50. Bölüm

BÖLÜM 49

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

 

 

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Hafif bir uğultuyla esen ılık rüzgâr siyah gür saçlarımı dalgalandırıyor, sık kirpiklerimin diplerini okşayıp geçerken esmer tenime de uğramayı ihmal etmiyordu. Hissettiğim bu tatlı hislere karşı göz kapaklarımı aralamadan duramazken karşılaştığım manzara gözlerimin irileşmesine sebep oldu.

Sayısız kum tanelerinin üzerinde uzanır vaziyetteydim. Dolunay uçsuz bucaksız görünen denize yansırken ona sayısız yıldızlar eşlik ediyordu. Hafif dalgalanmalarının yanı sıra çarşaf gibi duran denizden eşsiz bir koku yükseliyordu. Böylesine bir mükemmellik karşısında nutkum tutulurken göz bebeklerim tüm bu ana şahit olmak istercesine biraz daha irileşti.

Nerede olduğumu anlamak adına uzandığım yerde oturur pozisyona geçerken etrafıma bakındım ama gördüğüm tek şey sonu görünmeyen kumsal ve denizdi. Karın bölgemde hissettiğim kıpırdanmayla bakışlarım oraya inerken bir kez daha nutkumun tutulmasına engel olamadım.

Upuzun gece karası saçlarım üstümdeki dantellerle işlenmiş beyaz saten elbiseye sıralı ip gibi dökülmüş haldeydi. Lakin sorun bu değildi. Saçlarımın uç kısımları kocaman göbeğimde katlanarak göbeğimin üstünde birikmiş vaziyetteydi. Bu büyüklükteki göbeğime anlam veremezken bu kez karnımın farklı bir kısmında bir kere daha kıpırdanma oldu ve göbeğimin yüzeyi dalgalandı.

Kaşlarım istemsizce bu olaya karşı havalanırken neler olduğunu anlayamıyordum. Ellerim kaplumbağa yavaşlığında titrek bir biçimde göbeğime giderken avuç ilerimi usulca hareketlenen o bölgeye bastırdım. Bu hareketimle bir kez daha hareketlenme olurken avuç içimde hafif bir baskı hissetmemle ışık hızında ellerimi geri çektim.

Orada bir şey vardı. Bu galiba bir bebekti. Başka ne olabilirdi ki? Bu gerçekle kafam biraz daha karışırken bu kez bir ses ulaştı kulaklarıma. Derinlerden gelen uğultunun içinde çok net seçemediğim küçük bir kız çocuğu bana bir şeyler diyordu. Merakımın ağır basmasıyla bu sese daha da dikkat kesilirken ellerim istemsizce karnıma dolandı.

"Bizi bulmanın senin için bedelleri büyük olacak. Seni seviyorum anne, ona iyi bak. En çok da kendine. Ve lütfen bizden vazgeçme..."

Bu da ne demekti? Sesin nereden geldiğini bulmak amacıyla oturduğum kumların üzerinde ayaklanırken ellerimin altındaki tümsek bir anda avuçlarımın içinde eriyip gitti. Soru işaretleriyle dolu gözlerim dümdüz karnıma inerken hızla etrafımda dönmeye başladım. Kapıldığım telaştan adımlarım birbirlerine dolanırken dizlerimin üzerine düşmemek için büyük bir mücadele içerisindeydim.

Deli gibi etrafıma bakınırken neler olduğunu bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı o da karnımdaki bebeğin gitmesiyle bedenimi deli gibi bir korkunun sarmasıydı. Telaş sinsi bir kanser gibi dört koldan bedenime yayılıyordu. Ellerimi dümdüz karnıma bastırırken etrafıma doğru bağırmaya başladım.

"Neler oluyor? Be-bebek, bebeğim nerede?"

Sorularıma herhangi bir yanıt bulamazken birden kendimi karanlıklar içerisinde buldum. Ne o eşsiz manzara vardı artık ne de derinlerden gelen o naif ses. Sadece benliğimi saran korku ve telaş vardı. Ne yapacağımı bilemez halde kapana kısılmış hissederken kendimi bir anda gür bir bebek ağlama sesi yankılanmaya başladı etrafta. Hayır hayır bu yankı beynimin tam içindeydi. Az önceki kız çocuğuna ait olmadığına emin olduğum ağlama sesi geçen her saniyede daha da artmaya başladı.

Benliğimde gezinen hislerin ağzımda bıraktığı acı tatla huzursuzca kıpırdandım. Beynimde yankılanan ağlama sesi gittikçe benden uzaklaşmaya başladı. Üzerimde hissettiğim ağırlık gerçek bir ağırlık mıydı yoksa az önce gördüklerimin yüreğimde bıraktığı ağırlık mıydı tam anlayamazken zorlukla gözlerimi araladım.

Gün ışığının fon perdenin aralıklarından sızarak dolduğu odada gözlerimi gezdirdim bir süre. İçerisinde bulunduğum odaya ne kadar boş bakışlar attım bilmiyordum. Yatak odamızdaydım ve sanırım az önce bir rüya görmüştüm.

Ağzımın içinin çöl sıcaklığında kavrulduğunu hissederken baş ucumdaki komodinin üzerinde her zaman hazırda bekleyen su şişeme uzandım. Bu esnada belime dolalı kolu yeni fark ederek sağıma baktım. Ares hemen dibimde uyuyordu. Başını boynuma doğru gömmüş, yüzünün yarısı yastıkla kapanmış vaziyette bir kolunu karnımın üzerinden atarak belime dolamıştı.

Onu rahatsız etmemeye dikkat ederek su şişesini alıp birkaç büyük yudum su içtim. Rüya demek istemediğim sonda kabusa dönen şeye bir anlam verememiştim. Yavaş yavaş kendine gelen benliğimle gördüklerimi düşünmeye çalışırken çoktan gördüğüm çoğu şeyi unuttuğumu fark ettim. Hatırladığım tek şey içimdeki korku ve telaşın ağzımda bıraktığı acı tattı.

Nedendir bilinmez içimde tanıdık hisler peyda olmuştu. Sanki daha önce görmüş ya da yaşamış gibiydim. Bu tanıdıklık fazla garipti ve hoşuma gittiğini söyleyemezdim.

Elimdeki şişeyi yerine geri koyarken sessizce uzun bir soluk verdim. Yavaş hareketlerle tekrardan yatağa uzanırken iki elimi karnımın üzerindeki kaslı kolun üzerine yerleştirdim.

Uzun, çok uzun sayılabilecek bir gece geçirmiştik. Gecenin her saniyesi ayrı bir şehvet ve arzunun tonuna bulanmıştı. Bolca özlem gidermiştik. Hoş bu ikimiz içinde nafile bir çabaydı çünkü ben onu hemen yanı başımda uyurken bile özlüyordum.

Şehvetten buğulanmış zihnimden dolayı her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlayamasam da geceye dair öyle birkaç an vardı ki tüm geceye bedel gibiydi. Zihnime tekrarı düşen anların damağımı kurutması yetmiyormuş gibi bedenimi birde ateş basmıştı. Hatırladıklarımı zihnimden uzaklaştırmak istercesine gözlerimi sımsıkı kapattım. Bedenimde en çok yüzümün yanışı hissederken kırmızı ve bordonun her tonuna bulandığımı bilmek daha çok sıcaklamama sebebiyet veriyordu.

İlk olmayan ama her seferinde ilkmiş gibi hissettiğim anların üzerimde yarattığı bu şapşal etkiden hiçbir zaman kurtulamayacakmışım gibi hissediyordum. Bu kötü bir şey değildi ve kurtulmasam da olurdu ama etkiler biraz hafiflese hiç de fena olmazdı. Konu Ares oldu mu duygularım da her şeyim gibi en uç noktalarda ve dolu doluydu.

Başımı hafif bir açıyla eğerek hala daha derin bir uykuda olan canım adamıma baktım. Son zamanlarda gerçekten çok yorulmuştu. Her şey onun eline bakmıştı. O olmasa ne yapacaklardı acaba çok merak ediyordum. Koca şirketin büyük sorumluluklarını henüz yirmi beş yaşında olan genç adamıma yüklemekle neyi amaçlıyordu Demiröz bilmiyordum ama o iş ya da aile fark etmeksizin sürekli bir şeylerin sorumluluklarını Ares'e yıkmaya bayılıyordu. Bu aşikâr bir şeydi.

Ellerim altındaki kaslı kolu okşamaya başladım usul usul. Aklıma aylardır görüşmediğim, tek kelime bile konuşmayı geçin yaşıyorlar mı diye haber bile alamadığım ailem düştü.

Uzun zamandır mezarına gidemediğim ama para karşılığı adam tutarak mezarını her zaman bakımlı tuttuğum annem, içeride öldü mü kaldı mı bilmediğim babam, beni görmemek için her yerden engelleyen ablam, hiçbir şeyden haberi olmayan masum miniğim Nabi.

Ona onu bırakmayacağıma dair verdiğim sözlerin ağırlığı her zaman göğsümün tam ortasındaydı. Sözümü tutamamıştım, ablam onu benden almıştı. Yasal olarak görme hakkım vardı ama ablam yasallık falan dinlemiyordu. Aslında işi yokuşa sürüp tek bir davayla bunu bozabilirdim ama onların hayatlarını daha fazla zora sokmak istemiyordum. Nabi'nin daha fazla olumsuz olayların ortasında kalmasına gönlüm el vermiyordu çünkü biliyordum ki ben böyle bir şey yapmaya kalkarsam ablam huysuzlanacak ve bu huysuzluğundan herkes payını alacaktı.

Belki birazda yüzüm yoktu Nabi'nin karşısına çıkmaya. Belki de en iyisi benim gibi bir ablası olmamasıydı. Bilemiyordum. Düşüncelerim her gün farklı bir şekil alıyordu ve her şeyin sonunda ben kendimi onların yanına koyamıyordum. Bu en başından beri oraya ait hissedemememden kaynaklı olsa gerekti.

Bir gün geride bıraktığım, bırakmak zorunda kaldığım ailemi görmeye gideceğimi biliyordum ama bu ne zaman olurdu onu bilmiyordum. Şu an zamanı değilmiş gibi hissediyordum o yüzden bende pek düşünmemeye çalışıyordum.

Ares. Aylardır bana iyi gelen tek şey. Bana yuva, eş, arkadaş, aile her şey olmuştu. İçimdeki eksiklikleri en iyi o biliyordu ve bu eksiklikleri doldurmak için elinden geleni yapıyordu. Elbetteki eksiklikleri tam anlamıyla dolduramazdı çünkü daire şeklindeki boşluğu bir üçgenle kapatamazdınız. Ama o bunu bilmesine rağmen yine de çabalıyordu ve bu yetiyordu.

O beni iyileştiriyordu tıpkı benim onu iyileştirdiğim gibi.

Rastgele karşıda bir yere diktiğim bakışlarımı boynumda hissettiğim dudaklarla baktığım yerden çektim. Dudaklarımdan kaçan keyifli kıkırtılar eşliğinde hemen dibimde yeni uyanmış olan ve direkt yaramazlığa başlamış canım adamıma döndüm.

"Günaydın." dedim kıkırtıların arasında.

Kısıkça açtığı bakışlarıyla bana baktı uzunca. "Günaydın." dedi yeni uyanmış olmanın verdiği boğuk bir sesle. Hemen ardından yanağıma sert bir öpücük kondurdu. Bu hareketi karnımın alt tarafında bir sızlamaya sebep oldu.

"Dinlenebildin mi bakalım?" dedim merakla. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum bu yüzden ne kadar uyuduk, Ares yeterince dinlenebildi mi diye bir tahminde bulunamıyordum. Ben biraz yorgundum ama bunun geceden kalma olduğunu biliyordum o yüzden kendimden yola çıkarak da bir çıkarımda bulunamıyordum. Zaten Ares'le işlerimiz aynı olmadığından kendimden varsayım yaparak bir hesaplama yapmam doğru olmazdı. Asıl çalışan ve eve ekmek getiren canım adamımdı.

Burnunu sertçe boynuma bastırarak derin bir soluk çekti içine. Başını gömdüğü yerden çıkarmadan bir şeyler söyledi ama sesi oldukça boğuk çıktığından hiçbir şey anlamadım ve hassas tenime batan sakallarından konuşmasının verdiği hareketlerle iyice huylandım.

Bu kez biraz daha sesli bir gülüşle geriye kaçmaya çalıştım. "Ay dur huylandım ayrıca ne dediğini de anlamadım!" dedim.

Başımı geriye doğru çekmeme ters bir bakış attı Ares. Geriye çekilmemle açığa çıkan yüzünde küçük bir çocuk huysuzluğu vardı.

"İzin verirsen dinleneceğim!" dedi huysuzluk içerisinde. Ardından beni tek hareketiyle eski pozisyonuma geri getirdi ve başını tekrardan boynuma gömdü. Bir süre hareketsiz kalarak derin soluklar eşliğinde yatmasını sürdürdü. Onun bu haline yalnızca tebessüm ettim ve birazcık yatak keyfi yapması adına ona müsaade ettim.

Her ne kadar uyanır uyanmaz bir şeyler yiyemesem de güne çok aç başladığımı Ares'e keyif yapması adına müsaade ettiğim beş dakikada anlarken huzursuzca yerimde kıpırdandım. Uzun zamandır hiç bu kadar acıktığımı hatırlamıyordum. Bir an önce kalkıp kahvaltı yapmak istiyordum. Midem delik gibi hissediyordum. Bu his iyice kıpırdanıp durmama neden oluyordu.

İstemsizce kıpırdanıp durmam bir dakikanın sonunda Ares'in homurdanmasına sebep oldu. "Durmayacaksın yerinde ha?" derken sesinde büyük bir isyan vardı.

Biraz mahcubiyet ve birazda açlığın verdiği çirkeflikle ortaya karışık konuştum. "Ama çok acıktım ne yapayım?"

Ares başını gömdüğü boynumdan kaldırırken bana kısık bakışlarıyla baktı. "Çok mu acıktın?" dedi biraz inanamaz bir tonda. Adamda haklı şaşırmakla tanıştığımızdan beri doğru düzgün yemek yediğimi görmüşlüğümü vardı?

"Çok acıktım." dedim onu mahzun bir ifadeyle yanıtlarken.

Yutkundu. Belirgin âdem elmasının önce aşağı doğru kayıp sonra tekrar eski yerine dönüşü kısa bir an dikkatimi dağıtsa da konudan sapmamak için hızla ela harelere geri döndüm. Şu an gerçekten kendimi çok aç hissediyordum ve bu konudan sapmaya hiç niyetim yoktu.

"Tamam kalkalım o zaman. Saat kaç?"

Hiç beklemediğim bir çeviklikle Ares tek hamlede yataktan çıkarken bir anda uyku mahmurluğundan sıyrılan haline şokla baktım. İşe giderken bile böyle kalkmıyordu!

Sabaha karşı aldığımız duştan ötürü temiz olduğumuzdan Ares doğrudan duştan sonra giyinmeye üşendiği eşofmanına ve tişörtüne yöneldi. Duş sonrası ben adam akıllı pijamalarımı giyinip yatarken beyefendi bir tek baksırıyla yatmayı tercih etmişti. Çünkü kendileri yaz kış fark etmeksizin tarzan edasıyla dolaşmaya bayılıyordu!

*** 

Kibar teyzenin bir süre izinli olmasından evde Hasibe, Şule ve Vida abla vardı. Üstümüze başımıza çeki düzen verip aşağıya indiğimizde Hasibe ablayı mutfakta bulurken onu evin diğer işlerini yapan iki kadının yanına gönderip kahvaltıyı Ares'le birlikte hazırlamıştık.

Koskoca evde iki kişi yaşamamız, çalışanları ve korumaları saymıyordum, bana en başından beri abartı gelirken asıl abartı olanın iki kişi olan bize dört tane yatılı yardımcıydı. Bu konu aylardır aklımın içerisinde sorguladığım bir durumdu ama bir türlü dile getirmemiştim.

Biliyordum ki bu benim kadar birçok kişinin odağında olan bir konuydu. En başta beklenen dede böylesine lüks bir yaşantı yaşamamıza biraz tuhaf bakıyordu. Açıkçası haksız da sayılmazdı. Her ne kadar bende kötü bir hayattan gelmemiş olsam da yine de tüm bunların fazla lüks kaçtığını söylemeden duramazdım. Fazla fazla bir lüks.

Ares'le birlikte iki iş, üç cilveyle oldukça minimal olan ama bize fazlasıyla yetecek bir kahvaltı hazırlamamız yarım saatten bir tık fazla vaktimizi alırken ben bu süreçte huysuzlanmaktan pek bir iş yapamamıştım. Gerçekten çok açtım ve son zamanlarda açken iyice çekilmez bir hal aldığımı biliyordum.

Benim patates kızartmasını masaya koymamla Ares'te çayları koyarken hızlı bir biçimde kahvaltı yapmaya başladık. Ağzımı tıka basa doldurarak yaptığım kahvaltıda ağzımı boş bulduğum esnalarda Ares'le havadan sudan sohbetler ederken bir anda aklıma gelen şeyle duraksadım. Ağzımdaki lokmayı aceleyle yutarken Ares'e kaçamak bir bakış attım.

"Ares?" dedim normal sohbetimizi sürdürüyormuş edasında.

Kendisine seslenmemle başını tabağından kaldırarak bana bir bakış attı Ares. "Efendim yavrum?"

Çayımdan büyük bir yudum aldım. "Yardım departmanından sorumlu Baycan var ya." Ağzıma küçük siyah zeytin attım. "Ona özel talimatlar falan veriyor musunuz?" Ağzımın içinde zeytini iyice ezerken çayımdan bir yudum daha aldım.

Ares bir anda iş hakkında konuşmamla merak içerisinde bana döndü. "Nasıl özel talimat?"

Bilmem dercesine omzumu silktim. "Ne bileyim departmanın evrak işleriyle ilgili falan ya da muhasebe işleriyle ilgili."

"Hayır o da sizin gibi normal bir çalışan. Sadece departmanın en eski çalışanı o olduğu için işleri daha iyi bildiğinden ekip başında birkaç yönlendirme talimatına sahip. Onun dışında ekstra evraktı muhasebeydi özel bir sorumluluğu yok."

Kafam karışmıştı. Ares'in bana bakan bakışlarına karşı anladım dercesine başımı salladım. Elimde duran çay bardağımdan ufak bir yudum alırken düşündüm. Madem özel bir talimatı yoktu bu kız neden işte evrak konusu oldu mu onları bana bırakın deyip bize elletmiyordu?

"Bir sorun mu var?"

Ares'e döndüm. Kuruntu mu yapıyordum yoksa hissettiğim tuhaflıkta haklı mıydım bilmiyordum. Her şeye rağmen Ares'ten bir şey gizlememem gerektiğini biliyordum. Daha dün gece demişti benden bir şey gizleme diye.

Elimdeki bardağı masaya bıraktım. "Bir sorun mu bilmiyorum ama şirkete geldiğim günden beri Baycan'dan pek hoş bir enerji almıyorum. İşteki tavırları bana hep bir tuhaf geliyor. Yardımların evrak işleri olsun muhasebenin evrak işlerinde falan bizi pek karıştırmamaya çalışıyor. Bunları hep kendisi yapma derdinde o yüzden merak ettim özel bir talimatı mı var da böyle davranıyor diye."

Ares konuşmam boyunca kıstığı bakışlarıyla beni dinlerken oldukça ciddi görünüyordu. Sözlerimin sonunda anladım dercesine başını salladı.

"Ben ilgileneceğim bununla." derken çoktan masanın üzerindeki telefonuna yönelmişti.

"Bak ben bunları dedim ama sadece benim düşüncelerim bunlar. Bir şey olduğu yok yani ona göre." diyerek hızlıca ufak bir dipnot geçmeden duramadım. Şimdi ayak üstü sohbette benim yüzümden yanlış bir şey olmasındı. Kimsenin vebaliyle uğraşamazdım.

Ares beni pek takmadan telefonda hızlıca birkaç mesaj attı. "Sorun yok yavrum. Sen böyle dikkatini çeken her şeyde gel bana anlat." dedi sözlerinin bana dejavu hissi yaşattığından bir haber.

Bir anda aklıma düşen anla kısa bir duraksama yaşadım. Gözlerimin önünden geçen geçmişten kesitle gülsem mi ağlasam mı bilemedim.

Flashback başlangıç.

"Rahmetli babaannem zamanında dedem, tamamıyla gönüllü bir yardım kolu açmıştı. Bu şehir ve civar şehirlerdeki gerçekten bir şeylere muhtaç aileleri araştırıp bulan ve tüm masrafları şirketin karşıladığı bir kol. Bu zamanın deyişiyle sosyal hizmetlerin baktığı işler gibi işte. Uzun zamandır o departmanda işler pek düzgün gitmiyor. Başına geçirebileceğimiz birisi de yok."

Sabırsızlıkla beklediğim sonuca iyice yaklaştığımızı hissederken tüm dikkatimi karşımdaki ela gözlere verdim.

"Orada içimizden birisinin bulunması iyi olur diye düşünüyordum uzun zamandır. Şimdi senin durumuna bakarsak da sana şunu diyorum: O departmanda çalışan asistanların arasına katıl bu süreçte sınavına tekrardan çalışıp o gönderilmediğin bölümü tekrar kazan ve oku. Mezun olduğunda da ister kendine yeni bir yol çizer gidersin ya da olduğun yerde kalır bulunduğun statüde yükselirsin."

Duyduklarımı algılamak baya bir zamanımı alırken tüm bedenimi titretecek bir rüzgâr esti. Dilimden cevap niteliğinde bir harf bile dökülmezken ben hala duyduklarımı düzgünce algılamaya çalışıyordum. Ares ise gözlerini dikmiş ısrarla bana bakmasını sürdürüyordu.

Dikildiğim yerden ağır çekimle arkamı dönerken paytak adımlarımı oturma odasına yönelttim ve bir dakikadan daha kısa bir sürede amacıma ulaştım. Ardımdan geleceğini düşündüğüm Ares'le terasın sürgülü kapısını aralık bırakırken bedenimi bir çuval gibi ikili koltuğa yığdım. Hala daha lavaş dürüm edasında battaniyeye sarılı halde dururken kollarımı dışarı çıkarttım ve battaniyenin bel hizama düşüp orada toplanmasına müsaade ettim.

Kapanan sürgülü kapının sesini duymamla bakışlarımı ayaklarımdan çekmeden kafamın içinde yeni oluşan soruların dile gelmesine izin verdim.

"İyi de ben sizin içinizden birisi değilim ki?"

Usulca çaprazımdaki koltuğa ilişen Ares'e anlamsızca bakarken bir cevap bekledim. Yayvanca oturduğu yerden bakışlarını bana dikti ve dümdüz bir biçimde bakmasını sürdürdü.

"O departmandaki çalışanlarla bir kere bile muhataplık kurmuşluğum yok. Onlara göre sen daha uygunsun benim gözümde."

Derin bir nefes aldım ve sakinlikle algıladığım cümlelerin sindirimini yapmaya çalıştım.

"Yanlış anlamışsam düzelt lütfen. Diyorsun ki burada kalayım aynı zamanda o yardım departmanında asistan olarak çalışayım ve oradaki aksi durumları sana yetiştireyim? Sende bana her konuda destek ol yani benim bu durumumdan ikimizde kârlı çıkalım?"

Gözlerimi ifadesizce diktiğim elalardan bir saniye bile ayırmazken sinirlenmeye başladığımı hissettim. Kafamın içinde var olan kaostan gelen tek bir net cümle vardı o da 'Seni durumundan istifade kullanmak istiyor!' idi.

"Benim düşüncem kulağa bu kadar kaba gelmese de kısmen evet." diyerek yanıtladı beni.

Flashback bitiş.

Nereden nereyeydi.

İlk başta yanında kalmam için bulduğu neden zaten bu değil miydi? Geçen onca zamanda neler neler olmuştu ama bir tek burada kalmamın asıl nedeni olmamıştı. Geç de olsa sonunda gerçekleşen şeyle kararımı gülmekten yana kıldım.

Elimdeki çatalı tabağımın kenarına koyarken birden gülmeye başladım. Sol elimi dudaklarımın üstüne kapatıp gülüşümü sakin tutmaya çalışırken Ares'in şaşkınlık içerisinde başını kaldırıp bana baktığını gördüm.

"Ne oldu?"

Hareketlerime bir anlam veremeyen canım adamım bana tuhaf bakışlar atarken ben bir dakikanın sonunda gülmemi zorlukla bastırdım.

"Hatırlıyor musun ilk zamanlar burada kalmam adına bana bir neden bulmuştun? Ben o teklifi kabul ettim, onca zaman geçti ama ben o zaman yaptığın teklifin hakkını şu an veriyorum."

Müptelası olduğum ela hareler ben konuştukça kısılırken donuklaşan bakışlarından onunda bir an geçmişe gittiğini anladım. Acaba ne düşünüyordu?

"Hatırlıyorum." dedi bana buruk bir şekilde gülümserken. "O zaman gerçekten gideceksin ve seni bir daha göremeyeceğim diye bir an tutuşmuştum. Aslında seni şirkette işe almak aklımın ucunda yoktu."

Aylar sonra gelen itirafla gözlerim irileşirken elime yeni aldığım bardağımdan daha bir yudum alamadan gerisin geri yerine koydum. "Ne demek yoktu?" derken dediklerinde takıldığım tek nokta tabi ki bu değildi ama her şeyin bir sırası vardı.

Rahat bir tavırla arkasına yaslanırken omzunu silkti. "Bildiğin yoktu işte. Sen o kadar bana bir neden lazım diye tutturdun ki aklıma başka makul bir seçenek gelmemişti."

Ağzım tabiri caizse beş karış açılırken Ares'e kinayeli bir bakış attım. "Ha ben tutturdum illa bana bir neden bul da ben gitmeyeyim diye öyle mi? Asıl sen korkudan ne yapacağını bilememişsin! Hem daha dün bir bugün ikiyken sen neden benim gitmemden korktun?"

En az bakışlarım kadar imalı bir tonda sorduğum soru bir an Ares'i bocalatsa da kendisini çok hızlı toparladı.

"İçimdeki bir ses seni kaybetmememi söylüyordu." dedi oldukça kendinden emin bir şekilde.

"Ha bana âşık oldun diye değil yani?" dedim sahte ukala bir tavırla.

Ares rahat tavrını asla bozmadan önündeki kahvaltısına devam ederken bana kısa bir bakış attı. "Oldum yavrum ama o daha sonra."

Ağzım açık Ares'e bakmamı hala daha sürdürürken bu dediğine verebileceğim tek bir yanıt vardı.

"Sağ ol ya çok incesin!"

*** 

31 Mayıs Pazartesi sabah saatleri.

"Hayır anlamıyorum bu inatta ne? Ne olur söylesen bir yerin mi eksilecek sanki!"

Tamay gergin halime düşünceli bir ifadeyle baktı. "Öğrenemedin yani?"

Yarım saattir anlattığım onca şey sonrası beni hiç dinlememişçesine sorduğu soruya ters bir bakış attım. "Tek kelime etmedi diyorum! Neymiş sürprizmiş! Yahu bana soruyor musun acaba sürpriz ister misin diye! Ben belki sürpriz sevmiyorum?"

"Kendi ağzıyla isteyerek söylemiyorsa hiçbir şekilde öğrenemeyiz ki kuzum."

Tamay'ın konuyu aleyhimize noktalandırmasıyla ona üzgün bir ifadeyle baktım. Maalesef ki söylediği şeyde haklıydı. Artık bekleyip görmekten başka bir çarem kalmamıştı.

Sıkıntılı bir soluk verirken önüme gelen salık saçlarımı sırtıma doğru attırdım. Terlemiştim.

"Yaza kaç gün kaldı?" dedim Tamay'a son biçare.

Sorum üzerine kısa bir duraksama yaşadı. Kıstığı bakışları düşündüğünü ifade ediyor olsa gerekti.

"Vallaha yarın 1 Haziran. Bence yaz geldi çoktan ama Ares'in yaz derken tam olarak hangi tarih aralığından bahsettiğini bilemeyeceğim."

Merak ettiğim hatta aşırı merak ettiğim bir şeyi öğrenememenin verdiği sinirle önüme döndüm. Konumuz lansman gecesi Ares'in Efe Türker'e 'yaz için benim planlarım var' dediği o planlardı.

Geçtiğimiz cumartesi ve pazarı son derece sakin ve keyifli bir biçimde evimizde geçirmiştik. Son zamanlarda lansmanın vermiş olduğu yorgunlukları ve özlemi bol bol gidermeye yönelik minimal aktivitelerle keyifli bir hafta sonu gerçekten de iyi gelmişti. Her ne kadar güzel bir hafta sonu geçirsek de arada olumsuzluklar olmamış değildi. Mesela Ares'in ısrarla yaz için planladığı ve kimseye söylemediği planları gibi.

Ne kadar dil döksem de cilvelensem de ağzından yaza dair tek bir ipucu bile çıkmamıştı. Dediği tek şey 'Sürpriz!' idi.

Şimdiyse yeni bir haftanın ilk gününde işe gelmiştik ve ben şirkete adım attığımız gibi Ares'i bırakıp doğruca gökkuşağı katına Tamay'ın yanına gelmiştim. Ona tüm hafta sonu boyunca verdiğim amansız mücadeleyi sanki tüm hafta sonu telefonda mesajlaşarak anlatmamışım gibi bir de yüz yüze anlatmış bu sırada da birer kahve içmiştik.

Şirkete her zamankinden yarım saat geç geldiğimizden ve bunun sorumlusu Ares olduğundan birazda kendi keyfimle kaytarmanın çokta büyük bir sorun olmayacağını düşünmüştüm. Zaten bugün tamamıyla evrak işi vardı yani çokta bana ihtiyaç olacağını sanmıyordum. Baycan hali hazırda evrak işleri için aşkla tutuştuğundan gönül rahatlığıyla savsaklık edebilirdim. Soran olacağını sanmıyordum ama bir soran olursa da tüm suçu Ares'e atacaktım. Sonuçta patron oydu ve kim ne diyebilirdi ki?

Aylardır burada çalışıyordum ve arada patronun sevgilim olmasını kullandığım anlar elbette ki oluyordu. Ne yapabilirdim canım bende insandım? Kocamı kullanamayacaksam kocam neden vardı?

Son derece kaliteli dokusu olan deri koltukta saçma bir biçimde oturmamdan kaynaklı dar kesim eteğim iyice yukarı çıkarken hızlıca ayaklanarak onu düzelttim. Şimdi Ares bir yerden çıkacak ve görecekti al başına belayı. Zaten sabah bir ton homurdanmıştı kıyafetlerimden ötürü. Hayır sanırsınız çıplak geziyorum!

Sol bacağımı açıkta bırakan bir yırtmaca sahip siyah dar kesim, dizimin bir karış altında biten eteğim ve beyaz kalın askılı kısa badimle gayet düz bir kombinim vardı oysaki. Tamam belki sol bacağım biraz gözler önünde olabilirdi ama yırtmaç sadece dizimin bir biledin bir buçuk karış yukarısında bitiyordu. Yani çokta açık sayılmazdı. Üstümdeki badi de oldukça sadeydi. Sadece kısalığından ötürü bel kısmımı açık bırakıyordu ama onunda çoğunluğunu yüksek bel eteğim kapatıyordu.

Bence homurdanılacak bir şey yoktu sadece ne giyinsem bana çok yakışıyordu ve belki birazda Ares kıskançtı. Ayağıma bile beyaz düz taban sneaker giyinmiştim. Topuklu bile değil yani!

(Lavinia'nın kıyafeti.)

"Ya onu geçte ben sana şeyi soracaktım." dedi Tamay da oturduğu yerden ayaklanırken. Çabuk adımlarla soluğu kısa sürede yanımda aldı ve direkt koluma girdi. "Bu cuma kesin gidiyoruz değil mi?"

Adımlarımız Tamay'ın yönlendirmesiyle tasarım atölyesinin çıkışına doğru giderken son dakika telefonumu ve çantamı boştaki elime aldım. Doğruca asansöre gidişimizi asla sorgulamadan Tamay'ın yönlendirmesine izin verdim.

"Bir de o vardı değil mi?" derken oldukça sıkkındım.

Dün öğle saatlerinde Deniz Bey'den gelen bir aramayla bu hafta sonu Trabzon'a gidilmesi gerektiğini öğrenmiştik. Doğrusu böyle bir emrivaki yapılmıştı.

Aylar öncesinde laf arasında öğrendiğim ama henüz görmeye kısmet bulamadığım Ares'in memleketi Trabzon, Ortahisar'ı görmenin sanırım artık vakti gelmişti.

Deniz Bey'in söylediğine göre yakın bir aile dostlarının cemiyeti vardı. Ares bunu zaten bildiğini ama son zamanlardaki yoğunluktan ötürü aklından çıktığını rahatlıkla dillendirirken ben maalesef ki onun kadar rahat değildim. Çünkü benim her zamanki gibi yine hiçbir şeyden haberim yoktu!

"Niye öyle diyorsun ne güzel gezeriz biraz hava değişikliği olmuş olur. Hem neredeyse tüm geniş aile orada sende tanışmış olursun. Ay ilk defa gelinle gideceğiz çok heyecanlı!"

Tamay'a yandan bir bakış attım. Bu esnada çoktan asansöre ulaşmıştık. Tamay heyecanlı hallerini sürdürerek bana hiç bakmazken asansörü çağırdı.

"Boşuna dememişler görümceler göz yaşı gördüğün yerde bas taşı, diye. Ben zaten ailenin mimli geliniyim bir de beni daha genişine sokarak neyi amaçlıyorsun?"

Çabucak gelen asansöre binerken Tamay bana teessüf edercesine baktı. "Gerçekten ayıp oluyor ama! Sen benim gibi bal görümceyi nereden bulacaksın acaba? Az kıymetimi bil seni ailenin en içine sokacağım diyorum! Ayrıca merak etme yemezler ya seni?"

Benim de korktuğum buydu ya! Ben Ares'le sessiz sakin yaşamaktan mutluydum. Şimdi işin içine ailelerin girmesine ne gerek vardı? Hem de geniş ailenin!

Göz ucuyla Tamay'ın altıncı kata yani bir üst kata tuşladığını gördüm. Böylelikle yolculuğumuzun elit kata yani Tamer ve Bars'ın odalarının bulunduğu kata olduğunu da anlamış oldum. Sanırım sabah dedikodusu yetmemişti bir tur da orada yapacaktık.

Elimdeki telefonumu çantamın içine gelişi güzel sokuştururken Tamay'a yandan bir bakış attım. Yüzümde alaycı bir tebessüm oluşurken Tamay'la göz göze geldik.

"Bahçelerde börülce, ben istemem görümce. Görümceyi ne yapmalı, koca bulup satmalı."

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

 

 

Lütfen etkileşim bırakmayı unutmayın!

Bölüm : 18.12.2024 19:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...