65. Bölüm

BÖLÜM 64 - 2 KİTAP BÖLÜM 7

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

 

 

Ben geldim! Sizi bölüme uğurluyorum hemen. Bölüm sonunda mutlaka görüşelim!

 

 

Beğeni ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!

İYİ OKUMALAR

ARES SANCAKTAR

Bu burada bitmezdi ve bitmeyecekti. İlk önce o piçi sonrasında onu dölleyen diğer piçi bulacaktım ve hiç doğmamış olmayı dilemelerini sağladıktan sonra bu oyunu bitirecektim.

Komple.

Demek bir oğlu vardı. Bir babayı öldürerek onu oğlundan kopartırken kendisi oğluyla beraberdi.

Hayatın bir kere daha hiç adil olmadığı suratıma acımasızca çarparken hiçbir mimik göstermemiştim. Böyle bir seçeneğim yoktu. Ailemi bulmalıydım.

Adımlarım aceleci değil ama hızlıydı. Gece kulübünden içeri girdiğim anda bile hızında en ufak bir yavaşlama olmamıştı. Tek bir hedefim vardı ve ona giden yoldaki ufak aracım şu anda burada bir yerde olmalıydı. Adamlarım böyle söylemişti.

Hemen ardımdan gelen Ahmet ve Zeki'yi ufak bir baş hareketiyle peşlerinden gelen diğer adamlarımla birlikte etrafa yayarken kısa bir an duraksadım. Efe Türker'i arıyordum.

Tamer yüzünden hayatımda varlık gösteren cibiliyetsizin ne kadar şey bildiğini bilmiyordum. Ama öğrenecektim. Bu yüzden buradaydım.

Durduğum yerde kalabalık mekânı ağır ağır tararken dans edenlerin tam ortasına geldiğimi göz ucuyla fark ettim. Etrafımdaki insan kalabalığı birkaç adamım tarafından benden uzaklaştırılırken sorgulayıcı bakışların radarında olduğumu biliyordum.

Hala daha Efe piçinin birazdan kum torbasına dönecek bedenini görememek canımı daha fazla sıkarken yukarıdaki localara çıkan merdivenlerin başında Ahmet'i gördüm. Bana bir işaret verdi.

Aranan kansız bulunmuştu.

Hızlı adımlarla locaların bulunduğu kata çıktığımda tüm katın boşaltılmaya başlandığını gördüm. Tek bir locanın önünde Zeki ve birkaç adamımı görürken oraya adımladım. Ahmet'te hemen peşimdeydi.

"Abi Kağan Türker ve Pelin Nare'de yanında. Onları ne yapalım?"

Üçlü sıçan grubu. Her daim birliktelerdi. Buna şaşırmadım.

"Kalsınlar." demekle yetinirken diğer ikisinin de ne kadar olaya dahil olduğunu merak ediyordum.

Vardığım locayla Zeki girişin önünden çekilirken ben hız kesmeden içeri girdim. Hemen peşime Ahmet ve Zeki'de içeri girerek giriş çıkışı bedenleriyle kesmek istercesine dikildi.

"Ares neler oluyor dostum? Seni yurt dışındasın sanıyordum?" diyen Kağan diğer ikisi gibi ayaklanmış bir içimde olan bitene bir anlam vermeye çalışıyordu.

Kıstığım bakışlarımla alkol kokusunun sardığı locayı inceledim. Müzik sesi aşağı kata nazaran buraya daha az geliyordu ama loca olmanın bir yanı da buydu. Ben gelmeden önce gayet eğleniyorlar gibi görünüyorlardı. Ne büyük tesadüftü ki bende birazdan çok eğlenecektim.

Kağan'a bir cevap vermeden direkt Efe'ye döndüm. "Lavinia nerede?"

Sorum son derece basitti. Cevabı da aynı şekilde öyle olmalıydı.

Karşımdaki üçlü sorduğum soruyla kısa bir an birbirlerine anlamsız bakışlar attı. Hepsi şu anda tam bir mala benziyordu.

"Senin sevgilini biz nereden bilelim?" diyen kişi Pelin olurken ses tonundaki merakı fark etmemek imkansızdı. Ya bir halttan haberi yoktu ya da çok iyi rol yapıyordu. En az Efe piçi kadar.

Bakışlarımı üzerine kilitlediğim döl israflarından biri olan Efe son derece profesyonel bir şaşkınlığa bürünse de destek görmek ister gibi sık sık yanındakilere çevirdiği bakışlarıyla bir şeyleri ele veriyordu.

"Onu en son aylar önce senin yanında görmüştük dostum. Bir şey mi oldu?" diyerek Kağan'da merakını açıkça ifade ederken sesli bir soluk verdim.

Ben bunların hiçbiriyle ilgilenmiyordum.

"Son kez soruyorum, Lavinia nerede?"

Benim tahammül sınırlarım fazlasıyla yıpranmış olduğundan ihlal edilmesi pek de uzun sürmüyordu. Bunu ses tonuma ve yüz ifademe fazlasıyla yansıttığımı biliyordum.

"Lavinia'ya bir şey mi oldu? Onu neden bizim yanımızda aradığını anlayamıyorum. Bir şey demeye çalışıyorsan bunu açıkça söyle. Pelin'in de dediği gibi biz senin sevgilini nereden bilelim?"

Sonunda ağzını açıp bir şeyler deme gereksinimi duyan Efe'ye baktım. Birazdan kırılacak olan ağzını açan Efe'ye.

'Öyle mi?' dercesine bir ifadeye bürünürken Ahmet'e sadece bir el işareti verdim. Böylelikle Ahmet ve Zeki anında harekete geçerek Efe'yi paket yapmak üzere hareketlendi.

"Ne oluyor?" diyen Efe'ye diğerleri de eşlik ederken onları duymazdan geldim.

"Bir dakika bir yanlış anlaşılma olmalı! Sakince konuşursak bunu çözebiliriz!"

Locanın dışında da kapı görevi gören adamlar Ahmetlerin o tarafa yönelmesiyle kenara çekilirken ben Efe'nin locadan kısmen sürüklenerek çıkartılışını izledim. Bu kez yüzümde hiçbir ifade yoktu çünkü gerçekte de hiçbir şey hissetmiyordum.

"Siz müsait bir lavaboya alın ben birazdan geleceğim."

Arkamda kalan ve birkaç adımın dışında pek de hareketlenemeyen ikiliye geri döndüm. Efe'ye bir şey yapmayacağımı düşünmelerinden midir bilinmez her ne kadar gerilseler de çok büyük bir tepki vermekten kaçınıyor gibilerdi.

Yanılıyorlardı.

"Yıldırım Karaağaçlı hakkında ne biliyorsunuz?" dedim doğrudan.

Duydukları isimle bir an duraksamış olsalar da kendini toparlayıp ilk konuşan Kağan olmuştu.

"Efe'nin okuldan arkadaşı. Ne olmuş ki ona? Lavinia'yla alakası ne?"

Tek bir cümle hissizliğimin yerini cehennem çukurundan bile taşacak öfkeye bıraktı.

"O piçin benim kadınımla bir alakası olabilir mi sence!" Bu bir soru değildi o yüzden bir cevap da beklemedim.

"Onunla ilgili ne biliyorsunuz hepsini anlatın!"

"Tamer'i aramamız gerekiyor mu? Hiç iyi gözükmüyorsun Ares." diyen Pelin aldığı ters bir bakışla anında sustu.

Keşke Lavinia onu dövmek istediği zaman izin verseydim. Belki beynindeki nöronlar biraz olsun yerine otururdu. Tabi varsa.

"Efe'nin arkadaşı işte. Nadirde olsa bize katıldığı zamanlar oluyordu ama onu aylardır görmedim. Kafa çocuktur. En son Efe onun bir projeyle ilgilendiğini ve o yüzden çok meşgul olduğunu söylediğini hatırlıyorum."

Bir projeyle ilgileniyordu. Proje: Lavinia.

Boynumu iki yana esneterek kemiklerimden ses çıkmasına sebep olurken locanın çıkışına yöneldim.

"Birazdan yanınıza gelecek adama o piç hakkında ne biliyorsanız harfi harfine anlatacaksınız. Donunu bile gördüyseniz rengine kadar söyleyeceksiniz." diyerek ne yapmaları gerektiğini oldukça net bir biçimde açıkladım.

Locadan çıktığım gibi dışarıda beni bekleyen Zeki'ye bir baş işareti vererek içeri girmesini sağladım. Bense birkaç adamımın kapısında beklediği lavaboya yöneldim.

İçeri girdiğimde Efe'nin lavabonun en uç noktasında dikildiğini Ahmet'inse hemen kapının yanında durduğunu gördüm. Ağır adımlarla usulca lavabonun ortasına ilerlerken arkamdan gelen kapının kilitlenme sesi yüzümde bir tebessüm oluşturdu.

Efe'nin bakışları gelen sesle önce bana ardındansa kapıyı kilitleyen Ahmet'e kaydı. Gerginliğini hissedebiliyordum. Ve sanırım birazda terlemiş gibiydi. Galiba olacaklardan haberdardı.

"Beni yormadan her şeyi anlatacaksın. Anlatmayacaksan baştan söyle bende hiç vakit kaybetmeden asıl yöntemlerime geçeyim. İnan kaybedeceğim bir dakikaya bile tahammülüm yok."

Sert bir yutkunma sesi işittim. "Ne bilmek istiyorsun? Ne anlatabilirim ben sana?"

Ebeni.

"Yıldırım Karaağaçlı nerede? Lavinia’yı nerede tutuyor? Ne işler çeviriyor ve sen bunun neresindesin? Olaya başka kimler dahil?"

Hafifçe yana yatırdığım başımla pür dikkat karşımdaki ibneye baktım. Öyle odaklıydım ki yalan söylerse anlamama ihtimalim sıfırla eş değerdi.

Terliyordu. Bu bir şeyler biliyor demek miydi yoksa sadece korkuyor muydu?

"Yıldırım'la en son on gün kadar önce görüştük. Bana bir süre üzerinde çalıştığı projesi için Moskova'ya gideceğini söyledi. Dönünce görüşürüz demiştik bir daha da iletişimimiz olmadı."

Ve yalan söylüyordu.

"İki gün önce sabah altıda telefonda Azrail'le görüştün o zaman?" dedim gözümün önünde canlanan Zero piçinin dosyasını arka plana iterken.

Dosya gerçekten de kısa sürede yapılabilecek en iyi seviyede hazırlanmıştı ve buna Tamerlerin bildiği telefon bilgileri de dahildi. Ancak her şeye rağmen yetersiz ve eksikti.

An be an değişen surat ifadesi içimde bir yerleri kaynatırken kendimi biraz daha sakin tutmak adına zorladım. Her seferinde öfkeme yenilip herkesi direkt döversem bir arpa boyu yol kat edemezdim.

"Sen n-nasıl?"

Karşımdaki süzme salağa başımı biraz daha yukarı kaldırarak baktım. "Efe, sen karşında kim var sanıyorsun?" dedim küçümser bir ses tonuyla. Onu bildiğin açık seçik aşağılıyordum. Bu karşımda gittikçe bozulmasına sebep olurken biraz daha üzerine gittim.

"Beni her kim sanıyorsan yanılıyorsun. Daha fazlasıyım. O yüzden şimdi ne biliyorsan tek tek öt. Bende bunun karşılığı olarak sana acıyayım ve parçalarını kargaların bulmasına izin vereyim."

Son derece soğukkanlı ve tek düze çıkan ses tonum yüzündeki ifadenin kırılmasına sebep oldu. İstediğim kıvam tam olarak buydu.

"Ben bir şey bilmiyorum! Tamam yakın arkadaşız ama okuldan. Özel hayatımıza dair pek bir şey bilmeyiz ikimizde sadece takılmak, eğlence falan. Kaç yıldır arkadaşız daha ailelerimizi bile bir kere görmedik. Zaten onun ailesi Moskova'da. Buralı bile değil!"

O piçin Efe'yi de kandırmış olma ihtimalini tarttım bir süre kafamda. Dört senelik okul hayatı artı ondan sonra geçen zaman... Bilemiyordum. Efe sanırım bir şeylerin idrakına varmamıştı.

Ahmet'e verdiğim tek bir işaret bir anda Efe'nin bacağına hedef alınan silahın patlamasına sebep oldu. Karşımdaki piçin bağırmasıyla kapının dışındaki bağırtılar eş zamanlı yükselirken olduğum yerde hareketlendim ve Efe'nin dibine kadar yaklaştım.

"Senin ecdadını sikerim! Sana kaybedeceğim bir dakikaya bile tahammülüm yok demedim mi? Şimdi karşımda ağlamayı kes ve konuş!"

Gerçek anlamda gözlerinden yaşlar akıyordu ve bu midemi bulandırıyordu. İki eli de kanlar akan baldırına sarılmış vaziyette inlerken dediklerimi tam algıladığından bir an emin olamadım. Diğer bacağına da mı sıktırsaydım?

"Sikeyim! Ares ne yapıyorsun? Kafayı mı yedin senin derdin ne?"

Birkaç adım gerileyerek eski yerimi aldım. "Ben seni sikmeden önce konuş bu son ikazımdı."

Alnının ortasına tek bir kurşun tüm işi bitirebilirdi ama hayır! O kadar basit değildi. Lavinia yoktu ve bu hiç basit değildi!

"Yıldırım... O hep yalnızdı. Yanında hiç özel hayatına dair birisi görmedim. Koca okul döneminde sevgilisi bile olmadı. Genelde hep babasının işlerine koşturur dururdu ve kendisine arda kalan zamanlarda da sıklıkla partilerdik. Hala daha öyle."

Yüksek sesli acı iniltisi konuşmasını böldü. Akan kanı çoktan fayans zemine yayılmaya başlamıştı. Gittikçe beyazlaşan renginden bayılmasının yakın olduğunu tahmin etmek zor olmazken bir an önce diyeceklerini bitirmesini istiyordum. Amma da dayanıksız çıkmıştı.

Arka planda bağırışlar kesintisiz devam ederken sıklıkla ismim telaffuz ediliyor ve lavabonun kapısı zorlanıyordu. Aldırış etmedim.

"Gözlemleyebildiğim kadarıyla babasıyla arası pek iyi değil. O bununla ilgili hiçbir şey anlatmasa da bunu ben anladım. Sanırım babası bunun yaptığı hiçbir işi beğenmiyor. Kulak misafiri olduğum her telefon konuşmalarında Rusça konuşuyorlardı ama adam buna sürekli Türkçe küfürler edip telefonu suratına kapatıyordu. Bir de..."

Sendeleyen bedeniyle lavabonun mermerine tutunsa da dengesini koruyamayarak sertçe yere oturdu. Ses tonu da gittikçe kısılırken rengi daha da açılmıştı.

"Bir de ne?" derken tahammülsüzce konuştum. Birazdan bayılacaktı ve bu olmadan önce diyeceklerini bitirmesi gerekiyordu. Bir de onu ayıltmakla uğraşamazdım.

"Bir de Lavinia. Evet Yıldırım onu tanıyor. Beraber kutladığımız yılbaşı gecesi. Onu ilk kez orada bizimle beraber gördü. Biz yanınıza gelmeden önce okuldan bir grup arkadaşlaydık aslında. O da vardı. O gece ona sende gel demiştim ama kabul etmemişti. O gece Lavinia ilgisini çekmiş. Siz gittikten sonra demişti bunu ve biraz da Lavinia'yla ilgili sorular sormuştu."

Sıklaşan nefesleriyle anlık es vererek soluklandı. "Ama yemin ederim... Yemin ederim ona Lavinia'nın senin sevgilin olduğunu söyledim. Sonra da bir daha konusu hiç açılmadı."

Biliyordu. Yıldırım piçi her şeyi en başından beri biliyordu çünkü o babasının oğluydu. Bu yüzden en başından beri vardı. Yanı başımızdaydı ama ben hiç fark edememiştim. Gözüm hep Kubat'a takılmıştı ama onu hiç görememiştim.

Nasıl görebilirdim ki? Büyük piçin bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum!

Nasıl olurda en başından beri hep varken hep yanı başımızdayken fark etmezdim? Nasıl? Nasıl!

Efe'nin karşımda kayan gözleriyle son kez yanına ilerledim ve ayaklarımın üzerine çöktüm. Çenesini sert bir tutuşla yakalarken kafasını kendisine gelmesi adına sarstım.

"Başka bir şey var mı?"

Beni duyduğundan pek emin olmadığım adam belli belirsiz kafasını iki yana sallarken çenesini tiksinircesine bıraktım. Burada işim bitmişti. Belki sonrasında birkaç ziyaret daha yapabilirdim bu salağa. Bu tamamen durumun gidişatına bağlıydı.

Efe'ye son bir bakış attım. "O piçe ilet, onu bulduğum yerde yedi sülalesini kendisiyle beraber sikeceğim."

Ahmet kapıya doğru ilerlediğimi gördüğünde benim için kilidi açarak kapıyı geçmem için araladı. Bu esnada kapının dışında kalan curcuna sesleri bir anda içeri dolarken kapının önündeki adamların kimseye geçit vermeyişi gözümden kaçmadı. Önlerindeki kişiler her ne kadar Tamer'ler olsa bile.

Benim de istediğim tam olarak buydu.

"Ares kafayı mı yedin sen oğlum? O silah sesi de neydi? Neler oluyor?" diyen Tamer'i görmezden gelirken Bars'la kısa bir an göz göze geldim. Bana büyük bir merakla bakıyordu. Ona da herhangi bir tepki vermedim. Şu anda sırası değildi.

Hemen peşimden gelen Ahmet'e verdiğim işaretle mekânın çıkışına ilerlemeye başladım. Zeki birkaç adamla beraber hemen peşimdeydi. Ahmet temizlik işleri için şimdilik burada kalıyordu.

"Ares!"

Peşimden gelen Tamay'ın sesini kolumu tutan eliyle eş zamanlı duyarken ona bıkkın bir bakışla döndüm. Etraftaki yüksek sesli müzikten sesi zor duyuluyordu.

"Ares ne yapıyorsun sen? Efe'yi neden vurdun? Böyle mi arıyorsun Lavinia'yı, her yeri yakıp yıkarak mı?"

Evet.

"Evet." derken onun aksine sesimi duyması için uğraşmadım.

Hayal kırıklığıyla bana baktı. Kolumdaki eli yavaşça aşağıya kayarken gözleri de dolmuştu. Biliyordum ülkeye geri döndüklerinden beri asla istedikleri gibi bir kuzen olamamıştım onlara. Ama bu benim elimde olan bir şey değildi. Benden alınanları ben onlara nasıl verebilirdim?

"Biraz konuşalım mı?" dedi en sonunda pes etmişliğin verdiği sakinlikle. Pes ediyordu çünkü bugün bir kez daha anlamıştı beni durduramayacaklarını.

Onunla konuşmak istemiyordum ama Lavinia'yı da merak ediyordum. Her ne kadar pek hatırlamak istediğim bir durum olmasa da ben yokken yanında hep onlar vardı. Ne yapmıştı? Hastane, bebek, yoğun bakım... Bir sürü soru vardı kafamda.

Başımı olumluca salladım ve peşimden geleceğini bilerek çıkışa ilerlememi sürdürdüm. Kapıda hazır bekleyen aracın arka koltuğuna yerleşirken Zeki'de hızla şoför koltuğuna yerleşti. Tamay zaten direkt yanıma oturmuştu.

"Beni Bostancı'ya bırak, Tamay'ı da sonrasında evine bırakırsın."

Ne Tamer ne de Bars'ın geride kalmasını umursadım. Bu Tamay'ın da pek umurunda gibi durmuyordu. Onunla konuşacak olmamın heyecanına bürünmüştü. Ama yine de telefonla birilerine mesaj atmaktan geri durmadı. Haber vermiş olsa gerekti.

Yorgunlukla başımı geriye yasladım. Derin soluklar alıp veriyordum. Çok yorgundum.

"Benden sonra ne oldu?" dedim kapalı gözlerimin ardından.

Bu genel bir soruydu ama biliyordum ki Tamay uzun uzun her şeyi anlatırdı. O bu ailede olabilecek en tarafsız bölgeydi. Birazda bu sebepten kabul etmiştim onunla konuşmayı.

"Ares..." dedi inler gibi bir sesle. Yapma der gibi çıkmıştı ismim dudaklarından. Kendime eziyet ettiğimi düşünüyor olmalıydı.

Kim bilir belki de öyleydi.

"Anlat." dedim sadece. Tek kelimeyle yıkımımı getirmek istedim. Bilmek ve bildiğim her yeni bir bilgide daha çok yıkılmak.

Sessiz ama hissedilir bir soluk verdi Tamay. Daha sonrasında da verdiği soluktan daha uzun bir soluk aldı. Ve anlatmaya başladı.

"İlk başlarda senin gittiğini hiç kabullenemedi. Sürekli bana Ares'i getirin deyip durdu. Çok ağladı Ares. Ben bile hiç bu kadar ağlamamışımdır ama o çok ağladı."

Çok ağlamıştı. Tamay'dan bile çok. Babasının onu dövdüğü zamandan bile çok. Annesinin öldüğü zamandan bile çok. Ailesiz kaldığından bile çok.

"Yoğun bakım?" dedim hiç hız kesmeden bir sonraki darbeye geçmek istercesine. Yoğun bakıma nasıl girmişti? Orada ne olmuştu? Canı gerçekten çok mu yanmıştı?

Tamay sorumu duymasıyla bir an bocaladı ama bunu nereden bildiğimi bile sorgulamadan anlatmaya başladı.

"Senin yurt dışına çıktığını öğrendiğimiz gündü. Lavinia'ya nasıl söyleyeceğimizi düşünüyorduk. Çünkü o, iyi değildi. Hiç iyi değildi. Sen onu eve gönderdiğin günden beri ne bir şey yemişti ne de uyumuştu. Sadece ağlıyordu. Arada zar zor su içirtiyordum ve arada da ağlarken beş on dakikalık sızıyordu o kadar. O gün Tamer ve Bars'ı konuşurken duydu. Dedem sen gittikten sonra Tamer'e Lavinia'yı evine geri göndermesini söylemiş. Bars kabul etmedi ve bende öyle ama Tamer'i de biliyorsun biraz saçmaladı o an."

Tamer'i gerçekten sikecektim. Bu iki yumrukla olacak iş değildi.

İçimde kaynayan öfkeyi hissetmiş gibi iyice bana döndü Tamay. Bir elini koluma sararken beni ikna etmek ister gibi konuştu. "Ama gerçekten kötü bir niyeti yoktu. Sadece Lavinia'yı öyle perişan görmek onu da çok üzdü. Giderse belki toparlar diye düşündü. Yemin ederim."

İsterse günlerce beni ikna etmek için konuşabilirdi ama bunun bende hiçbir etkisi yoktu.

"Sonra?" dedim asıl konuya dönmesi için. Konudan saptığında boş konuşuyordu.

"Lavinia duyduğu şeylere takılmadı. Yine sadece seni sordu ve sonrasında da gittiğini öğrendi işte. Ben o an yine bağırıp çağıracak, ağlayacak falan sandım ama yüzü birden iyice bembeyaz kesildi. İnleyerek yere çöktü, karnını tutuyordu. Hiçbirimiz anlamadık ne olduğunu. Sonra... Sonra kan gördük."

Benim yüzümden kanamışlardı. O da bebeğimizde. Kendimi de sikmek istiyordum.

"Apar topar hastaneye götürdük hemen. Hamileymiş. Bilmiyorduk hiçbirimiz ama sanırım o biliyormuş. Zor bir operasyon geçirdi. Bilinci bir türlü kendine gelmedi. Beş gün yoğun bakımda kaldı. Doktorlar artık kendi aralarında yaşamak istemiyor gibi duruyor diye konuşmaya başladıklarında Lavinia yoğun bakımda bir kadın doğum uzmanı tarafından kontrol ediliyordu. Kontrol esnasında uyanmış ve direkt bebeği sormuş. Kendine gelince normal odaya alındı ve iki gün de orada kaldı."

Bebeği biliyormuş. Aklıma yine aynı soru düştü. Bebeğimizi bilerek mi bana söylememişti? Bunun içinde mi geç kalmıştı? Neden?

İçimdeki kaosa ve onun gürültüsüne rağmen dışarıya yansıttığım derin sessizliğim Tamay'ı anlattıkça anlatmaya itiyordu. Biliyordum. Tamay uzun uzun her şeyi anlatırdı.

"Hastaneden çıktıktan sonra onu yanımıza almak istedim ama bunu kabul etmedi. Eve de geri götüremezdik orada anılarınla yapamazdı. Bizde Bostancı'daki evi tuttuk."

Sonra da o piçi tutup koymuşlardı yanına! Günlerce o piçle tehlike içinde yaşamıştı. Aptallıkları burnumdan sert bir soluk vermeme sebep oldu.

Tamay neyi düşündüğümü anında anladı ama o konu açılmasın ister gibi dikkatimi dağıtacak en iyi şeyi yaptı ve Lavinia'yı anlatmaya devam etti.

"Bir ölüden farksızdı sen yokken. Şu son günlere kadar ne bizimle konuşuyordu ne doğru düzgün yemek yiyordu ne de uyuyordu. Hayata katılsın diye çok uğraştık ama ilk başlarda hiç tepki bile vermedi. Bizi hep yok saydı. Çok ağladı. Hep ağladı. Kaç kere hastanelik oldu ben saymayı bıraktım. Kaç kere düşük tehlikesi atlattı kaç kere hastaneye yattı." Duraksadı.

"Neden gitmeyi seçtin Ares? Kalarak da halledebilirdin? Davaysa dava, burada da dedeme dava açabilirdin. Burada da ona karşı savaş ilan edebilirdin."

Cevap vermedim. Versem de anlayacağını sanmıyordum. Gittiğim için köpek gibi pişmandım ama yine olsa yine gideceğimi biliyordum.

Sessizliğimi de bir yanıt olarak kabul etti Tamay. Hala daha hareket halinde olan araçtan dışarı baktı bir an. Bostancı'daydık ve eve çok yaklaşmıştık. Ayrılık vaktinin geldiğini gördü ve bundan memnun olmamış gibi sanki bir daha bana bugünkü kadar ulaşamayacakmış gibi tekrar bana doğru döndü.

"Bebeğin hareketlerini hissedene kadar hayata hiçbir tepki vermedi. Ne zamanki bebeğin hareketlerini hissetmeye başladı o zaman biraz daha hayata katıldı. Ve bir de şey..."

Ön camdan gördüğüm kadarıyla bakış açıma giren evle dikkatim dağılırken Tamay'ın son sözleri dikkatimi tekrar üzerine topladı. Bir de ne? Bir şey olmuştu. Lavinia'ya çok şey olmuştu ama bir şey daha olmuştu. Ne olmuştu?

"Ne oldu?" dedim arabanın durmuş olmasını önemsemeden.

"Sen gideli bir buçuk ayı geçmişti. Bir gece Lavinia ablasını aramış, konuşmaları da sanırım pek iyi geçmemiş. O gece tıpkı gittiğin gün gibi fenalaşmış. Zero onu hastaneye götürürken arayıp haber verdiği gibi soluğu yanında aldık ama. En az ilki kadar zordu. Baya büyük bir düşük tehlikesi atlattı. Bir haftayı geçkin bir süre hastanede yattı. Serumlardan, damar yollarından her yeri mosmor olmuştu."

Sonlara doğru sesi titredi. Aklına düşen anların mücadelesinde olduğunu görebiliyordum. Birkaç damla yaş gözlerinden firar etmişti.

Benim boğazımsa zaten Tamay anlatmak için ağzını açtığı andan beri düğüm düğümdü.

"O gün yanına gittiğimde sedyede kan içindeydi. Yine o kadar çok ağladı ki. Ares'i istiyorum ne olur gelsin diye yalvardı durdu. Ama sondu."

Kaşlarım çatıldı. Ne demek istediğini anlamadım.

"O günden sonra Lavinia'nın ağzından bir daha adını hiç duymadık. Sanırım o gece vazgeçti Ares."

***

Ölümümün nasıl olacağını küçükken çok düşünmüştüm. Küçük yaşta anne babasını kaybeden bir çocuk olarak buna ek birçok da travmaya sahiptim. Fiziksel ihlallerden tutun ruhsal tutsaklığa kadar. Elbette ki ölümü düşünmek benim için kaçınılmaz bir eylem olacaktı.

En olası seçeneğim Kubat’ın ailemi öldürmesi gibi beni de öldürmesiydi. Ya da dedemin işleri yüzünden hiç beklemediğim bir anda tuzağa düşecek ve orada sonum gelecekti.

Trafik kazası ya da bir hastalıktan sebep ölmeyi de düşünmüştüm. Hatta çok basit kaçacaktı ama uykumda ansızın ölmeyi bile düşünmüştüm.

Ama hiç onca seçenek arasından yaşarken ölmek aklıma gelmemişti.

Kaç saat evin önünde o arabanın içinde oturmuştuk bilmiyordum. Tamay her şeyi anlatmıştı. Yokluğumda Lavinia’nın yaşadıkları elbette ki bir geceye sığmazdı ama Tamay sığdırmıştı.

Söylediği her kelime zihnimin duvarına sivri bir bıçakla kazılmış gibi hissettirse de dinlemiştim. Emindim ki söylemediği daha birçok şey vardı. Belki söylemeyi unuttuğu belki de bilerek söylemediği. Ya da söyleyemediği...

Yetmese de içime derin bir nefes çektim. Gün çoktan doğmuştu. Eve gireli on dakika olmuştu. İlk işim üstümü çıkartıp Lavinia’nın yattığı yatağa uzanmak olmuştu. Her yer o kokuyordu.

Elim kendiliğinden onun yazılarıyla dolu deftere giderken eğer duyduğum onca şeyden sonra kendimde güç bulabilirsem biraz daha yazdıklarını okuyacaktım.

Ben kendimi ailemin cenazesinde bile bu kadar güçsüz hissetmemiştim. O’nu bulamadığım her an acizliğim iliklerime işliyormuş gibi hissediyordum.

Nasıl olurda hala bulamazdım onu?

Bir yandan Demiröz ve amcamın da Lavinia’yı aradığını biliyordum. Ali dayı da arıyordu. Hatta emniyette ve MİT’te yer alan birkaç arkadaşım bile arıyordu.

Hala daha nasıl bulunamazdı?

Ahmet’i gece kulübündeki işleri hallettikten sonra yanıma bile gelmesine izin vermeden bir ekiple birlikte Moskova’ya göndermiştim. Oradaki birkaç bağlantıyla birleşip orada da arayacaklardı Lavinia’yı.

Her ne kadar Lavinia’nın orada olmadığına adım kadar emin olsam da olası her seçeneği değerlendirmekten geri duramazdım. O Kubat piçinin Lavinia’yı yakınlarda bir yerde tuttuğunu tahmin etmek zor bir şey değildi.

Benimle eğleniyordu. Lavinia’yı yakınımda olmasına rağmen bulamıyor olmam o piçi eğlendiriyordu. Bunu bir türlü ona ulaşamamamdan anlıyordum.

Lavinia’nın yok olduğunu öğrendiğim an Bars’ı aradıktan sonra yaptığım ilk iş Kubat’ı da aramak olmuştu. Ulaşamamıştım. Ne yaparsam yapayım ne denersem deneyeyim onunla bir türlü iletişim kuramamıştım.

Bilerek yapıyordu. Bilerek benimle herhangi bir iletişim kurmuyor ve daha da saldırganlaşmamı sağlıyordu. Sonrasında Lavinia’yı her bulamayışımda daha da eğleniyordu.

Başım zonklama derecesinde ağrıyordu. Lavinia’nın kokusu bir an için bedenimi yatıştırsa da yeterli değildi. Bana direkt o lazımdı.

Sesli bir soluk vererek içime verdiğim soluktan daha büyüğünü çektim. Dakikalardır parmaklarımın arasında duran defteri bir güç aralarken en son kaldığım yerden okumaya devam ettim.

13 Temmuz Salı.

Nasıl dayanıyorlardı? Sevdiğini kaybeden hatta toprağın altına veren onca insan nasıl bu acıya dayanıyordu?

Ben dayanamıyordum. Oysa toprağın altına da vermemiştim onu. O kendisi gitmişti. Belki de bu yüzden dayanamıyordum.

Bende dayanamıyordum sevgilim. Bende.

Bilmiyorum.

Benim canım bu kadar çok acıdığı için mi bebeğimde bu kadar kanıyordu? O doktor neden bu soruma cevap vermemişti ki? Bunu da bilmiyordum! Hiçbir şey bilmiyordum!

Neden bu kadar canım acıyordu bilmiyordum! Neden bu kadar çok bebeğim kanıyordu bilmiyordum! Babası olmayan bir bebekle ne yapacağımı bilmiyordum! Anne nasıl olunur bilmiyordum! Anne olmak ne demek onu da bilmiyordum!

Bende birçok şeyi bilmiyordum. Neredesin, kiminlesin, iyi misin, iyi misiniz, aç mısın, üşüyor musun, beni özledin mi?

Benden nasıl bir baba olur? Bende bilmiyordum.

Ben nasıl anne olacaktım?

Eminim ki senden çok güzel bir anne olacak sevgilim. Hiç şüphen olmasın. O’nu yokluğumda bu kadar mücadeleyle yaşatmaya çalışman bile bunun en büyük kanıtıyken kendini asla sorgulamamalısın.

Annem gibi olmak istemiyordum.

Ares’i özlüyordum. Bana bakışını, gözlerinin rengini, tenini, kokusunu, dokunuşunu... Evimizi özlüyordum. Evimi. O’nu.

Bende seni özlüyorum.

Bars gizlice her yerde onu aramaya devam ettiğini söyledi bana. Onu bulacak ve bana geri getirecekmiş. Artık iyi olmalıymışım.

Her zaman iyi olmalısın. Her daim.

Ama olamıyordum!

Bende.

Çekip gitmekle gerçekten gittiğini mi sanıyordu? Bu tam bir aptallıktı! Tüm anıları hala daha zihnimin perdesinde ilk günkü gerçekliğiyle oynarken nasıl gitmiş olabilir ki?

Bende bu soruyu çok sormuştum kendime. Gözleri hala daha gözlerimin önündeyken bu nasıl gitmek, diye.

Hala daha kabullenemiyordum gittiğini.

Bir keresinde bana sen bu hikâyenin ehvenişerisin demişti. Eve geri döndüğüm o zaman diliminde halamları oturduğu evden attırmak için işlem başlattığım gün. Bunun onların hayatını zora sokmak hatta hayatlarını karartmak olduğunu söylemişti attığı mesajla.

O günü hatırlıyordum. Yine onu özlediğim bir gündü.

O an o kadar sinirlenmiştim ki o mesajına. Benim hakkımda ne biliyor da böyle konuşuyor, diğer herkes gibi hiçbir şey bilmeden toplumun genel ahlak değerlerine dayanarak konuşması kolay, diye söylenip durmuştum.

O an ona verdiğim ters yanıta benim öyle birisi olmadığımı söylemişti. Kötü birisi olmadığımı. Ama o zaman ablamla geçen o berbat görüşmeden sonra kendimi, bu hikâyenin tek kötüsü ben ilan edildiğim için gerçekten kötü birisi olmam gerektiğine öylesine ikna etmiştim ki!

Ah sevgilim!

Bunu ona söylediğimde, “Hayır, sen bu hikâyenin ehvenişerisin.” demişti bana. Bunun ne demek olduğunu hala daha bilmiyordum. O zaman sorguladığımda herhangi bir cevap vermemişti. Bende hep onun söyleyeceği günü beklemiştim.

Bilerek mesajda söylememiştim. Bunu sana yüz yüze açıklamak istemiştim ama o zamanki şartlar buna izin vermemişti.

Söylemeden gitmişti. Sanırım artık hiç öğrenemeyecektim.

Özür dilerim sevgilim.

Sen bu hikâyenin ehvenişer’isin. Kötü olanların içinde en iyisi. Bu hikâyenin tek iyisi.

Hep öyleydin hep de öyle olacaksın.

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

 

Ares'in ağzından bölüm okumak nasıl bir his? Lavinia'yı özlediniz mi?

 

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 22.10.2025 19:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...