Ben geldim ve sizi doğruca bölüme uğurluyorum.
"Tamam dede. Daha yanınızdan ayrılalı yarım saat olmadı pazartesi şirkette konuşuruz bunları şimdi mi sırası yani?"
Telefonu çaldığından beri var olan gerginliği iki katına çıkan adamdan bakışlarımı alarak camdan dışarı çevirdim. Bu beklenen dede resmen kumam olmuştu! Adam bize bir saniye rahat vermemek için yemin etmişti sanırım.
Saat çoktan gece yarısını geçerken takvim kendini bir sonraki güne bırakmıştı. Lansman kazasız belasız biteli iki saatten fazla oluyordu. Tabi ki ev sahibi olduğumuzdan lansman bittiği gibi evlere dağılamamıştık. Ares'ler bir buçuk saat kadar benim anlamadığım işlerle uğraşmıştı ve paydosu öyle vermiştik. Paydosu vermeden önce bir ara Demiröz'le Ares ortadan kaybolmuş olsa da sandığım gibi iş uzamamıştı.
Şimdiyse yirmi dakikayı aşkındır yoldaydık. Ahmet'in kullandığı transit araçta Ares'le birlikte arka kısımda oturuyorduk. Arkamızda korumaların olduğu bir araç eşliğinde ilerliyorduk. Yola çıkalı henüz beş dakika olmuşken beklenen dedenin aramasıyla birlikte Ares'le konuşmayı planladığım şeyler sekteye uğramıştı. On beş dakikadan fazladır telefonda Ares'i meşgul eden adama daha da zıt olurken sesli bir soluk verdim. Gerçekten içim şişmişti!
Ares'in bakışlarını üzerimde hissederken ona bakmaktan kaçındım. Sabırla telefonu kapatmasını beklerken sadece yolu izlemeye odaklandım. Yollardan az buçuk anladığım kadarıyla eve varmamıza on ya da on beş dakika gibi bir süre kalmıştı. Zaten saatin geçliğinden dolayı yollar boş sayılırdı.
"Pazartesiden önce olmaz dedim. Biraz dinlenmek istiyorum." Bezgin sesi itiraz kabul etmez bir tondaydı ama bu karşısındaki adama ne kadar etki ederdi bu bilinmez.
"Çok önemli bir gelişme olursa diğer torununa gidersin dede. Kapatıyorum beni aramayın daha!" Sesli bir biçimde öfkeyle burnundan soluk verdi Ares. Elindeki telefonu göz ucuyla takım elbisesinin ceketinin iç cebine koyduğunu gördüm.
Hemen dibimde oturduğundan kolayca bana uzanarak eliyle çenemden tutup başımı kendine çevirdi. "Nasılsın?" dedi beklemediğim bir biçimde az önceki haline nazaran oldukça sakin ve kısık bir sesle.
Kıstığım şüpheci bakışlarımla kısa bir süre gözlerine baktım. Oldukça yorgun gözüküyordu. Her şey bittikten ve herkes gittikten sonra onun gardını indirip bana gelmesi alıştığım ama bir o kadarda kabullenemediğim bir şeydi. İçimin sızladığını hissettim. Kıyamadım.
Oturduğum yerden ona doğru kayarak kollarımı beline sardım ve başımı koluna doğru yaslayarak yüzüne baktım. Ares'in de anında kolları bedenime dolanmıştı.
"Şimdi iyiyim. Ya sen nasılsın?" dedim uzun bir aradan sonra onunla rahatça bir sohbete girecek olmanın verdiği sıcaklıkla. Lansman son zamanlarda bizden çokça vakit çalmıştı. Hele son iki hafta neredeyse birbirimizi hiç görememiştik. Onu çok özlemiştim.
Anlıma sertçe bir öpücük kondurdu derin soluklar alırken. "Bende şimdi iyiyim." dedi rahatlamış bir sesle.
"Çok yoruldun. Ne seni bu kadar yorup uğraştıran aksilikler?" Tamer'in istemeden de olsa başına açtığı işleri merak etmiştim.
Ares rahat bir tavırla yayvanca oturduğu koltukta iyice yayılırken beni üstüne doğru çekti. Dudakları yüzümün her bir santiminde usulca dolanmaya başladı.
"Evrak işleri işte çok önemli değil. Sen çok yalnız kalmadın değil mi?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hep Tamay'la birlikteydik zaten. Nasıl yalnız kalabilirim ki? Bir tek geceleri biraz yalnız gibi hissettim o da sanırım hep seninle uykuya dalmamdan kaynaklı. Alışkanlık gibi."
Son kelimelerime genişçe güldü. Gözlerinin içinde oluşan parıltıları oldukça yakınında olduğumdan net bir biçimde görebiliyordum.
"Alışkanlık ha?" dedi sahte bir biçimde alınmış gibi bir tavırla.
O kelimeyi kötü bir anlamda demediğimi her ne kadar çok iyi bilse de böyle numaralar atmaktan baya hoşlanıyordu. Çünkü bu numaraları çoğunlukta beni telaşa sokuyordu ve ben yanlış anlaşıldığımı sanmanın verdiği panikle konuşurken onun gözünde oldukça komik gözüküyordum. Ares'te bu hallerimden çokça keyif alıyordu. Genelde beni kıvrandırmayı severdi. Her anlamda.
Dudaklarımdan bir 'cık' sesi çıkartırken kaşlarımı havaya kaldırdım. "Bu kez yemedim numaranızı beyefendi."
Dediklerimle birlikte anında alınganlık tavrından çıkarken seslice güldü. "Bak sen! Birileri büyüyor da numaramızı yemiyor ha?"
Kaşlarım çatıldı. "On dokuz buçuk yaşım küçük mü de büyüyorum?"
"On dokuz buçuk yaşın evlenmek için küçük ya ondan dedim. Yoksa bence küçük değil."
Gözlerimi devirdim. Lafını da arada sokmasa şaşardım.
"Şu evlilik ve bebek mevzusu da nereden çıktı tanrı aşkına?" diyerek isyan eder bir biçimde Ares'e sordum.
Aklıma lansmanda olanlar geldikçe öfkeleniyordum. Bu gece herkesin ya evlilikle ya da bebekle ilgili bir problemi vardı. Hayır başrolde ben olmasam takılmazdım.
"Ben kimseye fikirlerimden bahsetmedim." diyen adama sorgulayıcı bir bakış attım.
"Anlamadım?" derken ne gibi bir fikirlerden bahsettiğini bilmiyordum. Aklıma bir şeyler geliyordu ama bunun olmaması için içten içe dua ediyordum.
Kollarının arasında bir tık ondan uzaklaşarak biraz daha dik oturdum. "Senin fikirlerini anlamadım. Bu konularda fikirlerin olduğundan hiç bahsetmedin?"
Ben her ne kadar konuşmaların gittikçe ciddiyete dönmesiyle dikleşsem de Ares hala aynı rahatlıkla oturmasını sürdürüyordu.
"Aylardır beraberiz Lavinia. Tamam belki daha bir yıl bile olmadı ama bu aylardır beraber olduğumuzu, aynı evi hatta aynı yatağı paylaştığımızı, birlikte olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor." dedi bana bir şeyleri aşılamak istermiş gibi ılıman bir tavırla.
"Yani?" dedim tek kaşım istemsizce havalanırken.
"Bir şeyleri resmileştirmemiz için hiçbir engelimiz yok. Neden bunu yapmıyoruz diye düşünüyorum son zamanlarda." Kısacası neden evlenmiyoruz diyordu.
"Bak güzelim." diyerek lafımı kesti hızla. Sanırım diyecekleri henüz bitmemişti. Yaslandığı yerden dikleşti ve bana doğru hafif bir açıyla eğildi. Bir eli çoktan yanağımı bulmuştu.
"Hayatımızın ilerleyen zamanlarında nasıl sürprizlerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Her an her şey olabilir. Ben sadece hayatımızda tedbirli ve hazırlıklı olmak istiyorum."
Kubattan mı bahsediyordu? Hayır, Kubattan sürpriz diye bahsedeceğini sanmıyordum.
Sanırım bir bebekten, hamile kalmamdan bahsediyordu.
"Korunuyoruz?" dedim sorgularcasına. Ve ekledim. "Ayrıca zaten yeterince tedbirli ve hazırlıklıyız. Kale gibi bir ev, kapıda bir sürü silahlı adam, korumalarsız nefes almama? Bunlar senin dilinde tedbir ve hazırlık değil mi zaten?"
Ares sert bir soluk verdi. Bakışlarını çoktan gözlerimden çekmişti. "Evet öyle ama yetersiz! Ne yaparsam yapayım her şey bana yetersiz geliyor, gelecek! Neden bana biraz yardımcı olmaya çalışmıyorsun bu konuda?"
Ne diyeceğimi bilemedim. Ben ona yardımcı olmuyor muydum bu konuda? Ben onun için ne çok şeyden geçmiştim. Bana bunu nasıl diyebilirdi? Üstelik beni tüm bu mevzuların dışında tutmak için elinden geleni yaparken! Beni Kubat konusunda saf dışı bırakan oydu!
"Ben zaten sana yardım etmek için çabalıyorum ama yardımlarımı istemeyip beni ısrarla geri planda tutan sensin." dedim kısık bir sesle. Ares'e inanamazca bakıyordum.
"Yavrum benim kastettiğim yardımın senin dediğin türde bir şey olmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz. Konuyu saptırıyorsun şu anda."
Ha bir de suçlu ben mi olmuştum?
"Bizim evlenmemiz demek Kubat'ı kışkırtmak demek Ares! Bu şu anda bizim aleyhimize bir karar olur neden anlamıyorsun? Ayrıca bana Kubat konusundaki planlarından da bahsetmiyorsun ki sana yardımcı olayım?"
"Bunlar benim sorumluluklarım, benim düşünmem gereken şeyler senin değil! Sen sadece iyi ol, yanımda ol gerisi önemli değil."
Alayla güldüm. "Sorumlulukların mı yoksa yüklerin mi? Tüm bunlar sana geçmişinden kalan bir yük! Benim asıl merak ettiğim bu yükü sen mi omuzladın yoksa bu yük üzerine mi devrildi?"
Ares son derece ciddi olan tavrıma dik bir şekilde baktı. Bakışlarında oluşan soğukluk içimi ürpertirken en az görüntüsü kadar soğuk bir sesle konuştu.
İçim onun bu tavrı karşısında tir tir titrerken gözlerimin buğulandığını hissettim. Beni anlamıyordu. O nasıl beni korumak istiyorsa bende onu korumak istiyordum. Görmüyor muyum sanıyordu? Bu geçmiş günden güne onu yıpratıyor, yoruyor ve mahvediyordu!
"Bu kısım çok önemli." dedim düz tutmaya zorladığım bir sesle. Sanırım şu anda ağlamak istiyordum.
Sözlerimin şu anda onda bir karşılığı var mıydı bilinmez belki içten içe beni anlıyor ama bunu bana yansıtmıyordu. Bu konu üzerinde birçok ihtimal vardı ama Ares hiçbirini doğrulamıyordu.
Başını diğer tarafa doğru çevirirken dışarıda akıp giden yolu seyretmeye başladı. Bedeni benden birazda olsa uzaklaşmıştı.
"Sen bunlara karışıp o güzel kafanı yorma. Gereken neyse ben hallediyorum."
Oldukça gür bir kahkaha attım. Alaycı bir gülüştü bu. Sanırım benimle dalga geçiyordu. Nasıl içinde onun olduğu bir şeyi düşünmememi isterdi? Özellikle sonucunda zarar görme ihtimali olan bir şeyken bu? Benimle gerçekten de dalga geçiyordu!
"Ares... Nasıl karışmayayım? Sen Kubat'ı öldürmeyi kafana takmışken ben nasıl karışmayayım?" dedim isyan edercesine.
Söylediklerimi duydu ama herhangi bir yanıt vermedi. Bekledim. Bir yanıt versin diye birkaç dakika bekledim ama o değil bir yanıt vermek başını çevirip bana bakmadı bile.
"Asıl mesele Kubat'ın yaşayıp yaşamaması değil bunu sende çok iyi biliyorsun değil mi?" dedim pes eder bir tavırla. Sesim beni anlamasını ister gibi ılıman çıkmıştı.
İçinde bulunduğumuz araç sola dönerek içerisinde evimizin olduğu araziye girdiğinde Ares bana döndü. Bakışlarında sorgu dolu bir ifade vardı.
"Mesele Kubat'ın hayatta olması değil ki fikri. Fikir yeni bir fikirle ölür. Kubat'ı öldürerek onun fikirlerini de yok edemezsin. Bir insanı öldürmek onun fikrini yok etmez! Asıl mesele Kubat'ın bu saplantılı bir biçimde kendini inandırdığı fikrini öldürmekte. Bunun için yalnızca onun fikrini değiştirmek gerekiyor ve bu da ancak yeni bir fikirle olur."
Tane tane konuştum. Beni anlamasını istiyordum. Beni gerçekten de anlamasını istiyordum. Korkuyordum. Bunu görmesini istiyordum.
Sözlerimi dikkatli bir biçimde dinledi. Buna karşılık hemen bir yanıt vermedi. Bu esnada araba çoktan malikanenin girişindeki büyük siyah demir kapıya ulaşmıştı. Ahmet'in geldiğimizi bildiren korna sesiyle birlikte dışarı bir korumanın çıkıp aracı bakışlarıyla kısa bir kontrol etmesinin ardından içeri verdiği işaretle kapılar açıldı. Araç hızla bahçeden içeri girerek eve doğru yaklaştı ve taş yolun sonunda evin girişinde merdivenlerin yanında durdu.
Şoför koltuğunda oturan Ahmet'in otomatik kapıyı açmasıyla Ares bana herhangi bir cevap vermeden araçtan indi. Hayal kırıklığının anında yerleştiği gözlerimle bir müddet bana dönük sırtını izledim. Sanırım beni anlamamıştı.
Sağlam adımlar üzerinde dikildiğinde ilk olarak üstünkörü üzerindeki takımın ceketini düzeltti. Ardından bana doğru döndü. Bakışları doğrudan gözlerimi bulduğunda beni bıraktığı gibi bulmasıyla kaşları çatıldı. Sağ elini bana doğru uzattı. Ona gitmemi istiyordu. Peki ben beni anlamayan bu adama gitmek istiyor muydum?
Elbetteki istiyordum! Onu seviyordum. Hiç farkında olmadan ona nasıl bu kadar bağlandığımın iç hesabını yaparken sessiz bir soluk vererek bir elime çantamla ceketimi alarak ayaklandım. Uzattığı eli için özellikle boş bıraktığım elimi ona doğru uzatarak iri elini sıkıca kavradım.
Ares'in yardımıyla araçtan indikten sonra baharın gece serinliğinde üşütmeyen ama iç titreten rüzgârı bedenimin açıkta kalan yerlerinde hissettim. Ares hızla elimdeki ceketimi alarak omuzlarımın üzerine attı. Birkaç adımda eve girecek olmamızın onun gözünde hiçbir önemi yoktu. Onun için üşümem ihtimal dahilinde bile olamazdı.
Ceketi omuzlarıma koymak için bıraktığı elimi tekrardan sıkıca tuttu ve eve girmek için ilerlemeye başladı. Giriş kapısına ulaşmak için merdivenleri sessizlik içerisinde tırmanmaya başladık.
Hemen gerimizde bıraktığımız aracında yanında bizim eve girişimizi izleyen Ahmet'e bakmadan konuştu Ares. Sesi dediklerini iyi duyması adına yüksek bir tondaydı.
"Ben diyene kadar kimse ama kimse eve alınmayacak! Değil eve girmek bahçe sınırları içerisinde bile görmeyeceğim kimseyi."
Otoriter ve sert ses tonu karşısında Ahmet'in önünü iliklediğini göz ucuyla gördüm. "Emredersin abi." Hemen ardından başını etraftaki korumalara çevirerek hızla direktifler vermeye başladı.
Gözlerimi devirdim. Herkes kendi derdindeydi.
Evin giriş kapısına ulaştığımızda kapıyı Ares cebinden çıkarttığı anahtarla açtı. Bu saatte tüm çalışanlar uyuyor olmalıydı. Ares'in başlattığı sessizlik yatak odamıza çıkana kadar sürdü hatta uzun bir süre orada da devam etti.
Odaya girdiğimiz gibi ben doğruca banyoya ilerleyerek önce üzerimdeki fazlalıklardan kurtuldum hemen ardından sıcak bir duşa girdim. Uzun sayılabilecek bir süre yıkandım. Saçlarımı gerekmediği halde üç kere yıkadım, bedenimi ise beş kez lifledim. Tüm bunlar kirli olduğumdan değildi. Zaten amacım bedenimi temizlemek de değildi. Zihnimdeki fazlalık düşüncelerden arınmaya çalışıyordum.
Her normal insan gibi günün birinde sevdiğiyle evlenmeyi bende isterdim ama biz normal değildik. Bu yaşantı normal değildi ve Ares bunu ısrarla kabul etmek istemiyordu. Evlilik, Kubat meselesi tamamıyla çözülmeden olabilecek bir iş değildi.
Son zamanlarda aklıma sürekli onunla annemin mezarında karşı karşıya geldiğim an gelip duruyordu. O gerçekten de hastalıklı bir zihne sahipti. Özellikle bugün öğrendiklerimden sonra buna bir kez daha emin olmuştum. Onun yapabileceklerinin bir sınırı yoktu. Bunu görebiliyordum. Ve Ares'le bu konuyla ilgili aramızdaki asıl meselede tam da burada başlıyordu. Sanırım bunu bir tek ben görebiliyordum.
Korkuyordum. Ares bir deli dalga gibiydi. Tıpkı evimize sıfır olan Karadeniz gibi. Öfke dolu, hırçın, acımasız, tehlikeli. O tehlikeydi. Boğulmamak elde değildi.
Ares'in öfkesinin başkalarını boğmasını umursamıyordum. Kendi adıma da bir korkum yoktu. Tek korkum kendi kendini yutmasıydı.
Üzerime geçirdiğim kısa bornozumla birlikte banyodaki aynanın karşısına geçtim. Yorgun gözüküyordum. Yüzüm ve bedenim için gerekli bakımları oldukça ağır hareketlerle yaptım. Banyoda bir saate yakın bir süre geçirmiştim sanırım ama bunu umursamadım. Ares'ten kaçıyordum. Ben odaya ne kadar geç dönersem onun uyuyakalma ihtimali o kadar çok olur düşüncesinde değildim. Biliyordum ki ben yatağa girmeden o uyumazdı. Bu daha önce hiç olmamıştı.
Saçlarımı sadrazam edasıyla sardığım havludan kurtardım. Normalde makyaj masasında oturup yaptığım işi banyoda yapmaya başladım. Önce kalçama gelen saçlarımı spreyledim hemen ardındansa kısa bir masajın ardından saçlarımı taradım. Kurutma makinesi sevmediğimden olabildiğince havluyla nemini aldım. Son olarak gerekli bakım yağlarını sürüp saçlarımı sırtıma doğru attım.
Yavaş yavaş kurumaya başlayan saçlarımın ıslaklığının gittiği yerler kıvrılmaya başlamıştı. Ne tam kıvır kıvır olan ne de dalgalı olan saçlarım ortaya karışık bir şeydi. İri dalgalarla birlikte lüle lüleydi. Bu iki karışımı seviyordum.
Üzerimde yalnızca kısa bornozumun varlığıyla üşür gibi olduğum esnada dişlerimi fırçalıyordum. Banyodaki son işimde buydu. Burada yapılabilecek her şeyi yaptığımdan artık içeri geçmem gerekiyordu. En azından üstümü giyinmek için giyim odasına gitmeliydim. Sanırım orada da oyalanabilecek bir şeyler bulabilirdim.
Sıkkın bir ifadeyle sessizce uzun bir soluk verdim. Her şey anormal bir biçimde normalmiş gibi davranarak banyodan çıktım. Tam o esnada yatak odasının tam ortasında ayakta elinde telefonuyla dikilen Ares'le göz göze geldim. Tahmin ettiğim gibi değil uyumak yatağa bile girmemişti.
Kısa bir bakışla onu inceledim. Çoktan üzerini değiştirmişti ve sanırım duşta almıştı. Saçları hafif nemli bir biçimde anlına doğru dökülüyordu. Üzerinde yalnızca eşofman altı vardı. İlkbaharda olabilirdik ama bir tişört giyinmemesine kaşlarımı çattım. Sonuçta yaz sıcakları daha tam anlamıyla gelmemişti ve o hasta olabilirdi.
Bakışlarımı üzerinden çektim. Doğruca giyim odasına yöneldiğim esnada onun alçak tondaki sesini duydum.
"Lavinia?" Bana sesleniyordu. Başımı hafif bir açıyla ona çevirirken adımlarımı duraksattım.
"Efendim?" derken sesim sorgu dolu çıkmıştı.
Elindeki telefonuyla birlikte yatağa doğru yöneldi. Bu esnada da boştaki elini bana doğru uzatarak yanına gitmem için bir işaret verdi. Hareketlerine herhangi bir anlam veremediğimden kaşlarım hafif çatılı bir biçimde ona baktım.
Telefonunu yatağın başındaki komodine koyduktan sonra ağırca yatağa oturdu. Hala daha ona gitmeyişime anlam veremediğim bir bakışla baktı. Gözlerinde gördüğüm ifade canımı sıkarken ona doğru ilerlemeye başladım ve yatakta hemen yanına oturdum. Ona kıyamıyor oluşum gerçekten de bazen fazlasıyla canımı sıkıyordu.
Bazen bana öyle bir bakıyordu ki gözlerimin önünde sanki yirmi beş değil de altı yaşındaki Ares oluyordu. Küçük Ares'e hiç kıyamıyordum. Çünkü o çok yaralıydı.
Ares yanına oturmamla iyice bana yaklaşırken iri eliyle kucağımda birleştirdiğim iki elimi bir kavradı. Bakışlarımı yakışıklı suretine diktiğimde içinde bulunduğumuz odayı sadece birkaç lambaderin aydınlatmasından kaynaklı yarı gölgelenmiş yüzüne baktım.
Ortam lambaderlerden kaynaklı oldukça loş bir havadaydı ve ikimizde ayaktayken bu kadar loş gelmiyordu. Yatağa oturduğumuzda yanan lambaderlerin çoğunun arka kısmımızda kalmış olmasından kaynaklı olsa gerekti bu durum.
Ağırca kaldırdığı başını bana doğru çevirdi. Bakışları önce tüm yüzümde dolaştı ardından gözlerimde durdu.
"Haklısın." dedi beklemediğim bir anda konuşmaya başlayarak. Neyde haklı Susarak sadece gözlerine baktım.
"Kubat'ı öldürmek belki de hiçbir şeyi çözmeyecek ama elde başka seçecekte yok. Dedem gibi ya da babam gibi olmamak için çabalıyorum. Onlar yapamamış olabilir ama ben başaracağım."
Yanılıyordu. Şu anda olduğu yolun dedesininkinden ya da babasınınkinden bir farkı yoktu. Yol aynı yolken nasıl olurda sonucun farklı olacağına inanırdı?
"Ares!" dedim isyan edercesine. Dudaklarımda buruk bir gülüş oluştu. "Neden beni anlamıyorsun?" Aynı isyanla devam ettim sözlerime. "Korkuyorum." diye tamamladım isyanımı titrek bir sesle.
Son kelimeme kadar nötr bir biçimde bakan adam son sözümde kaşlarını derinden çattı. Bakışları karanlık bir hal aldı.
"Bana güvenmiyorsun!" dedi bir şeyi idrak etmek istermiş gibi. Beni suçlarmış gibi.
Ellerimi tutan elinin gevşediğini hissettim. Bu kez ben sıkıca onun elini tuttum. "Seni seviyorum." dedim önemli bir sır veriyormuş gibi fısıltı bir sesle.
"Seni seviyorum ve sana bir şey olmasını istemiyorum. Bize bir şey olmasını istemiyorum. Hep iyi olalım istiyorum."
Başını olumsuzca iki yana salladı ve gözlerini benden çekti. "Bana güvenmiyor musun?" dedi sadece bu noktaya takılmışçasına.
Pes eder gibi bir soluk verdim. Gerçekten koç burcu erkeği zorluğu diye bir şey vardı.
"Sana güveniyorum ve korkum tamda bu yüzden var. Dediklerini yapabilecek güçtesin ve bu güç ya sana zarar verirse?"
Bana baktı. "Lavinia bu savaş senden öncede vardı. Sen olmasan da ben o adamı öldüreceğim olsan da. Sadece varlığın bu savaşı daha da önemli bir hale getirdi. Çünkü senden önce o adamı öldürmek pahasına kendimden geçebilirdim ama sen geldin ve ben senden geçemem. O yüzden elimden geleni yaptığımı bil ve yanımda ol."
Biliyordum. Benim için son derece dikkatli davrandığını biliyordum ama bu korkmamam için yeterli bir sebep değildi. Ben Ares'e güveniyordum ama karşımızdaki kişi ihtimaller dahilinde biri değildi ki! Bu yüzden Ares'e güvenip güvenmememin hiçbir anlamı kalmıyordu.
"Nasıl yapacaksın?" dedim biraz merak ve birazda isyanla. "Deden ya da baban onca uğraşlarına rağmen yapamamışken sen nasıl yapacaksın? Senin onlardan farkın ne Ares?"
Kendinden son derece emin bir tavırla anında yanıtladı beni. "Ben Ares Sancaktarım."
Bu bir fark olabilirdi ama beni tatmin etmemişti.
Oturduğum yerden ayaklandım. Ellerimiz benim ayaklanmamla ayrılmıştı. Ares sorgu dolu bir ifadeyle bana bakıyordu. Giyim odasına gidip artık üstümü giyinmem gerekiyordu. Ares'e son kez baktım.
"Farkında değilsin ama üçünüzün gittiği yolda aynı. Eğer sende baban gibi geçmişteki tuğlaları taşırsan inşa edeceğin evin geçmişteki evden hiçbir farkı olmayacak."
Diyeceklerim bu kadardı o yüzden Ares'e arkamı dönerek giyim odasına yöneldim. Yalnızca birkaç adım atmıştım ki arkadan belime sarılan kollarla daha fazla ilerleyemeden durmak zorunda kaldım.
Belime sımsıkı dolanan kollar beni sinesine çekerken pes edercesine bedenimi arkamdaki sert bedene yasladım. Boynumda hissettiğim sıcak nefes ağzımın içini kuruturken sertçe yutkundum.
Başını boynuma gömmesiyle kirli sakalının bıraktığı tatlı sızı müptelası olduğum bir histi. Onu özlemiştim.
Yakıcı dudakları bornozun açıkta bıraktığı tenimde geziniyordu. Aldığı derin soluklar içimin kavrulmasına tek sebepti. Kokumu öyle içten soluyordu ki!
"Sahip olduğum tek idolümü çok küçük yaşta kaybettim. Yani benim büyürken öyle rol modelim yoktu. Sadece benzemek istemediğim insanlar ve asla içinde olmak istemeyeceğim durumlar görerek büyüdüm." Başını gömdüğü boynumdan kaldırdı. Boğuk sesi içimin iyice burkulmasına sebep olmuştu.
Sözlerinin ne anlama geldiği her ne kadar büyük bir bencillikle anlamamak istesem de anlamıştım. Sahip olduğu tek idol babasıydı ve onu henüz altı yaşındayken kaybetmişti. Benzemek istemediği insanlar vardı ve o da ne tezat ki babası ve dedesiydi. İçinde asla olmak istemediği durumlarsa son da parçalanan aileler, kaybolan zaferler ve yitip giden hayatlardı.
Belime sıkıca sardığı kollarını gevşeterek ona doğru dönmemi sağladı. Aramızdaki boy farkından dolayı başını aşağıya doğru eğmişti. Tam anlamıyla ona döndüğümde kollarını tekrardan belime doladı. İri ellerinden biri belime baskı yaparak bedenlerimizin iyice birleşmesini sağlarken diğer eli kalçama kaymıştı.
Bornozumun tam örttüğü kalçam onun beni kendine çekmesiyle biraz yukarı çıkmış olsa gerek ki büyük elinin serçe parmağını çıplak tenimde hissediyordum. Bu ikimizin de sertçe yutkunmasına sebep oldu.
İyice eğdiği başıyla burnunu burnuma sürttü. Yüzlerimiz arasında milimler vardı. Göz gözeydik.
"Sana söz veriyorum her şeyi halledeceğim. Bana inan, bana güven senden tek isteğim bu. Bir de bana sakın ihanet etme, benden bir şey saklama Lavinia. Bizim iyiliğimiz için bizim için aramızda gizli saklı hiçbir şey olmasın olur mu?"
Başta ne diyeceğimi bilemedim. Konuşmasını neden böyle bir sonla tamamladığını anlamadım ama şu anda çokta önemsediğim bir konu olmadı.
Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım belli belirsiz.
Dudaklarıma sert bir öpücük kondurdu. Burnundan verdiği güçlü soluğunu yüzümde hissettim. "Biliyorum yolum zor." dedi kısık bir sesle.
Beni zorladığını düşünüyordu sanırım. Bu düşüncesinde haksız değildi. Evet yeni hayatımda oldukça zorlanıyordum ama bu onun varlığının yanında önemsiz bir ayrıntıydı. Onu seviyordum, onunla olmayı seviyordum, her şeye rağmen yeni hayatımı seviyordum.
Benim geçmişim sancıydı. Sonunda oradan kurtulmuş olmam büyük bir mucizeydi. Her ne kadar ailemi kaybetmiş olsam bile.
İki yanımda emanet gibi duran kollarımı yukarı kaldırarak birini yüzüne birini de çıplak göğsünün üzerine koydum. Kirli sakallarının üzerine bastırdığım elimle yanağını usulca okşadım.
"Yolun yolum." dediğim anda ela harelerinde gördüğüm parıltılar her şeye bedel gibiydi.
Yaptığımız onca tartışma ve varamadığımız sonuçların hiçbir önemi kalmamıştı. Şu an için artık dinlenme zamanıydı ve bunu en iyi yaptığımız şekilde yaptık. Sabahın ilk ışıklarını görene dek sevişerek.
Sözcüklerin anlamlarını yitirip artık hareketlerin dillendiği bir gecede birkaç saatliğe her şeye ara verdik. Biraz nefeslendik biraz dinlendik. Tenlerimizde soluklanırken tüm tasalardan soyutlanıverdik.
O bana tanrının en büyük armağanıydı ve benim bu dünyaya dört kolla sarılabilmem için yalnızca onun ellerine ihtiyacım vardı.
Bölümü nasıl buldunuz?
Bol bol satır arası yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın! Kitabı ve beni de takibe alırsanız sevinirim..
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |