43. Bölüm

BÖLÜM 42

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Çiğniyordum.

Çiğnemek? Ağza alınan bir şeyi, çeneyi oynatarak dişler arasında ezmek. Bu şu anda yaptığım bir eylemdi. Önümde bulunan koca tabaktaki etten bir çatal daha aldım bıçak yardımıyla ve onu da tıpkı diğer parçalar gibi ağzımın içine gönderdim. Yaklaşık yarım saattir, yemekler geldiğinden beri yaptığım bir eylemdi bu.

Çiğnemek? Ayak ile altına alıp ezmek. Son bir saati aşkındır ortam bozulmasın diye tepki vermediğim olayla birlikte tüm benliğime mecazen yaptığım bir eylemdi. Ares, sipariş almaya gelen garsonu restoranın arka çıkışına çekip dövdüğünden beri yaptığım bir eylem.

Çiğnemek? Uyulması gereken bir kurala uymamak, saygı gösterilmesi gereken bir şeyi saymamak, önemsememek. Son bir haftadır Ares'in yaptığı bir eylemdi. Kırıcı ama en çok da sinir edici bir eylem.

Tamer'in çok eğleneceğiz dediği kısım şu anda hiçbir şey yokmuş ve olmamış gibi ettiğimiz oldukça normal! sohbetler miydi bilinmez ama benim bu akşam pek de eğlendiğim söylenemezdi.

Ares resmen garsonu restoranın arkasına çekip dövmüştü! Bu olay tam olarak nasıl gerçekleşti ve gerçekleşirken nasıl bir rezillik çıkmadı, birisine nasıl yakalanmadık bilmiyordum ama bu işte kesinlikle Bars'ın bir parmağı vardı çünkü Ares'in yaptığı bu şeyin ortamını resmen o hazırlamıştı!

Tamam garsonun yaptığı şeyi elbette onaylamıyordum ama bunun için burun kırmalı bir şiddete de gerek olduğunu sanmıyordum. Çünkü anlık bir bakış kaymasıydı. Belki bilerek belki istemeyerek olmuştu bunu bilmiyordum ve sormaya da pek fırsatım olmamıştı.

Masaya gelen garsona siparişi verdikten sonra Ares'in Bars'a verdiği ufak bir baş işaretini şans eseri görmüştüm. Bu işaretten sonra önce Bars lavaboya gidiyorum diye ayaklanıp on dakika ortalardan kaybolmuştu. Sonrasında ne hikmetse o geldikten sonra Ares'in lavaboya gideceğim demesiyle zaten bir işler döndüğünü anlamış ve bende lavaboya gitmek istemiştim.

Ares oldukça zeki bir adam olduğundan 'Tamam gel gidelim.' deyip beni kadınlar tuvaletinin önüne kadar bırakmıştı. Buna ek içeri girmemi ifadesiz bir surat ifadesiyle izlemişti. Benim içeri girdiğim gibi ise yönünü erkekler tuvaleti olmayan bir yere çevirdiğini kapı deliğinden gördüğüm gibi birkaç saniye sonra peşine takılmış ve kısa bir süre izini kaybetme gibi bir durum yaşadıktan hemen sonra onu tekrar bulmuştum. Hem de restoranın arka çıkış kapısından personellere ait olduğu yazan bir bölümde siparişi alan garsonun burnunu kırarken!

Şiddetin her türlüsüne maruz kalan benim için gördüğüm görüntü uzun bir süre bedenimin tutulu kalmasına sebep olmuştu. Zaten çok geçmeden Ares şans eseri soluklandığı bir anda çevresine bakınırken beni fark etmişti. O andan sonra yerde yatan adamı yanında olduğunu yeni fark ettiğim iki adama bırakmış ve onu hastaneye götürmelerini söylemişti. Ardından gerçekten de lavaboya gitmiş ve masaya dönmüştük. Bu süreçte ben hiç konuşmamıştım. Lavabodan çıktıktan sonra sadece Ares konuşmuş ondada ufak bir sinir attığını söylemişti.

Şaka ama sinir krizi geçirtecek kadar gerçekti tüm bunlar! Onu ilk defa böyle görüyordum ve bundan pek de hoşlandığım söylenemezdi. Gözü tamamıyla dönmüş gibi değildi, kontrolü kendindeydi ve kendinden de oldukça emindi.  Ve bence işin korkutucu tarafı da tam olarak burasıydı.

Sessiz ama içten uzun bir soluk verdim. Son birkaç dakikadır aynı lokmayı ağzımın içinde evirip çeviriyordum. Sıkılmıştım. Ben bu geceyi böyle düşünmemiştim. Ares'e olan kırgınlığıma rağmen bile böyle düşünmemiştim.

"Sen ne diyorsun bu konu hakkında?" diyen Tamay cümlesinin başında adımı söylemeseydi bu soruyu bana sorduğunu bile fark edemeyecek dalgınlığımdan kurtulmak istercesine oturduğum yerde hafifçe toparlandım.

Renkli harelerimi doğrudan Tamay'a dikerken tüm masanın bana baktığını fark ettim. Pekala sanırım biraz ayıp yapmıştım. Bahsedilen konu neydi gram fikrim yoktu.

"Hangi konu?" diyerek işin sonunda sıçsam da yine dürüst olmayı tercih ettim.

"Oha be kızım neredesin sen?" diyen Tamer'in sesinden bariz bir sitem akıyordu.

"Odağım pek yerinde değil bu akşam kusura bakmayın." dedim hafif mahcup bir sesle.

Önceden olsam atara kalkar kesin üste çıkardım ama buraya zaten Ares'in ailesiyle arası düzelsin diye gelmişken ortamı germemin bir alemi yoktu. Onlarla aramda hala daha bariz bir mesafe olsa da bu gece ve bundan sonrasında onlar bana nasıl gelirse öyle gitme kararı aldığımdan artık eskisi gibi samimi olmayı deneyecektim.

"Ares eğer Lavinia isterse hemen yarın şirkete geri dönebilir bunda bir sakınca yok, dedi." Tamay'ın kısaca yaptığı açıklama sanırım konuştukları konuyu bana özetlemeye yetiyordu.

Benim hakkımda konuşulan konuyu nasıl dalmışsam hiç fark etmemiştim. Kafamın içi mahşer yeri gibiydi. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Ares'le aramızın bozuk olması bana hiç iyi gelmemişti ve ben toparlanamıyor gibi hissediyordum. Bu durum ona ne ara bu kadar bağlandığımı bana sorgulatırken bu durum daha da canımın sıkılmasına sebep oluyordu.

İçimden 'Ares şovu kessin!' demek gelirken dışarı sadece basit bir omuz silkmeyle birlikte hevessiz bir tonla birkaç kelime çıkmıştı.

"Ares'in keyfi geldiyse neden olmasın." Ve birazda ses tonumda alay vardı. Bu bilinçli yaptığım bir iğneleme değil oldukça içimden gelen doğal bir şeydi.

Cevabıma tuhaf bakışlar atan Bars radarıma takıldığında bu kez onun bu Ares bağımlılığına da iğneleme yapmadan duramadım. "Ne? Sonuçta herkes Ares neyi uygun görürse onu yapmıyor muydu? Ben burada işleyiş böyle sanıyordum."

Kimse Ares'i onaylamazken Bars'ın durumu onaylamasa bile ona destekçi olmasını elbetteki tebrik ediyordum. Ama bunun bir sınırı olmalıydı. Bir çizgisi ya da bir kuralı, artık her neyse!

Ben zaten Ares'i makul olan her şeyde dozunda destekliyordum ama her zaman dediğim gibi bunun bir sınırı olmalıydı. Her şey sınırında güzeldi.

"Aranızdaki şey her neyse bir dahakine onu düzeltip gelin." diyen Tamer'i görmezden geldim.

Ares belki dün gece arkasını dönüp uyumasaydı ve tüm gün boyunca beni görmezden gelmeseydi bence olay çoktan konuşarak hallolmuştu. Ama Ares sinirine yenik düştüğü her an geri çekilmeyi tercih ettiğinden durum daha da kötüye gitmişti.

"Ortada bir şey yok sadece Lavinia buradaki yaşamına henüz tam alışamadı o kadar."

Ares elindeki viski kadehinin son yudumlarını kafasına dikip içmeden önce sarf ettiği sözlerle beni güldürmüştü. Başımı onaylamıyormuşçasına iki yana salladım gülerken. Tamay tedirgin bir biçimde bana bakıyordu. Ona şu anda önemli bir şey yok imajı çizmek isterdim ama özgürlüğüm, herkes gibi benimde ayrı bir birey oluşum ve kendi kararlarımı kendim verebilmem önemsiz bir şey değildi.

"Ortada gayet de bir şey var. Ben bunu bir türlü size anlatamıyorum ama sizin bu hayat dediğiniz şey hayat değil önce bunu bir kabul edelim. Saklanarak, bir şeylerden korkarak ve etrafta sürekli direktifler verip kendi emirlerini yaptırmaya çalışanlarla yaşamak da yaşamak değil."

Tüm sözlerimi büyük bir eminlikle sarf ederken hafif bir açıyla masaya eğilmiş ve bu esnada da beden dili kullanmaktan çekinmemiştim. Sözlerimin sonunda gördüğüm ifadesiz bakışlar yine anlaşılmadığımı yüzüme çarparken sesli bir nefes verdim. Sözlerimi yanlış yerlere çekmemeleri için tekrar söze girmekten geri durmadım. Beni anlasınlar istiyordum.

"Yaşadığınız hayat basit bir hayat değil farkındayım. Birçok zorluktan geçmişsiniz elbetteki bazı önlemler ve tedbirler almak istemekte haklısınız ama böyle değil."

Ares'in yenilenen kadehini tekrardan kafasına dikişine bakarken gözlerimi devirdim. Kimseden çıt çıkmıyordu.

"Dedeniz ya da Ares fark etmiyor, onlar hüküm sürmeye çalışıyor ve ben buna alışamıyorum. Hiçbir zamanda alışamam zaten. Benliğim kabul etmez çünkü ben bunlara gelemem." Ares'e çevirdim başımı. Göz göze geldik. "Ben öyle birisi değilim ve tüm bunlarda boğulurum." dedim beni anlamasını istercesine.

"Haklısın. Tüm bunları çekmek zorunda değilsin." diyerek beni destekleyen Tamer'e döndüm. Yüzünde buruk bir ifade vardı tıpkı Tamay'daki buruk tebessüm gibi.

"Biz bu yaşama doğduk ve bir şekilde çekiyoruz ama sen alışık değilsin biliyorum. Demek istediğini anlıyoruz sorun yok." Tamay'ın beni yanlış anlamamaları için yaptığım ekstra açıklamaları karşılıksız bırakmaması ona minnetle bakmama sebep olmuştu.

Bir anda gerilen ortam söylenen son sözlerle yine bir anda yumuşar gibi olurken yankılanan gürültülü ses yerimden sıçramama sebep oldu. Korkuyla hızlanan kalbim göğüs kafesimi zorlarken bakışlarımı Ares'e çevirdim. Elindeki boş viski bardağını sertçe masaya bırakmıştı. Bakışları kimsenin üzerinde değildi. Doğrudan denize bakıyordu. Yüzünde oldukça sert bir ifade vardı.

"Bende boğuluyorum ama merak etme," dedi hırçın dalgalardaki bakışlarını sözlerinin sonunda bana çevirirken kısa bir es verdi. "öldürmüyor."

*** 

Önümü göremiyordum. Bunu hem mecaz anlamda hem de gerçek anlamda söylüyordum. Önümü göremiyordum çünkü her an bir şeyler olabilir gibi tetikte olan dengesiz bir insanla birlikteydim. Gözlerinin içine baktığımda hiçbir ifadesini okuyamıyordum ve bu onun bir sonraki hamlesini sır kılıyordu. Tedirgindim.

Önceden azda olsa birkaç duygu görebildiğim gözleri artık hissizlikle kaplıydı. Bana bakarken parıldamıyordu. Bu yaşadığımızı sandığım ilişkiye dair kafamda bin bir şüphe oluşturuyordu.

Şüphe iyi değildi. Elif Şafak bir kitabında, 'Aşk mesafe yüzünden ölmez, şüphe yüzünden ölür.' derken nasıl iyi olabilirdi? Nasıl iyi olabilirdim?

Önümü göremiyordum çünkü masamda koca bir yığın dosya vardı. Evet şirketteydim. Bugün günlerden Salı'ydı ve Cumartesi akşamı olan yemeğin üzerinden neredeyse üç gün geçmişti. Ares'le aramız kötü değildi ama iyide değildi.

O geceden sonra ikimizde birbirimizden kaçıyorduk. Gece her ne kadar aynı yatağa girmiş olsak da aramızda hep koca bir mesafe vardı. Pazar günü Ares geceye kadar çalışma odasından hiç çıkmamıştı. Sözde çalışıyorum demişti ama icraatta ne yaptığını bilmiyordum çünkü sabah boş bir yatağa kalkınca bunu önemsememiştim.

Pazartesi onunla birlikte işe gelmiştim ve koca bir günüm tekrardan buraya adapte olmaya çalışmakla geçmişti. Şimdiyse çoktan dolmuş mesai saatine rağmen hala daha dosyalarla uğraşıyor ve Ares'in gelip eve gidiyoruz demesini bekliyordum ama o sanırım yine dün gibi yapacak ve gelmeyecekti.

Dün tıpkı bugün gibi mesai saatini doldurmuş üstüne iki saatte fazladan Ares gelir diye beklemiştim ama o iki saatin sonunda Ahmet gelmişti ve onunla eve dönmüştüm. Ares eve gece yarısı gelmişti.

Bir anda aramıza giren bu gerginlik ve soğukluk bana kendimi oldukça kötü hissettiriyordu. Birbirimizi anlamamıştık ve dahası anlamamakta da ısrarcıydık. Sanırım en çok da kırıcıydık.

Ben şu anda oldukça kırgındım ve büyük bir pes etmişlikle yine Ahmet'in gelmesini bekliyordum. Sanırım aramız bir daha düzelmeyecekti. Peki o zaman neden hala daha beni yanında tutuyordu? Beni sevmekten vaz mı geçmişti ya da daha önemlisi beni hiç sevmiş miydi? Peki önceden yaptığı o itiraf niteliğindeki konuşmalar aslında neyin nesiydi?

Kafam her an patlayacak gibiydi çünkü günlerdi içim içimi yiyordu. Mutsuzdum. Hiç tatmadığım anne sevgisinin özlemini çekiyordum. Annemi hatırlıyor, Nabi'yi özlüyor, ablama tekrar tekrar öfkeleniyor, babamdan her an daha da nefret ediyordum. Ben Ares'in beni bıraktığı bu boşlukta geçmişimle boğuşuyor ve boğuştukça da yenilip geçmişimde boğuluyordum.

Annemin ölümü geceleri kabuslarımda konuk oluyor beni iyice uykuya haram kılıyordu. Ares'le gelen uyku düzenim onun uzaklaşmasıyla tekrardan benden gitmişti. İşin kötü yani sanırım o bunun farkında bile değildi.

Günlerdir bende benden çok uzaktaydım. İyi değildim ve Ares bunu görüyor muydu bilmiyordum. Görmese ayrı bir dert, görüp de bir şey yapmıyor olsa ayrı bir dertti. İç sesim günlerdir geri dönmem gerektiğini, yelkenleri çok çabuk suya indirdiğimi ve olmayacak bir hayale kapıldığımı bas bas bağırıyordu. Kendimi delirecek gibi hissediyordum çünkü içimde büyük bir kaos vardı lakin dışarı çok sakindim. Hissediyordum bu tehlikeliydi, biliyordum bu çok tehlikeliydi.

Ağrımaya yüz tutmuş başımı ellerimin arasına alarak ovuştururken kapıda hissettiğim hareketliliğe baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi Ahmet gelmişti. İçeri girdiği gibi odayı tarayan bakışları, önümdeki dosya yığınlarından ve benimde küçülmüşçesine oturmamdan kaynaklı ilk bakışta beni görememiş olsa gerek ki bir an duraksadı.

"Efendim Ahmet?" dedim onu hiç uğraştırmadan ve burada daha fazla kendime eziyet etmeden. Bir an önce eve gidip yatmak istiyordum.

Sesimi duymasıyla bakışlarının beni bulması bir olurken yüzündeki o sorgu ifadesi anında silindi. "Abi sizi arabada bekliyor efendim. Hazırsanız çıkalım."

Abi dediği Ares'i duymamla kaşlarım şaşkınlık içerisinde havalandı. Sonrasında neye şaşırdığıma gözlerimi devirerek oturduğum yerden ayaklandım. Başımı olumlu anlamda sallamakla yetinirken herhangi bir şey demedim. Elime aldığım kabanımı üzerime geçirme derdine düşmeyerek onu koluma, çantamın yanına astım. Adımlarım doğrudan odanın çıkışına gittiğinde önde ben hemen arkamda Ahmet olacak şekilde hızlıca şirketi terk ettik.

Kapının biraz ilerisinde yol kenarında her zamanki yerinde bekleyen araca ilerledim ve doğrudan öndeki yolcu koltuğuna oturdum. Bakışlarım ne koltuğa otururken ne de emniyet kemerimi takarken asla Ares'e değmemişti. Araca binmemle aracın hareket etmesi zaten bir olurken bende kendi işime bakmış, ilk önce emniyet kemerini takmış ardındansa çantam ve kabanımı gelişigüzel kucağıma koymuştum.

Yerleşme işim bir dakikadan kısa bir sürede biterken önümde akıp giden yola kısa bir bakış atarak çantamdan telefonumu çıkartmış ve onunla oyalanmaya başlamıştım. Tüm yol boyunca yapacağım şeyin bu olmasına karar kılmamsa henüz araca bindiğim ilk anda gerçekleşmişti.

Dolaştığım sosyal medyada ilgimi çeken pek bir şey olmasa da gittikçe tanınır olan hesabımı yine de şöyle bir yoklamaktan geri durmamıştım. Eski yaşantımda kalan arkadaşlarımın neredeyse çoğunun beni takip ediyor olması şaşırdığım bir şey olmasa da bu durum akrabalarım için geçerli değildi. Onlar nereden bulmuştu beni? Umarım magazinden falan değildir.

Az buçuk hatırı olan kişileri geri takibe almayı çok görmeyerek sosyal medya hesabımı keyfime göre düzenlerken arada da ufak çaplı stalklar yapmaktan geri durmadığım yolculuğun henüz ilk yirmi dakikasını yeni tamamlamışken onun sesini duydum. Araca bindiğimden beri sık sık üzerimde hissettiğim bakışlarına hiçbir karşılık vermemiş olmama sanırım bu kadar dayanabilmişti. Ki bence çok bile dayanmıştı.

"Günün nasıldı? Herhangi bir problem var mı?"

Bakışlarımı telefon ekranımdan hiç çekmeden ve kaba olacağını bildiğim ama bunu umursamadığım bir tavırla Ares'i yanıtladım. "Her zamanki gibiydi ve hayır bir problem yok."

Tamay'ın gün içerisinde Bars'la attığı yedinci hikâyeyi geçerken kırmızı ışıkta duran araçla Ares bu kez doğrudan bana dönmüştü. Göz ucuyla takip ettiğim hareketlerine karşı onu hiç görmüyormuşum gibi davranmam canını sıkmış olsa gerek ki sesli bir soluk verdi. O günlerdir beni görmezken iyi ama ben yapınca mı kötüydü?

Sustu. Bana hemen bir karşılık vermeden önce bir süre kendisiyle baş başa kalmak istedi sanırım ya da cümlelerini toparlamak. Bu suskunluk on dakikayı aştı belki de daha fazlası.

"Aramız daha ne kadar böyle devam edecek?" dedi suskunluğu yirmi dakikayı bulmadan sonunda pes eder bir tavırla. Sorusuna gözlerimi açık seçik bir şekilde devirdim. Çoktan telefon ekranından kopan ilgimi hiç kopmamış gibi lanse ederek ekranda bir şeylere dokunup dururken inatla aynı tavrımı sürdürdüm.

"Bilmem senin keyfin ne kadar isterse."

"Lavinia yapma!"

Normal hızda giden aracı ani bir şekilde hızlandıran adama araca bindiğimden beri ilk kez bakışlarımı çevirip baktım. Yüzüne en son bu sabaha karşı uyuyamadığım bir zaman diliminde uzun uzun bakmıştım. Bakışlarımın dolandığı gergin suret her ne kadar canımı sıksa da onu özlediğimi hissediyordum.

"Ben ne yapmayayım? Benim zaten bir şey yaptığım yok ki! Her şeyi sen düşünüp karar vererek yapmıyor musun? Bana düşen bir şey yok burada bence asıl sen yapma Ares!"

Ayağını gaz pedalında unutmuşçasına hızlandıkça hızlanan araç doğruca Riva'ya giden otoyolda daha da hızlandı. Üç şeritli yol birkaç araç dışında boştu.

"Ben ne yapmayayım! Ben ne yapıyorum ki Lavinia?" Yükselen ses tonu kaşlarımın derinden çatılmasına yetmişti.

"Bende bunu diyorum ya işte bilmiyorum! Senin ne yaptığını, neler düşündüğünü, kafanın içinde dönen planların hiçbirini bilmiyorum. Bildiğim tek şey kendi kararların doğrultusunda insanları yönetmek istediğin!"

Sözlerime karşı yüzünde alaycı bir gülüş oluştu. "Ben sadece daha fazla hasar almamak için uğraşıyorum. Geçmişimden ders alıyorum."

Yaralarla bezeli geçmişi her gündeme geldiğinde beni bir duraksatıyor ve o zamanlarda yaşanılan ama bilinmeyen daha ne kadar olay var bunu düşünmeye dahası sorgulamaya itiyordu.

"Herkesi sen koruyamazsın bunu neden anlamıyorsun?"

"Herkesi korumak gibi bir isteğim yok ki zaten! Bir sizinle başa çıkabilsem yeter!"

Hızla solladığı araçlara ek yükselen sesi sonda iyice gürleşirken gerginliğim gözlerimin dolmasına sebebiyet verdi. Ares'e bir türlü laf anlatamamak canımı fazlasıyla sıkıyordu. Dışarıdan söylenilen her söze kapalı olan zihni bir tek kendisini duyuyordu. Zaten kapalı bir kutuyken iyice kapatmıştı kendisini içine.

"Yaptığın bu evhamlar bir tek sana zarar bunu ne zaman anlayacaksın?" dedim onun aksine normal tonda tuttuğum sesimle. Beni anlamasını istiyordum. Buraya gelmiş ve yeni bir yaşama bu kez gerçekten başlamışken buna bir şey olsun istemiyordum ve bunun için elimden geleni de yapıyordum. Yani en azından bir şeyler deniyordum.

"Bak halletmem gereken meseleler ve bununla ilgili birçok planım var. Bu süreçte sizden sadece bana uyum sağlamanızı istiyorum bu kadar. Bu çokta zor olmasa gerek!" dedi uyum sağlamanızı istiyorum kısmını özellikle vurgularken.

Neden koca bir aileyi hatta ve hatta bence yalnızca Demiröz'ü etkileyen bir meseleyi tek başına sırtlanmaya çalışıyordu? Tüm yük neden sadece onun omzundaymış gibi tavırlar sergiliyordu? Ya da sorumu şöyle düzeltmem gerekirse gerçekten de tüm yük bir tek Ares'in omuzlarında mıydı?

Altı yaşından beri Ares'i yetiştiren Demiröz küçük Ares'e nasıl davranmıştı? Altı yaşındaki Ares neler yaşamıştı da bugün bu haldeydi? Kendini birçok şeye mecbur hissettiğini apaçık görebiliyorken neden ailesi bunu görmezden geliyordu!

Kafamdaki neredeyse çoğu sorgunun dönüp dolaşıp vardığı tek bir isim vardı o da Demiröz'dü. Bu adamdan daha ne kadar haz etmeyebilirdim?

"Senin planlarının nasıl sonuçlandığını ya da daha doğrusu sonuçlanamadığını daha önce baş rol olarak gördüğümüzü sanıyordum." dedim iğneleyici bir tonda.

Kırk yıllık evli çiftler gibi tartışmalar yapmaya razı gelmeme ramak kalmıştı. Artık bu Kubat meselelerinden de zaten hali hazırda var olan kendi meselelerimden de bıkmıştım.

Öfkeli bir soluğun ardından isyan edercesine gür sesiyle konuştu Ares. "Neden hep başa sarıyoruz? Geçmişteki konuları halletmedik biz seninle? Niye bir türlü ikna olmuyorsun, neden ikna edemiyorum seni her şeyi düzelteceğime?"

Sert ve sorgulayıcı sesinin gürlüğü üzerimde büyük bir baskı hissi yaratırken sorgulanma sırası sanırım bana gelmişti. Hala daha doluluğunu koruyan gözlerim iyice bulanık bir hale gelirken bu kez bende sesimi yükselttim.

"Çünkü endişeliyim! İnsan endişeliyken aynı yerde dolanır durur, aynı yolları defalarca geçer ve hep başladığı yere geri döner." Sol gözümden irice bir damla yaşın akmasına engel olamadım ve o yaş akarken sağ gözümdeki birkaç damla yaşta hızla ona eşlik etti. "Korkuyorum!" dedim kısılan sesimle beni anlamasını istercesine.

Bana bir şey olmasını geçtim ya Ares'e de bir şey olursa ben ne yapardım? O yere geri dönüp babamdan zorla aldığım o evde bir başıma nasıl yaşardım? Yapayalnız kalmıştım ve bunu en iyi o biliyordu! Ben yalnızlığı onu tanıyana kadar severdim ama şimdi en büyük korkularımdan biri olmuştu.

Aslında yalnız kalamaz değil o'nsuz kalamazdım.

Son hızla gittiği yolda ne ara malikanenin olduğu araziye girdiğimizi anlamazken eve giden yolda bir anda aracı yavaşlatıp durdurdu Ares. Üzerime kilitlediği bakışlarıyla ilk önce kendi emniyet kemerini çözdü hemen ardındansa benimkini.

Kucağımda duran eşyaları alarak arka koltuğa bıraktı daha doğrusu gelişi güzel fırlattı. Çevik bir hareketle beni belimden tuttuğu gibi kucağına çekti. Yaptığı harekete herhangi bir anlam veremesem de karşı çıkmadım. Benim canıma minnetti. Kaç gündür zaten ondan çokça uzaktaydım.

Kollarımı hızla boynuna dolarken başımı boyun girintisine sakladım. Gözlerimden akan yaşlar tek tük akmasını sürdürüyordu ama tamda ağlıyor gibi değildim. Daha çok arafta sıkışıp kalmış ve acı içinde kıvranıyor gibiydim.

"Özür dilerim." dedi oldukça ılıman bir sesle. Kolları çoktan belimi sımsıkı sarmıştı. Neye özür dilediğini, hangi birine özür dilediğini bilmiyordum ama sanırım genel bir özürdü bu.

"Hadi diğerlerini geçtim ama beni planlarının dışında bırakıp kendi isteklerine uymam için yaptığın dayatmalar beni korkutuyor. Bilinmezlik beni korkutuyor! Yapma böyle! Kaç gündür her şey bok gibi. Hiç mi bundan rahatsızlık duymuyorsun?" dedim sonda aktığını hissettiğim burnumu seslice çekerek.

Şakaklarıma dokundurduğu dudaklarını bulunduğu yerden çekmeden yanıtladı beni kısık bir ses tonuyla. "Duyuyorum. Benim için kolay mı sanıyorsun tüm bunlar?"

"O zaman neden düzeltmek için hiç uğraşmadın, kaç gün oldu aramız çok kötü?" dedim tekrardan burnumu çekerken isyan edercesine. Hemen ardından aklıma gelen şeyle konuşmamı sürdürdüm.

"Böyle devam edecekse her şey beni geri götür istemiyorum ben burada durmak falan!" Tamamıyla blöf atarak yaptığım konuşma kesinlikle Ares'in iyice yumuşamasına güvenerek yaptığım bir şeydi. Hazır beni dinliyorken biraz gözünü korkutmak hiçte fena olmazdı. Son günlerin acısına o bunu hak ediyordu.

Sözlerimin 'Beni geri götür.' kısmından itibaren kasılan bedenini yakinen hissederken yaptığım şeyin işe yaradığını fark ettim. Belimdeki kolları sözlerini desteklemek istercesine sıkılaştı.

"Gitmek falan yok! Senin gideceğin tek yer en fazla oturma odasından yatak odamız olur yavrum."

*** 

Remember. Hatırla.

But I don't want  to remember. Ama hatırlamak istemiyorum.

Remembrance. Hatıra. Bad remembrance. Kötü hatıra.

Zihnimin içinde son ses Balmorhea Remembrance çalıyordu. Dur durak bilmeden, her bitişinde başa sara sara zihnimde yankılanan her bir nota ezberimdeydi. İçimde feryat figan olan her bir duyguya tercümeydi.

Yaklaşık üç saattir yoldaydık. Dün Ares'le aramızı düzeltmiş olmanın içimde yarattığı ferahlık çok sürmemişti çünkü akşam Bars aramış ve yarına yani bugüne babamla görüşebileceğimi söylemişti. Nedenini bilmediğim ve asla da merak etmediğim bir nedenden babamın koğuşu değişmiş. Sanırım o yüzden de görüş günü değişmiş ve görüş günü yeni geçtiği koğuşunkisi olmuş.

Bu haberin üstüne Ares bir kez daha bu isteğimi gözden geçirmemi istemişti ama benim kararım netti. Onunla son bir yüzleşmem kalmıştı. Üzerimdeki yükleri atmam gerekiyordu. Ahu'yla bebeğin gözleri üzerimde gibi hissediyordum. Biliyordum benim suçum değildi ama neden suçsuz gibi hissetmiyordum?

Şu anda Ares'le birlikte babamın bulunduğu cezaevine gidiyorduk hatta neredeyse varmak üzereydik. Ben zaten bir saat sürecek olan görüşü olabildiğince kısa tutacağımdan Ares beni cezaevinin önünde, arabada bekleyecekti. Hoş istese de onu içeri alırlar mıydı pek emin değildim. Uğraşsa belki sahip olduğu bağlantılar sayesinde içeri girebilirdi ama buna hiç gerek yoktu ki zaten o da böyle bir şeyi hiç teklif etmemişti.

Onunla yüzleştiğimde söylemem gereken ne varsa bir çırpıda söylemek için sözcükleri zihnimin içinde sıraya dizip birer cümle haline getirmiş ve tüm yol boyunca bunu tekrarlayıp durmuştum. Ortaya çıkan cümlelerin her biri zihnimin hapsinde kilitli bir biçimde özgürlüklerine kavuşmayı bekliyordu. Her ne kadar onunla yüz yüze geldiğim an tüm her şeyi unutacağımı bilsem de amansız bir çabaya girişmeden duramamıştım.

Ares tüm ifadesizliğiyle kullandığı aracı cezaevinin hemen önündeki otoparka park ederken oturmaktan uyuşan uzuvlarımı gevşetmek amacıyla ufak ufak hareketlendim. İçeriye almayacaklarını bildiklerimden yanıma hiçbir şey almayacak ve her şeyi arabada bırakacaktım. Buna kabanımda dahildi. Bir tek kimliğimi almam gerekiyordu zaten o da mecburiyettendi. Görüşe girebilmem için şarttı.

Üzerimdeki tayt ve kazak beni idare edebilir diye düşünüyordum. Hava her ne kadar soğuk ve yağmurlu olsa da bunu önemsediğim söylenemezdi.

"Kabanını al. Ceplerinde bir şey olmadığı sürece bir şey olacağını sanmıyorum." Tabi Ares benimle aynı fikirde değildi.

"Bunalıyorum zaten, böyle idare edebilirim." dedim ısrarcı olmaması için net bir biçimde.

Bakışlarımı aracı tamamıyla durdurmasıyla Ares'e dikerken onunda bana baktığını gördüm. "Olabildiğince hızlı geri geleceğim." dedim onun telkin etmek adına.

Oldukça huysuzdu. Bu huysuzluğu dün geceden beri vardı ama bana belli etmemeye çalışıyordu. Eski yaşantıma dair en ufak bir şeyin Ares'te huzursuzluk yarattığını ilk kez dün gece fark etmiştim.

"Dikkatli ol."

Veda etmek niyetiyle değil, güç almak için kollarımı boynuna sardım. Burnumu, kokusunu iyice duyumsamak için doğrudan boynuna yasladım. O da vakit kaybetmeden kollarını belime dolarken dudakları çoktan saçlarımın üzerinde yerini almıştı. Birkaç uzun öpücük kondurdu saçlarımın arasına.

"Bunu yapmak zorunda değilsin." dedi beni ikna etmek istercesine. Bu ikna çabası dün geceden beri vardı ve beni hep bir şeylere ikna etmek adına uğraşlar verdiğinden yabancısı olduğum bir durum değildi.

"Halledebilirim." dedim kollarımı çözerek geri çekilirken. Yüzüme olabildiğince gerçekçi bir gülüş kondurarak arabanın kapısını açtım. Ares'e son bir bakış atarak hızlıca araçtan çıktım ve çiseleyen yağmurda oyalanmayarak doğrudan cezaevinin girişine yöneldim.

Sisin dört bir yanı sardığı hava bugün oldukça soğuktu. Sertçe esen rüzgâr içimi titretirken hızlı adımlarımı koşar hale getirerek binadan içeri girdim. Ellerim arasında sıkıca tuttuğum kimliğimle ilk güvenlik kısmından geçerek doğruca bir sonraki adıma gittim. Daha öncede geldiğimden az buçuk biliyordum bu kısımları. Sadece koğuşu değiştiğinden dolayı tüm güvenlik aşamalarını geçtikten sonra nereye gideceğimi bilmiyordum ki o da sorun değildi zaten gardiyanlar yönlendiriyordu.

Üst kontrolü, kimlik kontrolü ve iris taraması gibi birkaç kontrolden geçtikten sonra beklemeye başladım. Kimlik ve iris taramasından sonra kim olduğumu inciğine kadar bildiklerinden sadece babamla görüşmeye geldim demem yönlendirme için yetmişti.

İnfaz korumaların talimatıyla görüşün olacağı yere ilerlerken birazdan gerçekleşecek görüşün açık görüş olduğunu öğrenmem beni iyice tedirginliğe ve huzursuzluğa itti. Dün gece Bars'ın söylemediği bu bilgiye karşı kaşlarım çoktan derinden çatılmıştı. O da mı bilmiyordu bugünün açık görüş olduğunu yoksa Ares'e söylemişti de Ares mi bana söyleme gereksiniminde bulunmamıştı bilmiyordum. Belki de söylemeyi unutmuştu?

Başımı olumsuzca iki yana salladım kendime gelmek istercesine silkelenirken. Ares unutmazdı. Belki de Bars Ares'e söylemeyi unutmuştu? Bilemiyordum. Aklıma yüzlerce ihtimal geliyordu ve hangisinin doğru olduğu şu anda ilgileneceğim bir şey değildi çünkü görüşün olacağı yere ulaşmıştım.

Sayamadığım kadar çok kilitli kapıdan geçerek sonunda büyükçe bir odaya girdiğimizde bakışlarım etrafta birbirlerine kavuşan bir sürü insanın üzerinde dolaştı. Kiminin ailesi gelmişti kimininse arkadaşı. Hiçbiriyle ilgilenmeden doğruca boş masalardan birine ilerleyip sandalyelerden birine oturdum ve gelecek olanı beklemeye başladım.

Bakışlarım ipini koparmışçasına etrafta hızla dolandığında kimsenin aklımda yer etmesini istemediğimden başımı hızla önüme eğdim ve masanın üzerinde birbirine kenetlediğim ellerime odaklandım. Titriyorlardı. Gerginlikten olsa gerekti. Buz gibilerdi ve bu da onların her zamanki haliydi.

Burada fazla hava solumak istemediğimden cılız soluklar alıyordum. Buranın kokusu üzerime sinmiş miydi bilmiyordum ama eve döndüğüm an uzunca bir duş alacağıma emindim.

Gerginlik içerisinde oturduğum masada beş dakikayı aşkın bir süre boyunca babamın gelmesini bekledim. Son dakika sürpriz bir ziyaretçi beklemediğinden olsa gerek hemen gelememişti.

Aradan birkaç dakikanın daha geçmesiyle içinde boğulduğum düşüncelere bir bataklığa saplanırcasına saplanmış bir halde çoktan bu görüş fikrinden vazgeçmiştim. İçimdeki ses oldukça gür bir biçimde Ares'in yanına geri dönmemi söylerken her şey için çok geç olan o şey oldu. Karşımdaki sandalye sertçe çekildi ve babam karşıma oturdu.

Gözlerinde gördüğüm saf nefret sertçe yutkunmama sebebiyet verdi. Oturduğum yerde istemsizce dikleşirken güçlü durmam gerektiğini fısıldadım zihnime.

"Hangi cehennemden geliyorsun kızım?"

Ağzında eğrelti duran kızım kelimesi midemin bulanması için yeterli bir sebep olurken karşımdaki sert ifadeli sureti buna daha da katkı sağlıyordu.

"Seninle son kez konuşmak için geldim." dedim sorusunu görmezden gelerek.

"Hangi cehennemdeydin dedim Lavinia?" Ses seviyesi yüksek olmasa da tonu oldukça sertti. Bir köpek hırıltısı gibi sarf ettiği kelimeler bedenimde hiçbir etki yaratmadı.

"O şehri terk ettim." diyerek kısa ve geçiştirici bir yanıt verdim.

Güldü. Alaycı ama en çokta aşağılayıcı bir gülüştü bu. "Ne istediysen verdiğim için mi bu nankörlüğün? Anlaşmalarımız vardı onlardan ne haber benim salak kızım?"

Karşımdaki aşağılayıcı ama oldukça sakin tavrı beni yavaştan korkutmaya başlarken bakışlarım bulunduğumuz alanın içindeki gardiyanların üzerinde dolaştı. Olası bir durumda bana yetişebilecekleri bir mesafedeler mi diye kontrol edişimse içimdeki sıkıntıyı daha da körükledi.

"Annem senin yüzünden ölmüşken, ablam beni senin yüzünden silmişken ve Nabi'yi bana göstermezken, tüm herkes bana senin yüzünden taraf alırken ben bence fazlasıyla isteklerini yerine getirdim."

Diklenir tavrıma diktiği bakışlarıyla ters ters baktı. "Her zaman mı böyle aptaldın yoksa sonradan mı böyle oldun bir türlü karar veremiyorum." dedi düşünürmüş gibi.

Ruhsuz bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. Gözlerimi devirerek bakışlarımı birkaç saniyeliğe etrafta dolaştırdım. Bulunduğu konuma bakmaksızın böylesine konuşması beni hırçınlaştırıyor ve zıtlığa ittiriyordu. Oysaki ben buraya sakince diyeceklerimi deyip içimdeki bu yükü atmak için gelmiştim.

Kışkırtıyordu ve bu kesinlikle kasti yaptığı bir şeydi. Beni huzursuz etmek istiyordu. Bunu gözlerindeki şeytani parıltılardan anlayabiliyordum. Şu anda karşımdaki adam bir baba olamazdı ki o zaten beni annemin rahmine yerleştirdiğinden beri değil, evlendiği gün zorla evlendiği kadına tecavüz ettiğinden beri baba değildi. O kutsal sıfat ona bin beden büyüktü.

"Ahu ve bebek öldü." dedim bakışlarım tekrardan babamın gözlerine değdiğinde pat diye.

Sözlerimin ortamda yarattığı etki nükleer bir füzeden farksızdı. Babam ilk önce duyduklarını algılamak ister gibi bir süre donuk bir biçimde bana baktı. Söylediklerimi algıladığı her saniye gerilen ve sertleşen ifadesi, kararan gözlerine eşlik ediyordu. Şu anda karşımda gördüğüm yabancı adam bana oldukça tanıdıktı. Ben bu sureti 10 Aralık gecesinde de görmüştüm. Yedi bıçak darbesinden hemen önce.

"Ne demek öldü? İkisi de öldü? Nasıl?" Oldukça sakin bir ses tonuyla sarf ettiği sözler oturduğum sandalyemi masadan bir tık uzaklaştırmama sebep oldu.

"Bir akşam Ahu aradı beni iyi değilim diye." diyerek karşımdaki adamı tatmin etmek adına birkaç şey söylemek için konuşmaya başladım. "Hemen yanına gittim ama çok fazla kanaması vardı hastaneye kaldırıldı. Direkt ameliyathaneye alındı, bir süre sonrada peş peşe ölüm haberleri geldi."

Gözleri asla gözlerimde sabit durmadan etrafta dolanmaya başladı. Boynundaki ve alnındaki damarlar belirginleşirken kızaran suratı hiç hoş bir görüntü sunmuyordu. Bakışlarım tekrardan gardiyanların bulundukları noktalara kaydı. Hiç iyi hissetmiyordum.

"Ne zaman oldu peki bu olay?"

Karşımdaki görüntüsüne rağmen hala daha sakinlikle oturması ve normal bir ses tonunda benimle konuşması iyi bir şey miydi bilmiyordum. Sanki karşımdaki adam 19 yıllık hayatımdaki babam değildi.

"9 Mart." dedim sadece. Bakışlarımı her ne kadar onda tutmak istemesem de buna mecburdum. Şu andan itibaren bakışlarımı üzerinden çekmek gibi bir hata yapamazdım. Onca gardiyanın varlığına rağmen bile.

"Bugünün tarihi ne kızım?" Tane tane sorduğu soru tıpkı diğer sorularında olduğu gibi beni boğarken bu seferki bir farklı geldi. Sorduğu sorudan almam gereken yanıtı kendim bulmam gerekiyormuş gibi bir tavrı vardı sanki.

"24 Mart." dedim yine sadece. Sonra babamla uzun bir göz göze geliş yaşadık. Bu normal zamanda iki dakikayı bulurken bana bir ömür gibi geldi ve ben o ömürlük zaman dilimde tıpkı onun istediği gibi sorunun yanıtını buldum.

Bana, 'Sen bunca zamandır neredeydin? 9 Mart'tan beri neden hemen haber vermedin?' ve en çokta 'Sana verdiğim görevi nasıl başaramazsın?' diyordu. Sanki ölüm ve doğum benim elimdeymiş gibi beni suçluyordu.

Sert bir biçimde yutkunma ihtiyacı hissettim. İçimde patlamaya hazır bir volkanik dağ gibi kaynayan midem yemek borumu yakarak boğazıma kadar tırmanıyor hemen sonrasında geri mideme iniyordu.

Babamın suratında hiçbir ifade yoktu ama anladığımı anladığını biliyordum. Tekrardan yutkunma ihtiyacı hissettim hem de peş peşe dört kez. Beklediğim herhangi bir tepki babamdan gelmezken artık gitmem gerektiğini hissettim. Konuşacak bir şey kalmamıştı. Onunla aramda olan her şey şu anda sonlanıyordu. Geçmişi konuşmanın zaten bir anlamı yoktu çünkü ne yaşananlar yaşanmamış olabilirdi ne de ölenler geri gelebilirdi.

Çok değil daha beş altı dakika önce düşündüğüm ve öyle bir hata yapamazdım dediğim şeyi bir anlık refleksle yaparak bakışlarımı hemen az ileride bulunan gardiyana çevirdim. Amacım ona seslenmek ve bizim için görüşün bittiğini söylemekti. Bunun için dudaklarım aralanırken ellerim oturduğum sandalyenin kenarlarına gitti. Gardiyana seslenirken sandalyeyi geriye ittirecek ve ayaklanacaktım. Tüm bunların hepsi birkaç saniye içerisinde gerçekleşecekti belki ama benden daha hızlı olan biri vardı karşımda. Babam.

Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda zaten küçük ve kare şeklinde olan masanın üzerinden bana doğru atılarak suratıma kulaklarımı çınlatacak bir tokat attı. Görüş alanının içindeki onca gürültüyü bastıran ses, anlık bir uğultu kesikliğine sebep olurken babam gardiyanlardan da hızlı çıkarak onlar yanımıza gelemeden saçlarımı tutup başımı masaya oldukça sert bir biçimde vurdu.

"Sen beceriksiz aptalın tekisin! Ağzına sıçtığımın çocuğu! Aptalsın aptal! Geri zekalı!"

Ben sadece öyle kalakalırken yine ne ara gerçekleştiğini anlamadığım bir biçimde gardiyanlar tarafından kurtarılmıştım. Sol yanağımda hissettiğim fazla ısı gittikçe derin bir yanma hissine dönüşürken sanırım dudağımın kenarı da patlamıştı. Ağzımdan aldığım nefesle birlikte tattığım metalik tat bunun kanıtı olsa gerekti.

Anlımın sol köşesi büyük bir uyuşukluğa ev sahipliği yaparken oradan başlayan bir diğer yakıcı sıcaklığın önce yanağıma sonrasında çeneme doğru süzüldüğünü hissettim. Bakışlarım asla net değilken onlarında ne ara dolduğunu bilmiyordum.

Beni kollarımdan tutarak geriye çeken gardiyanlar durmadan bir şeyler derken ne dediklerini algılayamıyordum. Bakışlarımın belirli bir odağı yoktu ve hızlıca etrafta dolaşıyordu. Ares'i istiyordum.

Bir anda alevlenen görüş yerini kontrol altında tutmaya çalışan gardiyanlar bir yanda, babamı benden uzaklaştırarak zorla çekiştiren gardiyanlar bir yanda uğraşıp dururken kollarımı tutan gardiyandan zorlukla uzaklaştım. İleriye doğru attığım birkaç sarsak adım bakışlarımı babamla kesiştirirken titreyen ellerimden biri dudağıma biriyse anlıma doğru gitti.

Bakışlarımı saniyelik bir biçimde aşağıya indirdiğim ellerime çevirdiğimde her ikisinde de gördüğüm kendi kanım beni kendime getirircesine bedenimi titretti. Yaşadığım titremeyle hızla ileriye doğru birkaç büyük adım daha atarken tamda görüş alanından çıkartılmak üzere olan babamla tekrardan göz göze geldim.

"Baba!" İstemsiz bir refleksle birkaç adım daha öne doğru atılırken az önce beni tutan gardiyanlar tekrardan hızla kollarımdan tuttular ve daha fazla babama yaklaşmama izin vermediler.

Babamı tutan üç gardiyan benim bağırışımla duraksarken görüş alanında kısık sesli bir uğultu dışında tekrar sessizlik meydana geldi. Dolu olan gözlerim çoktan birer birer taşmaya başlamışken titreyen sesime inat gür bir biçimde konuştum.

"Baban da mı böyle davranmıştı sana bilmiyorum. Ben babanı hiç tanımadım." Akan burnumu titreyen ellerimle silerken anlık bir duraksama yaşadım. Babamın gözlerime kenetlenen gözlerinde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum çünkü onu göremiyordum. "Ama sen farklı olabilirdin baba." Tıpkı ölüp de toprağın altına girmiş insanları bir daha göremediğimiz gibi.

Ölmüş insanları göremezdik tıpkı babamda olduğu gibi. Çünkü o da artık bir ölüydü tıpkı hiç görmediği, görse bile hatırlamadığı onu küçükken terk eden babası gibi.

-BÖLÜM SONU-

 

Ay neler oldu öyle ya? Tüylerim diken diken.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Lütfen bol bol etkileşimde bulunmayı unutmayalım!

Bölüm : 05.12.2024 23:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...