Ben geldim!
"Ben sana gözüme gözükme demedim mi pezevenk?" diyerek bir hışım yataktan çıkan Ares hiç de sakin gözükmezken gözüme bende hemen refleks halinde harekete geçtim. Dizlerimin üzerinde kalkarak yatağın ucuna doğru kestirme bir yolla hızlıca giderken son anda Ares'in kolunu yakalayarak asıldım. Bu esnada dengemi sağlayamayıp Ares'e doğru yan bir biçimde düşerken o da refleks halinde kollarını bana sararak yatağın üzerinde durmamı sağladı. Az kalsın yataktan aşağı düşüyordum!
"Ay dur!" diyerek kayan ellerimi kaslı ve sinirden damarları belirginleşen kolunda sabitledim.
Ares'in az kalsın üzerine atlayacağı Tamer korkusu bariz bir biçimde Tamay'ın arkasına saklanırken yiğitliğine de bok sürdürmüyordu.
"Demirden korksak oğluna kardeşim demezdik!"
Son derece konforsuz duruşumla hala Ares'in koluna asılırken Tamer'in asla komik olmayan ironili konuşmasına gözlerimi devirdim. Bir söz bu kadar olaya uyulmayacak bir biçimde çevrilemezdi yani!
"O söz trene binmezdik değil miydi ya?" diyerek ortamı iyice saçma bir kıvama sokan Tamay'ı Bars kolunun altına aldı.
"Gel sevgilim sen şöyle karıştırma iyice ortalığı."
Önünden çekilen Tamay'la bir adım geriye giden Tamer'in haline bir an gülesim geldi ama kendimi tuttum. Ellerimin altındaki kol fazlasıyla gergin olup kaskatı kesilmişken ona odaklanmam gerektiğinin farkına vararak sakinleşmesini istercesine işaret parmağımla okşamaya başladım.
"Ben size gelmeyeceksiniz demedim mi? Neden benim lafım dinlenmiyor anasını satayım!"
Evet sakinleşmek bir yana dursun iyice şişen Ares'e nasıl bir müdahalede bulunmam gerektiğini bilmiyordum. Hoş herhangi bir müdahalede bulunmam gerek mi onu da bilmiyordum. Tamamen refleks halinde bir müdahalede bulunmuştum.
"Daha ne kadar bizden kaçabilirsin Ares? Biz senin aileniz ve sen sanki senin kötülüğünü istiyormuşuz da senin düşmanınmışız gibi davranıyorsun bize. Görüşmemiz gerekiyor ve de konuşmamız."
Tamay'ın sözlerine herhangi bir tepki vermemek için bu kez ben kasılıp kaldım. Bayramlık ağzımı açsam neler çıkacaktı da işte neyse! Hiç uğraşamazdım şu anda kimseyle.
Uzun bir aradan sonra mis gibi bir uyku çekmişim, güne gayet güzel başlamışım dakika bir gol bir başıma gelenlere bak! Hayır değil evi direkt yatak odasını basmışlardı bir de!
Hani bir tek bu oda değil bu kat bize! aitti Ares?
"Sizden kaçtığım falan yok ben direkt sizi görmek istemiyorum."
Gittikçe ağırlaşan sözlerin sahibine, elleri hala daha bedenimde sabit olan adama döndüm. Sanırım artık müdahalenin vakti gelmişti çünkü işler kızışacak gibi duruyordu.
"Biraz sakin mi olsan?" dedim Ares'e doğru. Konuşmamla anında bana dönen adama imayla kaldırdığım kaşlarımla baktım. Bakışlarımdan bence bir şeyler anlamalıydı. Daha biz hiçbir şeyi netliğe kavuşturamamışken şu anda yeni bir kaosa gelemezdim. Şayet halletmemiz gereken çokça önemli meseleler vardı.
Birkaç saniyelik bakışmanın ardından derin bir nefes alarak tekrardan muhteşem üçlüye döndü Ares.
"Bars, Kibar teyzeye söyle kahvaltı hazırlamaya başlasınlar." dedi son derece sakin bir ifadeyle ardından sağ elini sardığı bedenimden çekerek işaret parmağını karşısındakilere doğru salladı. "Ve bir daha sizi bu katta asla görmeyeceğim. Bu kata çıkış yasak!"
Takıldığım tek nokta 'başlasınlar!' kısmı olurken kalkık kaşlarım usulca yerlerine döndüler. Kibar teyzeyi eski evden biliyordum ama az önce kast edilen diğer kişilere dair hiçbir fikrim yoktu. Biz şimdi bu evde kaç kişiydik alooo! Kapıda zaten bir ton insan varken evin içi de mi aynı şekildeydi? Ben insan sevmezken burnumun dibinde bu kadar da istenmeyen ot çıkması sence de biraz abartı değil miydi Ares?
"Tamamdır dostum biz sizi aşağıda bekliyoruz." diyerek tabiri caizse Tamer ve Tamay ikilisini enselerinden tutarak geldikleri gibi götürdü Bars.
Fazla gereksiz bir temas halinde olduğum Ares'ten hızla uzaklaşırken yataktan çıktım. "Muhteşem bir gün ve muhteşem bir başlangıç!" diye homurdanarak doğruca odanın içerisindeki banyoya girdim.
Kapıyı arkamdan kapatarak kilitlerken Ares'in homurdanmasını belli belirsiz duydum. "Sokacağım böyle işin içine ama!"
***
Asla gereksiz gurur ve fakir edebiyatı yapmadan banyoya benim için konulan son derece pahalı ürünlerle uzun uzadıya bakım yaparak pek de hoş olmayan bir başlangıç yaptığım günümü güzelleştirmeye çalıştım. Bu süreçte Ares'i hatırı sayılır bir süre beklettikten sonra en son kilitli banyo kapısının arkasındaki homurdanmalarına dayanamayarak banyodan çıktım ve giyinme odasına geçtim.
Dışarısının soğukluğuna tezat içerisi hala daha çok sıcak olan evden dolayı üzerime ince, tüm bedenimi saran yüksek bel siyah bir tayt ve onun üzerine tam göğüs altımda biten ve taytın bitişiyle arasında birkaç santim tenimde açıklık bırakan uzun kollu bisiklet yaka siyah bir bluz giyindim. Ayaklarıma çorap bile geçirmeden yatak odasına geçerek makyaj masasına yöneldim. Elbette makyaj yapmayacaktım.
Son derece konforlu olan pufa oturduktan sonra aynadaki yansımama baktım. Son zamanlarımın en iyi uykusunu yapmış olduğumdan oldukça iyi görünüyordum. Tabi bunda az önce yaptığım bakımların da etkisi elbetteki vardı. Uyandığımda birbirine girmiş olan saçlarımı az önce banyoda taradığımdan hiç yoktan daha iyi görünüyorlardı ama ben bununla yetinmedim. Makyaj masasının çekmecelerini karıştırarak bulduğum kıskıslı tokayla salaş bir biçimde saçlarımı topladım.
Ben tüm bunları yaparken Ares'te sırasıyla ben çıktığım gibi banyoya girmiş ardındansa giyinme odasına geçmişti. Şu anda da giyinme odasından çıkmış yatak odasının orta yerinde öylece dikilerek beni seyrediyordu. O da üzerine siyah eşofman ve siyah tişört giyinerek bana ayak uydurmuştu.
Aynadan kesişen bakışlarımızla kaşlarımı çattım. "Neye bakıyorsun?" diye sert bir biçimde konuştum. Dikkatli bakışlarından rahatsızlık duyduğumu belli etme niyetiyle oldukça asabi bir hale bürünmüştüm.
Konuşmamla bakışları gözlerimden çekilerek bedenime kaydı. Ağır ağır bedenimi arkadan süzen adama ters bakışlarla bakmamı sürdürdüm. Sapık mıydı neye bakıyordu?
"Şu bele bak! Kaç kilosun kızım sen bu hal ne? Belini ölçsem on yirmi santim anca çıkar!"
Gözlerimi devirerek oturduğum yerden ayaklandım. "Biraz daha abart istersen!"
Kaşları çatılan bu kez Ares oldu. "Ne abartması anasını satayım! Ayakkabı bağcığımı beline sarmaya kalksam üç tur döner!"
Millet bu inceliğe sahip olmak için aç yatıp aç kalkıyor, üstelik elin adamları eşleri böyle olsun diye kurşun atıp kurşun yiyor ama sen... Bu yaptığın kesinlikle nankörlük Ares!
"Beden benim değil mi sana ne oluyor? Sana ne Ares?"
Homurdana homurdana yatak odasını terk ederken son derece havalı ve bir o kadarda hızlı ilerlemeye başladım. Her ne kadar nereye gideceğimi bilmesem de yiğitliğe bok sürdürmemek için asla bir şey belli etmezken merdivenleri tek tek inmeye başladım. Ne de olsa hemen arkamda olan adam yanlış bir şeyde beni uyarırdı. Yani uyarır diye umuyordum.
Dönemeçli yirmi iki basamaklı tek parça merdiveni bitirdikten sonra ulaştığım katı göz ucuyla süzdüm. Kapıları kapalı odalarla doğru katta olmadığıma kıvrak bir düşünceyle karar kıldıktan sonra az önceki gibi olan bir merdiveni daha aştım. Hem dün gece kaldığımız kata çıkmak için baya kat çıkmıştık sanırım? Yani pek emin olmayarak böyle hatırlıyordum.
İkinci yirmi iki basamaklı merdivenin sonunda yine bir kata ulaştığımda hala daha girişe ulaşmadığımı birkaç saniyelik duraksamayla fark ettim. Sağ olsun hemen arkamdaki Ares nereye gideceğim konusunda asla yardımcı olmazken dönüp ağzının ortasına bir tane çarpasım geldi.
Üçüncü kez merdivenlere yönelerek tekrardan aşağı inmeye devam ettiğimde birazdan cehennemin yedinci katına ulaşacağıma dair düşünceler oluştu zihnimde. İn in bitmiyordu be!
Merdivenlerin tekrardan bitmesiyle derin bir soluk verecekken merdivenlerin hala daha aşağı doğru devam ettiğini görmemle az kalsın cıngar çıkartacaktım. Bir kat daha mı ineceğiz diye düşüne düşüne etrafa bakarken sonunda Ares olaya müdahale etme gereksiniminde bulundu.
"Giriş kattayız şu an. Oturma odaları, mutfak falan burada. Sağdan ilerleyeceğiz mutfak biraz ileride."
Ona doğru döndüm. Bakışlarımız birbirine denk düştüğünde bariz bir biçimde gözlerimi devirdim. Sağ ol paşam biraz erken davrandın bilgilendirme için ama neyse! Hiçbir şey söylemeden önüme dönerek dediği yere doğru ilerledim.
Ev de evin olduğu alanda kocamandı ve burada ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum. Kaybolup durmasam iyiydi. Ömrümün geri kalanında sürekli yol bulmakla uğraşamazdım.
Bolca düşünce ve çokça gerginlikle sonunda mutfağa girerken birkaç adım sonra duraksadım. Oldukça büyük, beyaz ve grinin her tonuna ev sahipliği yapan son derece teknolojik ve şık duran mutfak beni etkilese de bunun etkisini yaşamayı sonraya bıraktım.
Bakışlarım mutfakta ilk Kibar teyzeyle kesişirken onun yanındaki iki yabancı kadına nötr bir ifadeyle baktım. Muhteşem üçlü tıpkı eski evdeki gibi mutfağın köşesinde bulunan, eskisine nazaran daha geniş olan oturma grubunda hazır kahvaltı masasının başında oturuyorlardı.
Benim girmemle büyük bir sessizliğe bürünen mutfakla tüm bakışlar üzerimde toplanırken hemen arkamda onun bedenini hissettim. İlk sırtıma yasladığı gövdesi ve sonrasında belime sardığı eliyle bedenime gıcığı olduğum bir rahatlama ve adını bulamadığım bir his bırakan Ares'e sokuldum istemsizce.
Kibar teyze ve yanındaki iki kadına hitaben konuştu Ares. "Kolay gelsin."
"Teşekkürler oğlum." diye karşılık verdi yüzündeki tebessümle ardından bakışları bana döndü. Yüzündeki gülümseme daha da büyürken bu kez bana hitaben konuşmaya başladı. "Sende hoş geldin kızım. Bir an hiç geri dönmeyeceksin sandım vallaha."
İnanır mısın bilmem bende öyle sanıyordum canım ya diye düşünürken, "Hoş buldum." dedim yarım ağız bir şekilde.
Bakışlarımı bana dikkatle bakan kadınlardan alarak mutfağın içerisinde gelişi güzel dolandırırken Ares'in belimde olan eliyle beni yönlendirmesine izin verdim. Adımlarımız doğrudan kahvaltı masasına giderken Ares, kendisini tur rehberi havasına sokarak bugün her şeyi en ince ayrıntısına kadar açıklayacakmış izlenimi veriyordu.
"Kibar teyzeyi zaten biliyorsun yanındakiler Hasibe abla ve Vida Abla. Evimizin yatılı çalışanları."
"Evimizin yatılı çalışanları derken?" dedim hazır cevap bir biçimde hemen. Kaşlarım çoktan çatılmıştı.
Ares sanırsam kendini iyice kaptırmış gidiyordu bir yerlere ama farkında olmadığı bir şey vardı ki o da yaptığı bu yolculukta benim yanında olmadığımdı.
"Lavinia her şeyi anlamamazlığa vurup konuları uzatmasan mı daha fazla?"
Gözlerimi devirdim. Adama bak oldu olacak sağlam bir azar da çek tam olsun! Sanırsın buradaki mağdur o! Ulan çevrilen oyunların hepsi benim arkamdan çevrildi! Tamam belki bende bir şeyler çevirmiş olabilirim ama şu anda konumuz bu mu?
"Konuları anlamadığımdan değil senin beni anlamadığından soruyor olabilir miyim acaba?" dedim agresif bir şekilde. Bu esnada kahvaltı masasına çoktan varmıştık.
Masaya bizden önce kurulmuş hatta ve hatta kahvaltıya ufaktan başlamış olan muhteşem üçlüye göz ucuyla bakarken Tamer'in en az benim kadar agresif çıkan homurtusunu duydum.
"Bunlar başlamış bile birbirlerini yemeye. Hem de her anlamda!"
Duyduklarımla gözlerim irileşirken nefesimi tuttum. Ares'in benim için işaret ettiği yere ters tavırlarla otururken bu kez Tamay'ın fazla neşeli kıkırtısı kulaklarıma doldu.
"Sevdadandır dedi annem aldırma!"
Eski evdeki gibi ama ondan daha büyük olan oturma grubunda en başa yine ben ve Ares otururken masa oturma düzenimiz tıpkı eskisi gibiydi. Ares'te hemen dibimde yerini alırken Tamay'ın neşeli haline çaktırmadan bıyık altı gülüşüyle katıldı ama mırıltılarını bir tek ben duydum.
İçimden sabır çeke çeke Ares'in olabildiğince uzağına kayarken dudaklarımı birbirine sımsıkı bastırdım. Ağzımı açsam kesin bir küfür çıkacaktı ama kendimi tutmam lazımdı. Henüz çirkefleşmek için erkendi.
Oturduğum yerde önce önümdeki donatılmış masaya ardındansa bu masayı hazırlamış kadınlara baktım. Hasibe ve Vida isimli kadınları uzunca süzerken bir tanesinin farklı bir kökeni olduğunu fark ettim. Yüz tipi hiç de Türk'e benzemeyen kadının Vida olduğunu düşündüm. Çünkü sanmıyorum ki bir Türk ailesi kızlarına Vida ismini koysun.
Yine üstün zekamla vardığım kanıdan dolayı kendi kendimi tebrik ettim. Zeki kadındım vesselam!
"Artık yemeye başlayabilir miyiz?" deyip homurdanarak konuşmasını sürdüren Tamer'e baktım ters ters.
"Başlamışsın zaten yemeye neyin şovunu yapıyorsun ye işte!"
Tamer kendisine çemkirmemi hiç beklemezmiş gibi ağzına tıktığı koca bir çatal patates kızartmasıyla bana bakakaldı. Uzun dilim patateslerin hepsi ağzına sığmazken dışarı doğru taşmış böylelikle ağzının yarım açık kalmasını sağlamışken bir de onda yarattığım şokla iyice aralanmıştı ağzı. Şu anda oldukça komik bir görüntü sunan adama gülmemek için kendimi zor tutarken bakışlarımı hızla ondan kaçırdım ve masaya döndüm.
Agresif hareketlerle önümdeki servis tabağını doldurmaya başladığımda tepkilerimin asıl sahibi olan adam dışında herkesi etkilediğimi fark ettim. Ares oldukça rahat bir biçimde çoktan kahvaltısına başlamış üstüne üstlük irice aldığı bir yudumla çayını bile yarılamıştı. Yan bakışla fark ettiğim ayrıntıları görmezden gelirken bende ağzıma birkaç lokma bir şey attım.
"Bu da bir gitti komple değişmiş anasını satayım!" diye dolu ağız konuştu Tamer sonunda şoktan çıkmayı başararak. Sanırım benim başlardaki iyi hallerimi mumla arayacaklarını yeni fark etmişti. Tamay ve Bars'ta bana tuhaf bakışlar atarken Tamer Ares'e doğru konuştu bu sefer yine ağzı dolu bir biçimde.
"Bu hep böyle bize çemkirecek mi ya?" derken bir yandan da elindeki çatalla beni işaret ediyordu.
Rahat tavırlarla kahvaltısına asla ara vermeyen adam, sağ elinde bıçak sol elinde çatal önündeki omleti son derece cool hareketlerle keserken Tamer'e göz ucuyla bile bakmadan konuştu.
"Bu da böyle çıktı. Aldık bir kere yapacak bir şey yok az idare edin."
Bu kez Tamer'in şok haline bende ağzım hafif açık bir biçimde eşlik ederken Ares'e döndüm hızla. Neler diyordu bu adam böyle?!
"Sana beni idare et diyen mi var? Bıraksaydın beni kalsaydım evimde! Ne var geldin peşimden, ayrılmıyorsun dibimden?"
Burnumdan soluya soluya ağzıma koca bir parça ekmek tıkarken hemen peşine patates kızartmasına dadandım. Sanırsın ayaklarına kapandık beni al beni al diye! Hayır evde kalmıştım da benim mi haberim yoktu? Koca arayışına girip al beni mi demiştim? Ne oluyordu yani!
Ares'in sonunda dikkatini çekmiş olacağım ki yaptığı kahvaltısına ara vererek bana ters bakışlar attığını göz ucuyla gördüm. Ağzındaki lokmayı ağırca yutarak elindeki bardağı masaya bıraktı.
Söylediği iki kelime boğazıma irice bir düğüm attı. Ev dediği bu lüks hapishaneyse evimde değildim. Ama dört duvar, bir çatı hissiyatı veren bedeninden bahsediyorsa ev diye bunu kabul etmeyi bir düşünebilirdim. Her ne kadar bundan onun uzun, çok uzun bir süre haberi olmayacak olsa da bunu önemsemedim.
Ağzımın içindeki lokmayı zar zor yutarak gözlerini üzerimde sabitleyen adama bakmaktan kaçındım. Her ne olmuşsa ondaki bu değişime içten içe hala daha şaşırmadan edemiyordum. Ne olmuştu bilmiyordum ama bunu gerçekten de merak ediyordum.
Ne yapmam gerektiğini bilmeyerek bocalayıp duruyordum o peşimden geldiğinden beri. Bu bocalamayı ya halledecektim içimde ya da batacaktım. Başka bir yol göremiyordum. Görmekten öte bilmiyordum da.
Tıpkı ne yapmam gerektiğini bilmediğim, kendimi anlamadığım ve hislerimi anlamlandıramadığım gibi.
Bir anda sessizleşen masa ve boğazıma dizilen lokmalarla elime çay bardağını alırken Ares'in bir şey hatırlamışçasına muhteşem üçlüye dönüp konuşması hiç beklenmeyen bir anda olmuştu.
"Sizde ne zıkkımlanıyorsanız zıkkımlanıp defolup gidin!"
***
Sert rüzgâr kalın ve gür saç tellerimin arasından acımasızca geçip giderken gerisinde onları darmadağın bırakıyordu. Derin bir nefes çektim içime. Dün geceki çitlerin oraya gitmeye karar verdiğimde üzerime aldığım kalın şala daha sıkı sarıldım. Bahçeye çıktığımdan beri zihnimde yankılanıp duran şarkıyı mırıldandım usulca.
"Gidecek yerin yok, çalacak bir kapın yok.
Anlarsın yalnız kaldın mı bu dünyada.
Diyecek sözün çok ama dinleyen yok.
Yoruldum yanlış sevmekten yalan dünya."
Bakışlarımı önümde boylu boyunca uzanan, hırçın dalgalara ev sahipliği yapan denizde dolaştırdım. Karadeniz diğer denizlere nazaran çokça agresif ve korkutucu gelmişti hep gözüme. Hala daha öyleydi. Görüntüsü bile beni korkutmaya yetiyordu. Oldukça öfkeli görünüyordu.
Bir deniz nasıl öfkeli görünebilirdi?
Bilmiyordum. Karşımdaki manzara bana nedense babama karşı hissettiğim öfkeyi anımsatıyordu. Belki daha fazlasını ama asla daha azını değil.
Sofradaki son konuşma benim için Ares'in evimde olduğumu söylediği kısım olurken ağzımı açıp da ona herhangi bir itirazda bulunmamıştım. Bu onun dediklerini kabul ettiğimden değil onunla daha fazla uğraşmak istemediğimdendi ve bunu masadaki herkes gibi o da pek ala biliyordu.
Pek de bir şey yemediğim kahvaltı faslı yalnızca muhteşem üçlünün konuştuğu ve ısrarla Ares'i de bu konuşmaya dahil etmeye çalıştığı bir şekilde geçmişti. Her ne kadar kahvaltının başında Ares onlara defolun gidin dese de onlar bunu hiç önemsememiş gibiydi. Kimse bana laf atmazken buna Ares'te dahildi. Sadece sık sık bakışlarıyla beni kontrol etmişti.
Kahvaltının yalnızca on dokuzuncu dakikasına kadar tahammül edebilirken dakikalar yirmiyi bulmadan masadan kalkmış, Kibar teyzeden bir şal ve terlik istemiş ve kendimi hemen buraya atmıştım.
Çıplak ayaklarım her ne kadar pek sıcak olmasa da dışarı çıktığım an iyice buz kesmişti ve bu takıldığım bir şey kesinlikle değildi. Bir an olsun yalnız kalabilmek ve temiz hava solumak bana oldukça iyi gelmişti. Biraz olsun sakin bir kafayla olanı biteni düşünmem gerekiyordu ve şu anda bunun için oldukça elverişli bir ortamdaydım. Hem manzarada her ne kadar korkutsa da içten içe biliyordum ki oldukça büyüleyiciydi.
Buraya hem zorla hem de istemem yan cebime koy bir biçimde gelmiştim. Bundan sonra ne olacaktı bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini, nasıl davranmam gerektiğini ve neye karar vermem gerektiğini de bilmiyordum. Kalbimin sesini dinlememem adına beynim uyarı verip duruyordu ama ben onun dediklerini tam anlamıyla dün gece onunla aynı yatakta uyuyarak ihlal etmiştim.
Dedikleri doğru muydu, ona inanmalı mıydım ve bir kez daha ona güvenip yeni bir şans tanımalı mıydım? Kafamın içi birden çok uğultularla doluydu. Ne uğultuları net bir biçimde duyabiliyordum ne de sesleri susturabiliyordum.
Her an bir fırtına çıkacakmışçasına sert esen rüzgâr ve kara bulutlarla doluşan hava içime olağanın aksine bir ferahlık verirken kendimi sakinleştirmem adına bana yardımcı oluyordu. Derin derin soluklanmalarımı sürdürürken arkamda bir hareketlilik sezdim. Bu hareketlilik malikanenin etrafında tur atan adamlardan değil de bana doğru yaklaşmakta olan bir şeyden geldiğini idrak etmem yalnızca beş saniyemi aldı.
Denize doğru dönük bedenimle olduğum yerde hareketsizce dikilmemi sürdürürken artık kulağıma denizin hırçın dalgalarının sesi değil ezilen çimlerin sesi doluyordu. Tüm dikkatim arkamdan bana yaklaşan kişideydi. Çok değil bir dakika bile sürmeden belime sarılan kollarla burnuma dolan tanıdık koku gelenin kim olduğunu ifşaladı.
"Üzerine şal almayı akıl edip ayaklarına bir çorap bile giymemen sanırım tamamen inattan." dedi kızdığını ses tonundan fazlasıyla belli ederken.
Sırtıma yasladığı gövdesine ve sıcak sinesine iyice sokulurken hareketlerime tezat bir biçimde homurdandım. "Bu seni hiç alakadar etmez."
Burnundan sesli bir soluk sesi çıkartarak güldü. "Memati Baş mısın kızım sen? Hayırdır ne bu raconlar?"
Sorduğu sorulara verebileceğim herhangi bir yanıtım yoktu. İyice ağır abilere dönmüştüm. Sanırım bunun nedeni tüm zorluklara tek başıma göğüs germem olsa gerekti. Hayat beni sınarken güçlendirmiş, güçlendirirken de kırolaştırmıştı.
"Senden yana bir sıkıntım olursa kafana sıkarım, rahat ol." dedim sorusuna karşılık olarak alakasızda olsa yine bir Memati Baş repliği kullanarak. Sesim her ne kadar normal bir tonda çıksa da onunla eğlendiğim pek ala belli oluyordu.
Sözlerime karşılık bu kez sesli bir biçimde güldü. Gülüşüyle sarsılan gövdesinden bir nebze uzaklaşmak zorunda kaldım ama o bunu hemen fark etmiş gibi belimdeki kollarını daha da sıkılaştırarak başını boynuma gömdü.
"Ben sana gülüm demem gülün ömrü az olur." dedi en sonunda o da bana eşlik ederek.
Bu kez ben güldüm açık seçik. Belimdeki ellerinin üzerine kendi ellerimi koydum. Benim buz tutmuş ellerimi hızla sardı sıcak elleri.
"Aşk istemem o beni öldürür." dedim büyük bir imayla bu kez de. Gülmem çoktan durmuştu. Ses tonum az önceki gibi eğlenceli çıkmasa da çok da nötr değildi.
Burnunu boynuma sürte sürte durdu bir süre öylece. Bu süreçte bana herhangi bir karşılık vermedi. Arada boynuma uzunca birkaç öpücük kondurdu.
Sarmaş dolaş halimizin üçüncü veya dördüncü dakikasında başını boynumdan çekti. İlk önce sıcak nefesini ardındansa dudaklarını kulak hizamda hissettim.
"Sana söz veriyorum her şeyi halledeceğiz." dedi. Bir süre yutkunamadım.
Bana bunu yapmamalıydı. Beni kendine tekrar inandırmamalıydı. Eğer ona tekrar inanırsam ve o beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratırsa bu kez intihar olurdu bu. Benim intiharım.
"Yaşadıkların bir gün unutulur belki ama yaşattıkların asla unutulmaz." dedim bedeninin ve sözlerinin etkisinden çıkmak istercesine bir Memati Baş repliğiyle daha bu kez kaçamak bir yanıt vererek.
Sırtımı yasladığım bedeni kasılıp kaldı. Sanırım sözlerimin tesiri bedeninde oldukça büyük bir etki bıraktı. Belimdeki elimi tutan elleri sıkılaştı ardından hiç beklemediğim bir anda bedenimi kendisine çevirdi.
"Lavinia." dedi 'yapma' der gibi.
Bakışlarımı kaçırdım tutsağı olmaktan korktuğum ela harelerinden. Konuşmak istemiyordum bu konuları. En azından önümüzdeki beş on sene falan.
Tamamen sussak ve hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam etsek olmaz mıydı? Geçmişten olan her şeyi unutup ya da unutmuş gibi yapıp önümüzdeki sayılı günleri olabildiğince huzurlu ve mutlu geçirmeye çalışsak?
Sanırım bu imkânsız bir şeydi. Ben onun arkamdan planladıklarını unutsam o benim onun arkasından ailesinin katiliyle çevirdiğim işi unutabilecek miydi? O her ne kadar tüm bunların hepsi başka bir plan içindi dese de o zamanlar içinde sıkışıp kaldığım ve büyük bir sancıyla kıvrandığım acıları unutturur muydu bana? Ya da o acıları hiç yaşanmamış kılar mıydı? Sanmıyordum.
"Halledeceğiz." dedi bir kez daha bu sefer üzerine bastıra bastıra.
Ona ufak bir ışık yakmam adına gözleri renkli harelerimin içine hevesle bakıyordu ama ben ona bakamıyordum. Korkuyordum ve o bunu görebiliyordu biliyordum. Beni eninde sonunda ikna edecekti bunu da her ne kadar kabul etmek istemesem de biliyordum. Buraya gelmemem, onunla dönmemem lazımdı. Hata yapmıştım. Her ne kadar böyle hissedemesem de bunu biliyordum.
Bilmediğim tek bir şey vardı bu konuda o da yaptığım hatanın hayatımı iyiye mi yoksa daha da kötüye mi sürükleyeceğiydi.
"Her ağız söz verebilir ama her yürek verilen sözleri tutamaz." dedim kaçırdığım bakışlarımı solumda kalan deniz manzarasında dolaştırarak. Ardından derin nefes eşliğinde Ares'e doğru döndüm. Ondan hiçbir zaman gerçekten de kendi isteğimle kaçamayacağımı biliyordum. "Söylesene sana neden tekrar inanıp güveneyim?"
Yutkundu. Bu sert bir yutkunuştu. Söylediğim sözlerin boğazındaki düğüme takılıp geçemediği ve onu boğulmaya sürüklediği bir yutkunuş.
Bu sefer gözlerini kaçıran taraf o olurken içimi bir anda büyük bir korku saldı. Pes mi ediyordu? Beni ikna edecek ve ona olan güvensizliğimi haksız çıkartacak sözleri yok muydu? Yaptığı en ufak bir harekete beynim bir anda binlerce olumsuz durum yüklerken o beni yanıltacak ve içimi bir nebzede olsa rahatlatacak sözlerini denize bakarak sarf etti.
"Sana nasıl bir güvensizlik verdim ve bunu nasıl yok edeceğim inan bilmiyorum." dedi oldukça düşük bir ses tonuyla. Ardından bakışları bana döndü usulca. Ses tonu gittikçe kısılırken konuşmasına devam etti. "O kadar kırılmışsın ki." Derin bir nefes aldı gözlerimin içine bakarak. "Sınırların o kadar keskin ki bir tek o sınırdan geçmek isteyenleri değil seni de kesip kanatıyor. Ben bunu nasıl aşacağım? Seni nasıl iyileştireceğimi bilmiyorum ve bu beni mahvediyor."
Bu kez yutkunan ve yutkunduklarını yutamayan bendim. Boğazımda ve burnumda eş zamanlı bir sancı oluştu. Sanırım gözlerim doluyordu.
"Çok sevsen... Her şeyden ve herkesten çok sevsen." dedim sözlerimi beynimin süzgecinden geçmesine fırsat tanımadan bir anda. Ve ekledim, "Bir tek bana olsan, ömrünü ömrüme adasan." Sustum. Daha fazla konuşamadım. Sertçe esen rüzgâr ve buz gibi hava bedenimi oldukça güçlü bir biçimde titretirken bir an kendime gelir gibi oldum. Şu anda ondan resmen sevgi dileniyor gibiydim. Hatta belki de gibisi fazlaydı bu cümlenin.
Ellerinin esaretinden birkaç adım geriye giderek kurtuldum. Kendimi bu kadar küçük düşürmemeliydim. Ama o bir an içimi gördüğünü ve beni anladığını belli ederek öyle bir konuşmuştu ki sanki benliğimin kontrolünü kaybetmiştim.
Buğulanan bakışlarımı titreyen ellerimle ovuşturarak geçiştirdim. Sesli bir biçimde burnumu içime çektim.
"Lavinia!" dedi Ares bana doğru irice bir adım atarak.
Ondan kaçırdığım bakışlarımı hızla ona çevirerek sağ elimi durması adına havaya kaldırdım. "Ben... Ben saçmaladım. Tüm dediklerimi unut. Evet kırıldım ama bu benim problemim ve ben başımın çaresine bakarım. Hep baktım yine bakarım."
Sözlerimi oldukça hissiz bir sesle sarf edip hızla ona arkamı dönerek malikaneye doğru ilerlemeye başladım. Bu esnada karşıdan bahçede dolaşan adamlara çok benzeyen ve büyük ihtimalle onlardan biri olan bir adam koşar adımlarla buraya doğru geliyordu.
Hızlı adımlarım gördüğüm manzarayla önce yavaşlayıp ardından tamamen dururken hemen arkamda Ares'in varlığını hissettim. İçime doluşan kötü şeyler olacakmış hissi bedenimi kaskatı keserken Ares bunu hissetmişçesine elini belime koydu.
Gittikçe bize yaklaşan adamın tamamen yanımıza varmasına ve konuşmasına fırsat vermeden ilk Ares konuştu. "Ne oluyor Ahmet?" dedi katı bir ses tonuyla hesap sorar bir biçimde.
Çok değil beş on saniye içerisinde karşımızda suratı az kızarmış ve biraz nefes nefese kalmış adının Ahmet olduğunu öğrendiğim adam sağ eliyle arkasını işaret ederek konuşmaya başladı.
"Abi, Demiröz kapıda evi basmaya geldiğini söylüyor ve eve girmek içinde oldukça ısrarcı!"1
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen bol bol etkileşim bırakmayı unutmayın!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |