
Ben geldim!
İYİ OKUMALAR
“Rahatsız hissediyorsan kendini biz kalkalım?” dedi Ares sorgulayıcı bir tavırla.
Neredeyse varmak üzere olduğumuz masadan çektiğim bakışlarımla ona sorun yok dercesine baktım. “Zaten çok durmayacağız sorun değil.” dedim telkin edici olduğunu umduğum bir tonda.
Masaya vardığımız gibi eski yerlerimize geri otururken bu kez kimseyi umursamadan belki de birazcık saygısızlık yaparak kolunu belime saran Ares’in gövdesine sırtımı yasladım. Sırtımdan dolayarak karnımın üzerine sardığı sağ koluna iki elimi de koyarken sıkı bir tutuşla kaslı koluna tutundum.
Neden bilmiyorum masadan kalktığımdan beri huzursuz hissediyordum kendimi. İstemsizce canım adamıma sığınmak geliyordu içimden. İyice ona sırnaşmak, sokulmak. Tıpkı yeni doğan bir bebeğin sorgusuz sualsiz annesinin göğsüne sokuluşu gibi. Bir iç güdü gibi.
Düğünün geri kalanında ara ara sohbete katılsak da genelde etrafı izlemekle yetinmiş ve belki birazcık da Ares’le karşılıklı olarak gizliden gizliye birbirimizi sevmiştik. Açıkçası Ares’in bunu pek gizli yaptığı söylenemezdi ama konumuz bu değildi.
Her ne kadar düğünde çok kalmasak da geri kalan vakitte kendini Zero diye tanıtan adamı bir daha hiç görmemiştim. Damadın yanında bir kere bile gözükmemişti. Garipti ama bunu da çok önemsemedim. Buradaki hangi insan normaldi ki?
Düğünün tam ortasında Funduk anneannenin başım ses götürmüyor demesi üzerine ki bence o ses kaldırmıyor olacaktı topluca ayaklanmıştık. Hep beraber tıpkı geldiğimiz gibi yine topluca yürüyerek Funduk anneannenin evine gitmiştik. Evin önünde herkes dünkü gruplaşma gibi birbirinden ayrılırken Ares bir anda bizim merkezdeki eve gideceğimizi söylemişti.
Her şey bir anda olup bitmişti ve herkesle çok ayak üstü vedalaşmıştık. Eve bile girmemiştik çünkü Karadeniz’den daha inatçı olan Ares çoktan Ahmet’e evdeki valizleri aldırıp araca koydurmuştu. Tamay’larla da yarın direkt havaalanında buluşuruz diye sözleşmiştik.
Bu başta Funduk anneanne olmak üzere birçok kişide büyük bir isyan ve yankı uyandırsa da Ares kararını vermişti. Sırf insanlara ayıp olmasın diye bende birkaç ikna çabasında bulunsam da Ares netti ve dediğim gibi sadece ayıp olmasın diye böyle bir şey yapmıştım. İşin aslında hayatın normal akışında Ares’in verdiği kararlara elimden geldiğince karşı çıkmıyor ve onu destekliyordum. Çünkü bunu neden yapmayayım?
Ares’in açtığı rezidansın kapısından içeri büyük bir yorgunlukla girerken ilk işim ayağımdaki topukluları çıkarıp bir kenara fırlatmak olmuştu. Yaylaya çıkışımızın aksine yayladan inerken midem o kadar da kötü olmamıştı. Bu sanırım burada şansımın tümünü kullandığım bir yerdi.
Hemen arkamdan elinde valizlerle giren canım adamımda hızlıca elindekileri kenara koyarken bir yandan da evin ışıklarını açıyordu.
Normalde Ortahisar’da müstakil bir eve sahip olan Sancaktar ailesinin asıl evine değil de yine Ortahisar’da bulunan Ares’in üniversite hediyesi olduğunu öğrendiğim rezidansa gelmiştik.
“Bir tık alındılar gibi sanki acaba gelmese miydik?” dedim Ares’e.
Ona bakışımı takmadan o da ayakkabılarını çıkarttı ve valizleri geri eline alarak bana yön gösterircesine evin içerisinde ilerlemeye başladı. “Evi sabah temizlettim iyi yapmış mıyım?” dedi ona söylediğimden çok alakasız bir şey diyerek.
Konuyu açık seçik değiştirmesine gözlerimi devirirken hemen peşine takılarak istediği gibi onu takip ettim. Bir yandan konuşup bir yandan evi incelerken bu evin tıpkı Sarıyer’deki rezidans gibi olduğunu gördüm.
“Yapmışsın yapmışsın da konumuz bu mu şu anda? Bari Funduk anneannenin son bir oturup çay içme teklifini kabul etseydik. Kadın onu da reddedince iyice surat astı.”
Bir bir aştığımız merdivenlerden sonra üst katın holüne çıkarken burada yalnızca iki kapı olduğunu gördüm. Tamam burası sanırım Sarıyer’den daha küçüktü.
“Normalde de çok güler yüzlüydü de ben teklifini reddedince mi surat astı yavrum? Ayrıca ben onun asıl amacını biliyorum. Çay ayağına saati çok geçirtecekti ondan sonra emrivaki şekilde bu geceyi de kitleyecekti.”
Tamam bir tık haklı olabilirdi ama yine de ne bileyim kimsenin gönlü kırık kalsın istemezdim.
“Bir gece daha ayrı uyusak ölmezdin ya sende?”
Sözlerim üzerine bana ters hatta çok ters bir bakış atarak sağdaki kapıdan içeri girdi Ares ve tabi ki hemen peşine de ben.
“Yavrum saçmalama istersen.”
Ona basit bir omuz silkmesiyle karşılık verirken girdiğimiz yatak odasına hızlıca bir bakış attım. Sarıyer’deki rezidansla gerçekten çok benzerliği olan bu ev resmen oranın küçük versiyonu gibiydi. Mobilyalar ve dizayn bile hemen hemen aynıydı.
Doğruca Ares’in kenara bıraktığı valizlere yönelerek kendime hızlıca bir pijama takımı çıkartırken çoktan soyunmaya başlamıştım. Artık rahat rahat pijamalarla dolanmak istiyordum. Tabi bir de makyajdan arınmak. Funduk anneannenin gazabından korkarak bildiğin rahat rahat gecelik bile giyinememiştim!
“Orada bakarız dedik ama son bir topluca kahvaltı için bir daha sabahtan yaylaya çıkmayacağız değil mi? Bak yanlış anlama aileni sevdim ve onlarla doğru düzgün bir vedalaşma yaşamanı elbette isterim ama ben o kadar yolu yakın bir zamanda bir daha çekebileceğimi sanmıyorum. Buranın yolları beni kahrı perişan etti.”
Tabi ki ailesiyle adam akıllı vakit geçirsin, vedalaşsın isterdim ama o yolu çekmekte gözümde çok büyüyordu. Hoş zaten Ares’in bu konuyu benim kadar takmadığı bile belliydi çünkü eğer çok takıyor olsaydı en basitinden bu akşamki son bir çay içme davetini kabul ederdi.
“Bakarız diye orada sen söyledin ben değil. Gelmeyiz dedim ben zaten Harun abiye.”
Bakın işte tamda tahmin ettiğim gibi. Bende bundan bahsediyordum.
“Aile sevgin beni de geçiyor ve bu çok göz yaşartıcı.” dedim son derece kinayeli bir sesle. Biz sanırım tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş gibi bir şeydik.
Zaten iki parça olan kıyafetlerden hızlıca kurtularak giyindiğim saten askılı şortlu takımla tam makyajımı temizlemek için banyoya yönelecekken arkadan belime sarılan kollar buna engel oldu.
Boynuma bastırdığı dudağını bulunduğu yerden geri çekmeden konuşması beni istemsizce huylandırırken dudaklarımın arasından küçük bir kıkırdamanın kaçmasına mâni olamadım.
“Yavrum ailede sensin, tüm sevgimde sana.”
Olduğum pozisyonda duramayarak kolları arasında hızlıca döndüm ona. “Bak buna gözlerim gerçekten de yaşarır.” derken yüzümde sözlerimin aksine otuz iki dış sırıtır bir ifade vardı. Hiç de gözlerim yaşaracak gibi değildi.
Onaylamaz bir ifadeyle ‘cık’ dedi Ares. “Yaşarmasın, o güzelim gözlerin buna bile yaşarmasın.”
Eğer ki çok aşk zehirlenmesinden ölünüyorsa ben şu anda ölebilirdim. Bunun ağzı gittikçe daha iyi laf yapmaya başlamıştı.
“Dışarıdan gördüğüm kadarıyla denize çok yakınız. Bu evin deniz manzarası var mı?” dedim aşk zehirlenmesinin kıyısından dönmeyi yeğleyerek. Daha canım adamımla yaşamam gereken bir ömür vardı ve bu kadar erken ölmeyi göze alamazdım.
Yoğun bakışlarla beni izleyen pek sevgili sevgilim sorum üzerine derin bir iç çekerek beni yanıtladı.
“Var var da sen ne yapacaksın deniz manzarasını?”
Cebime koyup eve götüreceğim ne yapabilirim acaba manzarayı?!
“Uyumadan önce biraz manzara eşliğinde oturup sohbet ederiz diye düşünmüştüm.” dedim aslında şu anda aklıma gelen şeyi bir tık değiştirerek söylerken.
Trabzon’daki evde de bir izimiz olmasın mıydı? Tamam saat gece yarısına çok yaklaşmıştı ve biz yarın geri dönecektik ama uçak öğlende kalkacaktı ve her türlü uyumaya vaktimiz olacaktı. Biraz burada bilinçli vakit geçirmek istiyordum.
“Bende uyumadan önce biraz sevişiriz diye düşünmüştüm. Hatta dur biraz değil baya baya çok sevişiriz diye düşünmüştüm.”
Ne ar damarı ne edebi olan sevgilime irileştirdiğim gözlerimle bakarken onun bu ultra açık haline bazen hiçbir zaman alışamayacakmışım gibi geliyordu. Tamam normal hayatımızda onunla çokça sevişiyor olabilirdik ama bunu her seferinde böyle pat pat söylemezdi yani! Her şeyin bir usulü bir adabı vardı canım!
“Sana acilen bir ayar çekmemiz gerekiyor hep böyle pat pat söyleyemezsin bunu.” dedim kendimi tutamayarak.
Çatılan kaşlarıyla bana ters bir bakış attı. “Ne ayarı çekiyormuşsun acaba? Ne var bende? Kızım seven adam sever! Bunun ne ayarı olacak?”
Sözlerinin hemen ardından da homurdana homurdana beni kucakladı ve doğruca yatağa yöneldi. Başıma gelecekleri az buçuk hemen anlarken hızlıca isyan ettim.
“Ya ama bari birazcık sohbet etseydik!”
Tabiri caizse beni yatağa karpuz fırlatır gibi atan adam hızlıca üzerindeki gömleği çıkartırken tıpkı bir çocuğu kandırır gibi konuştu.
“Her şey sırayla yavrum. Bende önce icraatla ilgi alaka sonrasında senin dediğine geçer lafla ilgi alaka yaparız.”
Her ne kadar istemem yan cebime koy der gibi olsam da ben bana gelen adamımı asla geri çevirmezdim. Tıpkı şu anda da olduğu gibi. Ben onunla saatlerce sohbet etmeye de saatlerce sevişmeye de vardım.
Ki zaten o her zamanki gibi sözünün eri olmuş ve dediği gibi önce icraatla sonrasında da lafla ilgilenmişti.
Yani gece sabahı bulmayacak kadar kısa ama sabaha yaklaşacak kadar uzun bir süre sevişmiş hemen ardından bir güzel yıkanıp paklandıktan sonra mutfaktaki balkona çıkıp oradaki oturma takımında güneşin doğuşunu izleyecek kadar sohbet etmiştik.
***
19 Haziran Cumartesi.
Günler kum saatindeki kumlar misali akıp gidiyordu. Elle tutmaya kalksam tutamıyor, saymaya kalksam sayamıyordum. Havalar iyice ısınmış hatta bununda bir tık ilerisi artık bunaltmaya başlamıştı.
“Ya geri zekalı ne biçim yelliyorsun? Hep üstüme geliyor dumanlar koktum ya!”
Evet her şey takip edemeyeceğim hızda ilerliyordu. Tıpkı Tamay’ın Tamer’e fırlattığı topuklu terlik gibi. Benim olan topuklu terlik...
“Kızım rüzgâr o tarafa esiyor ben ne yapayım Allah Allah!”
Fırlatılan terlikten kıl payı kurtulan Tamer haklı bir isyanda bulunurken onların bu hallerine göz devirerek elimdeki salata tabaklarıyla verandanın ön kısmında kalan çimlerdeki oturma grubuna ilerledim.
Klasik cumartesi dedik, hakkını verelim dedik, hep beraber keyifli vakit geçirelim dedik, Ares’i zor ikna ettik ve mangal yapmaya karar verdik. Eğer becerebilirsek de yapacaktık.
Gözümün önünden topuklu terliğimin diğer tekide uçarak geçti. “Bu beni ilgilendirmiyor değiştir şu dumanın yönünü!”
Yani umarım yapacaktık.
“Ya kızım spastik misin sen? Oradan bakınca dört büyük meleğe mi benziyorum? Mikail miyim kızım ben nasıl rüzgârın esiş yönünü değiştirebilirim?”
Bu da oldukça haklı bir serzenişti. Tamer bazen bir arada bu kadar mantıklı konuşmalar yaparak beni oldukça şaşırtıyordu. Normalde hiç adeti değildi çünkü.
“Tamay saçmalamayı kes de kalk Lavinia’ya yardım et.” Canım adamım uzayacağı çok belli olan gereksiz tartışmayı keskin bir ifadeyle bölerken ona bir bakış attım.
Bezmiş ifadesiyle mangal başında Bars’la sosladıkları etlerle ilgileniyordu. Bars hemen yanında aynı şekil etlerle ilgilenirken Tamer, Ares’in yakmış olduğu mangalın başında ateşi yelleyerek köz haline getiriyordu. Ki yellediği şeye mangal demem haksızlık olurdu çünkü tahmin edersiniz ki zenginlerin şu ıvır zıvırlı ayaklı şeylerindendi.
Tamay uzandığı oturma grubunun üçlü koltuğundan homurdan homurdana kalkarken neredeyse hazır olan masaya kısık bir bakış attı. Bir tek birkaç meze tabağı kalmıştı sofraya gelecek. Geri kalan her şeyi ben halletmiştim.
“Sorsak evde dört tane yatılı çalışan var ama yine Tamay yine Tamay! Trabzon’da Tamay, bizim evde Tamay, burada Tamay! Madem her şeyi böyle ben yapacağım o çalışanlar boşuna. Onların maaşını da bana vermeniz lazım!”
Bu seferde Tamay’ın serzenişi bir tık haklı gelirken çıplak ayaklarını umursamadan mutfağa sitemli gidişini kısık bakışlarla izledim tıpkı Ares gibi.
“Çok konuşuyorsun elin çalışsın çenen değil!”
Ares’e onaylamaz bir ifadeyle bakarak ilerlerken Bars yamuk bir gülüşle ona bir şey dedi ama ne dediğini duyamadım. Sanırım sevgilisinin bu nazlı isyankâr halleri komiğine gidiyordu.
“Şu kıza sataşıp durmasana.” dedim mangal başına vardığımda.
Üzerimde evde rahatlıkla kullandığım şortlu kısa kollu yeşil takımım varken ayaklarımda en az kıyafetlerim kadar rahat düz taban şık beyaz bir terlik vardı. Ares her ne kadar şortumun kısalığına bir tık kilitlense de bu sıcakta giyinebileceğin en kapalı şekilde giyinmiştim. Sıcak havalardan nefret eden bir sevgilisi olmasına rağmen böyle giyinmeme oturup şükür edebilirdi.

(Lavinia'nın kıyafeti.)
“Ben durup dururken konuşmam yavrum. Herkes çalışırken yan gelip yatanı da sevmem.”
Kaşlarım öyle mi dercesine havalandı. Tam o esnada Tamer’le göz göze geldik. Şu anda aklıma herkes çalışırken benim hiçbir şey yapmadığım birçok an düştü ve sanırım aynısı Tamer’de de olmuş olacak ki Ares’e acıyan bir bakış attı. Evet Tamerciğim Ares tamda şu an sıçmıştı.
“Yalnız ben sana öyle olan birçok anımı anlatabilirim?” dedim oldukça kinayeli bir ses tonuyla soru sorar gibi konuşurken.
Ses tonumu duymasıyla birlikte yaptığı işte duraksarken hiç teklemeden konuştu ve son dakika paçayı kurtardı. “Sen istisnasın yavrum.”
Nezdimde kabul gören yanıtla tam gevşeyecekken konuşmaya hızla Tamer dahil oldu. Sanırım niyeti ortalığı kızıştırmak dahası Ares’in kendisinde birikmiş olan intikamlarını almaktı.
“Yalnız sen istisnaları da sevmezsin dostum. Ne oldu o ayrıklığı kabul etmeyen katı kurallarına?”
“Ares?!” dedim isyan eder bir tonda. Acilen buna da nezdimde geçerli bir yanıt vermek zorundaydı.
Kırılan kalbimi onarması gerekiyordu çünkü bende başlı başına bir istisna olduğumu, bu yaşama doğduğumdan beri içinde bulunduğum hayatlarda hep aykırı olduğumu biliyordum. Beni ikna etmesi gerekiyordu hem de hemen!
“Sen sus!” dedi bir anda sert bir tepkiyle Ares. Konuşması o kadar ani ve beklenmedikti ki bir an bana demiş gibi geldi.
Hayal kırıklığı içerisinde “Ben mi?” demekten alıkoyamadım kendimi.
Tamer büyük bir rahatlıkla yellediği mangal başında “Bana diyecek hali yok ya.” derken onunla eş zamanlı Ares de “Saçmalama!” demiş ve hemen peşine “Sana dedim.” diye eklemişti.
Kafam kısırdan farksız karman çorman olurken kimin kime ne dediğini asla çözemedim. Hatta birkaç saniye akıl tutulması yaşamama da engel olamadım.
Mangal başında olan herkes birbirine kısa süre tuhaf bakışlar atarken yaşadığım akıl tutulmasından sıyrılarak kendime gelmek istercesine başımı iki yana salladım.
“Bana mı diyorsun?” diyerek şu durumun netleşmesini istedim. Ares bana böyle şeyler demezdi ya.
Tamer bezgin bir nefes verirken bana sen alık mısın bakışları atıyordu. “Evet diyorum ya!”
Yine hızlıca Ares’e dönerken sanırım ağlamama ramak kalmıştı. Ne demek bana diyordu?
“Lan hayır sen bir sussana!” dedi Ares bana kısa bir bakış attıktan sonra Tamer’e dönerek.
Benimde bakışlarım Ares’le eş zamanlı Tamer’e döndüğünde onunla göz göze geldim. Ona diyordu işte! Tamer’in bakışlarındaki ifadeyi çözemezken az önce yaşadığım akıl tutulmasının artçıları sanki devam ediyor gibiydi.
“Bak sana diyormuş.” derken Tamer kendinden büyük bir eminlikle başıyla Ares’i işaret ediyordu. Surat ifadesi ben demiştim der gibiydi.
Beynim tam o anda ambale oldu. Tamer’e dememiş miydi? Az önce ona bakıyordu? Ama ondan öncede bana bakıyordu?
Az öncekinden daha büyük bir hayal kırıklığıyla Ares’e döndüm. “Ben mi?”
Kaçamak bakışlarım Ares’ten gelecek herhangi bir yanıtı beklerken sık sık Tamer’in üstüne kayıyordu ve onun sözlerimi onaylar gibi başını aşağı yukarı sallamasını görüyordu.
Halbuki az öncesine kadar Ares’in bu sözleri Tamer’e doğru söylediğini görmüştüm hatta bir an için bundan çokça emindim.
İstemsizce buğulanan gözlerim, her an ağlayacakmışım gibi gözüktüğüne emin olduğum mimiklerim ve hayal kırıklığını çokça belli eden sesim karşısında Ares şaşkınlıkla bana dönerken “Hayır sana demedim yavrum.” dedi.
Aldığım yanıtla saniyesinde tüm modum değişirken az önceki halimden ışık hızında kurtularak Tamer’e döndüm. Sırıtıyordum.
“Bak sana demiş.”
Galibiyet kazanmışçasına bir keyifle konuşurken Tamer tüm bu olanları çattığı kaşlarıyla izledi. Az önce yaşadığım hayal kırıklığından daha büyük bir duygu yoğunluğuyla Ares’e dönen Tamer elinde mangalı yellediği şeyle kendini işaret ederek konuştu.
“Bana mı dedin?”
Sesi mi titremişti onun? Yok artık daha neler!
Ares, “Evet.” derken son derece rahat bir tavra büründü. Sözlerinin sonunda bakışlarını bana döndürerek bir de göz kırpmıştı.
Ares’in son hareketiyle hızla bana dönen Tamer oscarlık performanslara taş çıkaracak şekilde “Bak sana demiş işte!” dedi. Sanki karşısında bir konuyu on kere anlatmasına rağmen hala daha anlamamış bir öğrencisi olan öğretmen gibiydi tavrı.
Yahu ne demek bana demişti ya?! Nasıl? İmkânsız!
“Saçmalama sana dedi ya!” derken Tamer’e çirkefleşmekten asla geri durmamıştım. Her an ayağımdaki terliği çıkartıp poposuna poposuna vuracak, saçlarını tek tek ellerimle yolacak bir seviyedeydim.
Tatil modunda olan algılarımla oynuyordu. Kafamı kelle paça çorbasından hallice karman çorman etmişti.
“Asıl sen saçmalama tabi ki sana dedi kızım görmedin mi sana baktı!”
Lan ne ara ne ara?!
Bir türlü sonuca ulaşamamanın getirdiği çıkmazda kalakalırken iyice huysuzlaşarak Ares’e döndüm. Elindeki mutfakta kullanılan steril eldivenlerden kurtularak onları ansızın Tamer’in suratına fırlattı. İsabette ettirdi.
“Tamer defol git belanı sikeceğim ha!” Sözlerinin hemen ardından daha sakin bir halde bana döndü ve hızla bedenimi yamacına çekti. “Hiç sana der miyim yavrum ben böyle şeyler? Sen ne bakıyorsun bu civatası gevşemiş yavşağa?”
***
“Yani tamamıyla kapattı bu mevzuyu?” dedim elimdeki çay bardaklarını tezgâhın üstündeki tepsiye dizerken.
Tamay dün geceden yaptığım tatlıyı hazır atıştırmalıklarla birlikte servis tabaklarına pay ederken oldukça dikkatliydi. Hazırladığı tabakların estetik görüntüsü bile yeterken zaten mutfakta yapabildiği başkada bir şey yoktu. O her ne kadar sürekli bir şeyler denese de bazen insanın hamurunda olmayınca olmuyordu. Mutfak becerisi, el lezzeti Tamay’ın hamurunda olan şeylerden değildi.
Dudakları aşağı doğru bükülürken “Yani...” dedi son heceyi uzatarak. “Tamamen kapattı diyemeyiz. Sadece Trabzon’da sen bu düğün mevzularından iyice bunaldığını fazlasıyla belli ettiğinden daha fazla sen rahatsız ol istemedi. Zaten o düğünden sonra herkesi bir güzel payladı. Sıkı sıkı tembihler, uyarılar, tehditler... Lavinia bu konuda kendini hazır hissedene kadar bir daha bu mevzu açılmayacak, dedi.”
Her ne kadar Trabzon’daki düğünün üstünden baya bir gün geçse de Tamay’ın bu dediklerini ilk defa duyuyordum. Hoş bizim bu evlilik mevzusunu bende o geceden sonra ilk kez dillendirmiştim. O da mutfakta Tamay’la çay ve yanındaki atıştırmalıkları hazırlarken bir anda aklıma gelmişti ve sözcükleri dilimde tutamamıştım.
“İyi demiş.” demekle yetindim sadece. Bu konu gerçekten de beni boğuyordu. Aylardır hiç sesi soluğu çıkmayan Kubat’ı üzerimize salmak istemiyordum. Nereden çıkacak, nasıl gelecekti hiçbir fikrim yoktu. Sadece bir şekilde geleceğinden çok emindim o kadar. Bunu hissedebiliyordum.
Bana göre gayet eğlenceli mangal keyfinin üzerine şimdide bir keyif çayı içecektik. Hava kararalı bir saatten fazla oluyordu. Evimizin, pardon malikanemizin, bahçesi yaz neşesini göstermek istercesine ışıl ışıldı. Bu tabi ki benim tüm bahçeyi güneş enerjisiyle çalışan ledlerle döşememden kaynaklıydı.
Ares dahil bahçedeki tüm korumalar ki başı Ahmet çekiyordu hepsi benden bu süreçte illallah etmişti. Çünkü bir sürü led almıştım hem de bir sürü ve hepsinin şekli başka başkaydı ve her led benim kanımca her yere yakışmıyordu o yüzden tak çıkar bir sürü uğraştırmıştım insanları. Işıklarda tek renk tercih etmiştim ve o da gün ışığı rengiydi. Gündüzleri yaz güneşinden gerekli enerjiyi alan ledler tüm gece boyunca her yeri bir karnaval alanına çeviriyordu.
Kış geldi mi de her yeri böyle süsleyecektim tek fark oradaki ledler güneş enerjili olmayacaktı çünkü kış güneşi o kadar ledi yeteri kadar dolduramazdı.
Yazın ışık konusunda tasarruflu davranmıştım çünkü kışın gelecek olan elektrik faturasıyla birlikte kendimi teselli etmem gereken bir şeye ihtiyacım vardı.
Tamay’ın tüm tabakları hazır etmesiyle eş zamanlı olarak bende çayları koyarken sırasıyla mutfaktan direkt arka bahçeye bakan verandaya oradan da verandanın hemen ilerisindeki oturma grubuna ilerledik. Benim elimde çayların olduğu tepsi Tamay’ın elindeyse çay yanı atıştırmalıkların olduğu tepsi vardı.
Oturma grubuna yaklaştıkça orada dönen sohbeti rahatlıkla duyarken Tamer’in alaylı tavrı ilk dikkatimi çeken şeydi.
“Pavyon gibi olmuş resmen şaka gibi. Demiyim demiyim dedim ama tutamıyorum kendimi. Sancaktar Pavyon AŞ. gururla sunar.”
Son cümlesinde iki elini havaya kaldırarak bir hareket yapmış ve bu hareketinde sanki elleri arasında ışıklı bir slogan çıkmışçasına bir havaya girmişti.
“Sus oğlum ebem bellendi bu hale getirene kadar zaten. Bir türlü istediği gibi olmadı.” dedi Ares ışıklandırmalar hakkında en ufak bir yorumu bile kabul etmez bir tavırda.
Duyduklarım karşısında kaşlarım öyle mi dercesine havalanırken Bars’la göz göze geldim. Bars Ares’i uyarırcasına öksürürken bence iş işten çoktan geçmişti. Ben duyacağımı duymuştum. Bars’ın sahte olduğu son derece belli olan öksürüşüyle tüm bakışlar üzerimize dönerken sadece Ares’e yandan bir bakış atmakla yetindim.
“Bence çok güzel olmuş ben bayıldım!” Samimi bir itirafla birlikte elindeki tepsideki tabakları bir bir dağıtmaya başladı Tamay. Bende hemen peşine aynı şekilde çayları dağıttıktan sonra tıpkı Tamay gibi eski yerime oturdum.
“Kesinlikle estetik bir görüntü benimde hoşuma gitti.” derken Bars sevgilisini mi destekliyordu yoksa yakın dostunu mu kurtarıyordu bilmiyordum.
Her zaman destekçi olan çiftime samimi bir tebessüm ettim. “Kaliteli bir zevk sahibi olduğunuzu biliyordum.”
Attığım taş anında yerini bulurken Ares’le Tamer aynı anda konuştu.
“Yavrum ben aksi bir şey mi dedim?”
“Ben pavyonları her zaman sevmişimdir!”
Tamer’in her zamanki rahat tavrına gözlerimi devirmeden duramadım. Gerçekten insanın eşinin ya da çocuğunun olmamasını istediği arkadaş modeli tam olarak oydu.
“Tamer sus ve çayını iç hadi abiciğim.” dedi Bars olayın daha da uzamasını istemez bir tavırla.
Şu anda ışıklarıma gerçekten ayıp ediliyordu ve bence sırf bu yüzden olay gayet de uzayabilirdi.
“Ben bu ışıkların hepsini ta Çin’den getirttim Çin’den! Bu ışıklar kar demedi, kış demedi, yağmur demedi, yaz demedi, çöl sıcaklığında kavruluyoruz hiç demedi ne badireler atlattı da geldi.” dedim ortaya siz ne anlatıyorsunuz dercesine. “Güney Çin Denizi’nden çıktılar yola, Cava Denizi’ni aştılar, Hint Okyanusu’nda hayat mücadelesi verdiler bir o yana bir bu yana sallandılar durdular, deniz korsanlarından köşe bucak kaçtılar. Umman Denizi’nden Yemen Denizi’ne geçtiler oradan Süveyş Kanalı’nda 21 Mart krizinin gündeminde harap oldular. Mısır’dan zar zor kurtulup Akdeniz’e geçtiler de oradan sonra kendilerini bin bir güçle canım ülkemin topraklarına attılar. Ne zorluklarla kavuştuk biz biliyor musun da böyle dalga geçiyorsun? Ayıp ayıp!”
Benim soluksuz konuşmamı herkes ağzı bir karış açık dinlerken ben sonda rahatlamışlığın verdiği etkiyle büyük bir yudum çay içtim. Ben beş hafta bu kargoyu beklemiştim tam beş hafta! Trabzon’a gitmeden vermiştim siparişi.
“Yani...” dedi Tamay tutuk bir şekilde. “Böyle düşününce bence de çok ayıp olmuş dalga geçmen Tamer.”
Ben ‘Ya!’ der gibi başımı bir aşağı bir yukarı sallarken dut yemiş bülbül gibi bana bakan Tamer’e Tamay’ı işaret ediyordum.
“Sen tüm bunları nereden biliyorsun?” diyen Ares işin çok farklı bir boyutuna takılırken ona konumuz şu anda bu mu dercesine bir bakış attım. Zaten hemen dibimde oturduğundan gözlerimdeki ifadeyi rahatlıkla seçebilmişti.
“Kargo takipten adım adım izledim tüm süreci.” dedim geçiştirici bir şekilde.
Tamam bunu gerçekten yapmış olabilirdim ama bu tabi ki yetmezdi az önceki hikayemi oluşturmama. Geri kalan kısımlar tamamıyla hayal gücümün eseriydi ve bunu kimse bilmeyecekti.
“Yemin ederim öyle bir konuştun ki şu an acayip özür dileyesim geldi. Sen yanlış meslek düşünüyorsun kesinlikle her şeyi bırak ve git hukuk oku. Sende tam karşı tarafın donuna kadar alan o dişli, çirkef avukat tipi var.” dedi Tamer ve sözlerinin sonunda korkuyla Ares’e döndü. “Yol yakınken vazgeç bu bizi mahveder bak ben sana açık açık söylüyorum. Ben fakir kalmamıza hiç hazır değilim hem de hiç!”
Bir de bayıl Feriha! Gözlerimi bir kez daha devirirken aynı zamanda da ağzımın içinden cıklıyordum. Gerçekten adım kötü geline çıkmıştı ve oradan hiç inmeyi düşünmüyordu.
“Gerçekten o kadar atraksiyona gerek var mıydı ya? Bana deseydin bir alışveriş merkezine gidip direkt kolaylıkla alırdık bunlardan.” diyen Tamay’a onaylamaz bir bakış attım.
“İndirimden aldım ben bunları çok uyguna geldi böyle.”
Ares bana ciddi misin der gibi bakarken Bars bu halime sadece gülmekle yetindi. Tamam anladık en zengin sizsiniz! Tamam siz hiç indirim kovalamazsınız! Tamam siz her şeyi direkt tek çekim alırsınız hiç taksit yapmazsınız! Tamam en nakit ödemeler sizde!
Ares bana ‘Gerçekten indirime ihtiyaç duydun mu?’ dercesine kınayıcı bir ifadeyle bakmasını sürdürürken ışıkları 9 taksitle aldığım gerçeğini kendime sakladım. Bence bunu da bilmelerine gerek yoktu.
“Yok tamam ben vazgeçtim sen bırakma bu kızı. Bu kız iyidir ev geçindirir.”
Tamer’in 180 dereceyi kıskandıracak seviyede dönüşü beni istemsizce gülmeye iterken ona manidar bir bakış attım. Evet canım işte böyle yola gel.
“Tamer zevzekliği kes artık!” dedi Ares artık Tamer’e tahammülü kalmamış gibi.
O da haklıydı. Şakasız sabahtan beri beraberdik ve bu süreçte abartısız on kez Tamer’i Ares’in elinden zor kurtarmıştık. Bugün Tamer sınırlara oynuyor, Ares ise sabrının sınırlarında geziniyordu.
Tam önüne bıraktığım çay bardağını alarak tekrardan arkasına yaslanan Tamer ağzının içinden bir şeyler homurdandı ama ne dediğini asla anlayamadım. Aynı tavırlarını sürdürerek elindeki çay bardağını bir anda kafasına dikmesiyle ağzından dışarıya püskürtmesi bir olurken panik halinde oturduğu tekli koltuktan ayaklandı.
Yanmıştı!
“Ay yandım anam yandım!” diyerek hızla eliyle ağzının içini yellemeye başladı.
Bende endişeyle oturduğum yerden ayaklanacakken kolunu omzuma atan Ares buna mâni oldu. “Bırak yansın pezevenk belki daha az konuşur.”
Onun bu kuzen sevgisi gözlerimi yaşartırken ona ters bir bakış attım. Gerçekten ben kadar olmasın Ares’teki aile sevgisi muhteşemdi!
“Su getireyim mi?” derken Tamer’e bir yandan da kendi çayımın sıcaklığını yokluyordum. Aslında o kadarda haşlayacak bir sıcaklığı yoktu çayın. Sonuçta çayı bardağa dökeli oluyordu birkaç dakika. İllaki belli bir oranda soğumuştu.
Tamer tek ayak üstünde saçma sapan zıplarken bir ters takla atmadığı kalmamıştı. Flash tv mi yoksa oscarlık mı bir oyunculuk sergiliyordu bilmiyordum.
“Ya kızım cehennem ateşinde mi demledin ne yaptın? Tüm dil tomurcuklarım infilak oldu şu anda ya! Sanırım bir daha hiç tat alamayacağım! Ares... Ares bir şey yap kara lahana sarmam!”
Tamam flash tv de karar kılıyordum. Bunun hiçbir şeyi yoktu ve bu zevzekliğinden belliydi. Bir an için gerçekten de yandı sanmıştım.
“He zebanilerle sohbete dalmışım biraz fazla kaynamış!”
-BÖLÜM SONU-
Bölümü nasıl buldunuz? Artık elde yedek bölüm kalmadı üzülerek bildiriyorum. Bölümleri artık yazdıkça atacağım:(
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Lütfen bol bol etkileşim bırakmayı unutmayın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |