51. Bölüm

BÖLÜM 50

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

 

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Konuşmam üzerine Tamay'ın gözleri irileşirken ilk birkaç saniye herhangi bir tepki vermedi. Sanırım dediklerimi algılamaya çalışıyordu. Bu hali ufak bir kahkaha atmama neden oldu. Gerçekten de surat ifadesi epey komikti.

Benim kahkaha atmamla kendine gelir gibi irkildi Tamay. Bakışları sinsi bir edayla kısılırken ısırdığı alt dudağıyla bana bakmasını sürdürdü. Bu esnada asansör çoktan tuşlanılan kata ulaşarak kapılarını aralamıştı. Peşi sıra asansörden çıktığımızda hala daha kol kolaydık.

"Gelin gelin!" dedi Tamay her kelimesini uzata uzata. "Bahçede örümceğim, ben sana görümceyim. Eğer canımı sıkarsan seni abime söyleyeceğim."

Bu kez gözleri irileşen taraf ben olurken ufak bir şokla Tamay'a baktım. Ondan hiç böyle bir performans beklemezken gerçekten de neye uğradığımı şaşırmıştım.

Yarı gülmeli yarı şok içerisinde konuştum. "Sen ciddi misin gerçekten? Hiç böyle bir performans beklemiyordum şu an aşırı şokum."

Dediklerime gülüp beni çekiştirerek ilerlemeye başladı. "E ne sandın sen beni gelinciğim? Basit bir görümce miyim ben?" dedi. Hemen sonrasında söylediği şeyin gerçek olma ihtimalini düşünmüş gibi bir de "Ay Allah korusun he!" diye de ekledi.

Gerçekten inanılmaz bir kadroya düşmüştüm. Bunu her geçen gün daha iyi anlıyordum.

"Peki o zaman." dedim hemen ardından birkaç saniyelik es vererek. "Bahçelerde börülce, olsa yerim ömrümce. Gelin pek bir sever, dünya güzeli görümce."

İyi güzel laflıyorduk ama bu manili sözlerde pek çatal dilliydi şimdi yanlışlıkla abartıp bir kırgınlık yaratmanın manası yoktu. O yüzden bildiğim en yumuşak maniyi pek sevgili görümcekime armağan ederek konuyu tatlı bir noktada sonlandırmak istedim.

"Ay yerim seni he!"

Beklediğim gibi bir tepki alırken yanımda erimiş bir adet Tamay'la Bars'ın odasına ulaştık. Tamay hiç kapıyı çalma gereksinimi duymadan direkt kapıyı açarken koluma dolalı koluyla beni de dibinden ayırmamaya devam ediyordu.

"Yumak yumaktır eli, gayet incedir beli. Yılana baş eğdirir, bizim tatlı dilli gelin."

Övdü mü yoksa sövdü mü asla anlamadığım sözlerle Tamay'a tuhaf bir bakış atarken içerisine yeni girdiğimiz odadan beklemediğim bir ses duyuldu.

"Ov! Gelin ve görümce ha?"

Bars'ın masasının önünde tüm rahatlığıyla oturan Tamer'i odada görmeyi beklemezken onun hemen karşısında oturan beklenen dedeyi hiç mi hiç görmeyi beklemiyordum.

"Evet öyle." diyen Tamay girdiğim şoktan çıkmamı beklemeden beni iyice odanın içerisine doğru çekerken ben beklenen dedeyle göz gözeydim. Burada sözü edilen gelinin ben oluşumdan pek hoşnut gözüktüğünü söyleyemezdim.

Az önce sonlandırdığımı sandığım konu Tamer'in de katılmasıyla iyice dallanıp budaklanırken bir an yerin dibine girdim sandım.

"Bahçelerde börülce, oynar gelin görümce. Oynasınlar bakalım, bir araya gelince."

Bir de çok komikmiş gibi dediklerine gür bir kahkaha patlattı. Ona ters bakışlar atarken Tamay'ın kolundan çıktım. Şu anda çaktırmadan odadan sıvışıp koşarak Ares'in yanına gitmek istiyordum.

"Ay bu da baya iyiymiş he." diyen Tamay, masasının başında kendi koltuğunda oturan sevgilisinin yanına gitti. Kalçasını direkt sevgilisinin oturduğu koltuğun kolçağına yaslayarak kollarını sevgilisine doladı.

Yok ben kesin Ares'in yanına gitmeliydim!

"E siz ne yapıyorsunuz bakayım burada?" dedi Tamay konuyu bir anda başka bir yöne çekerek. Bu hareketi derin bir nefes almamı sağlamıştı.

"Sizin aksinize çalışıyoruz küçük hanım." Demiröz'ün büyük bir imayla sarf ettiği sözlerle birlikte Tamay'la göz göze geldik. Az önce aldığım nefes sanırım soluk boruma takılmıştı.

"Ay dede biz de çalışıyoruz şimdi neden öyle söyledin ki?" Asla itiraz kabul etmeyen bir ton kullanmıştı Tamay. Bu seçimi her ne kadar güzel olsa da sözlerinin inandırıcılığı biraz muallaktaydı.

"He canım aynen ondan." dedi Tamer alaylı bir halde ikizine.

Kaşlarımı çattım. Tamay'ı bilemezdim ama ben gayet de çalışıyordum canım!

"Kim çalışıyor kim çalışmıyor bilememde kızların senden çok çalıştığı kesin Tamer." dedi Bars tarafını belli ederken. Her zamanki gibi hanımcı taraftaydı. Şimdi benim canım adamımda burada olsaydı o da kesin hanımcı tarafta olurdu. Ben neden tek kalmıştım ki bu ortamda?

"Ayıp ediyorsun ama birader." diyen Tamer'e sadece omuz silkti Bars. Bu sanırım onu ciddiye almadığının işaretiydi. Umarım birazdan Tamer kayinçolukla ilgili manilere başlamazdı.

"İşiniz gücünüz haytalık. Çok oyalanmayın herkes işinin başına." diyerek oturduğu yerden ağır hareketlerle ayaklandı beklenen dede. Ardından Bars'a işaret parmağını uzatarak son sözlerini söyledi. "Sende şu davayı yakından takip et. Her ayrıntıyı bilmek istiyorum. Bu işin altından başka bir şey çıkacak."

Bana göz ucuyla bakıp odadan çıkan adamın arkasından birkaç saniye baktım. Beni gerçekten sevmiyordu. Belliydi yani.

"İki tahta kalındır, kayınbaba zalimdir. Ne kadar zalim olsa da oğlu benim malımdır." Kimsenin beni duymadığından emin olduğum bir tonda mırıldanarak az önce elde var olan tek sevgili kayınpederim sayılabilecek beklenen dedenin oturduğu koltuğa oturdum.

"Bunu da bir memnun edemiyoruz anasını satayım!" diyen Tamer'e baktım.

"İşiniz zor." derken oldukça samimi bir üzgünlükteydim. Dedeyle büyümek nasıl bir şeydi bilemezdim. Her ne kadar eski yaşantımda annemin babası dede rolünde hayatımda olsa da ve ben onu sevsem de bu onları anlayabilmem için yeterli değildi. Sancaktar ailesinin birbirlerine olan bağlılıkları ve yine buna tezatlıktaki kopuklukları benim eski hayatımdan çokça farklıydı.

"Seninki daha zor, gelin."

Son kelimesiyle söylediği cümle anlam kazanırken Tamer bana ukala sırıtmasıyla bakıyordu. Demiröz'le aramdaki muhteşem etkileşim elbetteki herkes tarafından fark edilen bir şeydi.

Tamer'e suratımı buruşturarak baktım. "Çok komiksin!" Şimdi burada benim canım adamım olsaydı o görürdü benimle böyle dalga geçmeyi.

"Ay didişmeyi sonraya bırakında bana söyleyin bakayım biz şimdi ne zaman kesin yola çıkıyoruz?"

Odadaki tüm bakışlar Tamay'a dönerken bende bu sorunun merakına kapıldım. Ares'e sorduğumda bana net bir tarih söylememiş sadece bakacağım demişti.

"Sanırım cuma akşamdan yola çıkacağız." diyerek sevgilisini yanıtladı Bars.

"Uçakla gidiyoruz değil mi?" dedi Tamay sıralı sorularına girerek yeni bir soru daha sorarken. Açıkçası bu benim işime gelirdi çünkü aradığım cevapların büyük bir çoğunluğunu bu şekilde öğrenebiliyordum.

"Yok ya arabalarla çıkarız. Konvoy şekli." Bu kez de Tamer söze girerek bizi bilgilendirdi. Sanırım Ares, ben hariç herkese gerekli bilgileri tüm ayrıntılarıyla vermişti.

"Ya o kadar yol ne arabası saçmalamayın!" Tamay'ın ikazı ikizinden aldığı yanıt sonrası hiç gecikmezken içten içe ona hak vermeden edemedim. Harbiden İstanbul-Trabzon arası baya yol vardı ve tarafımca hiç çekilecek gibi durmuyordu.

"Vallaha bir şikayetin varsa Ares'e git. Son kararlar paşamızdan çıkıyor malum." Tamer'in okları değiştirmesinin asıl amacı ikizini başından savmak değil de gerçekten son sözün Ares'in söylemesi olduğunu bildiğimden sessiz kalışımı sürdürdüm. Sesindeki kinaye ve farklı tonlama gözümden kaçmasa da bunu da görmezden geldim.

Tamer her ne kadar ikizine doğru bir yönlendirme yapmış olsa da bu Tamay tarafından çarpık anlaşılmış olsa gerek ki bakışları doğrudan üzerime döndü.

"O kadar yolu arabayla gidemeyiz beni anlıyorsun değil mi Lavkuşum?"

Sözlerinin altındaki imasını elbetteki anlamıştım ama işin içinde Demiröz gibi büyükler olduğundan planı değiştirmek adına bu işe girmek isteyeceğimi sanmıyordum. Sonra olay 'Lavinia böyle istedi!' ye dönecekti. Demiröz'ün daha da radarına girmek gibi bir niyetim yoktu. Şimdi kalkıp da arkamdan 'Bu kız oğlumun imkanları için onunla birlikte.' falan da derdi.

"Bence de biraz eziyet olur gibi ama ben ne yapabilirim?" dedim Tamay'a masum bir bakış atarken. Yani ben en azından bakışımın masum olduğunu düşünüyordum.

Tamay bana 'Yeme beni!' bakışları atarken oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Tam o esnada odanın çıkış kısmından gelen ses odağı bir anda üzerimden çekti.

"Ne eziyet olur?" diyen canım adamım ne ara geldiği bilinmez bir biçimde arkasından odanın kapısını kapatarak içeri girdi. Az önce üzerimden çekilen odağı bu kez artı bir olarak kendisini de işin içine katıp tekrardan üzerime yönlendirmeyi de ihmal etmedi. Ah canım adamım!

"Lavinia Trabzon'a arabalarla gidilmesinin kendisine tam bir eziyet olacağını söylüyordu." diyen Tamay tam bir hain görümcek olurken şokla ona döndüm. Birde işaret parmağıyla utanmadan beni gösteriyordu!

"Ne?" derken şaşkınlığım oldukça samimiydi.

Gerçekten bahçelerde börülce ben istemem görümceydi ama yani! Bu nasıl bir satıştı?

Ters bakışlarım karşısında bana yavru kedi misali bakan kadına karşı hiç yumuşamazken kaşlarımın çatıklığını sürdürdüm.

"Bahsi ettiğin kişi Lavinia değil de sen olmayasın?" derken çoktan oturduğum koltuğun kolçağına kalçasını yaslayan canım adamım elbetteki üstün zekasıyla gerçeği hemen anlamıştı. Sağ elini sırtımdan belime doğru koyarken sol eliyle yırtmaçtan dolayı açık olan bacağımı eteğimin ucunu çekiştirerek örtebildiği kadar örttü. Bu esnada eğilip başımın tepesine bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi tabi.

"Ay ne alakası var canım? Kupkuru supsulu iftira!"

Oluşan ortamdan aldığı zevki gizlemeden konuştu Tamer. "Kupkuru mu supsulu mu?"

"Ne?" dedi Tamay girmiş olduğu savunma halinden dolayı ikizinin alaycı halini fark etmeyerek.

"İftira diyorum kupkuru mu yoksa supsulu mu?"

Tamer'in yaptığı açıklamayla suratı anında bozuldu Tamay'ın. "Pis herif!" derken aslında içinden küfür ettiğini anlamamak mümkün değildi. Bu hallerine kıkırdadım. Başrolde olmadığım sürece oldukça keyifli anlardı bunlar.

Benim gülmemle sinirli Tamay'ın hedefi bana dönerken sırtımı arkamdaki Ares'in gövdesine doğru yasladım. Evet sanırım şu anda açık hedef bendim.

"Sende ne gülüyorsun kız orada? Söylesene sevgiline bahsedilen kişinin sen olduğunu!"

Ona sakin olması adına bir el işareti yaptıktan sonra Ares'e doğru başımı kaldırdım. "Bahsi geçen kişi kesinlikle benim." dedim gülmemek adına kendimi kasarken.

Ares tam tepemden bana parıltılı gözlerle bakarken bakışları arada kıvrılmamaları için birbirine sıkıca bastırdığım dudaklarıma kayıyordu.

"Öyle mi diyorsun?" derken sesindeki cilve, sert ve kalın ses tonuna oldukça tezat ama bize özel bir şeydi. Erkek cilvesi diye bir şey vardı ve bu gerçekten gerçekti!

Başımı olumlu anlamada aşağı yukarı salladım. "Kesinlikle öyle diyorum." dedim kendi sesimin de cilveli çıkmasına engel olamayarak.

Biz oldukça çekimsel bir bakışma yaşarken arkadan gelen gülme sesi tüm odağımı dağıttı. "Sevgilim sanırım senin uçak işi gerçek olacak gibi." diyen Bars'a kınayan bir ifadeyle baktım. Ayıptı gerçekten de! Görende beni cilveyle her isteğimi Ares'e yaptırdığımı sanırdı. Öyle sananlar belki biraz doğru sanırdı ama konumuz bu değildi!

Tamay, Bars'ın boynuna kollarını doladı. "Ay hadi inşallah aşkım!"

Onların bu hallerine gülmeden edemezken Ares'in tam tepemde ters bir bakış attığını görmeden bile hissedebiliyordum. Kendi işlerinde beni kullanmalarından ya da daha yumuşak bir ifadeyle tarif etmek gerekirse işlerine beni de alet etmelerinden hiç mi hiç hoşlanmıyordu.

"Tamam uçağı ayarlatırım." diyerek oturduğu yerden ayaklandı Ares.

Ondan beklenmedik bu hareketle oldukça normal gözüken haline şüpheci bir bakış attım. Çok kolay olmuştu sanki. Bir tuhaflık vardı.

"Oley be!" diyen Tamay benim takıldığım tuhaflığa takılmadan sevincini yaşarken Ares tuttuğu elimden çekerek beni de ayaklandırdı. Doğruca odanın çıkışına ilerlemeye başlamasıyla koltuktaki çantamı zorla alarak bende peşine takıldım.

Bizim gidişimiz asla Tamay'ın dikkatini çekmezken bu Ares odadan çıkmadan hemen önce söylediği sözlerle son buldu.

"Lavinia ile birlikte biz uçakla giderken siz aşağıdan araçla takip edersiniz. Malum o kadar yol Lavinia'ya eziyet olacaksa ben kıyamam sevgilime."

*** 

"Ne demek dediklerim şaka değildi?" diyerek bir kez daha sorgulamadan edemezken çoktan Ares'in odasına onun hemen peşinden girmiştim.

Ares peşinden pıtı pıtı gelişimin rahatlığında doğruca kendi koltuğuna yönelirken ben arkamdan kapattığım odanın kapısıyla ona bakıyordum.

"Yavrum dediklerimde son derece ciddiydim demek."

Gözlerimi devirdim. Masasının önündeki koltuklara giderek bir bacağımı kalçamın altına alıp rahat bir pozisyonda oturdum. Yönüm Ares'e doğru dönüktü ve oturuşumdan kaynaklı yırtmacım komple açılarak bacağımı gözler önüne sermişti ama bunu önemsemedim. Sonuçta odada bizden başka kimse yoktu.

"Ayıp denen bir şey var ama ya! Biz uçakla giderken diğerlerinin arabayla gitmesi hoş bir durum değil. Ayrıca sizin uçağınız mı var?"

Ares'in inatla onlar arabayla gelecek demesi dakikalar önce Tamay'a söylediği sözlerdeki ciddiyetini doğrular nitelikteydi. Ben her ne kadar Tamay ve diğerleri için asıl konunun üzerinde kalmaya çalışsam da aklım başka noktalara takılmıyor değildi.

Gerçekten uçakları mı vardı?

Ses tonumdaki isyanı görmezden gelerek bana bakıyordu Ares. Oturduğu koltuğunda büyük bir rahatlıkla arkasına yaslandı.

"Başkaları için kendini ön plana atmaktan vazgeç Lavinia. Bu her ne kadar benim ailem olsa bile!" Kelimelerindeki uyarı gözle görülür bir biçimde kalın kırmızı çizgilerden oluşan çarpı işaretinin yarattığı hissi uyandırıyordu içimde.

"Yani uçağınız var mı yok mu?" dedim söylediklerini görmezden gelerek. Eğer ki bu konuşmaya devam edersek çıkacak tartışmayı az buçuk tahmin edebiliyordum. O yüzden bu konuyu başka bir zamanda daha uygun bir ana saklamaya karar verdim.

Ne yapmaya çalıştığımı anında anladığını bildiğim adam bana kıstığı gözlerinin ardından bir bakış attı. Konuyu şu anlık uzatmamamdan memnun olduğunu biliyordum ama işin aslında zihninin içerisinde ne düşündüğünü tahmin edemiyordum.

"Küçük bir özel jet var."

Kaşlarım havalandı. "Şirketin mi?" diye sorgulamaktan geri duramadım.

"Hayır benim."

Aldığım yanıtla gözlerim istemsizce irileşirken Ares, bende yarattığı şoku önemsemeden masasındaki bilgisayarına yönelerek bir şeyler yapmaya başladı. Bakışları da sık sık açılan bacağıma kayıp duruyordu.

"Şaka?"

Gerçekten nasıl bir insanın özel jeti olabilirdi? Tamam anladık babadan zenginsin de her babadan zenginin gencecik yaşında özel jeti olabiliyor muydu gerçekten?

"Değil."

Sandığımın çok çok ötesinde bir mal varlığa sahip olan adamdan çektim bakışlarımı. Kaç aydır beraber olduğum, evlilerden farksız bir hayat yaşadığım sevgilim hakkında sürekli olarak yeni şeyler öğreniyor olmam beni bir acabaya götürüyordu.

Acaba bilmediğim daha neler vardı?

Şüphenin içimde büyüyüp beni kemirmesine şimdilik engel olarak tekrardan Ares'e döndüm. Bilgisayarında ne yaptığını bilmediğim işini sürdürüyordu.

"Ben neden seninle odana kadar geldim peki bir şey mi oldu? Artık departmana gitmem gerekiyor."

Asıl konuya parmak basmışım gibi bilgisayarda yaptığı işe bir anda son vererek bana döndü. "Evet seninle bir şey konuşacağım."

Tavrı karşısında körüklenen merakımla iyice Ares'e doğru döndüm ve konuşmasına devam etmesini istercesine başımı salladım.

"Baycan'ın bu sabah işine son verildi."

Anlamlandıramadığım sözlerle kaşlarım havalandı. Daha geçen gün departmanın en eski çalışanı olduğunu ve işleri daha iyi bildiğini söylemiyor muydu şimdi neden birden bire işine son verilmişti?

"Neden ki?"

Oturduğu yerden rahat bir şekilde masasının üzerindeki şirket telefonuna uzandı. Eline aldığı telefonla arkasına yaslanıp bir numara tuşlarken de telefon açılana kadarki sürede soruma yanıt verdi.

"Yardımlar üzerinden şirketten para kaçırıyormuş."

Ne? 

İlk birkaç saniye ne demek istediğini anlamak adına duraksadım. Bildiğin şirketin kasasından para çalmaktan mı bahsediyordu? Yapılan yardımlar üzerinden bunu nasıl yapabilmişti ki? Sonuçta her şey resmi bir şekilde kağıtlara ve sistemlere işleniyordu.

Kağıtlar? Evraklar! Bu yüzden mi evrak işlerinde böylesine tuhaf tavırlar sergiliyordu?

"Abdullah Bey yardım departmanını alıp odama gelsin."

Sekreteriyle kurduğu tek cümlelik iletişim sonrası aramayı sonlandırarak ağzı açık kalan bana döndü. Yaşadığım şokun ve hala daha tam olarak oturtamadığım idrakımın farkında bir ifadeyle bana bakıyordu.

Tamam Baycan'da evraklar söz konusu olduğunda hep tuhaf bir şeyler hissetmiştim ama altından böyle bir şey çıkacağını düşünmemiştim. En fazla Ares'in annesi Aden Hanım'ın yerinde gözü var diye düşünmüştüm. Belki Ares'le benim aramdaki ilişkiden kaynaklı torpilli oluşumun gözüne batışından bana özel böyle davranıyordur diye bile düşünmüştüm. Ama koskoca şirketin kasasından para çalacak kadar aptal cesaretine sahip biri olabileceği seçeneği hiç aklıma gelmemişti.

Bir kere şirketin güvenliği açık bir şekilde ortadaydı yani hiç mi korkmamıştı yakalanmaktan? Hoş zaten yakalanmıştı ama... Bilemiyordum. Böyle bir ihaneti düşünen birisi en basitinden asansördeki şifreli güvenliği gördüğü an vazgeçmeliydi. İşin sonunda patlayacağı aşikardı.

"Neden böyle bir şeye ihtiyaç duymuş ki?" derken işin aslında yapılan hırsızlığa kendi bakış açımdan baktım. Yani nasıl bir sebebi olabilirdi? Çok mu zor durumdaydı? Eğer öyleyse neden gelip açıkça yardım istememişti ki? Sancaktarlar oldukça eli açık bir aile olarak bilinirdi ve buna karşın kimse aksini iddia edemezdi.

"Yavrum çalmanın mantıklı bir açıklaması olur mu? Sebebi her neyse artık mahkemede söyler."

Sıkıntıyla alnımı sıvazladım. Çalmanın elbetteki mantıklı bir açıklaması olamazdı. Haram olan bir şeyin nasıl bir mantığı olabilirdi? Ben sadece bir anda öğrendiğim olayın şokunu atlatamıyordum.

"Siz nasıl fark ettiniz bunu?" derken oturduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.

"Uzun zamandır orada bir şeyler ters gidiyordu zaten. Şirkette muhasebe akışında bir tek yardım departmanında pürüzler çıkıyordu. Gerçi sen geldikten sonra bir ara düzelir gibi oldu ama son zamanlarda sürekli uyuşmayan veriler çıkıp durdu. Bu durum tüm akışlarda sıkıntı yarattı. En son sen geçen kahvaltıda evrak falan bir şeyler anlatınca departmanın sıkı bir incelenmesini talep ettim. Normalde fark edilmeyip arada kaynayacak bazı şeyler ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde dikkat çekti."

Kaşlarım kafamın içinde dönen düşüncelerin yoğunluğundan çatıldı. "Çok ufak meblağalar mı kaçırıyormuş da bunca zaman dikkat çekmemiş? Ayrıca ne kadar süre çalmaktan bahsediyoruz burada?"

Baycan'ın ne zamandan beri yediği kaba pislediğini merak etmiştim.

"Yok be yavrum rakamlar öyle bin iki bin gibi bir şey değil. Minimum elli binle maksimum iki yüz bine kadar çıkmış. Son iki yıldır düzenli aralıklarla yapmış yapacağını."

Ağzım duyduklarımın getirisinde bir balık gibi açılmıştı. Çüş yani! Minimum elli bin de ne demekti? Kendi maaşının da üstünde bir meblağaydı. Kim bilir kaç kişi, kaç aile Baycan'ın bu çalmaları yüzünden rızkından olmuştu? Bahsedilen paralarla çok rahat bir şekilde kaç kişiye, kaç aileye destek verilir, kaç öğrenciye burs sağlanılırdı kim bilir?

"İki yılda nasıl fark edilmez?" derken hala şoktaydım.

Sıkıntılı bir soluk verirken bundan sonra ne olacağını düşündüm. Yakmıştı hayatını. Bu nasıl bir ahmaklıktı?

Ares tüm rahatlığıyla arkasına yaslı bir biçimde otururken oldukça sülalem rahat tavırlarındaydı. Sanırsın dolandırılan onun şirketi değildi. Sağ kolunun dirseğini oturduğu koltuğun kolçağına yaslamış sağ eliyle sakallarını sıvazlarken aynı rahat tavırlarla sorumu cevapladı.

"Yavrum para çıkışını öyle noktalara koymuş ki durup dururken sorgulanması oldukça saçma olurdu. Ancak bu şekilde incik cincik incelendiğinde göze batardı ki öyle de oldu. Bir yerlerden yardım aldığı çok belli bir şey."

Bir de suç ortakçısı mı vardı? Bir o eksikti!

"Demiröz'ün Bars'a yakından takip et dediği dava bu olayın davası mı?" Birde bu işin altından başka bir iş çıkacak da demişti ve bu şu anda olumsuzluğumu iki katına çıkarıyordu.

Merakla sorduğum soruya Ares sadece bilmem dercesine omuz silkti. Yoğun bakışları zihninde bin bir düşüncenin döndüğünü ele verirken işin aslında bu rahat gözüken tavırlarının altında çok başka bir gerçeklik vardı. Ares sıkıntılı bir haldeydi.

Toplamda ne kadar bir miktarın şirketin kasasından çalındığını bilmiyordum ve açıkçası bunu sormakta istemiyordum ama umuyordum ki bu toplam miktar şirketi ciddi bir zarara sokmamıştı. Bu olasılığa pek ihtimal vermiyordum ama olabilirdi de.

Açıkçası hiçbir zaman Ares'le şu kadar malım var şu kadar param var tarzında bir konuşma gerçekleştirmemiştik. Markalarının ününü de biliyordum ama şirketin değerine dair hiçbir bilgim yoktu. Bu yüzden herhangi bir fikir yürütemiyordum.

İçimden bir ses Ares'in bu sıkıntılı halinin şirketten çalınan paralarla ya da şirketin uğrayabileceği olası zararla ilgili olmadığını söylüyordu. Her ne kadar şirketin uğrayacağı zarar Ares'i de etkilese de işin aslında doğrudan Ares'e pek bir zarar veremezdi. Bunda Ares'in bu aile şirketinden bağımsız sadece kendisinin yürüttüğü işlerinin de payı büyüktü.

Ayrıntılı olarak neler yaptığını bilmesem de birlikte geçirdiğimiz zamanlarda az buçuk duyduğum, gördüğüm kadarıyla herkesten bağımsız yürüttüğü işleri vardı. Birkaç ticari faaliyetlerin yanı sıra daha çok borsa ve girmiş olduğu hisselerden oldukça güzel paralar kazanıyordu. Bu işleri bildiğim kadarıyla benden çok öncesine dayanıyordu. Ares ticari zekası oldukça yüksek biriydi ve bunu aile şirketi dışında kullanmaktan da çekinmiyordu. Açıkçası bu onu ailesinin diğer fertlerine göre bir adım önde kılıyordu.

Çünkü Demiröz'ün istekleri olmadığında dönüştüğü huysuz kişiliğiyle üstü kapalı bir şekilde maddiyatla tehdit ettiği durumlarda oldukça özgürlük sağlıyordu. Aile şirketi olmasa da kimseye muhtaç değildi ve bu geçmişinde maddiyat açısından ailesine bağlı bir kadın olarak oldukça takdir ettiğim bir durumdu.

Hali hazırda sürdürdüğümüz oldukça lüks hayat da şirketten gelen kazancın yanı sıra çoğunlukta Ares'in kendi yürüttüğü işlerinden kaynaklıydı. Her ne kadar malikane babasından kalmış olsa da malikaneyi bugünkü haline getirmek için harcanılan meblağa az buz bir şey değildi. Özelliklede Ares beni buraya geri getirmek için malikanenin tadilatını 3x hızında yaptırmak için ekstra meblağalar ödemişken.

İki kez tıklanan kapı beni daldığım düşüncelerden çekip çıkarırken Ares'in verdiği komutla aralandı. İçeri sırasıyla şirketin Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Bey, Batuhan ve Beril girdi. Onların içeri girişiyle Ares kuru bir öksürük eşliğinde çaktırmadan bacaklarımı işaret ederken hızla ne demek istediğini anladım ve oturuşumu düzelttim.

Masanın tam karşısında sıra halinde yan yana dizildiklerinde meraklı bakışlar önce Ares'e ardındansa bana döndü. Onların böyle el pençe dizilmiş durmalarına karşı benim oturuşum bana gereksiz bir vicdan yaptırırken bunu düşünmemeye çalıştım ve odada dönen muhabbete odaklandım.

"Bizi çağırmışsınız efendim." diyen Abdullah Bey konunun ne olduğunu bilen bir tavırla konuştu. İşin aslında gerekli açıklama için topu Ares'e atmıştı.

"Evet, Yardım Departmanıyla ilgili bazı yeniliklere gidildi sizde bu yüzden buradasınız." diyerek söze girdi Ares.

Oturduğu sandalyede dahası mümkünmüş gibi iyice dik bir oturuşa geçerken oldukça heybetli gözüküyordu. Bunda uzun boyunun yanı sıra kaslı ve oldukça kalın gövdesinin de etkisi büyüktü. Ares zaten yapısından dolayı iri bir adamdı.

"Bir süredir departmanın muhasebe işlerinde dikkat çeken pürüzler vardı. Bu pürüzlerin kaynağını bulundu. İş arkadaşınız Baycan'ın bir süredir yardımların bütçesinden para kaçırdığı tespit edildi. Bu sabah kendisinin iş akdine son verildi ve şirketimizle tüm bağları kesilerek emniyet güçlerine teslim edildi."

Beril ve Oğuzhan'ın duyduklarıyla renkten renge giren hallerine baktım. Ares'te konuşmasına bir an es vererek kıstığı bakışlarıyla onları inceledi. Sanırım verdikleri tepkileri bir süzgeçten geçiriyordu. Benim anladığım kadarıyla ikisinin de herhangi bir şeyden haberi yoktu. Ares'te benimle aynı kanıya varmış olacak ki verdiği kısa ese bir son vererek konuşmasını sürdürdü.

"Bundan sonra Yardım Departmanında sıkı yönetim olacak. Her adımınız Abdullah Bey tarafından takip edilecek." Açık ve net bir şekilde verdiği göz dağı ayağınızı denk alın der gibiydi.

"Baycan'dan sonra sanırım en eski sen varsın Oğuzhan." diyerek bakışlarını Oğuzhan da sabitledi. "Neler yapman gerektiğini biliyorsun?" diyerek emir tarzında bir soru yöneltti. Sesi oldukça keskin ve otoriterdi.

"Evet efendim." diyen Oğuzhan, Baycan'ın yerine geçtiği için ne kadar mutluydu bilinmez ama ben bu haber karşısında oldukça mutluydum. Her ne kadar içten içe dolandırılmış olduklarına karşın üzülsem de bir yandan da pozitif bir bakış açısıyla Baycan'ın gidişini göz ardı edemiyordum.

Çünkü hep demiştim ve şimdi yine diyordum ki ben o kızdan başından beri hiç haz etmemiştim.

*** 

Zamanında aile soyuma baktığımda çok uzak geçmişte yaşamış büyüklerimin soyunun Karadeniz'e dayandığını görmüştüm. Her ne kadar soyum çok öncesinde oralarda olsa da ben bir Karadenizli değildim, babamda değildi ve annemde aynı şekilde öyle değildi. Kendimi hiçbir zaman bir Karadenizli olarak görmediğimden de hiç oralara merak salmamış, kendimde oranın özelliklerini aramamıştım.

Ben kendimi bildim bileli şehirliydim ve bu şikayetçi olduğum bir durum değildi. Doğup büyüdüğüm yer her ne kadar küçük bir şehir olsa da oldukça gelişmiş bir yerdi. Orayı bir şehir olarak severdim ve bu gelişmişliğin her imkanından yararlanmaktan kaçınmazdım çünkü zamanında şehrimi benliğimle bağdaştırmışlığım hatta kendimi bu şekilde büyütmüşlüğüm vardı. Sanırım kendime dönüp inceleyici bir bakışla baksam kendimde şehirli bir insanı rahatlıkla görebilirdim.

Ares ise bana tezat olarak, doğduğu ama büyümediği buna rağmen sıklıkla gittiğinden oldukça iyi bildiği memleketi Trabzon'u metropol şehri olan İstanbul'da da yaşatmak adına her bir hücresinde taşıyan biriydi. Buna Karadeniz inadı da dahildi.

"Yavrum ben sana oranın havası çarpar diyorum sen valize hala şort, askılı koyuyorsun. Ne bu çıplak gezme merakı anlamıyorum ki!"

Elimdeki askılı badiyi de önümdeki valize düzgünce yerleştirdikten sonra bıkkın bir halde nefes verdim. Gözlerimi devirmemek için kendimle ufak bir savaş halindeydim.

"Haziran ayına girdik Ares. Yaz geldi artık lütfen bunu kabullen. Ayrıca valizde senin tabirinle çıplak bırakmayan kıyafetlerde var. Hem çıplak gezme merakı derken? Ne demek istiyorsun sen şu anda?"

Tepemde zebellah gibi dikilmiş, asla valizin ona bıraktığım kısmını doldurmayarak beni izleyen adama çevirdim bakışlarımı. Gün geçtikçe daha mı kıskanç oluyordu yoksa kıskançlığının gerçek yüzü ortaya yeni mi çıkıyordu?

"Bir şey demek istemiyorum. Sadece orası Karadeniz ve sen bilmiyorsun havası adamı çarpar. Ayrıca böceği var sineği var. Ben sadece kaymak gibi tenini korumaya çalışıyorum."

Birincisi ben esmerdim. Simsiyah saçlarım, kaşlarım ve koyu ten rengimle gerçek bir esmerdim. Ares her ne kadar kaymak gibi ten derken bunu pürüzsüzlük anlamında kullanmış olsa da bu ayrıntıyı yine de belirtmeden geçemeyecektim.

"Sevgilim beni düşündüğün için teşekkür ederim ama artık yanına alacağın eşyalarda karar kılar mısın? Sabah erken yola çıkacağız dedin. Saat gece yarısına yaklaşıyor ve biz hala daha bir valiz bile hazırlayamadık."

Bugün günlerden 3 Haziran Perşembeydi. Bugünde normal rutinde şirkete gitmiş ve çalışmıştık ama yarın öyle olmayacaktı. Hafta sonu Trabzon'daki cemiyet için nedense beklenen dedenin erkenden gidesi tutmuştu. Normalde akşam yola çıkacaktık ama nereden estiyse bir anda sabaha çekmişti ve bunu yaparken de bizi yanından eksik etmemişti. Ona göre aile her yerde her zaman birlikte olmalıydı. Bu düşüncesi onda olumlu bulduğum tek şeydi sanırım.

Normalde homurdanmaya devam edecek olan adam cümleye başladığım tek kelimeyle infilak olurken beni birkaç homurtu eşliğinde onayladı. Hemen ardından o da valizin kendisine ayrılan kısmını doldurmaya başladığında bende yaptığım işe geri döndüm.

Bir kere huysuzlandı mı zor bela normale dönen canım adamımda durumlar bana geldi mi neyse ki böyle değildi. E boşuna dememişlerdi, 'Cilve her zaman bir kadının en büyük silahıdır.' diye. Bunu artık her kim demişse çok doğru bir tespitte bulunmuştu.

Ben cilve kadınıydım. Bu cilvem tabi ki bir tek canım adamımaydı ve beni bir tek o böyle görebilirdi.

Olabildiğince hızlı bir şekilde gerekli kıyafetleri ve ayakkabıları en büyük boy valize Ares'le bir koyduktan sonra orta boy valize geçerek aksesuar ve kişisel bakım malzemelerini de yine bir olacak şekilde koyduk. Orta boy valize bir tek ben ekstradan hazırlamış olduğum büyükçe bir makyaj çantası koyarken totalde iki valizle işi kapatmıştık.

Trabzon'a gitme planı ortaya çıktığından beri kaç gündür Tamay'la ne alacağız ne almayacağız konuşması yaptığımızdan ve Tamay daha öncelerden sahip olduğu tecrübeleriyle gerekli tüm uyarıları yapmış olduğundan bu işlem sandığımdan kolay olmuştu. E tabi bir de canım adamımın da engin tecrübe ve bilgileriyle yapmış olduğu ve işin içine asla mağara adamı kişiliğini katmadığı uyarılarını da eklemesem olmazdı.

Her ne kadar gerekli her şeyi aldığımı düşünsem de oraya gittiğimizde eksik gedik bir şey çıkarsa artık el mecbur oradan alacaktım. Umuyordum ki böyle bir şey olmazdı ve yine umuyordum ki eğer böyle bir şey olursa orada aradığım şeyi rahatlıkla bulabilirdim. Trabzon çoğu illere nazaran gelişmiş bir yer olsa da orada gerçekleştireceğimiz planlar dahilinde yaylaya ve köye gidilmekten de bahsedildiği içindi bu söylediklerim.

Son olarak sabahtan giyeceğim kıyafetlerimi de hazırlayarak giyim odasından çıkarken çoktan işlerini halledip yatağa kurulmuş canım adamıma baktım. Bana nazaran oldukça rahattı. Normalde çok kısa sürede hallettiği işleri, ara ara dikkatinin bana kaymasından ve yine bana yardım etmesinden kolayı bir tık daha uzun sürmüştü. Yine de buna rağmen benden çok önce tüm işlerini bitirip yatağa kurulması kaçınılmaz olmuştu.

Üzerimdeki askılı şort pijama takımımla yalnızca lambaderlerin aydınlattığı yatak odasında ilerleyerek yatağa ulaştım. Her zamanki gibi geceleri loş bir havada olan yatak odası gözüme oldukça romantik gözükürken yatakta Ares'in tarafına giderek hemen dibine oturdum.

Aslında duş alıp yatmam gerekiyordu ama bunu biraz erteleyebilirdim. Çok değil on dakikacık falan.

Benim yanına gitmemle elindeki tabletini yanı başındaki komodine bıraktı. Gece gece de ayrı bir yakışıklı geliyordu gözüme.

"Tamam mı her şey yavrum?" derken bir eli çoktan koluma dolanırken diğer eli saçlarıma karışmıştı.

"Hı hı." diye mırıldanarak ona biraz daha sokuldum. "Bir anda büyük bir yorgunluk çöktü üzerime. Sanırım oradaki akrabaların daha canlı canlı beni görmeden nazar değdirdi."

Sözlerim Ares'te büyük bir afallamaya neden olurken gülmemek için kendimi zor tuttum. Tamam belki biraz abartarak sallıyor olabilirdim ama bu dediklerimin gerçekten de bir gerçeklik payının olduğunu değiştirmezdi. Nazar gerçekti.

"Anlamadım?"

Ela hareleri yüzümün her bir zerresinde usul usul dolaşırken kaşlarının hafif çatıklığı gerçekten de dediklerimi anlamadığını gösteriyordu.

"Ya sizin geniş ailenizin içinde bulunduğu bir Whatsapp grubu mu ne varmış." dedim hızla sokulduğum sinesinden bir tık geri çekilerek.

"Evet var?" dedi Ares'te 'Bunun konumuzla alakası ne?' der gibi.

"İşte o grupta Tamer gitmiş biz gelinle geliyoruz, demiş." Şikayet eder gibi takındığım tavır Ares'in daha da kaşlarının çatılmasına sebep oldu.

"Ne zaman demiş?"

"Dün demiş." Sözlerimin sonunda büktüğüm dudaklarıma bakışları anlık olarak kaysa da dikkati tam olarak üzgün gözüken ifademdeydi.

"Sen nereden biliyorsun bunu?"

Saçlarımdaki eli hemen yatağın üzerindeki telefonuna yönelirken ben iyice Ares'in dibine girerek onu yanıtladım. "Tamay dedi. Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi şirkette gizlice çektiği fotoğrafımızı da gruba atmış."

Neredeyse kucağına çıkarttığım bedenimi hiçbir şey demeden sahiplenircesine sararken çoktan eline aldığı telefonuyla söylediğim uygulamaya girdi. Gördüklerimden anladığım kadarıyla biraz mesajın biriktiği ve altlarda kalan gruptaki olaylardan hiçbir şekilde haberi yoktu Ares'in.

"Anlarız şimdi neyin ne olduğunu." diyerek biriken mesajlar arasında bahsettiğim mesajları aramaya başladı Ares.

Meraklı bakışlarım gruptaki mesajlardan önce grubun adına takılırken yazan şeyi algılayabilmek için tekrar tekrar okumam gerekmişti.

Cemaat-i Tirabzonlular.

Ben bu yaratıcı ismi kimin bulduğunu düşünemeden Ares biriken mesajların bir noktasında durmuştu. Hızlıca tüm dikkatimi tıpkı Ares gibi mesajlara verirken istemsizce nefesimi tutmuştum.

Cemaat-i Tirabzonlular:

2 Haziran Çarşamba.

Serkan Alaca: "Ecnebi şehirliler! Anneannem tam olarak ne zaman geleceğinizi soruyor. Ona göre lahana yemeği yapacakmış."

Serkan sanırım Ares'in uzak kuzenlerinden birisi oluyordu. Bu konuda net bir bilgim olmasa da az buçuk bilgimden yola çıkarak böyle düşünüyordum.

Tamer: "Abi ne lahanası ya? Yaz yaz nereden buluyor bu kadın lahanayı ben anlamıyorum ki!"

Bu kısımda Tamer'e bir tık katılmıyor değildim. Lahanayla kişisel bir problemim yoktu ama gerçekten bu karadenizliler yaz kış demeden bu lahanayı nereden buluyorlardı?

Serkan Alaca: "Karalahananın her mevsim olma gibi özel yetenekleri var dostum. O kutsal bir sebze!"

Bars: "Cuma günü öğle saatleri olmadan gelmiş oluruz. Mısır ekmeğini bolca yapmayı unutmasın."

Tamay: "Ay evet! Bolca mısır ekmeği istiyoruz bolca!"

Aklıma takılan soruyla Ares'e döndüm bir anda. Benim aksime Ares pür dikkat mesajları okuyordu.

"Ares?" dedim bana bakmasını istercesine. Bakışları üzerime döndü.

"Efendim yavrum?"

Bir elimi çenesinin altına koyup tam çene ucunu severken aklımdaki soruyu yönelttim. "Sen seviyor musun lahana yemeğini?"

Konumuzdan çok alakasız olsa da sorum Ares buna takılmadı. Beni yanıtladı ve asıl konunun dağılmasına izin vermeyerek mesajları okumaya geri döndü.

"Öyle çok hastası değilim ama olduğunda yerim."

Tamer: "Ben sizin ağız tadınızı..."

Sevcan Alaca: "Babam yanımda ve gördü bu mesajını. Hatta az önce bizzat anneanneme de iletti. Sana selamları var Tamerciğim!"

Sevcan'da galiba Serkan'ın kardeşiydi.

Tamer: "Ben seveyim diyecektim kızım! Hemen yanlış yerlere çekmeyin. Funduk anneanneye selamlar. Karadeniz mutfağı her zaman baş tacımızdır. Saygılar."

Serkan Alaca: "Yok yemedi anneannem."

Tamer: "Nasıl ya?"

Sevcan Alaca: " Ha o ecnebi uşak muhlamayı unutsun, diyor."

Tamer: "Saçmalamayın ya? Ne demek unutmak? Nasıl unutmak? Bu imkansız!"

Sevcan Alaca: "Orasını ben bilmem, diyor."

Tamer: "Oğlum sizde telefonu kadının eline mi verdiniz? Bu kadın nasıl her yazdığımı görüyor?"

Serkan Alaca: "Olabilir."

Tamer: "Ona söyleyin gelirken gelin getiriyorum ben ona gelin! Her ne kadar pratikte Ares'in sevgilisi olsa da teorikte bizim gelinimiz. Yeni gelin hatırına unutsun muhlama olayını."

İliklerime kadar kullanıldığımı hissettiğim bir andaydım. Şerefsiz Tamer beni nasılda yem olarak atıyordu kurtlar sofrasına! Bir yeni gelin hiç böyle harcanır mıydı canım?

"Gel diyor beni pestilim çıkana kadar döv diyor şerefsiz!" dedi Ares, Tamer'in beni böylesine kolay harcamasına sessiz kalamayarak.

Serkan Alaca: "Harbiden gelecek mi kız? Anneannem soruyor."

Geleceğim anneanneciğim. Ares'i hiç tek bırakır mıyım ben? Hoş ben onu bıraksam o beni bırakır mıydı? Burası muallak.

Tamay: "Ay gelecek gelecek! Ares bırakır mı onu hiç?"

Bende tam bunu diyordum görümcek.

Tamer: "Götle don gibiler."

Ne? Ne götü ne donu? Dışardan bakıldığında söylediği tabir oldukça komik olsa da ben şu anda olaya hiç dışarıdan bakamıyordum. Çünkü konu bendim, ben!

"A ben bu kısmı bilmiyordum ama! Ares bu bize göt diyor, don diyor?" dedim iyice huysuz bir kız çocuğuna dönüşüp aksileşerek.

Ares usulca başını aşağı yukarı sallarken konuştu. "Ben onu sabah uçağa almayayım otobüse bindireyim de onca saati otobüsle gelmek zorunda kaldığında görürüm götü de donu da!"

Bu oldukça acımasız bir tehditti ama sevmiştim. Ben okaydım!

Sevcan Alaca: "Anneannem göreyim o götle donu diyor."

Al işte birde buradan yak!

Bars: "Umarım buradaki göt Lavinia değildir. Aksi takdirde Ares ağzına sıçacak. Hoş göt Lavinia olmasa da Ares ağzına sıçacak çünkü bu seçenekte de kendisi göt oluyor."

Konuş Bars konuş! Bence de öyle olacak.

Tamay: "Ben götü geçtim Lavinia'nın don alması ihtimali bile bir Ares felaketi getirir."

Evet görümcek kesinlikle öyle.

Tamer: Bir fotoğraf gönderdi.

Ares ağzının içinde homurdana homurdana Tamer'in gönderdiği fotoğrafı açtığında kısık sesli bir küfür savurdu.

Fotoğraf dün şirkette çekilmiş bir fotoğraftı. Gizli çekim olduğu oldukça belli olan fotoğraf uzak bir mesafeden yakınlaştırılarak çekilmişti. Fotoğrafta yalnızca Ares'le ben vardık. Öğle molasında yemekten geldikten sonra birer kahve içmek için şirketin terasına çıktığımız esnada çekilen fotoğrafta Ares'le oldukça samimi bir haldeydik.

Bu samimiyetimiz tamamıyla terasın boş olmasından kaynaklıydı. Çünkü ben ulu orta Ares'in dizlerinin üzerine oturmazdım!

Hoş o anda da gidip kendim adamın dizlerinin üzerine oturmamıştım ya neyse. Ares sohbetimiz sırasında ben karşısında ayakta dikildiğim esnada bir anda beni kendine çekerek o pozisyona gelmemizi sağlamıştı. Zaten çok değil bir iki dakika içerisinde ben kucağından kalkarak yanına oturmuştum çünkü şirketteydik ve olası bir basılma durumu pek hoş bir şey olmazdı.

Şerefsiz Tamer tamda zamanında yakalamıştı!

"Pezevenk hiç mi dikkat etmiyor eteğin açılmış anasını satayım! Bu fotoğraf atılır mı gruba?"

Ares'in öfkeli sesiyle dikkatimi çekmeyen ama aslında oldukça dikkat çeken ayrıntıya bende odaklandım. Normalde dizlerimin hemen üzerinde biten eteğim olduğum konumdan ötürü ve Ares'in bacaklarımı okşamasından ötürü gerçekten de oldukça yukarı çıkmıştı. Normalde bu kısmı mazur görebilirdim çünkü ara sıra canım istediğinde bu kısalıkta şeyler giyiniyordum. Ama bu kısımda mazur görülemeyecek öyle bir ayrıntı vardı ki fark ettiğim anda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.

Ares'in bir eli eteğimin altından baldırlarıma hatta neredeyse kalçalarıma uzanıyordu!

"Ares elin eteğin içinde! Ay yok ben gelmiyorum! Bu ne? Bu ne! Plan iptal ben yokum!"

Ayılıp bayılma hareketleri yaparken gerçekten bayılsam mı diye de düşünmeden edemiyordum. Şu anda gerçekten fenalaşsam hiç absürt olmazdı. Daha canlı canlı karşılaşmadan nazarın üstüne bir de rezil rüsva olmuştuk iyi mi!

"Yavrum saçmalama istersen. Gerçekten takıla takıla buna mı takıldın? Sana bacakların komple açık diyorum!"

Ellerimle hızlı bir şekilde yellediğim yüzümü Ares'e çevirirken ona ters bir bakış attım. Asıl o gerçekten takıla takıla buna mı takılmıştı?

"Ya rezil olduk rezil sen hala mağarandan konuşuyorsun! Ver şu telefonu ne olmuş devamında bakacağım."

Hızlıca telefonu elime alarak mesajlara geri dönerken Ares'in az önce Tamer'in attığı fotoğrafa kaşla göz arasında yanıt verdiğini gördüm. Ares'in mesajını sonraya bırakarak hızlıca fotoğraf kısmına geri çıktım.

Bars: "Tamer problemli misin abiciğim? Attığın fotoğrafın özel hayat ihlali olduğunu ve bunun bir cezası olduğunu biliyorsundur umarım?"

Ne güzel konuşmuşsun Bars aferin! Tamer'i dava ederken ki avukatımı da buldum. Onu sürüm sürüm süründürecektim!

Sevcan Alaca: "Anneannem şu an tövbe-i istiğfar çekiyor. Ama kız güzel ben beğendim. Zaten sosyal medyadaki paylaşımlardan gördüğümde de beğenmiştim ama bu açıdan da ayrı bir beğendim. Yengenin vibe da pek ateşli!"

Serkan Alaca: "Saçma sapan konuşma abim! Terbiyesizliğin lüzumu yok."

"Vallahisi rezil rüsvalığı geçtik mahvolduk, kahrolduk!"

Tamay: "Hanımefendi çizgimi bozaraktan şey diyeceğim ikizim... Ares ağzına sıçacak."

Normalde konuşma burada sonlanmıştı. Tamer'den herhangi birine verilmiş bir yanıt yoktu ta ki Ares'e kadar. Az önce Ares'in fotoğrafa alıntı yaparak verdiği yanıta bir cevap vermişti Tamer, ben tam Ares'in yanıtını sesli bir biçimde okurken.

"Senin hayata bana kuzen olarak doğduğun devr-i devranın izzet-i ikramını sikeyim Tamer! Kendinle beraber o fotoğrafı hemen yok ediyorsun!"

İrileşmiş bakışlarımla Ares'e döndüm. Az önce seslice okuduğum kelimelerin Türkçe karşılığını düşünürken bir anlıkta olsa rezil oluşumuzu unutmuştum. Ares'ten böylesine edebi bir dil beklemiyordum. Genelde mağaraca falan küfür ederdi çünkü.

"Şair burada tam olarak ne demek istiyor?" dedim sorgu dolu bir ses tonuyla.

İki eliyle yüzünü sıvazlarken yarı uzandığı yatakta toparlandı. "Hiç iyi şeyler demiyor yavrum boş ver." Sıkıntılı bir soluk vererek elimden telefonu çekip aldı.

"Ay dur Tamer yanıt vermiş sana ona bakmadım."

Seri bir hareketle yataktan çıkarken telefonu çoktan komodinin üzerine bırakmıştı. İki eliyle koltuk altlarımdan tutarak beni de ayaklandırışına sorgusuz uyum sağlarken destek amaçlı ellerimi kollarına dolamıştım.

"Onu da boş ver. Gel hadi." diyerek beni hareketlendirmesiyle banyoya yönelen adımlarımıza baktım.

Banyoya gittiğimizi bile bile ona "Nereye?" derken aklımda çoktan birkaç ihtimal belirmişti. Karnımın alt kısımlarının uyuşup sızlamasına neden olan birkaç ihtimal.

"Kahrolmuş sevgilime biraz özel ilgi vereceğim ki üzüntüsünü unutsun ve ben yanındayken üzülmenin yanına yaklaşamayacağını hatırlasın."

Başı aşkın çektiği birçok güzel duygu içerisinde yüreğim mangal ateşinde tatlı tatlı eriyen bir marşmelov gibi erirken titrek bir iç çektim. Ares'in beni yönlendirmesine hiç şüphesiz teslim olurken benim on dakikacık ertelediğim duş işi de yalan olup gitmişti.

-BÖLÜM SONU-

Bölüm : 20.12.2024 22:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...