54. Bölüm

BÖLÜM 53

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Ben geldim! Yeni yılın ilk günü kutlu olsun! 2025 herkes için mucizelerle gelsin!!

İYİ OKUMALAR

Çoğu kişi yaptıkları araç yolculuklarında yaşadıkları mide bulantısı, kusma, baş dönmesi, rengin soluklaşması gibi nedenlerden ötürü seyahatlerini rezil bir şekilde sürdürüyor ve yolculuklarını bin bir zorlukla tamamlıyorlardı. Nöroloji uzmanı doktorların bu araç tutmaları hakkında yaptığı araştırmalar sonucu vardıkları kanı ise vücut denge sisteminin araba yolculukları esnasında beyne birbirinden uyumsuz, zıt sinyaller göndermesiydi.

Bu konu hakkında vardıkları kanı gibi birçok da çözüm önerileri vardı: Ağır ve baharatlı yiyeceklerden kaçınmak, savaş pilotu eğitiminde kullanılan egzersizlerden faydalanmak, şoförün yanındaki koltuğa oturmak ve göbek deliğinin çapraz şekilde iki yara bandıyla kapatmak gibi.

Normal yaşantımda da mustarip olduğum ama Trabzon'a özel apayrı bir boyuta çıkan mahvolduğum bu konu hakkında savaş pilotu eğitiminde kullanılan egzersizler dışında her şeyi denediğim ama elle tutulur bir sonuç alamadığım yolculuğun son dakikalarındaydık. Savaş pilotu eğitiminde kullanılan egzersizleri denemememin tek sebebi de onun ne olduğunu bilmememdi. Aslında Ares bunu öğrenirim bunu da deneyelim dese de onun daha fazla saçmalamasına izin vermemiştim. Zaten az önceki bilgilerin hepsini yolculuğa çıkmadan önce yaptığımız kahvaltı faslında çeşitli makaleler okuyarak kendisi öğrenmiş ve bana da öğretmeye çalışırken kahvaltı sofrasındaki tüm ev ahalisine de dolaylı yoldan öğretmişti.

Bana göre sorunsuz kapattığımız gecenin ardından -ki Ares bunu asla kabul etmiyordu- güne güzel bir başlangıç yapmış ve Trabzon'a özel yöresel bir kahvaltı yapmıştık. Her ne kadar kahvaltı faslımız makaleler ve bilimsel yazılarla geçmiş olsa da ben daha çok yemeğin tadını çıkarttığımdan bunlardan pek etkilenmemiştim.

Kahvaltı sonrası Sevcan ve Serkan'ın ısrarıyla akşamki cemiyete kadar bir şeyler yapma kararı almıştık ve bu şey Yeşilvadi'deki çay toplama festivaline gitmekti. Şimdiyse neredeyse festival alanına varmak üzereydik.

Dünün aksine bu seferki yolculuktan çok etkilenmesem de midem hiç bulanmamış değildi. Sanırım bunda göbek deliğimi yara bandıyla kapatan ve aracı ultra dikkatli kullanan Ares'in etkisi büyüktü. Kocamda kocamdı yani!

Zaten hali hazırda Ortahisar'da bulunan Üçpınar yaylasında olmamız ve buradan yine Ortahisar'da olan Yeşilvadi'ye geçmemiz çok sürmezken tüm rotalarımızın bir ilçede olması beni mutlu eden sayılı şeylerden biriydi.

Çay toplamak adına bilgilerim eksilerde yarışırken sadece ortama uyum sağlamak adına katıldığım bu etkinliğin asıl amacı Ares'le bir ilki daha gerçekleştirme isteğimdi. Belki birazda biz tam evden çıkmadan önce Hesibe'nin tekrardan soluğu Funduk anneannenin evinde almış olması da olabilirdi. Sadece birazcık!

"Ay ne iyi oldu Tamer'i Serkan'ların arabasına itelediğimiz değil mi?" diyen Tamay'la bakışlarımı yoldan çekerken yan tarafımda yamuk sırıtışıyla araba sürmesini devam eden Ares'i gördüm.

"Ayıp oldu gibi sanki." derken aklımda yolculuk için araçlara dağılım esnasında yaşanan anlar düştü. Ares'le Tamay bildiğin Tamer'i kovmuştu diğer araca.

"Ne ayıbı olacak az işine baksın pezevenk bizde biraz kafa dinleyelim." dedi Ares benimle aynı düşünmediğini büyük bir dürüstlükle ifade ederken.

Yolculuk için iki aracın fazlasıyla yeterli olacağına karar veren erkekler Ares'in aracı ve Serkan'ın aracı olmak üzere ikiye ayrılırken Tamay hızla sevgilisini de alıp bizim araca gelmiş ve bekarlar bir evliler bir araçlarda gitsin demişti. Evlilerden kastı sadece sevgili olan bizler olurken evli olmamamız dışında hiçbir sorun yoktu. Kaldı ki bunu sorun eden kimsede yoktu. Sanırım bu ayrıntıya da bir tek ben takılmıştım.

Tamer verilen bu kararla beş çocuğuyla ortada kalmış gibi bir ifadeyle bize bakarken sanırım onu on beş ayrı kişiyle aldatmışız gibi bir tavra bürünmüştü. Şahsen bana da böyle bir şey yapılsa bir ufak bende alınırdım ama Tamer dışında ne Serkan ne de Sevcan buna hiç alınmış gözükmemişti.

"Tamer üç ay konuşur bugünü. Biraz kafa dinleyelim derken yanlış mı yaptık acaba?" diyen Bars'a hak verircesine başımı salladım. İşin aslı benim de korktuğum buydu. Vallahisi Tamer İstanbul'a döndüğümüzde mahvedecekti bizi.

"Çalışmaktan nefes almaya vakit bulursa konuşur." Ares son derece iddialı bir cevap verirken sanırım onun planları çoktan hazırdı. Anladık en patron sensin!

Tamay'lar kendi arasında bu konu hakkında konuşmalarını sürdürürken ben herhangi bir yorumda bulunmadım. Zaten çok değil beş dakika içerisinde araç festival alanına ulaşmıştı.

Yan yana park edilen araçlarla birlikte dışarı çıkarken ilk işim temiz havayı derince içime çekmek olmuştu. Her ne kadar güneş tepede tüm ihtişamıyla parlıyor olsa da yükseltiden olsa gerek hava çok sıcak değildi ve bir tık da rüzgâr vardı.

Dünün aksine bugün boru paça yüksek bel lacivert jean pantolonla carmen yaka ince kumaşlı kısa kollu bordo badi giyinmiştim. Ayakkabı olarak da beyaz spor ayakkabı tercih ederken saçlarımı her zamankinin aksine kıskaçlı tokayla salaş bir şekilde toplamıştım. Bence oldukça spor ve güzeldim. Çay toplamak için çok uygun olmasa da hazırladığım valize göre en uygun parçalardan kombin yapmıştım. Buraya gelirken kimse bana çay toplayacağımızı söylememişti sonuçta ben ne yapabilirdim?

Her zamanki gibi soluğu direkt yanımda alan canım adamıma hızla sokulurken küçük bir kız çocuğu gibi nazlı ama huysuz bir edayla konuştum. "Yara bandı rahatsız ediyor, huylanıyorum!"

Tüm odağını üzerime çeviren sevgilim hızlıca olaya el atarken ben sadece hareketlerini izledim.

"Çıkartalım yavrum. Dönüş için başka yara bandı takarız." derken çoktan badimi kaldırarak göbek deliğimdeki yara bandını oldukça yumuşak ve yavaş hareketlerle çıkarttı. Tabi bunu yaparken tamamıyla önüme geçerek herkesin görüş açısını kapatmayı da unutmadı. Yara bandını çıkartıp badimi indirene kadar önümden hatta dibimden bir milim çekilmeyen mağaraların aranan ismi canım sevgilime yalnızca alttan bir bakış atmakla yetinirken çoktan bir araya toplanan ve kendi aralarında konuşan ekibe döndüm.

"Sanki çok uyumlu olmadım ben ya?" diyen Tamay'ın neyden bahsettiğini başta anlamazken çok değil birkaç saniye içerisinde kombininden söz ettiğini anladım. Onun her zamanki haline takılmazken benim aksime bu ortama daha uyumlu olan kombinine kısa bir bakışın ardından göz devirdim.

"Ben konuşmayayım istersen? Kimse bana çay toplayacaksın demediği için senin kadar bile hazırlıklı değilim."

Ares bir kolunu omzuma atarak beni iyice dibine çekerken "Yavrum farklılık olsun diye ucundan bir iki eller, aleti az inceler bırakırsın. Gerçekten koca tarlaların içerisine girip çay toplayacak halin yok herhalde." dedi.

"Ay ama öyle yapacağız." diyen Tamay'a ters bir bakış attı Ares.

"Bu kadar çok çalışmak istiyorsan İstanbul'da şirket seni bekler. Lavinia'yı buraya iş yapıp yorulsun diye getirmedim."

Bizim oralardaki bekar kadınların en gözde hayali iş yaptırmayan erkek sıfatına dolu dolu uyan sevgilime aşkla bir bakış attım. Böylesi koca herkese nasip olmazdı!

Kendini bildi bileli babasının evinde olsun evlendiğinde kocasının evinde olsun yedi yirmi dört her işi kendisi yapan annem bunu görse gözleri yaşarırdı. Çünkü öldüğünde bile bir erkeğin eşine gerçekten merhametle yaklaşıp ona kıyamayacağına asla inanmazdı. Bu inancında sanırım babamın ona hiç acımamasının payı büyüktü. Sonuçta bir katilin kurbanına acıdığı nerede görülmüştü?

Babama hiçbir açıdan benzemediği için Ares'e ömrümü hiç düşünmeden feda edebilir, kendimi sorgusuz sualsiz tamamıyla ona adayabilirdim.

"Arkadaşlar ben fena değilim de kocamda adam çıktı." demekten kendimi alıkoyamazken ses tonumu oldukça alaylı tutmuştum. Tabi bu sözleri söylerken Ares’in sırtına pat sesi eşliğinde iki kere vurmaktan da geri duramamıştım. Bu dediklerimde gerçekten ciddi olduğumu onlar bilmese de olurken şimdi aramızda yeni kuzenler varken görgüsüz görünmek istemiyordum.

"Ah ah! Nerede bize böyle adamlar denk gelecek acaba?" diyen Sevcan'a tüm bakışlar aynı anda döndü. Onun böylesine içten serzenişte bulunmasını asla beklemezken bir an üzüldüm. Gerçekten de herkese böylesi nasip olmuyordu.

"Hayırdır abim ne yapacaksın sen böyle adamları acaba?" Serkan anında olaya el atarken yaşı benden de küçük olan Sevcan'a sorgu dolu bir bakış atıyordu. Sanırım birazda ters bir yüz ifadesi vardı. Bir an için Ares'in ailesinin aslında o kadar da medeniyet dolu olmadığını bir kez daha idrak ederken hızla olaya dahil oldum ve Sevcan'ı topun ağzından almak adına konuştum.

"Hadi hadi lak lak yapmayı bırakında bir an önce akşam içilecek çayı toplayalım. Bu arada topladıklarımız bizde kalıyor değil mi? Öyle boş beleş çalışacak değiliz herhalde?"

Teşvikimle birlikte herkes harekete geçerken çay bahçelerinin girişine doğru yürümeye başladık. Ares omzumdaki kolunu sıklaştırarak beni iyice kendine çekerken bir an dudaklarını saçlarımın tepesinde hissettim.

"Yalnız yavrum çay öyle olmuyor." deyişindeki açık alayı sezmemek mümkün değilken çattığım kaşlarımla ona alttan bir bakış attım.

"Ne demek olmuyor? O çay bu çay değil mi?" derken aslında bilgi amaçlı sormamıştım bu soruyu. Elbetteki içilen o çayların bu bitkilerden olduğunu biliyordum. Cahil değildim ya genel kültür diye bir şey vardı!

"O çay bu çay ama öyle toplandığı gibi demleyemiyoruz maalesef. Biraz süre geçmesi lazım yenge. Çayın kendine özel kurutma aşamaları var." Serkan Ares'e bırakmadan hızlıca gerekli bilgilendirmeyi yaparken havadan sudan bahsedermiş gibi bir tarzda konuşmuştu.

Kaşlarım havalandı. "Topladıklarımız burada mı kalacak yani? E niye bin bir zahmetle topluyorum ben o zaman?"

"Görende on çuval çay toplayacak sanır! Kızım alt tarafı üstten iki üç yaprak koparacaksın, incilerin dökülmez ya!" Bakışlarımı hızla Tamer'e çevirdim. Benimle alay eden tavrına ters bir ifadeyle baktım.

Yengeyle dalga geçilmeyeceğini bir öğrenememişti bu çocuk!

"Sana ne belki toplayacağım!" derken bu dediğime en başta ben asla inanmazken işin aslı sadece inatlaşmak olsundu. Yenge değil miydim istediğimi yapardım. Bu gidişle zaten iki güne Funduk anneanne bizi gerçekten de evli çıkartacaktı buradan.

"Tüh! bilseydim tır falan ayarlardım yavrum baştan niye demiyorsun?"

Darbeyi hiç beklemediğim yerden yerken yüzümdeki hayal kırıklığını görmemek imkansızdı. Bakışlarımı ağır çekimde hemen dibimdeki adama çevirdim. Yüzündeki alaycı bir ifadeyle kıvrılmış olan dudaklar uzun zamandır aşinası olduğum bir şeydi tıpkı hiç beklemediğim bir anda gelen darbenin ondan gelmesi gibi.

Bu düşünceler yine birden aklıma nereden gelmişti bilmiyordum. Ares'i çoktan affetmiştim ama sanırım yaralar iyileşir, izler hep kalırdı. Bunu nasıl aşacağımı hala öğrenememiştim. Öğrenemediğim gibi tıpkı annemde ve babamda olduğu gibi Ares'de de olan biten şeyleri görmezden geliyor, onları yok sayarak gerçekten de yok olmalarını umuyordum. Bir gün biriken tüm bu şeylerin enkazında kalmak uzun süredir beni içte içe bitiren bir kaygıydı.

Korktuklarımın başıma gelmemesi için daha önce hiç etmediğim kadar tanrıya dua ediyordum.

"Geç dalganı sen geç! Bu gecede Tamer'le koyun koyuna uyuduğunda ben göreceğim seni."

Çay toplama alanının yeşillik kısmı görüş açımıza girdiğinde az önce Ares'in alayına gülen ekip benim konuşmamla birlikte Ares'in suratının aldığı ifadeyle daha çok gülmeye başladı.

"Öyle bir şey olmayacak! Zaten bu akşam cemiyet sonrası merkezdeki eve geçeceğiz. Dün o sedirlerde her yerim tutuldu anasını satayım!"

Bedenimi bir tık Ares'in sinesinden uzaklaştırırken nazlı bir edayla omzumu silktim. "Orasını ben bilemeyeceğim artık!"

Kendince yaptığı şakanın bir anda boka dönmesiyle Ares huysuzlaşırken ben onun bu hallerini görmezden gelerek çoktan çay toplama havasına giren ekibe katılmıştım.

Çayların bulunduğu bahçeye girmeden önce girişte gerekli ekipmanları alıp bilgilendirmeleri dinlerken bize yardımcı olmak adına yanımızda birinin olacağını öğrenmiştik. Bu iyi bir şeydi. Profesyonel bir yardım olası kazaları önleyebilirdi. Zaten Serkan ve Sevcan kardeşler kadar olmasa da Tamay'larda az buçuk olaya hakimdi. Bir tek ben oldukça yabancıydım.

Üstümüz batmasın diye verilen yöresel birkaç kıyafeti kendi kıyafetlerimin üstüne gelişi güzel giyinirken hevesle canım adamıma döndüm. Hemen az ilerimde Bars'la bir şeyler konuşuyordu ve inatla kendi üstüne bir şey giyinmemişti. Çaylığa inmek istemiyordu.

Hali hazırda bir gözü üstümde olan sevgilimle anında göz göze gelirken hoplaya zıplaya yanına gittim.

"Olmuş muyum olmuş muyum?" dedim harfleri uzatarak. Oldukça komik gözüktüğüme emindim çünkü Tamay oldukça komik gözüküyordu. Ama buna aldırış ettiğim pek söylenmezdi çünkü şu anda sadece işin eğlencesindeydim ve estetik kaygılardan oldukça uzaktım. Keyifli vakitler geçirmek tek önceliğimdi.

Parlayan bakışlarla beni uzun uzun süzen canım adamım sanki beni ilk defa görüyormuş gibi bir tavra bürünürken onun bu şapşal halini ellerimle mıncırasım gelmişti.

"Kırk yıllık Karadeniz kızı gibi olmuşsun yavrum o kadar iyi. Hiç sırıtmamışsın." Yarım gülüşle sarf ettiği sözlerinde sondaki alayı görmemek için aptal olmak gerekirken ona yalandan gözlerimi devirdim.

"Ha ha çok komiksin! Ayrıca ne bu tavırlar hayırdır kırk yıllık Karadeniz kızlarını pek iyi biliyorsun sanırım? Mesela Hesibe? Onu da bu kadar iyi biliyor musun?"

Konuyu bağladığım nokta dün akşamdan beri bana içten içe huzursuzluk veren karın ağrım olurken işin aslında çenemi daha fazla tutamamıştım. Ne demekti Ares'e evlenme teklifi etmek ya! Hangi delikanlı bunu hazmedebilirdi?

"Ne alaka yavrum o da nereden çıktı şimdi?" Konuşmasıyla eş zamanlı elleri belime sarılırken beni iyice yamacına çekti. O sırada Bars sessiz sedasız yanımızdan ayrılarak diğerlerinin yanına gitti. Anlamıştı ki mevzu derindi.

Herhangi bir huzursuzlukta ya da kavgaya dönüşebilecek konularda tensel temassız yapamayan ve beni iyice dibine çeken canım adamımın bu halleri onu tekrar bırakıp gitmeyeyim diyeydi. Çünkü biliyordu ki artık en ufak bir şeye bile tahammülüm yoktu. Ve yine çok iyi biliyordu ki ben kendimi ait hissetmediğim, beni yaralayan her yerden her şeyi ardımda bırakarak giderdim. Daha önce yaşadığımız olaylardan da tecrübeyle sabit bilgisi vardı ve o anların onda bıraktığı etkiyi gözlerine baktığımda çok net görebiliyordum.

"Sürpriz yumurtadan çıktı canım! Nereden çıkmış olabilir acaba sana edilen evlilik tekliflerinden çıkmış olabilir mi?"

Bazı bilgilere hâkim olduğumu anladığı anda tüm bunları nereden öğrendiğimi bile sorgulamadan başımı göğsüne doğru çekti. O da çok iyi biliyordu ki bendeki bu şansla ben yanlışlıkla devlet sırlarını bile öğrenebilirdim. "Yok çıkmamıştır yavrum. Ayrıca ben teklif falan bilmiyorum, hiçbir şeyden haberim yok ve senin canını sıkacak konularla da hiç ilgilenmiyorum. Bence sende ilgilenme hatta sen sadece benimle ilgilen."

Saçlarımın tepesine konulan öpücüklerle birlikte kulağıma dolan telkin edici sözler anlık yüklenen öfkemi bertaraf ederken başımı geriye yatırarak çenemi göğsüne yasladım.

"Eğer ki o kızı senin yakınında göreyim hele ki bir daha beni görmezden gelip sana gözünün ucuyla baksın sen asıl o zaman gör ne nereden çıkmış kim nereye girmiş!"

Elbetteki üstü kapalı son derece kibar bir üslupla ufak bir uyarıda bulunmayı atlamazken hızlıca bulunduğum kollar arasından sıyrıldım. Doğruca Tamay'ların yanına doğru giderken Ares'e gözüm üzerinde anlamında bir el işareti yaptım.

Arkamdan gelen erkeksi gülüşünü görmezden gelerek hızlıca yıllardır çay topluyormuşum havalarına girdim ve herkesle birlikte çayların arasına karıştım.

Belimi geçen sığ otlar beni bir tık şoka soksa da dışarıya hiçbir şey yansıtmamaya çalıştım. Ben hiç böyle bir bitki beklemezken çaylar arasında ilerlemekte herkese nazaran iki üç tık daha fazla zorlanıyordum.

"Kizum haburaya gelesun da ne edesun ha orda?"

Bizim ekibe eşlik eden profesyonel kişi Yaşar adında bir amca olurken onun tüm alanı inletircesine konuşması etraftaki birkaç gözün üstüme çevrilmesine yol açtı. Herkes sanki sahil kenarında yürüyormuşçasına rahatlıkla ilerlediğinden ben oldukça geride kalmıştım.

"Nasıl geleceğim ben oraya ya?" derken dakika bir gol bir ben isyan etmeye başlamıştım. Çay bahçesi diyorlardı ama kimse parantez içinde koskocaman eğilimli bir tarla diye not düşmemişti. Şu an ayağım bir kaysa on saniye içerisinde beni on dönümlük arazinin en sonundaki dereden alırlardı. Artık beni bulduklarında da ne derece hayati fonksiyonlara sahip olurdum orası da muallaktı!

"Bizum gibi ayağun ilen gelecesun başka nasil gelecesun!" Yediğim azarla bir an neye uğradığımı şaşırırken etrafın kalabalık olmasından sebep herhangi bir karşılık vermedim. Büyük bir mücadeleyle iki dakika içerisinde Tamay'ların yanına ulaşırken ben çoktan nefes nefese bir haldeydim. Şimdiden yorulmuştum. Şirkette tüm gün topuklularla bir o yana bir bu yana koşturduğumda bu kadar yorulmuyordum. Bu nasıl işti canım!

"Normalde habunlarun birincil kalite olmasi içun elle toplayacasun ama pok yiyenin uşaklaru olmuş iyice ahirda yatan dana. Her şeyun çikardilar bir robotuni. Habunun da vardur bir elekturuklisi ama oni size verecek değilum o yüzden siz habunla ellen toplayacasunuz aha da böyle."

Son derece nezih ve kültürel bilgiler içeren açıklamayı dumura uğramış bir ifadeyle dinlerken ben dışında kimsenin böylesine tepkiler vermediğini gördüm. Ya tamam anladık alışkınsınız da böylesine mi alışkınsınız kardeşim! Bu nasıl bir aktivite?

"Ay böyle kullanılıyordu unutmamışım değil mi Yaşar amca?" diyen Tamay'ın elindeki aleti tutuşuna baktım. Gayet düzgün tutuyordu. Daha önce bunu yaptığı belliydi.

"Aynen aynen öyledur."

Yaşar amca birkaç kültürel bilgilendirmenin ardından herkesi kendi haline bırakırken sadece yanımızda öylesine dikilmeye başladı. Tabi sık sık yapılan işlere laf atmadan da eksik kalmadı. Tamay ve Bars cilveleşe oynaşa çay toplarken Serkan, Sevcan ve Tamer'de kendi aralarında sohbet ede ede bir şeyler yapıyorlardı.

Bakışlarım istemsizce arkamda kalan canım adamıma giderken onu bizim baya tepemizde çaylığın hemen dışında gördüm. Bir elinde sigara bir elinde telefon öylece dikiliyor ve arada kaçamak bakışlarla bu tarafa bakıyordu. Eğimli araziden dolayı ben baya aşağılarda kalırken ne ara buraya kadar indiğimizi anlayamadım.

Yaşar amca bir öyle iki şöyle derken bizi tarlanın neredeyse en içine sokmuştu. Belimin etrafında bedenimi sıkı sıkı saran otlar gittikçe huylanmamı sağlarken onları görmezden gelmeye çalıştım. Sanırım bir tık geç olmuştu ama bu aktivitenin hiç bana göre olmadığını anlamıştım. Bunu sığ çaylıkların dibinde gezinen ve beni yemek için sinsice an kollayan dev anakondanın gerçek olmadığına kendimi ikna etmeye çalışırken anlamasaydım daha iyi olurdu tabi ama iş işten çoktan geçmişti.

Olası bir anakonda saldırısında Ares'in yanıma ne kadar sürede ulaşabileceğini hesaplamaya çalışırken henüz bir yaprak bile çay toplamamıştım. Ayıp olmasın diye elimle birkaç yaprağı koparıp koluma taktığım sepetin içine atarken diğerlerinden ayrılmış, yanımdan dalgın bir biçimde çay toplayarak geçen Tamer'i gördüm. Yaptığı işe odaklanmış ve etrafından bir haber gözüken adama tuhaf bakışlar atarken onun daha önce şirkette bile hiç böyle odaklı çalıştığını görmemiştim.

"Şapkadan başka bir şey kafama takmicağum. Bok yiyen bu dünyayi ben mi kurtaracağum." Son derece kötü şivesiyle mırıldandığı sözler bir an için sesli bir biçimde gülmemi sağlarken onun bu şapşal hallerine kayıtsız kalmam mümkün değildi. Kendi halinde takıla takıla benden uzaklaşan adamla bende önüme dönerken Tamay'ların gittikçe benden uzaklaştığını fark ettim.

Herkese ne oluyordu yahu buraya gelince unutmuşlardı beni! Ne çay toplama aşkları tutmuştu böyle?

Her ne kadar sığ otlar yüzünden ayaklarımı göremesem de sanki bastığım yeri görebilirmişim gibi başımı yere eğerek ilerlemeye çalıştım. "Gerçekten çok ayıp ama ya! Beni neden unutuyorsunuz? Hani beraberdik hani birlikte aktivite yapacaktık?"

Zaten en başta Ares'te satmıştı beni! Yahu madem çay toplamayacaksın be adam neden tamam dedin bu plana? Başka bir şey önerseydin de hep beraber onu yapsaydık ya!

Ne zaman ve nasıl yaptığımı anlayamadığım bir biçimde yanlışlıkla tarlanın iyice dik bir kısmına geldiğimi ayağımı yere basmamla anlarken kayan ayağımı yere daha çok bastırmaya çalıştım. Ama iş işten çoktan geçmiş olurken sesli bir çığlık eşliğinde geriye doğru devrilen bedenim az daha sığ otların dibini görecekti eğer ki belime sarılan kollar olmasaydı.

"Ay!"

Refleks ve çokça korku halinde elimdeki eşyaları farkında olmadan bir yerlere fırlatıp belime sarılan kollara sıkıca tutunurken adrenalinden nefes alışverişlerim sıklaştı. Eğer ki sırt üstü yere düşseydim bu sığ otların dibinde kimse beni bulamazdı hoş eğimli arazi nedeniyle bende pek düştüğüm yerde kalamazdım. Kim bilir nereye yuvarlanırdım.

"İyi misun?"

Ellerimin altındaki tanıdık olmayan kollar, sırtımda hissettiğim yine tanıdık olmayan beden ve yine hiç mi hiç tanıdık olmayan sesle kendime gelirken hızlıca bedenimi ileri doğru attım. Yere olabildiğince sağlam basmaya çalışarak otların izin verdiği ölçüde birkaç adım kenara giderken arkamı döndüm.

Karşımda gördüğüm kumral adamı gerçekten tanımadığımı bu kez de gözlerimle görürken bakışlarımı utançla kaçırdım. Bir elin adamına rezil olmadığım kalmıştı o da tam olmuştu.

"İyiyim, teşekkür ederim. Kusura bakmayın benim bir anda ayağım kaydı dengemi sağlayamadım."

Üzerindeki kıyafetlerden burada çalıştığı belli olan genç adam hemen hemen Ares'le yaşıt dururken üzerime diktiği bakışlarla uzun uzun bana bakıyordu.

"Oni anladum burali değilsun belli. Pek yabani durursun buralarda."

Kaşlarım çatılırken karşımdaki adama ters bir bakış attım. Dünden beri yüz kişi aynı şeyi deyip deyip durmuştu. Anladık canım buraya ait değiliz! Tamam! En farklı insan benim en yabancısı benim okey!

Karadenizlilerin bu anlamsız ötekileştirme huylarına karşı büyük bir zıtlık kaparken etrafa fırlattığım sepetle çay toplama aletini aradım. Emanet mallardı onları bulmam lazımdı.

"Evet buralı değilim." diyerek yarım ağız konuşmayla karşımdaki adamı geçiştirirken az ileride gördüğüm sepeti almaya gittim. Zar zor beş adım atarak sepete ulaştığımda arkamda bıraktığım adamında benimle geldiğini fark ettim.

"Tatile mi geldun?"

Ay yok yüz görümlülüğüne geldim. Canım adamımın baldan tatlı canım akrabalarına şöyle bir görüneyim de gelinlerini bilsinler dedim!

Neredeyse dibimde dikilen adama kaçamak bir bakış atarken ters bir ifadeyle bakmamak için kendimi zor tuttum. Elime aldığım sepeti tekrardan koluma takarken içerisine atmış olduğum üç beş yaprağında fırlatmanın etkisinde kaybolduğunu gördüm. Moralim iyice bozulurken içten içe oflayarak çay kesme aletini aradım. Görünürde gözükmüyordu.

"Yok bir cemiyetimiz vardı onun için."

Birazdan kimlik numaramı da soracağını düşündüğüm adamdan uzaklaşarak daha doğrusu bunun için üstün bir mücadele içerisine girerek çay kesme aletini aramaya devam ettim. Yer yarıldı da içine mi girmişti bu alet?

"Nereye kayboldu ya?" diyerek kısık sesli söylenirken gür çaylara tutuna tutuna ilerlemeye çalıştım. Sadece yeşillikten oluşan otlara uzun uzun bakmak gözlerimin sulanmasına neden olurken ben bir türlü aleti göremiyordum.

"Akrabalarun mu vardur burada?" Israrla peşimden gelen adama bir an için 'Sana ne be adam sana ne!' diye çemkirsem ne olur acaba diye düşünürken her zaman kurtarıcım olan o sesi duydum.

"Evet, kocası buralı." Normalde sevineceğim ses şu anda beni bir muallaka sürüklerken hızla arkamı döndüm. Elinde deminden beri aradığım aletle buraya doğru gelen Ares korkutucu bir biçimde sakin gözükürken onun da diğer herkes gibi burada çok rahat yürüdüğünü gördüm.

Gerçekten tek problem bende miydi?

Yalandan bir sevinçle Ares'e doğru atılırken ben henüz ikinci adımımı atamadan canım adamım çoktan soluğu yanımda almıştı. "A sevgilim bende bunu arıyordum sen nereden buldun?"

Konuşmamla bana kısık bir bakış atan Ares yüzündeki o ciddi ifadeden ödün vermedi. "Ben bulurum sevgilim. Sonuçta arayan mevlasını da buluyor belasını da."

İyi söylüyordun güzel söylüyordun sevgilim ama son sözlerini hala daha karşımızda duran adama bakarak söylemeseydin daha iyi gibiydi sanki!

*** 

"Trabzon pidesiyle turşular güzeldi de o son laz böreğini yemeyecektim ya. Yara bandı da işe yaramıyor!"

Huzursuzluğun saltanat kurduğu mideme elimi daha çok bastırırken Ares'in bana endişeli bir bakış attığını gördüm.

Az daha neredeyse olaylı bitecek olan çay toplayamama faslından sonra biraz daha çay bahçesinde takılmıştık. Ares'le bol bol fotoğraflar çekilmiş ve oldukça komik olduğunu düşündüğüm videolar kayda almıştım. Kendime zorla birincil kalite çay hediye ettirmiş ve bununla da pek bir keyiflenmiştim.

Ares'e durmadan bu çayla eve döndüğümüzde evimizde nasıl keyifler yapacağımızı anlatıp dururken sanki bu çaydan önce evimizde hiç keyif yapmamışız gibi tavırlara bürünmekten de kendimi alıkoyamamıştım.

Bir süre sonra herkesin bir araya toplanmasıyla da tüm Karadeniz’i ayaklarımız altına serecek bir mekâna gitmiş ve doyasıya yemekler yiyerek buranın yöresel yemekleri arasında kendimizi kaybetmiştik. Dünden beri sanki Funduk anneannede hiç yöresel yemekler yememiş gibi böyle bir şey yapmamızı kendi aramızda bir sır olarak tutmaya karar verirken de artık eve dönmek üzere yola çıkmıştık.

Bir an önce akşamki cemiyet için hazırlanmalıydık. Neredeyse akşam olmak üzereydi zaten ve gelen aramalara da bakılırsa evde bizi bekleyen büyüklerde gittikçe huysuzlaşmıştı.

"Biraz daha dayanamaz mısın eve çok az kaldı yavrum?"

Olabildiğince yerimde kıpırdamamaya çalışarak Ares'i bir mırıltıyı andıran sesimle yanıtladım. "Dayanırım sanırım."

Sol eli direksiyonda sağ eli benim elimle birlikte karnımda olan canım adamım bana son bir bakış atarak tüm dikkatini tekrardan yola verirken arka taraftan öne doğru bir baş uzandı.

"Ay bende buraya geldiğimden beri tüm diyeti, detoksu bozdum ya! İstanbul'a döndüğümüzde beni sıkı bir eziyet bekliyor. Sende bu yolda bana eşlik etmek ister misin Lavkuşum?"

Tam dudaklarımı aralayıp Tamay'a benim böyle işlerle ne işim olacağını söyleyecekken benden önce davranan Ares keskin bir ses tonuyla konuştu.

"İstemez. Zaten bir deri iki kemikten oluşuyor ne diyeti ne detoksu?" Sesindeki taviz vermeyen ton her şeyi fazlasıyla açıklarken bu tavrı aylardır bir türlü artmayan kiloma takıklığını da gözler önüne seriyordu.

Bu adamda hiç şükretmiyordu canım! İnsan bir ne güzel sıfır beden manken gibi sevgilim var, az yiyor çok masraf çıkartmıyor mis gibi ekonomik ekonomik takılıyoruz derdi de bir şükrederdi!

"Benim kilomda ne alınacak ne de verilecek bir şey yok lütfen beni bir salın!"

Midem zaten ağzımda cirit atarken bir de herhangi bir tartışmaya giremeyeceğimden verdiğim cevaptan sonraki aldığım karşılıkları sadece birkaç minikle geçiştirdim. Gerçekten salça zamanı kaynatılan kazanlar gibi kaynıyordu midem. Ne biçim yolları vardı buranın? Her yerde koca koca dağlar ve dağlara çıkan bozuk bozuk yollar vardı. Benim gibi yol tutan birisine tam bir eziyetti.

Daha önce hiçbir yolculuğumda böyle şeyler yaşamamıştım ama bu sanırım daha önce hiç böylesine coğrafyalara gelmediğimdendi. Ve yine sanırım ki bir daha da zor gelirdim.

Ares'in dikkatle kullandığı ve bazı yerlerde bir kağnıyla yarışacak hızda gittiği araç on dakikanın sonunda Funduk anneannenin yayla evinin önünde durduğunda hemen kendimi dışarı attım.

"Ay yok İstanbul'a dönene kadar bir daha ben bu yayladan çıkmam. Akşam istiyorsanız hepiniz gidin şehirdeki eve ama ben Funduk anneanneyle kucak kucağa yatmayı tercih ediyorum." Aldığım derin derin nefeslerin mucizevi bir şekilde hemen etki etmesini acınası bir yüzsüzlükle beklerken iki elimi de sıkı sıkıya karnıma yaslamıştım.

"Saçmalama istersen yavrum bu dediğinin ihtimal dahili bile yok. Unut onu!" Ares her zamanki gibi soluğu direkt yanımda alırken ona sadece ben anlamam dercesine bir hareket yaparak Sevcanların peşinden takılarak eve yöneldim.

Biz daha eve varamadan kapı Hesibe tarafından açılırken bir an gelişimizi tüm gün kapı deliğinden bakarak beklediğini düşündüm. Yapar mı yapardı bu kız. Sezmiştim onda bu ruh hastalığını.

Hemen arkamda olan Ares'in elini sıkıca kavrarken bu tavrımı yalnızca Tamay görmüş ve ne anlama geldiğini anlamıştı. Savaş çanları çalıyordu ve kazananın en başından beri kim olduğu herkes tarafından çok iyi biliniyordu. Kazanan tabi ki bendim!

"Sizde bir gittinuz gelemedunuz." diyen Hesibe oyulasını bakışlarını kaçamak bir şekilde Ares'in üstüne çevirip dururken onun kapı ağzındaki gereksiz ev sahibi havalarını Sevcan tek cümlesiyle dağıttı.

"Bu seni ne kadar ilgilendiriyor çekil bir şuradan ya."

Gözlerimin önünde an be an bozaran suratla gür bir kahkaha atmak istesem de kendimi tuttum. Bedenim gülmemek için kasılırken Ares'in boştaki elinin belime dolandığını hissettim.

"Güleceksen gül yavrum sana her şey serbest."

Aşktan eriyip bitmek gerçek olsaydı tam şu anda bana olacak olan tek şey bu olurdu. "Ya vallahisi mi?"

Kapının tam ağzına geldiğimizde herkes çoktan içeri girmiş olurken geride bir tek bizimle Hesibe kalmıştı. Onun varlığının anı bozmasına izin vermeyerek yalnızca Ares'e odaklanırken canım adamım tek dizi üzerinde yere çökerek ilk benim ayakkabılarımı sonrasında kendi ayakkabılarını çıkarttı. Tekrardan olduğu yerde dikildiğinde dip dibe evden içeri adımımızı atarken az önce ayakkabıları çıkartmak için ayırdığı ellerimizi yine birleştirdi.

"Vallaha yavrum." sözleriyle eş zamanda anlıma bir öpücük kondururken onun tüm bu tavırlarının sırf ben kendimi daha iyi hissedeyim ve kafamda saçma sapan şeyler kurmayayım diye olduğunu biliyordum. Bir de kendince herkese yerini bildiriyordu ve bunu karşısındaki kişi bir kadın olduğu için olabildiğince yumuşak ve herhangi bir muhataplığa girmeden yapıyordu.

Bende onun bu haline uyum sağladım ve Hesibe'yi görmezden gelerek hızlıca Ares'in dudaklarına minik bir öpücük kondurdum. Tamam uyumu biraz abartmış olabilirdim ama bu pek umurumda değildi. Yanağından da öpebilirdim ama hazır rahatça kudurtma imkânı elde etmişken bu fırsatı geri tepemezdim.

Ares aklımda dolanan hinliklerden haberdar bir şekilde bana sadece başını onaylamazca salladı ama bunu yaparken de otuz iki diş sırıtıyordu. Ona şirin olduğumu düşündüğüm bir gülüş sunarken buraya geldiğimizden beri Tamer'in görevini büyük bir gönüllükle üstlenen Funduk anneannenin gür sesi yankılandı evin içinde.

"E gı götlen don nerededur? Yoksam çaylukta kayup mu ettunuz?"

*** 

Ares'in derin bir nefes aldığı, Funduk anneannenin içten bir tövbe-i istiğfar çektiği ve Tamay'ınsa gür bir ıslık çaldığı kombinimin son parçası olan topuklu ayakkabılarımı da giyindikten sonra oturduğum yerden ayaklandım.

Yayla meydanında akşam saatlerinde olacak bir cemiyet için fazlasıyla üşüyeceğim bir kombin yaparken tek güvencem hemen yanımdaki canım adamımdı.

(Lavinia'nın kıyafeti.)

Esmer tenimde parlayan yeşilin güzel bir tonu olan tek askılı bedenimi ikinci bir deri gibi saran üstümü pek severek giyinmiştim. Altıma da yine tıpkı üstüm gibi dar olan yüksek bel maxi boy siyah bir etek giyinirken dizlerimin iki karış üstünde biten yırtmacına da âşık olmadan edememiştim. Siyah bir çanta ve bilekten bağlamalı ince şeritli siyah topuklularımla kombinim gerçekten de oldukça şık duruyordu.

Tamay'a nazaran her zamanki gibi ben bir tık daha usturuplu giyinirken Funduk anneanneye göre ikimizde çıplaktık. Kendi kızları ve torunu bize göre oldukça kapalı giyindiğinden onlara herhangi bir lafı yoktu ama Tamay'la biz her zamanki gibi yine göze batmıştık. Açıkçası bu çok da umursadığımız bir durum olmamıştı çünkü herkesin giyim zevki bir olacak diye bir şey yoktu. Funduk anneanne beğenmiyorsa yırtmaçlı etek giyinmezdi ve olur biterdi.

Gelişine saldığım saçlarım ve birkaç ürünle yaptığım makyajımla bence böyle bir etkinliğe fazla bileydim. Bir kere kombinim tek başına bile yeterdi.

Ares beni hazırlandıktan sonra gördüğünde sadece her zamanki ılıman tonlamasıyla üstümü değiştirmek isteyip istemeyeceğimi sordu ve aldığı yanıtta bu soruyu her sorduğu zamanda aldığıyla aynıydı. Hayır.

"Siz geldinuz zate geç yemedunuz hiç bişe. Bişeler yiyin de öyle çıkalum." dedi Funduk anneanne tam cemiyete gitmek üzere teker teker evden çıkan kalabalık arasındaki bize doğru.

Dün akşam yatmak üzere dağılan kalabalık bu sabah yine aynı kadro toplandığından yine oldukça kalabalıktık ve cemiyete kavimler göçünü aratmayan bir yoğunlukta yürüyerek gidecektik. Çünkü dediklerine göre yayla meydanı Funduk anneannenin evine beş dakika yürüme mesafesindeydi.

“Yok anneanne biz tokuz çıkalım artık.” diyen Ares’in tek derdi şu cemiyete erkenden gidip erkenden dönmekti. Onun planlarına göre bu gece kesin merkezdeki eve dönecektik.

“Nasil ya? Ben sabahtan beru bir sürü yemek ettum da yiyecesunuz diye!” Gereksiz abartı tepkisiyle yıkılmış bir ifadeyle konuşan Hesibe’ye ters bakışlarla döndüm.

“Ares’in ısrarla benimle gezmek istediği yerler olunca onu kıramadım mecbur dışarda yemek durumunda kaldık. Nasip kısmet değilmiş canım ne yaparsın!” Fazla imalı çıkan ses tonuma mâni olamazken nispet yaparcasına sarf ettiğim sözlerden gram pişmanlık duymadım. Bu kız artık yerini öğrense iyi olurdu yoksa ben bir çarpacaktım çakıllı toprağa yapıştığında güzelce öğrenmek zorunda kalacaktı.

Hayır elimden geldiğince çirkef kişiliğimi tutmaya çalışıyordum ama bendeki de candı canım! Ne kadar sabredebilirdim?

“Eyu aklinuz yetmuş da etmişsunuz bişe. Sankim yoktur evde yemek.” Funduk anneanne suratını eğerek sarf ettiği memnuniyetsiz sözlerinden sonra evin kapısını kilitleyerek en önde yollara düştü.

Yollar her ne kadar seçtiğim topuklulara pek uygun olmasa da çok da kötü değildi. En azından taşlıda olsa kuru topraktı. Ya çamur olsaydı. Mahvolurdum.

Kavimler göçü grubumuzun en yaşlısı ve ev sahibesi olarak Funduk anneanne önderliğinde beş dakika bile sürmeyen sessizlik içerisindeki yürüyüşten sonra yayla meydanı dedikleri ama aslında çok da büyük olmayan açık bir düzlüğe gelmiştik.

Etrafta birçok süslenmiş masa ve sandalyeler dağınık bir biçimde konumlandırılmış haldeyken bizden önce gelen diğer davetliler çoktan halaya durmuşlardı.

Gelin ve damadın altınlarıyla birlikte gelin masasında oturduğunu gördüğümde birçok şeyi kaçırdığımızı anlamam hiç de zor olmamıştı. Sanırım bir tık geç kalmıştık.

Düğün alanına girdiğimiz andan itibaren kalabalık oluşumuzdan kaynaklı dikkatleri direkt üzerimize çekerken bakışların büyük çoğunluğunun Sancaktarlarda olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Ve doğal olarak Ares’in sıkı sıkıya tuttuğu elimden kaynaklıda bende bu bakışlardan nasibimi fazlaca alıyordum.

Selamlar Trabzon ahalisi istenmeyen gelininiz geldi!

“Herkes hep böyle dik dik bakacak mı bize?” Ares’e yaklaşarak sarf ettiğim sözleri hemen ardımızdaki Tamay’lar da duydu.

Ares gerginliğimin farkında olarak elimi dahası mümkünmüş gibi iyice sıkı tutarken telkin edici bir tonda konuştu.

“Bir süredir gelmedik hiç buralara ondan böyleler. Birazdan herkes çeker bakışlarını. Sorun yok yavrum zaten çok durmayacağız.”

Anladım dercesine başımı aşağı yukarı sallarken belimde hissettiğim dürtüklenmeyle hemen arkamdaki Tamay’a döndüm.

“Az relax ol kuşum. İstanbul’da nasılsak yine öyleymiş gibi düşün. Her yerde ünlü olan bir aileyiz ne yaparsın kaderimiz böyle.”

Son cümlesindeki ironi ve iğnelemeyi algılamamak mümkün değilken en önde ilerleyen ve karşılarına çıkan herkesle selamlaşan büyüklerin sonunda boş bir masanın çevresine doluşmasıyla bizde hemen bulduğumuz yere oturduk.

Masalar her ne kadar büyük olsa da bizim kalabalıklığı kaldıramadığından ikiye bölünen kavimler göçü grubunun en talihsiz kısmına düştüğümü hemen karşımda oturan Funduk anneanneyle göz göze gelince anladım.

Dibimde oturan Ares’in dizine yasladığı ve üzerine kendi iri elini koyduğu ellerimize tuhaf bakışlar atıp önüne dönen kadınla elimi kendi kucağıma çekmek istesem de buna izin vermeyen canım adamımla olduğum halde kaldım.

“Aklından bile geçirme. Herkes yerini bilsin.”

Yüzüme gelen saçlarımı boştaki elimle geriye ittirirken ağzımın içerisinde homurdandım. “Tabi canım aynen! İstersen bunu gel bir de pek sevgili ailene söyle!”

Kulağımın hemen ardında hissettiğim sıcak nefesle ne yapıyor bu adam diyemeden boynuma konan öpücük ve hemen ardından söylenen sözlerle infilak oldum.

“Öyle yaptım zaten. Sana dedim.”

Günden güne aştığı her bir duvarımla kendimi iyice savunmasız hissetmeden edemezken aklımda tek bir soru dolaşıyordu. Daha ne kadar âşık olabilirim?

İçimde en derinlerimde hissettiğim duyguların yoğunluğunu anlatacak kelime dağarcığına sahip değildim. Hoş sahip olsam da işin aslında ben duygularını bu kadar açık ifade edebilen birisi değildim.

Ares’ten sonra her ne kadar bende gözle görülür büyük değişimler olsa da farkındaydım ki ben aslında hep bendim. En içimde dizlerini karnına doğru çekerek oturan ben, tüm gerçekliğiyle bana bakıyordu. Gerçekliğim özümde saklıydı ve o kişi her ne kadar içinde oldukça duygusal birisi olsa da dışarı taş duvardı.

“E ben derim hazir buralara kadar gelmişken edelum habunlari da kari koca. Hoş bunlar olmuş zate kari koca da neyse. Daha da günah yazilmasun yazuktur bi büyüğü de yol göstermemiştur.”

Funduk anneannenin hiç beklenmedik bir anda hali hazırda masada konuşulan bu senenin çay hasadının konusunun üzerine söylediği laflarla ben dahil herkes bir an duraksadı. O Demiröz’e mi laf sokuyordu? Çay hasadıyla söylediği sözler arasında bir bağlantı ararken hiçbir sonuca varamadım.

“Anneanne!” Sevcan’ın şokla sarf ettiği uyarısıyla bize kaçamak bir bakış attığını gördüğümde kafama dank etti. Söylenilen sözler bizeydi.

“Ne nene?” Sevcan’ın irileşmiş gözlerine ters bakışlar atan yaşlı kadınla bu sefer sertçe elimi Ares’i elinden çekerken bedenimi istemsizce bir tık ondan uzaklaştırdım.

“Ayıp anne!” diyerek Sevda Abla’da olaya dahil olurken Funduk anneanne kimseyi takmayarak bize kırıştırdığı suratıyla yandan bir bakış attı.

“Ne dedim? Demişim sanki bişe! Büyükleri olarak yol gösterelum yaziktur günahtur dedum.”

Her yerde dönüp dolaşıp konunun nasıl benim evliliğime geldiğini asla anlamazken son zamanlarda üzerimde bu konuda çokça baskı hissetmeye başlamıştım.

İnsanlardan korkularımı anlamalarını beklemiyordum ama biraz saygı gösterseler olmaz mıydı? Birisi de çıkıp o böyle yapıyor ama bir bildiği vardır da böyle yapıyordur demiyordu.

“Benim bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor da müsaadenizle.”

Yalan olduğu bariz birkaç sözle masadan uzaklaşırken oldukça ani hareket etmiştim. Kimsenin bir kelam etmesine izin vermeden hızla kalabalıklar arasına karışırken derin derin nefesler almaya çalıştım.

Güneş yerini aya bırakalı henüz yarım saat kadar olurken dağın tepesinde olmamızın getirisiyle ve etrafta elektrik direklerinin seyrekliğinden ortam oldukça karanlıktı. Her ne kadar düğün alanı birçok ışıklarla donatılmış olsa da ben biraz rahatça soluklanabilmek için kenar köşede bir yere geçtim.

Durduğum yerde ne düğün alanının dışındaydım ne de içerisinde. Göze çok çarpmayacak ama başıma bir şey gelecek olursa da herkesin beni rahatlıkla görebileceği bir yerde yalnızca birkaç dakika daralmış ruhumu toplamak istemiştim. Hem son ses çalan horon sesi de her an başımı ağrıtacak gibiydi.

Büyük lansmanın ardından bir anda ailenin oldukça geniş versiyonunun içerisine girmem, yollarda oldukça yıpranmam, fiziksel yorgunluğum, hâlâ daha toparlanamamış ruhum, her zaman aklımın bir köşesinde var olan kendi ailevi sorunlarım, aylardır gidemediğim annemin mezarı, zihnimin arka planında her zaman açık olan Kubat meselesi, Ares’in evlilik konusundaki tavırları ve daha birçok şey… Sanırım korktuğum şey başıma geliyordu. Burasıda bana fazla gelmeye başlamıştı.

Başta her şey Ares sayesinde oldukça kolay olsa da artık burada gittikçe zorlandığımı hissediyordum. Hoş Ares sayesinde hâlâ daha birçok şey oldukça kolaydı ama bahsettiğim şey onlar değildi.

Bir şeyler sanki olması gerektiği gibi değildi.

“Sanırım sizde pek düğün sevmiyorsunuz?”

Sağ tarafımdan gelen yabancı sesle irkilmeden edemezken hızla o tarafa doğru döndüm. Çok değil benden beş altı adım uzaklıktaki adama kıstığım bakışlarımla attığım dikkatli bakışların beşinci saniyesinde onu daha önce hiç görmediğime emin oldum. Hemen hemen Ares’le yaşıtmış gibi duran adamı tanımıyordum.

“Hayır, sadece bir telefon görüşmesi gerçekleştirecektim ondan.” diyerek elimden geldiğince kibar ama mesafeli bir tutum sergiledim. Yüksek ihtimal düğündeki davetli konuklardan birisiydi.

“Sizi daha önce buralarda hiç görmedim uzaktan akraba falan mısınız?” Dikkatli bakışlarının radarında benimle normal sohbet edercesine olan tavrı her ne kadar rahatsız hissettirmese de bundan pek hoşlandığımı söyleyemezdim.

“Erkek arkadaşım buralı ondan buradayım.” Geçiştirircesine verdiğim yanıtla ne desem de hızla yanından ayrılıp masaya geri dönsem diye düşünürken bakışlarımla az önce kalktığım masayı aradım. Sanırım masa buraya oldukça ters bir açıda kalmıştı. Bunun hiç farkında değildim.

“Ha Sancaktarlar! Ares’in kız arkadaşı olmalısınız?”

Sohbet esnasında bana doğru birkaç adım daha yaklaştırdığı bedenine merakla döndüm. “Tanıyor musunuz?”

Daha önce beni hiç görmediğini söylerken ona söylediğim tek bilgiyle hemen nasıl bu çıkarımda bulunabilmişti anlamış değildim.

Sorum karşısında yüzünde tuhaf bir gülüş oluşurken olumluca başını aşağı yukarı salladı. Bakışları bu esnada üzerimden çekilerek düğün kalabalığına çevrildi.

“Tanıyorum. Onları tanımayan yoktur.”

Sesindeki ton az önceki yüz ifadesiyle birlikte sorgulamam gereken bir şeyler var mı hissiyatı uyandırdı.

“Siz kimdiniz?” demekten alıkoyamadım kendimi.

Kalabalık üzerindeki bakışları tekrardan üzerime döndü. Boyu çok olmasa da uzundu. Bedeni hatırı sayılı bir kalıba sahipti. Kısıtlı ışıktan kaynaklı tam anlayamasam da sanırım kumraldı. Tipi bir sapığa ya da kötü birisine benzemiyordu. Giyindiği ceket ve pantolonla düğündeki diğer davetlilerden hiçbir farkı yoktu.

“Zero ben. Buraların çocuğuyum, damat arkadaşım oluyor.”

Kaşlarım refleksif bir tepki olarak havalanırken başta yanlış duydum sandım. “İsminiz Zero mu?” diyerek kısa bir teyit etme ihtiyacı hissettim.

Sorum karşısında kulağa samimi gelen bir kahkaha atan adamla huzursuzca kıpırdandım. Şu anda düğün alanından uzakta kenar kısımda tanımadığım bu adamla böylesi gülüşlü bir sohbet etmenin rahatsızlığındaydım. Bu durum oldukça yanlış hissettiriyordu. Her ne kadar yanıma gelip konuşma başlatan ve böylesine gülen bir tek adam olsa da.

“Tabi ki değil ama herkes bana Zero der.”

Herkesten bana ne be adam ben sana kimsin derken bunu mu kasettim! dememek için zor dururken ona sadece anladım dercesine başımı salladım.

“Ben artık masaya geri dönmeliyim erkek arkadaşım merak etmiştir. İyi akşamlar beyefendi.” diyerek tıpkı biraz önce masadan kalktığım anilikte tekrardan masaya geri dönmeye başladım.

Her ne kadar kulağa oldukça normal gelen bir an olsa da hissiyatı oldukça tuhaf olan andan uzaklaştıkça bedenimde hissettiğim rahatlamayla etrafa bakındım.

Biraz yürüyüşün ardından görüş açıma giren masayla daha da rahatlarken Ares’in masada olmadığını fark ettim. Adımlarım Ares’i bulmak adına duraksarken bakışlarımı geniş çaplı etrafta gezdirdim.

Olabildiğince dikkatli bir bakışla aşinası olduğum adamı ararken onsuz o masaya geri dönmek istemiyordum. Beni aramaya mı kalkmıştı ki masadan?

Ardımda kalan tarafa da bakarken az önce gerimde bıraktığım adamla göz göze geldim. Tam olarak bıraktığım noktada olmasa da oradaydı ve anlamadığım bir tuhaflıkla bana bakıyordu.

“Yavrum nereye kayboldun iki dakikada?”

Belime sarılan elle birlikte eş zamanlı duyduğum sesle bakışlarımı soluma çevirirken ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi verdim. Ares’in sert ve birazda kızgın bakışlarıyla karşı karşıya kalırken ona cevap vermeden hemen önce az önceki baktığım noktaya tekrardan baktım ama gördüğüm tek şey boşluktu.

“Buradayım sorun yok.”

-BÖLÜM SONU-

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

 

Lütfen bol bol etkileşim bırakmayı unutmayın!

Bölüm : 01.01.2025 19:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...