
Ben geldim! Biliyorum yine uzun sürdü ama evimizin çatısını yeniletirken tavan evin içine çöktü:( Yani çok müşkül bir durumdaydım.
Biraz moral ve birazda destek için beğeni yapmayı ve bolca yorum atmayı unutmayın!
İYİ OKUMALAR
Giderum dalga gibi bir ileri bir geri.
Goca karadenizin yok midur bana da yeri?
Giderum dalga gibi bir ileri bir geri.
Goca karadenizin yok midur bana da yeri?
Telefon hoparlöründen dışarı yayılan müzik gözlerimin nemini canlı tutarken kulaklarımda yankılanan Öykü Gürman’ın sesinde huzur bulmaya çalıştım. Ama bu nafile bir çabaydı sanırım.
Baktumda göremedun yüreğumi sen felek.
Baktumda göremedun yüreğumi sen felek.
Kasıklarıma yakın bir bölgede hissettiğim seğirmeler ellerimin o bölgede toplanmasına sebep olurken buruk bir şekilde gülümsedim. Sanırım hareket ediyordu.
Oturupta ağlarsun derdumi bilsen felek.
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum.
Oturupta ağlarsun derdumi bilsen felek.
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum.
Tıpkı ilk günkü gibi içimin yanışını hissederken derin bir iç çektim. İyi değildim. Bugün çok uzun zaman sonra oldukça keyifli bir gün geçirmiş olsam da iyi değildim.
Bu haftalar ay oldu aylarda sene olsun.
Bırakup gittun beni gülüm daha ne olsun?
Bu haftalar ay oldu aylarda sene olsun.
Bırakup gittun beni gülüm daha ne olsun?
Sahiden daha ne olabilirdi ki?
Günlerum gelur geçer dünyada yeller gibi.
Günlerum gelur geçer dünyada yeller gibi.
Onsuz geçirdiğim günlerden biri daha tamamlanmak üzereydi ve biz bir iki saate yeni bir güne geçecektik. Onsuz yeni bir güne daha tahammülüm nasıl olurdu hiç bilemiyordum.
Dert büyük izdiraptur bakarsun eller gibi.
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum.
Dert büyük izdiraptur bakarsun eller gibi.
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum.
Dayan yüreğum dayan dayan yüreğum.
İçli bir nefes daha çektim ciğerlerime. O günden beri ne yaparsam yapayım aldığım hiçbir nefes yeterli gelmiyordu. Ne kadar derin bir nefes alırsam alayım içimdeki o boşluk dolmuyordu. Sanki bir karadelik açmıştı içimde giderken beraberinde.
Eller gibi bile bakamıyordum. O kadar yoktu. Bir insan her şeyimken, her yerdeyken nasıl böylesine yok olabilirdi? Akıl alır gibi değildi ve aklım onca güne rağmen hala daha almıyordu.
“Ne güzel bir şarkı değil mi?” diyerek varlığını belli eden Tamay’a çevirdim bakışlarımı ağır çekimde. Ne ara gelmişti balkona?
Neredeyse tüm günü Aydos Ormanında geçirdikten sonra evlere dağılırken ben her zamanki gibi Zero’yla eve geri dönecektim. Tek başıma. Ta ki Tamay araya kendini sıkıştırana kadar.
Bir kız gecesi diye tutturmuş ve peşimi bırakmamıştı. Dahası Zero’nun kullandığı araca bizden önce binmişti, Zero’dan bile ve inmemek için oldukça direnmişti.
O an Recep İvedik filminde yer alan ‘Gelecem! Olmaz! Gelecem! Olmaz! Gelecem! Olmaz! Ama lütfen geleyim ya? Olmaz ya!’ sahnesi birebir tekrarlanmıştı. Buradaki Recep İvedik, Tamay oluyordu. Sonunda dediğini yaptırmış ve benimle birlikte gelmişti.
Şimdiyse ben belki rahatsız edilmem diye düşünerek yatmadan önceki son soluklanmalarımı yapmak için balkonda oturuyordum ve o az önceye kadar mutfakta bir şeyler yapıyordu. Sanırım o şeyler şu anda elinde tuttuğu renkli içeceklerdi.
“Öyle.” diye mırıldanmakla yetinirken hala daha elindeki bardaklarda ne olduğunu çözememiştim.
Hızlı adımlarla yanıma gelerek elindekileri oturma grubunun masasına bıraktıktan sonra hemen çaprazımdaki tekli koltuğa oturdu.
“Bize milkshake yaptım. Seninkisi vanilyalı benimkisi çilekli. Eğer istersen çilekliyi sen alabilirsin ya da ikisinden de içebilirsin. Artık canınız hangisini isterse.”
Canımız.
Ellerim komutlanmış gibi çıkık karnıma sarılırken Tamay’a ağız içinde bir teşekkür ettim. Normalde günü kapatmadan önce burada geçirdiğim anlarda sıcak bir şeyler içmeyi tercih ederdim çünkü içim hiç olmadığı kadar üşürdü. Bu yalnızlığın getirdiği ayazdan olsa gerekti.
Telefonumdan otomatiğe bağlamış peş peşe müzikler çalan sekmeyi kapatırken ortamı sükunete sürükledim. Başımı geriye yatırarak derin içler çekerken günün kritiğini yapıyordum. Gözlerim bu esnada kendiliğinden kapanmıştı.
Bugün hiç olmadığı kadar o’nun gidişinin öncesindeydik. Tek bir farkla o yoktu sadece o kadar.
“Nasıl bir his?” dedi bir anda Tamay. İlk başta ne dediğini anlayamazken tek gözümü açarak bakışlarını diktiği yeri takip ettim. Karnıma bakıyordu. Diğer gözümü de hızlıca açtım.
Hamileliği mi soruyordu yoksa hamile bir şekilde terk edilmeyi mi anlayamamıştım.
“Anlamadım?”
Oturduğu koltukta bacaklarını kalçalarının altına toplayarak biraz daha dik bir pozisyona geçti. Bu sırada bakışları suratımda olsa da sık sık karnıma kayıyordu.
“Bedeninde yeni bir cana dünya olmak nasıl bir his?” Daha ayrıntılı bir şekilde açılmış soru beni bir anlık düşünmeye itti. Bu soruyu elbetteki daha öncesinde düşünmüştüm. Hem de çok fazla kez. Bu yüzden verecek birçok cevaba sahiptim ama bir an hangisini vereceğimi bilememiştim.
Normalde içmek istemesem de canımın, canımızın, çektiğini hissetmemle vanilyalı milkshake uzandım.
“Oldukça mucizevi hissettiriyor ve aynı zamanda da korkutuyor.” dedim dürüst bir şekilde kısaca Tamay’ı cevaplarken.
“Doğum mu korkutuyor seni?” Tekrar kısa bir duraksadım ve bu esnada elimdeki içeceğimden büyük bir yudum aldım.
“Hayır, tamamıyla ilgime, bakımıma ve korumama muhtaç minik bir insanın sorumluluğunu almak korkutucu olan. Bir de geleceği yer böyle bir dünyayken. Ama tabi ki doğumda azıcık korkutmuyor değil. O malum yerden bir bebeğin çıkacak olması biraz gerici bir durum.”
İlk cümlelerimde tüm ciddiyetiyle beni dinleyen kadın son cümlemle birlikte kısık bir kahkaha attı. “E tabi yapması gibi zevkli değil çıkması. Doğal gerilmen.”
İrileşen gözlerimle Tamay’a kınayıcı bir bakış atarken suratımın ısındığını hissettim. Utanmıştım!
“Bakıyorum da galiba sen iyi biliyorsun yapmasını.” diyerek konuyu hızla üstümden atmak istedim.
Benim aksime Tamay utanma namına hiçbir belirti göstermezken artist bir hareketle saçlarını geriye savurdu. “Tabi ki! En sevdiğim en sevdiğim!”
Sokak röportajlarında ‘Şimdiki gençlerde ne edep kalmış ne haya!’ diyerek isyanlara giren teyzeler gibi bir moda girmemek için kendimi tuttum. Her ne kadar her an ‘Biraz edep yahu!’ diye bağıracak gibi olsam da aklıma benim de o’nunla her sevişmemizi çok sevdiğim geldi. Üstelik evli falan da değildik ve ben şu anda hamileydim. Bu konuda yorum yapacak son insan bile değildim.
“E o zaman yap sende bir tane.” diyerek konuyu çok saçma bir boyuta taşırken saçmaladığımı fark edttiğim anda sustum. Kendimi bir an Tamay’la eski günlerde yaptığımız o aşırı sohbetlerde gibi hissetmiştim.
Ben her ne kadar anın dalgınlığıyla öylesine bir laf demiş olsam da Tamay dediklerim karşısında bir anda bozguna uğramış gibi kalmıştı. Anında değişen yüz ifadesi beni şüpheye düşürürken kıstığım bakışlarımla ona baktım. Ne olmuştu şimdi?
“Tamay?”
Seslenişim üzerine Tamay hızla yüz ifadesini toparlarken bana döndü. Hiçbir şey yokmuş imajıyla gülümserken ben o tebessümdeki burukluğu anında yakalamıştım.
“Yapamam ki.”
Anlamlandıramadığım sözler kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bars’la evli olmayışlarından tutup çocuk istemeyişlerine kadar giden teorilerimden net bir çıkarıma varamazken elimdeki bardağı oturma grubunun masasına bıraktım.
“Tabi öncesinde evlenmek isteyebilirsin.” diyerek teorilerimden en basit olanı dillendirirken aslında işin aslını demesi için Tamay’a bıraktım. Paylaşmak isterse zaten kendisi söylerdi.
Benim aksime çoktan içeceğini yarılamış olan Tamay elindeki bardağı masaya bırakırken iyice bana doğru döndü. Yüzünde buruk bir tebessüm vardı.
“Ondan sebep değil. Ben çocuk sahibi olamıyorum.”
Duymayı beklediğim şey neydi bilmiyordum ama bu olmadığına emindim. Konunun ciddiyetiyle bende Tamay’a dönerken refleksif bir şekilde eve geldiğimde giyindiğim tişörtü çekiştirerek öne doğru bollaştırmaya çalıştım.
“Bilmiyordum. Bir rahatsızlığın falan mı var? Tedavisi falan yok mu?”
Dudaklarının arasından kaçan ‘hıh’ sesiyle “Keşke o kadar basit bir şey olsaydı.” dedi.
İyice karışan aklımla Tamay’a baktım. Ne demek istediğine dair en ufak bir teori bile üretemiyordum. Beynim durmuş gibi hissetmiştim bir an. Tamay’da bunu surat ifademden anlamış olacak ki benim bir şey dememe izin vermeden tekrar konuştu.
“Doğduğumda erkek olarak gösterildiğimi biliyorsun. Kubat yüzünden çok kısıtlı ve zor bir çocukluk geçirdiğimi de.” diyerek konuya girdiğinde kısa bir an düşündüm.
Evet bu dediklerini biliyordum. Umay Hanım ikizlere hamile kaldığında Tamay’ın kız olduğunu öğrenmeleriyle yurt dışına gittiklerini ve bir süre orada Tamay’ı başka bir kimlikle lanse ederek gizlice yaşadıklarını konuştuğumuzu az çok hatırlıyordum. Ama Ares’in bu konuda ‘Belli bir zaman sonra bazı şartlar sağlandığı için kendi kimliğine geri döndü.’ dediğini de hatırlıyordum.
“Evet hatırlıyorum.” dedim devam etmesini ister bir tonda. Geçmiş zamanda üstünkörü de olsa bu konulardan konuşulmuştu ama ayrıntısına hala daha hâkim değildim.
“Beş yaşına kadar başka bir kimlikle yurt dışındaydık. Kolombiya’da. Büyük Okyanusa kıyısı olan eyaletlerden Nariño’da sessiz sakin bir yaşam sürüyorduk. Ta ki bir gün babam gelip de evimize dönüyoruz diyene kadar.”
Öğrendiğim her yeni bilgiyle Tamay’ı daha bir merakla dinlerken dediklerine iyice dikkat kesildim. Verdiği soluklanma arasında hiçbir şey demeyerek konuşmasına devam etmesini bekledim.
“Babamın dediğine göre o zaman bazı şeyler değişmiş ve artık ailemizin bir arada olması, birbirlerine destek olarak yaşaması gerekiyormuş. Artık kaçmak ya da saklanmak yokmuş. O zaman bakıldığında bu oldukça iyi bir haber gibi gelmişti bize çünkü biz ne dedemizi tanıyorduk ne de annemin ya da babamın ailesinden herhangi birini. Sadece annemlerin anlattığı anılar ve birkaç resim vardı o kadar.”
Gözümün önünde canlanan yapayalnız geçen bir çocukluk içimin buruklaşmasına sebep olurken sertçe yutkundum. Tamay’ın bu anlattıklarıyla konuyu nereye bağlayacağını tahmin edemezken meraklı bekleyişimi sürdürdüm.
“Zor olmalı.” diyerek ılımlı bir ses tonuyla konuşurken Tamay’ı gerçekten de anlayabildiğimi hissediyordum. Ben her ne kadar kalabalık bir aile içerisinde olsam da bu tek başıma olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Bende yalnız bir çocukluk geçirmiştim hem de kalabalıklar içerisinde bir yalnızlık. Bu yalnızlıkların en acı olanlarındandı.
“Aslında çocuk aklıyla pek de zor değildi. Hem Tamer’in varlığı her şeyi oldukça kolaylaştırıyordu. Bakma sen onun şu anda yaşamı zorlaştırdığına çocukken böyle değildi.”
Son dediğine gülmeden edemedim. Tamay da bu gülüşüme katılırken kısa bir an buruk ortam dağıldı. Masanın üzerindeki milkshakeden bir yudum daha alırken oturuş pozisyonumu değiştirdim. Aynı zamanda üzerimdeki tişörtü çekiştirerek bollaştırmayı da ihmal etmedim.
“Sonra ne oldu? Değişen şeyler neymiş?” dedim saf bir merakla. Geri döndüklerine göre tehlikenin geçmiş olması gerekiyordu.
“Geri döndük. Yeni bir yaşama adapte olmaya çalıştık hiç bilmediğimiz bir şeyin eksikliğiyle. Her ne kadar annemler bizi Türk kültürüyle yetiştirse de onu yerinde yaşamak oldukça afallattı.”
Hiç bilmediğimiz bir şeyin eksikliğiyle mi?
“Anlamadım neyin eksikliği?”
Bir an gözlerinin kaçırır gibi oldu. Konuşmakla konuşmamak arasında kalan kadının ikilemi beni şüpheye düşürürken bakışlarımın ısrarcılığını sürdürdüm.
“Şey... Ülkeye geri dönüşümüz amcamların ölümüyle oldu.”
Dediklerini idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Aden ve Demir çiftinin ölmesiyle mi geri dönmüşlerdi?
“Babamın dediğine göre o zaman bazı şeyler değişmiş ve artık ailemizin bir arada olması, birbirlerine destek olarak yaşaması gerekiyormuş. Artık kaçmak ya da saklanmak yokmuş.”
Geri dönmeleri tehlikenin geçmiş olmasından değil daha da çığırından çıkmasından kaynaklıymış!
“O, yaşadığı büyük kaybın ardından sizin gelmenize sevinmiş olmalı.” dedim kendimi tutamazken. Bu uzun zaman sonra ilk defa o’nun konusunu isteyerek açışım olmuştu.
“Gözünün bizi pek gördüğü söylenemezdi aslında.”
İçim ezildiğini hissettim. Zihnimde canlanan minik Ares sessiz sedasız kendi halinde bir köşede takılıyordu. Ve sonra bu sahneye o baş dadı ekleniyordu.
Midemin çalkalandığını hissettim. Acilen zihnimde canlanan her şeyin yok olması gerekiyordu bu yüzden derin bir nefes eşliğinde tüm odağımı Tamay’a vermeye çalıştım.
“Peki döndükten sonra başka ne oldu?” dedim biraz çekinerek de olsa. Hikâyenin henüz Tamay’ın çocuk sahibi olamadığı kısmına gelmemiştik.
“İşte dediğim gibi biz Tamer’le yeni yaşama adapte olmaya çalışıyorduk. Aynı zamanda bende gerçek kadın kimliğimle açıkça tanışıyor, onunla ne yapacağımı çözmeye çalışıyordum. Döndüğümüz andan itibaren direkt kendi evimize geçtiğimizden Ares’i pek göremiyorduk çünkü o genelde ya dedemin evinde dadılarıyla birlikte oluyordu ya da dedemle şirkette.”
Konu yine aynı yere geliyordu. Düşünme Lavinia! Düşünme!
“Peki senin meselen?” dedim konunun asıl yere, çocuk sahibi olamadığı o kısma gelmesini isterken.
Sorum karşısında uzun bir süre sustu Tamay. Dudakları bu süreçte konuşmak için sıklıkla aralandı ama ağzından tek bir kelime bile dökülmedi. Doğru kelimeyi ararmış gibi bir hali vardı.
“Eğer bu seni yaralıyorsa anlatmak zorunda değilsin. Bu konuşmayı burada sonlandırabiliriz?” dedim sonunda süregelen sessizliğe dayanamayarak. Karşımda bir şeyler söylemek için kıvranan kadına daha fazla dayanamamıştım. Zorlanıyordu belliydi.
“Yok sorun değil. Altı yaşım kadar yaralamıyor artık beni.” dedi titrek bir sesle.
Altı yaş? Yine mi?
Ares altı yaşında ailesini kaybederken Tamay’ın altı yaşında ne olmuştu?
“Buraya döneli bir seneyi yeni geçmişti sanırım. Döndüğümüzden beri her ne kadar kendi kimliğimde özgür olsam da aslında yaşantımda hiç de özgür değildim. Sürekli bir kısıtlama sürekli korumalar. Çocuk aklı çok fazla bunaldığımı hatırlıyorum. Bir gün evimizin bahçesinde oynarken çok sıkılmıştım. Tek başımaydım. Tamer sürekli bilgisayar ya da tablet başındaydı ve bu bir yerden sonra beni sarmamaya başlamıştı. Sitenin içerisindeki parka gitmek istedim çünkü sitede oturan tüm çocuklar genelde o parkta hep beraber oyun oynuyorlardı ama annemler buna izin vermedi. Bende gizlice bahçeden çıkıp gittim.”
Ellerimin soğuduğunu hissettim. Tamay’ın titrek sesi beraberinde benim de içimi üşütüyordu.
“Park aslında evden çok uzakta değildi. Yalnızca birkaç ev ilerisindeydi. Ben daha parka varmadan...” Ses tonu gittikçe kısıldı. O son kelimeyi söyleyemedi ama ben anladım.
Kaçırıldım.
“O mu?” dedim. Kubat mı? Yine mi? Orada da mı?
“Evet, o.” dedi ama gözünden akan o yaşı görmemek imkansızdı.
Anlamıştım. Devamını anlatmasına gerek yoktu. Bir şey olmuştu, çok kötü bir şey!
Oturduğum yerden ayaklanarak doğruca Tamay’a gittim. Hareketlerim elimde olan bir şey değildi. Sanki komutlanmış gibiydim. Oturduğu yerin kolçağına kalçamı yaslarken Tamay’ı kollarımın arasına aldım. Bu hareketim onu daha da tetikledi ve bir anda seslice ağlamasına sebep oldu.
“A-adamlarının bana dokunduğunu hatırlıyorum. Çok... Çok kötü dokundular! Kan da vardı. O da çoktu! Bacaklarımda!”
Göğsümün üzerine yasladığım başına defalarca kez öpücükler kondurdum. Amansızdı biliyordum ama onu teselli etsin diye peş peşe kelimeler savurdum.
“Tamam geçti geçti. Hepsi geride kaldı. Geçti.”
Benim de sesim titriyordu. Sanırım ağlıyordum da. Önemli değildi. Ben hep ağlıyordum zaten. Önemli olan küçük çocukların ağlamamasıydı.
Orada ne kadar süre öylece kaldık bilmiyordum, Tamay bir yerden sonra ağlamasını durdurabilmişti ama altı yaşındaki Tamay ağlamayı hiç kesmemişti.
***
Zaman acımasızdı. Yaşadığın mutlulukta seni bırakmaz beraberinde alır götürürdü. Ama buna tezat yaşadığın acıda seni oraya hapseder onun senin bir parçan haline gelmesini sağlardı.
Mutluluk zamanda haramdı. Acıysa zamanın bir parçasıydı.
Geceyi bir ağlaya iki sızlana bitirmiştik. Tamay anın duygusallığıyla gece benimle uyumak istemişti. Bu delilikti! Ama kabul etmiştim. Sadece bir gecelik şartıyla sırf kendini biraz olsun iyi hissetsin diye geceyi onunla beraber geçirmiştim.
Bu tabi ki benim yattığım odada olmamıştı. Tamay’lar buraya geldiğinde kaldıkları odada yatmıştık. Tamay her şeye rağmen bir iki dönmenin sonunda uykuya dalsa da ben tüm gece gözümü bile kırpmamıştım.
Sanırım yalnız uyumaya alışmıştım.
Tekrardan.
Günü çok erken bir saatte aydırarak hazır Tamay’da uyuyorken her zamanki gibi balkonda yerime kurulmuş ve biraz bir şeyler yazmıştım. Sonrasında Tamay uyanmış ve beraber kahvaltı yapmıştık.
Ben genel olarak hiçbir şey yemek istemesem de bebeğim bir o kadar zıt olarak her şeyi yemek istiyordu. Tabi onun istediği gibi yemek yemem mümkün değildi. Çünkü buna rağmen bile yemek yemeyi normalden biraz arttırdığımda anında midem bulanıyordu ve eğer zorlarsam direkt kusuyordum.
Kahvaltı sonrası çöken ağırlıkla birlikte hiç uyumadan geçirdiğim gecenin de etkisiyle oturma odasında uzandığım koltukta uyukluyordum. Aramıza Tamer ve Bars’ın katılışının henüz altıncı dakikasındayken onların gelişini her zamanki gibi görmezden gelmiştim.
Onlar geldiğine göre Tamay’a verdiğim desteğe bir son verebilir ve normal halime geri dönebilirdim. Bunu yapalı her ne kadar daha bir gün bile olmamış olsa da ben çoktan bunalmıştım. Zaten uykumda vardı. Uyku tok karnımla birlikte iyice üzerime çöreklenmişti. Bunlar ne zaman gidecekti?
Yan bakışla çaprazımda oturan Tamer’e kısık bir bakış atarken geldiğinden beri sürdürdüğü kıvranışına kaşlarımı çattım. Bununda bir derdi vardı belliydi!
Bars her zamanki ifadesizliğiyle birlikte yanında getirdiği bilgisayarından bir şeyler yaparken Tamay’da onun yanına oturmuş boş gözlerle ne yaptığına bakıyordu.
Tamer gıcık tutmuşçasına öksürdü. Tüm bakışlar üzerine dönerken o etrafa anlamsız bakışlar atıyordu. Bu geldiğinden beri beşinci öksürüşüydü. Sesli bir soluk verdim. Uzandığım yerden bedenimi hafifçe toplarken konuştum.
“Ne karın ağrın var yine senin?”
Derdi neyse bir an önce söylesin de daha fazla dikkatimi dağıtmasın istedim. Belki uzandığım yerde kısa bir uykuya dalardım. Yattığım odaya kadar gidecek mecali şu anda kendimde göremiyordum. Üzerimde öyle bir ağırlık vardı.
“Ne karın ağrım olacak yok bir şey.” diyen adama tabi ki de inanmazken gözlerimi devirdim.
“Buna sence inandım mı? Ne diyeceksen de sonra sizde artık gidin. Bu ne be dünden beri bunaldım. Biraz dinlenmek istiyorum!”
Göz ucuyla gördüğüm Tamay’ın üzerimde dolanan kırgın bakışlarını görmezden geldim. Bana ‘Yine mi başa sardın?’ der gibi bakıyordu.
“Tamer sus!”
Bars’ın konuşmasıyla üzerimdeki uyku hali biraz olsun kalkmıştı. Ne demek Tamer sus? Bir şey mi olmuştu? Ne olmuştu?
“Ne oluyor?” dedim bu sefer oldukça sert bir ses tonuyla. Bedenim biraz daha dikleşmişti.
“Ne olacak kuşum şirket işleri falan. Bir tane dava açılmışta ona canları sıkkın. Bir şey olduğu yok.” diyen Tamay’a inansam mı bilemezken Tamer’in ağzının içerisinde homurdandığını duydum ama ne dediğini anlayamadım.
“Basit bir şirket meselesi mi?” dedim teyit etmek ister gibi. Eğer ki bana yalan söyleyeceklerse bunu hiç yapmadan şu anda çıkıp gidebilirlerdi bu evden. Benim zaten tahammül seviyem hiç kalmamıştı bir de bunlarla uğraşamazdım. Zaten artık gerçekten buradan gitmem gerekiyordu. İlerleyen hamileliğimle birlikte zamanım iyice azalıyordu.
Tamay ve Bars aynı anda “Evet.” derken Tamer onlara tezat “Hayır!” demişti.
Sesli bir soluk verdim. “Yalan söyleyen hanginiz?”
Sorumun ciddiliği karşısında bir an duraksayıp birbirine bakan üçlünün üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Son durak olarak en son Tamer’e döndüğümde tam Tamay bir şey diyecekken Tamer onu susturarak konuştu.
“Şirkete dava açıldığı doğru ama bu bir tek şirkete değil. Dedeme de dava açılmış.”
E yani bundan bana ne? Şirkete sürekli bir dava açılıyordu zaten. Ayrıca o adamın başına mümkünse daha daha beterleri gelsindi.
“E?” dedim bıkkın tavrımı sürdürerek.
“Tamer!” diyerek bir kez daha Bars tarafından bir uyarı gelirken içimi kaplayan o hisse anlam veremedim. Kötü hissediyordum.
Bars’ın bilgisayarı bırakıp kendisine dönmesine aldırış etmeyen Tamer oturduğu yerde yorgunca arkasına yaslandı.
“Davayı açan yine Ares’miş.”
-BÖLÜM SONU-
Bölümü nasıl buldunuz bakayım?
Sizler nasılsınız? Dedikoduları salın bakalım!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |