Ben geldim! Bölüm sonunda görüşürüz!
Neydi bu hissizliğimin sebebi? En başında bu dünyaya hissiz mi gelmiştim yoksa sonradan bir katil çıkıp mı öldürmüştü hislerimi?
Şu yaşıma kadar nadir derinden hissiyatlar yaşadığım olmuştu. Neydi onlar? Hatırlayamıyordum. Derinlerde birkaç görüntü ortaya çıkmak için çırpınıyordu ama her şey fazlasıyla bulanıktı.
Annemlerin ben daha küçükken, anne baba sevgisine en muhtaç olduğum zamanlarda, beni sürekli anneannemlere bırakıp evimize bensiz geri dönmeleri sevgi hissimin yavaş yavaş çürümeye başladığı günlerin başlangıcıydı. Peki bu hissiyatı tamamen ne zaman kaybetmiştim? Bilemiyordum. Çünkü benim tüm hissiyatlarım o kadar ağır ağır çürüyerek ölmüştü ki vefatlarına net bir tarih vermem çok zordu.
Peki diğer hissiyatlarıma ne olmuştu? Aralarında sağlam bir hissiyat kalmış mıydı merak ediyordum. Ama her şeyden çok merak ettiğim bir şey vardı ki o da tüm bu hissiyatlarımın katili ailem miydi yoksa ben miydim? Bu sorunun cevabı beni fazlasıyla cezbediyordu.
Şimdiyse çoğu hissiyatımı kaybettiğim yere, o eve gidiyorduk. Ares'i ikna edebilmenin vermiş olduğu rahatlamayla kısa sürede seri hareketlerle Tamay'ın bana önceden getirdiği kıyafetlerden tayt ve bol bir sweathirt giyerek evden çıkmıştım. Tabi üstüme mont almayı ihmal etmemiştim çünkü hava felaket derecede soğuktu. Kasım ayı tüm hünerlerini konuştururcasına etrafı kutuplardan farksız kılmıştı. Kasvetli havada çıktığımız bu yolda ilk yarım saati atlatmıştık. İkimizden de herhangi bir ses çıkmamıştı şu zamana kadar.
Elimde bir sağa bir sola çevirdiğim telefonumla önümde akıp giden yolu izliyordum. Benay’ı aramak istiyordum. Birazcık onunla konuşsam güzel olurdu. Bu kararda hızla hareket ederek direkt aramayı başlattım. Kulağıma dayadığım telefonla Ares'in dikkati anlık bana kaydı.
Bakışlarımı çektiğim düz yoldan direkt ela harelerine baktım ve telefonun açılmasından birkaç saniye önce beklediği yanıtı ona verdim.
Konuşmamın hemen ardından açılan telefonla ahizeden tiz bir çığlık duyuldu.
"Neredesin sen? Kaç arama kaç mesaj bıraktım sana niye geri dönmüyorsun? Hiç mi müsait bir anın olmadı lan?!" dedi hınçla.
Acıyan yüz mimiklerime inat yüzümü buruşturdum. "Bende iyiyim sen nasılsın?" dedim kinaye barındıran ses tonumla.
Derin bir soluk duyuldu. Sakinleşmeye çalışıyordu galiba. "Seni dinliyorum hemen başla anlatmaya!"
Pekâlâ çokta işe yaramış durmuyordu bu çabası. Haklıydı da onun başına gelse böyle şeyler ben daha fena olurdum. Daha çirkef.
"Ben gayet iyiyim. Yaralarım iyileşiyor bir sorun yok ve yeni darbe falan da almadım. Şu anda oraya geliyoruz Ares'le." dedikten sonra biraz duraksadım ve soluklandım.
"Ee? Kızım taksit taksit mi sorayım?"
İşittiğim azarı duymazlıktan gelerek konuşmama kaldığım yerden devam ettim. Gözlerimi bana kaçamak bakışlar atan Ares'e dikerek.
"Evdeki bütün eşyalarımı almak için geliyoruz. Bildirimlere bilerek bakmıyorum çünkü ortalık mahşer yeri gibi ve herkes tek suçlunun ben olduğumu düşünerek bana saldırıyor. İlk fırsatta numaramı değiştireceğim o zaman sana ulaşırım zaten hemen merak etme."
Ares'le göz göze geldik. İkimizde tüm istikrarımızla bakışlarımızı çekmezken Benay'ın meraklı sesi doldurdu kulaklarımı ve o an Ares gözlerini yola geri çevirdi.
“Eşyalarını alıp ne yapacaksın? Bak bana gel diyorum kaçtır.”
"Sağ ol canım ama eşyalarımı aldıktan sonra Ares'le geri döneceğim. Bur-"
Ah! Tam olarak burada sağırlığımın ilk adımlarını atmış bulunuyordum galiba. Duyduğum ses desibeli kulaklarımın kaldırabileceğinin çok üstünde çıkarken hafif hafif var olan baş ağrımın şiddetini arttırdığını hissettim.
"Bağırma lütfen dinle bir. Burada bir şeyler ayarladı Ares daha sonra detaylı anlatırım ben sana.” dedim.
Konuyu daha fazla uzatmasını istemiyordum. Tek başıma olduğum bir zaman diliminde tüm duygu ve düşüncelerimi zaten anlatacaktım ama bunu yanımda birisi varken yapmak istemiyordum. Çünkü her an duygu patlaması yaşayarak deli gibi ağlama ihtimalim vardı.
Yaşanan olaylardan sonra o kadar çok şey değişmişti ki çevremde olanlara uyum sağlayacağım diye kendimi fazlasıyla sıkıp tutuyordum. Normalde bu kadar dayanamaz hemen ağlayarak boşaltırdım içimi ama bu kez iyi idare ediyordum.
Bu içimde tutmanın acısının fena halde çıkacağını biliyordum ama şu anlık yapabilecek bir şeyim yoktu. Ben alışkındım böyle şeylere. Genelde de her şeyi içime atar yalnız kaldığımdaysa ağlayarak çıkartırdım ya da öyle yaptığımı sanırdım.
"Ya kızım neler yaşıyorsun sen ya? Vallaha nasıl hala daha böyle iyi olabiliyorsun hayretler içerisindeyim."
Aslında cevap çok basitti ve bunda şaşırılacak pek bir şey yoktu. Zorunda bırakılmışlığın getirisinde canından kanından vererek kendinin son sağlam kırıntıları için mücadele ediyordun o kadar.
Kısık ve titrek çıkan sesime lanetler okurken artık ağlamak istemiyordum. Hiçbir zaman ağlamak istememiştim ki zaten!
Kulaklarımın içine doluşan duygusal sesi yankıya dönüşerek beynimin duvarlarına çarparken daha fazla böyle devam ederse kendimi tutamayacağımı biliyordum. Bu yüzden aramayı sonlandırmak istedim.
"Ben şimdi kapatıyorum akşama ararım seni tekrar olur mu?" dedim.
Burun çekme sesi geldi. "Olur kendine dikkat et."
Ve arama sonlandı. Bakışlarımı sağımdaki camdan çekmedim ve göz pınarlarıma doluşan yaşların geri çekilmesini bekledim. Aradan kaç dakika geçtiğini bilmeden bir süre öylece akıp giden yolu seyrettim.
Şehrime geri dönmek istiyor muydum? Evet. Peki oradaki yaşantıma geri dönmek istiyor muydum? Hayır. Hem de koca bir hayır.
Elimdeki telefona verdim dikkatimi. Açtığım ekrandaki bildirimlerde göz gezdirdim öylece. Annem, ablam ve anne tarafımdan birkaç kişiden aramalar ve bildirimleri öylece izleyerek geçtim.
Babam... Ondanda bir sürü arama ve mesaj vardı. Hakaret içerikli(!) mesajlar. Aynı içerikli daha birçok bildirimde onun tarafından gelmişti ama ben onları görmezden gelerek hızlıca geçtim. Birkaç arkadaşım da arayıp yazmıştı ama önemli bir şey olduğunu düşünmüyordum o yüzden onları da geçtim. Sahip olduğum tek sosyal medyadan da bildirimler vardı. Onları da görmezden geldim.
Sonra ekranı kilitleyerek bakışlarımı sağdaki yan dikiz aynasına çevirdim. Kendimle göz göze geldim. Bitik bakışlarım yorgun ve baygın bakıyordu. Yüzümdeki yaralar iyileşmeye yüz tutmuş hallerine rağmen belirginliğini koruyordu. Bu gördüğüm kişi ben miydim? Bu ben değildim ki. Bu ben olamazdım. Ölüden farksızdım.
Bakışlarımı aynadaki yansımamdan alarak bana bir şeyler diyen Ares'e çevirdim.
"Efendim?" dedim tüm sakinliğimle. Bir şeyler dediğini duysam da ne dediğini tam algılayamamıştım.
Yolda sabit tuttuğu gözlerini birkaç saniyelik bana çevirdi ve kıstığı gözleriyle bir süre suratıma baktı öylece.
Anlam veremediğim ses tonuyla yapayalnız bırakarak beni tekrardan önüne döndü. Kadrajımdan çıkan ela harelerin arkasından bakarken bir süre düşündüm. İyi miydim? Bunun cevabı gayet açık bir biçimde ortadaydı. Değildim.
"İyiyim." diyerek bakışlarımı bende onun gibi önümde akıp giden yola çevirdim.
"Bana yalan söyleme." dedi küçük bir çocuğu ikaz eder gibi.
Kaşlarım havalandı, dolgun dudaklarımın sağ tarafı kendiliğinde yukarı doğru kıvrıldı. Açıkçası çok zorda kalmadıkça yalanla pek işim olmazdı.
Bu kez dudağının bir kenarı hafifçe yukarı kalkan Ares oldu. Ukalaca bir gülümsemeydi bu.
"İşim olmaz." dedi ama sesindeki haylaz parıltıları duymamak için aptal olmak gerekirdi.
Gerçekten iyi birisi gibi duruyordu. Her ne kadar dışarıda öylesine rast gelsek soğuk nevale deyip yaklaşmayacağım bir tipte olsa da bu ciddiyetin altında farklı bir şey yattığına emindim.
Ben herkesin farklı ve kendine özel bir hikâyeye sahip olduğuna inananlardandım. Ve hayatımda görüp görebileceğimden fazla hayat hikayesine tanık olacakmışım gibi hissediyordum.
Akıp giden yola inceleyici bir bakış attığımda bir saat daha yolumuz olduğunu fark ettim. Sessizlik her zaman tercihim olsa da şu an konuşmak istiyordum. Konuşmak ve aklımı biraz olsun dağıtmak. Oturduğum yerde biraz sola doğru dönerek sırtımı ehliyet kemerinin izin verdiğince arabanın kapısına dayadım.
Bu hareketimle yönümü Ares'ten tarafa çevirmiştim. Evet onunla konuşacaktım. En azından birkaç soru sorabilir ve bunların yanıtını alabilirdim. Sol yanağımı oturduğum koltuğun gövde kısmına yaslarken dik dik Ares'e bakmaya başladım.
Bendeki hareketlilikle kısa bir an bakışlarını bana çevirirken göz göze geldik. Pozisyonumu ve dik bakışlarımı bir süre inceleyen Ares gözlerime son kez sorgulayıcı bir bakış atarak önüne döndü.
Cevabını zaten duş faslında Tamay'dan öğrendiğim soruyu bir kez de ondan duymak için sordum.
Yapmaya çalıştığı şeyi fark ettim ama bunu ona belli etmeden sohbetine ayak uydurdum. Bakışlarımı suyun köpüklü yüzeyinden ona doğru çevirirken sorduğu soruyu cevapladım.
Aldığı cevapla yaptığı işte duraksamadan benimle göz göze geldi. Bir eliyle fıskiyeye yön verirken diğer eli de usulca saçlarımda geziniyordu.
Bakışları yavaşça boynuma doğru kaydı ve oradaki izlerde gezindi, bense ona bakmayı sürdürdüm.
Sormak istediği çok fazla soru vardı. O saf merakı gözlerinde görebiliyordum ama sormaya cesaret edemediğinden kendini firenliyordu.
"Sizin yaşlarınız kaç?" diye saf bir merakla sordum. Hepsi benden büyük duruyordu. Dış görünüş olarak bu pek belli olmasa da hal ve hareket olarak olgun gözüküyorlardı. Ya da bilemiyordum belkide bana öyle geliyordu.
Avuçlarının arasında tuttuğu şampuan şişesini başımın üstüne doğru getirip şampuanın dökülmesini sağlarken saniyelik benimle göz göze geldi. Köpürtmeye başladığı saçlarıma tüm dikkatini verirken sorumu cevapladı.
"Ben ve Tamer yirmi üç, Ares ve Bars yirmi dört yaşında."
Yanağımı yasladığım koltuğun kumaşına sürttüm kaşırmış gibi. Cevabını bildiğim soruları sormaya bayıldığımı hatırladım. Eskiden de hep böyle yapardım. Eskiden dediğimse şundan bir iki ay öncesindeki hayatımdan bahsediyordum.
"Benimkisini sormayacak mısın?"
Sinyal verdiği arabayla direksiyonu sağa kırarken yanıtladı beni.
"Cevabını bildiğim soruları sormam."
Duyduklarım karşısında kaşlarım havalanırken bu hareketi çok sık yaptığımı düşünerek hemen geri indirdim. Erkenden alnım kırışacaktı.
"Nereden biliyorsun?" dedim. Meraklı sesimle bana döndü ve gözleri gözlerime değdi.
"Kimliğinden. Son hastane olayından beri bende. O zaman yatış işlemleri için çantandan almıştım bende kalmış."
Eksikliğini fark etmediğim ayrıntıyla şaşırırken bir an nereden fark edebileceğimi düşündüm. Kimlikle hiç işim olmamıştı ki. Ama burada takıldığım nokta bu değildi. Hararetle araladığım dudaklarımla ona çantamı mı karıştırdığını soracakken o bunu yapmama müsaade etmeden bir kez daha yanıtladı beni.
"Evet çantanı karıştırdım."1
Ağzım açık bir biçimde bön bön baktığım yan profilini bana çevirdi. Şapşala benzediğime emin olduğum surat ifademi onunla göz göze gelir gelmez düzeltirken o göreceğini çoktan görmüştü zaten. Tam bir rezillik! Daha ne kadar rezil halimi görecek diye düşünmüyordum çünkü beterin beteri vardı.
Yanağımı yaslı olduğu koltuk yüzeyinden çekerek eski pozisyonuma geri döndüm ve yolun geri kalanında da önümde akıp giden asfaltı seyrettim. Son konuşmamız bu olurken eskiden yaşadığım şehre gelene kadar sessizliğimiz devam etti. Yaklaşık yarım saat, kırk dakikaya giriş yaptığımız şehrin tanıdık sokaklarını gördükçe yerimde rahatsızca kıpırdanıp durdum.
Özlemiştim ama bir yandan da özlememiştim. Buğulanan göz bebeklerimle etrafı dikkatlice incelerken boğuluyormuşum gibi hissetmeme engel olamıyordum.
"Beni bulduğun yere gidelim. Sen beni orada beklersin bende kısa sürede alacaklarımı alır geri dönerim."
Sesimi duymasıyla hızla bakışlarını bana çevirdi Ares. Kaşları çatıktı.
"Böyle bir şey olmayacak. Beraber gidip beraber alacağız ve yine beraber geri döneceğiz." dedi itiraz istemez bir ses tonuyla.
Bir şeye de karar verirken böyle tersleşmese olmuyordu! Onunla gidersem ve ortalıklarda akrabalardan birisi olursa fena halde problem çıkardı ve benim şu an yaşamak isteyebileceğim şeylerin listesinde bile yoktu bu durum. En kötü ihtimal biyolojik babamla karşılaşır, laf atışması ya da daha ilerisi fiziksel şiddetle evden ayrılırdım. Alışkın olduğum bir şeydi pek de dert etmezdim sonunda tamamıyla o evden kurtulacaksam.
"İşi yokuşa sürmenin alemi yok. Ben halled-"
"Hayır dedim değil mi Lavinia?"
Bezginlikle nefesimi verip gözlerimi devirdim. Daha ne kadar batabilirim ki düşüncesiyle bir daha sesimi çıkartmadım. Zaten birkaç dakika içinde ilk karşılaştığımız caddeye ulaşmıştık. Bir iki cümleyle evimi tarif etmemin dışında bir şey demezken o da sadece anladığını belirtir biçimde başını sallamıştı.
Yavaş sayılabilecek bir hızda ilerlemesini sürdüren araç evimin önüne gelmemizle tamamıyla yavaşladı.
"Burası." diyerek gösterdiğim sağdaki iki katlı müstakil evin önüne aracı park eden Ares'le etrafa bakındım.
Gördüğüm manzaraya karşı ağzımdan 'Hay aksi!' isyanı çıkarken bir an önce buradan çekip gitme isteğiyle doldum. Bakışlarımı hemen ilerimizde park halinde olan babamın aracından çekerek evin önünde ayakta dikilmiş bir biçimde hararetle konuşan insanlara diktim. Onlar babam, halam ve amcamdı.
Arabanın evin önüne yanaşıp park halini almasıyla üçünün de dikkati bize yani araca kaydı. Mat siyah oldukça lüks cipin burada ne işi olduğunu sorgular vaziyetteydiler. Aracın filmli olmasının faydasını şu anda yaşarken Ares'in sesini duydum.
Bakışlarımı babamların üstlerinden çekmeden yanıtladım onu.
"Siyah kazaklı olan adam babam, gri montlu olan amcam, kadınsa halam."
Gerginlik dolup taşan sesimle Ares iyice bana yaklaşırken benim gibi bizi -arabayı- inceleyen babamlara baktı. Kulağımın hemen ardında sıcak nefesini hissedebiliyordum.
"Eşyaların yenileri alınır. İstersen geri dönelim?"
Başımı olumsuzca iki yana salladım.
"Benim için önemli maneviyat taşıyan eşyalarım var onları burada bırakamam."
Çocukluğum buradaydı onu burada bırakamazdım. Yaralarla sarılıp sarmalanmış o küçük kız çocuğuna arkamı dönemezdim. Onu ait olduğu yere yanıma, içime almalıydım. Benim kendimden başka kimsem kalmamıştı. Kendimi burada kimsesiz bırakamazdım.
Ona doğru döndüm. Bu hareketimle o da geri çekilerek eski pozisyonunu tekrardan aldı. Aracı tamamıyla istop ettirdikten sonra bana kısa bir bakış attı ve kapıyı araladı.
"O zaman eşyalarını alman için çok kısa bir süren var fazla oyalanamayız."
Sözlerinin peşine bedeninin tamamını dışarı çıkarttı ve kapıyı ardından kapatmadan önce bana 'Hadi!' der gibi bir bakış fırlattı. Çok uzun bir süre beni beklemeyeceğini anladığımdan derin bir nefes alarak bende peşinden dışarı çıktım ve ardımdan kapıyı kapattım.
Arabanın etrafından dolanarak yan yana geldiğimizde hiç ondan tarafa bakmadan eve doğru yürüdüm. Evime doğru. Hiç yuvam olmayan eski evime doğru.
Arabadan inen kişinin ben olduğumu fark eden babam kaşları çatık bir biçimde ilk bana daha sonra yanımdaki Ares'e ters ters baktı. Hemen yanında yer alan halam ve amcamın da farklı bir tepki verdiği söylenemezdi.
Çatık kaşları neredeyse kemerli büyük burnuna kadar inen babam Ares'ten aldığı bakışlarını tekrardan bana dikti. Göz göze gelmemizle vücudumdaki tüm yaralarım sızım sızım sızladığını hissettim. Halamla amcamın arasından sıyrılan babam bana doğru ilerlerken aramızda beş altı adım kala durdum ve elimi dur işareti şeklinde kaldırarak onu da durdurdum. Benim durmamla Ares'te hemen yanımda durmuştu.
"Sakın bana daha fazla yaklaşma!" dedim son derece keskin bir ses tonuyla. Uyarımla kaşları havaya kalkan babam alaylı bir sinirle bana baktı.
"Neredesin sen kaç gündür? Annenin yanında değilsin kimsede görmemiş seni buralarda." dedikten sonra biraz duraksadı ve Ares'e baktı tekrardan. Bakışlarının karardığına gözlerimle şahit oldum. "Bu kim? Ne halt işin var tanımadığım elin adamlarının yanında?"
Derin bir nefes alarak birkaç saniye soluklandım.
"Sana hesap vermeye ya da gül yüzünü(!) görmeye gelmedim. Çekil önümden birkaç eşyamı alıp gideceğim." dedim hızla.
Sözlerimi duyup algılaması birkaç saniyesini alan babam öfkeyle tabiri caizse hırladı. "Hiçbir yere gidemezsin! Geç içeri elimde kalmadan. Elin adamlarıyla düşüp kalkmaya mı başladın ha?"
Tam üstüme yürüyecekken Ares sol kolunu önüme barikat olarak koydu. Sağ ayağını bir adım geriye alırken sol ayağı biraz öne doğru çıktı ve o dik duruşunu bozmadan tüm ifadesizliğiyle varlığını karşımızdakilere hatırlattı. Bu hareket babamı afallatırken halam hemen babamın koluna yapıştı.
"Aman abi dur hemen celallenme!"
Bana doğru döndü. Önce iğrenirmiş gibi suratıma baktı daha sonra da Ares'in önümde duran koluna iğrenç bir bakış fırlattı.
"Geç kız içeri sende! Orospuluğunun zamanımı şimdi?"
Bu kulaklarım daha neler duyacaktı kim bilir? İşittiğim hiçbir kelimeye kırılmıyordum ama akşam çok ağlayacağım kesindi. Ares’in yanında böylesine rencide olup iyice rezil oluşuma utanıyordum. Daha ne kadar rezil rüsva olabilirdim ki?
Ares'in yavaş yavaş sabrının taştığını hissederken ufaktan paniğe kapıldım. Sertçe alıp verdiği solukları kulaklarıma kadar ulaşırken o olaya müdahale etmeden önce alacaklarımı hemen almalıydım.
"Siz benim hiçbir şeyim değilsiniz ve bana emir veremezsin! O bahsettiğiniz şey asıl sizin damarlarınızda akıyor. Şimdi çekilin önümden!"
Tüm hiddetimle verdiğim cevapları şaşkınlıkla dinleyen pek sevili(!) ailemden ilk tepkiyi babam vermişti. Her zamanki saman alevi öfkesi tüm benliğini sarıp sarmalarken bu kez bir iki adım atmakla yetinmeyip direkt üstüme çullanmıştı. Ya da denemişti demeliydim çünkü Ares onun bu hareketini engellemiş beni arkasına çekmişti. Babamdan oldukça uzun olan boyu ve kalıplı bedeniyle babamı geri püskürtürken son derece ifadesiz bir sesle geldiğinden beri ilk kez konuştu.
"Bunu sakın bir daha deneme! Şimdi benim sabrım taşmadan hepiniz geri basın kızda alacaklarını alsın bizde yolumuza bakalım!"
Tehditvari ses tonu bedenimde bir ürpermeye neden olurken babam ve amcamın şaşkınlıkları her hallerinden belliydi. Ne tepki vermeleri gerektiğini bilememiş gibilerdi. Ares cüssesiyle ikisine de çok fazlaydı bunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Bu muammaları bu yüzden olsa gerekti.
Halam tırsak bir biçimde abilerinin arkasına saklanırken babam ve amcam her ne kadar çekinseler de yiğitliklerine bok sürdürmeyeceklerine adım kadar emindim. Ne yiğitlik ama!
"Sen hayırdır oğlum! Kimsin sen?" diyerek bize doğru bir adım attı amcam. Onun da babamdan aşağı kalır yanı yoktu.
Daha fazla olay çıkmasını istemiyordum. Konuyu kapatmayacakları çok belliydi. Vazgeçmiştim bir şey almak falan istemiyordum. Görünüşe göre de alabilecek durumda değildim zaten. Geri dönmek istediğimi Ares'e söylemek adına arkasından az sola doğru kaydım ve sinirden olsa gerek gerilmiş kolunu tuttum. Anında bakışları omzunun üzerinden bana döndü.
"Boş ver vazgeçtim, gidelim." diye fısıldadım usulca.
Gözlerimde hüznün her tonu hakimken daha sonra bir şekilde eşyalarımı alabilirim diye düşünüyordum ya da öyle ummak istiyordum.
Ares birkaç saniye gözlerime baktı ve kolumdan tuttuğu gibi beni kollarının arasına çekerek babamların yanından geçti ve birkaç adımda evin kapısına ulaştırdı. Babamlar gibi bende gelen bu ani hareketle şoka uğrasam da toparlanmam kısa sürdü. Kolumu bıraktığı gibi iki kelime söyleyen Ares arkamızda kalan babamların bağırışlarıyla onlara doğru döndü ve anladığım kadarıyla birkaç tehdit daha savurdu. Ama ben onlara kulak vermedim ve kurduğu cümleyi algılamaya çalıştım. Ne demişti?
Çabuk olmalıydım. Evet! çabuk olmalıydım. Algılarımın açılmasıyla arkamdaki karmaşaya kulaklarımı tıkadım ve evin birkaç adım ötemde olan dış kapısına koştum. Şansıma açıktı. Babam açık bırakmış olmalıydı.
Ayağımdaki botlarımı önemsemeden seri adımlarla evin içerisine daldım ve hızla üst kata odama çıktım. Annem olsaydı eve böyle girdiğim için beni bir temiz döverdi hem de meşe odunuyla ama yoktu işte.
Odamdan içeri attığım ilk adımla duraksarken her şeyin bıraktığım gibi durduğunu gördüm. Nasıl da özlemiştim odamı, tüm dünyayla bağlantımı kestiğim bu içsel dünyamın yansımasını. Gözlerimin bulanıklaşmasıyla dolduğunu fark ettim ama buna müsaade etmeden ellerimin tersiyle sildim gözlerimi hemen. Acele etmem gerekiyordu ve bunu yaparken önümü net görmem çok daha işime yarardı.
İlk olarak ne yapacağımı bilemezken hemen arkamı dönerek odadan çıktım ve üst katta bulunan kilere koştum. Girdiğim küçük odayla hemen karşıma çıkan üç boy olan siyah valizlerle derin bir nefes verdim. En büyük boyla orta boyu kaptığım gibi odama götürdüm ve yere yatırarak ikisinin de içini açtım.
Ares'in dışarıda ne yaptığını bilmiyordum ama güzel engelliyordu onları belli. Bir başkası olsaydı onun yerinde çoktan babama yenilmişti. Umarım iyi durumdadır düşüncesiyle hareketlerimi daha da hızlandırmaya çalıştım. Bir an önce Ares'in yanına gitmek istiyordum. Bu harabe bedenle ne kadar hızlı olabilirsem o kadar hızlı olmaya çalışarak hemen kıyafet dolabıma yöneldim.
Kapaklarını açtığım dolabın içerisine şöyle bir bakış atarken yazlık ve kışlık kıyafetlerimin yan yana durmasına ilk kez seviniyordum. Renkli harelerimin hızla taradığı dolaptan en yeni ve sevdiğim, değeri olan kıyafetleri çekip alarak büyük valize koydum. Her şeyimi almak gibi bir şey yapamayacağımdan birkaç elbise, kazak, hırka, sweatshirt, tişört, pantolon, tayt, pijama takımı, iç çamaşırı ve ıvır zıvır eşyalarla tıka basa doldurdum büyük valizi.
Sıra orta boy olan valize gelirken içerisine birkaç tane okuma kitabımı, birkaç fotoğraf albümümü yandaki duvara monte olan raftan alarak koydum. Makyaj masamın üzerinde bulunan birkaç eşyayı da hızla alarak valizin içine attım.
Başka neler alabilirim düşüncesiyle etrafa kısa bir göz gezdirirken yatağımın üstündeki küçük peluş unicornum çekti dikkatimi. Gövdesi komple koyu mor rengindeyken boynuzu siyah simli bir renkteydi. Tam benlikti. Birkaç adımla yanına vardım ve usulca yatağımın ucuna çöktüm. Nevresimin üzerinde sol elimi gezdirirken yumuşak dokusu burada yattığım son geceyi anımsattı bana.
Yaşanan olaylardan dolayı mutluluk bana çok uzak olsa da odamda yatağımın içerisinde olmam beni güvende hissettiriyordu. Ancak şu ana baktığımda güven duygusundan çok uzaktaydım. Bakışlarımı yatağımın düz yüzeyinden çekerek peluş unicornuma diktim. Aklıma onu aldığım gün geldi. Gözlerime bir sis perdesi indi ve o anlar büyük bir ustalıkla göz bebeklerimin önünde sergilenmeye başladı.
Yağmur bulutlarının gökyüzünü acımasıza rehin aldığı günlerden biriydi. İçlerinde biriktirdiği su damlalarını daha fazla taşıyamayan bulutlar rahata kavuşmak istercesine su damlalarını serbest bırakıyor ve yer yüzüne inmelerine olanak sağlıyordu.
Soğuk hava tüm şehirde mesken tutmuş, değdiği tüm bedenleri zevk alıyormuşçasına titretiyordu. Tüm bunların yanında gri bulutların süslediği gökyüzünde mor ve beyaz renkteki şimşekler bir bir yankılanıyor; gri bulutların daha da kapatıp, kasvetli hale getirdiği gökyüzüne kendince şölen havası katıyordu. Tabi bu durumu siz bir de on yaşındaki minik Lavinia'ya sorun. Onun için durumlar hiç de böyle değildi.
Oldu olası böyle hava olaylarından ödü kopan Lavinia içeri girmekte oldukları alışveriş merkezi kapısının güvenlik sırasında babası Ecevit'in elini normalinden daha sıkı tutmuş sanki babasının içine girmek istercesine bacaklarına yapışmıştı. Onun bu korkaklığına alışkın olan Ecevit kızının bu halini çok da önemsemeden kendisine yapışmasına ses çıkartmıyordu.
Pazar gününü değerlendirme kararı alan Aral ailesi tüm bireyleriyle birlikte alışveriş merkezine gelmişlerdi. Bu aktiviteye bayılarak katılan Evra on beş yaşının getirisiyle genç hanım edasıyla annesi Nalan'ın yanında dikiliyor, hava olaylarını pek takar gibi durmuyordu.
Peş peşe girdikleri alışveriş merkezinde ailenin annesi Nalan’ın direktifiyle doğrudan giyim alışverişine yönelen bireyler, gözünü üst katlardaki giyim mağazalarına diken Nalan’ın verdiği yeni bir direktifle az ilerlerindeki yürüyen merdivenlere ağır adımlarla ilerlemeye başladılar.
Babasının elinden tutmuş bir biçimde alışveriş merkezinin göz alıcı ışıklandırmasına gözlerinden kalpler çıkarak bakan Lavinia içinden ne kadarda güzel diye geçirmeden edemiyordu. Minik ayaklarıyla babasının hızına ayak uydurmaya çalışan Lavinia'nın dikkati bir an yanlarından geçtikleri oyuncak mağazasının vitrinine kayarken adımları istemsizce yavaşladı.
Yosun yeşili ile okyonus mavisi karışımı olan gözleri gördüğü oyuncak karşısında parıl parıl parıldarken içinde ona sahip olma arzusu hemencecik yanıp tutuşmaya başlamıştı. Normalde öyle her şeyi beğenip isteyen bir çocuk olmayan Lavinia bu oyuncağı tüm arzularıyla istiyordu. Uzaktan tam olarak nasıl olduğunu çözemese de buradan bile muhteşem duran tek boynuzlu at ilk görüşte bu küçük kız çocuğunun kalbini büyülemişti resmen.
Adımlarının yavaşladığını fark eden Ecevit nedenini çözmek istercesine kızına bakarken Lavinia'da hızla babasına bakmıştı.
Küçük, uzun parmakları oyuncağı işaret edercesine hareketlenirken Ecevit kızının işaret ettiği yere baktı. Kızının tam olarak nereyi işaret ettiğini anlamadığından adımları duraksadı.
Lavinia babasının ilgisini çekebilmenin verdiği sevinçle tam gördüğü tek boynuzlu atı anlatacakken duraksadıklarını fark eden Nalan kısa sürede ne yaptıklarını çözmüş bir biçimde devreye girdi.
"Evde bir dünya oyuncağın var yenisini almana ne gerek var? Hem kocaman kız oldun artık azıcık büyü."
Annesinden duyduğu azarlamayla küçük dolgun dudakları açıldığı gibi direkt kapanırken omuzları hayal kırıklığıyla çöktü ve gözleri istemsizce buğulandı. Annesi her ne kadar evde bir sürü oyuncağın var dese de işin aslında minik Lavinia’nın hiç tek boynuzlu atı yoktu ve daha öncesinde de hiç olmamıştı.
"Ben büyümek istemiyorum ki." diyerek kısık bir mırıldanma çıkaran Lavinia'yı kimse anlamadı. Büyümenin pek de hoş bir şey olmadığını düşünen Lavinia'nın böyle bir isteği yoktu ve annesinin her zamanki sergilediği sert tavrına minik kalbi bir kez daha kırıldı.
"Yahu bir dur hanım alalım ne istiyorsa! Ne olacak bir tane fazla olsun oyuncağı sanane?"
Eşinin her zamanki vurdumduymaz sesini duyan Nalan içten içe köpürmeden edemedi. Bu adam hiçbir şeyi umursamıyor, bana bulaşmayın da kim ne yaparsa yapsın havasında takılmasına devam ediyordu ve bu durum Nalan'ı gıcıklığa itiyordu. Eşi oldum olası rahat bir adam olmuştu ve ona tahammülü geçen her yeni bir günde gittikçe azalıyordu.
"Ne halt yerseniz yiyin! Sende böyle her istediklerini yap benim tepeme çıkart bunları." diyerek eşini ve küçük kızını gerisinde bırakan Nalan büyük kızını da yanına alarak AVM'nin üst katlarına ilerledi.
Annesinin ardından dolu gözlerle bakakalan Lavinia neden hep böyle oluyor diye düşünüyordu. Neden annem bizden bir türlü memnun olmuyor?
"Her zamanki anan boş ver kızım." diyen babasına çevirdiği gözlerle üzüldüğünü gizlemek ister gibi gülümsedi Lavinia.
"Babam orada çok güzel bir tek boynuzlu at var alalım mı?"
Kızının gösterdiği yere bir kere daha bakan Ecevit aşağı yukarı salladığı başıyla kızını onayladı.
"Alalım." dedi tüm rahatlığıyla.
Heyecanlı adımlarıyla babasının eşliğinde oyuncak mağazasına ilerleyen Lavinia'nın aklından mutluluk dolu şeyler geçerken Ecevit'in aklında tek bir şey vardı.
'Az şununla buralarda oyalanayım da biraz nefes alayım. Şimdiden bunaldım anasını satayım!'
O zamanlar daha hiçbir şeyin farkında değildi küçük Lavinia. Ailesindeki tek iyi kişinin babası olduğunu düşünüyordu ama bilmiyordu ki işin aslı çok farklıydı ve minik Lavinia bunu öğrendiğinde büyüyecekti.
Zihnimde canlanmakta olan anının bitmesiyle göz bebeklerimin önündeki sis perdesi de dağıldı. Hafif bir uzanmayla ellerimin arasına aldığım unicornu da hızla valize koyarken hatırladığım anının etkisinden çıkmak adına silkelendim. Buğulanan bakışlarımı kirpiklerimi kırpıştırarak netleştirirken odamı gözlerimle bir kez daha taradım.
Son olarak aklıma gelen yatağımın altındaki anı kutumu da seri hareketlerle kavrayarak valize geri döndüm ve orta boy valizinde fermuarını bin bir güçle çektim. Her şey tamamdı yani öyle olmasını umuyordum.
Dik konuma getirdiğim valizlerin saplarını tutarken hızla peşimden çekmeye başladım. Tekerlekli olmaları rahat çekmem açısından bana avantaj sağlıyordu ama ağırlıkları karşısında herhangi bir yorumda bulunamıyordum.
Benim bedenime göre fazlasıyla ağır olan valizlerle tüm yaralarım sızlayarak acısalarda bir an bile duraksamadan çekme işlemimi sürdürdüm. Merdivenlerden yuvarlaya yuvarlaya indirdiğim valizlerle tahmini iki üç dakika içinde dış kapıya ulaşmıştım. Sırtı bana dönük biçimde kapının önünde dikilen Ares'le derin bir nefes verirken valizlerin kulplarını daha sıkı tuttum. Bağırışlar hala daha dinmemişti.
Tanrı'nın bana en büyük imtihanı sen misin baba?
"Çekil şuradan evime gireceğim! Buna ne idüğü belirsiz bir herif engel olamaz!"
Zar zor birkaç adım attım. Artık takatim kalmamıştı. Yaralarla dolu bedenimdeki güç hemencecik çekilmişti. Kapı birkaç adım ötemdeydi ve hemen önündeyse Ares dikiliyordu. Buradan adımımı dışarı bir atsam her şey son bulacakmış gibi hissediyordum.
"Elimdeki darp raporunu gerekli yerlere ulaştırırsam gireceğin tek bir delik olur. Dur durduğun yerde!"
Ares?
Sesimi duymasıyla bakışları anında bana dönerken bu kez sırtı babamlara çevriliydi. Soru işareti dolu bakışlarla ona bakarken hangi darp raporundan bahsettiğini düşünüyordum. Merakımın farkında olan Ares kaşlarını hafifçe kaldırıp indirerek şu an yeri olmadığını işaret etti ya da ben öyle anladım bilemiyordum.
Birkaç adımla yanına giderken o da hızla bana geldi ve büyük valizi elimden aldı. Boşalan elimi avuçlarının arasına alırken kısık sesiyle mırıldandı.
"Diğer valizi peşinden sürüklemeye bak hemen arabaya gideceğiz ve sen direkt arabaya bineceksin. Diğer valizi de alırdım ama bu kez seni kollayamam." derken son cümlesinde kocaman avuçlarının arasında küçücük kalan elimi sıktı hafiften.
Başımı anladığımı belirtir şekilde sallamakla yetindim. Şuradan bir çıkıp uzaklaşalım gerisi hallolur diye düşünüyordum. İllaki sorardım neyden bahsettiğini.
Dışarıya attığımız seri adımlarımız üç dört adımdan öteye gidemedi çünkü babam direkt yolumuzu kesmişti. Bakışlarımı öfkeden alev alan gözlerine diktiğimde Ares'in dibine biraz daha girme ihtiyacı hissettim. Evet ben öz babamdan kaçarak bir yabancıya sığınma ihtiyacı hissediyordum.
"Hiçbir yere gidemezsin senin yerin burası!"
Karşımda dikili duran üç bedene de tek tek baktım. Kısa bir bakıştı bu. Başımı olumsuzca iki yana sallarken yanıtladım babamı.
"Hayır, ben buraya hiç ait olmadım sen bunu en iyi bilenlerdensin."
Babam hariç herkes ne demek istediğimi anlamazken o beni anlamıştı biliyordum. O da farkındaydı ki ben doğduğumdan beri bu eve hep aykırıydım, farklıydım. Tüm benliğimle beni kimse kabul etmezken o buna müsaade etmiş biriydi. Beni ben gibi kabul etmiş, diğerleri gibi değişmemi beklememişti. Aslında benim babam kötü birisi değildi. Nasıl bu hale geldiğini anlayamıyor tüm bu hallerine bir türlü bir sebep bulamıyordum.
Ben davranışlarımla tavırlarımla ve düşüncelerimle her iki tarafın ailesine de gram uyum sağlayamamıştım. Ben farklıydım. Ben hepsinden apayrı bir kimlikteydim ve bunu en iyi bilenlerden birisiydi babam. Başından beri buraya ait olmadığımın ve olamayacağımın benim kadar farkındaydı.
"Sen benim kızımsın ve buraya aitsin!"
Güldüm. Histerik bir gülümseyişti bu.
"Ama sen benim babam değilsin." dedim büyük bir kararlılıkla.
Son sözlerimin peşine karşımdaki üçlü şoktan şoka girerken ilk uyarı amcamdan geldi.
"Haddini aşıyorsun saygısızlık etme!"
Peşine halam da sözlerini ekledi. Ortamdan eksik kalır mıydı fesatların fesatı? Asla!
"Orospuluk yapmanın alemi yok geç evine! Ortalıktan kaybolduktan sonra ne boklar yedin bilmiyoruz ama bundan sonra evinde babanın dizinin dibinde oturacaksın!"
Bu kez dudaklarımın arasında gür bir kahkaha fırladı. Hıçkıra hıçkıra ağlamadan önceki sinirle çıkan bir kahkahaydı bu da. Bir süre durduğum yerde gülerken Ares bana deliriyor muyum diye şüpheyle bakıyordu. Kahkahalarımın arasında bir anda duraksadım. Gülmem durdu ve suratımda hiç olmadığı kadar ciddi bir ifade oluştu.
Bir adım öne çıktım ve tüm ciddiyetimle sordum. "Evim? Hangi evim?"
Valizdeki elimi çektim ve valizi serbest bıraktım. Üstümdeki sweatshirtü utanmadan tüm hırçınlığımla yukarı doğru çekiştirdim ve morluklarla, çürüklerle bezeli bedenimi gözler önüne serdim. Ses tonumu daha da arttırırken bu kez bağırarak bir soru daha yönelttim.
"İçerisinde güvende olmadığım evim mi? Hangi evim söylesenize?"
Sustular. Üçünün de gözleri bedenimde gezinirken Ares'in kararan bakışları da onlara eşlik ediyordu.
"İçerisinde bir gram huzur olmayan evim mi? Annemin yıllarca aldatılarak yaşadığı evim mi? Beni kendi ailenize aykırı bulup kabullenmediğiniz evim mi? Hangi evim hangi?"
Ses desibelimin iyice yükselmesiyle boğazımın tahriş olduğunu hissettim. Canım yanıyordu. Bu acı bedenimden mi yoksa ruhumdan mı geliyordu çözemiyordum.
Titreyen ellerim kavradığım sweatshirtü serbest bırakarak tekrardan yaraların kapanmasını sağladı. Gözlerimin dolu dolu olduğunu en derinlerimde hissediyordum.
"Senin artık bir kızın yok! Senin artık bir ailen yok! Tek başına çürüyüp gideceksin bu iğrençliklerin içinde."
Sol gözümden birkaç damla yaş aktı. Artık burada bir işim kalmamıştı. Bunu fark eden Ares, beni ve valizleri de alarak hızlı hareketlerle arabaya yerleştirdi. En son kendisini de yerleştirdiği aracı çalıştırarak hareket ettiren Ares'le sokakta aracın gaz sesiyle bir babamın gür sesi duyuldu.
Üzgünüm baba ama sen benim en büyük hayal kırıklığımsın.
***
Bitmiş miydi şimdi her şey? Öyle gözüküyordu. Peki neden ben öyle hissedemiyordum? Aslında bir bitmişlik hissediyordum ama bu tamamıyla benim benliğimle alakalıydı. Ben bitmiştim.
Üstümde öylesine bir yorgunluk vardı ki bunu tarif etmeye kelime dağarcığımın yetmeyeceğini biliyordum. Öyle birkaç saat, bir gece, birkaç gün uyumakla geçecek bir türden değildi bu yorgunluk. Ölsem... Ölsem geçecekmiş gibiydi. Ancak ölürsem bitecekmiş gibiydi.
O eve, oradaki insanlara, o şehre, babama arkamı döneli bir saatten fazla bir zaman olmuştu. Arabaya bindiğimden beri sessizce ağlıyor, buğulu gözlerle yağmur damlalarının bir bir çarptığı camı seyrediyordum. Damlalar nasıl cama vuruyor ve aşağı kayarak gözden kayboluyor onu inceliyordum. Daha doğrusu dıştan böyle gözüküyordum ama içten durum hiç de böyle değildi.
Kaos... Zihnimin içinde uzun zamandır var olan kaos bugün daha da bir alevlenmişti. Bir sürü sesler vardı ve ben hepsini duyuyor ama hiçbirini anlamıyordum. Düşünüyordum. Ne düşündüğümü bilmeden bir şeyler düşünüyordum.
"Ne kadar daha ağlayacaksın böyle?"
Ares. O da buradaydı değil mi? Zihnim kendini bulunduğum ortamdan o kadar soyutlamıştı ki varlığını unutmuş daha sonrasında da hissedememiştim.
"Bilmiyorum." derken ağlamaktan iyice kısılan ses tonum beni rahatsız etti. Ne kadar çok ağladığımın yeni yeni farkına varırken titreyen ellerimle yüzümü kurulamaya çalıştım.
"Neler olduğunu tam olarak anlatmanı istiyorum. Tabi anlatmaya kendini hazır hissettiğin bir zamanda."
Kibarlıktan bir haber olduğunu çoktan fark ettiğim Ares'in isteyiş tarzını garipsemedim. Ona her şeyi tüm ayrıntılarıyla anlatmak ister miydim bilmiyordum. Ya ben her şeyi anlattıktan sonra beni kötü biri olarak görürse? O zaman ne olurdu vaz mı geçerdi bana yardım etmekten?
"Bundan birkaç yıl önce babamın annemi aldattığını öğrendiğimi zaten söylemiştim." durdum ve burnumu kabaca çektim. "Bunu gidip anneme anlatmak yerine sustuğumu da söylemiştim. O gece babamın karşısına geçip hesap sordum. Ne dediğimi çok iyi anlamıştı ama anlamamazlıktan geldi ve beni geçiştirdi. Tehdit ettim belki gözü korkar da bırakır ve düzelir diye ama benim babam umursamaz adamın teki umursamadı bile beni.”
Konuşmamın sonunda yüzüme bir kez daha çarpan gerçeklikle sertçe yutkundum. Boğazımdaki sızlamanın geçmesini istiyordum ama ne kadar yutkunursam yutkunayım geçmiyordu ve sanki hiç geçmeyecek gibiydi.
Duraksamanın kaçıncı dakikasına girdiğimizi saymazken konuşmanın devamını getirmek istiyordum ama ağlamak istemiyordum. Ağlamaktan bıkmıştım ama bir yandan da olanları bir başkasına anlatmak ve rahatlamak, bu hikayedeki kötü ben miyim diye sormak istiyordum. Gerçekten de bu hikayedeki tek kötü ben miydim?
" Be-beni dinlemedi, uyarılarımı dikkate almadı." Hıçkırdım. Bu konuşmayı ağlamadan yapmam mümkün değildi. "Çünkü rahattı. Biliyordu anneme söylemezdim, söyleyemezdim." Sonlara doğru sesim iyice boğuklaştı. Yaşlar ardı arkası kesilmezcesine akıyordu. Bana baktı. Bana baktığını hissettim.
"Sustum. Yıllarca sustum. Bile bile sustum hiç kimseye tek kelime etmedim. Edemedim, nasıl kalkıp da bunu anneme derdim. Böyle bir şey nasıl denirdi?"
Omuzlarımın sarsılmaya başladığını hissettim. Sinir hücrelerimde kol gezmeye başlamıştı. Bir anda şiddetli şekilde ağlamamı sürdürürken hiddetlendim.
"O kadar umursamaz piçin tekiydi ki yıllarca üstüme nasıl bir yük yüklediğini bir an olsun görmedi! Görmeyi denemedi bile. Benim babam, beni görmeye yeltenmedi bile. Ben bu yükün altında ezildim durdum."
Nefesimin sonlara doğru kesilmesiyle tekrardan sustum. Ağlamam hala daha sürüyordu.
"Neden annene söylemedin ki?" dedi. Ses tonu katı ama dingindi.
Neden anneme söylememiştim ki? Bende durmadan bu soruyu sorup durmuştum kendime. Cevabı çok basit ama bir o kadar da acıydı. Buğulu gözlerimi karşımda akıp giden yoldan çekerek ellerime indirdim.
"Söyleyemezdim. O hasta. Bunu kaldıramazdı." Sesim sanki mümkünmüş gibi daha da titredi. Boğazımdaki yumru büyüdü, büyüdü ve büyüdü. Nefes almamı imkânsız hale getirdi. Yutkunamadım. "O iyileşemeyecek kadar hasta. Tüm bunları kaldırması imkansızdı. Kaldıramazdı." Şu anda da kaldıramıyor zaten buna eminim.
Göz pınarlarım hiç tükenmeyecekmiş gibiydi. Durmadan akıyor bu işine bir an olsun ara vermiyordu. Üzerim sırılsıklam olmuştu. "Evliliğinin ilk yıllarında Bipolar Bozukluğu ve Kişilik Bozukluğu teşhisi konulmuş. Tedavi için yıllarca sürekli kliniklere kapatılmış."
Hıçkırarak ağlamamı sürdürürken Ares'ten tarafa döndüm ve sesimin titremesini kafama takmadan konuşmamı sonlandırdım. "O zaten baştan kaybetmiş birisiydi bir de ben buna ekleme yapamazdım. Beni anlıyor musun? Kö-kötü bir evlat mıyım ben? Ona kötülük mü ettim?"
Beklenti dolu bakışlarımı yüzünde sabit tutmaya devam ederken onun arabayı çoktan siteye ulaştırıp otoparka park ettiğini fark ettim.
Direksiyondan çektiği bakışlarını bana çevirdi ve bir süre öylece suratıma baktı. Sorduğum soruların yanıtlarını düşünüyor olsa gerekti. Ela hareleri uzun uzun göz yaşlarımın sürekli akmaktan aşındırdığı yolları izledi.
"Aksine daha iyisi olamazdın."
Duyduğum yanıtla beynim söylediği kelimeleri tek tek analiz ederken duymayı beklediğim şeyler bunlar değildi. Şaşırmadan edemedim. Beni kötü bulmamıştı aksine iyi birisi olarak görmüştü. Peki gerçekten öyle birisi miydim? Neden ben öyle hissetmiyordum?
Sözlerini onaylamazca başımı iki yana salladım. "Aksine daha kötüsü olamazdım. Beni bulduğun gece her şeyi bir anlık patlamayla söyledim ya annemin o yüz ifadesi gözlerimin önünden gitmiyor. O gecenin en unutulmaz izini babamın şiddeti değil de annemin bana attığı bakış bıraktı sanki."
Bakışmamız hala daha sürüyordu, göz temasımız konuşma sırasında kesilmemişti. Ela harelerinde gördüğüm kararlılık söylediklerinden dönmediğini gösteriyor aksine söylediği sözlerin arkasında durduğunu bas bas bağırıyordu.
"Yanlış düşünüyorsun kendine böyle eziyet etme."
Başımı tekrardan onaylamazca iki yana salladım. "Onca zaman kendimi tutmuşum o gecede tutmam lazımdı. Ben bittim."
Burnumu çekerken son sözlerim zihnimin içinde yankılandı. Ben bittim. Ben bittim. Ben bittim. Evet öyle olmuştu. Bunu kabullenmemek aptallık olurdu.
"Bence her şey yeni başlıyor." derken açtığı araba kapısıyla dışarı attı kendini.
Kurduğu cümleye odaklanırken bir yandan hak vermeden edemedim. Her bitişin ardından yeni bir başlangıç olmaz mıydı? Olurdu. Peki bu başlangıç benim sonum mu olacaktı ya da bana yeni bir hayat mı sunacaktı? Bunu zaman gösterecekti.
Zaman bana şu zamana kadar çoğu şeyi göstermişti. Hiç şüphem yoktu ki daha göstereceği çok şeyi vardı. Bundan emindim.
Sertçe çektiğim burnumun peşine ağlamaktan şişmiş gözlerimi sildim. Ben bunları yaparken arabanın önünden dolanıp benim kapıma kadar gelen Ares, kapıyı araladı ve inmemi bekledi. Onu çok bekletmemek adına hızla oturduğum koltuktan indim. Benim peşime kapattığı kapının ardından iki valizimi de yere indiren Ares son model arabasını kilitledi.
Çok da sağlam olmayan adımlarla ilerlediğim valizlere benden önce ulaşan Ares benim almama fırsat vermeden ikisini de kendisi aldı.
"Bir tanesini de bana ver hepsini alma."
Önden ilerleyen adımları hafif bir duraksama yaşadı. Ardında kalan bana bakarken bakışları yüz hizamda değil, bedenimdeki morlukların olduğu kısımlarda gezindi. Sanki sweatshirtin içinden yaralarımı görüyormuş hissine kapılırken havanın soğukluğuyla hemen titremeye başlayan açıktaki ellerimle üstümdeki şişme montun önünü kapattım. Bu hareketimle bakışları yüzüme çıkarken gözlerimi kaçırdım ve yanına doğru adımladım.
"Ben hallederim." derken ses tonu 'Sen ne demek istediğimi anladın.' der gibiydi.
Yan yana adımladığımız yol üç dakika içinde rezidansın önünde son bulurken Ares'in işaretiyle zili çaldım. Biraz beklememizin ardından tuhaf homurdanmalar eşliğinde kapıyı Tamer açtı.
Açtığı kapıyı geçmemiz için gerektiği kadar aralarken ilk benimle göz göze geldi. Gördüğü görüntü karşısında bakışlarındaki memnuniyetsizlik şaşkınlığa dönerken bu ifadesini çabucak toparladı ve bakışlarını hızla üzerimden çekti. İçeri ilk giren Ares'in peşinden bende girerken kapıyı ardımızdan kapattım. Çıkarttığımız ayakkabıları sağdaki portmantonun ayakkabılık kısmına koyduktan sonra üzerimizdeki montlar içinde aynısını yaptık.
Ares'in sorusuyla bende bir cevap almak için Tamer'e döndüm. Evden şu anda televizyon sesi dışında herhangi bir ses gelmiyordu.
"Yukarıda odayla uğraşıyorlar."
Sözlerinin ardından bana kısa bir bakış atan Tamer arkasını dönerek oturma odasına girdi. Ares'le baş başa kaldığımız holde öylece dikilirken göz göze geldik.
'Beni takip et.' der gibi bir baş komutuyla iki valizi de alarak ilerlemeye başlayan Ares'i hemen arkasından takip etmeye başladım. Üst kata yönelen adımları merdivenleri arşınlarken bende merakla nereye gittiğimizi düşünüyordum. Onun odasına mı gidiyorduk? Ne alaka dedim kendi kendime bu saçma düşünceme.
Tamer'in bahsettiği odaya Tamay'ların yanına mı gidiyoruz diye bir düşünce daha belirdi zihnimde ve bu daha olası diye düşündüm.
Bitirdiğimiz merdivenlerin ardından çıktığımız holde de ilerlemeye devam ettik. Holün sonundaki oda Ares'in odasıyken sağ ve sol duvarda karşılıklı duran kapıların nereye açıldığına dair bir fikrim yoktu. Daha önce de bakmaya fırsatım hiç olmamıştı.
Ares doğrudan soldaki kapıya ilerlerken zaten aralık olan odaya elindeki valizlerle girdi. Pardon! bodoslama daldı diyecektim. Çünkü ellerinin dolu olmasından sebep aralık kapıyı tekmeleyerek iteklemişti.
Odadan içeri adımlarını ilk atan Ares olurken hiç beklenmeyen bir anda ağzından arsız bir küfür savruldu.
Hemen peşine kalan son üç adımımı da koşar gibi atarak bende odaya hızla giriş yaparken Ares'in tepkisinin neye olduğunu çözmeye çalıştım.
Karşımızda dip dibe durmuş Tamay ve Bars ilk dikkatimi çeken şey olurken sonradan fark ettim ki baya dip dibelerdi. Tamay'ın elleri Barsın ensesinde asılı kalmış gibi dururken aralarından en ufak bir hava molekülü geçişi olmadığına yemin edebilirdim.
İçeri girmemizle şaşkınlığını kısa sürede atan Tamay hızla Bars'tan uzaklaşırken bakışlarını kaçırmayı da ihmal etmedi. Üstlerine başlarına çeki düzen vermeye çalışan çifte öfkeyle bakan Ares, hiddetli solumasına ara vermedi.
"Eviniz yok mu sizin amına koyayım! Kaç kere daha basacağım sizi?"
Duyduklarıma karşın Tamay'ın yüzü kıpkırmızı kesilirken ağzının içinde bir şeyler homurdandı. Tam olarak neler döndüğünü anlayamazken böylesine yakın bir sarılmaya verilecek tepkiyi fazlasıyla abarttığını düşündüm Ares'in. Ta ki Tamay'ın dağılan kırmızı rujunun kalıntılarını Bars'ın dudaklarının üstünde görene denk.
Ağzım idrak ettiğim gerçeklikle kocaman bir o şeklini alırken bu tepkimi çabucak toparladım ve bende bakışlarımı kaçırarak yere indirdim. Öpüşürken basılmışlardı. Bunu idrak etmemle benim yüzüm Tamay'ınkinden de fazla kızarırken Ares'i takip ettiğime bin pişman olmuştum.
"Öyle pat diye odaya mı dalınır kardeşim?"
Bars'ın isyanı kulaklarıma dolarken Ares çoktan elindeki valizleri bir köşeye bırakmış ağzının içinde homurdanmasını sürdürüyordu.
Arada oluşan beş on saniyelik sessizliğin ardından Tamay utancını kontrol altına aldığını düşünmüş olmalıydı ki konuşmaya kısık sesiyle dahil oldu. "Ee... Siz ne yaptınız, halledebildiniz mi?"
Bakışlarını benimle kesiştirmesiyle Ares'e bırakmadan ben yanıtladım Tamay'ı. "Evet." derken sağ elimle valizleri işaret ettim. Kısa bir an bakışlarını yan yana durak iki valize kaydırırken başını olumlu anlamda salladı ve hızla Ares'e çevirdi yönünü.
"Dediklerini yaptım yani çoğunu. Giyim tarzını pek bilmediğim için çok bir şey alamadım sadece işe giderken giyebileceği ve evde giyinebileceği şeyler aldım. Bir de birkaç parça normal kıyafet, ıvır zıvır ve özel eşyalar. Tahminimce hepsi olur ama daha sonra siz artık Lavinia'ya göre ayarlarsınız odayı."
Ortada dönen muhabbete anlam veremezken Tamay yanında bulunan makyaj masasının üzerinden karta benzer bir şey alarak Ares'e uzattı.
İfadesiz bir biçimde kafasını aşağı yukarı sallayarak Tamay'ı onaylayan Ares bana dönerken ona soru dolu bakışlarla baktım.
Gözlerini kıstı. Ela harelerinin görünürdeki kısmı azaldı. Sorumla birlikte ortamda oluşan sessizlikle herkesle kısa kısa göz temasları kurdum. Ta ki Ares'in sesini duyana kadar. Duyduğum erkeksi bariton sesiyle ona dönmemi sağlarken bu kez duyduklarımı tekte anlayabilmiştim.
Bölüm nasıldı bakalım?
Normalde her gün en az bir bölüm atmaya çalışıyorum ama bazen hiç müsait olamıyorum o yüzden de bölüm düzenleyemiyorum. Ama düzenli bölümler her zaman gelecek merak etmeyin.
Lütfen beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.62k Okunma |
584 Oy |
0 Takip |
59 Bölümlü Kitap |