim. Zaten başka seçeneğim yoktu. Şu anda konuşsam, bağırsam, çağırsam, yakıp yıksam ne değişecekti? Hiçbir şey.

Ela harelerinin rengini o bana daha on metre uzaktayken algılarken gözlerimi kaçırmamak adına kendimi kastım. O irislerdeki yeşille karışık toprak renginin yarattığı cümbüşe kehribarında eşlik ettiğini anlayalı çok oluyordu ama bunu sanki yeni keşfetmişim gibi tam karşıma dikildiğinde uzun uzun baktım gözlerine.

Aramıza üç büyük adımlık bir mesafe bırakarak tam karşımda durduğunda, "Ne işin var burada?" dedim. Sesim oldukça tek düze çıkarken kendimi o kadar hissiz hissediyordum ki sanki üzerimde ölüm soğukluğu vardı.

Bunun daha beni gördüğü ilk andan beri farkında olduğuna emin olduğum Ares bana o kadar dikkatli bakıyordu ki bir an ruhumu delip geçerek zihnime girip düşüncelerime sızacağını sandım.

"Burada ne işin var dedim!" dedim tane tane tıslarcasına. Aval aval suratıma bakmasını sürdürürken daha fazla dayanamamıştım. Bana beni tatmin edecek bir cevap vermeliydi.

Aynı tek düzelik ve ruhsuzlukla sarf ettiğim sözlerin ardından aramızdaki üç adımlık mesafeyi iki adıma indirerek biraz daha yaklaştı bana. "Ne zaman durularak rahata kavuşacağını düşünüyorum." dedi sonunda mühürlediğini düşündüğüm dudaklarını aralayarak konuşurken. Ses tonu benimkisini aratmayacak derecede soğuk ve ifadesiz çıkmıştı.

Söylediğim şeylerle alakasız hem de fazlasıyla alakasız kalan sözlerine gözlerimi devirerek Ares'e arkamı döndüm. "Ölünce!"

Beş altı adım ilerleyerek az önce oturduğum zemine tekrardan çökerek Ares'i görmezden gelmeye karar verdim. Belki bir ümit defolup giderdi.

İçten içe benim durulmamı ve artık en başta kendime olmak üzere bir şeylere zarar vermememi istediğini görebiliyordum. Onun ne hakla böyle bir istekte bulunduğunu anlamamakla beraber bu isteğini yersiz buluyordum. Bana benden önce başkaları zaten yeterince zarar vermişken benim şu anda yaptıklarım kılıma bile dokunmuyordu. Artık hissedebileceğim bir acı var mıydı bilmiyordum. Bundan şüpheliydim.

Kendime çektiğim dizlerimle bakışlarımı tekrardan zemine diktim. "Ona ben zarar vermedim." dedim hiç beklemediğim bir anda.

Beni artık nasıl görüyordu bilmiyordum ama ona benim zarar verdiğimi düşündüğünü düşünüyordum. Bu doğru değildi. Her ne kadar artık benim hakkımda ne düşündüğü gram umurumda olmasa da hamile bir kadına herhangi bir zarar vermeyeceğimi bilmesini istedim. Ben böyle birisi değildim.

Onunda hiç beklemediğine emin olduğum açıklamamla Ares harekete geçerken çok kısa sürede karşıma geldi. Tam benim gibi olmasa da yavaşça karşımda yere çömeldi ve tek dizini sağ ayağımın dibinde yere yasladı. Göz ucuyla takip ettiğim hareketlerini tam dibime geldiğinde son vererek bakışlarımı zemine kilitledim.

"Biliyorum. Kendin dışında başkasına zarar vereceğini de düşünmüyorum." dedi sanki az önce düşündüklerimi görmüşte bu düşüncelerimden vazgeçmemi istermiş gibi.

Bakışlarının ağırlığını üzerimde hissediyordum. Az önce söylediği şeye karşın bakışlarımı kaldırarak ona bakmak istiyordum ama bunu yapmadım.

"Kim o hamile kadın?" dedi benim sessiz kalacağıma emin olduğu anda tekrardan konuşarak.

31 Ocak gecesinden sonra etrafımda var olan adamlarından her adımımı öğrendiğini tahmin etmek hiç de zor değildi ama Ahu'yla pek görüşmemiştim. Hatta onunla dışarıda asla yan yana gelmemiştim. Onun evinde buluştuğumuzda da ben zaten hep adamları atlatarak yanına gitmiştim. Nasıl oldu da ondan haberdardı bilmiyordum ama onu küçümsediğimi ikinci kez şu anda fark ediyordum.

Az önceki isteğimin aksine büyük bir isteksizlikle bakışlarımı ela harelere çıkarttım. Bana bakıyordu. "Babamın metresi."

Aldığı cevapla vereceği tepkiyi merak ederek dikkatlice izledim suratını. Herhangi bir şaşırma ya da herhangi bir tepki göremezken dikkatimi çeken tek şey gerilen yüz kasları oldu.

Sorduğu soruya nasıl bir cevap beklediğini bilmiyordum ama bu cevabı beklemediğinden emindim. Karşımda gerildiğini belli eden suratı ve inanmadığını ifade eden havalanan kaşlarıyla gözlerimi devirerek önüme döndüm. Bu esnada homurdanmayı da ihmal etmiyordum.

"Siz de aile entrikası bir sizde var sanıyorsunuz galiba!" dedim alayla ve yeni devirerek suratından çektiğim bakışlarımı tekrardan suratına çevirdim. "Ne bakıyorsun aval aval?"

Son sözlerim üzerine bu kez fazlasıyla açık bir şekilde afallayan suratı bir an içten içe keyiflenmeme sebep oldu. Onu böylesine afallamış görmek pek mümkün değildi. Her ne kadar bu keyfi açıkça yaşamak istesem de dışarı hiçbir şey belli etmeden nötr bir ifadeyle Ares'e bakmamı sürdürdüm.

"O kadın, o kadın mı?" dedi surat ifadesini hızlıca toparlayarak.

"Evet." diyerek bu gereksiz sohbeti kısa kesmek istedim. Zaten kendisini terslememe gram takılmadan varlığını karşımda sürdürmesine devam ediyordu. Bu canımı sıktı. İnsan bir bozulur ya da ne bileyim alınır değil mi? Bunda yoktu öyle şeyler. Karşımda hissiz ve tepkisiz bir şekilde buz dağı haliyle duruyordu.

"Lavinia." dedi tok bir sesle. Ona bakmamı istercesine adımı seslenişine kayıtsız kalamazken istediğini yaptım ve ona baktım.

Ağzımı aralayıp herhangi bir cevap vermezken sadece bakmakla yetinerek gelecek olan sözlerinin devamını bekledim. Renkli harelerimin yorgunlukla parıltısız halde mat bir biçimde baktığı ela hareler çok şey anlatmak istiyor gibi geldi bir an. Bu belki benim yanılsamamdı belki de doğruydu bilemiyordum. Dediğim gibi bir an bana öyle gelmişti.

"Neler oluyor?" dedi fazla içten bir şekilde.

Sorusu sanki bu durum için değilmiş de genel olarak sorulmuş gibiydi. Hayatında neler oluyor der gibiydi. Sorusu karşısında hemen bir cevap veremedim. Birkaç kez üst üste ağırca gözlerimi kırpıştırdım.

Çok kötü şeyler oluyor... Diyemedim. Sertçe yutkundum. Bakışlarımı kaçırarak sessiz kalma hakkımı kullandım. Bende bilmiyordum neler olduğunu. Bildiğim tek bir şey vardı o da her şeyin kötüye çok kötüye gittiğiydi. Bunu bilmekten öte hissediyordum. İçimde. Çok uzun süredir.

Annem öldüğünden beri değil çok küçük yaşlarda annemi kaybettiğimi hissettiğimden beri hayatımda neler olup bittiğine dair tam bir bilgim yoktu. Annemle aramızdaki o anne kız bağının koptuğunu sandığım zamanlarda aslında o bağın hiç olmadığını anladığım an bir şeyler anlamını yitirmiş, bazı şeyler gerçekliğini sorgulatmıştı. Ben aslında o günlerden beri değil; tecavüz sonucu anne rahmine düştüğüm günden beri kendi hayatımın hakimiyetini kaybetmiştim. Kendime dair hiçbir bilgim yoktu. Olan bilgilerde gerçek değildi zaten.

Kendime çektiğim dizlerimin etrafına sardığım elimin üzerinde hissettiğim bana ait olmayan ısıyla girdiğim düşünceler aleminden hızla sıyrıldım. Elimin üstüne elini koyan Ares'e ters bir bakış atarak ellerimi kucağıma çekerek gereksiz bulduğum teması kestim. Yaptığım hareketle Ares sesli bir soluk verirken havada kalan elini geri çekmek durumunda kaldı.

"Anladım konuşmayacaksın." diye mırıldandı ayağa kalkarken. Tepemde bir zebellah gibi dikilmeye başlarken bakışları hala daha üstümdeydi. Birkaç adım sağa doğru atarak önümde volta atmaya başladı. Bir süre attığı voltalarla ters bakışlarımı üzerinde sabit kılarken benden çokta uzaklaşmadığı dikkatimi çekti. Üç bilemedin dört adım atıyor ardından hemen geri dönüyordu.

"Hayır benim anlamadığım..." diyerek bir anda bana doğru gelmeye başladığında ona müsaade etmeden hızla konuştum. "Sen neyi anlayamıyorsun ki?"

Tersçe sarf ettiğim sözlerle bir an duraksarken bunu çokta uzun tutmadı ve saniselik bir farkla kendini toparladı. "Neden sen buradasın? Sen niye bekliyorsun kadını?"

Soru sormaya çok hakkı varmış gibi olağanca sarf ettiği sözler karşısında histerik bir biçimde gülerken başımı iki yana salladım. Benimle dalga mı geçiyordu bilmiyordum. Yine bir anda çıkıp gelmişti hayatıma ve sanki hiçbir şey yokmuş da her şey normalmiş gibi benimle iletişim kurmaya çalışıyordu ya! Bana bir sinir geliyordu onu böyle gördükçe.

"Babam, ben ve metresi biz büyük bir aileyiz." dedim alayla. Amacım onu asla ciddiye almadığımı görmesi ve beni tekrardan tek başıma bırakıp gitmesiydi.

O geldiğinden beri kaçıncı olduğunu saymadığım bir göz devirme daha gerçekleştirdim. Yakında gözlerim şaşı falan kalacaktı böyle hareketler yapmaktan.

"Ben ciddiyim Lavinia!" diye homurdandı. İnat bakışları ısrarla üstümdeki varlığını sürdürüyordu. Onunla dalga geçtiğimin farkındaydı ve o gitmek bir yana dursun aksine iyice dibime gelerek önümde dizlerinin üzerine çökmüştü.

"Bende ciddiyim." dedim alaylı tavrıma devam ederek. "Kimim kaldı ki onlardan başka? Kim var yanımda?"

Yanımda onların olduğu falan yoktu. Ben doğduğumdan beri tektim aslında. Tıpkı şu anda da olduğu gibi ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. Ares artık bir şeylerimi paylaşacağım birisi değildi. O hakkını çoktan kaybetmişti.

"Onlar mı yanında?" dedi inanamazca. Kaşları hayret ve birazda sinirle havaya kalkmıştı.

Varlığından zaten şüpheli olduğum sabrımı zorlamaya başlayan adamla bezgin bir soluk verdim. Son derece ters olduğuna emin olduğum bakışlarımı ela harelerine çevirdiğimde artık daha fazla dalga ayağına gidemeyeceğimi anladım.

Yorgundum. Bunun o da pek ala farkındaydı ve şu anda cevaplamayacağımı bildiği halde sorular sorarak beni daha da yormaktan başka bir şey yapmıyordu. Kasıtlı mıydı bu hareketleri bilmiyordum. Gözüme pek de kasıtlı gibi gelmiyordu. Onun farklı bir karın ağrısı var gibiydi.

"Ne istiyorsun Ares?" dedim yorgunluğumu bu sefer gizlemeden açıkça sesime yansıtarak.

"Ne işler karıştırdığını anlamaya çalışıyorum." dedi o da son derece dürüst bir ifadeyle.

Gözlerimi devirdim. "Sanane ne karıştırıyorsam karıştırıyorum Ares."

Normal bir insanın on kere bozulup on beş kere terk edeceği yerde Ares artık arsızlık mı yoksa yüzsüzlük mü ya da şımarıklık mı demeliyim bilmiyorum artık her neyse hiçbir tepki vermiyordu. En azından benim amaçladığım tepkileri vermiyordu. Aksine her yeni hareketiyle içten içe kaşlarım bir kademe daha yukarı kalkıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Sözlerimin hiç kırıcı bir yanı yokmuş gibi yanıma hatta neredeyse kucağıma gelecek şekilde benim gibi yere oturarak sırtını benim yasladığım duvara yasladı. Bacaklarından birini kendisine çekerken diğerini sülalem rahat der gibi koridora uzatmıştı.

"Sen her ne kadar buna inanmayacak olsan da seni merak ediyorum." dedi.

İçimden 'Hangi yüzle?' diye naralar atarken dışımdan yalnızca "Ne çıkarın var bu merakının sonunda?" demiştim.

Pazularından sebep fazlasıyla iri olan kolu, kolumu neredeyse kaplayarak kapatırken fazlasıyla tensel bir temas içerisinde bulunduğumuzdan sözlerim üzerine bedeninin nasıl kasıldığı anında fark etmiştim.

Başımı ağır çekimde sağıma çevirerek tıpkı bedeni gibi kasılan suratına baktım. Bakışları dümdüz bir şekilde karşısındaydı. Yüz hatları gerilmesinden kaynaklı iyice belirginleşmişti. Ona dönmemle o da ağır çekimdeymişçesine başını yavaşça bana çevirdi.

Ela harelerinin tutunduğu renkli harelerim istemsizce titrerken sanki ona küfretmişim gibi bakıyordu bana. Yo hayır. Küfretmişim gibi değil sanki aileni ben öldürdüm demişim gibi bakıyordu.

"Sana ne açıklamam olursa olsun o günü unutmayacaksın değil mi?" dedi tok ama oldukça düşük bir desibelde. Ela harelerindeki matlık içimi ürpertti. Tek bir ışıltı bile yoktu. Göz rengi sanki koyulaşmış gibiydi ve bu koyulaşma iyi bir anlamda değildi.

Dilimi üst dişlerimin arkasına koyarak net bir ifadeyle 'cık' diye bir ses çıkarttım. "Unutmayacağım."

Anladım der gibi başını aşağı yukarı salladı tekrardan bakışları önüne dönerken. Soluk alışverişleri sıkıntılı bir hale bürünürken bir süre sessizce oturmamızı sürdürdük.

O gece dedesiyle yaptığı konuşmalar silinmeyecek derecede yer edinmişti zihnimin her bir kıvrımında. Bu uğradığım ilk ihanet değildi ama uğradığım ihanetler arasında ilk üçe girerdi. Birinci sıradaki babamı asla geçemezdi ama onun hemen altındaki Benay'ı üçüncü sıraya iterek ikiye yerleşmişti.

Yanımda aldığı her soluk alışverişinde soluklarının sesi kulağıma dolarken sol kolu boydan boya sağ koluma temas ediyor, zihnimde sevdiğim bir şarkının dizelerinin yankılanmasına sebep oluyordu.

Titrek bir soluk verdim. Bakışlarının üzerime döndüğünü hissettiğim esnada zihnimde dönüp duran şarkının sözlerini mırıldandım onun beni duyacağını bile bile.

"Toparladım bütün kırgınlıklarımı.
Yeniden saydım beni üzdüğün zamanları.
Yokluğunda çok düşündüm gelirsen ne yaparım diye.
O bile beni bu kadar üzmeye yetmedi."

Bakışlarının ağırlığı mırıldandığım her kelime üzerine daha da artarken ona döndüm usulca. Artık göz gözeydik.

"Ne olur tekrar yorma kendini.
Uğradığım ihanete gücüm yetmedi."

Duraksadım. Gelecek sözler gözlerimi buğulandırdı. Buna tezat olarak yarım yamalak zorlukla gülümsedim.

"Yaranamadım.
Sevdiremedim kendimi."

Göz bebeklerinin titrediğine an be an şahit oldum. Nefesini daha göz göze geldiğimiz ilk andan itibaren tuttuğunu biliyordum.

"Aklım ermedi.
Ne istedin de vermedim."

*** 

Lâldik. Bu kez lâl değildim. Lâldik. Ares'le beraber, birlikte.

Ne kadar süredir susuyorduk bilmiyordum ama bir saate yakın bir zaman diliminin geçtiğinin farkındaydım. Bunu artık uyuşukluktan ve zeminin soğukluğundan hissedemediğim kalçalarımdan anlayabiliyordum.

Derya teyze içeri girdiğinden beridir çıkmak nedir bilmiyordu. Merak ediyordum. İçeride neler oluyordu, durumlar ne alemdeydi, bebek nasıldı?

Bir şeyler bilmemenin verdiği huzursuzluk içimde an be an büyürken daha ne kadar bu şekilde sabredebilirdim bilmiyordum. Sabrımın bir sonu var mıydı çok merak ediyordum.

"Lâl." dedi hiç beklemediğim bir anda Ares.

Adımı mı kısaltmıştı yoksa başka bir şey mi demek istemişti anlamamıştım. Ama yine de buna rağmen ona döndüm. Hala daha dibimde oturmasını sürdürüyordu.

Dudaklarımdan tek bir kelime dökülmese de sadece ona dönmemle yetinerek konuşmasını sürdürdü.

"Sana her şeyi anlatsam beni anlar mısın?" dedi şüphe barındırdığı bir ses tonuyla. Şüphe duyduğu şey benim onu anlayıp anlamamam mıydı yoksa anlatacağı şeylerin gerçekliği miydi bilemedim.

"Bana bir şey anlatma." dedim açmak istediği konuyu hızlıca kestirip atarken.

Bir saattir sessizce yanımda oturuyor ve tıpkı benim gibi derin düşünceler içerisinde susuyordu. Neler düşündüğünü gram merak etmiyordum. O geceye dair anlatmak istediği şeyleri de merak etmiyordum.

Öğreneceğim her yeni şey bana ekstra bir yük demekti ve benim daha fazla yüke değil zaten var olan yükleri üzerimden atmaya ihtiyacım vardı. Karşımda bir şeyler anlatmaya ne kadar hevesli bir adam duruyor olursa olsun bu beni gram etkilemiyordu. Bu adamın Ares olması bile bir şeyleri değiştirmiyordu. Yorgundum. Biraz dinlememe neden izin vermiyorlardı?

"Lavinia." dedi bu kez adımı tam telaffuz ederken. Sesi yapma der gibiydi.

Dikkatli bakışlarımı bir süre üzerinde tuttum. Uzun sayılmayacak kadar kısa ama ağırca yüzünün her bir milimini inceleyecek kadar uzun baktım. Yorgun gözüküyordu, en az benim kadar.

"Ares." dedim aynı onun adımı telaffuz ettiği şekilde. Benim sesim onunkisinin aksine bangır bangır bağırıyordu yapma diye.

"Yanımda olmanı istiyorum ama bunun olması için senin beni anlaman lazım. Bunun içinse ilk önce beni dinlemen gerekiyor."

Çok şey olsun istiyordu, çok şey istiyordu. Bakışlarımı kaçırdım yakışıklı suretinden. Ne yazık ki onun istediği şeyleri bende istiyordum. Her ne kadar içten içe bunun için kendimi kandırmaya çalışsam da gerçek buydu. Lanet olsun ki gerçek buydu.

Ne yaparsam ya da ne dersem bu konu şimdilik kapanır diye düşünürken dikkatimi ameliyathane kapısındaki hareketlilik çekti. Aralanan kapıdan Derya teyze yanında bir hemşireyle çıkarken bakışları doğrudan beni bulmuştu.

Oturduğum yerden uyuşan kalçam ve bacaklarıma rağmen hızlıca kalkarken o çoktan yanındaki kişiyle ayrılmış ve bana doğru gelmeye başlamıştı. Bakışları bir anlık tıpkı benim gibi ayaklanan ve yanımda yerini alan Ares'e kaysa da onda çok oyalanmadı. Muhatabı direkt benken tam karşımda durdu.

"Nedir durum? Neden hemen çıkamadın içeriden?" dedim bir solukta.

Yüzündeki yorgunluk ameliyathaneye girmeden öncekinden bir tık fazla gelirken gözüme bunu nöbette oluşuna yordum. Sonuçta sağlıkçılar gece nöbetlerinde yorulurlardı ve bu gayet normaldi.

Sırtıma değen Ares'in gövdesine aldırmadan tüm dikkatimi Derya teyzede tutarken bana iyi bir şeyler demesini bekledim.

"İçerisi biraz karışıktı ondan hemen çıkamadım. Ben girmeseydim zaten diğer nöbetçi ebe beni çağıracakmış." dedi yorgunluğunu ayan beyan belli eden bir sesle.

Kaşlarım sözlerinde herhangi olumlu bir cümle bulamamın verdiği gerginlikle çatılırken tekrardan konuştum. "Ahu ve bebek nasıl?" dedim bu kez direkt asıl konuya girerek.

Sözlerim ve aceleci tavrım üzerine sanki hiç gelmek istemediği bir konuya gelmişim gibi suratını yere eğen kadınla içimde daha önce çok acı bir biçimde tattığım o his tekrardan doğru.

"Ahu'nun durumu şu anlık kritik, yoğun bakıma alıyorlardı az önce."

Bu bilginin hiçbir iyi yanı olmazken bedenimin anlık bir titremeye maruz kaldığını hissettim. Ellerimin dahası mümkünmüş gibi bir tık daha soğuduğunu hissederken ardımdaki Ares'in hareketlendiğini, bir elini belli belirsiz belime koyduğunu hissettim.

"Bebek?" dedim umudumu yitirmemeye çalışarak. Ama bu sorumun son umudu barındırdığını çok iyi biliyordum.

Karşımdaki kadının sıkkın halleri o son umudun hasara uğramasına sebebiyet verirken en son dayanamayarak sarf ettiği sözlerle yarattığı hasarı tamamen bir yıkıma çevirdi.

"Bebek öldü, üzgünüm ama ne yaptılarsa onu kurtaramadılar."

O tanıdık his galiba beni hiç terk etmeyecekti. O his bana hep ölüm getirmişti ve galiba artık lanetlerimden biri haline gelmişti.

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz?

Etkileşimde bulunmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 26.11.2024 19:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...