
Ben geldim ve sizi hemen bölüme uğurluyorum! Bölüm sonunda buluşalım!
Bölüme geçmeden oy vermeyi ve bölüm boyunca bol bol yorum yapmayı unutmayın!
İYİ OKUMALAR
1 Eylül Çarşamba.
İkimize de birer fincan çay koydum ve doğruca mutfaktan açılan kapıdan balkona geçtim. Balkondaki oturma takımının masasına elimdeki fincanları koyarken ellerimin titreyişini görmezden geldim. İkili koltuğa bacaklarım kalçamın altında kalacak şekilde yan bir biçimde otururken yüzüme dökülen saçlarımı büyük bir bunaltıyla geriye attırdım.
Yan yana gelen çay fincanlarımızdan kendiminkine uzanıp elime aldığımda ne kadar kaynar olduğuna bakmadan hızlıca küçük küçük birkaç yudum aldım. Bakışlarım sırasıyla bir elimdeki fincana bir de masanın üzerindeki fincana kaydığında benimkisinin azaldığını, onunkisininse hala aynı ilk koyduğum gibi durduğunu gördüm.
Çayları koymadan önce masanın üzerine bıraktığım eskisinin aynısı olan ama geçtiğimiz günlerde aldığım yeni deftere uzandım. Her zaman yaptığımı yaparak zihnimden parmaklarıma ne aktıysa onları yazdım. Bu süreçte sıklıkla durarak çayımdan küçük yudumlar almayı ihmal etmedim.
Aldığım her yudumda ilk aldığım yudumda yaptığımı yaparak sırasıyla ilk kendi fincanıma sonrasında masanın üzerindeki fincana bakmama engel olamadım.
Ben yudumlar aldıkça benim fincanımdaki çayım eksilirken onunkisi ilk zamanki gibi kalmaya devam etti. Biraz daha süre geçti. Birkaç sayfa daha el yazımla doldu taştı. Benim fincanım tamamıyla boşaldı ama onunkisi hala daha aynı koyduğum gibiydi ve geçen zamandan olsa gerek artık buz gibiydi. Tıpkı ellerim gibi.
Önümdeki deftere yazmaya ara vererek onu kenara bırakırken masanın üzerinde olan telefon ekranımı aydınlattım. Gözüm ilk tarihe sonrasında saate kaydı.
1 Eylül Çarşamba 12:01.
Bir dakika önce girdiğimiz yeni bir gün, onun gidişini tamı tamına iki ay yapıyordu. Bakışlarım tekrardan yan yana duran birinin içi boş birinin içiyse dolu ama buz gibi olan fincanlara kaydı. O an bir daha anladım ki o yoktu.
Beni de benden alarak gitmişti ve bir daha geri gelmeyecekti. O fincan hep ilk koyduğum gibi kalacak ve içinin yangını gittikçe buzullaşacaktı.
Bu idrak her seferinde bedenime buzdan bir şok dalgası veriliyormuş gibi hissetmeme sebep olurken az önce yudum yudum içtiğim tüm o çay yemek borumdan gerisin geri yükseldi.
Nasıl oturduğum yerden kalktım da lavaboya yetiştim hiç bilmezken gözüm hiçbir şey görmüyordu. Boğazımdan yükselen her dalgayla gözlerimdeki yaşlar yarışırmış gibi akarken kustukça ağladım.
Ellerimin titremesi eğildiğim klozeti tutmamda bana güçlük yaratırken dizlerimin titremesi işi daha da çıkmaza sürüklüyordu. Önüme dökülüp klozete değen ve yer yer kusmuk bulaşan saçlarımı ise hiç söylemiyordum bile.
Onun kıyamadığı her bir telim acı içerisinde titrerken pisliğe bulanıyordu. Bu midemin daha da çalkalanmasına ve içeride tek kalan safra suyunu da kusmama sebep oluyordu.
Zar zor dizginlediğim öğürmelerimin ardından kendimi direkt duşakabinin içerisine atarken orada ne kadar vakit geçirdim bilmiyordum. İlk an sadece zeminde oturmuş ve biraz soluklanmaya çalışmıştım. Sonrasında zar zor üzerimi çıkartıp suyu açmış ve oturduğum yerden kendimi temizlemeye çalışmıştım.
Verdiğim kilolara rağmen karnımda oluşan çıkıntı, zayıf bedenimde bakmayı sevdiğim tek yer olurken orayı her zamanki gibi daha özenli yıkadım.
Duş almanın biraz olsun iyi geldiği anda üzerime gelişi güzel bir şeyler geçirip tekrardan doğruca balkona çıktım. Duş her ne kadar iyi gelse de içim bunalıyordu. Sanki nefes alamıyormuşum gibi hissediyordum.
Öyle bir histi ki yaşadığım... Ellerim soğuk balkon pervazlarına yaslı bir biçimde bir süre öylece durdum. Denizden geldiğini bildiğim rüzgâr henüz hiçbir şey yapmadığım ıslak saçlarımın arasından esip geçtikçe içimin rahatlayacağını umdum ama bu sadece benim ummamla kaldı. İçimdeki sıkıntıdan en ufak bir eksilme bile olmadı.
Her ne kadar Ares’le vedalaşsam da bu onu unuttuğum ya da onu sevmeyi bıraktığım anlamına gelmiyordu. Onu delicesine özlüyordum. Bu özlem kendime yaptığım bir ihanetmiş gibi geliyordu.
Neden beni böylesine boktan hislerin içerisine hapsedip gitmişti ki? Kalsaydı ona her şeyi anlatırdım ve o beni dinleseydi anlardı.
Belki biraz oyalanmış ya da geç kalmış olabilirdim. Ama eğer o beni bekleseydi ben ona yetişirdim. İstememişti.
Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi aralarken üşüdüğümü hissettim. Ben onun gidişinin ardından hiç ısınmamıştım ki. Yakıcı temmuz ve ağustos sıcağı bile içimi ısıtmaya yetmemişti. Yetmezdi.
Islak saç diplerimin soğukluğu ensemden aşağıya doğru akarken tekrardan defterin başına oturdum. Yazmam lazımdı. Konuşmam. Susmak benim yaradılışımda vardı ama konuşmalıydım.
Bunu bana o öğretmişti.
Yazdığım her kelime içimdeki sıkıntıyı ikiye katlarken buna daha fazla dayanamadım. Yazdıkça, konuştukça, içimdeki bunaltının azalması gerekmez miydi?
Benim sanırım artık uyumam gerekti. Hem belki rüyama gelirdi? İçten içe bunun arzusuyla yanıp tutuşurken deftere son cümlelerimi yazdım.
Ben şimdi yatıp uyusam yine rüyama gelir misin sevgilim? Ama bu sefer bir kâbus olarak gelmesen olur mu? Çünkü yüreğim bir kere daha beni bırakıp gitmeni kaldıramaz.
Her gece, gözümü kapatıp uyku alemine daldığım her an beni bırakıp gidişlerin mi içimi bu kadar sıkıntıya boğan? Ama bir tek o zamanlar görebiliyorum seni. Sanki yanımdaymışsın gibi...
Sanki oradaymışsın gibi.
Her uykumda, rüyamda, sen ordasın sanıyorum bir an... Bu hissin beni tüm uyanışlara nasıl düşman ettiğini bilsen sonsuz uyku için benimle birlikte yalvarırsın tanrıya.
Nefes alamıyordum sanki. Neydi bu his?
Sanki bir telaş.
Sanırım bir telaşla kavruluyordu içim. Ya ölüme bir adım daha yaklaşmıştım ya da o ömrüne yeni birini katmıştı.
***
4 Eylül Cumartesi.
Yanlış tercihlerde bir numaradaydım. Bu her şey için geçerliydi. Genel anlamda ben hep yanlış tercih yapardım.
Bugünkü yanlış tercihim ise bu elbiseyi giyinmekti. Hamileliğimin 14. haftası bitmek üzereydi. Ben her ne kadar çok kilo vermiş olsam da sonuçta içimde bir bebek taşıyordum ve o elbette ki büyüyordu.
Dışarıdan bakıldığında ayva göbeği olarak tasvir edilen büyüklükteki karın çıkıntımla birlikte bedenimi saran o sandy elbiseyi giyinmeyecektim.
Hamileliğimi bilen herkesin, ki bunlar Tamer, Tamay, Bars ve Zero oluyordu, bakışlarının sıklıkla karnıma kaydığını görmemek imkansızdı.
Özellikle Tamer ve Tamay’ın karnıma olan o bakışları o kadar tuhaftı ki. Bende karnımı içeri çekme hissi uyandırıyorlardı ama elbette ki bunu yapmıyordum. Bebeğimin içeride rahat etmesi benim için son derece önemliydi. Zaten kısıtlı olan alanını iyice daraltmanın bir alemi yoktu.
“Sen şimdi ciğer şiş yemiyor musun gerçekten? Son kararın mı?”
Bezginlikle verdiğim nefesinde bir işe yaramayacağını bildiğimden ters bakışlarımla Tamer’e döndüm.
“Üzerine kusmamı istemiyorsan uzaklaş!”
Sözde cumartesilerini iyi değerlendirmek isteyen Tamay’lar piknik yapalım diye ayağa kalkmışlardı ve zorla beni de yanlarında getirmişlerdi. Söylediklerine göre bu piknik bize çok iyi gelecekti.
İnanırsan tabi!
Aydos Ormanında bulunan mesire alanına geldiğimiz gibi mangala girişen Tamer’se bir kuzu ciğerdir tutturmuş gidiyordu. İddiasına göre bu da bebeğe çok iyi gelecekti.
Tamay ve Bars dediklerime gülerken Tamer bana iğrenir bir bakış atarak yanımdan uzaklaştı. Bars’ın başında durduğu mangala söylene söylene giden adamın arkasından gözlerimi devirerek önüme dönerken oturduğum son derece rahat kamp sandalyesinde arkama yaslandım.
Bir elim otomatiğe bağlamış bir şekilde hafif çıkık karnımın üzerine kapanırken bakışlarım az ileride dikilen Zero’ya kaydı. Normalde Tamay’lar yanımdayken o olmazdı ama bugün ne hikmetse o da gelmişti.
Açıkçası kim var kim yok çok da umurumda değildi. Ben bugünü de her zaman yaptığım yaparak yatarak geçirmeyi planlıyordum. Nasıl yenik düşmüştüm ısrarlarına? Piknik yapacak halim mi vardı sanki!
“Annem lavkuşuma özel et marine etti dün gece. Özel tarifiyle hem de! Bebişle anniş yiyecek sadece o etten.” diyen Tamay’a anında dolan gözlerimle bakmamak için bakışlarımı karnıma eğdim.
Bazen bazı anlarda onlara haksızlık ediyormuşum gibi hissediyordum. Oysaki onların sadece bebek için yanımda olduklarına çok emindim. Peki o zaman neden böyle hissediyordum?
Yanılıyor muydum? Belki de gerçekten de sadece bebek için benim yanımda değillerdi. Bu olabilir miydi?
Yine aklım bulanmıştı. Dolu olan gözlerimi hızla kırpıştırırken sessizce burnumu çektim.
“Umay Hanım’a teşekkürlerimi iletirsiniz.” dedim yine de çok kaba olmamak için. Sonuçta iyiliği bebeğime de yapıyor olsalar o benim bebeğimdi. E henüz kendi adına teşekkür de edemeyeceğine göre onun yerine bunu annesi olarak ben yapabilirim diye düşünüyordum.
“Aslında bize gelmeyi kabul etsen ya da annemlerin eve gelmesini kabul etsen bunu kendinde iletebilirsin. Emin ol böylesi onu daha mutlu eder ve sana her gün farklı bir et marine eder.”
Tamer’in serzenişi gerginlik içerisinde kıpırdanmamı sağlarken bir şey demedim ve her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih ettim. O kadar da değildi. O’nun gidişinin ardından kalkıp da ailesiyle hiçbir şey olmamış gibi yaşamımı sürdüremezdim. Bu kadarı bile bana fazla geliyorken dahası olmazdı.
“Kapat artık şu çeneni!” diyerek kızan Bars’ı Tamay’da birkaç kelimeyle desteklerken oturduğum yerden ayaklandım. Tüm bakışlar anında bana döndü.
“Yemek hazır olana kadar biraz yürüyüş yapacağım.” dedim ortamdan uzaklaşma arzuma engel olamayarak.
“Bende seninle geleyim mi lavkuşum?” diyen Tamay’ı sadece başımı sallayarak reddederken başımla Zero’yu işaret ettim.
“Zero eşlik eder.”
Aslında onu da istemiyordum. Kimseyi istemiyordum ama buna bin bir ton kılıf bulacaklarından bunu hiç dillendirmemiştim bile. Diğerlerine nazaran Zero en tercih edilebilir seçenekti. En azından o’nun ailesinden değildi.
Tamer’in bir baş işaretiyle zaten beni izlemekte olan adam hızla yanıma gelirken ben hiç kimseye bakmadan toprak yollardan birini izleyerek yavaşça Aydos Gölü’nün kenarında yürümeye başladım. Zaten pikniği yaptığımız yerde hemen gölün dibindeydi.
“Bunaldınız sanırım.” dedi Zero her zamanki gibi ilk konuşmayı kendisi başlatırken.
“Evet.” diye mırıldandım. İlk zamanlarda olsak sanki yanımda hiç yokmuş gibi yapardım ama geçen zaman birçok şeyi değiştirdiği gibi Zero’yla olan iletişimimizi de değiştirmişti. Artık iki kelam da olsa cevap veriyordum çünkü o beni anlıyor gibiydi.
“Bence baya iyi idare ettiniz. Hatta rekor bile diyebilirim.”
Şaşkınlığı sesine yansımayı ihmal etmezken bu dediğine güldüm. İnsanın eskiden vakit geçirmekten fazlasıyla keyif aldığı kişilerle günü geldiğinde karşılaşmak bile istememesi nasıl bir ironiydi?
“Ne kadar acı değil mi?” dedim hala daha buruk bir şekilde gülümserken.
Geldiğimiz nokta gerçekten de içler acısıydı. Çok değil bundan iki, üç ay öncesinde bize gelseler de bir şeyler yapsak diye beklediğim insanlara bugün bir yabancıya davranmayacağım şekilde davranıyor olmak...
Olan bana olmuşken sergilediğim haklı tavrın acısını yine benim çekmem ne kadar adildi?
“Zor olmalı.” dedi başka bir şey diyemezken. Zaten denilecek pek de bir şey yoktu. Dediği gibiydi. Zordu, çok zor.
“Öyle.” dedim başımı aşağı yukarı sallarken.
Adımlarım her ne kadar küçük ve yavaş olsa da piknik alanından yeterince uzaklaştığımın kanaatine varırken u dönüşü yaparak geldiğim yolu geri yürümeye başladım.
“Ares Bey buradayken de mi size karşı böyle davranıyorlardı?”
Her seferinde duymazdan geldiğim ama yüreğimi sızlatan o ismi bir anda duymayı hiç beklemezken bir an duraksayacak gibi oldum. Gözlerim anında dolarken burnumda o derin sızlamayı hissettim.
Yokluğu dolu dolu iki ay olmuşken ve hatta geçiyorken hala daha bu kadar hassas olmamı tamamıyla hamileliğime bağlıyordum.
“Hayır, aslında ilk başta beni hiç istememişlerdi ama o’na laf geçirtmek mümkün değil. Biraz el mecbur oldu iletişimimiz.” dedim nedendir bilmem son derece saf bir dürüstlükle.
“Eğer haddimi aşmayacaksam sizi neden istemediklerini sorabilir miyim?” dedi çekingen ama oldukça meraklı bir sesle.
Az önce her ne kadar dürüstçe cevap versem de şimdi kalkıp da ona Kubat’ı anlatacak değildim. Zaten onun da bayadır sesi soluğu çıkmıyordu şimdi onu dillendirip de şeytanı dürtmenin alemi yoktu.
Zero her ne kadar benim güvenliğimden sorumlu olsa da şu zamana kadar eğer yanlış anlamadıysam Kubat hakkında pek bir bilgisi yoktu. Sanırım genel anlamda bir korumaydı. Zaten bizim evimizdeki korumalara da hiç benzemiyordu.
Bizim evimiz...
Oraya ne olmuştu acaba? Ne durumdaydı? Ares kapattırmış mıydı? Ama geçen Kibar teyze oradan gelmemiş miydi? Hala daha yaşanılıyor muydu orada? Kim yaşıyordu? Ares geri dönmüş müydü? Eğer geri dönmüşse orada mı yaşıyordu? Orada kiminle yaşıyordu?
Aklımda binlerce soru aynı anda belirdi. En kötüsü de şuydu: Eğer Ares geri gelmişse ve ailesinin hala daha yanımda olmasına rağmen yanıma gelmiyorsa, bebeğe rağmen gelmiyorsa benden gerçekten de vaz mı geçmişti?
Çünkü eğer geri gelmişse eminim ki ona direkt bebeği söylerlerdi. Herkes bebek için yanımdayken o bunu bile bile gelmiyorsa... Bunun ne demek olduğu apaçık ortadaydı.
Ama eğer o geri dönmüş olsa Tamay’lar bunu muhakkak ki bana söylerdi. Söylerlerdi değil mi?
Belki de o geri dönmüştü ve bile isteye bana gelmiyordu ve Tamay’lar da bana acıdığından ne bunu bana diyebiliyorlardı ne de beni tek bırakıyorlardı? Olamaz mıydı?
Olamazdı! Ares gerçekten bu kadar kötü birisi olamazdı! Bana bunu yapamazdı!
Ama yaptı, dedi içimde bir ses. Seni anlamadan, dinlemeden, bir kez bile yüzüne bakmadan çekti ve gitti.
İçime dolan sıkıntı derin bir nefes almama izin vermezken düşünmeyi kesmek adına alnımı ovuşturdum, saçlarımı karıştırarak biraz havalandırdım. Acıdan delirmemiştim ama sanırım düşünmekten delirecektim.
Neredeyse Tamay’ların yanına geri döndüğümüzü fark ettiğimde hala daha Zero’ya bir cevap vermediğimi de fark ettim.
“Bu aile içinde bir mesele.” diyerek kısaca onu geçiştirirken onu gerimde bırakarak neredeyse hazır olan sofraya ilerledim.
Her ne kadar kendimi hiçbir zaman bu ailenin içerisinde görmesem de içimden bir an böyle demek gelmişti ve Zero bu kez doğrusunu bilmese de olurdu.
***
Önümdeki etin lezzeti gerçekten de özel marine edildiğini haykırırken dolu ağzıma aldırış etmeden konuştum.
“Yani sonuç?”
İkizler burcu misali sürekli mod değiştiren iştahım hamileliğime mi bağlıydı bilinmez ama şu anda gerçekten de tüm masayı yiyebilirmişim gibi hissediyordum.
Tamay en başta da dediği gibi annesinin benim için özel marine ettiği eti pişirtmiş ve onu sadece bana yedirtiyordu. Kendileri ciğer, köfte, sucuk gibi klasik şeyler yerken gözüm önümdeki etten başka bir şeye kaymıyordu. Bir tek arada salata ve meyvelerden ağzıma atıyordum o kadar.
“Sonrası vermiş işte savcılığa.” diyen Tamer’e gülmeden duramadım. Bu uzun zaman sonra onlarla yaşadığım ilk samimi ve eskiyi çağrıştıran bir andı. Tüm gözler gülüşüm üzerine şaşkınlıkla bana dönse de onlara aldırış etmedim.
“Ciddi misin?” derken uzanıp bir dilim karpuz aldım.
“He vallaha ya! Bende dün sabah öğrendim. Allahtan kişisel avukatıma gitmiş tebligat. Ya şirkete gitseydi? Dedem beni götümden bıçaklardı!”
Tamer’in aptallığı gerçekten de hiç değişmiyordu. Bir insan hiç mi akıllanmaz sorusunun canlı örneğiydi.
“Ay benim anlamadığım şey sen madem kızı beğenmedin niye kalkıp da tüm gün kızı takip ediyorsun?” diyen Tamay’a öfkeyle döndü Tamer.
“Kızım mal mısın nesini anlamıyorsun? Kız, biz orada Efe’lerle otururken geldi yanımıza kendi arkadaşlarıyla. Baktım gitmiyor dibimden. E bende yakışıklı, zengin, aşırı karizmatik adamım dedim bu bana yapışacak belli. Ters yapsam olmaz iyice beni alacak radarına, takacak kafayı bana. O zaman dedim ben bunu radarıma almış gibi yapayım ki tam tersi olsun. Gün içerisinde gittiği tüm mekanlarda denk düşmüşüz gibi yaptım ama hani sanki hususi denk düşürüyormuşum gibi. Böyle yılışık itici hareketler sergiledim. Nereden bilebilirim beni takipçi sapık diye savcılığa şikâyet edeceğini?!”
Ay yok gerçekten dayanamıyordum. Ağzımdaki lokmayı yutmayı bile beklemeden kahkahayı bastım. Çok özlemiştim böyle olmayı, böyle ortamı, böylesine rahat ve içten davranmayı. Düşünmeden, tasalanmadan. Sanki hiç derdim yokmuş gibi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.
“Kaçan kovalanır mantığını duydum da seninkisi biraz saçma olmamış mı?” diyen Tamay’a hak verircesine kafamı salladım.
“Nesi saçma aynı şey işte! Kaçan kovalanırsa kovalanan da kaçar!”
Bu çocuk bu yaşa kadar nasıl hayatta kalmış bir kez daha sorgularken şoklar içerisinde ona kısık bir bakış attım. İnanılmazdı!
“Tamer.” diyen Bars konunun en başından beri ilk defa konuştu. “Ben senin Aristo mantığını sikeyim!”
Bars’tan böyle bir atak asla beklemezken az daha boğazıma kaçacak olan karpuz dilimini zor yuttum. Sessiz sakin adamı da delirtmişti ya sonunda pes!
Bozulan yüz ifadesiyle bir an herkese bakan Tamer’le en son ben göz göze geldiğimde bende dayanamadım ve Bars’a destek çıktığımı belirtir nitelikte konuştum. “Çok düşündün mü bunu?”
Sorduğum soruyu ciddi ciddi durup düşünen adama onaylamaz bir bakış attım. Sanırım gerçekten düşünmüştü.
“Sakın bana davayla ilgili en ufak bir şey için bile gelme! Bıktım ben senin davalarından. Bir insanın koskoca şirketten daha çok davası nasıl olabilir ben anlamıyorum!” diyen Bars önden uyarısını yaparken Tamer ona alınmış bir ifadeyle döndü.
“Abart sende abart!”
Tamay onların bu klasikleşmiş hallerine kıkır kıkır gülerken ikizinin taşkınlığından hiç de etkilenmişe benzemiyordu.
“Vallaha hiç de abartmıyor. Adam sonuna kadar haklı. Sen bir an önce bu işi çöz yoksa bu duyulursa dedemden önce babamlar seni götünden bıçaklayacak haberin olsun. Hele de bir magazine düşsün sen o zaman gör asıl olayı.”
Magazine düşerse gerçekten büyük rezillik olurdu. Sanırım bu kez Umay Hanımda Demiröz’e bırakmadan kalpten giderdi. Zaten kadın Tamer’den çektiğini kimseden çekmiyordu.
“Sus ağzından yel alsın! Annem yeminle beni bu sefer evlatlıktan reddeder. Hayır doğrusunu açıklasam da inanmaz!”
Doyduğunu hissettiğim karnımla birlikte üzerime çöken tatlı ağırlıkla derin bir iç çektim. Bunca yemeğin üstüne ne güzel uyunurdu şimdi. Düşüncesi bile esnememi getirirken dayanamadım ve büyükçe esnedim.
“Ne oldu sıkıldın mı yoksa uykun mu geldi lavkuşum?” diyen Tamay her zamanki gibi gözlerinin üzerimde olduğunu anında belli ederken ona döndüm.
“Çok yedim sanırım ağırlık çöktü.”
Tamer oturduğu yerden hızla ayaklandı. “Dur arabada hamak olacaktı. Onu kurayım hemen biraz kestir açık havada.” diyerek aynı hızla hareketlendi. Onu durdurmama izin bile vermeden büyük adımlarla arabasına ilerlediğinde el mecbur önüme döndüm.
“Gerek yoktu aslında ben Zero’yle eve geri dönerdim.” diyerek yavaştan gitmenin yolunu yaptım.
“Ay yok dur ya! Daha doğru düzgün vakit geçiremedik bile. Hem önündeki tabak bitmemiş daha senin yesene biraz daha.”
Başımı olumsuzca sallarken kaldırdığım kaşlarımla Tamay’a baktım. “Doydum ben yiyemeyeceğim daha fazla. Ayrıca kaç saattir buradayız bence yeterli.”
Eve gitsem en iyisi olacak gibi hissediyordum. Her şey iyiydi hoştu hatta oldukça da fazlaydı. Uzun zaman sonra ilk defa böyle bir şey yapıyorduk ve itiraf etmek gerekirse iyi bile gelmişti bu bana. Ama bence daha fazlasına gerek yoktu ve zorlamanın alemi de yoktu. Onlarda bu kadarıyla yetinmeliydiler.
Ne ara yanımıza geldiğini bilmediğim Tamer yemek yediğimiz alanın yakınındaki iki ağacın dibine ilerlerken adımı söyleyerek bana seslendi.
“Dur kızım size şurada mis gibi bir uyku ayarlıyorum.”
Tam Tamer’e de istemediğimi dile getirecekken bu kez Bars oturduğu yerden ayaklanarak buna mâni oldu. “Bekle bende yardım edeyim sen beceremezsin şimdi kız yattığı gibi düşer falan Allah korusun.”
Bir an gözümde canlanan sahneyle irkilerek silkelenirken bir korkmadım değil. Bir hamaktan düşmem eksikti zaten.
“Ay dikkatli yapın canım. Hatta ilk Tamer yatsın biraz salla onu bakalım bir şey oluyor mu diye.”
Beni asla sallamayan ekibe gözlerimi devirirken arkama yaslandım. Bunlara da bir kere yüz verdik kalktık geldik diye astarının canını çıkartıyorlardı! Bir daha zaten nah bulurlardı.
O gittiğinden beri bunu çok düşünmüştüm ve sanırım artık bir karara varmıştım. Buradan gidecektim.
İlk olarak eski evime gidecek ve oradaki mülkleri satacaktım. Çünkü bana çok para lazımdı. Çalışabilir durumda değildim. Geçirdiğim ciddi düşük tehlikeleri tüm hayatımı kısıtlıyordu. En azından bebeğim dünyaya gelene kadar oldukça dikkatli hareket etmem gerekiyordu.
Banka hesabımda hatırı sayılır bir para vardı. Bunun mimarı tabi ki de o’ydu. Birlikteyken bana kuruş para harcatmamıştı ve bu yüzdende şirketten yatan maaşlar da geldiği gibi durmuştu. Ama dediğim gibi yeterli değildi.
Henüz neresi olacağına karar vermesem de ufak ama gözüme sevimli gelen bir ilçeye yerleşmeyi düşünüyordum. Biraz doğası olan ama şehirlere de uzak olmayan bir yer olması tercihimdi. Tabi bir de denize kıyısı olması önemliydi.
Orada küçük ama bahçeli bir ev almak istiyordum. Bir de bebek ve kendime ihtiyaçlarımız dahilinde sil baştan bir alışveriş lazımdı. Çünkü buradan giderken yanıma maddi değeri olan hiçbir şey almayı düşünmüyordum. Bana yük olurdu.
Her şeyi hallettikten sonra da elime biraz para kalmalıydı. En azından bebeğim doğduktan sonra da bir süre bizi idare edebilecek kadar olsa iyi olurdu. Çünkü o zaman ne durumda olurdum, tek başıma her şeye ne kadar yetebilirdim bilmiyordum.
Korkuyordum. Hem de çok korkuyordum.
Ama başka çarem yoktu.
O yoktu ve benim yarında yaşamam gerekiyordu ve ondan sonraki günde ve ondan sonraki günde. Ve ondan sonraki günde yaşamam gerekecekti.
O yoktu ama mirası benimleydi.
Başka çarem yoktu. Gitmem gerekiyordu. Yine ve yeniden. Başımın çaresine tek bakmayı öğrenmeliydim çünkü birkaç ay sonra minik bir başın daha çaresine tek bakmam gerekecekti.
Tüm bunları yakalanmadan nasıl yapacaktım bunu da hiç bilmiyordum çünkü gidişimin üstünden maksimum birkaç saat veriyordum yokluğumun fark edilmesine. Direkt peşime düşeceklerine emindim. Birkaç saat de beni İstanbul’da arasalar zaman yine yetmiyordu yine yetmiyordu.
Bir şeyler düşünmeliydim.
“Lan yavaş salla hayvan herif!”
Tamer’in bağırmasıyla daldığım düşüncelerden çıkarken bakışlarım hızla onlara döndü. Ne ara kurduklarını bilmediğim hamakta tıpkı Tamay’ın dediği gibi Tamer uzanmış Bars’ta onu sallıyordu. Sanırım test sürüşü yapıyorlardı.
“Güvenliğinden emin olmam lazım bir sus!” diyen Bars gittikçe sallayış hızını arttırırken Tamay’da bu anları videoya kaydediyordu.
Bars sanki biraz hızlı sallıyor gibiydi. Biraz!
“Benimde kendi güvenliğimden emin olmam gerekiyor mabadına pandik attığım! Yavaşla!”
İri cüssesiyle hamakta oldukça tuhaf duran adama gülerek bakarken onun tüm uzuvlarıyla hamağa sarılmış olması ve suratındaki o korku dolu ifade daha çok gülmeme sebep oluyordu.
“Kes lan ödlek herif! Eğer bir dakika daha bu şekilde sallanabilirsen hamak testten geçece-”
“Lan!”
“Ay!”
Havada bildiğin parende atarak toprak zemine yapışan adamı bir film sahnesi izler gibi izlerken irileşen gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Hamak testten geçememişti!
Tamay hızla yüz üstü yere yapışan ikizine koştururken Bars bir ucu kopan hamağa melül melül bakıyordu. “Oğlum bunu kurmak için çok da uğraşmıştım ya! Senin aldığın maldan ne hayır gelir ki zaten!”
“Ay Tamer iyi misin? Aşkım söylenmeyi bırak da bak şuna hiç kıpırdamıyor! Nefes alıyor mu?”
Tamay’ın panik halinin aksine Bars oldukça rahat bir ifadeyle Tamer’in yanına giderken bende en sonunda kendime gelerek oturduğum yerden ayaklandım.
“Pişt bak lan bana!” diyen Bars ayakkabısının ucuyla Tamer’in omzunu dürttüğünde bende yanlarına varmıştım.
Tamer’den hiçbir kıpırdanma gelmezken bende bir ufak panik yapmadım değil. Tam onlara ambulansı mı arasak diye soracakken yerden gelen oldukça boğuk bir ses ortamdaki tüm sesi böldü.
“Mezar taşıma, ‘Ömrü yarıda aklı karıda kaldı.’ yazılsın!”
-BÖLÜM SONU-
Bölümü nasıl buldunuz bakalım?
Sizler nasılsınız? Dedikoduları aktarın bakalım!
Erken gelmeye çalışacağım dedim ve geldim. Nazar değmesin amin!
Etkileşimleri arttıralım lütfen. Bu benim tek motivasyon kaynağım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |