5. Bölüm

BÖLÜM 4

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Ben geldim ve sizi bölüm sonunda bekliyorum!

İYİ OKUMALAR

13 Kasım Cuma akşam saatleri.

Koskocaman okyanusun tam ortasında acılarımdan doğan bir sürü vahşi balığın arasında savunmasız bir halde yapayalnız kalmıştım. Gökyüzü kapkara bulutlarla bezenmiş, her an şimşeklerini çakıp şiddetli yağmurunu yağdıracak gibiydi ve ben bunca şeyin ortasında bir başımaydım. Yüzme bilmeyen böyle havalardan ödü kopan bir kız çocuğuydum ve ben hayatında daha önce hiç deniz bile görmemiştim. Tüm bunlarla nasıl mücadele edebilirdim?

Akıttığım göz yaşlarımdan oluşan bu okyanusta bir başıma boğularak ölüyordum ve etrafımda acılarımdan doğan vahşi balıklar sinsice dolaşarak yavaş yavaş gerçekleşen ölümümü keyifle seyrediyordu. Ölmemi büyük bir açlıkla bekliyorlardı çünkü sonucunda bu cılız bedenim onların bir öğün yemekleri olacaktı.

Sonra derinlerden bir ses duyulmaya başladı. Her yeri kaplayan bu sesle bir anda tüm dünyam karardı ve okyanusun orta yerinden kör bir karanlığa geçiş yaptım.

Karanlıklar içinde kalan bedenim hala duyulmakta olan sese kulak kabartırken neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. O anda bedenimi saran sarsıcı acıları hissetmemle tüm bunların bir hayal silsilesi olduğunu anladım.

Kısık bir inlemeyle araladığım gözlerim bir şeyler anlamak istercesine etrafta dolanırken yerde cenin pozisyonunda yattığımı fark ettim. Daha sonra dibimde ısrarla çalmakta olan telefonum dikkatimi çekti. Ekranda bilinmeyen bir numara ısrarla beni arıyordu. O zaman her şey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

O ısrarla arayan kişi Ares'ti.

Çektiğim acıya aldırmadan telefonuma uzandım ve onu titreyen ellerimle avuçlarımın arasına aldım. Puslu görüşüm ve titremekten işlevsiz hale gelen parmaklarımla aramayı yanıtlamam uzun sürerken arama ben daha onu yanıtlayamadan sonlandı. Ekranda buğulu bir biçimde gördüğüm ondan gelen on yedi cevapsız çağrı şaşırmama sebep olurken tekrardan ondan gelen bir arama telefonumun titreyerek çalmasına sebep oldu. Bu sefer daha hızlı davranarak aramayı yanıtlarken telefonu bin bir zorlukla kulağımın hizasına çıkardım.

"Lavinia neredesin?"

"A-ares."

Aramayı sonunda yanıtlamamla karşıdan derin bir soluk verme sesi geldi. Telefonu sağ elimle kulağımın hizasında tutmaya çalışırken bir yandan da bulunduğum yerde doğrulmaya çalışıyordum.

"Seni ilk bulduğum yerdeyim neredesin söyle?" dedi hızlıca.

Sahiden gelmiş miydi? Benim bir telefonumla İstanbul'dan kalkıp buraya benim için gelmiş miydi? Bu içimi sımsıcak yaparken gözlerim derin bir burun sızlamasına eşlik ederek doldu.

"Geldin mi?" derken sesim titrek ve kısık çıkıyordu. Başım feci halde ağrıyordu. Bedenim en basitinden herhangi bir darbeyi daha kaldıramaz haldeydi.

"Geldim. Bana nerede olduğunu söyle?"

Bunu onun ağzından duymak içimin değişik bir hisse kapılmasına sebep olurken bir süre ne diyeceğimi bilemedim ve sadece gözlerimden sessizce yaşlarımı akıttım. Ağlamamak için verdiğim tüm mücadelem bu cümleden sonra yok olurken ben hala daha ayaklanabilmiş değildim.

"Lavinia! Bayıldın mı yine? Hay sikeyim böyle işi!"

Normal bir zamanda olsak nedensizce bu tepkisini o canlı kanlı karşımdayken görmek isterdim.

"Ha-hayır buradayım." dedim buğulu bir ses tonuyla.

"Kızım dalga mı geçiyorsun sen benimle ner-"

"Beni orada bekleyebilir misin? Yanına geleceğim ama... Bu biraz vaktimi alacak gibi. " derken bu sefer biraz daha fazla inançla ayaklanmayı denedim. Bir an önce toparlanmam ve o adam geri gelmeden buradan gitmem gerektiğinin bilincine yeni yeni varıyordum. Buradan bu kez sonsuza dek kaçmalı, onun yanına gitmeliydim. Sonrasına da daha sonra bakacaktım artık.

"Emin misin?" dedi şüpheli bir şekilde.

Değildim. "Eminim."

Başka bir şey demeden aramayı sonlandırırken dizlerimin üstünde dikilmeyi zorlukla başardım. Az ötemdeki yatağımdan destek alarak ayaklanırken bacaklarım bana her an ihanet edecekmiş gibi tir tir titriyordu. Baş ağrıma ek dikildiğimde boy gösteren baş dönmesi de eklendiğinde ilk ne yapacağımı bilemedim ama beni bekleyen Ares'i hatırlayınca hızla ellerimle yüzümü sıvazladım. Bu hareketimle parmaklarımda hissettiğim yoğun ıslaklıkla ilk işim öncelikle odayı aydınlatmak olmuştu.

Hava çoktan kararmıştı. Aydınlattığım odamla gözlerim büyük bir acıyla yanarken ellerimle gözlerime siper oldum. Kısa bir süre alışmayı beklerken o sırada kafamda yapmam gereken şeyleri sıralıyordum. Bu her ne kadar kendini toplamakta güçlük çeken bir zihinle ıstırap verici olsa da şu anda her bir zerremle kendimi zorluyordum.

Sonunda ışığa az buçuk alışan gözlerimle odamın içerinde savsakça ilerledim. Elime siyah sırt çantamı alırken içine hızlıca Ares'in tişörtünü ve hırkasını koydum. Peşine telefonumu ve şarj aletimi gelişi güzel atarken kol çantama ilerledim. Makyaj masamın yanında yerde duran çantama ulaşırken masamın önündeki pufa çöktüm usulca. Bakışlarım bir anlık gafletle aynanın yüzeyine düşerken baş dönmem daha da arttı. Berbat bir haldeydim. Burnum kanamış, kan yüzümün çoğu yüzüne bulaşmışken baygınlığımdan sebep zamanla yer yer kuruyarak kabuk oluşturmuştu.

Hızla kaçırdığım gözlerimle çantamı elime alırken içerisinden bir tek cüzdanımı çıkarttım. Onu da tam çantamın içine atacakken lanet herifin kredi kartı aklıma geldi. Onu yanıma alamazdım bu yüzden bir hınç çıkarıp makyaj masamın önüne fırlatırken ellerim titremesine hız kesmeden devam ediyordu.

Çok çaresizdim ve bu durum beni çıldırırcasına ağlamaya itiyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Şu anda bildiğim tek bir şey vardı o da buradan ne olursa olsun gitmek istediğimdi. Başıma neler gelebileceği umurumda değildi sadece kör bir istekle gitmek istiyordum.

Daha sonrasında lunaparktaki dönme dolaplarla yarışırcasına dönen başım ve silik görüşümle çantama birkaç şey daha tıkıştırıp montuma yöneldim. Elimdeki çantamı ayak ucuma bırakırken de hızlı hareketlerle montumu giyinirken de gözlerimi halıya bulaşmış kan izlerimden ısrarla çekmiyordum. Odama bakmak istemiyordum çünkü burası terk etmek istemeyeceğim kadar bendi. Beni ben yapan çoğu şeyimi ardımda bırakıp gitmek benim için çok zordu hele ki eşyalarımı.

Kendime buraya şu anki halimden daha güçlü geri döneceğime, kendime ait olanları yanıma gerisin geri alacağıma söz verirken bu evi terk ettim. Montumun şapkasını kafama geçirirken sırt çantamı titreyen bedenimde sabit tutmaya çalışıyordum. Tutarsız adımlarımla hızla o caddeye gitmeye çabalarken birinin beni görmemesi için içten içe dua ediyordum. Bu durum yüzümde çarpık bir gülüş oluştururken yarım ağlamaklı kıkırdadım ve burnumu büyük bir gürültüyle çektim. Baş ağrım ve baş dönmem gittikçe dayanılmaz bir hal alırken hiç beklemediğim bir anda tökezleyerek soğuk asfalt zemine kapaklandım.

Dizlerimde hissettiğim sızı tüm bedenimde kol gezen sızıyla kapışır derecede canımı yakarken dudaklarımın arasından kısık bir inleme firar etti. Aynı şekilde avuç içlerimde sızım sızım sızlarken ağlayarak düştüğüm yerden kalkmaya çalıştım. Bunu üçüncü denememin sonunda zorlukla başardım.

Ölmek istiyordum. Şu an gerçekten de tüm her şeyi siktir edip ölmek istiyordum. Zar zor ilerlememe ağlayarak devam ederken bakışlarım bomboş olan sokağa kaydı.

Aklıma bu sokaklardan o geceki geçişim doluştu. O zamanda karşıma tanıdık birinin çıkması için dua ederken şimdiki tezat halime ağlarken güldüm, gülerken ağladım. Buğulu görüşümle yaklaştığım köşeyi fark edince adımlarımı daha da hızlandırırken arkamdan tanıdık bir ses duydum.

"Lavinia!"

Kısa bir algılama çabasına girerken bana tanıdık gelen bu sesin kime ait olabileceğini düşündüm. Sanırım bu ses halama aitti. Arka tarafımdan gelen ama uzağımda olduğu belli olan bu ses içime bir anda korkunun çöreklenmesine sebep oldu. Anlık yaşadığım korkuyla ansızın koşmaya başlarken bana seslenişlerine kulak tıkadım ve sesin daha da gerimde kalmasını sağladım.

Nefes nefese döndüğüm köşeyle koşmam duraksarken sızlayan avuç içlerimi titreyen ve artık işlevini kaybetmek üzere olan bacaklarıma dayadım. Bu sırada omzumdaki çanta koluma doğru kayarken az ilerimde onu gördüm.

Kaldırım kenarında park halindeki arabasının kaputuna yaslanmış bir biçimde sigara içiyordu. Sokak lambalarının aydınlatması caddeyi ışıl ışıl yaparken seyir halindeki tek tük arabalar bu kez caddeyi ıssız bırakmamıştı. Beni fark etmesi hiç de uzun sürmezken elindeki izmariti araladığı parmaklarının arasından ayak ucuna doğru düşürdü.

Yaslandığı yerden atik bir hareketle ayrılırken büyük adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Onun adımlarına oranla oldukça küçük adımlarla ona eşlik ederken kısa sürede karşı karşıya geldik. Yüzümün halini bana ulaşmadan çok önce fark eden Ares'in kaşları çatık halini korumaya devam ederken bir anlık bakışlarını benden çekti ve nefes nefese olan halimi sorgular gibi etrafı kolaçan etti.

Yıkıldı yıkılacak bedenimden dolayı istemsizce ellerimi onun kollarına doğru yaklaştırdım ve titreyen ellerimle ona tutundum.

"Ge-gelmişsin."

Nefes nefese olan cılız sesimi duymasıyla bakışları tekrardan bana dönerken önce ona tutunan ellerime sonra da hırpalanmış halime baktı uzun uzun.

"Geldiğimi söylemiştim." dedi. Beni incelemesine devam ederken içimden titrek bir soluk verdim.

Yanımda onun varlığını hissetmemle bedenim bir anda biraz fazla gevşerken baş dönmem bu kez ayaklarımı yerden kaydıracak hale gelmeye başladı. Göz bebeklerimin önüne artık alıştığım siyah noktalar iyice doluşmaya başladığında kendimden geçtiğimi anladım. Ansızın tüm bedenimden çekilen güçle yere doğru yığılırken onun kollarını bana doladığını hissettim.

Gözlerim açıktı lakin ben hiçbir şey göremiyordum. Onlarda yavaş yavaş kapanırken bedenimde olan şeylere söz geçiremiyor tüm hakimiyetimi kaybediyordum. Onun bana seslenişlerini bir cızırtı gibi duyuyor ama ne dediğini anlayamıyordum. En son bedenimin havalandığını hissederken gerisi dopdolu bir karanlıktı.

***

Hafif bir uğultuyla esen ılık rüzgâr, simsiyah gür saçlarımı dalgalandırıp geçerken esmer tenime uğramayı da unutmuyordu. Göz kapaklarımı aralarken karşılaştığım manzara gözlerimin irileşmesine sebep oldu. Sayısız kum tanelerinin üzerinde uzanır vaziyette olduğumu fark ettim.

Böylesine bir mükemmellik karşısında nutkum tutulurken göz bebeklerim tüm bu ana şahit olmak istercesine iyice irileşmişti. Dolunay uçsuz bucaksız görünen denize yansırken ona sayısız yıldızlar eşlik ediyordu. Hafif dalgalanmalarının yanı sıra çarşaf gibi duran denizden eşsiz bir koku yükseliyordu.

Nerede olduğumu anlamak adına uzandığım yerde oturur pozisyona geçerken etrafıma bakındım ama gördüğüm tek şey sonu görünmeyen kumsal ve denizdi. Karın bölgemde hissettiğim kıpırdanmayla bakışlarım oraya inerken bir kez daha nutkumun tutulmasına engel olamadım.

Upuzun gece karası saçlarım üstümdeki dantellerden oluşan beyaz elbiseye sıralı ip gibi dökülmüş haldeydi. Lakin sorun bu değildi. Saçlarımın uç kısımları kocaman göbeğimin üstünde katlanarak birikmiş vaziyetteydi. Bu büyüklükteki göbeğime anlam veremezken bu kez karnımın farklı bir kısmında bir kere daha kıpırdanma oldu ve göbeğimin yüzeyi dalgalandı.

Kaşlarım istemsizce bu olaya karşı havalanırken neler olduğunu anlayamıyordum. Ellerim kaplumbağa yavaşlığında göbeğime giderken avuç ilerimi hareketlenen bölgeye usulca bastırdım. Bu hareketimle bir kez daha hareketlenme olurken avuç içimde hafif bir baskı hissetmemle ışık hızında ellerimi geri çektim.

Orada bir şey vardı. Galiba bir bebek. Bu gerçekle kafam biraz daha karışırken bu kez bir ses ulaştı kulaklarıma. Derinlerden gelen uğultunun içinde çok net seçemediğim küçük bir kız çocuğu bana bir şeyler söylüyordu. Merakımın ağır basmasıyla bu sese daha da dikkat kesilirken ellerim istemsizce karnıma dolandı.

"Bizi bulmanın senin için bedelleri büyük olacak. Seni seviyorum, ona iyi bak. En çok da kendine. Ve lütfen bizden vazgeçme..."

Ne demekti şimdi bu? Sesin nereden geldiğini bulmak amacıyla oturduğum kumların üzerinde ayaklanırken ellerimin altındaki tümsek bir anda avuçlarımın içinde eriyip gitti.

Soru işaretleriyle dolu gözlerim dümdüz karnıma giderken hızla etrafımda dönmeye başladım. Deli gibi etrafıma bakınırken neler olduğunu anlayamıyordum ama bildiğim bir şey vardı o da karnımdaki bebeğin gitmesiyle bedenimi deli gibi bir korkunun sarmasıydı. Ellerimi dümdüz karnıma bastırırken etrafıma doğru bağırmaya başladım.

"Neler oluyor? Be-bebek… Bebeğim nerede?"

Sorularıma herhangi bir yanıt bulamazken birden kendimi karanlıklar içerisinde buldum. Ne o eşsiz manzara vardı artık ne de o ses. Bu kez kulaklarıma dolan anlamsız seslerle yavaş yavaş bir şeyler oturmaya başladı. Az önce olanların hepsi bir rüya ya da sonuna bakarsak kabustan ibaretti.

Göz kapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi gözlerimi aralayamazken etrafımdaki sesler iyice netleşti. Kısa bir mücadeleyle araladığım gözlerimin ilk durağı karnım olmuştu. Rüya olduğunun bilincinde olmam bunu yapmama engel olamazken dümdüz karnıma bir süre baktım. Karnıma sıkıca bastırdığım ellerimden sol olanda serum dikkatimi çekti. Sol elimin sırt yüzeyinde beyaz bandajla sarılı seruma tip tip bakarken hastane yatağında üzerimde hastane elbisesiyle yattığımı fark ettim.

Hızlıca etrafı tararken bulunduğum yerin lüks olması dikkatimden kaçmamıştı. Odanın sağ ve sol köşelerinde duran ayaklı lambaderler odayı loş ışığa bularken etrafı kolaylıkla seçmeme olanak sağlıyordu.

Başımı sol tarafa doğru çevirirken onu gördüm. Odanın sol kısmında bulunan ikili koltuğa uzanmış vaziyetteydi. Sağ koluyla gözlerini kapatırken sol kolu öylece karnının üstünde duruyordu. Uzun bacakları koltuktan aşağı doğru sarkarken koca cüssesiyle oraya sığamayacağı belliydi. Düzenli aralıklarla inip kalkan göğsüne bakarken uyuyor diye düşündüm ve buna karşı herhangi bir ses çıkarmadım.

Bulunduğum oda krem renkleriyle tasarlanmış özel hastane odalarını andırıyordu. Herhangi bir devlet hastanesinin böyle olmasının imkânı yoktu. Hele ki tek kişilik bir oda? İmkansızdı.

Tam karşımda odanın çıkış kapısı varken onun hemen sağ tarafında orta boyutlarda bir cam vardı. Hastanenin koridoruna baktığını tahmin ettiğim camın perdesi kapalıyken odanın sağ kısmında bir kapı daha bulunuyordu. Tuvalet diye düşündüğüm yerde çok oyalanmazken onun da sağ kısmında iki kapaklı bir dolap bulunuyordu. Bakışlarım orada da çok durmadı ve karşı duvarda camın yanında gördüğüm saate kaydı. Etrafın loş olmasından sebep gece vakitleridir diye düşündüğüm zamanın saati 04.52 olarak görmemle sabaha karşı olduğunu fark ettim.

Yeni uyanmanın verdiği nahoşlukla etrafı bayık gözlerle incelerken bakışlarım tekrardan ona kaydı. Aynı pozisyonda durmasına devam ederken orada nasıl rahatça uyuduğunu düşündüm. Ya da gerçekten uyuyor muydu?

Peki ben burada ne zamandır uyuyordum? Ya da bulunduğum durumun gerçekliğini kabullenmem gerekirse ne zamandır baygın yatıyordum?

Aklıma son yaşadıklarım gelirken gözlerimin dolmaması imkansızdı. Artık neden böyle oldu diyemiyordum çünkü tüm bu olanlara bir anlam yükleyemiyordum. Kafam o kadarına basmıyordu. Zorluyordum kendimi bir şeyler anlayabilmek adına. Neden diye sorup duruyor ve buna mantıklı bir cevap arıyordum ama bunu bulabildiğim söylenemezdi. Tüm bu olanları anlamlandıramıyordum. Zaten böyle şeyleri kim anlayabilirdi ki? Mantıklı bir yan yoktu.

Kendimi o kadar kimsesiz ve çaresiz hissediyordum ki bu his çok berbat çok acınasıydı. Serumlu olmayan elimi ne zaman akmaya başladıklarını bilmediğim göz yaşlarımı silmek adına yüzüme çıkarırken ondan tarafta bir kıpırdanma hissettim. Ben daha elimi yüzüme ulaştırıp o yaşları silemeden bakışlarım refleks halinde ona döndü. Ares’i koltukta oturur pozisyonda görmeyi beklemezken elim kısa bir süre havada asılı kaldı.

Yorgunluğu buradan bile belli olan Ares kısık bakışlarıyla bana dikkatlice bakarken bir yandan da elleriyle saçlarını karıştırıyordu. Kısa bir süre bakışlarımı gözlerinde tutarken ikinci kez bulunduğum durumdan dolayı duyduğum utançla başımı iyice eğdim ve ağlamama hız kesmeden devam ettim.

Duyduğum utanç o kadar büyüktü ki sırtımı hafifçe ona döner gibi yapıp yan durarak yatmama devam ettim. Bacaklarımı bulunduğum konumda iyice kendime çekerken ağrıyan bedenimle ne kadar olacaksa o kadar cenin pozisyonunu aldım. İki elimi de çenemin altına doğru koyarken serumlu elimi üstte tutarak ona dikkat ettim.

Onunla karşı karşıya gelmek istemiyordum. Bir yabancıya karşı ne kadar rezil olabilirsem ona o kadar rezil olmuştum. Hele ki kendi öz babam tarafından böylesine bir hasar görmüşken elin yabancısının yardımına muhtaç durumunda olmam fazlasıyla gururumu kırıyordu. Eğer ki annemler o zaman telefonlarımı açsaydı şu anda bu durumda olmayacaktım.

Arkamda hissettiğim hareketlenmeye bakmamak adına kendimi kasarken o görüş açıma girdi. Yatağımın etrafından dolanarak önüme kadar gelmesiyle mecburen ona baktım.

Yaşlı gözlerime uzunca bir süre baktıktan sonra dizlerimin dibine doğru yatağın ucuna oturdu ve bakışlarını sanki öylesine bakıyormuş gibi karşısındaki dolaba dikti. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken o ağır çekimde başını aşağı eğerek bakışlarını fayans zeminde sürdürdü. Hiç beklemediğim anda konuşmaya başlamasıyla hafifçe irkilsem de bunu belli etmeyerek ona kulak kesildim.

"Utanmanı gerektirecek bir durumda değilsin." derken başını bana doğru çevirdi. Bu kez bakışlarımı kaçırmadan yaşlı gözlerimle ona bakarken silikçe tebessüm ettim.

"Acınacak durumdayım."

Onaylamazca başını iki yana salladı. Yüzüme daha yoğun bir bakışla baktı.

"Hayır değilsin." dedi ikna etmek ister gibi.

Beni teselli eder gibi bir hali vardı ve bunu normal insanların yaptığı gibi değil de inatlaşarak yapıyordu. Ya da bir yabancıya nasıl teselli verilirse bana da öyle teselli veriyordu bilemiyordum.

"Kesinlikle öyleyim." diyerek burnumu kabaca çektim. Bu halim onu tebessüm etmeye iterken dudaklarının kenarında oluşan kıvrımlara baktım. Kocaman gülümsediğini hiç görmemiştim ya da kahkaha attığını genelde çatık kaşlı duruyordu ama emindim ki o hali de çatık kaşlı hali gibi güzeldi.

Ares yakışıklı hatta birçok kızın dibinin düşeceği karizmada bir erkekti. Nasıl oluyordu da benim gibi birisine bu kadar yardım ediyordu anlam veremiyordum. Çirkin sayılmazdım ama ne bileyim işte...

Benim gibilerle işleri olmazdı böylelerinin. Belki de çok iyi niyetli birisiydi diye içimden bir ses geçerken Ares'in tipi hiç de onu yansıtmıyordu. Onu dışarıda öylesine birkaç saniyeliğine görsem gangster ya da seri katil diye adlandırabilirdim. Çünkü tipi tamamıyla o izlenimi veriyordu.

Normal bir insanın kolay kolay yaklaşamayacağı bir izlenimi vardı. Aşırı soğuk ve sert duruyordu. Bu durum bana, ergen kızların anlattığı gibi çekici veya ateşli gelmiyor aksine beni ürkütüyordu. Üstüne üstlük ona bu kadar sorun çıkartmam durumu hiç de hoş kılmıyordu ama onun için ben her ne kadar böyle düşünsem de o hep aksi yönde davranmıştı. Bana karşı öyle sıcak ve iyimser davrandığını söyleyemezdim ama hiç de kötü davranmamış, itip kakmamıştı. Sahip olduğu imkanlara bakarsak öyle filmlerdeki bad boy çocuklar gibi dalgada geçmemişti.

Şöyle bir düşünüyordum da işin aslında hiç göründüğü gibi birisi değildi sanırım. Tabi bunu anlamak için onunla böyle benim yaşadığım gibi bir iki rezil olay yaşamak gerekiyor muydu bilmiyordum ama bunun kolay anlaşıldığını da düşünmüyordum. Her şeyin aksine burada yanımda olması, ikinci kez, beni sakinleştirmek ister gibi davranması, utanmamı istememesi onu göründüğün aksine çok farklı görmeme de sebep oluyordu.

"Neler olduğunu anlatmak istersen... Yani sen bilirsin."

Ben onun hakkında düşüncelere dalarken ansızın duyduğum sesi ve sorusu karşısında kalakaldım. Sıkkın halleri açık bir şekilde bana kadar yansırken ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi. Peki ben anlatmak ister miydim? Bunu bilemiyordum. Bildiğim bir şey vardı ki o bu kadar yardımının karşılığında doğal olarak bir şeyler bilmeyi hak ediyordu ama ben tüm bunları herkesten, kendimden bile saklamak istiyordum.

Anlatacak olsam peki ne anlatabilirdim? Neyi anlatacaktım ya da hangi birini anlatacaktım? Kendimi bildim bileli bir kez olsun görmediğim anne-baba ilgisini, sevgisini ve şefkatini mi? Ah hiç sanmıyordum. Tekrar tekrar hatırlamak isteyeceğim bir durum değildi bu.

Annem çok güzel bir kadındı. Gerçekten öyleydi ama babam ve onun rezalet ailesi sağ olsun tabiri caizse kafayı yemişti. Ne zekasından ne de güzelliğinden eser kalmıştı onca yılda. Ona hem kızıyor hem de bir yandan kızamıyordum. Ya bir insan neden kendine bunu yapardı? Bu kadar eziyeti çekmek zorunda değildi. O bunların hiçbirini hak etmemişti. Benim annem bunları hak etmemişti.

Babama gelirsek. Tam bir faciaydı. Umursamaz hiçbir işe yaramayan herifin teki diye adlandırabilirdim onu. Hayatında yaptığı ve yapabildiği en iyi şey para kazanmaktı. Kafası o işlerde zehir gibiydi tam bir cin gözdü. Bu yüzden de yaptığı hiçbir hata ailesinde göze batmazdı.

Babaannemin hep biricik oğluydu o, kardeşlerinin ise göz bebeği. Neden öyleydi peki onu çok sevdiklerinden mi? Kesinlikle hayır. Onların hiçbiri ne babamı ne annemi ne de bizi severlerdi. Onlar babamdan yararlanabildiklerini seviyorlardı. Onlar babamdan ne kadar yararlanabilirlerse o kadar seviyorlardı. Menfaatçinin tekiydi hepsi.

Şahsen baba tarafından hiç kimseyi sevmezdim ve onlardan herhangi birinin de beni sevdiğini kesinlikle düşünmüyordum. Hoş onların o menfaatçi sevgisine de kalmamıştım. Ben neredeyse hiç sevgi görmemiş bir kızdım bu bana dokunmazdı.

Aslına bakılırsa hayatım öyle böyle bir şekilde ilerliyordu. Pek bir sorunum olduğunu söyleyemezdim çünkü bir şeylerin farkında değildim ve bunun getirisindeki yüklerde omuzlarımda değildi. Pek ala annemin ve babamın sevgisizliğin de büyüdüğümü biliyordum ama bunu sorun etmemiştim. Çünkü ben vardım ve kendi kendime yetebiliyordum. Umursamazdım, hayatım hep lay lay lom havasındaydı bir şeyleri asla kendime yük etmiyordum.

Kendi çapımda güzeldim. Arkadaş ortamlarında her zaman sevilen birisiydim. Cebimde paramda vardı hep gezerdim. Arkadaşlarımla yapmadığım, denemediğim şeyler yok denilecek kadar azdı. Bana biraz daha vakit verilseydi daha da çok şeyler yapacağımdan emindim ama öyle olmamıştı. Ben kendime yük vermemiştim de başkalarının vermesine de engel olamamıştım. Tüm düzenim o günde tepetaklak olmuştu. Normalde de zeki bir kızdım ama o zaman her şeyi daha net görmeye başlamıştım.

Ben bir gece de büyümüş, büyümek zorunda bırakılmıştım.

***

Flashback başlangıç.

11 Aralık 2018 Salı Akşam Saatleri

Gergin insanlar bu hallerini nasıl gizleyebiliyorlardı? Uzun süredir bunu düşünüyordum çünkü gerginlikten ölecektim. Göze batmak istemiyordum çünkü bu tüm planlarımı mahvedebilirdi. Hafif titreyen ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve göz ucuyla yanımda araba kullanan babama baktım.

Şu anda arabada sessiz bir yolculukla markete gidiyorduk. Beni kısa süreli yolculuklar olsa bile araba tuttuğu için annemi arka koltuğa atarak ön koltuğa kurulmuştum. Babamın arabasına güzel bakmamasından sebep bir tek bu arabada tutuyor da olabilirdi bundan pek emin değildim. Arada yan bakışlarla bana bakmasını sürdüren babamla iyice gömüldüm koltuğa. Uzun süredir sessizdim ve o sessizliğimden şüpheleniyor gibiydi. Şüphelenmemesi mümkün değildi ki ben asla uzun süre sessiz kalmazdım.

Çaktırmadan aldığım derin nefeslerle kendimi sakinleştirmeye çalışırken daha fazla göze batmamak için arkada oturan anneme doğru döndüm.

"Ee Nalan Hanım bu güzellik yakında on sekiz yaşına giriyor ne sürpriz düşünüyorsunuz?" diyerek yalandan kıkırdarken bu sefer babama döndüm.

"E bir tam altın takarsınız Ecevit Bey'ciyim."

Bu hallerime göz deviren annem ilk tepkiyi babama bırakmadan kendisi verirken babamda annemi desteklediğini mimikleriyle belli etti.

"Olur her sene seninle uğraşırız. Düşünmüyoruz hiçbir şey bir de tam altın istiyor. Baban bana aldı da tam altını sen kusur kaldın."

Bu hallerine asla şaşırmazken 'Sanki bu zamana kadar uğraştınız da gelmiş hör sönö sönlö öğröşöröz diyor.' diye düşünmeden edemedim ama duruşumu da bozmadım. Pot kırmaya niyetim yoktu çünkü birazdan beni büyük bir operasyon bekliyordu. Herhangi bir aksiliğin çıkmasına müsaade edemezdim.

"Sizin kaybınız olur." diyerek trip atar gibi yaparken başımı sağ tarafta bulunan cama doğru çevirdiğim.

O sırada yanaşmakta olduğumuz marketi fark etmemle biraz rahatlamadım değil. Belki kendime özel birkaç şey alırken kendimi bir anlıkta olsa sakinleştirebilirdim.

Duran araçtan ailemle birlikte inerken göz ucuyla babama baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi telefonunu arabanın torpido gözünde bırakırken kısa sürede herkesin terk ettiği arabayı o da terk ederek kilitledi. Aceleci adımlarla ilerlediğim marketten ilk ben girerken hemen kendime yetecek kadar olan bir boyutta küçük bir sepet kaptım. Bu annemin gözünden kaçmazken söylenmesine büyük boy alışveriş arabasını alırken başladı.

"Bir de kendine özel sepet almaz mı! Saçma sapan şeyler almıyorsun Lavinia." derken araya giren babam annemin elinden alışveriş arabasını aldı.

"Sen kendi alacaklarına bak Nalan hadi hızlıca ne alacaksanız alın."

Her zamanki gibi söylene söylene önden alacaklarına bakınmaya başlayan annemle babam onun hemen peşine takılmadan önce bana döndü.

"Sende çok oyalanma."

Tamam anlamında başımı sallarken elimde sepetim kendi başıma dolanmaya başladım. İlk yönüm bakım ürünleri kısmı olurken bitmek üzere olan dalin şampuanım aklıma geldi. Her zamanki kullandığımdan sepetime eklerken gözlerim raflarda dolanıyordu. Birkaç çeşit daha dalin ürünü alırken burada işimin bittiğini düşündüm.

Adımlarımı abur cubur kısmına yönlendirirken göz ucuyla annemlere bakındım. Az ötemde deterjan seçiyorlardı. Onları görmezden gelirken kendi işime geri döndüm. Daha çok oyalanırdı onlar.

Sepetimdeki dalin ürünlerine göz gezdirirken gülümsemeden edemedim. Bunları çok seviyordum. Kokuları olsun, yapıları olsun çok hoşuma gidiyordu. Nabi ile aynı banyo ürünlerini kullanıyoruz diyebilirdim. O şebekte daha dün elime doğmuştu ne ara üç yaşına gelmişti anlayamıyordum.

Ben salına salına market içinde bir sağa bir sola dolanırken aklımı biraz olsun dağıtabilmiştim ama fazlasıyla vakit de kaybetmiştim artık işime geri dönmem gerekiyordu.

Bir süredir babamı gözlemliyordum. Onda uzun zamandır bir farklılık vardı. Sanki hayatında bir şeyler değişmiş gibiydi. Bize karşı artık daha da ilgisizdi ki normal ilgisizliğinin aksine artık hiç mi hiç umurunda değildik. Arada bir şeyler sezmeyelim diye eskisinden de iyi davranmaya çalışıyordu lakin bu daha da göze batıyordu. Yani benim açımdan öyleydi gözlemlerime dayanarak konuşuyordum.

Babamın annemi aldattığını ya da herhangi bir halt yediğini düşünüyordum. Bundan emin olmam içinse onun telefonunu kurcalamam gerekiyordu. Çünkü babamın tüm işi o telefonundaydı bundan emindim. Eğer bir haltları varsa bunlar muhakkak telefonundan çıkardı.

Şimdiyse ne yapıp ne edip o telefona ulaşmalıydım. Bunu babamdan telefonunu rica ederek yapamazdım biliyordum ki o kurnaz bir adamdı eğer bir şeyleri varsa onları muhakkak temizlerdi. Baskın yapmam gerekiyordu tabi tüm bunları ondan habersiz yapmam gerekliydi. Aklımda bir şeyler vardı ve şu an onları yapmam için tam zamanıydı.

Alışverişlerini bitirmiş olan ailemin peşine takılarak kasaya onların arkasından yöneldim. Tamda her şey burada başlıyordu. Elimdeki sepeti babama uzatırken annem çoktan aldıklarını kasaya koymaya başlamıştı. Hızlı davranmalıydım pek vaktim yoktu bu yüzden harekete geçtim.

"Sizin işiniz burada uzun sürer ben arabaya gideyim." diyerek tepki için babama baktım. Lakin annem yine klasik hallerini konuşturarak hiç farkında olmadığı operasyonumun önüne taş koydu.

"Hayır alacaklarını aldın hemen öyle kaçmak yok geç şuraya aldıklarımızı poşetlemeye başla."

Sıkkınlıkla nefesimi verirken elim ayağım birbirine dolanmak için an kolluyordu. Bir şeyler yapmalıyım diye düşünürken gözlerim fıldır fıldır ortalıkta dolanıyordu. Bir aksilik çıkmazsa şaşırırdım zaten. Bakışlarımı babama yöneltirken tutması umuduyla bir şeyler geveledim.

"Çok isterdim ama Benay aradı ve büyük bir dedikodu varmış bilirsiniz ki dedikodu asla beklemez. Anahtarları ver baba da ben arabada bekleyeyim sen halledersin çok bir şey yok zaten." derken bakışlarımı bu sefer kasaya doğru çevirdim.

Gayet de çok şey vardı ama bu önemli değildi. Önemli olan bir şey varsa o da şu an benim arabada olmam ve yapacağımı bir an önce yapmamdı. Sıkkınlıkla bir anneme bir de bana bakan babam sonunda bir karara varmış ve benden taraf çıkmıştı.

"Tamam al şunu da git."

Avuçlarımın arasına bıraktığı araba anahtarını parmaklarımla sıkıca sararak hafif bir baş sallamasıyla arkamı onlara döndüm. Bir şeyler çevirdiğimi çaktırmamak adına adımlarımı normal tutarak çıktım marketten. Bu işlem bana yüzyıllar sürmüş gibi gelse de sadece beş on saniye kadar sürmüştü.

Aralanan otomatik kapıdan dışarı attığım ilk adımla derin bir nefes verdim ve göz ucuyla onları kontrol ettim. Hala daha kasiyere aldığımız şeyleri geçirmesi üzerine alışveriş arabasından ürün veriyorlardı ve ben umurlarında dahi değildim. Bu benim işime gelirdi.

Koşar adımlarla ilerlediğim arabayı avuçlarımdaki anahtarı kullanarak açtım. Yolcu koltuğuna ulaştığımda ise hızlıca titreyen ellerimle kapı kulpunu kavradım. Kapıyı aralayıp öndeki yolcu koltuğuna kurulmam sadece birkaç saniyemi aldı. Arka cebimde bulunan kendi telefonumu hızla kucağıma koyarken araladığım kapıyı kapattım ve avuçlarımda bulunan araba anahtarını şoför koltuğuna rastgele fırlattım.

Ellerimin titremesine hala daha engel olamazken vaktimin geçen her saniye azaldığının bilincindeydim. Kısa bir sağ sola bakınıp etrafımı kontrol etme gereği duyduktan sonra torpido gözünü aralayarak babamın telefonunu avuçladım. Hızla ekranı açarken şifre olmaması kesinlikle benim şansımdı. Neler yapacağımı bilemezken bir an ellerimde telefon öylece donup kaldım.

Ne yapacaktım sahi şimdi? Vaktim iyice daralırken soğuk soğuk terlemeye başlamıştım ya da daha önceden başlamıştım ve bunu şimdi fark ediyordum. Böylesine bir imkânı bir daha ne zaman yakalayabilirdim bilmiyordum o yüzden aptallık etmemem gerekiyordu.

Hafif bir baş sallamasıyla kendimi silkelerken yöneldiğim ilk yer fotoğraf galerisi oldu. İçerisinde bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az fotoğraf bulunan galeriden elim boş çıkmam bir dakikamı bile almazken bu kez mesajlaşma uygulamasına girdim. Bankalardan gelen ve reklam mesajlarının dışında mesaj göremezken tüm o mesajların arasında kayıtlı olmayan bir numaradan gelen mesaj dikkatimi çekti.

Bingo!

İşaret parmağımı mesajın üstüne dokundurarak sohbet sekmesinin açılmasını sağladım. Gördüğüm şeyler elimi ayağımı daha da birbirine dolarken bir an için nefes alamadığımı hissettim.

05*********

7 Aralık Cuma saat 07.21

İşe gitmeden kahvaltı için bana geliyorsun değil mi?

9 Aralık Pazar saat: 17.47

Hayatım elektrik faturasının son ödeme tarihi geçmiş lütfen yarın halletmeyi unutma.

Gözlerimin önündeki ekranı algılamak için tekrar tekrar okurken annemlerin uzaktan gelen seslerini duydum. Başımı hızla kaldırıp sesin geldiği yöne doğru bakarken annemleri elleri kolları poşetlerle dolu bir biçimde market kapısından çıktıklarını gördüm. Kapının az ilerisinde annem ellerindeki birkaç poşeti herhangi bir sebepten olsa gerek yere koymuş vaziyetteydi. Babamda onun gibi yaparak tüm poşetleri yere koyarken anneme bir şeyler diyordu ama anlayamıyordum.

Yakalanacaktım!

Babamın arkasını bana doğru dönüp tekrardan markete doğru ilerlemesiyle kendime gelirken hızla kendi telefonumu avuçladım. Titreyen ellerimle ne kadar hızlı olabilirsem o kadar hızlı bir biçimde kendimden babamın telefon ekranını birkaç kez fotoğrafladım. Daha sonrasında da aynı hızla önce babamın telefonunu temizledim ve onu bıraktığı hale geri getirerek girdiğim sekmeleri son sekmelerden kaldırdım. Aldığım şekilde telefonu gerisin geri bırakırken biraz fazla güç uygulayarak torpido gözünü kapattım.

Gördüğüm görüntü gözümün önünden gitmezken ne yapacağımı şaşırmış bir durumdaydım. Kendimi toparlamazsam bir şeyler anlayacaklarından emindim ve ben daha kendim sindirip algılayamamışken herhangi bir sorgulanmaya hazır değildim.

Bir şeyler belli etmemeliydim bunun için sakin hareketlerle yan koltuğa attığım araba anahtarını avuçlayarak kontağa yerleştirdim. Sistemi açılan arabayla bir an ne yapacağımı afallasam da bu durumu kontrol altına almam çok da vaktimi almamıştı. Titreyen ellerimle radyoyu açarken ne çaldığını umursamadan arkama yaslandım. Tamda o esnada annemler arabaya vardı ve babam şoför tarafındaki kapıyı aralayarak bagaj kapağının kilidini bir tuşa basarak araladı.

Bundan sonrası tamamıyla silik bir anı olarak devam etse de neler yaptığımı az çok hatırlıyordum. Eve varmamızla ben direkt odama çıkmış ve yatmıştım. Gece yarısına kadar yatağımda tavanı izlemiş arada telefonumdan çektiğim o görüntülere bakıp durmuştum. Neler olduğunu anlayabilmem mümkün olmasa da algılayabilmiştim.

Babam annemi çok açık ve net bir biçimde aldatıyordu. Bu kafamın içinde sadece bir varsayım bir şüpheyken gerçek çıkmıştı. Büyük bir hayal kırıklığındaydım hem de çok büyük. Bu kafamın içinde küçük bir varsayım halindeyken bile yeterince can sıkıcıyken ben şimdi bu gerçeklikle ne yapacaktım? Nasıl başa çıkacaktım?

Anneme gidip öylece bunu söyleyemezdim çünkü biliyordum ki o bunu kaldıramazdı. Hastaydı. Psikolojik sorunları vardı bir sürü ilaç kullanıyordu bunun için. Şu an bile baş edilemez bir dengesizlikteydi eğer ki gerçeği öğrenirse iyice kontrolden çıkardı. Nabi vardı hem o daha küçücüktü. Her ne kadar ben ve ablam ona annemden çok annelik yapmış olsak da onun gerçek annesine ihtiyacı vardı. Annemin iyice delirmesine göz göre göre izin veremezdim.

Ablama gitsem o hiç olmazdı. Kendi halinde takılan, hayatında sadece sevgililerine ilgi alaka gösteren birisiydi. Bu sorunla ilgilenir miydi bilmiyordum. Bu konuda ne yapardı şüpheliydim.

Bir başıma kalmıştım yine. Gözlerimin derin bir burun sızlamasıyla dolup taşması saniyeler sürerken omuzlarımdaki o büyük yükü hissetmemek imkansızdı. Ben bu gerçeklikle her geçen saniye daha da eziliyordum. İçten içe babama karşı derin bir nefretin oluşmasına engel olamıyordum. Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Beni nasıl böyle bir büyük altında bırakabilirdi?

Ağladım. Saatlerce hiç durmadan sessizce ağladım. Canım çıkarcasına bas bas bağırarak ağlamak istesem de ellerimi morartırcasına sıkarak yorganımı ağzıma bastıra bastıra ağladım. Kendimi tutamadığım yerler oldu, iki elimi de ağzıma bastırdım saniyelerce belki dakikalarca kendimi nefessiz bırakarak ağlamamı sürdürdüm.

Elimden ağlamak dışında bir şey gelmiyordu. Ben daha reşit bile değildim ne yapabilirdim ki? O zaman en iyi seçenek canımı çıkartır gibi tüm hıncımı kendimden alır gibi ağlamak gözükmüştü gözüme. Bende öyle yapmıştım.

Güneşin doğup, gecenin elindeki hakimiyetini almasına az bir zaman kala ben bir ruh gibi karşı duvara bakarken evde hareketlilik hissettim. Her ne kadar birkaç saat sonra okula gideceğimin bilincinde olsam da bunu şu durumda önemseyemedim ve evdeki hareketlilik devam ederken ona kulak kesildim. Algılarım açıktı ama ben kimin ayakta olduğunu anlayamamıştım. En iyisi gidip bakmak diye düşünerek ayaklandım ve odamı terk ettim.

Aşağı kattan gelen ışığa ve sese bakarak adımlarımı merdivenlere yönlendirerek ilerlemeye başladım. İndiğim son basamakların ardından hareketliliğin mutfaktan geldiğini fark etmemle vakit kaybetmeden mutfağa girdim. İçeri adımımı atmam ile babamla burun buruna gelmem bir olurken olduğum yerde kalakaldım. Ansızın karşısında beni görmesiyle irkilen babamla aramızda kısa bir bakışma geçerken ilk konuşan oldu.

"Bu saatte ayakta ne yapıyorsun?"

Ne cevap vereceğimi bilemez halde karşısında dikilmemi sürdürürken tamamıyla ruhum bedenimi terk etmiş bir moddaydım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Dahası bir şey demek istiyor muydum onu da bilmiyordum.

Gereğinden fazla süren sessizliğime kaş çatan karşımdaki adama, babama, ruhsuzca bakmayı sürdürürken dilimin ucunda biriken kelimelerim benden bağımsız ansızın dökülüverdi.

"Böylesine alçalmana değecek bir kadın mı?" derken babamın beklediği cevap kesinlikle bu değildi. Hafif uyku halinden anında sıyrılıp ne demek istediğimi anlamak ister gibi her zamanki o sinsi haline büründü. Bunu tamda gözlerimin içine bakarak yaptı ve ben bu hareketlerini an be an izledim. Onun bu hareketlerini fazlasıyla gözlemlemiş birisiydim ve onu gereğinden fazla tanıyordum.

Böyle bir şeyde yapacağı ilk şey ne dediğimi anlamıyormuş taklidi daha sonrasındaysa sonuna kadar inkâr edip karşı atakta bulunma olacağına adımın Lavinia olduğu kadar emindim.

"Ne diyorsun? Ne kadını?"

Ne demek istediğimi çok net anlamıştı ama anlamamazlıktan geliyordu.

"Annemi aldattığın kadından bahsediyorum. Ne kadar süredir var bu durum?"

Normal bir genç kızın babasıyla gerçekleştirdiği normal bir diyalog değildi bu. Bu gerçek hayatın ta kendisiydi. Zaten ne genç kız normaldi burada ne de diyaloğun konusu normal olabilecek bir şeydi.

"Ne aldatması yok öyle bir şey saçmalıyorsun şu an? Nereden çıkartıyorsun bunları?"

İnkâr ve karşı atakta bulunma. Şaşırmamıştım.

"Elektrik faturası dersem yine saçmalamış olur muyum baba?"

O kesinlikle bu sıfatı kaybetmişti, başından beri hak ediyor muydu orası da şüpheliydi. Baba nasıl olur bilmiyordum ama böyle olunmayacağından emindim.

Hayallerimin prensi ya da kahramanım olmamıştın hiç tamam ama niye hayatımın katili oldun baba? Ben tüm bu yüklerin altından nasıl kalkacağım? Ben daha çok küçük değil miyim?

Şu an karşımdaki dumura uğramış surata demek istediğim o kadar çok şey vardı ki ama ben hiçbirine müsaade etmedim ve sustum. Ya da kendi kendimi susmak zorunda bıraktım, dilimi lal ettim.

Suratıma bön bön bakmayı sürdürürken köşeye sıkışmasının agresifliğini üstlendi.

"Sen iyice kafayı yemişsin gece gece saçmalıyorsun! Etrafta da böyle saçma sapan konuştuğunu duymayacağım." diyerek hızlı hareketlerle yanımdan sıyrıldı ve üst kata yatak odasına doğru adımladı.

Ansızın gelişen bu konuşma tamda tahmin ettiğim gibi gitti. O kendini işin içinden sıyrılmış saydı ama o öyle saydıkça ben o işin içine daha da battım, nefessiz kaldım.

Zamanın geri kalanında bende onun gibi odama çekildim ve okul saatim gelene kadar sadece yatakta uzandım. Hiç ağlamadan, düşünmeden öylece bomboş bir biçimde yattım durdum. O kadar hissizdim ki ne ara uykuya daldığımı fark bile edemedim. Alarmın o can sıkıcı sesiyle gözlerimi aralarken neler olduğunu kavramam uzun sürdü. O kadar yorgun ve uykusuzdum ki bu bende büyük bir baş ağrısına neden olmuştu.

Gözlerim kapattığım alarmdan sonra saate kayarken hazırlanmak için çok bir vaktimin olmadığını gördüm. Okula gitmek hiç ama hiç istemiyordum. Gitmezsem annemin çenesini çekeceğimi de biliyordum bu yüzden gitmemeyi bir seçenek olarak bile görmeyip ağır hareketlerle ayaklandım. Okulu her halükârda annemin gazabına tercih ederdim.

Savsak adımlarla odamın çıkış kapısına ilerlerken gözlerim kısa bir an makyaj masamın üstündeki para kutuma kaydı. İçinde gördüğüm kadarıyla bugünkü harçlığım vardı ama bunda bir terslik vardı. Yönümü gerisin geri çevirirken kısa sürede para kutusuna ulaştım ve içindeki parayı kavradım. Elimde bulunan miktar günlük harçlığımdan kat be kat daha fazla bir miktardı.

Bedenimi saran sinirle elimdeki parayı kutuya doğru fırlattım. Yaptığı bu son hareketle kendini yeterince ele vermişti. O bir halt yemedikçe öyle durup dururken fazladan para vermezdi. Her ne kadar sonuna kadar inkarda bulunsa da her şey yeterince açık bir biçimde ortadaydı. Şu an kendince beni bastırmaya çalışıyordu ama bilmiyordu ki bu paralar beni durduramazdı. Ben istemediğim sürece kimse bana ne zorlukla ne de böyle şeylerle istediklerini yaptıramazdı bunu hala öğrenememişti.

Uğradığım hayal kırıklığının bende bıraktığı tahribatı hakkında herhangi bir fikrim olmasa da altında kaldığım enkazın ağırlığını fazlasıyla hissedebiliyordum.

Ve bu enkaz öylesine altından kalkamayacağım kadar büyüktü ki bu benim canımı alırdı bunu da biliyordum.

Bildiklerimin ağırlığında ezilmektense şu anda her şeyi geride bırakıp çekip gitmek istiyordum. Ama nereye giderdim, kim bana kapısını açardı, kim beni sorgulamaksızın kucaklardı? Bilmiyordum. Belki bilmediğim için hala daha bulunduğum yerde dikilmeyi sürdürüyor ve hiçbir yere gidemiyordum. Belki de gidemeyişimin sebebi kimsenin beni öylece beklemediğini bildiğimdendi ama ben yine de cahil bir istekle gitmek istiyordum.

Flashback bitiş.

***

Serum olmayan elimin üstünde hissettiğim temasla bakışlarımı daldığı yerden çekerek ona çevirdim. Bana bakmakta olan ısrarcı bakışlarıyla karşı karşıya kalınca günümüz zamanına geri döndüm. Gözlerim sırasıyla kocaman elini koyarak görünmez hale getirdiği küçücük elime daha sonrasında ayrıntılı tanımlaması zor ela gözlerine kaydı. Loş ortamdan ötürü siyah gibi gözüküyorlardı.

Bir şeyler bilmeyi hak ediyordu. Bana hiç kimsenin karşılıksız yapmayacağı iyilikler yapmıştı. Hırlı mıyım hırsız mıyım bilmeliydi. Uzun bir konuşma olacağından emin bir şekilde derin bir nefes alırken yattığım yerden hafifçe dikildim ve bakışmamıza gözlerimi kaçırarak bir son verdim.

"Babam yıllardır annemi aldatıyormuş ve ben son iki yıldır bu durumu biliyordum." derken sesimin inceden cılızlaşmasına engel olamadım. Belliydi ki bu konuşmayı ağlayarak yapacaktım ve ben artık ağlamak istemiyordum.

Bakışlarımı ısrarla bana bakmakta olan gözlerine çıkarmamak için kendimle mücadeleler verirken ağlamamı engellemeye çalışarak konuşmama devam ettim. "Ben bu durumu biliyordum ve yıllarca sustum. Aslında susmak zorundaydım dersem daha doğru olur."

Fazla detay vermek istemiyordum yeterince acınılacak olan halimi daha da acınası hale getirmek bana pek bir fayda sağlamazdı. Aksine ruhumu daha da yıpratırdı.

Büyük elinin altındaki elimi usulca sıyırarak çekerken gözlerimi kurulamak adına yüzüme çıkardım. Ne ara akmaya başlamışlardı bunlar yine? Tane tane akmakta olan yaşlarımı sırasıyla elimle silerken ağlamamı zorlukla durdurdum. Bakışlarımı daha fazla ondan kaçıramadım ve göz teması kurmamıza izin verdim. Sıcacık elinin altından çıkan elim normalinin aksine soğuk değilken bu durum çok da uzun sürmedi ve elim eski soğukluğuna çabucak kavuştu.

Göz temasımızdaki bakışlarında herhangi bir ifade göremezken dahasının olduğunu bildiğini ve onları anlatmamı beklediğini fark ettim.

"Beni ilk bulduğunda bu durumu daha fazla içimde tutamamıştım. Babamla başta ufak bir tartışmaya girmiştik ama daha sonra... Daha sonra kavga bir anda büyüdü nasıl oldu anlamadım ama bir anda her şeyi söyleyiverdim."

Konuşmama kısa bir solukla ara verirken göz temasımız arada gözlerimin dolmasıyla bulanık hale geliyordu ama izin vermiyordum. Herhangi bir yaşın akmaması adına kendimi kasıyordum.

"Sonra?"

Cevabını az çok bildiği soruyu sorarken gözlerinde gördüğüm hafif bir karartı beni ürkütse de bunu ona belli etmedim ve hafifçe burnumu çekerek konuşmama devam ettim.

"Sonra gördüğün o hale geldim. Babamın eseriydi tümü. Pek net hatırlamasam da bir şekilde kaçtım oradan ve sonrasını biliyorsun sen çıktın karşıma."

"Ya da sen benim karşıma çıktın." diye mırıldandı bakışlarını gözlerimden çekerek fayans zemine dikerken.

Olabilir anlamında dudak büktüm herhangi bir şey dememeyi tercih ederek. Elimden geldiğince az konuşmaya çalışıyordum. Sesim cızırtılıydı kendimde konuşacak hali ya da o konuları konuşacak hali bulamıyordum.

Hafif kıpırdanmalarla oturuşumu biraz daha dikleştirirken arkamdaki yastıkları düzgün yaslanacağım biçimde düzeltmek istedim. Ben daha bu düşüncemi uygulamaya geçmeden kıvranmalarımdan anlamış olmalı ki Ares yastıkları benim için düzeltti. Bunun için hafifçe üzerime eğilmesi gerekmişti ama bu sorun değildi. Bu hareketi kokusunun burnuma dolmasını sağlamıştı ve bu iyi gelmişti lakin çok da uzun sürmemişti.

Seri hareketlerle işini halleden Ares bulunduğumuz konumun farkına varmış olacak ki eskisinden de bir tık geriye gitti ve ısrarcı bakışlarını sürdürmeye devam etti. Dahasını da anlatmamı istiyordu bunu anlayabiliyordum ama ben üstünkörü anlatmama devam ettim.

"Sen beni bıraktıktan kısa süre sonra eve gittim. Annem her şeyi toplayıp dedemlere gitmiş evde bir tek o kalmış. Normalde bende eşyalarımı alıp annemin yanına gidecektim ama o gitmemem için yalvardı. Bende bazı şeyleri göz önünde bulundurarak onunla kalmayı kabul ettim. Aslında bir sorun yoktu umurunda değildim sataşmaz diye düşündüm." ama öyle olmadı diyerek içten tamamladım sözlerimi. Az kalmıştı bitecekti bu işkence. O merak ettiklerine kavuşacaktı bense sonunda birine içimdekileri dökecektim.

"Bir gün beni zorla annemin yanına götürdü ona göre annemi eve geri dönmeye ikna edebilirmişim. Kendisi başaramadı tabi beni soktu devreye sonuçta ben onun evladı değil elindeki bir piyonuydum. Anneme ona geri dönmemesini üzerine basa basa söyledim çünkü saftı benim annem ona belli olmazdı. Babama konuştum dedim ama ne konuştuğumu söylemedim ertesi gün eline boşanma celbi gelince öğrenecekti zaten her şeyi. Annem çoktan boşanma davasını açmıştı."

İşte dönüp dolaşıp yine aynı yere geliyorduk. Aynı bitmeye alışılmış sonlara. Peki ben bu sonların böyle devam etmesine izin verecek miydim? Hiç sanmıyordum. Kendi sonumu kendim yazmam gerektiğine inanıyordum ve öyle de yapacaktım. Bundan sonrasında istemediğim herhangi bir şeye müsaade etmeyecektim.

"Öğrendi de. Ama onun aklı başına geleceğine tüm her şeyi benim üstüme yıkmak daha kolayına geldi tüm suçu bende buldu ve son. Devamını yine biliyorsun." derken buruk bir gülümseme sardı dudaklarımı. "Aslında seni böyle arayarak rahatsız etmek istemezdim ama annemler aramalarımı açmadı ve ben o halde ne yapacağımı bilemedim üzgünüm seni de yine uğraştırmış oldum. Başına bela oldum resmen."

Ben konuşmamın sonunu büyük bir mahcuplukla getirirken onun takıldığı nokta bu olmamıştı.

"Neden en başında annene gidip anlatmak yerine her şeyi tek başına üstlendin?"

Olması gerekende bu değil miydi? Haklı bir soruydu peki ben bunun cevabını ona nasıl verecektim. Ne demeliydim?

Benim annemin ruhu zaten yeterince hastayken tamamıyla delirmemesi için demedim ama sonuçta yine bir şekilde öğrendi ve delirdi mi yoksa o her ne kadar olması gerektiği gibi bir anne olamasa da ben ona kıyamadım mı? Pekâlâ vereceğim cevabı bilmiyordum ama olanı söylemek en iyisi diye düşünerek cevabımı verdim.

"Çünkü o bunu kaldıramazdı." dedim usulca.

Burnundan derin bir soluk veren Ares'in yüzünde hiç de memnun bir ifade yoktu. Beklediği cevap bu olmasa gerekti.

"İyi de neden? Zamanla kabullenir ve toparlanırdı bir şekilde. Senin bu hale gelmen..." dedi ve sustu. Cümlesini tamamlayamadı ama ben ne demek istediğini ondan duymadan da anlayabilmiştim.

"Benim annem psikolojik rahatsızlıkları olan birisi kaldıramazdı ve her şey dahada berbat bir hal alırdı." dedim biraz keskin bir tonda. Beni anlamalı ve daha fazla teori önüme sürmemeliydi.

Ben zaten yapılabilecek her şeyi yapmış bundan önce de bin bir seçenek düşünmüştüm ama tüm çıkışlar aynıydı. Her seçenekte de kaybediyorduk.

-BÖLÜM SONU-1

 

Bölümü nasıl buldunuz bakalım?

 

Kitabımızın instagram hesabını sizinle paylaşmak isterim. lalehveniserwatty

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

 

Seviliyorsunuz!

Bölüm : 21.09.2024 14:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...