Ben geldim ve bölüm sonunda sizi bekliyorum!
"Bir neden bulduğumu söylemiştim ve bu yeni hayatın için güzel bir sil baştan olabilir."
Kimseler tarafından pek fark edilmese de bazı anlarda hareketlerden çok söylenilen sözlerin üstünlüğü vardı bu hayatta. Bazen bir hareket kırıcı ya da umutlandırıcı olmayabilirdi ama tek bir söz birçok şeyi vaat edebilirdi benim kanımca.
Sözcüklerin güçlerine inanırdım ben bu hayatta. Genel olarak söylenilen sözler yerine yapılan icraatlara baksak da sözcüklerin gücünü de hor görmemek gerekirdi.
Şu anda da inancımın yersiz olmadığını bir kez daha çok net bir biçimde anladığım zamanlardan birindeydim. Ares... Kurtarıcım olarak adlandırabileceğim adam şu anda karşımda bana tüm o yaşadığım kötülükleri geride bırakıp yepyeni bir hayata başlayabileceğimi, bana bu imkânı tanıyabileceğini söylüyordu. Bu durum iyiydi hoştu ama nedendi?
Cümlesini idrak edebildiğim dakikaların ardından dudaklarımın arasından dökülen kelimeler bunlar olmuştu. İsyan edercesine çıkmıştı ses tonum ama onu bir türlü anlayamamamdan olsa gerekti çünkü durumum bundan başka bir şey değildi. Anlayamıyor, onun bu hareketlerini anlamlandıramıyordum. Neden hiç tanımadığı birine böylesine hafife alınmayacak bir iyilik yapardı ki bir insan?
"Ne neden?" dedi o da sorgular bir biçimde.
İyice kıstığı gözleriyle bir şeyler anlamaya çalıştığı çok belliydi. Ama ben bile şu an ne onu ne kendimi ne de delicesine burada kalma isteğimle savaş halinde olan benliğimi anlayamazken onun beni anlaması mümkün değildi. Böyle bir beklentimde yoktu zaten.
"Hastanede de bu soruyu sormuştum. Neden böylesine büyük bir iyiliği yapasın hem de tanımadığın biri için?" dedim.
Sustu. Dolgun sayılabilecek dudaklarının arasından bir şeyler duymayı bekledim ama bu beklentimde hayal kırıklığına uğradım. O da nedenini bilmiyordu bunun farkındaydım. Ya da nedenini paylaşmak içinden gelmiyor, kendinde saklı kalsın istiyordu. Olabilirdi veya olmayabilirdi. İhtimaller her yerdeydi.
Beklentimin derin bir çukur boyutundaki suyun içine düşmesinin ardından geçen kısa sürenin sonunda omuzlarım hafif bir çöküş yaşadı. Bakışlarımı durmaksızın ayaklarımızın altında olan şehirde bir şey arıyormuşçasına gezdirirken onun sesini duymamla buna bir son verdim ve yönümü ona çevirdim.
"Bir şeyler yapmam için bir nedene ihtiyacım olmadığını söylemiştim." diyerek beni geçiştiren Ares'e gözlerimi devirmek istesem de bunu yapmamak için tuttum kendimi.
Kendince haklı olabilirdi. Onun için durum bundan ibaret olabilirdi ama benim için öyle değildi. Bana bu neden yetmezdi kaldı ki bu bir neden bile değildi.
İki elini ceplerinin içine yerleştirmiş halde karşımda dimdik bir biçimde durmasını sürdüren Ares'e daha dikkatli baktım. Yüzünde bir ifade ne bileyim bir pişmanlık aradım. Yoktu. Kendinden son derece emin duruyordu.
"Peki bu sil baştan olayı nasıl olacak?" diyerek son zamanlarda çok sık yaptığım gibi yine bir soru cümlesi yönelttim Ares'e.
Sağ elini yavaşça cebinden çıkardı ve dağınık saçlarının arasına soktu. Birkaç saniye süren sükunetin ardından kafasının içinde benim adıma planladığı şeyleri dile dökmeye başladı.
"Mücevherat üzerine bir iş yerimiz var. Aile yeri gibi düşün. Ailemizin her bir bireyi o iş yerinde kendine uyan bir kolda çalışıyor."
İleri-geri, sağa-sola götürerek iyice karıştırdığı saçlarının arasından çekti elini ve bu süreçte biraz duraksadı. O, doğru kelimeleri seçemiyormuş gibi bir halde dikilmesini sürdürürken bense bu konuşmanın sonucunun nereye varacağını düşünüyordum.
"Rahmetli babaannem zamanında dedem, tamamıyla gönüllü bir yardım kolu açmıştı. Bu şehir ve civar şehirlerdeki gerçekten bir şeylere muhtaç aileleri araştırıp bulan ve tüm masrafları şirketin karşıladığı bir kol. Bu zamanın deyişiyle sosyal hizmetlerin baktığı işler gibi işte. Uzun zamandır o departmanda işler pek düzgün gitmiyor. Başına geçirebileceğimiz birisi de yok."
Sabırsızlıkla beklediğim sonuca iyice yaklaştığımızı hissederken tüm dikkatimi karşımdaki ela gözlere verdim.
"Orada içimizden birisinin bulunması iyi olur diye düşünüyordum uzun zamandır. Şimdi senin durumuna bakarsak da sana şunu diyorum: O departmanda çalışan asistanların arasına katıl bu süreçte sınavına tekrardan çalışıp o gönderilmediğin bölümü tekrar kazan ve oku. Mezun olduğunda da ister kendine yeni bir yol çizer gidersin ya da olduğun yerde kalır bulunduğun statüde yükselirsin."
Duyduklarımı algılamak baya bir zamanımı alırken tüm bedenimi titretecek bir rüzgâr esti. Dilimden cevap niteliğinde bir harf bile dökülmezken ben hala duyduklarımı düzgünce algılamaya çalışıyordum. Ares ise gözlerini dikmiş ısrarla bana bakmasını sürdürüyordu.
Dikildiğim yerden ağır çekimle arkamı dönerken paytak adımlarımı oturma odasına yönelttim ve bir dakikadan daha kısa bir sürede amacıma ulaştım. Ardımdan geleceğini düşündüğüm Ares'le terasın sürgülü kapısını aralık bırakırken bedenimi bir çuval gibi ikili koltuğa yığdım. Hala daha lavaş dürüm edasında battaniyeye sarılı halde dururken kollarımı dışarı çıkarttım ve battaniyenin bel hizama düşüp orada toplanmasına müsaade ettim.
Kapanan sürgülü kapının sesini duymamla bakışlarımı ayaklarımdan çekmeden kafamın içinde yeni oluşan soruların dile gelmesine izin verdim.
"İyi de ben sizin içinizden birisi değilim ki?"
Usulca çaprazımdaki koltuğa ilişen Ares'e anlamsızca bakarken bir cevap bekledim. Yayvanca oturduğu yerden bakışlarını bana dikti ve dümdüz bir biçimde bakmasını sürdürdü.
"O departmandaki çalışanlarla bir kere bile muhataplık kurmuşluğum yok. Onlara göre sen daha uygunsun benim gözümde."
Derin bir nefes aldım ve sakinlikle algıladığım cümlelerin sindirimini yapmaya çalıştım.
"Yanlış anlamışsam düzelt lütfen. Diyorsun ki burada kalayım aynı zamanda o yardım departmanında asistan olarak çalışayım ve oradaki aksi durumları sana yetiştireyim? Sende bana her konuda destek ol yani benim bu durumumdan ikimizde kârlı çıkalım?"
Gözlerimi ifadesizce diktiğim elalardan bir saniye bile ayırmazken sinirlenmeye başladığımı hissettim. Kafamın içinde var olan kaostan gelen tek bir net cümle vardı o da 'Seni durumundan istifade kullanmak istiyor!' idi.
"Benim düşüncem kulağa bu kadar kaba gelmese de kısmen evet." diyerek yanıtladı beni.
Ne diyeceğimi bilemez bir halde ona bakmamı sürdürürken kafamın içi mahşer yeri gibiydi.
"Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşsün gibi duruyor! Başka ne ayrıntılar düşündün sadece bu kadar mı?" derken ses tonumda iğlenelemeyi baskın tuttum.
Düz duvara baksam daha çok tepki alabileceğimi düşündüren suretine bakmayı sürdürürken gerçekten etkilenilebilecek bir erkek olduğu gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyordum. Şu anda aşık olmaktan daha önemli meselelerim vardı.
"Bu süreçte burada kalırsın. Ben zaten buraya çok sık uğramıyorum."
Başka bir evi mi vardı? E baya varlıklı duruyordu onun olmayacaktı da benim mi olacaktı diye geçirdim içimden ama aynı zamanda da merakımı dışarı yansıtmadan da edemedim.
"Başka bir evde mi kalıyorsun?"
Biraz cılız birazda saf merakla çıkan ses tonum yüzümün hafiften buruşturmama sebep olsa da ondan gelecek herhangi bir cevabı dört gözle bekledim.
"Hayır tek evim burası ama uyumak dışında pek uğramam. Pek de uyumam."
Dedikleriyle zihnim iyice bulanıklaştı. Nasıl bir hayat yaşadığını çözemediğim adama dik dik bakmamı sürdürürken bir anda hikayesine karşı saf bir merak duydum. Bir hikayesi olduğunu bile net bir biçimde bilmezken bunu en derinlerimde hissediyordum. Onun bir hikayesi vardı. Can yakıcı olduğuna nedensizce emin olduğum bir hikâye.
Ellerime indirdiğim bakışlarımla bir süre öylece dururken tekrardan bastıran uykuyla mücadele etmeye başladım. Son zamanlarda aldığım ilaçların ağırlığından sürekli uyku haline geçiş yapmam bana çok yabancıydı.
Bende pek uyuyabilen birisi değildim. Uyumak istemiyordum ve aksi bir biçimde tüm gerçekliklerden kaçmak adına uyumak ve bir daha uyanmamak da istiyordum. Kendimle hep bir mücadele halindeydim ve bu durum beni inanılmaz bir biçimde yoruyordu.
Zihnimin içinde dönüp duran sorular hala daha çokluğunu korurken en merak ettiklerimden bir tanesini daha yönelttim Ares'e.
"Beni bulduğun gece orada ne işin vardı?"
Belimde toplaşan battaniyeyi tamamıyla üzerimden sıyırırken kucağıma doğru çektim ve orada toparladım. Fayans zeminde yan yana duran ayaklarımı da yukarı koltuğun üzerine çıkarttıktan sonra onları kendime doğru çektim ve başımın yastığa yasladım. Aldığım yatar pozisyondan sonra kucağımda topladığım battaniyeyi üzerime gelişi güzel atarken Ares'in dikkatle beni izlediğini fark ettim ve buna bir son vermesini ister gibi gözlerimi ona diktim. Artık soruma bir cevap vermesi gerektiğini anlatmak ister gibi tip tip bakmamı sürdürürken bu psikolojik baskım bir dakikanın sonunda sonuca ulaştı.
"Sizin oranın meşhur tepesine gitmiştim ve sen dönüş yolumun üzerindeydin."
Doğruyu söylüyordu. Bahsettiği gibi bir tepe vardı bizim orada ve o tepeye gidiş ve dönüş yolu bir tek benim kendimi zor bela attığım ana caddenin üzerindendi.
Bir an gözümün önüne getirdim o tepeyi. Yaşadığım küçük şehri hatta ve hatta civardaki diğer şehirleri tepeden gösteren bir yerdi. Manzarası günün doğuşu ve batışında muhteşem ötesiydi ama bence oranın en iyi vakti gece vakitleriydi. Tüm şehir uykuya daldığında dinen gürültü kendini doğanın huzurlu sesine bırakıyor, havanın kendini tazelemiş kokusu insanı mest ediyordu.
Kelimelerle tarif edilemeyecek bir güzelliğe sahipti geceleri o tepe ve Ares'in de dediği gibi meşhur bir yerdi. Yaşadığım şehrin tek ve en güzel yanı da diyebilirdim. Şehrimizin dışarıdan birazcık bilinirliği varsa o tepe sayesindeydi.
Yattığım yerde iyice mayışırken kıvrıldığım yere biraz daha yerleştim ve güç bulamadığım ses tellerimle cılız bir biçimde konuştum.
Uyku git gide bastırıyordu ve bununla mücadele etmek iyice zorlaşıyordu. Kısık bakışlarımla çaprazımda yayvanca oturan Ares'e bakarken hafifçe esnedim.
Anlam veremediğim yoğunlukta bir bakışla beni izleyen Ares birkaç saniye sonra iki kelimeyle yanıtladı beni. "Çok güzeldi."
Kısık bakışlarımın açısı gittikçe daralırken zihnim bulanıklaşmaya başladı ve ben kısa süreliğine her şeye bir son verdim. Gözlerimi gelen karanlıkla tamamıyla birbirine kenetlerken o karanlığın beni içine çekmesine müsaade ettim.
***
Nedeni bilinmez bir biçimde en ufak bir sese algıları açılan birisiydim. Bu durumun iyi yanları ağırlıkta olsa da kötü yanları da yadsınacak gibi değildi. Çoğu zaman verimli bir uyku alamıyordum hatta hiç verimli bir uyku aldım mı şu zamana kadar hatırlamıyordum bile.
Ne kadar yorgun olsam bile uykumun ağır olduğunu hiç görmemiştim. Yatak döşek hasta yattığım zamanlar dışında tabi. Bu durumda istisnai sayılabilecek bir şeydi zaten.
Genel olarak ne huzurlu ne de huzursuz geçirdiğime dair bir şey söyleyemeyeceğim uykumun kıyılarındaydım. Ayılmakla uykuya geri dönmek arasında arafta kalan benliğimle etrafımdaki hareketliliği çözmeye çalışıyordum. Henüz gözlerimi aralamamış, kıvrıldığım yerden kulağıma dolan ufak tefek tıkırtılara odaklanmış durumdaydım. Bedenimin ağrıları her ne kadar odaklanmama engel olsa da onları görmezden gelmeye çalışıyordum.
Özel güçler tarafından birbirlerine mühürlenmiş gibi ayırmada güçlük çektiğim uzun kirpiklerimi birkaç denemenin ardından araladım. İlk başta puslu bakışlarımla hiçbir şey algılayamazken uyurken kendime doladığım ellerimi bedenimden çözüp gözlerime ulaştırdım ve nazik hareketlerle göz kapaklarımı ovuşturdum.
Kendime tanıdığım birkaç saniyelik sürenin ardından tekrar araladığım gözlerimde görüşüm bu sefer daha net bir haldeydi. Yosun yeşiliyle mavi arasında gidip gelen bir renk karışımı halinde olan irislerim çaprazımdaki koltukta uyuyan Ares'e takılı kalırken ağır hareketlerle yattığım yerden doğruldum ve hala daha kulaklarıma ulaşan tıkırtıların nereden geldiğine dikkat kesildim.
Bakışlarım öncelikle oturma odasının çıkış kapısına kayarken görünürde hiçbir şey yoktu. Uyku halinden yeni sıyrılmanın verdiği sersemlikten kurtulmak ister gibi yüzümü sıvazlarken bu kez daha yüksek sesli bir tıkırtı ulaştı kulaklarıma.
Bakışlarım bu kez oturma odasından direkt mutfağa geçtiğini tahmin ettiğim kapıya kayarken seslerin oradan geldiğine emin oldum. O tarafta da görünürde bir şey gözükmese de içeride birisinin olduğuna emindim. Bir an Ares'i uyandırıp evde bizden başka birisi daha var demek istesem de kısa sürede bu fikrimden vazgeçtim ve gidip ne olduğunu kendim kontrol etmek istedim.
Oturduğum yerden ayaklanırken üzerimden kayıp dağınık bir biçimde koltuğa düşen battaniye dikkatimi çekti. Bir anlık bakışlarımı battaniyeden alarak uyumakta olan Ares'e çevirdim. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Tüm gece böyle mi uyumuştu? Her ne kadar evin içi gereksiz sıcaklıkta olsa da anneannem her zaman 'Uyuyanın üzerine kar yağar.' derdi.
Bir anda hatırladığım bu ufak anı hemen peşine diğer anıları da takarken şimdilik aklımın içine doluşmalarına izin vermedim ve onları kovar gibi başımı hafifçe iki yanıma doğru salladım. Hafif bir eğilmeyle avuçlarım arasına aldığım battaniyeyle yönümü uyuyan Ares'e çevirirken kısa sürede yanına vardım. Yine hafif bir eğilmeyle elimdeki battaniyeyi omuzlarına kadar örterken hafiften kıpırdanır gibi oldu. Hareketlerim bu kıpırdanmayla duraksarken kısa süre soluksuz bir şekilde onu izledim.
Her zaman dağınık duran saçları uyku halinde daha da dağılmış bir biçimdeyken yüz ifadesi pek de rahat bir uyku çektiğini söylemiyordu. Üçlü koltukta yatmasına rağmen koca bedeni yine de sığamamıştı. Ayakları koltuktan aşağı sarkar vaziyetteydi ve bu durum onu gözüme daha da kocaman gözükmesine sebep oluyordu.
Bakışlarımla üzerini tamamıyla örttüğüme kanaat getirdikten sonra doğrulmadan hemen önce tekrardan yüzüne baktım. Esmer teni tüm duruluğuyla önümde dururken simsiyah saçları, kaşları ve kirpikleri onu daha da kara bir oğlan gibi gösteriyordu. Şu anda kapalı olan göz kapaklarının ardındaki elalar ondaki tek canlı renkti diyebilirdim.
Mutfaktan gelen bir tıkırtı daha kulağıma ulaşırken hemen bulunduğum pozisyonu bozarak yerimde tamamıyla dikildim. Belime kadar uzanan saçlarımın örgü halinde bile birbirine girmiş olduğunu hissederken şimdilik özgürlüğünü ilan eden tutamları elimle geriye doğru iteledim ve adımlarımı mutfağa doğru yönlendirdim.
Kendimce attığım büyük adımların sonucunda kısa sürede ulaştığım mutfak kapısından içeri doğru kafamı uzatırken hemen karşımdaki tezgâhta arkası bana doğru dönük bir kadın gördüm. Hızlı hareketlerle bir şeyler yaptığı tezgâhtan yönünü bir anda bana doğru çevirdiğinde göz göze geldik.
Arkasında kalan mutfak adasına doğru gitmekte olan adımları benimle kesişen bakışları sayesinde yavaşlarken hareketlerini tamamıyla durdurmadı. Bu kadını hatırlamıştım. Buraya ilk gelişimde bana yemek getiren kadındı. O da beni hatırlamış olmalıydı ki suratında samimi bir gülümseme belirdi.
"Lavinia." diyerek düzeltmek geldi bir anda içimden.
Karşımda ne dediğimi anlamayan annem yaşındaki kadında bakışlarımı sabit tutarken adımlarımı odanın ortasında bulunan mutfak adasına doğru yani kadına doğru yönelttim.
"İsmim Lavinia. İsmimle hitap etmeniz yeterli." dedim.
Beş-altı büyük adımda ulaştığım mutfak adasının kenarındaki oturağa sol elimi dayarken kadına samimi bir gülümseme bahşettim. Tam karşımda, birkaç adım ilerimde duran kadında yüzüne kocaman bir gülümseme kondururken başıyla onayladı beni.
Duyduğum isimle hiç şaşırmazken bir an böylesine anacan duran kadına başka bir isim gitmezdi diye düşündüm.
Elindeki birkaç kabı mutfak adasının üstüne bırakan kadınla etrafa şöyle bir göz gezdirirken kahvaltı hazırlığında olduğunu gördüm.
Mutfağın en sol köşesinde bulunan oturma grubunun üzerine açılan iki servisi ve kahvaltılıkları fark ettiğimde vardığım kanının doğru olduğunu anladım.
Başka bir şey demeden yaptığı işe geri dönen kadınla olduğum yerde dikilirken bir an ona yardım etmek istedim. Çünkü şu an evimde olsaydım annem bunu yapmamı isterdi diye geçirdim içimden. Her ne kadar kötü anılarımız çoğunlukta olsa da annemden kaptığım bir iki iyi şeyde yok değildi. Yemek yapmakta ve temizlikte gösterdiğim üstün yetenek bu durumun bir göstergesiydi.
Yüzüme doğru düşen birkaç hırçın tutamı kulağımın arkasında doğru yerleştirirken aklımdaki düşüncemi faaliyete geçirmeye karar verdim.
"Şey... Bende yardım edebilir miyim?"
Yaptığı işlerin yanında kaçamak bakışları zaten üstümde olan, ya da görünürdeki taze yaralarım da mı demeliyim bilemiyordum, kadın ona hitaben çıkan sesimi duyar duymaz yönünü bana doğru çevirmişti.
"Gerek yok efendim ben hallediyorum."
"Israr ediyorum. Ben elimi yüzümü yıkayıp hemen geliyorum." diyerek aldığım red cevabını önemsemedim ve bir lavabo bulmak adına hizmetli kadına arkamı dönerek hole çıkan kapıya yönlendirdim adımlarımı.
O sırada önünden geçtiğim oturma odasına açılan kapıdan içeri şöyle bir göz gezdirdim ve Ares'in hala daha uyumakta olduğunu gördüm. Adımlarımı aksatmadan yürüyüşüme devam ederken kısa sürede hole çıktım ve son olarak attığım birkaç adım sonrası yerimde tamamen duraksadım.
Hemen sol tarafımda bulunan portmanto, onun yanındaysa sokak kapısına kısa bir göz attım ve bakışlarımı holün ilerisine çevirdim. Lavabo neredeydi ki? Muhakkak bu katta da bir lavabo vardır düşüncesiyle yola çıkmıştım ve umarım yanılmazdım.
Önümde upuzun holün en sonunda üst kata çıkan merdiven bulunuyordu. Merdivene varmadan önce sağ tarafımda kalan oturma odasının kapısı dışında merdivene doğru iki kapı daha vardı. Sokak kapısının hizasında yani benim sol tarafımda kalan kısımdaysa bir kapı daha mevcuttu. Sağ tarafta kalan iki kapının tam karşısındaydı bu kapı.
Adımlarımı duraksadığım yerden hareketlendirerek ileri doğru yürüyüşümü sürdürürken ardında ne olduğunu bilmediğim üç kapıyı da açıp bakarak lavaboyu bulmaya karar verdim. İllaki birinden biri lavabodur diye tahmin ediyordum.
Aslında mantıken gerisin geri dönüp mutfakta kahvaltı hazırlığında olan yardımcı kadına sormam daha mantıklıydı ama ben sızlaması kesilmeyen bedenimle bunu yapamayacak kadar üşengeçtim şu an.
Yönümü ilk olarak sol tarafımda olan tekli kapıya yönlendirdim. Dokuz-on adımın sonunda vardığım mat siyah rengindeki kapının metal kolunu kavrayıp ağır hareketlerle aşağı indirdim ve bu sayede aralanan kapıyı hafiften içeri doğru ittirdim. Oluşan hafif aralıktan başımı içeri doğru uzatırken tekte yaptığım doğru hamleyle ufak bir sevinç yaşadım. Lavaboyu bulmuştum.
Başımın peşinden bedenimi de peşi sıra içeri soktuktan sonra ardımdan kapıyı kapattım ve içeri birisinin girmesi durumu dahilinde kilidi çevirdim.
Bakışlarımı orta büyüklükteki odada kısa bir gezdirdim. İçerisinde lavabo, birkaç dolap, klozet ve duş kabininin bulunduğu odada bir kapı daha vardı. Aslında işimi buradakilerle rahatlıkla görebilecekken sırf merakımdan diğer kapıya yöneldim ve kısa sürede o kapıyı da aralayıp içeri göz attım. Diğer odaya nazaran oldukça küçük olan bu odada sadece alaturka tuvalet ve lavabo vardı.
Merakımın giderilmesinin ardından kapattığım kapıyla ardımda kalan klozete yöneldim ve özel ihtiyaçlarımı karşıladım. Normalde bir iki dakika içinde halledebildiğim işleri hırpalanmış bedenim sayesinde dört beş dakikada halletmenin ardından lavabonun başına geçtim. Karşımda duran aynadaki benle göz temasımı kesmeden elimi yüzümü yıkadım. Kenarda duran temiz olduğu mis gibi kokusundan belli olan havluyla kuruladığım elim ve yüzümün ardından yüzüme dik dik bakmaya devam ettim.
Morlukların silik bir biçimde hala daha varlığını sürdürmesinin yanında çürük renkleri yüzümdeki hakimiyetini koruyordu. Fosforlu sarımsı ve yeşilimsi renklerin yer yer hüküm sürdüğü suretim de bakışlarımı çok tutmadım. Daha fazla bu görüntülere maruz kalmak bana o anları tekrar tekrar yaşatıyordu çünkü.
Bakışlarımın yönünü saçlarıma çevirip orada sabit tutarken hafiften kabarmış ve sağdan soldan tutamlar çıkmış saçlarımdaki örgüyü çözdüm. Birkaç parmakla tarama hamlesinden sonra yatışmış hale soktuğum saçlarımı elimle geriye doğru atarak önüme düşmesini engelledim. Kalça hizama kadar gelen bir uzunlukta oldukları için kolay kolay önüme düşmüyorlardı.
Fazla oyalandığım düşüncesiyle yaptığım işe bir son vererek mutfağa elimden geldiğince hızlı adımlarla döndüm. Bıraktığım gibi iş yapmasına devam eden yardımcı kadına yaklaştıkça adımlarımın hızını yavaşlattım ve tezgâh üzerinde ne yaptığına göz ucuyla bakındım. Yanına varmamla dikkatini bana çeviren kadınla bir sohbet başlatmak istedim ve bu isteğimi fazla bekletmeden yerine getirdim.
İlgili sesim hoşuna gitmiş gibi heyecan parıltıları gözlerine ulaşırken hevesle anlatmaya başladı.
"Börek yapacağım. Patatesli böreği Ares oğlum çok sever."
Kaşlarım onun hakkında öğrendiğim bilgiyle kendiliğinden havalanırken önündeki malzemelere şöyle bir göz attım. Sayamadığım çoklukta yufka, yağlı kâğıt serilmiş dikdörtgen tepsi ve köşede büyük ihtimalle baharatlanmayı bekleyen rendelenmiş patates tabağı vardı.
"Hangi baharatları ekleyeceksiniz? " diye saf bir merakla sorumu yönelttim bakışlarım patates tabağının üzerindeyken.
Sorumla birlikle bakışları benim gibi patates tabağına kayan kadın kendinden pek emin bir şekilde bana döndü. "Herhangi bir baharat eklemeyeceğim tuzladım zaten."
Daha yeni inmiş olan kaşlarım bu kez duyduğum kelimelerle hafiften çatılırken 'E böyle börek olmaz ki hem nerede yufkaları ıslatacağın karışım?' demek geldi ama dışıma başka bir cümle çıktı. Bir soru cümlesi.
"Peki yufkaları nasıl ıslatacaksınız söyleyin onu yapayım bari?"
Bu kez kaşları çatılan taraf yanımdaki kadın olurken hızla yanıtladı beni. "Yufkalar börekte ıslatılmaz ki."
Bir yaşıma daha girdiğimi hissederken derinden hissettiğim şaşkınlığı dışıma yansıtmadım. Sonuçta herkesin mutfağı aynı olacak değildi ya elbet vardır bu kadınında kendine özgü bir yemek tarzı diye düşündüm. Kaşları hala daha hafiften çatılı olup yufkaların boyutunu ayarlayan kadınla yaptığı böreği pek beğenmeyecekmişim gibi hissettim ve bu kez daha ılımlı yaklaşmaya karar verdim.
"Şey... Kibar Hanım mı demeliyim?" diye ilkten bir soru yönelttim. Nasıl hitap edeceğimi bilemediğim için bunu ona sorma gereksinimi duymuştum.
"Kibar teyze derler bana sizde öyle diyebilirsiniz."
Anladığımı belirtir bir şekilde kafamı aşağı yukarı sallarken aklımdakileri dile getirdim.
"Kibar teyze istersen börek işini bana bırak. Görüyorum ki senin işin biraz çok..." derken bakışlarımı sağ arka tarafıma doğru kalan üzeri karışık tezgâha çevirdim ve sözlerime devam ettim. "Ben hallederim bunu."
"Aman efendim olur mu öyle şey? Siz geçin oturun şöyle ben yaparım her zamanki işim bu benim."
Aldığım hiddetli yanıtla hoşnut olmazken bu durumda biraz ısrarcı olmakta zarar görmedim.
"Kesinlikle olur. Yardımcı olmak istiyorum ve kendimi övmek gibi olmasın çok güzel patatesli börek yaparım o yüzden bana bırakabilirsiniz gerçekten."
Kararsız bakışlar atan kadına sahici bir gülümseme bahşetmeye çalışsam da dışarı sadece hafif bir dudak kıvrılması çıktığına emindim. Pek gerçekçi gülecek halde değildim ve bu börek işini de biraz olsun zihnim başka şeylere odaklansın diye istiyordum.
Hafiften arkasına doğru geçtiğim Kibar teyzenin omuzlarına koyduğum ellerimle onu kenara çekilmesi adına teşvik ettim. Bu hareketimden pek hoşnut olmasa da bir şey demeden kenara doğru çekildi ve yerini bana bıraktı. Önümde duran iki üç malzemeye şöyle bir göz gezdirdikten sonra kendi tarifime uygun hangi malzemeler eksik diye zihnimden bir liste yaptım.
İki yumurta.
Bir su bardağı süt.
Yarım su bardağı sıvı yağ.
Bir şişe maden suyu.
Ve baharatlardan da kırmızı toz biber, karabiber, birazcık kekik ve pul biber.
Zihnimdeki listeyi eksiksiz oluşturduğuma kanaat getirdikten sonra sağ arka tarafımda kalan tezgâhta bir şeyler yapan Kibar teyzeye döndüm.
"E şey... Kendi tarifimle yapsam sorun olur mu acaba?"
Elindeki tencereyi tezgâhın üstüne bırakan kadın sesimle birlikte tüm işini bırakıp bana doğru dönerken azar işitmemeyi umdum. Çünkü kendisini biraz zorluyormuşum gibi geldi.
"Bilmem ki efendim." diyerek duraksadı biraz. Düşünüyordu galiba. "Neyse siz istediğiniz gibi yapın beğenilmezse ben yenisi yaparım."
Kaşlarım duyduğum cümlelerin saf realistliğiyle kalkarken bir anda bu kadar açık sözlülük beklemiyordum. İçimden 'Sağ ol ya teşekkürler!' demek gelse de bunun içimde kalmasını sağladım. Hem elinden geldiğince saygılı davranıyordu sanki onun iş vereni benmişim gibi hem de yaralı bir kızı kırmak istemediğinden dediğini onaylıyormuş gibiydi.
Eksik malzemeleri Kibar teyzeye sora sora bulurken hareketlerim oldukça ağırdı. Ben her ne kadar elimden geldiğince hızlı ve pratik olmaya çalışsam da her zamanki halim gibi bu bedenle bu pek mümkün olmamıştı. üç dakikamı alan bir sürede toparladığım malzemelerle önce boş bir kaba yufkaları ıslatacağım karışımı hazırlarken göz ucuyla sürekli kontrol edildiğimin bilincindeydim.
Yaptığım tarif garibine gitmiş olan kadın ya tarifin merakından ya da yanlış bir şey yapacağımı düşündüğünden olsa gerek sürekli beni kontrol ediyordu. Bu durumu garip karşılamıyordum. Daha önce çok kısa süreliğine görmüş olduğu şiddete uğradığı çok belli olan misafir bir kızdım. Şimdiyse yine aynı nedenden daha beter halde bir kez daha çıkmıştım karşısına. Beni tanımaz etmezdi ve sorgulaması çok normaldi.
Kendi kendime hiç sesimi çıkartmadan geçirdiğim on dakikada yapacağım böreği çoktan tamamlamıştım. Son rötuşlarını yapıyor ve üzerine hafiften susam gezdiriyordum. Yaptığım işten dikkatimi bir an olsun ayırmazken annemin bana bu tarifi öğretirken söylediği bir söz hatıralarımın arasından kopup yankılandı zihnimde. “Patatesli börekte iç harcı baharatlarla marine etmezsen yavan olur, lezzetli bir tadı olmaz. Ama marine ederken de hangi baharatları ne kadar katacağına çok dikkat etmelisin. Bir şeyin eksiği de fazlası da yavan eder yaptığın işi başarılı bir sonuç alamazsın.”
Kelimesi kelimesine hatırladığım sözler zihnimde tıpkı onun sesiyle yer bulurken gözlerimin buğulandığını hissettim.
Annem çok haklıydı bu konuda. Keşke dedim içimden keşke sende bu bildiğin püf noktayı anneliğinde kullanabilseydin. Seninle geçirdiğim zaman boyunca orantısız bir biçimde bana annelik yapmasaydın. Bir gün beni önemsemeyip kimsesiz bırakıp, bir gün tüm annelik haklarını kullanarak üzerimden hüküm sürmeye çalışmasaydın. Keşke gerçekten annem olabilseydin. Keşke beni koruyabilseydin.
Elimdeki susama bakarak yeterince serptiğime karar vererek bir adım geri çekildim ve çıkardığım sonuca şöyle bir göz attım. Olması gerektiği gibi gözüken börekle içim biraz rahatlarken elimin tersiyle hala daha dolu olan gözlerimi sildim ve kafamdaki düşüncelerin zihnimi kemirmesini şimdilik göz ardı ettim.
Fırına yollanmaya hazır hale gelen böreği önceden hazır ettiğim 180 derecede beni bekleyen fırına verirken az ilerimde hala daha iş yapan kadına seslenir gibi konuştum.
"Bu hazır sayılır yarım saate kalmaz pişer."
Fırının kapağını tepsiyi içeri yerleştirdikten sonra hemen kapatarak içerisinde biriken ısının çok fazla dışarı kaçmasına engel oldum. Hafif eğilir pozisyondan sancılar içerisinde dikilirken bunu yüz ifademe yansıtmadan edemedim. İki elimi de yorgun ev hanımı pozunda ince belimin kenarlarına koyarken bakışlarımı az ötemdeki Kibar teyzeye çevirdim. Elindeki son tabağı da yerine koyan kadın bana dönerken samimi bir tebessüm etti.
"Zahmet oldu size de uğraşmasaydınız." diyerek mahcupça konuşan kadının bakışları cümlesinin sonuna doğru başka bir yöne kayarken bakışlarını istemsizce bende takip ettim.
Mutfaktan oturma odasına geçiş yapan kapının pervazına yaslı bir biçimde beni seyreden Ares'i görmeyi beklemezken ellerimi belimden indirdim.
"Günaydın Ares oğlum." diyen kadınla bakışlarını birkaç saniyeliğine üzerimden çekti.
Kısık çıkan sesinin yanı sıra uykudan yeni uyanmış gibi bir hali olmayan Ares'e şüpheci bir bakış attıktan sonra dağıttığım tezgâha yöneldim. Sırtımı döndüğüm suretin delici bakışlarını iliklerime kadar hissederken bu durum istemsizce kasılmama sebep oluyordu.
Elime aldığım pis tabağı bulaşık makinesine koymak için eğilirken hissettiğim derinden bir kasılma tüm bedenimin acıyla titremesine sebep oldu. Karnımda ve sırtımda bulunan çürükler sızım sızım sızlarken ağzımdan ufak bir inlemenin kaçmasına mâni olamadım.
Her ne kadar kısık sesli çıksa da tüm bakışları üzerimde toplayan sesimle güçlü durmaya çalıştım ve eğilmekten vazgeçerek gerisin geri dikildim. Sanırım fazla ayakta kalmıştım. Sol elimi tezgâha dayadığım sırada duyduğum kızgın sesle bakışları zaten üzerimde olan Ares'e çevirdim bakışlarımı.
Birkaç saniyede yanımda biten Ares elimden aldığı tabağı tezgâhın üzerine koyarken sağ kolumdan tuttuğu gibi beni mutfak adasının sandalyelerinden birine oturttu.
"Senin dinlenmen gerekmiyor mu?" diyerek hala daha hiddetli olan sesiyle ufaktan bir azar çekerken ne diyeceğimi bilemedim bir an.
Ağzımdan çıkan ufak mırıltıyla ters ters suratıma bakan Ares'le korkmadan edemezken o an sesiyle araya giren Kibar teyzeye minnet dolu bir bakış atmadan edemedim.
"Börek yapacaktım ben yapayım diye ısrar edince bir şey diyemedim oğlum. Önemli bir şeyi yoktur umarım."
Ya da vazgeçtim attığım o minnet dolu bakışı geri istiyordum. Çünkü araya girerek kurduğu cümleyle bakışları iyice kötüleşmişti Ares'in ve ben oturduğum yerde ufalıp yok olmak istiyordum.
Biri endişeli biri kötü bakan iki çift gözün merceğinden çıkmak ister gibi lafa atılarak konuşmaya başladım bir cesaret. "İyiyim ben bir anlık boşluğuma geldi."
Başını sabır dilenir gibi yukarı doğru kaldıran Ares birkaç saniye derince nefeslendi ve tüm ifadesizliğiyle Kibar teyzeye döndü.
Nemli ellerini kenarda bulunan mutfak havlusuna kurulayan kadın el kol hareketleri eşliğinde Ares'e yanıt verdi.
"Börekte pişti mi tamamdır oğlum. O pişerken bende evin temizlik işlerine başlarım bir iki saate onları da hallederim. Başka bir şey yoksa bugün işlerimi hallettikten sonra erken çıksam diyorum?"
Mutfağın içerisinde gezdirdiği gözleriyle dinlediği kadını hafif bir baş sallama eşliğinde onayladı. "Tamam."
Aldığı onayla mutlu bir biçimde mutfağı terk eden kadının ardından öylece dalıp giderken Ares'in hala daha tepemde dikildiğini fark etmem biraz zamanımı aldı. Alnımın sol köşesinde bir çift gözün dik bakışlarıyla aşındırmasını hissettiğimde hole bakan kapıdan gözlerimi alarak tepemde dikilen Ares'e çevirdim.
Fazlasıyla yakınımda olduğunu fark ettiğim bedeniyle kendimi biraz geri çekerken bundan rahatsız olduğumu anlamış olmalıydı ki o da bir adım geri gitti ama bakışları yerinde sabit kaldı.
Anlamsız bakışlarımla ne demek istediğini kısa bir süre düşünürken aklıma hemen dünkü teklifi geldi. Ne demem gerektiğini gerçekten bilmiyordum. İçimden bir ses teklifi onaylamamı, bunu denemem gerektiğini ve bir şeyleri denemeden bilemeyeceğimi belki de sonucunda başarılı olacağımı söylüyordu. Ama bir de bu işin diğer tarafı vardı.
Ailem dediğim insanların bugüne kadar çoktan kapıya dayanıp beni almamış olması bugünden sonra bunun olmayacağını göstermiyordu. Eski yaşantımdan ve oradaki insanlardan hiç memnun olmamıştım evet. Hiç benlik değildi ve içten içe hep oradan kurtulmak istemiştim ona da evet ama bunun böyle olacağını hiç düşünmemiştim.
En basitinden aklımda başka bir şehirde üniversite kazanıp orada okuduktan sonra iş hayatına da orada atılıp oraya temelli yerleşme düşüncesi vardı. Hiç gelir miydi aklıma babamın annemi aldatacağı ve bunu benim yakalayıp bir süre saklayıp kendimde tuttuktan sonra ortaya çıkarttığımda bir araba dayak yiyeceğimi; Böylelikle bir yabancıyla tanışacağımı ve onun tam iki kez hayatımı kurtaracağını? Sanmıyordum gelmezdi.
En derinlerimde saklı olan hislerim bir an olsun bundan önce yaşadıklarımı geçmişte bırakıp, o zamandaki insanları da geçmişten sayıp kimseyi düşünmeden sadece kendime odaklı kalarak bu teklifi kabul etmemi ve yeni bir hayata başlamamı söylüyordu. En azından denememi. Denemekten ne zarar gelirdi ki?
En olmadı denedim ve olmadı derdim böylelikle içimde herhangi bir şüphe veya pişmanlık olarak kalmazdı. Kaybedecek neyim kalmıştı?
Renkli harelerimi denk getirdiğim ela harelerin sahibini hafif bir baş sallamasıyla onayladım. "Kaybedecek bir şeyim yok neden olmasın?"
Aldığı yanıtla memnun olmuş bir yüz ifadesine bürünen Ares bunu yüzünde çok tutmadı. Olduğu yerden birkaç adım daha geriledi ve sağ eliyle zaten dağınık olan saçlarını iyice karıştırdı.
"Kibar teyze haftada birkaç gün gelir ve ev işlerini falan halleder." diyerek konuyla alakasız bir açıklamada bulunan Ares'le aramızdaki son diyalog bu oldu ve başka bir diyalog geçmedi.
Ben oturduğum mutfak adasından kalkmadan düşüncelere dalarken o bir içeri gitti bir geri geldi. Bir ara üst kata çıktı sonra gelip beni kontrol ettikten sonra tekrardan evin içinde bir yerlere kayboldu.
Fırından gelen ayarlanan sürenin bitiş sesine kadar oturduğum yerden kalkmazken duyduğum sesle mecburiyetten ayaklandım. Evin içerisinde elektrikli süpürge sesi hakimdi. Üst kattan gelen sesle Kibar teyzenin buraya börek için gelmesinin mümkün olmadığını gösterirken zaten kendi yaptığım böreğin servisini ona bırakmanın saçmalık olacağını düşündüm.
Fırının içerisinde kızgın tepsiyi küçük havlu yardımıyla tezgahın üzerine koyarken mutfağa bir kez daha giriş yapan Ares'e kaydı gözlerim. Üzerindeki bakışlarımı kısa tutarken o da direkt yanıma geldi zaten.
Kibar teyzenin önceden çıkarmış olduğu tabağa servisi yapmak adına böreği mutfak makası yardımıyla keserken bir yandan da elimin yanmasına dayanmaya çalışıyordum. Her ne kadar tüm elimle sıcak böreği kavramasam da kesmem adına ucundan tutmam gerekiyordu. Ben bu işlemi dikkatle yapmayı sürdürürken Ares çoktan tepemde dikilerek hareketlerimi izliyordu.
Kulağıma dolan yakından gelen mırıltıyla bakışlarımı anlık ona çevirirken hemen dibimde olduğunu unutmuştum. Boyunun benden uzun olmasının faydasını görürken burun buruna gelmekten on santim farkıyla kurtulmuştum. O da başının aşağı eğik olması sebebiyle o kadar az bir mesafeydi. Normalde aramızda net yirmi santim vardır diye düşünüyordum.
Bakışlarımı yaptığım işe geri döndürürken bende tıpkı onun gibi mırıldandım. "Nasıl bir koku?"
Elimdeki son dilimi de tabağa diğer börek dilimlerinin yanına bırakırken başımı ağır çekimde aşağı yukarı salladım.
"Bizim aileye özel bir tarif." diye mırıldandım. Daha sonra kurduğum cümledeki absürtlüğünü fark ederek kendi kendime göz devirdim ve tekrardan mırıldandım. "Ne aile ama!"
İşimin bittiğine kanaat getirince birkaç adım yana gittim ve elimdeki havluyu tezgâhın üzerine katlayıp koydum. Gerisin geri börek tabağına dönerken onu da ellerimle kavrayarak mutfağın en sol köşesindeki oturma grubuna yöneldim. Kısa sürede ulaştığım kahvaltı masasına hafif bir göz gezdirdiğimde fazlasıyla çok çeşit kahvaltılık, süt ürünleri ve et ürünleri olduğunu fark ettim.
Masanın üzerinde gezdirdiğim gözlerimle hiçbir eksik olmadığını fark etmemle artık oturup kahvaltıya başlamak istedim. Çünkü en son ne zaman yemek yemiştim hatırlamıyordum ve duyumsadığım börek kokusu fazlasıyla aç olduğumu anlamamı sağlamıştı. Boş çay bardakları gözüme takılınca ocağa yandan bir bakış attım ama orada çaydanlık yoktu.
"Çay çaycıda." diyerek tezgâhın üzerindeki kocaman çaycıyı fark etmemi sağlayan Ares'e bakmadan dediği yere baktım. Daha önce nasıl fark etmediğimi düşünürken asıl sorunumun bu olmadığına karar verdim. Bu çaycı kocamandı ve bende onu kaldırabilecek güç kesinlikle yoktu.
Renkli harelerimi diktiğim Ares'e masumca bir bakış fırlattığım da onun zaten bana bakıyor olduğunu gördüm ve bunda çok da takılı kalmadım.
"Şey üstünü ben, altını sen alsan?"
Sunduğum teklifle kaşlarını hafiften kaldırıp şaşkınlığını az da olsa ucundan belli eden adama diktiğim gözlerimle bakmaya devam ederken ondan gelecek herhangi bir yanıtı bekledim.
Dudaklarını aralayıp herhangi bir kelimeyle yanıt vermezken sadece başını ağır ağır sallamakla yetindi. Hızla ulaştığım çaycının üstünü alarak masaya yöneldim. Peşimden geldiğine dair kanıt olan adım sesleri eşliğinde ulaştığımız bardaklarla Ares'e bir soru yönelttim.
Yanımda dikilmesini sürdüren Ares demli yanıtını verirken çalan zille hareketlerim bir an duraksadı ve gözlerimi bana bakmakta olan Ares'e dikerek sorgulayıcı bir bakış attım. Birini mi bekliyordu?
O da aynı sorgulayıcı bakışları mutfağın çıkış kapısına doğru fırlatırken hızla onun da bir fikrinin olmadığını anladım. Ares tam elindeki çaycının alt kısmını masanın üzerine bırakıp dış kapıya yönelecekken Kibar teyzenin sesi duyuldu.
Hızlı hareket halinde olduğundan olsa gerek sesi soluk soluğa çıkarken araladığı kapının ardından birden çok ses duyuldu. Başta ne sesi olduğunu kavrayamazken kısa bir sesleri dinlemenin ardından gelenlerin Tamay'lar olduğunu anladım.
"İşte değil mi bunlar?" diyerek hafif sinirli bir mırıltı çıkardı Ares.
Duyduğum iş kelimesiyle aklım bir an tarihe giderken bugünün günlerden pazartesi olduğunu hatırladım. Madem iş vardı Ares niye işte değildi ki diye düşünmeden edemedim. İşi mi yoktu acaba diye düşünürken saçmaladığıma kanaat getirip bu düşünceleri bir kenara attım. İşi olmasa adam dün niye o kadar iş olayı anlatıp iş teklifinde bulunsun!
Elimizde hala daha tutmakta olduğumuz çaycılarla mutfağın giriş kapısına bakarken kısa sürede göze göründüler. İlk Tamay'la Bars girerken içeri arkalarından en son Tamer girmişti. Tabi ki somurtkan suratı eşliğinde.
"O tam zamanında gelmişiz." diyen Tamay'ın peşinden sözü Bars alırken dikildiğim yerde hafifçe kımıldandım.
"Bu dediğinden pek emin değilim sevgilim. Baksana baş başa kahvaltı yapacaklardı galiba." Biraz duraksadı ve bu süreçte ellerimize baktı. "Hazırlığını bile beraber yapmışlar. Dostum o elindeki çaycı mı senin?"
Cümlesinin sonlarına doğru sesindeki haylaz tını dikkatimi çekerken Tamay'ın da gözlerindeki ışıltı dikkat çekmeyecek gibi değildi.
Olduğu yerde rahatsızca kımıldayan Ares son derece hoşnutsuz sesiyle yanıtladı Bars'ı. "Ne yapacaksın oturacak mı?" Daha sonra bana döndü ve sözlerine kısık sesiyle devam etti. "Dök demi."
Aldığım sert emirle hiç hoşnut olmazken yine de sesimi çıkartmadım ve dediği gibi bardaklara demi döktüm. Hemen peşine Ares'te kaynar suyu üzerine ekledikten sonra boştaki sol eliyle elimdeki çaycının üstünü aldı ve seri adımlarla gidip yerlerine koydu.
"Sizin işte olmanız gerekmiyor mu?" diyerek bir soru yöneltti Ares. Bu sırada sağ kolumdan tutarak masanın başındaki koltukta yer almamız adına beni yönlendirdi.
Yan yana oturduğumuz yerde biraz kenara kaykılacakken hemen oradaki boşluğa oturan Tamay bu hareketime mâni oldu. Oturduğumuz yer L şeklinde bir oturma grubuydu ve önünde dikdörtgen şeklinde masası bulunuyordu. Tamay da hemen o L'nin köşe kısmına doğru kurulmuştu ve biz Ares'le kısa kenarda yani baş kısmında dip dibe oturmak zorunda kalmıştık. Şimdi kalkıp da kıza az yana kay falan da diyemezdim.
Tamay'ın hemen yanına Bars kurulurken Tamer Tamay'ların karşı kısmında bulunan sandalyelerden birine yerleşti ve Ares'in sorusunu ters bir biçimde yanıtladı.
"Götümüzün keyfi erken çıkmak istedi sanane!"
Ares'in derin bir soluk verdiğini işitirken mutfağa tüm hararetiyle Kibar teyze giriş yaptı.
"Hoş geldiniz çocuklar size de birer servis açayım mı?"
"Çok iyi olur." diyerek gerekli yanıtı veren Tamay elini direkt böreğe uzattı ve bir dilim kavradı.
"Mis gibi koku bundan mı geliyor?"
Dolaplardan sırasıyla aldığı üçer tabak, çatal ve bıçakla masaya doğru gelen Kibar teyze yine bir hararetle yanıtladı Tamay'ı.
"Evet, Lavinia Hanım yaptı. Benim böreğim değil yani."
Sondaki cümlesi sanki şey der gibiydi, ‘Tadı kötü çıkarsa ben yapmadım, benim şahane böreğim değil bu.’. İçimdeki gözlerimi devirme isteğini zar zor bastırarak börekten bir ısırık alan Tamay'a verdim dikkatimi. Tepkisini merak etmiştim. Acaba beğenecek miydi? Peki Ares, o beğenir miydi?
Dolu ağzıyla elindeki börekten peş peşe ısırıklar alan Tamay'dan gördüğüm tepkiyle biraz olsun rahatlarken önüme döndüm ve öylece boş tabağıma bakmaya başladım. Bundan sonrası büyük bir sessizlikle geçerken arada sırada boş konuşmalar olmamış değildi. Ares kendi tabağına koyduğu kahvaltılıklardan benim tabağıma da koymuş, kendisiyle birlikte beni de doyurmuştu. E baktı bu salak boş boş bakınıyor etrafa tekrar bayılıp kalmasın, başıma daha fazla iş açmasın diyerekten yapmıştı galiba.
Yaptığım börekten ben sadece iki küçük dilim yerken geri kalanın hepsini diğerleri yemişti. Hatta bir ara Bars'la Tamer arasında en çok börek dilimini sen yedin bunu bana ver kavgası olmuş, tüm çirkefliğiyle kavgayı Tamer kazanmıştı. Bu sırada tüm sessizliğiyle hiç dikkat çekmeden en çok börek dilimini Ares yemişti bence.
Genel olarak bakıldığında ara sıra Tamer'in yaptığı komikliklerle güzel geçen kahvaltının sonuna gelmiştik. Tamer ara ara ciddiyetini bozsa da Ares'in varlığını ve de benim varlığımı gördükçe somurtkanlığına geri dönmüştü.
Şimdiyse avuçlarımın içinde tuttuğum soğumaya yüz tutmuş çayımla birlikte öylece oturuyordum. Benim yemek faslım biteli çok olmuştu öylece etrafı izliyordum. Hemen dibimden gelen boğaz temizleme sesiyle dikkatimi Ares'e verirken bunu yapan tek ben değildim. Masadaki Tamay, Bars, Tamer'in dışında mutfağa yeni giriş yapan Kibar teyzede dikkatini Ares'e vermişti.
Ellerini üstündeki önlüğe kurulayan kadın bir heves başını salladı. "Evet Ares oğlum."
Yayvanca oturduğu yerden biraz dikilerek duruşuna biraz daha ciddiyet katan Ares böylelikle bana biraz daha nefeslik alan sağlamış oldu.
"Lavinia artık burada benimle yaşayacak yabancı değil yani bu eve. Dediğim gibi üst kattaki odayı açtın mı?"
Söylediği kelimeler Kibar teyzeden çok masadaki üçlüye söylenmiş gibi gelirken sesimi çıkartmadan etrafta dönen muhabbeti sessizlik içerisinde dinledim.
"Açtım oğlum hazır her şey tertemiz."
Ağır hareketlerle başını sallayan Ares elindeki bardaktan büyük bir yudum almadan önce son cümlesini kurdu. "Tamamdır işin bittiyse çıkabilirsin."
Birkaç onay mırıltısıyla önce mutfağı çok kısa süre içerisinde de evi terk eden kadının ardından ortamdaki sükûnet bir süre aralıksız devam etti. Ares'in son sözünün üzerine bir şey demelerini beklediğim muhteşem üçlüden ilk tepkiyi Tamay verdi.
Masadan gözlerini almadan yanıtladı Ares kendisine gelen soruyu. "Ne duyduysanız o."
Soruyu bir tek kişinin sormasının yanında çoğul konuşan Ares sanki verdiği kararın daha fazla sorgulanmaması adına konuşmanın önüne bir set çekmişti. Lakin bu dünden beri öfkeli olan Tamer'i durdurmaya yetecek bir şey değildi.
"Peki devamında neye karar verdiniz Ares hazretleri?!"
Kınayıcı sesiyle önce Ares'e ardından bana bakan Tamer gerilimimi hat safhaya ulaştırmıştı. Bu huzursuzluğumun gittikçe büyümesine sebep olurken yerimden hareketlenmek istedim ama buna koca elini dizimin üzerine koyan Ares engel oldu. Tüm sakinliğiyle beni yatıştırmak ister gibi sol bacağımın üst kısmını sıkıca tutan Ares aynı sakinlikle kuzenini yanıtladı.
"Şirketteki yardım kolunda işe başlayacak kendini toparlar toparlamaz."
Aldığı yanıtla ağzından sinirle bir 'Hah!' nidası çıkaran Tamer başka bir şey söylemedi ve tüm sessizliğiyle terasa çıktı. Hemen peşinden açık bıraktığı kapının aralığından gelen çakmak sesi sigara içtiğini gösterirken Ares'in elinin hala daha bacağımda olduğunu fark ettim ve bunu terk fark eden ben değildim. Tamay'ın da bakışları benim gibi bacağımdaki elde olurken hemen elini oradan çekmesi adına sağ bacağımı ondan uzağa doğru çektim. Bu hareketimle ne demek istediğimi anlayan Ares elini tüm rahatlığıyla geri çekti.
"Tamay senden bir şey isteyeceğim."
Ortamdaki sessizliğin bölünmesine müsaade eden Ares'te toplanırken tüm bakışlar bu kez ben bakmadım. Bakışlarımı kucağımdaki ellerimde sabit tutarken kulaklarım aksi gibi tamamıyla ondaydı.
Tüm içtenliğiyle verdiği yanıtın ardından çok bekletmedi Ares Tamay'ı.
"Lavinia'nın kalacağı odadaki giyim odasını, banyoyu falan nasıl ayarlanması gerekiyorsa öyle ayarla."
Kulaklarıma dolan sözlerle kaşlarım anında havalanırken artık konuşmaya müdahale etme zamanımın geldiğini hissettim. "Anlamadım?" derken beni hızlıca yanıtlayan Ares değil de Tamay olmuştu.
"Burada kalacağın süre boyunca ihtiyacın olabilecek eşyaları kastediyor canım."
Benim zaten ihtiyacım olabilecek her şeyim vardı böyle bir şeye gerek yoktu. Tamam bazı durumlardan sebep mağdur durumda olabilirdim ama bu istek sanki hiçbir şeyim yokmuş da her şeye muhtaçmışım gibi gelmişti. Bu çok rencide edici bir durumdu ve şu anda sinirlenmem kaçınılmaz bir durumdu.
Sinirle irileşen bakışlarımla direkt Ares'e dönerken öfkemin sesime yansıtmadan edemedim. "Teklifini kabul ettim tamam da sadece o kadar! Ben ihtiyacım olan her şeye sahip birisiyim zaten bu kadarına da gerek yok. Ben gider evimden alırım eşyalarımı!" derken 'evimden' kısmını baskılı söylemiştim.
Her ne halde olursam olayım her türlü dönebileceğim bir evim olduğunu anlamasını ister gibi. Her ne kadar oraya döndüğüm an dayak ya da eve hapsedilme durumu yaşayacağıma adım kadar emin olsam da benim de bir gururum vardı.
Tüm sakinliğiyle beni yanıtlayan Ares daha da öfkelenmeme sebep oldu. Tam ağzımı açıp itiraz edecekken bana arkasını dönerek ayaklandı. Büyük ve hızlı adımlarla hole çıkan kapıya giderken bende peşinden ayaklandım hemen ve bir iki adım atarak seslendim.
Adını duymasıyla önce yavaşlayan daha sonrasında tamamen duran adımlarının ardından bana döndü. 'Ne var?' der gibi baktı.
"Bu dediğin olmayacak! Ben eve geri dönüp pekâlâ tüm eşyalarımı alabilirim."
Tek tek heceleyerek söylediğim sözlerimin ardından ifadesiz suratıyla birkaç saniye bakıştık ve bana hiçbir şey söylemeden arkasını dönerek mutfaktan çıktı. Gördüğüm tepkisizlikle olduğum yerde çakılı kalırken kimseden çıt çıkmıyordu. Terasın sürgülü kapısını iyice aralayarak içeri giren Tamer'le sinirli bir biçimde koşar adımlarla Ares'in peşine takıldım. Hole çıkan kapının eşiğine geldiğimde holün sonundaki merdivenlerden üst kata çıkmakta olan Ares'i görür görmez peşinden yüksek sesli konuşarak gittim.
Hala daha beni takmadan ilerlemesine devam etti. Koşar adımlarımı gerçekten koşmaya çevirdiğimde kısa sürede merdivenin ilk basamağına ulaştım ve isyan eder gibi tekrardan seslendim ismini.
Adımını attığı son basamaktan bıkkınlıkla bana dönen Ares'in yüzündeki hiçbir ifadeyi seçemezken gür sesi tüm holde yankılandı.
"Üzerini değiştir! Gidelim bakalım evine eşyalarını almaya."
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın. Kitabımızın İnstagram sayfası: lalehveniserwatty
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |