6. Bölüm

BÖLÜM 5

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Ben geldim ve sizi bölüm sonunda bekliyorum!

İYİ OKUMALAR

Kurallarını bilmediğin herhangi bir desteğinin olmadığı oyunda kaybetmeye mahkûm olduğunu bazen kendini yormadan ve yıpratmadan kabullenmen gerekir. Çünkü bilirsin ki ötesi seni aşar. Benimkisi de o hesaptı. Bırakın kuralları bilmeyi bir oyunun içinde olduğumu bile son ana kadar fark edememiştim. Hoş bilsem de ne kadar başarılı olurdum orası tam bir muammaydı.

Bu dünyaya geldiğim ilk an bana Tanrı tarafından özenle hazırlanmış, kuralları hakkında herhangi bir fikrimin olmadığı bir oyunun içerisine düşmüştüm. Ben ana rahmine düştüğüm ilk an Tanrı ilmek ilmek işlemeye başlamıştı bu oyunu ya da kaderi mi demeliydim bilemiyordum. Sahi kaderin bu tür oyunlardan farkı neydi? Bence Tanrının her bir birey için özene bezene hazırladığı kader bu evren üzerinde oyun olarak adlandırılabilirdi.

Hepimiz bir oyunun içine doğup büyüyorduk. Kimimiz bu oyunu kurallarına göre oynayıp kazandığını sanıyor, kimimiz başarısızlığı doğrudan kabullenip başına gelen hiçbir şeyi sorgulamıyordu. Kimimiz ise daha farklı şeyler yapıyordu. Buna karşın yapılacak çok seçenek vardı ve bir o kadarda hiç seçenek yoktu.

Tanrı yarattığı her bir birey için adına kader dediği bir oyun hazırlamış ve bunun sonucunda yapılacak seçimleri de yarattıklarının tercihine bırakmıştı. Özenle hazırlanan bu zorlu oyunda her ne kadar seçimleri yarattıklarına bırakmış olsa da onları başıboş bırakmamış ve adına insanlık dediği bu kısma diğer yarattıklarına vermediği birçok üstün haslet ve meziyet bahşetmişti. Bunlardan en önemlileri ise akıl ve iradeydi.

İnsanoğlunu diğer yaratılanlardan ayıran en önemli özellikler bunlar değil miydi zaten?

İçerisine düştüğüm şeyden bir haber yıllar bir göz kırpması gibi geçip giderken ben tüm bu karmaşanın ortasında her ne kadar tek başıma debelenip durmuş olsam da sonunda az çok bir şeyleri fark etmiş ve bunun getirisinde ipleri kendi elime almıştım.

Tanrı her ne kadar hayatım hakkındaki seçimleri bana vermiş olsa da ben bunu fark edip ipleri elime alana kadar başkaları tarafından yapılmıştı o seçimler. Çoğu kişiye göre erken fark ettiğim bu durum için kendimi kısmen şanslı sayıyordum.

Ne kadar süredir susuyorduk bilmiyordum ama gün çoktan doğmuş, içerisinin güneş ışığıyla aydınlanmasını sağlamıştı. Ne demesi gerektiğini bilmiyor gibi bir hal içindeyken fazlasıyla düşünceliydi Ares. Oysa bir şey demesine gerek yoktu. Çünkü ben bugün o kapıdan çıkacak, doğruca annemin ayaklarına gidecek ve bir daha onu görmeyecektim. Her şey bu kadar basitti. Basit ve acı.

İri elleriyle usulca yüzünü sıvazlamasını dalgınca izlerken ansızın bana dönmesiyle göz göze geldik ve bir süre öyle kaldık. Anı kısa tutan taraf o olurken konuşmasıyla süregelen sessizliğe de bir son verdi.

"Burada kal."

Ne dediğini anlamazken bir süre sessizce suratına baktım. Burada nasıl kalabilirdim? Yaşım küçüktü ve böylesine büyük bir şehirde elimde herhangi bir diploma olmadan nasıl kendi ayaklarımın üstünde durabilirdim bilmiyordum. Üstüne üstlük yapayalnızdım. Ben burada tek başıma yapamazdım buradan korkar, buraya tutunamazdım.

"Anlamadım?" diyerek zihnimin içindeki kaostan kısa süreli çıktım ve onları az öteye iteledim.

Karşımda gerçek anlamda bir çıkmaza girdiği belli olan ve bir şeyler yapmak istiyormuş izlenimi veren Ares ne diyeceğini bilemez halde dururken ben hala dediği şeyde bir şeyler anlamlandırmaya çalışıyordum.

"Burada benimle kal." diyerek tekrarladı sözlerini.

Olabildiğince tüm ifadesizliğiyle karşımda duran adama bakarken kaşlarımı belli bir nizamda havalandırmadan edemedim. Böyle bir teklifi bana niye yapıyordu? Kafam o kadar karışık bir haldeydi ki şimdide onun sayesinde bir sürü soru işareti doluşmuştu.

"İyi de neden? Ne sebeple burada kalabilirim ki? Benim oraya dönmekten başka çarem yok. Göründüğü üzere hala daha okumaya çabalayan gencin biriyim. Hiçbir vasfım veya imkânım yok burada kalabilmek için." diyerek derin bir soluk aldım. Söyleyeceklerim daha bitmemişti. Yaptığı bunca şey şu anda da bu dedikleri o kadar güzel ve anlamlıydı ki benim için ama yapamazdım, burada kalamazdım. "Bak yaptıkların için o kadar minnettarım ki sana nasıl teşekkür etsem bilemiyorum ama sadece bu kadar. Bana acımana gerek yok. Daha fazlasını yapamazsın. Bu kadarı bile bir yabancı için fazla."

Onu öfkelendirmişim gibi burun deliklerinden hiddetli bir nefes verirken bana hitaben biraz daha vurgulu konuşmak için üzerime doğru hafif eğildi.

"Niye yapamayayım? Sende bile yok mu karşılıksız iyilikler yapılabileceğinin inancı?"

Sende bile dediği kısmı farklı yerlere çekmemek için uğraşırken bir an düşünmeden de edemedim. Gerçekten de benim böylesine iyi biri olduğumu mu düşünüyordu? Hem de beni o kadar iyi tanımadan? Dışarıdan bakıldığında o kadar umudu kesmiş duruyordu ki hayattan neden bende böyle bir şey aradığını anlamlandıramadım.

"Aslına bakılırsa o kadar iyi birisi sayılmam yaptıklarıma bakarsak." diyerek herkesten sakladığım o büyük sırrı vurguladım ve sözlerime devam ettim. "O kastettiğin inanca da sahibim fakat senin o dediğini ben yaparım belki dünyanın herhangi bir yerinde birkaç kişi yapar ama sadece o kadar. Fazlası olmaz. Her ne kadar bu dediğine inancım olsa da geldiğimiz noktaları görmezden gelemiyorum, kötülükleri göz ardı edemiyorum."

Benim karşılıksız yapılabilecek iyiliklere inancım olabilirdi ama bana yapılabileceğine olan inancım hiç yoktu. Ne diye böyle bir teklifte bulunduğunu da anlamamıştım ne sıfatla ve ne vasıfla yanında kalabilirdim? Bu her ne kadar acımayla gelen bir teklif olsa da saçmalıktan başka bir şey değildi.

Sözlerimin sonunda kendine susarak birkaç dakika tanıyan Ares bu fikrinde pek de kolay pes edecekmiş gibi durmuyordu.

"Sana acıdığım falan yok her şeyi o küçük kafanda kurup karar vererek sürdüremezsin. İllaki bir şeyler bulunur niye başaramayasın? Ayrıca sana yanında olacağımı söylüyorum."

"İyi de neden? Niye yanımda olup bana yardım edesin?"

Sinirle karışık çıkışmamla yine sustu ve kendi köşesine çekildi. Bir şey diyemedi çünkü diyeceği mantıklı bir şeyi yoktu bu apaçık ortada olan bir gerçekti.

Normalde bir başkası olsa bir neden için bu kadar üstüne gitmezdim direkt kısaca kestirir ve atardım ama onda niye böyle yapmıyor sorguladıkça sorguluyordum? Bunu bir süre düşündüm. Aslına bakılırsa cevabı çok açıktı ama bunu kabullenmek istemedim.

Onun yanında kalmam için bana mantıklı bir sebep vermesini deli gibi istediğimi ve bu yüzden o nedeni öğrenmek amacıyla onu ısrarla sorguladığımı kabullenmek hiç istemedim. Yeni bir şehirde sıfırdan sadece kendi ayaklarımın üstünde durarak yepyeni bir hayata başlama düşüncesi aklımı fazlasıyla çelen bir şeydi.

"Bende öyle tahmin etmiştim." dedim ve devam ettim." Mantıklı bir neden yok, ortada hiçbir neden yok."

Cümlemin bitişinde ben derin bir soluk verirken o aksi bir şekilde derin bir soluk aldı.

"İlla mantıklı bir nedene mi ihtiyaç var ya da herhangi bir nedene?" dedi.

"Ötesi biraz saçma olmaz mı?" Sorduğu soruya bende bir soruyla karşılık verirken dediklerini mantıklı bulmaya başlıyordum ama yine de olmuyor, bir türlü kabul edilebilir gelmiyordu.

"Oraya geri dönüp ne yapacaksın? Ölmeyi falan mı istiyorsun?"

Ansızın gelen sorularıyla yüzüme vurduğu gerçekler karşısında mal gibi kala kaldım. Böylesine bir açık sözlülük beklemiyordum doğrusu ama doğru söze ne denirdi ki? Haklıydı hem de sonuna kadar. Bu kez de geriye dönersem ne olacaktı ya annem beni kabul etmezse o eve geri mi dönecektim? Sonuçta en son hiç de iyi bir şekilde ayrılmamıştık. O bana yanında kalmamı söylemişti ve ben inatla kabul etmemiş, o pisliğin yanında kalmıştım.

Aklıma doluşan sınırsız sayıda kötü senaryolar gözlerimin tekrardan buğulanmasına neden olurken dolu gözlerimi onun çakmak çakmak bakan gözleriyle buluşturdum. Tüm ciddiyetimi ve hissizliğimi de yanıma yoldaş alarak sadece tek bir cümle kurdum, ona bir soru sordum.

"Sana yaşadığımı düşündüren ne?"

Bu sefer benden gelen ruhsuz bir soruyla karşımda donup kalan o olurken başımı olumsuz anlamda iki yana salladım ve gözlerimi kucağımdaki ellerime indirdim. Onunla tüm dürüstlüğümle konuşmak istiyordum ama gerçekler benim için utanç vericiydi bu yüzden göz temasından olabildiğince kaçınma isteğime mani olamıyordum.

"Burada kalmayı ve daha güçlü şekilde yeni bir başlangıç yapmayı bende çok isterdim ama dediğim gibi herhangi bir imkânım yok. Liseden sonra mezuna kaldım ve elimdeki basit lise diploması hiçbir işime yaramaz." Bir anda aklıma gelen şeyle bir süre duraklamanın ardından hafif bir burun çekintisiyle devam ettim konuşmama. "Aslına bakılırsa bir üniversite kazanmıştım." diyerek tamamen sustum bu sefer. Nasıl devam edebilirdim bilmiyordum. Uğradığım haksızlığa karşı sesimi çıkartamayışım beni daha da utandırıyor ve mahcup kılıyordu.

Ondan mı utanıyordum? Hayır hiç sanmıyordum. Ben kendimden utanıyordum. Yaşadığım tüm bu şeyler için kendime mahcuptum.

"Nasıl?"

Hiç beklemediğim bir şekilde duyduğum meraklı sesiyle kısa bir süre göz göze geldik. İrislerin de gördüğüm saf merak beni dahasını da anlatmaya itiyordu.

"Lise bittikten sonra sınav sonuçları açıklandığında sonucumun gayet iyi olduğunu gördük. Hayallerimdeki bölüm ve üniversite tutuyordu ama ailem onaylamıyordu benim hayallerimi. Kendilerince bir liste yapmışlardı. Ful yaşadığım yerdeki üniversiteden bölüm yazıp durmuşlar. Onların gözü önünde istedikleri listeyi tercih olarak yaptım." derin nefes almalık kısa bir ara verdim ve onu çok bekletmeden devam ettim konuşmama. "Ama hayallerimden vazgeçemezdim bu yüzden gittim son dakika listeyi değiştirdim ve kendi istediğim şekilde yaptım. Düşündüm ki eğer iyi bir üniversite kazanırsam başta kızarlar bu yaptığım için ama gönderirler. Düşündüğüm gibi olmadı."

Aktı akacak şekilde duran yaşlarımı zor zapt ettiğim gözlerimi ellerimden çektim ona baktım. İlgiyle beni dinliyordu.

"Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler bölümünü kazanmıştım. Hayalim tamda buydu Ankara'ya gitmek, oranın en iyi üniversitelerinden birinde istediğim bölümü okumak. Onlardan uzakta farklı bir şehirde yeni bir hayat şansı, yeni insanlar, mutlu bir ben ve hayallerim. Ama olmadı işte. Göndermediler."

Bu kadardı. Yine ailemin anlamsızca hayatımı mahvetme hareketlerinden birisi de buydu. Daha neler neler vardı da en zoruma giden şeylerden sadece birisiydi bu. Hayatım hakkında kimseye bir söz hakkı vermezken nasıl olmuştu da burada beni parayla tehdit edişlerine karşı bir şey yapamamıştım bilemiyordum. Bu konuda kendime çok kızıyordum. Hayır hayır! kendime aileme kızdığımdan kat be kat daha fazla kızıyordum.

"Bak n-"

"Kısacası burada kalabilmek gibi bir durumum yok." diyerek konuşmasına izin vermeyerek lafını yarıda böldüm.

Bir şekilde laftan anlamalıydı. Onun bir şeyler yapması için bir nedene ihtiyaç duymadığı aşikardı ama benim için durumlar böyle değildi ben sorgulanırdım. İnsanlar sorgulamasa bile ben kendi kendimi sorgulardım. Bir şeyler için en azından böylesine önemli konular için bir nedenim olması lazımdı ki ben onu yapabileyim.

Kısa süren sessizliğin hemen ardından oturduğu yerden atik bir biçimde ayaklandı ve yavaş yavaş odanın içerisinde dolanmaya başladı. Yapılması gereken şey apaçık ortadayken ikimizde ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tüm bedenim sızım sızım sızlıyor, canım fazlasıyla acıyordu. Bu durum kendimi daha da kötü hissettirirken o hissi görmezden gelmeye çalışıyordum.

Yattığım yerde biraz daha toparlanarak duruşumu düzeltirken hastane odasının kapısı açıldı. Anlık olarak ikimizin bakışları da o tarafa dönerken içeriye elinde bir dosyayla doktor olduğunu tahmin ettiğim uzun boylu bir adam hemen peşine de oldukça minyon bir hemşire girdi.

Doğrudan benimle göz teması kuran doktor yüzüne kocaman bir tebessüm kondurarak konuşmaya başladı.

"Sizi uyanık bulmak ne hoş..." diyerek kısa bir an duraksadı ve göz temasımızı keserek elindeki dosyaya baktı. Dosyada kısa süre oyalanan gözleri tekrardan yönünü bana çevirirken tüm güler yüzüyle konuşmasına devam etti. "... Lavinia Hanım. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

Berbat.

"İyi. " derken yüzüme sahte bir tebessüm kondurdum.

Bakışlarını uzunca bir süre üzerimde tutan doktorla yerimde rahatsızca kıpırdanırken rahatsızlığımı anlamış olmalıydı ki bakışlarını elindeki dosyaya geri indirdi. Kısa bir süre ağzının içinde mırıldanarak dosyayı inceledikten sonra tekrardan bana döndü. O dönüşte gözleri anlık olarak Ares'e kaydı.

"Cuma gecesi gelmişsiniz ve yatışınız yapılmış. Bugün pazar ve yaklaşık bir günü aşkındır baygın haldesiniz. Tam olarak ne zaman uyandınız hatırlıyor musunuz?"

Bu soruyu kısa bir süre düşündüm. Bu esnada elindeki dosyasıyla iyice bana odaklanan doktor anlık gerilmemi sağlasa da gittikçe yatağıma yanaşan Ares baş ucumda varlığını yakından hissettirmek istercesine dikildi. Bu anlık gerilmemi yok ederken tüm sakinliğimle doktoru yanıtladım.

"Evet, sabaha karşı beş gibiydi."

Hafif bir baş sallamasıyla elindeki dosyaya bir şeyler karalayan doktorla Ares iyice dibime dibime girerek dikilmesini sürdürdü. Ona aşağıdan tuhaf bir bakış atarken doktorun konuşmasıyla eski pozisyonuma geri döndüm.

"Güzel. Ben sizi kontrol ettikten birkaç saat sonra uyanmışsınız. Biraz daha uyanmasaydınız korkmaya başlayacaktım."

Yarım ağız gülüşüyle kendince sözlerini şakaya vuran doktora bön bön bakmaktan başka bir tepki vermezken bu durumdan sıkılmışa benzeyen Ares konuşmayı devraldı.

Açıkçası doktorun kendince yaptığı şakası oldukça yersiz kaçmıştı.

"Ne zaman çıkarız?"

Elindeki dosyadan bakışlarını çeken doktor Ares ile göz teması kurarken vereceği cevabı kısa bir süre düşündü. Sonrasında anlıkta olsa bakışları bana kaydı ama bunu uzun tutmadı.

"Lavinia Hanım kendini yeterince iyi hissediyorsa son bir serumun ardından çıkışınızı yapabilirsiniz. Son tetkikleri temiz çıkmış ciddi bir sorun gözükmüyor."

Odadaki herkesin bakışları bana dönerken onları çok bekletmeden hemen fikrimi belirttim.

"Aslında son seruma da gerek y-"

"Son serumdan sonra çıkış yapıyoruz."

Ansızın kelimelerimi ağzıma tıkayarak son kararı veren Ares'e anlamsız bakışlar atarken doktor ağzında birkaç onay sözcüğü geveleyerek dosyaya bir şeyler daha karaladı. Sonrasında nelere dikkat etmem gerektiğinden, vereceği ilaçları nasıl kullanmam gerektiğinden kısaca bahsederek yanındaki hemşireyle odayı terk etti.

Onunla yeniden odada baş başa kalmamız beni gerilime sürüklerken derin nefesler alıp veriyordum. Şu an öyle bir haldeydim ki bu beni hem mahvediyor hem de ellerimi ayaklarımı birbirine doluyordu. Hiç bu kadar çaresiz kalabilir miydi bir insan?

Bıraksalar çaresizliğin kitabını rahatlıkla üç dört cilt olacak şekilde yazabilirdim şu anda. Kafamın içi mahşer yeri gibi bir haldeyken bedenimin sızım sızım sızlaması da işin cabasıydı.

Doktorun odayı terk etmesinden kısa bir süre sonra biten serumumu yenisiyle değiştirmek adına bir hemşire geldi ve son serumu taktı. Odadan çıkan hemşirenin ardından mesanemde hafif hafif sızlamalar hissederken en acilinden tuvalete gitmem gerektiğini fark ettim.

Kısmen uzanır pozisyonda olduğum yataktan ağır hareketlerle toparlanarak ayaklarımı aşağıya sallandırdım. Hareketlenmem üzerine anında tepemde biten Ares'e alttan anlamsız bakışlar atarken beni sorgulaması uzun sürmedi.

"Ne yapıyorsun?"

Tüm bedenimde hüküm süren ağrıları ve sızıları görmezden gelmeye çalışırken derin soluklar eşliğinde onu cevapladım.

"Lavaboya gidiyorum."

Yatağın hemen dibinde bulduğum hastane terliklerini ayağıma geçirirken sağlam elimle de serumun asılı olduğu serum askısını kavrayarak odanın içindeki lavaboya ilerlemeye başladım. Daha birkaç adım atmıştım ki kolumdan kavranmamla duraksadım. Bakışlarım önce sol kolumdaki eline daha sonrasında ona döndü.

Ares'e soru işaretleriyle dolu bakışlar atarken konuşmasını bekledim ama o bunun için pek istekli değil gibiydi. Karşımda ifadesiz hallerini sürdürürken bakışlarımı gözlerinden çekerek hala daha sol kolumu kavrayan eline indi. Yaptığım hareketi takip eden Ares bulunduğumuz konumu yeni idrak etmiş gibi elini yavaşça çekti.

Mesanemdeki baskı artarken sıkkınlık içerisinde tekrardan onunla göz teması kurdum. Niye böyle ansızın durdurmuştu beni bilmiyordum. Bu ifadesiz hallerine de anlam veremiyordum ama bir an önce diyeceğini deyip ve beni kısa süreliğine de olsa rahat bırakması gerekiyordu. Yoksa bulunduğum yere işemem kaçınılmaz olurdu ve bu hiç de hoş olmazdı.

Kolumdan çektiği elini ağır hareketle siyah kotunun cebine sokarken bu anlamsız sessizliğine sonunda bir son vererek konuştu.

"Benim bir şey yapmam için bir nedene ihtiyacım yok ama madem sen bir neden istiyorsun onu sana verirsem fikrin değişir mi?"

Şaşkınlık içinde sözlerini bitirmesini beklerken tüm bu olanlara bir anlam veremiyordum. İşedi işeyecek durumda olmasam durup kırk gün kırk gece sorgulardım ama gerçek anlamda feci sıkışmıştım. Bunun getirisinde kısa bir süre duraksamanın ardından en hızlı biçimde onu cevaplayarak lavaboya ilerlemeye devam ettim.

"Neden olmasın?"

***

Önümdeki avuçların arasından akan kum tanelerinden bile hızlı akıp giden yola bakarken hayatımda olan gelişmelerin bu yoldan bile daha hızlı akıp gittiğini düşündüm. Düşünmek yetmedi bir de olan biteni tekrar tekrar zihnimde canlandırdım. Tıpkı satranç ustasının oynadığı çekişmeli oyun esnasında ileriki hamlelerini zihninin içinde büyük bir incelikle birer birer canlandırarak oynadığı gibi.

Aramızda geçen son diyalog ben lavaboya girmeden önceki iki üç cümlelik olan o diyalogdu. Canımın yanmasından sebep ağır hareketlerle lavabodaki işlerimi hallettikten sonra kısa bir süre serumun bitmesini beklemiştik. Yaklaşık yarım saat geçen sürenin ardından biten serumla birlikte Ares çıkış işlemlerini hallederken bende hemşire yardımıyla Ares'in nereden bulduğunu anlamadığım siyah eşofman takımını ve yine siyah olan kısa şişme bir mont giyinmiştim.

Yaralı bedenimden sebep bebek adımlarıyla sürdürdüğümüz kısa bir yürüyüşün ardından hastanenin otoparkında park halinde olan araca binerek yola çıkmıştık. Şimdide seyir halinde olan araçla ilk uyandığım yere, Ares'in evine, gidiyorduk. Yani ben öyle umuyor ve tahmin ediyordum. Yoksa Ares'in bana kalkıp da bir şey dediği veya açıkladığı olmamıştı. Paşamız öyle bir zahmete girmemişti. Laf arasında bir ara bana orasının kendi evi olduğunu söylemişti ve şimdide beni evinden başka bir yere götüreceğini düşünmüyordum. En azından ben acizce öyle umuyordum.

Henüz teklif bile sayılmayan kal deyişine net bir cevap vermemiştim. Kısa bir süre içinde de cevap vereceğimi sanmıyordum. Aslına bakılırsa nasıl bir cevap vermem gerektiğini bile bilmiyordum. Mantığım tüm bu olanlara bir anlam veremiyor ve bana ısrarla annemin yanına geri dönmemi söylüyordu ama bunu yapamazdım. Şu an o kadar aciz bir haldeydim ki hiç kimseye gitmeye yüzüm yoktu ama bir yabancının yanında kalmaya da yüzüm yoktu.

Nasıl bir insan en kötü zamanlarında annesine veya babasına gidemezdi. Ben gidemiyordum işte. Biri beni bu hale getiren kişinin ta kendisiydi biri bu halimden zevk alabilecek ve beni 'Ben sana dememiş miydim?' laflarıyla daha da ezip yok edecek iğrenç bir psikolojideydi.

Beni anlamasa da bana sınırsız destek verecek tek kişi Benay'dı ama ona da gidemezdim. Dımdızlak bir biçimde ortada kalışım ve bunun getirisinde gelen çaresizlik hissi derin bir burun sızlamasıyla gözlerimi doldururken başımı hafiften yanımdaki cama doğru çevirdim. Karman çorman halde olan yağlanmaya yüz tutmuş saçlarım yüzüme doğru dökülürken sağ elimle ona fark ettirmeden dolu gözlerimi sildim. Ya da bunu yapmaya çalıştım ama yanımdaki kıpırdanmalardan bu hareketimi fark ettiğini anladım.

Hazır Benay demişken onu arasam iyi olurdu. Kesin çıldırmış bir vaziyette beni arıyor ve bin bir küfrünü bana saygıyla sunuyordu. Ona hala hayatta olduğumu söylemeliydim. Bunun içinse telefonuma ihtiyacım vardı ama o neredeydi?

Hafiften bakışlarımı kıstım ve düşünmeye başladım. Evden çıkmadan önce elime ne geçtiyse çantama atmıştım. Çanta! Evet o çantaya ulaşmam gerekiyordu ama neredeydi ki? Anlık bir refleksle bakışlarım Ares'e döndü. O muhakkak biliyordur diye düşünerek bunu ona sormaya karar verdim. Hafif bir boğaz temizlemesiyle bedenimi ondan tarafa doğru hafif bir açıyla döndürdüm ve içimde derinlerde bir yerde saklı olan sesimi aradım. Kısa sayılabilecek bir sürede sesimi bulurken bunun verdiği güçle uzun zamandır süre gelen sessizliği haince ortadan ikiye yardım.

"Ares benim bir çantam vardı o nerede biliyor musun?"

Kısa bir süreliğine bakışlarını yoldan ayırarak bana baktı ve bir süre kendisine düşünmek adına zaman tanıdı. Çok değil beş on saniye sonra sağ eli direksiyondan ayrılarak arka koltuğa doğru kıvrıldı ve hafif kıpırdanmaların eşliğinde bir süre arka koltukların olduğu tarafta bir şeyler aradı. Tam ne aradığını görmek için arka tarafa doğru dönecekken eski pozisyonuna döndü ve tamamıyla o pozisyona dönmeden önce kucağıma bahsettiğim çantamı bıraktı.

Dudaklarımın arasından kısık ama onun duyabileceği şekilde teşekkürlerimi mırıldanırken ellerim çoktan işe koyulmuş, çantamın içini tarayarak telefonumu aramaya başlamıştı. Uzun bir süre çantamı karman çorman ederek, çantanın derinliklerinde saklanan telefonumu ararken onu en köşede eşyalarımın arasında sıkışmış bir vaziyette buldum.

Ares'in yan bakışları eşliğinde süregelen hareketlerimi devam ettirerek telefonumu avuçladım ve kilit ekranını aydınlatarak bildirimlere baktım. Bir sürü bildirimlerin ardı arkasına sıralandığı ekranda dikkatimi çeken ilk şey saat ve tarihti.

15 Kasım Pazar saat: 11.33

İrileşen gözlerim Ares'e doğru dönerken şaşkınlık içinde solumadan edemedim.

"Yuh yani! Doktor dediğinde pek ciddiye almadım ama bunca zamandır baygın olamam herhalde?"

Gözle görülmeyecek biçimde ama hissiyatça fark edilecek bir biçimde gerilen Ares gözlerini yoldan çekmeden robot gibi bir sesle beni yanıtladı.

"Halinin farkında değilsin galiba?"

Haklıydı. Kendime çok fazla yüklenmiştim şu son zamanlarda. Ares'in de dediği gibi halimin farkında değil miydim? Bunca olaya bunca dayağa iyi bile toparlanmış sayılırdım. Buna şükretmeliyken ben kalkmış şaşırıyor ve yakınıyordum. Neye şaşırıyorsam? Gerçekten ölmediğime şükür ve bu sebepten ölmemek içinse dua etmeliydim.

"Haklısın." diyerek usulca mırıldanırken ekran kilidini açtım ve bildirimlere göz gezdirdim.

O adamdan ve ailesinden birkaç farklı kişiden bir sürü bildirim vardı, görmezden geldim. Benay'dan ve diğer arkadaşlarımdan da bir sürü bildirim vardı ama bir tek Benay'ı gördüm. Mesajla uğraşamayacak kadar üşenirken direkt Benay'ın numarasını çevirdim ve titreyen ellerimle telefonu kulağımın hizasına çıkardım. Birkaç çalış süresi aramamın yanıtlanmasını beklerken bir yandan da ona kaçamak bakışlar atıyordum. Attığım bir bakışımda ona yakalanırken kurtarıcım açılan aramayla anında karşıdan viyaklamaya başlayan arkadaşım olmuştu.

"Sen yine hangi cehennemdesin ha? Benim kalbim var sen benim kalbime mi indireceksin kızım?"

Boşta kalan elimle karman çorman halde olan saçlarımı geriye doğru atarken hafiften yüzümü buruşturmadan edemedim. Dostumun sesini duymam ve yaşadıklarımın psikolojisi anlık olarak üzerime çöreklenirken tekrardan burnum sızladı, gözlerim doldu ve sesim içime kaçtı. Bir an sesimi bulup da konuşamadım.

Saniyelik vakitte dolup taşmaya başlayan gözlerimle başımı sağ tarafıma, cam kısmına doğru çevirdim ve sessiz kalmaya devam ettim. Çünkü konuşmak için bir güç bulamıyordum kendimde. Sesimi bulamıyordum.

Sessizliğimin, karşılık veremeyişimin tahmini yirminci saniyelerinde Benay sessiz iç çekişimi duymuş olmalı ki tekrardan konuştu.

"Lavinia orada mısın?"

Buradaydım ama buradayım diyemiyordum. Başıma gelenleri anlatmak istiyordum ona ama yapamıyor, otomatiğe bağlamış gibi akan gözyaşlarım eşliğinde ağlıyordum. Duygusala bağlamıştım konuşsam sesim zangır zangır titreyecekti bunu biliyordum ama artık konuşmam gerektiğini de biliyordum.

"Bu-buradayım." diyerek kesik konuşmamın eşliğinde akan göz yaşlarımı ele verdim ve sessizce burnumu çektim.

"Ağlıyor musun sen? Neredesin söyle hemen geleyim."

"Gelemezsin be-ben artık orada değilim."

Yan tarafımda olan hareketlenmeye ağlamamdan ve telefonla görüşmemden sebep ilgi vermezken ansızın önüme uzatılan peçeteyle irkilmeden edemedim. Ona bakmaksızın peçeteyi boştaki elimle kavrarken peşi sıra akmakta olan yaşlarımı sildim. Vakit kaybetmeden yenileri sildiklerimin yerini aldı ve ben yine sildim.

"Ne demek burada değilsin? Burada değilsen neredesin? İyi misin?!"

Tekrardan sessizce akan burnumu çektim ve titrek bir ses tonuyla konuşmaya başladım.

"Evet şu anda gayet iyiyim." derken tüm bedenimde sanatsal çalışma gibi boy gösteren yaralarım sızım sızım sızladı.

"Her şeyi taksit taksit mi sorayım? Düzgünce anlat her şeyi delirtme beni!"

Elimdeki nemlenmiş mendille hafifçe burnumu silerken göz ucuyla onu kontrol ettim. Yola odaklanmış vaziyette arabayı ustaca kullanmasına devam ediyordu ama kulağı benimleydi belliydi.

"C-cuma günü babamın eline boşanma celbi ulaştı."

"Ne?"

Kafatasımın içinde yankılanan cırlamayla telefonu hafifçe kulağımdan uzaklaşırken konuştum. "Lütfen cırlama."

"Nalan teyze boşanma davası mı açtı? Ee sen annenle konuşmaya gitmedin mi? Bilmiyor muydun bunun olacağını?"

"Gittim biliyordum."

Derin bir nefes aldı. Bunu ahizenin öteki ucundan duydum.

"Kızım sen mal mısın niye eve geri döndün o zaman? Bize gelseydin direkt dönüşte. Madem biliyordun bile bile niye geri döndün ya baban bir şey yapsay- dur ya yaptı zaten değil mi? O yüzden kaç gündür ortalarda yoksun?"

"E-evet."

"Hangi cehennemde olduğunu söylüyorsun hemen! Ağzına sıçmaya geleceğim!"

"Benay şu an gayet iyiyim ve güvendeyim gelmene gerek yok. O gün bir şekilde kaçtım ve Ares'i çağırdım. Onunla beraberdim bunca zamandır. Haber veremedim kusura bakma burada işler biraz karışıktı."

Cümlemi bitirdiğim esnada haftalar önce çıktığım ve bir daha gelmeyeceğimi düşündüğüm lüks rezidanslarla dolu siteye giriş yaptık.

"Kaç gündür orada o yabancıyla ne yapıyorsun? İyi olduğundan emin misin? Gel benim yanıma, biliyorsun sana her zaman yerim var."

Park edilen aracın içinden çıkmak için yavaştan kıpırdanmaya başlarken Benay'a son cümlelerimi söyleyerek cevap vermesini beklemeden aramayı sonlandırdım.

"Biliyorum canım teşekkür ederim. Ben gayet iyiyim, şimdilik buradayım ama şu an kapatmam lazım. Müsait olunca ben seni tekrar arayacağım her şeyi o zaman daha detaylı konuşuruz."

***

Elimdeki çantamı oturduğum koltuğun dibine bıraktım. Bakışlarım baygın baygın bulunduğum oturma odasında gezinirken aldığım son serumun yaptığı ağırlığa ve uyku haline karşı koymaya çalışıyordum. Tam bir serseme dönmüştüm. Kafamın içi bulanık haldeydi öyle ki ne net bir şeyler düşünebiliyordum ne de bulunduğum yeri adam akıllı inceleyebiliyordum.

Oturduğum ikili koltuğun çaprazındaki üçlü koltukta oturan Ares'e baygın bakışlarımı çevirirken onun çoktan beni izlediğini fark ettim. Solgun, bitkin ve sızdı sızacak halde olduğumun farkında olan Ares oturduğu koltuğun sırt kısmında bulunan ve buradan gözüme yumuş yumuş gözüken battaniyeyi alarak ayaklandı. Adımları onu bana getirirken daha rahat görme amacıyla yanıp tutuştum ve bunun getirisinde arkama yaslanarak onun bana gelişini seyretmeye kaldığım yerden devam ettim.

Benimkilerin aksine kocaman olan ayakları bana varmasıyla yavaşlayıp daha sonrasında duraksarken ona alttan baygın bakışlar atmaya devam ediyordum. O da hiç istifini bozmadan tepeden bana ifadesiz bakışlar atarken gözlerim elindeki battaniyeye kaydı. Gözleri gözlerimin izlediği yolu takip etti ve benim gibi o da battaniyeye baktı.

"Biraz kestir."

İlk olarak dolu elleriyle gösterdiği oturduğum koltuğun boşta kalan kısmına kısa bir bakış attıktan sonra hızla onun ela harelerine geri çevirdim bakışlarımı.

"Ama uyursam hemen uyanamam."

Dediklerime bir anlam veremediğini apaçık belli ettiği bakışlarıyla tepeden bakmasına devam ederken konuştu.

"Olsun."

Neyi nasıl diyeceğimi bilemezken sıkkınlıkla nefesimi verdim ve dilim el verdiğince açık konuşmaya çalıştım.

"Ama bir karara varmadık. Yani ne olac-."

"Sen şimdilik biraz kestir ben buradayım. Sonrasına daha sonra bakarız acelemiz yok."

Sözleri içime tam anlamıyla sinmese de hafif bir baş sallamasıyla oturduğum yerden hafif kaykılarak uzanır pozisyona geçtim. Bunu yapmamı bekliyormuş gibi hemen üstüme elindeki yumuş battaniyeyi örten Ares'e kısa bir bakış atarak yattığım yere daha da sindim ve üstüme örtülen battaniyeyi sıkıca kavradım.

Uzun ve gür saçlarım, başımı yasladığım yastıktan dışarı doğru sarkarken koltuktan aşağı doğru bir su yolu gibi süzülüp gidiyordu. İyice silikleşen görüşümle gözlerimi yumarken onun varlığını hemen ötemde hissettim. Bunun getirisinde gelen rahatlamayla kendimi zifiri karanlığa bıraktım ve uykunun beni kucaklamasını bekledim.

Bir anlık şeyle burada onunla kalmaya 'Neden olmasın?' diyerek kısmen düşünürüm demiştim. Ben öyle demiştim demesine de yarın öbür gün kalkıp da bana bir sebeple geldiğinde nasıl hayır diyeceğimi hiç bilmiyordum. İçten içe ona hayır demek istemiyordum ama evet demekte bir o kadar zor ve mantıksızdı benim için.

Kafamın içinde çoktan belirmişti ona vereceğim cevap. Boğazımda kocaman bir yumru oluşturan hissiz bir hayır. Evet ona vereceğim cevap zihnimin içinde gayet net bir biçimde kesinleşmiş hayırdı. Ötesi olmazdı. Hayırdan ötesi benlik değildi ve içime de sinmiyordu.

Bende çok isterdim bir sil baştan yapmayı ama kişiliğimin buna izin vereceğinden şüpheliydim. Ben ailemden böyle görmemiştim, bunu yapamazdım. Kalkıp da tüm aileme sırtımı çevirip hiç tanımadığım bir adamın yanında kalamazdım. Ne olduğum belirsiz bir biçimde elin adamının yanında yine ne sıfatla olduğum belli değilken kalmam hiç de uygun olmazdı. Bu durum el alemi konuştururdu.

Evet çok iğrenç bir durumdu bu ama bir o kadarda hayatın gerçeğiydi. Bizim oralarda bir el alem vardı ve hep konuşurlardı. Durmaksızın eleştirir, insanların hata yapmasını onların göz bebeklerinin içine bakarak beklerlerdi. Sakın ha birinin bir hatasını görmesinler hemen yedi cedde yayarlardı bu durumu.

Bizim oralarda bir el alem vardı herkes onların ağızlarının içine bakarak hareket ederdi. Aman ha şunu yapmayalım yaparsak el alem ne der! derlerdi. Hiç kendilerini, kendi isteklerini, kendi düşüncelerini önemsemezler birinci sıraya el alemi koyarlardı. El alem kendilerinden, kendi canlarından daha öncelikliydi.

Bizim oralarda bir el alem vardı toplumun ahlak ve görgü kurallarını onlar belirlerdi. Kimsenin şahsi düşüncesi olamazdı eğer ki olursa el alem ne derdi! Falancanın kızı kendi ailesini dağıtmış, çenesini tutamamış dememesi gereken şeyleri demiş oysaki ne varmış olanlarda, abartmışmış. Evini terk etmiş, ailesine sırtını çevirmiş, gitmiş elin adamının evinde kalmış. Kim bilir orada ne haltlar yemiş.

Bizim oralarda bir el alem vardı. Benim her ne kadar gram umurumda olmasa da ben burada kalırsam beni duvardan duvara çarpar yerin yedi kat dibine gömerlerdi. Pekâlâ hiç biri karşıma çıkıp da bir şey demezdi çünkü kimse doğrudan bunu yapmaya cesaret edemezdi. Onların asıl işi sinsi sinsi arkadan konuşmaktı. Kim bilir neler derler, nasıl iftiralar atarlardı. Yapacakları yakıştırmaları şimdiden ön görmemek körlük olurdu.

Peki tüm bunlar benim umurumda olur muydu? Bunun yanıtı bende çok netti. Hayır. Gram umurumda olmazdı. Sevdiğim insanlar harici kim benim hakkımda ne düşünür umurumda değildi. Sonuçta ben kendimi biliyordum ve yaptığım her hareketimin de sonuna kadar arkasındaydım.

Aklımı başıma aldığımdan beri benim için sadece kendi isteklerim önemli olmuştu ve her zamanda öyle olacaktı. Hep kendi isteklerimi yapmıştım ve yapmaya da devam edecektim. Her ne kadar el alem umurumda dahi olmasa da istemsizce düşünmeden de edemiyordum. Bunun gibi vermem gereken büyük kararlarda bir anda önüme çıkıyor ve seçimlerimi etkiliyordu.

Konstantinos Kavafis bir sözünde şöyle diyordu: "Kimse yaşadığı medeniyet coğrafyasından kopamaz, eninde sonunda yaşadığı coğrafya onu etkiler." Bu görüşünü pek sevemesem de haklı bulmuyor değildim. Haklıydı.

Doğup büyüdüğüm yeri her ne kadar çok sevsem de oranın bazı insanlarını ve onların yabanıl, ilkel düşüncelerini hiçbir zaman onaylamamış ve kabullenmemiştim. Yani ben bunun olmaması için elimden geleni yapmıştım ama istemsizce etkilenmekten de kaçamamıştım. Bu durum çok can sıkıcıydı fakat elimden gelen bir şeyde yoktu.

Girdiğim zifiri karanlıklar içinde geçirdiğim kaçıncı dakikadaydım bilmiyordum. Ne ara uykunun gelip beni sarmaladığını da bilmiyordum ama bu uyku halinden sıyrılmam çok da uzun sürmedi. Etrafımda duymaya başladığım uğuldamalarla hafiften ayılır gibi olurken seslerin netleşmesini gözlerim kapalı bekledim.

Uykuya dalarken odada en son Ares'le baş başa olduğumu hatırlıyordum. Şimdiyse odada Ares'in sesi hariç birkaç yabancı ses duyuluyordu. Ben uyuyorken aramıza birileri eklenmiş olmalıydı. Belki de ailesi gelmişti?

Gözlerimi açmadan gelen seslere dikkat kesildim ve ne konuşulduğunu anlamaya çalıştım.

"Hala bir anlam veremiyorum." diyen bir kız sesi duydum önce. Hemen peşine Ares olmayan bir erkek konuşmaya başladı. "Büyük işlere kalkışıyorsun kardeşim."

Konu ben olmalıydım.

"Tamer'e hak verdiğim nadir zamanlardan birindeyim." diyen az öncekinden farklı bir erkek sesi daha duydum.

Kaç yabancı kişi vardı odada? Kaç kişiye yabancıydım bu odada? Bu sorularıma yanıt alabilmem için gözlerimi aralamam gerekiyordu.

İçimden üçe kadar sayarak gözlerimi aralamak adına cesaret toplamaya çalıştım. Kıvrıldığım yerde tüm bedenim uyuşmuştu. Ayak ucumda birinin oturduğunu hissediyordum. Şansıma cenin pozisyonunda kendimi küçücük hale getirerek uyumuştum. Bu durum ayak ucumda oturan kişiyle herhangi bir temas kurmamıza engel diye düşünürken ayak parmak uçlarımda bir temas hissettim.

Şom iç sesime lanetler yağdırırken temasın baskısı biraz daha belirginleşmişti. Ayağıma değen şeyin ne olabileceğini düşünürken onun sesini duydum. Ayak ucumdan geliyordu.

"Yaptığım şeyler adına hesap verdiğimi hatırlamıyorum." diyen aksi sesi kulaklarıma doldu.

Ortamın huzursuzluğu buram buram hissediliyordu. Bunu yeni uyanmış ama tam ayılamamış hala daha gözleri kapalı olan ben bile çok net hissedebiliyordum. Artık uyanmam gerektiğinin bilincindeydim. Ben kendiliğimden yeni uyanmış gibi yapmazsam çoktan uyanmış olduğumu anlamaları çok da uzun sürmezdi.

Hafif hafif kıpırdanmaların ardından beş-on saniye bekledim ve yavaşça gözlerimi araladım. Aralanan göz kapaklarımın ardından gördüğüm ilk şey uykuya dalmadan önce Ares'in oturduğu koltukta oturmakta olan ikisi erkek biri kız olan üç kişiydi. Sırasıyla hepsiyle göz göze gelirken anlık gerilmeyle hızlıca yerimde dikildim.

Yeni uyanmış olmanın ve aldığım onca ilacın nahoşluğu üzerimde hükmünü sürerken karşımdaki yabancılarla göz temasımı kestim ve bakışlarımı Ares'e çevirdim. Ani hareket etmemden kaynaklı bedenim bir anlık kasılırken yüzümü buruşturmamak adına kendimi kastım.

Göz göze gelmemizin ardından ilk konuşmayı ondan beklerken dikildiğim yerde iyice toparlandım ve bağdaş kurarak üzerimdeki battaniyeyi kucağıma doğru toparladım. Bunları yaptığım süreç ona diyeceklerini toparlaması adına yeterli bir zaman tanımış olmalıydı ki konuşmaya başladı.

"Daha iyi misin?"

Göz temasımızı kesmezken başımı hafifçe sallayarak kısık sesle onu cevapladım. "Biraz daha iyiyim."

Ela harelerini yeşil-mavi karışımı olan harelerimden çekerek o üç yabancıya çevirdi ve konuşmaya onları tanıtmayla başladı. Bakışlarımı bende tıpkı onun gibi üç yabancıya çevirirken biraz olsun ayılmaya çalışıyordum.

Gözlerim üç yabancı üzerinde olabilirdi ama kulaklarım tıpkı bir kartal duyuşu keskinliğinde onu dinliyordu.

"Bunlar benim en yakınlarım." diyerek söze başladı. "Bu Tamer, kuzenim oluyor." Bakışlarım Ares'in göstermekte olduğu açık kahve saçlı ve beyaz tenli yabancıya kaydı. Kahverengi gözleri ve yakışıklı denilebilecek bir sureti vardı. Ares'te yakışıklı bir surete sahipti ama birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Bir sokakta rastgele ikisiyle karşılaşsam kuzen olacaklarını hiç düşünmezdim.

"Yanındaki Bars, dostum diyebilirim." Bu kez bakışlarım yanındaki yabancıya kaydı. Koyu kahverengi saç ve gözlere sahipti. Tamer'den daha koyu, Ares'ten daha açık bir ten rengine sahipti. Onu kumral olarak tanımlayabilirdim. O da Tamer gibi yakışıklı bir surete sahipti.

Tanrım buradaki tüm erkekler böyle yakışıklı mıydı? Bu yaşadığım yerdeki kadınlara büyük haksızlıktı çünkü mahrum kaldıkları suretler gerçekten de iyiydi!

"Bu da Tamay. Kuzenim o da aynı zamanda Tamer'in ikizi oluyor." Şaşkın bakışlarım bu kez Bars'ın kolunun altında olan kıza kaydı. Tamer'in aksine koyu kahve saçlara ve gözlere sahipti. Beyaz teni onu Tamer'le bağlantılı kılarken onları ikiz olduklarına dair ele veren ayrıntı bu değil, çok benzer suretleriydi.

Tanıtma faslını bana dönüp son sözlerini söyleyerek bitiren Ares'e kısa bir bakış attım ve peşine bende konuşma gereksinimi duydum.

"Lavinia'yı biliyorsunuz zaten."

"Memnun oldum." diye mırıldanırken soru işaretleri barındıran bir bakışla önce karşımdaki üçlüye sonrasında Ares'e döndüm. Beni biliyorlar mıydı? Ah aptal olma Lavinia elbette biliyorlar! Onların seni çekiştirme sesine uyanmadın mı zaten?

"Bizde memnun olduk canım."

Samimiyetle sözlerini sarf eden Tamay'a kısa bir bakış attıktan sonra göz hizamı ellerime çevirdim. Her ne kadar samimiyetle sözlerini sarf etmiş olsa da arka fondaki soğukluğu ve mesafeyi hissedebilecek kadar sezgileri kuvvetli birisiydim.

Sessizliğin hâkim olduğu oturma odasında bir an ne yapacağımı gerginlikten kestiremesem de saati kontrol etmek aklıma geldi. Kaç saattir uyuyordum acaba diye düşünürken bir yandan da odanın içinde saat arıyordum. Sağımda kalan duvarda televizyon ünitesinin yan tarafında asılı olan saati fark etmemle önce saati öğrendim sonrasında gereksiz bir süre boyunca saati inceledim. Saat: 16.26'ydı. Siyahlar içerisinde zarif bir saatti. Bayağı pahalı bir dekor olduğu on metre öteden anlaşılıyordu. Hoş şu ana kadar gördüğüm tüm eşyalar öyleydi.

Israrlı bakışlarla saati incelememi sürdürürken ondan tarafta hissettiğim hareketlenmeyle bu işimi sonlandırdım. Çevik hareketlerle oturduğu yerden ayaklanan Ares'le tüm bakışlar ona dönerken herkesin gözlerinde soru işaretlerini gidermek adına konuşmaya başladı.

"Kısa bir işim var çok uzun sürmez beni bekle." Bu sözlerini benim gözlerimin içine bakarak söylerken cümlenin bitişinde bakışlarını Tamay'a çevirdi ve hem bana hem de ona der gibi konuşmasını sürdürdü. "Tamay temiz kıyafetler getirdi. Ben gelene kadar o sana yardımcı olsun dikkatlice duş al ve biraz rahatla." diyerek sözlerini başlangıçta başladığı gibi benim gözlerime bakarak bitirdi.

Bu durum hiç hoşuma gitmezken itiraza geçmem çok da uzun sürmedi. "Buna gerek yok artık eve git-"

"Olup olmadığını sorduğumu hatırlamıyorum."

Adımlarını oturma odasının çıkışına yönlendiren Ares'in arkasından ağzım açık, kaşlarım çatık bakıp kalırken karşı koltuktaki üçlü peşi sıra ayaklanıp onu takip etti.

Açılan sokak kapısının sesi kulaklarıma dolarken hemen peşine mırıl mırıl konuşmalar duyuldu. Neler dendiğini anlayamasam da hararetli bir konuşmada oldukları aşikardı. Kısa süreli mırıltılardan sonra kapanan sokak kapısının sesiyle az önce peşi sıra odadan ayrılan üçlü aynı biçimde gerisin geri gelerek karşımdaki yerlerini tekrardan aldılar.

Ares'in tabiri caizse beni mal gibi bırakıp gitmesinin şokunu hala atlatamamışken bir an içimden buradan koşarak kaçıp gitmek gelmişti. Nasıl beni hiç bilmediğim bir yerde hiç bilmediğim insanlarla bırakıp gidebilirdi? Şaka mıydı bu?

Tek tek hepsiyle göz teması kurarken kimse konuşma taraftarı değil gibiydi. Benden pek hoşlandıklarını söyleyemezdim. Hoş beni tanımıyorlardı bile bu durum gayet normaldi. Onlar konuşmadıkça bende konuşmuyordum. Konuşsam da diyecek bir şeyim vardı sanki.

Şu an üçü de meraklı gözlerle bana bakıyor ve görünürdeki yaralarımı süzdükçe süzüyorlardı. Neydi o gözlerinde gördüğüm bakışların anlamı? Bana acıyorlar mıydı? Pek öyle durmuyordu. Peki bana üzülüyorlar mıydı?

Kafamın içi zaten allak bullak iken böyle düşünerek iyice çorba ediyordum. Onlara dönmüştüm iyice kendime eziyet edip duruyordum.

Onlar... Ailem. Sözde ailem. Ne yapıyorlardı acaba? Beni merak ediyorlar mıydı? Kısmen evet. Sağlığımı, huzurumu, iyiliğimi olmasa da ne haltlar yediğimi muhakkak merak ediyorlardı. Onca bildirim arasında direkt Benay'a yönelsem de ablamdan, annemden ve diğerlerinden olan arama ve mesajları görmüştüm.

O adam çoktan anneme koşup olanları kendince anlatarak beni hayırsız evlat ilan etmiştir. Bunu muhakkak yapmıştır. Hatta bununla yetinmeyip bu durumu aleyhine çevirmeye de çalışmıştır. Hatta daha fazlasını yaptığına kalıbımı bile basabilirdim.

Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama dakika başı Ares'in beni burada öylece bırakıp gittiğini tam yirmi sekiz kere düşünüp içten içe sinirlenirken yirmi dokuzuncu düşünmemde karşı koltuktan bir ses geldi.

"İstersen duşa girelim. Ares'i kızdırmak istemeyiz çok asabi birisidir de." diyerek cümle sonunda hafifçe kıkırdayan kıza, Tamay'a dönerek kısa bir süre düşündüm. Duş almak gerçekten de iyi olabilirdi. Burada böyle saçma sapan oturup kalmaktansa en azından bir şeylerle oyalanabilirdim.

Hafif bir baş sallamasıyla ayaklanırken o da benimle ayaklandı. Diğerleri kendi halinde takılmaya devam ederken ben Tamay'ın peşinden gittim. Peşi sıra oturma odasından ayrıldık. Kapı eşiğinden adımımı atmamla arkamdan Tamer'in sesini duymak beni hafiften duraksatır gibi olsa da aldırış etmedim ve yoluma devam ettim.

"Bizde pes atalım bari birader çok gerildim."

Önden ilerleyen Tamay'a odaklanırken onunla üst kata çıkan merdivenleri tırmandık ve böylece iki erkeği iyice gerimizde bıraktık.

Burada gözümü ilk açtığım zamandan hatırladığım kadarıyla Ares'in odasına girdik ve doğruca banyoya ilerledik. Yatağın yanından geçerken üstündeki hazır vaziyette beni bekleyen kıyafetlere bir bakış attım. Onların da yanında bana verilen ilaçlar olduğunu tahmin ettiğim birkaç merhem ve ilaç kutusu bulunuyordu.

Gerçekten de bunca hazırlık mı yapılmıştı benim için diye düşünürken Tamay'ın açtığı banyo kapısından içeri girdim ve peşimden kapıyı kapatıp kilitlemesini izledim.

"Biz buradayken gelen olmazda senin için daha rahat etsin diye kilitledim. Yanlış anlamamışsındır umarım?"

Yaptığı naif açıklamayla bana doğru gelen Tamay'la olduğum yerde durup kalırken ilkten ne diyeceğimi bilemedim. Gerçekten mi yani? Tüm bunlar gerçek miydi? Peki ben ağlayabilir miydim?

"Hayır teşekkür ederim iyi düşünmüşsün." derken karşı karşıya dikildik. Hemen hemen benimle aynı boydaydı.

"Küvet mi duşakabin mi?"

Bakışlarımı banyoda gezdirdim. Sol tarafımda ikisi de mevcuttu ama sanırım ben küveti seçecektim. Böylelikle darbelerden sebep rengarenk olan bedenimi olduğunca görmezdi. Yani umarım öyle olurdu.

"Küvet olursa daha iyi olur."

Ne demek istediğimi tam anlamıyla anlamasa da hafif bir baş sallamasıyla beni gerisinde bıraktı ve küveti hazırlamaya koyuldu. Zaten tüm bedenim sızım sızım sızlıyordu. Pek ayakta duracak halim yoktu.

"Birkaç dakikaya hazır olur bu sırada sende üstünü falan çıkart. Tamamen de soyunabilirsin bakmam ben merak etme ya da iç çamaşırlarınla kalabilirsin artık nasıl rahat edeceksen."

Tamamen soyunmak mı? Yok artık diye içimden koca bir yuh çekerken dışarıya sadece basit bir tamam çıktı.

Önce alt tarafımdan başlayarak eşofman altını ve çorapları çıkarttım. Bunu yapmam biraz zamanımı alsa da aldırış etmedim. Karnım ve sırtım baya kötü durumdaydı bunu acıdan sebep hareketlerimin kısıtlanmasından anlayabiliyordum. İllaki aynaya bakıp o çürümenin renklerini ve siyaha dönen kısımları görmeme gerek yoktu bunu anlamam için.

Alt tarafımda sadece siyah iç çamaşırımı bırakırken sıra üst kısmıma gelmişti. Eşofman takımının geriye kalan üst kısmını da çıkartarak siyah sütyenle kaldım. Çıkardığım kıyafetleri ayak ucuma doğru bırakırken bedenimde kısa bir göz gezdirdim. İç çamaşırımdan başlayarak tüm karnımı kaplayan oradan da göğüslerime kadar çıkan morluklar yer yer siyaha dönmüştü. Ama genelde sarımsı, yeşilimsi çürük renkleriyle kaplanmıştı bedenim. Arka tarafımda kalan aynaya doğru dönerken sırt kısmımın da böyle olduğunu gördüm. Boynumda sıkılmaktan sebep oluşan kızarıklar ve onun parmak izleri hala mevcuttu.

İğrenç görüntümü izledim bir süre sessizce. Burnum en derinden sızladı, gözlerim doldu ama akmalarına izin vermedim. Kendimi izlerken kasıldıkça kasıldım. Sanki olanları, o anları tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi bir his doğdu içime bir süre nefes alamadım.

Darmadağın halde duran saçlarımı titrek ellerimle toparlayarak sırtımdan aşağıya doğru sarkıttım ve ön tarafımı komple açığa çıkarttım. Son kez aynanın yüzeyinden tüm bedenimi uzun uzadıya süzdüm ve bakışlarımı gözlerime çıkarttım.

Yüzümdeki yaralar iyileşme sürecindeydi tıpkı bedenim gibi ama ruhum... Ruhum öyle miydi? Ruhumda iyileşme sürecinde miydi? İyileşecek, tekrardan tüm gücüyle ayağa kalkabilecek miydi? Bilemiyordum.

Kendi görüntüme daha fazla katlanamadım ve yönümü hala daha küvetle uğraşan ve bana bakmayan Tamay'a çevirdim. Su dolu küvete son dokunuşlarını yapıyor, kokusu buradan bile burnuma gelen güzel sabunlar ekliyordu.

"İşte tamamdır. Hazırs- hazırsan gel."

Coşkulu sesiyle bana küvetin hazır olduğunu haber vermek isteyen Tamay, dönünce karşılaştığı bedenimle kısa bir şoka uğramış gibi duraksadı ama bu duraksama fazla uzun sürmedi, kısa sürede toparlandı ve konuşmasını tamamladı. Cümlesinin geri kalanında aynı coşkusunu devam ettirmeyi başaramamıştı. Sonlara doğru sesi kısılmaya yüz tutmuştu.

Gördüğü manzara karşısında hızlıca gözlerini kaçırarak bakışlarını gözlerime çıkarttı ve orada sabit tutmaya çalıştı. Bedenimi süzmemek için verdiği mücadeleyi gözlerinde çok net bir biçimde görsem de bunu görmemiş gibi yaptım ve hafif bir baş sallamasıyla bedenimi hızlıca küvetin içine soktum. Yüzeyi köpüklerle kaplı suda bedenimi elimden geldiğince gizlemeye çalışsam da Tamay göreceğini çoktan görmüştü zaten.

Kısa bir kıpırdanmanın ardından iyice küvete yerleşirken yavaşça bana yaklaştı ve küvetin kenarına yerleşti. Ne yapacağını bilemiyormuş gibi başta kısa bir bocalasa da tahminimden hızlı toparladı kendini.

"Önce saçlarını yıkayalım olur mu?" diyerek benden onay beklemesiyle kısa bir kelimeyle beklediği onayı ona verdim. "Olur."

Duşakabinin içinden aldığı birkaç şişe ve lifi ayak ucuna doğru bir yere bıraktı. Bıraktıklarının arasından şampuan şişesini tekrardan eline alarak kucağına doğru dizlerinin üzerine koydu. Küvetin başındaki fıskiyeyi de ayarladıktan sonra usulca saçlarımı ıslatmaya başladı. Nazik hareketlerle işini yaparken aramızdaki sessizlikten rahatsız olmuş olmalıydı ki konuşma başlatmak adına bana basit bir soru sordu.

"Kaç yaşındasın Lavinia?"

Yapmaya çalıştığı şeyi fark ettim ama bunu ona belli etmeden sohbetine ayak uydurdum. Bakışlarımı suyun köpüklü yüzeyinden ona doğru çevirirken sorduğu soruyu cevapladım.

"On sekiz bitmek üzere."

Aldığı cevapla yaptığı işte duraksamadan benimle göz göze geldi. Bir eliyle fıskiyeye yön verirken diğer eli de usulca saçlarımda geziniyordu. Suyun yönünü arka tarafıma doğru ayarlı tuttuğundan yüzüme pek fazla su gelmiyordu.

"Çok gençmişsin."

Bakışları yavaşça boynuma doğru kaydı ve oradaki izlerde gezindi, bense ona bakmayı sürdürdüm. Arada gözlerimin içine su kaçsa da pek aldırış etmedim. Bu beni rahatsız etmiyordu. Sadece gözüme her su girişinde birkaç kez gözlerimi kırpıştırmam gerekiyordu o kadar.

Sormak istediği çok fazla soru vardı. O saf merakı gözlerinde görebiliyordum ama sormaya cesaret edemediğinden kendini frenliyordu.

"Sizin yaşlarınız kaç?" diye merakla bir soru da ben sordum. Hepsi benden büyük duruyordu.

Avuçlarının arasında tuttuğu şampuan şişesini başımın üstüne doğru getirip şampuanın dökülmesini sağlarken saniyelik benimle göz göze geldi. Köpürtmeye başladığı saçlarıma tüm dikkatini verirken sorumu cevapladı. Aynı zamanda köpükler gözüme kaçmasın diye de arada alnımdan geriye doğru köpükleri ittiriyordu.

"Ben ve Tamer yirmi üç, Ares ve Bars yirmi dört yaşında."

Aramızda bu kadar fazla yaş farkı beklemezken şaşkınlık içerisinde kaşlarım havalandı. Bu şaşkın halime hafifçe tebessüm ederken tekrardan konuştu.

"Ne oldu yaşlı mı buldun bizi?"

Tepkilerimi yanlış anladığını düşünerek panikle soludum. "Hayır! Şey sadece baya yaş farkı var da bu kadar beklemiyordum ondan. Çok genç duruyorsunuz."

Yüzündeki tebessümü sabit tutarak beni izlemeye devam ederken yaptığım açıklamayla tebessümü kocaman gülümsemeye döndü.

"Takılıyorum canım yoksa anladım ben seni."

Yanlış anlaşılmamanın verdiği huzurla derin bir nefes verirken rahatladım. Normalde yanlış anlaşılmak pek umurumda olmazdı ama bana böylesine yardım eden insanlara karşı yanlış anlaşılmak istemezdim.

Saçlarımı köpürtmeye devam ederken beni böyle bebek gibi yıkaması pek içime sinmemişti. Kendimi hasta gibi hissediyordum. Her ne kadar kollarımı kaldıracak halim bile olmasa da bu durum hoş değildi. Bu yüzden bunu dile getirmekten çekinmedim.

"Sana da zahmet oluyor aslında ben kendim yıkansam daha iyi olur." dedim ve ellerimi suyun dışına çıkararak başıma yönlendirdim.

"Hayır hayır ben hallederim sorun değil." diyerek ellerimi savuşturdu.

"Ama böyle fazlasıyla mahcup oluyorum. Gerçekten ben hallederim."

Elleri saçlarımın arasında duraksadı. Bana kısa bir bakış atarken sorun yok dercesine gülümsedi. "Bugün sana, yarın bana. Hem saçların çok güzel sende güzelsin bırak da az elleyeyim."

Cümlesini tamamlamasının peşine hafifçe kıkırdarken bu dediğinde ne fesatlık ne de art niyet sezdim. Son derece samimiydi.

Yaptığı işe tüm dikkatini vermeye devam ederken kısık sesle teşekkür ettim ve sessizce onu izledim bir süre. Tamay gerçekten de güzel bir kadındı. İyi kalpli birine benziyordu. Yaşı daha çok genç olsa da üstündeki siyah deri tayt ve yine deri olan siyah büstiyer onu olduğundan da kadınsı gösteriyordu. Ve seksi. Ömrüm boyunca uğraşsam onun gibi seksi görünebileceğimi sanmıyordum.

Saçlarımın durulamasında son rötuşlarını yaptıktan sonra sıra bedenimi yıkamaya geldiğinde yerimde iyice dikildim. İstemsizce tüm bedenim gerilirken bu gerilmeden sebep canım yandı. Bedenimde yer yer sancılar gezinirken bu iyice kasılmama sebep oldu.

Ağır hareketlerle yerden lifi ve duş jelini alırken o da gerilmişti bunu gözlerimle görebiliyordum. Belli etmemeye çalışsa da hal ve hareketleri onu ele veriyordu. Yavaşça elindeki lifi ıslatıp kullanılmaya hazır hale getirirken dikkat dağıtmak istercesine konuştu.

"Bunu da kullandık mı tamamıyla Ares gibi kokacaksın."

Dediği şeyle istemsizce derin bir nefes alırken bunu daha önce nasıl fark edemediğimi düşündüm. Resmen onun gibi kokuyordum ve bunu Tamay diyene kadar fark etmemiştim bile.

"Ondan izinsiz eşyalarını kullanmamıza kızmasın?" derken sesimin az da olsa ürkek çıkmasına engel olamamıştım.

Bu düşünceyle tedirginlik bedenimde hakimiyet kurarken Tamay tüm rahatlığıyla cevapladı beni.

"Yok kız o söyledi zaten burayı kullanmamızı."

Pekâlâ diyerek geriye doğru yaslanırken sıcak su ve yeni idrak ettiğim onun kokusu bedenimi iyice mayıştırmaya başlamıştı.

Vücut losyonunu life iyice boca eden Tamay'a bakmayı sürdürürken birazdan daha yakından göreceği vücuduma ne tepki vereceğini merak ediyordum. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar görünce bana acıyacak mıydı? Ya da bana karşı bu kadar iyimser yaklaşması zaten acıdığını göstermiyor muydu?

"Neler olduğunu sormayacak mısın?"

Ansızın sorduğum soruyla elinde lifle donup kalan Tamay'a baktım. Bu kadar cesurca konuşmamı beklemiyordu herhalde diye düşünürken bir cevap vermesini bekliyordum.

"Açıkçası sormak istiyorum ama seni daha fazla incitmek istemiyorum. Hem de Ares bu konuda hepimizi tembihledi."

Sıkkın sesiyle dile getirdiği şeyler karşısında kaşlarım şaşkınlıkla havalanmak istese de buna engel oldum ve ifadesizliğimi korudum. Ares...

En ince ayrıntısına kadar düşünerek yapıyordu her hareketini ama bu yine de bir anda beni burada yapayalnız bırakıp gittiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bak yine hatırlamıştım!

"Görebileceğin her şeyi gördün ki zaten gizlim saklım da yok her şey çok net bir biçimde ortada. Durum ne olur ne kadar süre daha birlikte oluruz bilmiyorum ama bir gün sorularını yanıtlamak isterim. Sonuçta bir anda hayatınıza girdim hırlı mıyım hırsız mıyım bilmek sizinde en doğal hakkınız."

***

Yaşamak için başkalarına ihtiyacım olmadığını düşünürdüm hep. Ama şu an böyle bir şeyin mümkün olmadığının pek ala farkındaydım. Hala daha içten içe öyle olmasını ummuyor değildim. Çok küçükte olsa içimde buna dair bir umudum kalmıştı. O da giderse ne yapardım bilemiyordum ama onu kaybetmemek için elimden gelen her şeyi yapacağımı çok iyi biliyordum.

Annem gibi olmak istemiyordum. Bir adamın ilgisine, parasına muhtaç bir ömür geçirmek istemiyordum. Çocuklarımın yüz karası olmak istemiyordum. Onları kaybetmek istemiyordum. Annem gibi kendime olan saygımı kaybetmek istemiyordum. Annem gibi olmak istemiyordum.

Annemi de kaybetmek istemiyordum ama olan olmuştu. Neyden korktuysam bir bir başıma geliyordu. Annemi kaybediyordum. Kimsesiz kalmışım gibi hissediyordum. Bu his boğazımı yumru yumru yapıyor, nefes almama müsaade etmiyordu.

Bakışlarımı elindeki krem tüpünün kapağını kapatmakta olan Tamay'dan çekerken üstümdeki tişörtün yukarıya kaldırdığım eteklerini indirdim. Duştan çıkalı yarım saat ya olmuş ya da olmamıştı. Tamay tüm nazikliğiyle her yerimi bir güzel yıkamıştı. Tamamıyla Ares gibi kokar vaziyette çıkmıştım duştan.

Üstümü başımı giyinmeden hemen önce Tamay direkt rahat edeyim diye saçımı taramış ve örmüştü. Başta makineyle kurutmak istese de ona izin vermemiş ne yapacaksa saçım ıslakken yapmasını söylemiştim. Saçlarıma herhangi bir elektronik alet kullanılmasına müsaade etmezdim. Böyle şeyler hoşuma gitmezdi zaten saçlarımı yıpratmaktan öteye de gitmezdi.

Örgülerin arasından kaçan birkaç tutam suratıma doğru düşerken onları kulağımın arkasına ittirdim.

Kalçalarıma ulaşan boyutta olan gür saçlarımı tarayıp örmek biraz vakit alsa da Tamay pes etmemiş çok güzel bir örgü yapmıştı. Daha sonrasında üstüme yine Tamay'ın yardımıyla onun getirdiği günlük siyah tayt ve kalçalarımın hemen üstünde biten siyan bol tişört giyinmiştim. Şimdiyse Tamay, babamın bedenimde büyük ustalıkla yaptığı sanat eserlerine doktorun verdiği kremleri sürmüştü.

Yavaş hareketlerle odada yarattığımız dağınıklığı toparlayan Tamay'ı, oturduğum yerden izlerken odanın kapısı çalındı. Hala daha Ares'in yatak odasındaydık ve galiba Ares geri gelmişti diye düşünürken kapının ardından Tamer'in sesini duydum.

"Tamay bir bakar mısın?"

Bakışlarımı Tamay'a çevirirken onunla göz göze geldik. Oturduğum yerden ayaklanırken Tamay'ın elindeki tarağı kavrayarak yarım bir tebessüm ettim.

"Sen kardeşine bak ben toparlarım gerisini bir şey kalmadı zaten." derken adımlarımı banyoya çevirdim. Tamay ise beni sadece bir baş sallamasıyla onaylayarak kardeşinin yanına doğru gitti. Hafif aralık bıraktığı kapıyla dışarı çıkan Tamay'la eş zamanlı bende banyoya girdim ve tarağı aldığımız yere gerisin geri bıraktım.

Tekrardan yatak odasına yönelecekken kapı aralığından ikizlerin hararetli konuşma sesiyle istemsizce duraksadım.

"... dedi babam. Ares ne haltlar planlıyor öngöremiyoruz." diyen Tamer'le daha da dikkat kesildim konuşmaya.

"Babam emin mi bu dediklerinden? Belki yanlış anlamıştır."

"O sıra babamda dedemin yanındaymış ve birinci dereceden olaya tanık olmuş. Bildiğin Ares gidip dedemden yardım istemiş ama işin ayrıntısında dedem babamı odadan çıkartmış."

Ne yardımıydı bu?

"Lavinia için mi istedi yardımı sence?" diyen Tamay'la Tamerin ne diyeceğini bekledim.

"Bilemiyorum ama başka bir açıklaması olamaz bunun."

Tamer'in sıkkın nefes verişi buradan bile çok net duyulurken Tamay bir heves kardeşini teselli etti.

"Sıkma canını. Ares nerede ne yapması gerektiğini bilir. Hem bakarsın Lavinia sayesinde buzulluğu da çözülür ve dedemle işler düzelir."

Olduğum yerde çakılı kalırken durup dururken çıkan yardım isteğini ve dedeyi düşündüm. Ares ve buzulluğu, dedeyle olan işlerin düzelmesi ve benim bunların çözümü olmam beynimi sulandırırken burada işler gittikçe karışıyordu.1

-BÖLÜM SONU-

 

Bölümü nasıl buldunuz bakalım?

 

Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

Seviliyorsunuz!

Bölüm : 23.09.2024 00:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...