41. Bölüm

BÖLÜM 40

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Hissediyordum. Zihinim içindeki bazı düşünceler içeride bir şeyleri deviriyor ve ben hepsini çok net hissediyordum.

Devrilen şeyler benden bir parça ve onları deviren şeyse bana ait olmayan bir şeydi. Sanırım zarara uğruyordum. Bu zarar içten içe olan ve gözle görülemeyen ama canla hissedilen bir şeydi.

Sanırım birazda gergindim. Yaklaşık yarım saat önce adı Ahmet olan koruma tipli adamın nefes nefese gelip verdiği haberle birlikte Ares hiçbir şey demeden beni evin içerisine sokmuş ardından da ön kapıdan çıkıp devasa bahçenin girişine gitmişti.

Bırakıldığım oturma odası evin arka tarafına yani Karadeniz kısmına bakan cephedeydi tıpkı mutfak gibi. Buradan evin ön tarafı görülmüyordu ve ben orada durumlar ne alemdeydi bilmiyordum. Yalnızca şu anda tıpkı benim gibi oturma odasında oturmakta olan ve ilkten Ares'le dışarı çıkıp ardından az önce geri gelen muhteşem üçlüden kulak kenarıyla duyduğum kadarıyla Demiröz fazla kalabalık gelmişti. Galiba gerçekten de zorla içeri girme niyetindeydi ama bilmediği bir şey vardı o da buranın daha kalabalık olduğu gerçeğiydi.

On dakikadır varlıklarını görmezden geldiğim muhteşem üçlüyle oldukça büyük ve tam benim tarzım olan oturma odasında otururken içten içe artık Ares'in geri gelmesini istiyordum. Sık sık üzerime uğrayan bakışların farkındaydım ve bundan rahatsızdım.

Hayır bunları Ares kovmamış mıydı neden hala buradalardı? Tamam ev kuzenlerinin olabilirdi ama sonuçta kuzenleri onları kovmuştu. Biraz alınma, darılma falan olmalıydı! Ne bu böyle hep yüzsüzlük hep yüzsüzlük!

İstemsiz kasılarak oturduğum üçlü koltukta artık götüm uyuşurken Ares'in geri gelmediği her geçen saniyede bu rahatsızlığımı gereksiz görmeye başlamıştım. Sonuçta Ares bana bizim evimiz dememiş miydi? Asıl rahat olması gereken ben rahatsız olması gereken onlar değil miydi? Roller birbirine girmişti. Hem her ne kadar kabul etmek istemesem de bulunduğum yerde rahat hissetmemi sağlayan bu adam nerede kalmıştı? Bir türlü gelmek bilmiyordu!

İçeri girdiğim ilk ana nazaran biraz olsun ısınan ayaklarımı yukarı çekerek bağdaş kurarken arkamdaki yastıkları yanıma çekerek geriye doğru rahat bir biçimde oturdum. Belimin sağ tarafını koltuk kenarına yaslarken aynı şekilde sağ kolumu da kenarlığın üst yüzeyine yaslayarak başımı koluma yasladım. Bakışlarım oturduğum koltuğun sırt yaslama kısmında bulunan ve buradan yumuşacık görünen battaniyeye kayarken sol elimle ona uzandım. Avuçladığım gibi üzerime gelişi güzel örttüğüm battaniyeyle kısmi bir sarılma pozisyonu aldım.

"Kibar teyze!" diyerek hiç beklenmedik bir anda mutfağa doğru seslenerek muhteşem üçlünün dikkatini bu kez açık seçik üzerime çektim.

Bu tavrımı bende beklemezken her şey bir anda olmuştu. Umarım beni duymuştur diye içten içe dua ederken çok değil bir dakika içinde oturma odasına giren kadınla rahat bir nefes verdim.

"Buyur kızım bir şey mi istemiştin?"

Değişen rollerin dengelemesini baştan düzeltmek adına oldukça rahat gözükmeye çalışırken sakin bir ses tonuyla konuştum. "Böğürtlen çayı var mıydı?"

"Olmaz olur mu var tabi. Ares oğlum her bir bitki çaylarını stok yaptırdı eve." diyerek Ares sanki bir marifet başarmış gibi hevesle konuşan kadına sadece yarım ama gerçekçi bir tebessüm sundum.

"Bir bardak böğürtlen çayı alabilir miyim?" dedim soru gibi gözüken ama aslında rica cümlesi olan bir şekilde.

Birkaç mırıltı ve baş sallamayla onay veren kadın hızla geldiği yere geri giderken sesli bir nefes verdim. Bakışlarımı daha fazla dayanamayarak doğrudan çaprazımdaki üçlüde oturan muhteşem üçlüye çevirerek diktim. Sırasıyla üçüyle de göz göze gelirken artık ağızlarındaki baklaları çıkartmalarını beklemeye başladım.

Bars her ne kadar her zamanki mantıksal ve nötr tavrıyla Tamay ve Tamer ikizleriyle bir tutulmaması gerekse de bir kere adı muhteşem üçlü diye çıkmıştı ve bu böyle ilelebet sürüp gidecekti. Ta en başından onlara bir isim vermiştim ve Bars ikizlerle bir tutulmayacak birisi olsa da olan olmuştu. Artık makus kaderine tabi gelecekti.

Oturduğu yerde rahatsızca kıpırdanan Tamay'la var olan göz temasımı kesmezken ilk konuşacak kişi çoktan belli olmuştu.

"Ben geri dönmezsin sanıyordum." dedi Tamay bunun şaşkınlığını yaşadığını belli etmekten çekinmezken.

Bakışlarım anlık kucağımda topladığım ellerime giderken hızla Tamay'a geri döndüm. Yanındaki ikiziyle pür dikkat bana bakarken Bars'ın bakışları onların aksine zeminin üzerindeki halıdaydı. Her ne kadar bakışları üzerimde olmasa da kulaklarının bizimle olduğunun bilincindeydim.

"Zaten dönmeyecektim." dedim dürüst olarak. Bu bir gerçekti. Ta ki Ares'in inatçı ve dominant kişiliğiyle karşılaşana dek.

O, öyle bir gelmişti ki tüm gerçekleri kendi doğrularıyla bana harmanlamış ve sadece bize ait olan bir gerçeklik boyutuna dönüştürmüştü. Yani en azından hala daha bunun çabasındaydı ve hiç pes edecekmiş gibi de değildi. Ki iyi ki de değildi.

"Fikrini ne değiştirdi o zaman?" diyerek konuşmaya ansızın katıldı Tamer. Bakışlarım ona kaydı.

Kuruduğunu hissettiğim dudaklarımı ıslattım dilimle. "Teknik olarak buraya zorla getirildiğimden durum benim fikrimle alakalı olan bir boyutta değil. Dediğim gibi ben buraya gelmek istemedim, buraya zorla getirildim."

Dağdan inmişimde bağdakini kovmuşum gibi bir yaklaşımla bana bakan Tamer'e daha agresif bir yanıt vermek istesem de şimdilik sakinliğimi koruyabilmiş ve olası bir kavga ihtimalinin önüne geçmiştim.

Buraya gelişim her ne kadar istemem yan cebime koy olsa da ve Ares bunun az çok farkında olsa da bunu onların bilmesine hiç gerek yoktu. Kuzenlerinin bana kör kütük âşık olduğunu ve bensiz bir hayatta asla yapamayacağını pek ala düşünebilirlerdi. Bunda hiçbir sakınca görmüyor ve böyle düşünmeleri içinde gerekli manipülatif konuşmaları gerçekleştiriyordum.

Konuşmamın bitmesiyle Kibar teyzenin elinde tepsiyle içeri girmesi bir olurken dikkatim oraya kaymıştı. Adım adım bana yaklaşıp müptelası olduğum çayı bana vermesini beklerken Tamer'in gür ve kendini tutamaz sesi ortamda iki elin birbirine çarpma sesiyle bir yankılandı.

"Ben dedim abi, ben size dedim bu çocuk sizlere ömür çoktan aramızdan ayrıldı. Bakın görüyor musunuz neler yapıyor? Kim bilir daha neler neler yaptı da haberimiz yok!"

"Tamer!" dedi Tamay uyarır bir biçimde. Şekilli kaşları çoktan havalanmıştı.

"Ne Tamer ne? Adam gitmiş kızı zorla almış gelmiş. Bu çocuk iyice sarpa sardırıyor işleri biz nasıl düze çıkacağız bu böyleyken?" İsyankarlığı ses tonundan oluk oluk akarken kendini son derece haklı gördüğü hallerinden belliydi. Kendinden emin, asi tavrıyla konuşmasını sürdürdü kısa bir duraksamanın ardından. "Kale gibi bir yer yapmış, kızı içerisine tıkmış sanırsın Topkapı Sarayı'nda Kaşıkçı Elması'nı koruyacak!"

Tamer'e her ne kadar arkası dönük olsa da söylediği her bir kelimeyle gözleri daha da irileşen Kibar teyzenin mimiklerine mi yoksa gerçekten de söylediği son cümlelerde haklılık payı olan Tamer'in sözlerine mi gülsem bilemedim.

Çoktan yanıma ulaşan kadına kısık bir ses tonuyla teşekkür ederek getirmiş olduğu çayı elime aldım. Kibar teyze benim çayı almamla koşar adım oturma odasını terk ederken Tamer'e doğru döndüm.

"Şımar diye demiyorum ama buranın gerçekten de Topkapı Sarayı'ndan eksiği yok fazlası var. Kuzeniniz beni burada tutabileceğini düşünüyorsa büyük yanılıyor. Bir yere hapsolmak için fazla gerçekçiyim ve şu saatten sonra bir masala uyarlanamam."

Tamay sözlerim karşısında belli belirsiz başını sallarken bakışlarını odanın içerisinde gezdirdi. Onunda hayatı böyleydi ama o başından beri bu hayatın içerisindeydi. O bu hayata doğmuştu ama ben değil! Yapamazdım.

Yüzünü sıvazladı Tamer. Bars'a döndü sinir havliyle. "Sana yardım etme bu işte ona dedim. Hayırlı bir iş değil bu daha önce kaç kere denendi son değişmedi dedim!"

Bars kendisine söylenen öfkeli sözlere göz ucuyla bakarken oturduğu yerde zaten dik olan duruşunu iyice dikleştirdi. "Sen kendi payına düşeni yap gerisini iş kiminse o düşünsün." diyerek işin içinden yağ gibi sıyrıldı. Anladığım kadarıyla artık Tamer'le münakaşaya girmekten sıkılmıştı ve onu pek de kaale almayarak geçiştiriyordu.

"Gerçekten burada durmayacak mısın Lavinia?" dedi Tamay kendi takıldığı noktayı gündeme getirirken.

Merak içerisinde sorduğu ve benden alacağı herhangi bir olumsuz cevapla ne yapacağını bilemiyormuş gibi duran haline gözlerimi devirdim.

"Burada nasıl durabilirim tanrı aşkına siz kafayı mı yediniz? Burası bir ev değil hapishane bilmem farkında mısınız? Etrafta bir sürü yabancı adam dolanıyor eminim ki hepsinin belinde silah var. Bir tek kalaşnikoflu adamlar eksik görünürdeki ortam iyice hapishaneye dönsün."

Bir tek benim yadırgadığım ve kabullenmek istemediğim bu hayata karşı gösterdiğim tepki onlara anlamsız geliyormuşçasına baktılar ilkten bana. Sanırım onlara alışagelmiş bu hayatın cehennem olduğunu bir tek ben görebiliyordum. Hoş ben kime ne anlatmaya çalışıyordum ki?

"Aslına bakarsan onlarda var ama pek görünürde dolaşmamaları gerektiğini söyledim. Fazla görüntü kirliliğine gerek yok."

Ares'in ansızın yankılanan sesiyle oturma odasına girmesi bir olurken hemen peşinden gelen beklenen dedeyle gergin olan ortam iyice gerildi. Ayrıca o az önce ne söylemişti?

"Şaka gibi anasını satayım!" diyen Tamer'in kısık sesli homurdanmasını zar zor duyarken benim bakışlarım doğrudan bana gelen adamda değil onun arkasındaki Demiröz'deydi. Sanırım amacına ulaşmış ve içeri girebilmişti.

Elimde tuttuğum ve gittikçe soğuyan çayımı henüz bir yudum bile almadan ayaklanarak odanın ortasında bulunan sehpaya bıraktım. Çok değil birkaç saniye içerisinde Ares dibimde yerini alırken bakışlarım hala daha Demiröz'deydi. Varlığının bende yarattığı rahatsızlığın pek ala farkındaydı tüm odadakiler.

"Tamer yine çok konuşmaya başladın ve boş konuşuyorsun. Ayrıca ben size kahvaltıdan sonra gidin demedim mi? Misafirliğin kısası makbul. Dedemi de alın ve gidin."

Daha eve yeni giren ve etrafı dikkatle inceleyen beklenen dede dakika bir gol bir kovulmasıyla gram ilgilenmezken sadece Ares'e yandan ters bir bakış attı. Bakışları dönüp dolaşıp üzerimde dururken ben rahatsızca yerimde kımıldandım. Ares huzursuzluğumun bilincinde elini belime sararken refleksif bir biçimde ona doğru yanaştım.

Buraya yabancıydım ve bu insanlara da aynı şekilde. Her ne kadar Ares'te pek tanıdık sayılmasa da şu anda kötünün iyisi diyebilirdim onunla tanışıklığıma. En azından geceleri beraber uyuyabildiğim ve cinsel çekim hissettiğim birisiydi ve sanırım işin ayrıntısına girersek içerisinde birazda duygular vardı. Kabullenmek istemesem de aşksal duygular.

"Bu iş benim hala aklıma ve mantığıma yatmıyor evlat. İleride beni dinlemediğin için çok pişman olacaksın." dedi Demiröz üzerimden aldığı sivri bakışlarını Ares'e çevirerek sonunda konuşmaya karar verirken.

Yine ne işi çeviriyorlardı hiçbir fikrim yoktu ama bu artık gram umurumda değildi. Dünya yansa artık benim bir avuç samanım yanmazdı. Eski toprak aklı da benim aklıma ve mantığıma yatmıyordu onu ne yapacaktık? Hayır illa kendi istedikleri olsun diye dünyayı alt üst edebilme özelliklerinden bahsetmiyorum bile! Bu yaşlılar gerçekten de benim en anlaşamayacağım insan gruplarıydı.

Ayakta dikilmeye bir son vererek benim az önceki oturduğum yere rahatlıkla kuruldu Ares beni de dibinden ayırmadan. "Aklına ve mantığına yatacak bir iş yok ortada dede. Saçma sapan konuşarak Lavinia'nın aklını bulandırmaya çalışma buna izin vermem." dedi sert bir ses tonuyla. Koltuğa oturduğumuzda belimdeki kolunu direkt omzumun üzerine atmıştı sahiplenici bir tavırla.

Açık bir şekilde devirdiğim gözlerimle bakışlarımı Demiröz'den alarak Ares'e çevirdim. Bu adamın manipülatif bir yanının olduğunun elbette farkındaydım ama onlar bir şeyin farkında değillerdi o da benim artık herhangi bir oyuna gelecek ne bir gram umurum vardı ne de saflığım.

Ortamın saçmalığı ve gittikçe sarpa saran işlerle iyice bunaldığımı hissettim. Sesli bir nefes verdim. Çoğu bakış üzerimdeydi görmesem de hissediyordum.

"Bu kız bizim hasmımızla iş birliği yaptı! Gerçekten bunu görmezden mi geleceksin? Sürekli bir oyunlar çevirip duruyorsun ve kime karşı ne çevirdiğin belli değil evlat. Yapma! Ayaklarına dolanır sen farkında olmadan çevirdiğin bu işler. Boyundan büyük işlere kalkışıyorsun!"

Kaba ve gür sesinden buram buram akan yargı içimdeki bunaltıyı arttırdı. Ares hariç herkese tek tek baktım. Ares'e karşı gram güvenleri yoktu. Sorsalar onun ailesiydi hepsi ama birinin ağzından destekçi bir kelime çıkmıyordu.

Ares'e baktım. Yüzünde gram bir his yoktu. Susuyordu. Onun işleri evet sanırım gerçekten de boyundan büyüktü ama halledemeyeceği şeyler değildi. Neden yapamayacaktı? Onlar yapamadı diye Ares'te mi yapamayacaktı?

Ne yani şimdi annem yapamadı diye, bu dünyada iyi bir anne olamadı ve hiç sevilemedi diye bende mi öyle olacaktım? Bu saçmalıktı!

"Nedenleri vardı." dedi Ares sadece dedesinin beni hain olarak itham ettiği cümleye karşı bir yanıt verirken. Geri kalan, kendisine karşı sarf edilen sözlere karşı ağzını açıp da tek bir kelime etmedi. Sanırım yorulmuştu. O her ne kadar buna dair bir belirti göstermese de ben anlayabiliyordum. Çünkü ben bu sahneyi önceden biliyordum. Kendimden biliyordum.

"Saçmalık! Hata yapıyorsun! Göz göre göre hata yapıyorsun ve kendi sonunu kendin getiriyorsun. Buna izin vermem! Duydun mu beni?" öfkeyle sarf edilen her bir kelimeye karşı kaşlarım daha da çatıldı. Ares'in bedeninin kasıldıkça kasıldığını ve artık onunda öfkelendiğini hissettiğimde artık devreye girmem gerektiğini hissettim ve kendimden hiç beklemediğim bir harekette bulundum.

Kucağımda ne zaman birleştirdiğimi bilmediğim ellerimi çözerken sol elimi Ares'in üst bacağına koydum ve koltuğa yasladığım sırtımı dikleştirerek ucuna doğru birkaç santim kaydım. "Saçmalık olan sizin, Ares'in de yetişkin bir birey olduğunu ve kendine ait bir yaşamı olduğunu ısrarla kabul etmek istememeniz. Hata yapıyorsa yapıyor. Nasıl ki sizde bu günlere hata yaparak geldiyseniz o da pek ala hatalar yapabilir. Önemli olan onun sizin aksine yaptığı hatalardan ders çıkararak daima ilerlemesi. Ki bence öyle de yapıyor."

Son cümlemde kendimi göstererek konuşmamı sonlandırırken kendimden son derece emin bir biçimde arkama yaslandım. Ares'in şaşkınlık içeren bakışlarını yüzümün her santiminde hissederken ısrarla ona bakmıyordum. Az önceki hamleyi bu odadaki herkesten çok ben kendimden beklemediğimden sanırım bir tık utanmıştım.

"Sen daha çocuksun ne gördün de böyle konuşuyorsun? Hiçbir şey bildiğin yok. Oğluma zarar vermekten başka bir işe yaramayacaksın!" diyen Demiröz artık benimde öfkelenmeme sebebiyet verirken dediklerine karşı bir an yutkunamadım. Sözlerinin sertliği karşısında bir an duraksayıp kalırken afallamamı dışarı yansıtmamak adına bedenimi kastım.

Ares atik bir hareketle ayaklanırken bende panikle ayaklandım. Muhteşem üçlüde artık ortamın son demlerinde olduğunun farkında olarak ayaklanırken Ares'in gür sesi yankılandı odada.

"Ahmet!"

Çok değil bir dakika bile sürmeden koşarak geldi bu sabah tanıştığım adam. Yine nefes nefeseydi.

"Buyur abi?"

Ares hemen arkasında dikilen bana kötü kötü bakan dedesine bir bakış atarak önüme geçti ve beni iyice arkasına alarak beklenen dedenin beni bakışlarıyla dövmesine engel oldu.

"Misafirlerimize kapıya kadar eşlik et." dedi otoriter bir sesle.

Sabahtan beri kaçıncı kovuluşları olduğunu saymadığım muhteşem üçlü anında odadan çıkmak için hareketlenirken Tamer'in homurdanması pek ala duyuluyor ama ne dediği seçilmiyordu. Beklenen dede hala daha dikildiği yerden üstünlük taslayan bakışlarla buraya bakarken suratında Ares'i kınayan bir ifade vardı.

Ares kendisine atılan kınayıcı bakışlara karşı dik duruşunu bozmazken yeni bir şey hatırlamışçasına Ahmet'e döndü. "Ve bir daha benim iznim olmadan değil eve, araziye biri alınırsa beni uğraştırmayın kendi kafanıza sıkın."

Gördüğü tavır karşısında sessiz duramayıp işaret parmağını havaya kaldırarak bu kez Ares'e karşı sözlerini sarf etti. Tavırları son kozlarını oynar gibi hiddetliydi. "Gaddar olmayan lider olup kazanamaz, zaafı olan saltanat kuramaz! Bu kızın zaafın olmasına izin veremezsin." dedi.

Muhteşem üçlünün kaçamak bakışları beklenen dededeyken arada ne karşılık bulacak diye merakla bize kayıyordu. Oturma odasından çıkmak üzere olan hareketleri ise çoktan yavaşlamıştı.

Daha fazla olduğum yerde duramazken Ares'in arkasından çıktım ve önüne doğru geçtim. İki elim havalanarak bulunduğumuz yeri öylesine gösterir gibi tavır takınırken, "Sence de kuramaz mı?" dedim.

Ares arkasından çıktığım andan itibaren bundan rahatsızlık duyduğunu anında belime koyduğu elinden belli ederken bir adım geriye doğru giderek sırtımın gövdesiyle temas etmesini sağladım. Benim hareketimle Ares'in belimdeki eli bulunduğu yeri iyice sararken sadece "Yanılıyorsun." demekle yetindi.

Başını olumsuzca iki yana salladı Demiröz. "Bende gençken ve Ayza'ya kör kütük aşıkken böyle düşünüyordum. Ama yanıldığım tek şey bu düşüncede yanıldığımı düşünmemdi. Umarım sen evlat, benim gibi yanılmazsın." Yaşına rağmen oldukça dinç duran bedenini sözlerinin sonunda harekete geçirerek oturma odasının çıkışına yöneldi. Bulunduğumuz odadan çıkmadan önce sarf ettiği son sözler ise uzun bir süre zihnimi meşgul etti.

"Gençsin ve hayata dair hayallerin var, umutların var ama unuttuğun bir şey var. Sen bir SANCAKTAR'sın. Senin dünün ve bugünün lanetlenmişken yarından medet umman kör cahillikten başka bir şey değil. Hayaller güzeldir evlat ama bazı hayaller, hayal kalır. Özellikle bir SANCAKTAR'san."

*** 

Kör değildim ve hiçbir zamanda olmamıştım. Bazı şeyleri görebiliyordum. Mesela Ares'in verdiği mücadeleleri: aile davası adına ve benim adıma. Buradan yola çıkarak çok düz mantıkla Ares'in beni sevdiğini de söyleyebilirdim. Çünkü sevgiyi değerli yapan şeyin mücadele olduğunun bilincindeydim. Ve yine biliyordum ki insan sevdiklerini kaderlerine terk etmezdi. Ben Ares'in adıma verdiği mücadeleyi de beni kötülüklerle dolu kaderimle bir başıma bırakmadığını da görmüştüm. Peki gördüğüm bunca şeye rağmen onun içimde yarattığı tüm kırgınlıkları ve hezeyanları bir kenara atabilecek miydim?

Gururluydum ve yıllardır yaşadığım şeyler yenilir yutulur şeyler değildi. Buna rağmen ailemle yıllarca durmuş ve onların düzelmesi adına hep gözlerinin içerisine bakmıştım. Sonuç hüsran olsa da onlara tanıdığım müsamanın onda birini bile Ares'e tanımamam son zamanlarda zihnimi kurcalar olmuştu.

İkinci bir şansı daha hak etmiyor muydu? Bu soruya geldiğimde birinci şansların heba edilmesi ve verilecek olan ikinci şanslarında birinci şansa kurban gitmesi gibi birçok metafor dönüp duruyordu zihnimde. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum çünkü aklım ve mantığımda birbirine düşmüş durumdaydı. Sanırım kalbim aklımı yenmek üzereydi ama mantığım tüm bu dengeyi bozuyordu.

Kararan hava çoktan etrafı gecenin ayazına bırakmışken oturma odasının köşesinde yanan büyük şöminenin önünde dikiliyordum. Bakışlarım yan taraftaki boydan boya camla kaplı yerden dışarıya bakıyordu. Her ne kadar bahçe oldukça iyi aydınlatmaya sahip olsa da ilerideki uçsuz bucaksız Karadeniz bir karadeliği andırıyordu.

Evin fazlaca sıcak olmasının yanı sıra zaten durmaksızın yanan doğalgaza ek neden bir de şömine yanıyordu bilmiyordum ama odun çıtırtıları kulağa bir melodi gibi geliyordu. Etrafta dolanan mafyavari adamlar olmasa aslında huzuru sonuna kadar hissedebileceğim bir yuva olabilirdi bu koca malikane.

Muhteşem üçlü ve beklenen dedenin kovulmasının üzerine Ares'te işlerinin olduğunu söyleyerek gitmişti. Koskoca malikanede her ne kadar tek olmasam da tek başıma kalmıştım. Neyse ki zaten geç uyanmanın üzerine bir de kaotik olaylar geldiğinden tek başıma kaldığım saat pek de erken bir saat sayılmazdı o yüzden akşamı rahatlıkla getirebilmiştim.

Israrla yemek istemediğim akşam yemeği için Ares'i beklerken zaten hali hazırda pek de iştahım olmadığından saatin akşamın on biri olmasını sorun etmiyordum. Ama Ares biraz daha eve gelmezse sorun edeceğim çok başka şeyler olacaktı.

Olmayan telefonumla ve muhataplık kurmak istemediğim kapıdaki adamlarla da Ares'e ulaşamayacağıma göre el mahkûm bekliyordum. Her ne kadar Kibar teyzeden Ares'e pek ala ulaşabileceğimi bilsem de içten içe ona biraz alan tanıdığımı ve bunu yapmamak için kendimi tuttuğumu biliyordum.

Ares'in yokluğunda sohbet edebilme imkânı bulduğum Kibar teyzeyle birer Türk kahvesi içmiş ve az buçuk içerisinde bulunduğum yeri gezmiştim. Yokluğumda neler olduğunu Kibar teyzenin ağzını arayarak ya da açıkça ona sorular sorarak öğrenmiş ve beynimin çıkmazında iyice hapsolmamı sağlamıştım. Öğrendiğim bilgiler doğrultusunda ilkten ne hissedeceğimi bilememiştim.

Flashback başlangıç.

"Macaristanlı mı yani?" dedim en baştan Türklere benzemediğini düşündüğüm kadın hakkında yeni öğrendiğim bilgiyi teyit etmek istercesine.

Elindeki Türk kahvesinden küçük bir yudum alan kadın bana onay verircesine başını sallarken hızla ağzındaki yudumu yuttu. "Göçmen işte kızım."

Anladım dercesine başımı sallarken sabahtan beri etrafta dolanıp iş yapan kadınlara göz ucuyla baktım. Malikaneye geçildiğinde evin reisi ilan edilen Kibar teyze tüm çalışanları yönlendiriyor ve işleri bizzat kendisi takip ediyordu. Bu sorumluluk yaşının ve yıllardır Ares'in yanında çalışıp onun güveninin kazanmasının getirisi olsa gerekti.

"Peki Ares bana şu iki kadını yatılı çalışan diye tanıttı sabah ama diğeri kim?" dedim az önce mutfakta şans eseri denk geldiğim kadını sorgulayarak. Hasibe ve Vida'yı tanıtmıştı hatta onlarla kahve yaptıkları esnada ayak üstü bire bir selamlaşmıştım da ama diğerini yeni görüyordum.

Benim işaretimle arkasında kalan kadına döndü Kibar teyze. "Şule o. O da bu evin yatılı çalışanlarından. Siz kahvaltıya indiğiniz vakit o alt kattaydı, ütü yapıyordu."

Kahvemin yanındaki çikolataları bir bir ağzıma tıkarken bakışlarımı mutfakta bizden uzak köşede iş yapan üç kadına değdirdim. Kibar teyzeye yaklaşık bir saattir olduğu gibi yine merakla bir soru daha yönelttim. "Koskoca ev zor olmuyor mu tüm işleri dört kişi halletmek?"

Benim aksime yine kahve yanında olan ikramlıklardan tuzlu kurabiye tırtıklayan kadın başını olumsuzca salladı. "Biz günlük işleri yapıyoruz, evi çekip çevirmek falan. Her hafta detaylı temizlik için temizlik şirketinden bir ekip geliyor. E ayrıntılı temizlik işinin dışında dört kişiyiz kızım tüm gün az biraz şu işi yap az biraz bu işi yap derken gidiyor bir şekil işler."

Ares'in ocağına dikilen incir ağacını düşünmemeye çalışarak ağzıma bir çikolata daha attım. Gerçekten de benimle yaşamak istediği için böylesine düzen ve tertipli bir yaşam alanı yaratacağı aklımın ucundan geçmezdi. Etrafı tanıdıkça ağzım açık kalıyordu. Bu ev eski yaşantıma karşılık hayallerimin ötesinde kalıyordu.

Her ne kadar fakir bir aileye doğmamış olsam da ve arada temizliğe yardım için temizlik şirketlerinden bizde yardım almış olsak da burada yedi yirmi dört çalışan dört kişi vardı. Hadi Kibar teyzeyi saymayalım çünkü o ara ara gidiyormuş ama yine de eve daima bağlı bu kadar çalışan olması ve senin istesen elini suya sokmana gerek bile kalmayacak olması tuhaftı. Kibar teyze etrafı anlattıkça kendimi Bihter Ziyagil gibi hissetmem ne kadar normaldi?

"Siz alt katta kalırken dışarıdaki onca adam nerede duruyor?"

"Bahçeye hemen girdin mi sağda korumalar için müştemilat var. Onlar orada takılıyor."

Her şeyin en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olması beni bir tık ürkütürken asıl korkutucu olan şeyin ikinci katın yani komple bize ait! olan katın hemen bir alt katının yalnızca çocuk odalarına tahsis edilmesiydi. Banyolu dört tane çocuk odası! Ne kadar normal olabilirdi şu durumda hiç bilmiyordum.

Son yudumlarımı aldığım fincandan aldığım bakışlarımı karşımdaki kadına çevirirken ağzımdaki yudumu zorla yutup ona zoraki bir tebessüm gönderdim. Öğrendiğim andan beri olur olmadık aklıma düşen dört çocuk odasını gerçekten de öğrenmesem de olurdu!

Flashback bitiş.

Bulunduğum katı yani giriş katını ve bir aşağı katı tüm ayrıntısıyla gezmiştim. Eksi bir kat olarak geçen yer sandığımın aksine oldukça havadar ve ferahtı. Ev gerçekten de oldukça konforluydu hem de her köşesi.

Kibar teyzenin söylediğine göre Ares gece gündüz devam eden bir çalışmayla burayı bu hale getirtmişti. Evin her bir köşesi buram buram emek kokuyordu. Peyzaj işleri kış nedeniyle pek yürütülemese de bence bahçe bu haliyle bile gayet iyiydi. Ama Ares için yeterli olmasa gerek ki ilkbahara girildiği gibi tekrardan son düzeltmeler için gelinmesini istemişti. Bu eve gösterdiği özen kendi ailesinden miras kaldığından mıydı bilmiyordum ama onun için gerçekten de önemli olduğu aşikardı.

Evin sıcaklığına tezat içimi saran ürpermeyle kollarımı bedenime sararken yalnızca loş ışığın aydınlattığı oturma odasında bakışlarımı gezdirdim. Ardından tekrardan bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde oraya doğru birkaç adım attım. Derince bir nefes çekerken içime burnumun sızladığını hissettim. Sanırım fazla yalnız kalmıştım. Ares'i özlediğimi hissediyordum. Beni buraya getireli henüz bir gün bile olmamışken, ben buraya hala daha oldukça yabancıyken ve onun varlığına bir gecede tekrardan alışmışken beni böylesine yalnız bırakması olacak iş değildi. Sanırım geri geldiğinde bunun için onun burnundan getirecektim.

Bahçede tur atan adamlara kayan bakışlarımı kısarken ağız içiyle homurdanmadan edemedim. Gerçekten de etrafta kalaşnikoflu adamlar var mıydı? Umarım bu sadece kötü bir şakadan ibarettir yoksa gerçekten de onunla bozuşacağımız noktalar gittikçe artıyordu.

"Yine neyden memnun değilsin bakalım?" Ansızın duyduğum sesle eş zamanlı belimde hissettiğim sıcak eller ve kulağımın arkasındaki sıcak nefesle anlık olarak vücut işleyişim sekteye uğrarken dudaklarımın arasından kaçan korku dolu inlemeye mâni olamadım. Hızlanan kalp atışlarım ve düzensizleşen nefes alışverişlerimle refleksif bir biçimde belime sarılan kollara tutunurken öfke içerisinde sesli bir soluk verdim.

"Beni korkuttun! Neden sessizce yaklaşıyorsun arkamdan?"

Önce boynuma ardından da şakağıma konulan öpücüklerle biraz olsun anlık öfkem dinerken bende yarattığı etkinin farkına anında vararak sakinleşmem adına harekete geçti. Belimi okşayan kollar beni daha da sıkı sararken, "Özür dilerim beni fark edersin sandım. Normalde her şeyin farkında oluyorsun ya ondan düşünemedim." dedi gerçekten de korkmamı beklemiyormuş gibi bir sesle.

Saatlerdir onu görme ihtiyacıyla yanıp tutuşan isteğime daha fazla direnemezken kolları arasında ona doğru döndüm. Ellerim direkt boynuna çıkarken varlığının idrakına daha da iyi varmak için parmaklarımı ensesindeki kısa saçlara dolayarak onlarla ufaktan oynamaya başladım.

"Normalde evet, fark ederim ama kafamın içinde birden fazla düşünce dönüyor. Aklım pek yerinde değil." dedim ılıman bir sesle anında yumuşayan halimle.

"Neden aklın pek yerinde değil?" dedi o da tıpkı benim gibi oldukça sıcak bir biçimde. Bu esnada hiç şakasız ağzımın dibine kadar gelerek burnunu burnuma sürttü ve sözlerinin en sonunda da dudak kenarıma aklımın daha da karışmasına neden olacak bir öpücük bıraktı.

Her ne kadar içimden 'Sen yanımda olmadığın için!' demek gelse de dudaklarımdan yalnızca "Öyle işte." sözcükleri döküldü.

Burnunu burnuma sürtmesine devam ederken zar zor ondan uzaklaşarak başımı geriye çektim ve konuştum. "Neden beni tek bırakıp gittin?"

Konuşurken sesimin fazlaca alınmış küçük bir kız çocuğu gibi çıkmasını beklemezken Ares'te beklemiyor olmalı ki kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Bakışlarındaki yoğunluk bedenimde bir karıncalanmaya sebebiyet verirken ensesindeki ellerimi usulca göğsüne doğru indirdim.

"İşlerim vardı güzelim. Ben yokken bir şey mi oldu? Ne canını sıktı böyle?"

Yokluğun. Ama sen bunu bilmesen de olur çünkü burnundan gelecek uzun bir gecen var o yüzden bunu bilip şımaramazsın.

"Ne sıkabilir acaba canımı? İnat ettin beni aldın geldin sonrada bıraktın gittin! Ne yapacağım acaba ben burada? Sabahtan akşama kadar bu hapishanede oturup gecenin bir yarısına kadar senin eve dönmeni mi bekleyeceğim? Hayır ben neden seni bekliyormuşum acaba? Yarın sabah ben eve dönüyorum sende artık ne kadar işin varsa yaparsın rahat rahat."

Saatlerdir bir başıma kalmış olmanın vermiş olduğu gazla hiç durmaksızın konuşurken sözlerimin sonunda kısa bir es verdim ve o esnada bir adım geriye giderek Ares'le arama biraz olsun mesafe koymak istedim. Benim bu isteğime karşı Ares her ne kadar sadece kaşlarını çatıp benim açtığım bir adımlık arayı kendisi fazlaca kapatsa da bunu görmezden gelerek konuşmamı sürdürdüm. "Sabah kuzenlerin evi basar konuşamayız, öğlen deden evi basar konuşamayız, akşam sen çeker gidersin konuşamayız! Acaba biz konuşmayarak ne yapacağız?"

"Güzelim?" dedi Ares cümlemin bittiği gibi ama onu duymazlıktan gelerek konuşmamı sürdürdüm.

"Ben neden buradayım mesela? Hala daha içime sinen bir yanıt alamadım ben buna."

"Yavrum?" Belimi okşayan elleri aklımı bulandırsa da bana tekrardan seslenmesine yine aldırmayarak omuzlarına diktiğim gözlerimle inatla konuşmamı sürdürdüm.

"Hem senin beni gitmeyeyim diye ikna etmen gerekmiyor mu? Hayırdır hemen vaz mı geçtin benden? Ama ben böyle olacağını biliyordum. Nereden biliyordun diye sorarsan biliyordum işte. Anlamalıydım daha dakika bir gol bir evde yalnız bırakılmamdan!"

"Hatun?"

Gittikçe erimememe sebebiyet verecek hitaplar normal bir zaman diliminde midemi bulandıracakken neden Ares'teki etkisi böyle değildi? Yelkenleri her an suya indireceğimin bilincinde istemsizce paniğe kapılırken taramalıya takmış konuşmamı oldukça saçma bir şekilde sonlandırdım.

"Ayrıca bu evde neden dört tane çocuk odası var kim yapacak o kadar çocuğu?"

Cümlenin ağzımdan çıkmasıyla ne dediğimi idrak etmem bir olurken irileşen gözlerimle far görmüş tavşan gibi bakakaldım bir an ela harelerine. Artık nasıl bilinç altımda kalmışsa bir anda kaçmıştı ağzımdan.

"Biz yapacağız yavrum." Çapkınca sarf ettiği sözleri pek keyifliyken konuşmasının sonunda dudaklarıma uzun, sert bir öpücük kondurdu.

Ne dediğini idrak etmemle ağzının ortasına parmak uçlarımla bir tane geçirmem bir olurken kaşlarım çatıldı. "Sen iyice yoldan çıktın! Ne çocuğu ne yapması tövbe tövbe! Hem ikide bir ne öpüp duruyorsun sapık mısın?"

Ağzının içinden bir 'cık' sesi çıkarttı sorumu reddeden bir tavırla. "Sadece imkânsız olduğunu bile bile sana doymaya çalışıyorum."

Ares'in başından beri gerçekten de bu kadar romantik mi yoksa şu anda bir numaramı çevirdiğini anlamazken kaşlarım çatıldı. Bu halleri eğer gerçekse ki bence gayet doğal duruyordu ve ona inanılmaz yakışıyordu, ben çoktan tav olmuştum. Hoş benim ona tav olmam daha öncelere dayansa da şu anda konumuz bu değildi.

"Sen bana kör kütük aşık mı oldun ne yani? Ne bu hallerin?" dedim kaşlarımın çatıklığını koruyarak.

Belimdeki bir eli sırtıma çıkarak oraları okşarken ağzının içinden benim duyabileceğim bir biçimde homurdandı. "Tepkilerini gören senden nefret ediyorum sanacak!"

"Öyle olmuşsam ne olmuş?" Atara kalkan ses tonu çatılı kaşlarımın bağını çözerken bir an ne diyeceğimi bilemedim.

"Ne olacak canım bana ne öyleyse öyledir." derken saçmaladığımın pek ala farkındaydım.

Derin bir nefes aldı Ares. Bakışları beni kınar gibiydi. Sanki 'Ben seninle ne yapacağım acaba?' der gibi bakıyordu. Bu durumdan tanrıya yakınıyor gibi olan hali beni bir kuşkuya düşürmüştü. Zaten adamın başında bir ton iş var ve ben bu işin sonunda kesin ve net zaten yelkenleri suya indireceğim, acaba daha fazla üstüne gitmesem mi?

"Hala daha yorgunuz ve adam akıllı dinlenemedik. Şimdi odamıza çıkıyoruz ve güzel bir uyku çekiyoruz ama ondan önce son kez ne olacak ne bitecek konuşuyoruz ve konuyu tamamen sonuçlandırıyoruz." dedi baskın bir ses tonuyla. Sonunda bana tanıdığı toleransı bitirerek otoriteyi ele almaya karar vermiş olsa gerekti çünkü şu anda karşımdaki adam şirkette gördüğüm dominant patrondan bir başkası değildi.

Sadece refleksif bir baş sallamasıyla onu onayladım. Benden aldığı yanıtla elini elime kenetleyerek bizi doğruca tamamen bize ait olan! kata götürdü. Yatak odasına ulaştığımızda Ares direkt banyoya giderken ben giyim odasına geçmiştim. Üzerime hızlıca saten bir pijama takımı geçirdim. Altı uzun üzeri kısa kollu olan takım dümdüz beyaz renkten oluşsa da son derece şık duruyordu.

Giyim odasındaki boydan aynada kendimi son kez kontrol ederken odaya Ares'in girmesiyle ben banyoya geçtim. İhtiyaçlarımı hızlıca hallederek dişlerimi fırçalarken bulunduğum yeri ve yaşadığım anı sorguluyordum. Resmen onunla evliymişiz gibi bir evde yaşıyor ve aynı odayı paylaşıyorduk! Bu yaşadıklarım oldukça tuhaf hissettiriyordu. Tuhaf ama asla kötü değil.

Dişlerimi fırçaladıktan sonra saçlarımı tarayarak salık bıraktım ve banyodan çıktım. Yatak odasına geçtiğimde odanın ışıklarının kapanmış ve odayı sadece yatağın yanındaki komidinin üzerinde bulunan lambaderlerin aydınlattığını gördüm.

Loş ışığın hakimiyeti altında kalan odada benden önce çoktan yatağa kurulmuş olan Ares'le göz göze gelirken onun beni yatakta sırtını başlığa yaslamış uzanır vaziyette beklediğini gördüm. Göz göze gelişimizin ilk saniyesinde bocalayarak ne yapacağımı bilemedim. Dikkatli bakışları üzerimde olan adama bu afallamayı çaktırmamaya çalışarak derin bir nefes alırken yavaştan yatağa doğru adımladım ve yatağın bu sabah uyandığım kısmına geçtim.

Benim yatağa varmamla Ares yorganı yatağın içine girmem için kaldırırken tıpkı onun gibi yatağın sırt kısmına yaslandım. Yatağa yerleşmemle yorganı üzerime örten adama doğru hafif bir açıyla dönerken bacaklarımı dizlerinden kırarak kendime doğru çektim. Ares'te sırtındaki yastığı düzelterek bir tık bana yaklaştı.

Yatakta ikimizde rahat bir pozisyon aldığımız anda havalanan sol eli doğruca saçlarıma ulaştı. Yüzüme dökülen tutamları okşayarak geriye doğru iten adamın yoğun bakışları altında dururken bedenimi bir sıcaklığın bastığını hissettim.

Saçlarıma doladığı parmaklarıyla ara ara yanağımı okşarken desibeli oldukça düşük ama tok çıkan sesini duydum. "Şükür." dedi oldukça içten bir şekilde.

Ne için dediğini anlamadığım kelimeyle kaşlarım havalanırken sorgu dolu bakışlarımı ela harelerinde sabit kıldım. "Neye şükrediyorsun?"

"Sana. Bu anımıza."

Duyduklarım bedenimi basan sıcaklığı arttırırken yüzümün kızarmaya başladığı hissettim. Kalp atışlarımın da çoktan raydan çıktığı anda kendime gelmek istercesine boğazımı temizledim.

"Biz daha öncede bu tarz anlar yaşadık ve sen hiç böyle değildin. Ne oldu sana?" dedim alayla. Eğer bu anı şu anda alaya almazsam kalp krizinden gidecektim. Acilen kendimi sakinleştirmem gerekiyordu. Neler oluyordu bana böyle gece gece!

"O zamanlar bilmiyordum bendeki yerini." dedi kısılan ses tonuyla.

"Şimdi biliyor musun?"

Saçlarıma sarılı olan parmakları saçlarımı serbest bıraktı ve rotasını yüzüme çevirdi. Yanağımdan başlayıp dudak çizgimde biten bir okşayışla tüm yüzümü inceledi uzunca.

"Biliyorum, sen çok güzel bir biçimde gösterdin bana neyin ne olduğunu!" dedi son sözcüklerini büyük bir kinayeyle. Sesinde birazda isyan var gibiydi.

"Ben ne yaptım?" dedim aynı isyanla biraz kaşlarımı çatarak. Ellerimi birbirine kenetleyerek kucağımda tutarken sol elini yüzümden çekerek bu sefer ellerime götürdü. Birbirine kenetlediğim parmaklarımı çözerek parmaklarımla oynamaya başlarken sessiz bir iç çekti.

"Varlığını gösterip yokluğunla sınadığında ancak dank etti bir şeyler. Varlığını benden sakındığın her saniyede, seni bulduğumda yanında olmak istediğim her anda beni yaka paça kovuşlarında, benimle gelmeyeceğini her söylediğinde biraz daha anladım. Olmazdı, bundan sonra sensiz olmazdı."

Yutkunamadım. Duyduğum her bir söz içimde öylesine yerler kaplarken boğazıma kadar daha önce hissetmediğim duygularla doldum ve sanırım birazda taştım. Burnumda hissettiğim sızlama ve gözlerimde oluşan buğulanmayla ne yapacağımı bilemezken hızla bakışlarımı ela harelerden kaçırdım.

Neden bir anda böyle olmuştum? Ben normalde duygularımı gizlemekte başarılıydım ama şimdi neden böyle olmuştu? Neden kendimi boşluğa düşmüş gibi hissediyordum? Neden tüm savunmam kırılmış gibi hissediyordum?

"Lavinia?" dedi eli tekrardan yüzüme çıkarken. Çenemden kavradığı parmaklarıyla canımı yakmadan yüzümü kendisine çevirdi.

"Ne oldu?"  Çatılan kaşları ve sertleşen sesi gördüğü manzaradan memnun olmadığını açıkça belli ederken bir süre ona herhangi bir yanıt veremedim. Sanki konuşsam sesim titreyecekmiş gibiydi. Gözlerimdeki buğulanma istesem de geçmezken onunla göz göze kaldığım her saniye boğazımda bir düğümlenmenin oluştuğunu hissettim.

Yeterince dolu olduğumu biliyor ve her an ipleri koy verip boşalacağımı hissediyordum ama o an bu an mıydı emin değildim. Daha fazla kendimi sıkıp tutmasam ne kaybederdim?

"Korkuyorum." dedim pes eden bir tavırla oldukça kısık bir sesle. Tamda tahmin ettiğim gibi konuştuğumda titreyen sesim sol gözümden irice bir yaşın akmasına sebep olmuştu.

Akan yaşı anında kavrayıp silen eli sildiği yeri okşadı. Yaslandığı yerden dikilerek iyice yönünü bana çevirdi. İki elini de yüzüme çıkartarak üzerime doğru eğildi hafif bir açıyla.

"Neyden korkuyorsun?" dedi tok bir sesle.

Zorlukla yutkundum. Bir yaş daha aktı gözümden. Akıp geçtiği yeri yaktı yaşın ısısı ama Ares buna da müdahale etti hemen. Aktığı gibi sildi yaşımı ve sonrasında sildiği yeri okşadı.

"Yine ihanete uğramaktan, yalan çıkmandan." dedim sesimin titremesine bir son veremezken.

Son zamanlarda benim işlerim zaten iyice çığırından çıkarken Ares'te çok üzerime gelmişti. Ondan etkileniyordum hatta daha da fazlası ama korkuyordum. Annem gibi olmaktan, onun babam gibi çıkmasından dahası her şeyin daha da kötü olmasından. Yorgundum ve daha fazla mücadele edecek halim yoktu.

Kafamın içinde bir ses tüm sesleri bastırıyordu. Ya her şeyi yalan çıkarırsa? Ya her şey yalansa ya da yalan olursa? Ben yeterince şeyle sınanırken birde aşkla sınanamazdım. Onu kaldıracak güce sahip değildim. Dolabildiğime dolmuştum zaten dahasına yerim yoktu.

"Sen acı çekiyorsun." dedi yeni fark ettiği şeyle şaşırmışçasına. Sesindeki sorgulama yüzündeki bir şeyleri yeni idrak ediyormuş ifadesi benliğini sarsmış gibiydi.

Yüzüme kapadığı iri elleri yanaklarımı okşadı usulca. Ardından boynuma ve oradan da enseme kaydı elleri ve hiç beklemediğim bir anda beni kendine doğru çekti.

Anında kollarım boynuna dolanırken başımı direkt boynuna gömdüm. Bu hareketi bekliyormuşçasına yaşlar peş peşe akmaya başladığında onun bir eli belimi sıkıca sarmış diğeriyse saçlarımın arasına karışmıştı.

Elleri bulundukları yerleri usul usul okşarken saçlarımın arasında sıcak nefesini hissettim. Ağlamam şiddetlendi.

"Özür dilerim." dedi neye özür dilediğini bile bilmeden.

Başını boynuma doğru eğerek derince bir nefes çekti ciğerlerine. Boynuma uzun bir öpücük kondurdu. "Sen böylesine bir acının içinde bilinmezliklerle kalırken ben bunu fark edemediğim için özür dilerim." dedi ve ekledi. "Sana başından beri dürüst olmam gerekiyordu. Bilmen gerekiyordu. Korkmaman gerekiyordu. Sana kendimi inandırmam gerekiyordu."

Sesinden buram buram aktığını hissettiğim pişmanlıkla akan göz yaşlarımı durdurmayı denedim. Burnumu sesli bir biçimde çekerken boynuna sakladığım başımı geriye çekerek onunla göz göze gelmemi sağladım.

Niyetim onu suçlamak ya da pişmanlık duymasını sağlamak değildi. Ben sadece nasıl hissettiğimi anlamasını ve bu hislerimde beni yanıltmasını istemiştim.

"Acının içinden geçen tek kişi ben değilim." dedim tüm her şeyi ona yıkmayarak.

Sonuçta onunda hayatı oldukça zordu. O da bir kere kimsesizdi ve herkes ona karşıydı. Belki de o benden de çok acı çekiyordu ama göstermiyordu? Bilemezdim. Bunu bilemezdim ama onu anlayabilirdim.

"Acı yaşamın bir parçası." dedim buruk bir biçimde gülümseyerek.

Bu doğruydu. Acı yaşamın bir parçasıydı, hep vardı ve hep de var olacaktı.

"Yalnız değilsin." dedi.

Biliyorum diyemedim ama sadece gülümsedim. Bu biliyorum demek olabilirdi onun için. Ve belki bir umutta olabilirdi. Yeni hayatımızın umudu.

Bakışları gülümsememle birlikte dudaklarıma kayarken sertçe yutkunarak gülümseyişime baktı bir süre. Zaten dip dibe olan suratlarımız nefeslerimizin yüzlerimizi okşamasına sebebiyet verirken bu hissin hoşuma gittiğini fark ettim.

Ares'in hiç beklemediği bir anda onun bakışları hala gülümseyişimde dururken suratlarımızı biraz daha yaklaştırdım ve burnumu burnuna sürttüm. Gözlerim yaşlı, burnum tıkalı ve surat ifadem duygu yüklü dururken yüzümdeki gülümseyişi büyüttüm.

Benden almasını istediğim mesajı anında kavrayan adam seslice yutkunduktan sonra gereğini yaptı ve dudaklarımızı yavaşça birleştirdi. Onun oldukça zeki bir adam olduğunu zaten bilirken en ufak hareketimden ne dediğimi anında kavrıyor olması içimi daha da bir hoş etti.

Ensesine oradan da saçlarının arasına giden ellerimle beni belimden kavrayarak resmen kucağına çıkartan adamla öpüşlerimiz daha da derinleşirken az önceki acımın geçip gittiğini hissettim.

Hissettiğim bu hisler ve yaşadığımız bu özel an sanırım yeni hayatımız için ideal bir başlangıç olabilirdi. Ve bazen bende yaşamayı tekrar deneyebilir bunun için kendime yeni şanslar tanıyabilirdim.

-BÖLÜM SONU-

 

Bölümü naısl buldunuz?

 

Bol bol etkileşim yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 03.12.2024 20:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş