
Ben geldim ve sizi direkt bölüme uğurluyorum. Ben her zamanki gibi bölüm sonunda sizi bekliyorum!
Bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!
İYİ OKUMALAR
ARES SANCAKTAR
17 Eylül Cuma sabaha karşı.
Gün henüz doğmamıştı ama yakında doğacağının sinyalini verir gibi kan kızıllığını etrafa yaymıştı. Az kalmıştı. Hem gittiğim yolun bitmesine hem de Lavinia’ya ulaşmama.
Evet yerini bulmuştum.
Dünkü yaptığım acil toplantıda istediğim gibi denizleri sıkı bir incelemeye almışlardı. Bu süreçte Ahmet’te Türkiye’ye dönmüş ve isteğim üzerine yapılan bu incelemelere bizzat eşlik etmişti.
Tam da tahmin ettiğim gibi denizde dikkat çeken birkaç gemi olmuştu ama bir tanesi... O olduğundan adım kadar emindim.
Gemi bir kum gemisiydi ve ne hikmetse Lavinia kaçırıldığı saatlerde çalışmasına paydos vererek denizde başı boş bir şekilde bırakılmıştı. Nedeni bilinmiyordu, en azından çalışmasına bir anda paydos verdirilerek belirsiz bir süreliğine izne çıkartılan geminin işçisi böyle söylemişti.
Ama asıl dikkatimi çeken şey bu değildi. Geminin konumuydu asıl mesele. Gemi o sahile bakıyordu: Lavinia’nın beni haberim olmadan Kubat’la karşı karşıya getirip ondan sonra da çekip gittiği o sahile.
Gözümün önünde olduğuna emindim ama orası hiç aklıma gelmemişti. Terk edilmiş bir depo ya da fabrika olabilirdi, dağ evi olabilirdi hatta getto bölgede bir gecekondu bile olabilirdi ama açık deniz... Piç herifin hastalıklı zihni iyi çalışıyordu. Orospu çocuğu!
14 Eylül’den beri Karadeniz’in açıklarında boş olması gereken gemiye uydudan yapılan incelemelerde sık sık teknelerin yanaştığı tespit edilmişti. Mahzendekiler iyi iş çıkartmışlardı. Bunun için Hakan Koman MİT’in birtakım prosedürlerini çiğnemiş olabilirdi ama bu benim meselem değildi. O işini yapmıştı ve karşılığını fazlasıyla almıştı.
Uykusuzluktan sızlayan gözlerimi sertçe ovuşturdum. Haberi alalı kırk dakika olmak üzereydi. O esnada hesaplamalarıma göre uykuya yeni dalmıştım. Yine tüm gece o defteri okumuştum.
Neredeyse varmak üzere olduğum iskele geminin bulunduğu yere en yakın iskeleydi. İskelede beni bekleyen tek bir tekne vardı. Sadece kendi adamlarımdan oluşan birçok tekne çoktan Karadeniz’de yayılmış vaziyetteydi.
Haberi bana bizzat Hakan Koman verirken yine uydudan aldığı bilgilere göre gemiyi saptamadan hemen önce o gemide ve etrafında büyük bir hareketlilik olmuştu. O yüzden ben iskeleye varana kadar çoktan kontrolü sağlamak için birçok adam sahaya inmişti.
Orada ne olmuştu hiçbir fikrim yoktu. Bunu sorguladığımda Hakan Koman’da net bir cevap verememişti. Umarım onlara geç kalmamıştım. Aklıma doluşan bin bir kötü senaryonun başıma gelmemesi için ömrümü vermeye razıydım. Bir kere daha geç kalmayı kaldıramazdım.
Sonunda bana bin ömür gibi geçen sürenin ardından iskeleye vardığımda aracı gelişi güzel bırakarak koşar adımlarla tekneye yöneldim. İskelede de birkaç adamım bulunuyor, istemediğim hiçbir şeyin yaşanmaması için gözlerini dört açmış vaziyette tetikte bekliyorlardı.
Teknede beni Zeki karşılarken ben adımımı atar atmaz gür bir sesle kaptanın oraya seslendi. “Hadi hareket, hadi!”
Biliyordu, kaybedecek tek bir saniyemin dahi olmadığını biliyordu.
“Son durum ne?” dedim sanki her şeyi bilmiyormuşum gibi. Ses tonum teknenin sesinden ve rüzgârdan dolayı yüksek bir tonda çıkmıştı.
Haber geldiğinde Ahmet’le Zeki, Hakan Koman’ın yanındaydı. Onları direkt önden göndermiştim. Zaten hazırda bekleyen onca ekibi de yanlarına alarak benden önce varmışlardı. Ahmet çoktan açık denizdeki teknelerden birinde etrafı kontrol altına almış, benim gelmemi bekliyor olmalıydı.
“Abi gözlemlere göre henüz gemide hiçbir hareketlilik saptanmadı. Civarda birkaç balıkçı teknesi tespit edildi. Ne olur ne olmaz hepsi kontrol ediliyor ama bir tanesi dikkat çekici bir biçimde bizimkiler denize açıldığı esnada bir anda rotasını değiştirdi. Bir ekip gönderdim peşinden.”
Zihnimde dönen senaryolar ikiye katlanırken kaşlarım çatıldı. “Nasıl bir anda rota değiştirdi?”
Araba mıydı bu bir anda direksiyonu kırsın da başka yöne gitsin?
“Balıkçı teknesine benziyordu küçük bir tekne. Bizimkiler denize açılmadan önce bu limana yanaşıyordu ama bir anda birden çok tekne denize açıldığında yönünü direkt Beykoz tarafına çevirdi.”
Hiç mantıklı değildi.
İçinde bulunduğum teknenin hızının gittikçe artmasından rüzgâr sertçe yüzüme çarparken düşündüm. Her ihtimali değerlendirmem ve hiçbir şey kaçırmamam gerekiyordu.
“Eğer denizde yakalayamazlarsa bu civarda bundan başka liman yok. Direkt karşıya Rumelifeneri’ne geçiyor olabilir. Oraya da karadan bir ekip gönder.”
“Emredersin abi.”
Bakışlarımı tam karşımda ileride görünür olan büyük kumcu gemisinden ayırmak istemezken bir yandan da etrafa yayılan tekneleri kontrol etmekten de geri duramıyordum. Bir süre sonra gemiye yaklaştıkça hızı düşen tekneyle son kez etrafı kolaçan ettim.
Ahmet’i Hakan Koman'la birlikte tam yanında durduğumuz teknenin güvertesinde görürken Ahmet’le aramızda kısa bir bakışma yaşandı. Başımı kararlı bir ifadeyle hafifçe aşağıya eğerek beklenen o işaret verdim.
İşareti alır almaz harekete geçen Ahmet kulağına dokunarak buradan duyamadığım bir şeyler söylemeye başladı. Büyük ihtimalle kulağındaki kulaklıkla diğer ekiplerle iletişim kuruyordu.
Güneşin gittikçe kendini belli ettiği dakikalarda denizde bir anda hareketlenme başlarken aynı anda birçok tekne kumcu gemisine yanaşmaya başladı. Bense hemen arkalarındaydım.
Belimdeki silahı istemeye istemeye kontrol ederken bunu kullanmamayı umdum. Her şeye rağmen, tüm hayatıma rağmen ben hiçbir zaman silah seven taraf olmamıştım.
Kıstığım bakışlarımla bir süre gemiye ulaşan teknelerden adamların nasıl gemiye girdiklerini seyrettim. Oldukça dikkatli hareketlerle gemiye çıkan adamlar önden tembihliydi. Lavinia ve bebek öncelikti. En ufak bir kargaşada onlara gelebilecek bir zarara tahammülüm olmazdı.
Buradan gördüğüm kadarıyla geminin güvertesinde gerçekten de benim adamlarım dışında hiç kimse gözükmezken bu gariplik içimi daha da sıkıntıya boğdu.
Hakan’ın dediğine göre daha bir saat önce hareketli olan gemi şu anda nasıl terk edilmiş gibi durabilirdi? Umuyordum ki saatin çok erkenliğinden herkes geminin içine çekilmiş olsundu ama biliyordum bu boş bir umuttu.
Kubat şu anda bu gemide olsa mümkün değil adamları güverteyi boş bırakacaktı. Biliyordum bir şeyler dönüyordu! Kontrolüm dışında gerçekleşen olaylara gerçekten tahammülüm yoktu!
“Zeki çevre kontrolü sende.” diyerek onu bulunduğum teknede bırakarak bir boşluk bulup da yanaştığımız gemiye hızlıca tırmandım.
Dışarıya hiçbir şey yansıtmasam da içimde kol gezen panikle geçtiğim yerlere hızlı bakışlar atıyordum. Bir umut baktığım bir köşede onu görmeyi diliyordum.
Geminin büyüklüğü nedeniyle adamların hepsi koşar adım etrafı ararken benim adımlarımda en az onlar kadar hızlıydı. Güverteyi kısaca taradıktan sonra geminin altına doğru inen merdivenlere yöneldim. Henüz attığım ikinci adımda daha merdivenlerin başında sayılırken Ahmet’le karşılaştım.
Kalp atışlarımın hızıyla yarışır bir hızda doğan güneş etrafı daha rahat görmemi sağlarken Ahmet’in yüz ifadesini görmemle bunun olmamasını diledim.
“Abi!”
Lavinia aşağıda mıydı? Kesin beni bekliyordu. Ahmet’te bana bunu söyleyecekti.
“Lavinia nerede?” dedim direkt. Beni oyalamaması gerekiyordu. Bunun için benden sağlam bir azar yiyecekti.
“Abi gemide on yedi kişi tespit ettik. Sanırım hepsi Kubat’ın adamları. Aşağıda küçük bir oda var. Ne penceresi var ne de bir şeyi, içeride sadece küçük bir yatak var. Adamların hepsi öldürülmüş bir biçimde o odaya kapatılmış.”
Anlamamıştım.
“Lavinia nerede?” dedim tekrardan. Aynı zamanda da adımlarım tekrardan hareketlendi ve doğruca Ahmet’in tarif ettiği odaya yöneldi.
Peşime takılan Ahmet “Abi gemide başka kimse yok. Her yere tekrar tekrar baktırdım. Bir de ac-”
“Ne demek başka kimse yok? İmkânı yok! Lavinia burada olmalı!”
Öfkeyle birkaç adamın kapısında beklediği odaya girdiğimde suratıma çarpan taze kan kokusuyla bir an olduğum yerde kaldım. Ahmet’in dediği gibi küçük bir odaydı ve içerisinde siyah takım elbiseli birçok ölü adam bulunuyordu. Hepsi odaya tam sığsın diye üst üste atılmıştı. Yerlerde su birikintisi şeklinde kan gölcükleri oluşmuştu.
Midemin bulandığını hissettim. Burnumu sızlatan koku başımı da döndürürken odaya bir adım daha attım ama hemen dibimde yerde yatan bir adamın koluna bastım. Hızla adımımı geri çektim.
“Abi sanırım geminin en altındaki birkaç bölme duvarı kasıtlı olarak parçalanmış. Gemi su alıyormuş. En acilinden gemiyi terk etmemiz gerekiyor!”
Ahmet’i duymazdan geldim. Ne demek Lavinia burada değildi?
Aklıma gelen bir ihtimalle çenem titredi birkaç saniye diyeceğim şeyi dile getiremedim. Bakışlarım hemen ilerimdeki küçük yataktaydı. Ben her yerde onu ararken yoksa o burada mı yatıyordu?
Yutkunamadım.
“Adamların altına... Alt kısımlara baktınız mı? Başka... Başka bir beden var mı?”
Burnum yanıyordu. Boğazıma keskin bıçaklarla sarılmış tel bir örgü dolanmıştı. Midem çok fazla bulanıyordu.
“Abi!” dedi Ahmet isyan eder bir tonda. Bunu ‘Yapma!’ der gibi söylemişti.
O yoktu, ben onu bulmak için neler yapmazdım? Nasıl yapmazdım?
Kimseye güvenmemem gerektiğini bir kez daha yaşadığım çıkmazda içimden tekrar ederken tamamıyla odanın içerisine girdim. Ölü bedenlerin üstlerine basmamaya dikkat ederken üst üste gelmiş bedenleri her yerimi kan içinde bırakarak kenara çekmeye başladım.
Kimse görmüyordu ama ellerim titriyordu. Korkuyordum. Ya çektiğim bir ölü bedenin altından o çıkarsa? Gözümün önünde canlanan görüntülerle hareketlerim daha da hırçınlaştı. Kalbim göğüs kafesimi delip geçmek ister gibi iyice hızlanırken soluklarım ciğerlerime yetersiz geliyordu çünkü kan kokusundan doğru düzgün nefes alamıyordum.
Her yer ölüm kokuyordu burada nasıl nefes alabilirdim?
“Abi yenge yok burada bırak artık. Gemi her an batabilir acil çıkmamız lazım!”
“Olmaz! Bakmam lazım! Emin olmam lazım!” dedim sert bir sesle.
Ya buradaysa?
İnşallah değildir ama ya buradaysa? Bir kez daha nasıl bırakırdım onu?
Tüm ölü bedenleri yerlerinden hareket ettirerek altına bakarken karşılaştığım tek şey daha çok kan olmuştu. Son ölü bedenide yatağın uç kısmından alarak yere doğru bırakırken içimde tuttuğum iki gramlık havayı sertçe dışarı verdim.
Çok değil bir dakika belki biraz daha fazla sürmüştü ama deli gibi terlemiştim. Kan içindeydim ve kalbim hala daha çok hızlı atıyordu ama rahatlamıştım. Burada değildi.
Yine kapalı bir alandaydım. Yine etrafı kan kokusu sarmıştı. Yine ölü bir bedenin yanındaydım ama o burada değildi. Zaten odadaki ölü bedende o dadı değildi.
Titreyen bedenimi kendime getirmek istercesine silkeledim. Düşüncelerimi zapt etmem gerekiyordu.
O burada değildi. Şükür ki!
Bu odaya gelene kadar birisi bana Lavinia’yı burada da bulamayacağım için sevineceğimi söylese ona hakikatli bir küfür savururdum.
“Burada değil.” dedim Ahmet’e dönerek.
Bana çok tuhaf bakışlar atan sağ kolumun yüzünde oluşan o buruk gülüşü görmeye dayanamazken bakışlarımı hızlıca odanın içerisine kaçırdım.
“Belki de yenge hiç burada değildi?” diyen Ahmet’in ses tonundaki ümide tutunmak isterken gözüme yatağın baş kısmında kenarda der top şekilde duran yastık takıldı.
Hayır yastığın altında kalmış ucundan azıcık gözüken şey takıldı. Hızlıca uzanıp onu elime aldım.
Her şeye rağmen; elimdeki kanlara, odayı saran kan kokusuna ve kesik kesik aldığım nefeslere rağmen burnuma bir koku geldi.
Tanıdık bir kokuydu.
Elimdeki şeyi daha rahat görmek adına güverteye çıkmayı düşünürken etrafta başka bir şey bulmak adına son kez bakışlarımı gezdirdim. İçerisinde bulunduğumuz odanın floresan lambası gittikçe cızırtılı bir hal alarak görüşümü bulanıklaştırırken hızlıca odadan çıktım. Sanırım geminin gittikçe su almasından sebep elektrik tesisatı bozuluyordu.
“Herkes her yere iyice baktıysa gemiyi terk etsin! Teknelere geri dönün!”
Verdiğim emirle Ahmet direkt etraftaki adamları koordine etmeye başladığında güverteye ulaşmıştım. Güneş artık tamamıyla gözükürken bakışlarım ellerim arasındaki şeye kaydı tekrardan.
Onun ne olduğunu anlamak adına havada kaldırarak bakarken bunun bir kadın elbisesi olduğunu fark ettim. Lavinia’ya göre fazlaca büyük bir beden elbiseydi ama Lavinia artık hamileydi. Yani elbise onun muydu?
Ben elbisenin her bir santimini dikkatle incelerken Ahmet yanıma geldi. O da elbiseye dikkatli bir şekilde bakarken “Sence onun mu?” dedim aslında cevabı bildiğim bir soruyu sorarken.
Yer yer kan olan elbise benim ellerimdeki kandan mı kanlanmıştı yoksa zaten kanlı mıydı bir an anlayamadım. Elbiseden pek hoş bir koku gelmese de o kötü kokunun içerisinde her şeye rağmen tanıdık bir koku vardı. Bunu iyice teyit etmek ister gibi elbisenin yaka kısmını burnuma yaklaştırdım.
“Abi yanlış hatırlamıyorsam yengenin kontrole giderken ki kamera görüntülerinde üzerinde böyle bir şey vardı.”
Evet o’ydu.
Ve kahretsin ki ben yine geç kalmıştım!
“Ares?”
Adımın seslenmesiyle güvertenin diğer ucundan bana doğru gelen Hakan Koman’a çevirdim bakışlarımı.
“Elimden geleni yaptım evlat sonuç için üz-”
“Elinden geleni yaptın mı? Bu elinden geleni yapmış halin mi? Nasıl olurda günlerdir burayı bulamazsınız? Bu nasıl bir arayış? Bir şeyler istemesini çok iyi biliyorsunuz ama bir piçi bulmasını bilmiyorsunuz!”
Öfke damarlarımdaki ana madde haline dönüşürken bunu her bir hücremde hissediyordum. Geç kalmıştım! Yine!
Mahzen hakkındaki yarım saat önceki düşüncelerimin hepsi çöp olup gitmişti. Bir boku becerememişlerdi!
Bakışları elimdeki kıyafete kayan adamın yüzü sıkıntılı bir hal aldı. “Kız buradaydı ta ki bir saat öncesine kadar. Ne olduysa o hareketlenmede oldu kesin.”
Bir saat önce ne olmuştu burada? Kubat yerini bulduğumu öğrenip yer mi değiştirmişti?
Olasıydı.
Sonuçta o piçinde Mahzen’de bağlantıları vardı. Belki de ben iyi bir seçim yapamamıştım. Mahzen’den seçtiğim kişilerin belki de Kubat’la da bir bağlantısı vardı.
“Ne oldu bir saat önce bana net bilgilerle gel! Denizde hareketlenme oldu, birçok tekne tespit edildi? Ee? Net bilgi istiyorum net! Ne oldu? Lavinia nerede?”
Hakan Koman’ın benim sorularıma verebilecek bir yanıtı var mıydı bilinmez, ben olduğunu da pek sanmıyordum zaten. Zeki bir anda araya girerek gür bir sesle adımı seslenerek gemiye çıktı.
Gemideki çoğu adamım emrim üzerine geldikleri teknelere geri dönmüşken yine de Ahmet’le birlikte birkaç adam geride kalarak benimleydi.
“Abi haberlerim var!” diyerek nefes nefese bir halde soluğu yanımda alan adama diktim tahammülsüz bakışlarımı.
“Ne oldu?” dedim hızla.
“Sana bahsettiğim rota değiştiren bir tekne vardı ya? Abi çocuklar onu denizde kıstırmış. Küçük balıkçı teknesi, hiçbir seslenmelere karşılık vermemiş ve durmaya da pek meyilli değilmiş. O yüzden çocuklar biraz zor kullanmak durumunda kalmışlar ama asıl haber bu değil. Abi tekneden Kubat’la bir adamı çıkmış. Adamı çocuklar etkisiz hale getirmiş, Kubat’ı da paket yapmışlar ki zaten o da yaralıymış. Buraya getirmelerini söyledim yirmi dakikaya gelmiş olurlar.”
Günler sonunda bedenime yayılan gerçek bir rahatlamayla düzgün bir nefes aldım. Başımı aşağı yukarı sallarken birkaç saniye zihnimi toparlamak için kendime müddet verdim.
“Güzel, çok güzel!” derken hızlıca etrafı inceliyordum.
“Bu gerçekten iyi bir gelişme.” diyen Hakan Koman’ı başımla onaylayarak geçiştirirken bir dakikalık bir sükûnete büründüm.
Kubat yakalanmıştı.
Lavinia yoktu?
Kubat’ın piç oğlu da yoktu?
O zaman yerlerinin tespit edildiğini öğrendiklerinde Lavinia’yı Yıldırım piçi mi alıp götürmüştü?
“Zeki sen hemen iki ekibi de yanına alarak Kubat’ı yakalayan ekibe desteğe git. Kontrolü sağla en ufak bir aksilik istemiyorum. Ahmet sende Hakan Koman’ı bir ekiple yolcu et sonra hemen yanıma geri dön işimiz var.” diyerek Hakan Koman’a döndüm.
“Yıldırım piçi hala ortalarda yok. Onu bana bul ama sakın bu iş gibi olmasın!” dedim.
Zeki aldığı emirle çoktan gözden kaybolurken Ahmet’te hızlıca Hakan Koman için bir ekip hazırlıyordu.
Emir almaktan pek hazzetmediğini mimikleriyle belli eden adam gram umurumda değildi. İsterken istemeyi biliyordu, karşılığını adam gibi vermesini de bilmeliydi.
O da bunun pek ala farkında olduğundan birkaç kelimeyle beni onaylayarak gemiden ayrıldı. Eğer bir işi daha düzgünce yapamazsa verdiklerimi verdiğim gibi almasını da bilirdim.
Yaşım onlardan küçük olabilirdi ama enayi değildim. Böyle işlerde her şey karşılıklıydı ve karşılığını alamayan insanlar verdiklerini alırdı.
Ahmet, Hakan Koman’ın gittiğinden emin olduktan sonra direkt yanıma gelirken ona kısa bir bakış attım.
“Şimdi ilk işin gemide bir kontrol sağlamak. O esnada bir ekibi hızlıca karaya gönderiyorsun, alacakları var!”
İşte her şey şimdi başlıyordu. Ne demişti eskiler; keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
Ya da daha iyi bir deyişle; gün gelir devran döner, horoz domalır tavuk gömer.
***
Etrafta duyulan tek ses Karadeniz’in hırçın dalgaları olurken kimseden çıt çıkmıyordu. Dünya sanki bilerek sessizdi.
Kalbim çok yorgundu. Kimse duymuyordu onun sesini. Lavinia olsaydı duyardı ama o da yoktu.
Kimse fark etmiyordu ama Lavinia’nın yokluğu içimde her geçen gün büyüyordu. Bu benim için ölüm demekti.
Çünkü ben onunla anlamıştım ki o yokken benim için yaşamın yaşanılabilecek bir yanı yoktu. Annem yoktu, babam yoktu bir kardeşim bile yoktu.
Sadece sözde aileniz diyen ama bunun kisvesinde bana safi zarar veren insanlar vardı. Bu uğruna yaşanılacak bir şey değildi.
Kubat on dakika önce gemiye getirilmişti. Onu beni görmesine izin vermeden direkt ölü adamlarının bulunduğu odaya götürtüp oraya bağlatmıştım.
Ahmet’ten istediğim şeylerde yeni gelmişti. Olması gerektiği gibi ayarlamaları yapılıyordu. Çok değil on beş dakikaya o da hazır olurdu.
Ama ben hazır değildim.
Dakikalardır her an batabilecek bir geminin güvertesinin en ucunda hırçın denizi izliyor dahası gemiden küçücük gözüken o kıyıya bakıyordum.
Korkuyordum.
Duyacaklarımdan ve duyamayacaklarımdan.
Ben bu anıma kadar Kubat’tan korkacağımı hiç düşünmemiştim. Ama o aşağıdayken, Lavinia yanımda değilken ve ben korkudan bir türlü aşağıya inemiyorken; içimdeki o korku geçen her saniyede öyle bir büyüyordu ki! Beni boğmaması imkansızdı.
İki seçenek vardı: Ya Lavinia iyiydi ve bende iyiydim ya da... Ya da Lavinia iyi değildi, ben bir ölüydüm.
“Abi?” dedi Ahmet dakikalardır arkamdaki sessiz dikilişine bir son vererek. “Gemi her an alabora olabilir artık bu işe bir son vermen lazım.”
Evet. Bu işe artık bir son vermeliydim.
Zor da olsa içime çektiğim derin nefes beklediğimden titrekti. Yine kimse görmüyordu ama içim titriyordu.
“Her şey hazır mı?” dedim sadece.
Ağır hareketlerle Ahmet’e doğru döndüm. Yüzündeki o gergin ifadeyi bir tek ben anlayabilirdim. O da korkuyordu ama sanırım onun korkusu bendim. Benden korkuyordu.
Yapacaklarımdan.
“Birazdan tamamıyla hazır olur abi.”
Onu sadece başımı sallayarak onayladım. Son kez bakışlarımı o kıyıya çevirerek derin bir nefes aldım. Bu kez içim titremedi. Ne çok ağır ne de çok hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Attığım her adım gemiyi titretiyormuş gibi hissederken kısa süre içerisinde alt kata indim.
Geminin her yerine yayılan adamlarımın birçoğu da alt kattaki odanın kapısının önünde bekliyordu. Hepsi tetikteydi.
Geldiğimi gördükleri gibi kapının önünde bana yer açarak ve birkaç adım geriye çekildiler. Adamların başlarında Zeki duruyordu ve Ahmet’se hemen bir adım gerimdeydi.
Gittikçe yavaşlayan adımlarla odanın kapısında belirerek içeriye ifadesiz bir bakış attım. Odanın içindeki küçük yatağın demir bacağına zincirlenmiş vaziyette yerde kanların içerisinde oturan piçle göz göze geldim. İfadesiz suratı sirke satan Kubat beni görmesiyle anında alaycı bir ifadeye büründü.
“Bir an ağlamanı durdurup gelemeyeceksin sandım çocuk.”
Hemen saldırıya geçmişti. Bu şaşırdığım bir şey değildi. Artık oyun bitmişti ve o kaybetmişti. Farkındaydı.
“Ben daha çok senin ağlaman bitsin de daha rahat konuşalım diye bekliyordum.” dedim yüz ifademden en ufak bir fire vermezken.
Bu kez beni alt edemezdi. Öfke benliğimin ana maddesi olmuşken beni öfkelendirerek alt edemezdi.
“Ne o aradığını bulamadın mı?” dedi alaycı tavrını bozmamaya çalışırken.
Gördüğüm kadarıyla sol omzundan yaralanmıştı. Lacivert gömleği pek belli etmese de gövdesi kanla kaplanmıştı. Umuyordum ki benim onunla işim bitmeden bayılmazdı. Renk tonu sanırım bir ton açılmıştı.
“Hayır, bulamadım. Ama sen buldun. Yıllardır ecelini arıyordun işte bak buradayım.” Son cümlemde kollarım ağırca iki yana açılmıştı kendimi daha çok belli etmek istercesine.
Gövdesini sarsacak bir şiddette dediklerime güldü ama bu canının yanmasına sebep olmuş olacak ki gülüşü bir anda kesildi. Yüzü karanlık bir ifadeyle hissizleşirken bakışlarındaki o delilikle ilk önce bulunduğu odanın içerisine sonrasında bana baktı.
“Rahmetli babandan iyi çıkacağını bilseydim o kızı elime geçtiği ilk an öldürürdüm. Kızınla birlikte.”
Duraksadım. Ne demişti?
Kızınla birlikte.
Kızım.
Kızım?
“Lavinia nerede?” dedim bu üstünlük kurma oyununa bir son vererek. Her şey gayet açıktı. Kimin üstün olduğu aşikardı.
Benim bir kızım vardı.
Bizim bir kızımız olacaktı. Az önce öyle demişti. Kızın demişti. Bir kız.
Keyifli bir sohbetin içerisindeymişiz gibi bir tavırla dudaklarını bilmem dercesine büktü.
“Onu aldılar.”
Onu aldılar da ne demekti?
Kim almıştı?
“Kim aldı? Piç oğlun nerede?” dedim tavrımdan taviz vermeden baskın bir sesle.
Eğer Lavinia oğlunda olsaydı ‘onu aldılar’ diyebilir miydi? Aldılar... Kimler?
“Yıldırım hemen peşlerinde. O küçük kızı eline geçirdiği gibi öldürecek. Ama merak etme hiç hak etmediğin kızının parçalanmış bedeni benden sana hediye olacak.”
Ne diyordu bu ruh hastası herif?
“Lavinia nerede?” dedim ses tonum bağırmakla eş değer bir seviyeye ulaşırken. Ama hayır, bağırmamıştım.
Dediklerinden hiçbir sikim anlamıyordum. Bakışlarım hemen arkamda duran Ahmet’e kaydı. Ahmet’in de çatılan kaşlarından hiçbir şey anlamadığını anlarken tekrardan Kubat’a doğru döndüm.
Sırıtır bir ifadeyle bana bakıyordu. Piç herif acı içinde kıvranırken bile içinde bulunduğum durumdan zevk alıyor gibiydi.
Belimdeki silahı seri bir hareketle elime alırken aynı serilikle emniyet kilidini açtım.
“Lavinia nerede?” dedim tane tane.
Elimdeki silahla sağlam olan diğer omzuna hedef alırken istediğim cevabı vermesi için yalnızca üç saniyesi vardı.
Bir.
Elimdeki silaha bakarak yine güldü.
İki.
“Onu aldılar.”
Yanlış cevap.
Ve üç.
İşaret parmağım hiç düşünmeden tetiğe baskı uygularken geminin içinde o kulak tırmalayan ses yankılandı. Bununla eş zamanlı olarak Kubat’tan acı dolu bir inleme dökülürken birkaç saniye bayılacak mı diye ona baktım.
Bir dakika boyunca acıyla inlemek dışında bir tepki vermezken konuşması adına bir kere de zaten yaralı olan sol omzuna sıktım. Anlamalıydı. Anlamalı ve artık direnmemeliydi. Oynamamalıydı.
“Onu aldılar!” diye bağırdı acı içinde bir sesle. Delirmiş gibi gözüküyordu. Bağırırken ağzından tükürükler savruluyor, alnındaki ve boynundaki damarlar belirginleşmiş, her an patlayacakmış gibi gözüküyordu.
“Onu da aldılar! Onu yine benden aldılar! Ama bu kez kaybetmeyeceğim. Yıldırım bulacak! Yıldırım onu bulacak ve benim yanıma gönderecek!”
Elimdeki silahı hiçbir şey demeden belime geri taktım. Bir adım geriye atarak odanın içinden çıkarken karşımdaki çocukluğumun katiline son kez baktım.
O iyi değildi. O hastaydı, başından beri hastaydı.
Yanımda dikilen Ahmet’e döndüm. “Her şey hazırsa gemiyi boşaltın. En son sen çık. Çıkarken de her şeyin istediğim gibi olduğundan emin ol!” dedim.
Kubat o kadar hastaydı ki ondan hiçbir bok çıkmayacaktı. Anlamıştım. Geçen her günde daha da kötüleşmişti.
“Emredersin abi!”
Ahmet hızla herkesi koordine ederken ben arkamdan bağırmaya başlayan adamın ne dediğine kulaklarımı tıkayarak yanımda Zeki’yle güverteye çıktım.
“Araçlar limandan geldi mi?” diye sorarken eş zamanlı olarak bakışlarımı karşıdaki kıyıya çevirdim. Oradalardı.
“Evet abi. Botlarda hazır.”
Uyuştuğunu hissettiğim bedenimdeki son güç kırıntılarını kullanarak gemiyi terk ederek tekneye bindim. Benim binmemle direkt harekete geçen tekne doğruca o kıyıya giderken arkamda kalan gemideki bağırışlara da kulak tıkadım.
Ahmet’in kontrolünde diğer adamlarda teker teker gemiyi terk ederek teknelere doluşurken çoğunluğu denize açıldığımız limana gidiyordu.
Benimle birlikte tekneye binen Zeki önüme geçerek bana bir şey uzatırken ilk birkaç saniye boş bakışlarla ne uzattığına baktım. Beyaz bir bez uzatıyordu.
“Her yerin kan içinde abi al ellerini sil bari.”
Zeki diyene kadar unuttuğum ayrıntıyla bakışlarım ellerime kaydı. Gerçekten kan içindeydim. Hepsi çoktan kurumuştu. Leş gibiydim.
Ben tüm bu pislikle nasıl baba olacaktım?
Benim bir kızım olacaktı ve ben onu yine bulamamıştım.
Aldığım nefes ciğerlerime yetmezken yavaş bir hareketle bezi elime alarak kurumuş kanları temizlemeye çalıştım. Kırk hamamda da kırklansam da ben bu kirden arınamazdım.
Ben daha bu kirden arınamazken ailemi nasıl bulacaktım?
Ben daha ailemi koruyamazken nasıl baba olacaktım?
Dakikalar sonra içinde bulunduğum tekne kıyıya yanaşabildiği kadar yanaştı. Zeki dahil birkaç adamla birlikte tekneye bağlı bota geçerek kıyıya ulaşmamsa birkaç dakikamı daha aldı.
Etraf çoktan araçları buraya getiren adamlarım sayesinde kontrol altına alınırken yorgun adımlarla denizden uzaklaştım. Rüzgâr bir saat öncesine göre şiddetini arttırırken gökyüzünde artık güneşten eser yoktu. Bunu yeni fark ediyordum. Bulutlar gökyüzünü esir almıştı.
Attığım onuncu adımda yeteri kadar uzaklaştığıma kanaat getirerek olduğum yerde dururken yönümü tekrardan denize çevirdim. Benim geldiğim teknenin dışında bir teknenin daha olabildiğince kıyıya yanaşmış olduğunu gördüm.
Az önce bizim yaptığımız gibi Ahmet’te tekneden bota geçerek buraya gelirken bakışlarımı uzakta gözüken gemiye çevirdim. Hafif yan yatmaya başladığı buradan bile belli olan gemideki adamı düşünmemek elimde değilken söylediği her bir sözcük zihnimde yankı yapıyordu.
Kızın demişti bana. Kızın.
Demek bir kızım olacaktı. Bunu çoktan anlamalıydım. Yoksa neden kaçırsındı ki Lavinia’yı? Yine bir kız bebek yine aynı kader.
Sancaktarlara gelen kızların kaderi güzel olmazdı. Bu zamana kadar hiç olmamıştı. Benim kızımın da mı olmayacaktı?
Hayır! Buna izin veremezdim.
Olmayacaktı!
Bulmalıydım. Onları bulmalıydım. Bir çare bulmalıydım.
Onu aldılar, demişti. Kim almıştı? Yıldırım’da değilse kimdi?
“Zeki!” dedim zaten birkaç adım ötemde duran adama seslenerek.
“Buyur abi?”
Kurumuş kanların sıçradığı siyah gömleğimin birkaç düğmesini açarken kıstığım bakışlarımla kumlara inen Ahmet’e bakıyordum. Bakışlarım her ne kadar bana yaklaşan Ahmet’te olsa da aklım çok başka alemlerdeydi.
Uzun bir soluk eşliğinde Zeki’ye döndüm. Artık son çaredeydim.
“Buraları temizledikten sonra direkt Mahzen’e gidiyorsun ama bu zamana kadar iş yaptığımız herhangi biriyle karşılaşırsan muhataplık kurmak yok, soru sorarlarsa cevap vermek yok! Sana bir flash bellek vereceğim onu doğruca mezar odasına götüreceksin. Orada Theodore var, belleği Theodore vereceksin ve o ne kadar isterse o kadar süre orada onu bekleyeceksin. Theodore işi bitince belleği sana geri verecek sende onu bana getireceksin.”
Zeki dediklerimi hiç sorgulamadan “Emredersin abi.” derken ben bundan sonra olabilecek şeyleri hesap etmeye çalışıyordum.
Hiç yapmam demiştim. Yapamam demiştim. Bu kadarına da bulaşmam demiştim.
Ama artık son çaredeydim. Mecburdum.
Gerekirse kızlarım için bir kıyım bile yaratırdım.
“Abi bunu gerçekten de yapacak mısın?” diyen Ahmet konuşmamın her ne kadar sonunda yanıma ulaşmış olsa da zaten bildiği bir yedek plan olduğundan anında anlamıştı ne olduğunu.
Şimdilik bu konuyu konuşmayı erteleyerek Ahmet’e döndüm. “Tamam mı her şey?”
Ahmet bana sıkıntılı bir bakış atsa da kendini çabucak toparlayarak denizde gittikçe yan yatmaya başlayan gemiye döndü. Gemiden hafif hafif çıkan siyah dumanlar bir an dikkatimi dağıtsa da bunda çok takılı kalmayarak bakışlarımı olmasa da kulaklarımı konuşmaya başlayan Ahmet’e odakladım.
“Tamam abi. İstediğin görüntülerle birlikte Kubat’ın üzerinde ne kadar kişisel eşyası varsa aldım. Teçhizatın tümü yerinde. En son çıkmadan önce birkaç ufak noktada yangın başlattım. Yangın ilk önce istediğin gibi Kubat’ın olduğu odayı saracak ve biraz pişecekler. Sonrasında da çok geçmeden yangın TNT’lere ulaşır ve bekle-”
Kulakta yankı yapan büyük bir gürültüyle eş yerin titrediğini hissederken daha Ahmet’in sözü bitmeden anlattığı şeyin gerçek oluşuna baktım.
Büyük bir patlamanın gerçekleştiği geminin yerini kapkara bir hava bulutu almıştı.
Binlerce belki de daha fazla parçaya ayrılan gemi korkutucu bir görüntüyle gözden kaybolurken ben uzun bir süre denizde yarattığı dalgaları seyrettim.
Bir devrin sonu daha gelmişti.
Bu son çok daha önceden gelmeliydi ama gelmişti işte. Ben getirmiştim.
Ve ellerim ne ilk kez ne de son kez kana bulanmıştı.
-BÖLÜM SONU-
Ne oldu öyle ya? Bitti mi yani şimdi, kurtulduk mu?
Bu kısmı dedikodularınızı aktarın diye bırakıyorum. Anlatın bakalım ne var ne yok?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |