
Hello! Ben geldim ve sizi her zamanki gibi bölüm sonunda bekliyorum.
İYİ OKUMALAR
Bir elim geçmişimin yakasında bir elim geleceğime uzanıyor ve bense durmuş bugünüme bakıyorum. Bu durum beni bazı hesaplaşmaların içerisinde bırakıyor. Savunmasız kalakalıyorum. Yaptığım hareketleri ve verdiğim kararları bana sorgulatıyor. Kendimden emin olamıyorum. Tıpkı şu anda olduğu gibi.
Anladığım ama anlamlandıramadığım sözlerin sahibine, Ares'e kaç dakikadır bön bön bakıyordum saymamıştım. Ne demek odana hoş geldin? Tamam bana bir oda ayarlayacağını düşünmüştüm zaten ama az önce Tamay'ın onu aldım bunu aldım dediği şeklinde değildi.
"Anlamadım?"
Sonunda benden bir tepki alan Ares kaşlarını hafifçe çattı. Tamay tepkimle yerinde huzursuzca kıpırdarken Bars tüm olağanıyla tepkisizdi.
"Neyi anlamadın? Odan burası işte." dedi.
Ses tonunda sezdiğim keskinlik kaşlarımın alayla havaya kalkmasına sebep oldu. Her ne kadar sertçe konuşmuş olsa da mala anlatır gibi takındığı tavrı dikkatimden kaçmamıştı.
"O kısmı anladım. Şu bir şeyler alma ve dediklerinin yapılması kısmını anlayamadım?"
Biz bugün o eve niye geri dönmüştük? Kalkıp da böyle bir hareket yapması gözüme şu anda acayip batmıştı. Acınıyor gibi hissediyordum kendimi. Ya da gibisini geçelim buradaki herkesin bana acıdığını tüm benliğimle hissediyordum. Kötü bir durumda olabilirim ama acınacak bir durumda değilim. Değildim. Değilimdir yani?
"İhtiyacın olur diye düşündüm." dedi Ares sert ifadesinden ödün vermeden. Suratında belirgin bir memnuniyetsizlik hakimdi. Gözlerimi kıstım ve bir süre ela hareler de esmer surette dolandırdım bakışlarımı. Daha sonra Ares'in arka kısmında kalan ikiliye çevirdim bakışlarımı. Şimdi anlıyor gibiydim. Çocukların yanında sorgulanmaktan hoşlanmayan bir memnuniyetsizlikti galiba Ares'teki.
Sesli bir soluk verirken daha fazla üstelemek istemedim. En azından yanımızda başkaları varken. Belli ki böyle durumlardan hazzetmiyordu. E biz illaki baş başa kalırdık!
"Sağ ol." diyerek konuyu şimdilik kısa kestim.
İfadesiz suratını gözlerimin önünden çekerek arkasındaki çifte dönen Ares'in ardından suratımı hoşnutsuzca buruşturdum. Daha sonra biri gördü mü diye telaşla diğer ikiliyi kontrol ederken Tamay'la göz göze geldik.
Hızla bakışlarımı yere indirirken utanç tüm bedenimde kol gezmeye başlamıştı. Umarım nankörlük ettiğimi falan düşünmezdi. Çünkü yaptıkları iyiliklere karşılık bu tavrım çok saygısızcaydı ve ben kesinlikle o amaçla yapmamıştım. Şimdi fark ediyordum o hareketimin ne anlamlara çıkabileceğini ve bu durum beni durup dururken germişti.
"Biz inelim Bars. Tamay sende yardım et hızlıca yerleşsin."
Yerden çekmediğim bakışlarımla az kenara kayarak odadan çıkmaları için onlara yer açtım. Suratımda hissettiğim bakışlarla inat edip başımı yukarı kaldırmazken Tamay'ın onaylamalarıyla kısa sürede odayı terk ettiler.
Uzaklaşan adım sesleriyle Tamay'ın odanın kapısını tamamen kapattığını göz ucuyla gördüm.
"Yanlış anlamadım merak etme kaldır kafanı."
Duyduğum sözlerle ufak bir 'Hı?' nidasıyla kaldırdım başımı. Söyledikleri içime bir miktar rahatlık tozu serpse de utançtan tam anlamıyla kurtulabilmiş değildim.
"Keşke Ares'i dinleyip bu kadar şey almasaydın." dedim en huzursuz sesimle ve ekledim. "Ben zaten eşyalarımın çoğunu aldım. Zamanla eksik bir şey çıkarsa ben hallederdim."
Huzursuzdum ve ses tonumdan memnuniyetsizliğimin her bir parçası kendini çok net belli ediyordu.
"Ben zaten öylesine birkaç şey almıştım tabi ki zamanla senin isteğine göre alınır. Dediğim gibi şimdilik öylesine."
Aldığım mahcup yanıtla bu konuyu Ares dışındaki kişilerle konuşmama kararı aldım. Tamay'ın zaten bir suçu yoktu bunu ondan Ares istemişti ve şimdi boşuna kendini mahcup hissetmesinin alemi yoktu bu yüzden konuyu değiştirdim.
"Kıyafet dolabı nerede? Bir yerden başlamalıyım yerleştirmeye bugün fazlasıyla yoruldum erkenden halledersem iyi olur." derken bakışlarımı odada gezdirdim.
İçeri girdiğimden beri ilk defa adam akıllı inceleyebiliyordum odayı. Şu anda odanın çıkış kapısının önündeydim ve hemen sağ çaprazımda çift kişilik yatak vardı. Yatağın iki tarafında da baş ucunda tek çekmeceli komodin, üstündeyse mantar şapkalı lambaderler vardı.
Hemen karşımda tıpkı oturma odasında ve mutfakta olduğu gibi boydan boya cam ve onun yanında sürgülü kapı vardı. Bu odada da mı teras vardı? Eğer öyleyse bu müthiş bir haberdi!
Sevinçle gözlerimi hızla odada gezdirmeye devam ederken sürgülü kapının sol tarafında değişik bir tarz koltuk dikkatimi çekti. Bu koltuk modelini bir yerlerden hatırlıyordum. Televizyondaki filmlerde zengin evlerinde oluyordu. Neydi adı? Birkaç saniye duraksadım o koltukta ve adını anımsamaya çalıştım. Puf koltuk? Yok değildi. Psikiyatri koltuğu? Ne alaka? Her ne kadar ona benzese de alakası yoktu bundan emindim.
Hatırlayamamanın verdiği sinirle gözlerim kısıldı. O sırada Tamay'ın sesi dikkatimi dağıttı. "Bu odada canım." dedi tüm naifliğiyle.
Bakışlarım gösterdiği yere kaydı. Sol tarafımda makyaj masasının hemen yanında yan yana iki kapı vardı ve Tamay büyük ihtimalle giyim odası olan kapıyı, makyaj masasının hemen yanındaki kapıyı parmağıyla gösteriyordu.
Olağanca sakinliğimle bir soru daha yönelttim Tamay'a.
"Odada mı?"
Başıyla onaylarken beni sözlü olarak da yanıtlamadan bırakmadı. "Evet, orası giyim odası ve yanındaki de banyo."
Ah şu zenginlik giyerek gözlerimi devirmek istesem de tam o sırada gözlerim hatırladığım ayrıntıyla kocaman açıldı ve hızla tekrardan o adını bir türlü hatırlayamadığım koltuğa döndü. Josefin! Koltuğun adı josefindi.
Ne gerekli şeyler biliyordum ben öyle! Bunların tüm sebebi içlerinde varlıklı ailelerin yer aldığı yabancı diziler seyretmem ve kitaplar okumamdı. Ve belirtmeden de geçemeyecektim ki ben hep bir josefinim olsun istemiştim.
Gözlerimin daldığı noktadan ayrılmasına sebep olan telefon zil sesiyle tüm dikkatim dağıldı. Çalan benim telefonumdu. Ellerim üstümdeki sweatshirtün cebine giderken hızlı hareketlerle avuçlarımın arasına aldım telefonumu ve arayana baktım. Babam...
Sessize aldığım aramaya diktiğim gözlerimi çekmezken kısa sürede arama kapandı. Aradan geçen birkaç saniye sonra ellerimin arasında tekrardan titremeye başlayan telefonumla kulaklarıma yine aynı ses doldu. Babam yine arıyordu. Tekrardan sessize aldım ve sağ çaprazımda kalan yatağın üstüne fırlattım telefonu.
Büyük boy, içinde eşyalarımın olduğu valizi ellerimle kavrarken onu peşimden giyim odasına doğru sürükledim ve bu sırada tüm sessizliğiyle beni izleyen Tamay'a çevirdim bakışlarımı.
"Başlayalım bakalım."
Başıyla beni anında onayladı Tamay. "Bende yardım edeyim ve bu sırada da aldıklarımı gösteririm sana."
***
"Çok güzel şeyler aldım ama yapma böyle! Hem biraz da ortak kullanırız arada bir döneriz diye gittim en markalıları aldım. Sonuçta Ares'ten gidiyordu para bu fırsatı kaçıramazdım." diyerek sözlerinin sonunda kıkırdayan Tamay'la birlikte çıktım giyim odasından. Memnuniyeti gözle görülmeyecek gibi değildi.
Eşyalarımın hepsini yerleştirmiştim ve bu sırada Tamay aldığı tüm kıyafetleri göstermişti. Gerçekten de dediği gibi aldığı her şey ayrı bir markayken ortaya çok para döküldüğü belliydi. Her ne kadar odanın çok az bir kısmını kaplayacak kadar az eşya almış olsa da bu durum hiç içime sinmemişti.
Giyim odası, yatak odasının boyutundan bir tık daha küçük bir boyuttaydı. Çok da büyük olmamasına rağmen hem Tamay'ın aldığı eşyalar hem de benim eşyalarım orayı tamamıyla doldurmamıştı. Hala daha boş yerler vardı ve bunu sorun etmiyordum çünkü buna rağmen bir sürü kıyafet ve eşya vardı.
"Tabi ki istediğin eşyaları alabilirsin ama ben bunları kullanacağımı sanmıyorum. Hepsi çok fazla." derken orta boy valize yöneldim ve onu yere yatırıp içini açtım.
"Kullanırsın kullanırsın bir şey olmaz. Hem şirkete gelirken mecbur böyle giyineceksin."
Elime aldığım birkaç okuma kitabımla çömeldiğim yerden ayaklanırken Tamay'a baktım kısa bir süre. Odadaki josefine yarı yatar bir biçimde uzanmış beni seyrediyordu.
"Şık giyim zorunluluğu mu var?" diyerek bir soru yönelttim.
Adımlarım sonradan fark ettiğim makyaj masasının yan tarafında, kapınınsa sol tarafında kalan duvarı komple kaplayan bomboş kitaplığa gitti. Sırasıyla valizdeki birkaç kitabımı oraya yerleştirdim.
"Tabi ki hayır. Sadece sen giy diye dedim."
Son derece rahat bir tavırla sözlerini noktalandıran Tamay cümlesinin sonunda yine aynı rahatlıkla sağ omuzunu silkti. Ona herhangi bir yanıt vermezken birkaç dakika içerisinde valizi tamamen boşaltmıştım.
Elimde en son kalan fotoğraf albümlerim olurken onları nereye koyacağıma kısa bir süre bakındım. Daha sonra çok da düşünmeden yanı başımda yer almasını istediğime karar vererek yatağın sağ tarafındaki komodinin tekli çekmecesine koydum. Genelde yatakların sağ tarafında yatardım.
Sonunda biten işimle ellerimi belimin iki yanına dayandırırken telefonum son bir saattir olduğu gibi tekrardan çalmaya başladı. Eşyaları yerleştirirken de sürekli çalmıştı ama ne sessize almış ne de kapatmıştım. Öylesine görmezden gelmiştim tıpkı şimdide yaptığım gibi.
Tamay'ın bakışları telefonuma kayarken ben yerdeki boş valizi aldım ve onu giyim odasındaki diğer valizin yanına koydum ve hızla odaya geri döndüm. Tamay hala daha çalan telefonuma bakıyordu.
Adımlarımı telefonuma yönelttim ve ben daha onu elime almadan telefon sustu. Ekrandaki bildirimlere kısa bir göz attım. Babam ve onun tarafından çokça arama vardı görmezden geldim. Annemden olmasa da onun tarafından da birkaç arama vardı onları da görmezden geldim ve onlar gibi bir sürü bildirim oluşturan Benay'a geri dönmeye karar verdim. Onu çok merakta bırakmıştım.
Ezbere bildiğim numarasını tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Tamay tüm dikkatiyle beni izliyordu. Kulağımda çalan arama sesleri kısa sürede kesildi ve Benay aramamı hemen yanıtladı.
"Alo bende aramanı bekliyordum. Ne yapıyorsun oldu mu bir aksilik?"
Derin bir soluk verdim en yakın dostumu yanıtlamadan önce. "Tahminlerim dışında bir şey gelişmedi. Babamlar kapının önündeydi biz gittiğimizde ilkten eve sokmaya çalıştı sonra baktı niyetim o yönde değil saldırdı. Daha doğrusu saldırmaya çalıştı ama Ares engelledi."
"Ne! Bir zarar verdiler mi sana?"
Tamay'la göz göze geldim. Pür dikkat beni dinliyordu ve bunu açık seçik yapıyor, gizlemiyordu. Görmezden geldim. Dinlemesinde bir sakınca görmüyordum zaten o yüzden onun yanında aramaktan çekinmemiştim. Bakışlarımı ellerime indirdim.
"Yok dediğim gibi Ares yanımdaydı. O babamları oyaladı bir süre eve sokmadı bende o sırada alacağım şeyleri aldım ve geri döndük."
Sıkıntılı soluğunu işittim.
"Keşke bana gelseydin." dedi sıkıntıyla.
"Yapma böyle. İşleri yoluna sokayım bakacağım bir hal çare."
Dağınık saçlarımı boştaki elimle karıştırırken içimden usulca mırıldandım. Umarım… umarım işleri yoluna sokabilirim. İşler daha da raydan çıkmış bir hale gelmeden bir şeyleri düzetebilirim. Ölmeden kendime hak ettiğim değeri tattırabilir, hayatı yaşatabilirim.
"Of ne bileyim ya yokluğuna alışamadım hala. Bir de yaşanılan olaylar... İnanamıyorum hala." dedi.
Onu çok iyi anlıyordum. Ben bu olayların başrolündeydim. Uzun zamandır...
"Bende öyleyim." dedim.
Sessiz kaldık birkaç saniye. Sözlerin bittiği yere mi gelmiştik? Sanmıyordum. Bizim Benay'la konuşacak konumuz, söyleyecek sözlerimiz hiç bitmezdi. Biz sözlerin söylense de bir faydası olmayacağı yere gelmiştik galiba.
"Şimdi ne yapıyorsun?" diyerek sessizliğe bir son veren Benay oldu.
"Eşyalarımı bana verilen odaya yerleştirdim şimdi."
Uzun süredir kucağımdaki elimde olan gözlerimi yukarı kaldırdım ve yine Tamay'la göz göze geldim.
"O çocukla aynı evde mi yaşayacaksın? Ailesi falan ne diyor?"
Ares'in ailesi? Uzun zamandır sormak istediğim bir soru da buydu ona. Gözlerimin ta içine bakmakta olan Tamay'a sorsam cevaplar mıydı beni hiç sanmıyordum.
"Evet öyle. Ben şimdi kapatayım seni daha sonra tekrar ararım."
"Müsait değilsin galiba tamam. Kendine çok dikkat et ve en ufak şeyde beni haberdar etmeyi unutma. Seni seviyorum."
Derin bir soluk aldım Benay'ı yanıtlamadan önce. "Bende seni." diyerek telefonu kulağımdan indirirken gözlerim hafiften buğulanmıştı. Aldığım derin soluğu usulca geri bıraktım. Onu özlemiştim. Onunla geçirdiğim vakitleri özlemiştim.
Avuçlarımın arasındaki telefonu geriye doğru rast gele fırlattım. İki eliminde iç kısmını yatağın yumuşak yüzeyine dayarken oturduğum yerde az geriye doğru gerindim.
"Arkadaşın mıydı?"
Buruk bir biçimde bana bakan Tamay'a döndüm. Yüz ifadesi garibime giderken tüm dikkatimi ona verdim.
"Evet. Yaşadığım yerdeki en yakın arkadaşım." diyerek fazladan bir açıklama yapma ihtiyacında bulundum.
"Tek arkadaşın mı?"
Başımı olumsuzca iki yana salladım. Benim bir sürü arkadaşım vardı ama bana en yakın olan tek kişi oydu. Tek gerçek dostum oydu gerisi öylesine iyi gün eğlencesi arkadaşlarıydı.
"Hayır onun dışında bir sürü arkadaşım daha var, yani eski evimde vardı. Çevresi çok geniş birisiyimdir ama en yakınım bir tek o."
Anlıyorum dercesine başını salladı. Gözlerini sanki benden kaçırıyormuş gibi bir süre öylece odada gezindirdi. Bende biraz onun bu hallerini izledikten sonra odayı incelemesine eşlik ettim.
Gerçekten güzel bir odaydı. Eski evimdeki odamdan daha büyüktü. Dekoru çok hoştu. Tam benlik sayılmasa da kalmam demeyeceğim türdendi. Odanın tamamı açık gri rengindeyken mobilyalarda o tonlardan oluşarak odanın bütünlülüğünü koruyordu. Bir tek perdeler ve josefin koyu griyken odada boğucu bir havanın aksine ferahlatıcı bir hava sağlıyorlardı. Avizeler ve lambaderler siyah renginden oluşurken odanın bütün bir uyumu vardı.
Bende yerini yabancılama olayı çok fazla vardı. Kendi evimde bile oturma odasındaki koltukta doğru düzgün uyuyamazken buraya nasıl alışacağımı düşünmeden edemiyordum. Burada geçirdiğim çoğu zamanda az çok uyuyabilmiş olsam da onların genelinde ya dayak yemekten baygın düşmüştüm ya da aldığım ilaçların ağırlığından kaynaklanmıştı. Artık o uyuşuklukta değildim. Bedenimin yavaş yavaş toparlandığının, beynimin yaşanan olayları idrak ettiğinin farkındaydım. Artık kendime geliyordum ve asıl savaşım şimdi başlıyordu.
Sanki düşüncelerimi okurmuş gibi ruh halimin farkında olan Tamay'ın sözleriyle dikkatim dağıldı ve içsel dünyamdan dışarı çıktım.
"Zamanla alışırsın çok düşünme bu kadar. Gözünde büyür gider her şey sonra toparlayamazsın."
"Nasıl?" dedim şaşkınlık içinde.
"Ne nasıl?" dedi.
Boğazımda oluşan yumruyu yok etmek istercesine yutkundum. Bu hareketim hiçbir işe yaramadı.
"Nasıl anladın böyle düşüncelerde olduğumu?"
Sorumla birlikte bana samimi bir gülümse bahşetti. O zaman bir kez daha fark ettim ki Tamay gerçekten de güzel bir kadındı.
"Gözlerin. Gözlerin seni ele veriyor."
Haklı olabilirdi bir şey diyemedim. Sessiz kalmayı tercih ederek başımı aşağı doğru eğdim ve öylece boş kucağıma baktım. Nabi olsaydı şu an kucağımda ne severdim o eşek sıpasını. Onu da çok özlemiştim.
"Açıkçası ben gelmene çok sevindim bunu demeden geçemeyeceğim. Her şerde bir hayır olduğunu düşünürüm hep. Belli ki hoş şeyler yaşamamışsın ama ben bunlardan sonra buraya gelmeni, yolunun bizimle kesişmesini bir hayır olarak görüyorum. Bizde çok şer yaşadık sonucunda birkaçımız hayrımızı gördük yani ben gördüğümüzü düşünüyorum. En azından Ares hariç hepimizin."
Uzun soluklu konuşması karşısında tepkisiz kalırken sustum. Özellikle Ares dediği yerde sanki mümkünmüş gibi daha da çok sustum. Ne demek istediğini az çok anlamıştım. Galiba...
"Ama şimdi bir kez daha düşünüyorum da belki de Ares için hayırlı olan sensindir. Sonuçta şöyle bir baktığımızda sende şerden çıktın ve bizimle karşılaştın daha doğrusu Ares'le, e onun da durumu zaten belli. Belki de sen ona bir umut olarak gönderilmişsindir ya da siz Allah tarafından birbirinize umut olarak gönderilmişsinizdir."
Tüm tepkisizliğim konuşmasının sonlarına doğru hayrete dönerken yaptığı imalar yüzümü kızarttı. Bu kız neler düşünüyor, neler diyordu böyle!
Şoklar içerisinde irileştirdiğim bakışlarım ve kızaran yanaklarıma öylece Tamay'a bakarken bu halime hafif bir kıkırdamayla yanıt verdi.
"Tamam tamam belki biraz edebiyat ve abartma yapmış olabilirim düşüncelerimde. Sadece seninle paylaşmak istedim bunları, pancara dönmene gerek yoktu."
Derin derin soluklar alıp verirken ten rengimin eskiye dönmesi için kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Esmerliğinde en kötü yanlarından biri çok güzel kızarıp bozarabiliyor ve bunu çok net belli edebiliyor olmaktı sanırım.
"Bunları çok düşünüyor musun?" diyerek bir soru yönelttim.
"Olabilir." diye mırıldandı düşünceli bir sesle.
Karşımdaki mazlum hali beni gülümsemeye iterken buna karşı koymadım ve hafif bir kıkırdamayla karşılık verdim. Koyu kahverengi gözleri usulca gözlerime çıkarken o da hafif bir tebessümle karşılık verdi bana ama tebessümünde bir sorun vardı sanki. Burukluk muydu o gördüğüm?
"Benim hiç kız arkadaşım olmadı biliyor musun?"
Duyduğum buruk ses gördüklerimde yanılmadığımı gösterirken şaşkınlıkla soludum. Ne demek istediğini anlayamamıştım. Tamay gibi bir kadının hiç hemcins arkadaşı olmaması aşırı tuhaf kaçardı. Çünkü onda algıladığım hava sanki beş on farklı kız grubunda aktif yer alan parti kızı havasıydı.
Ben şaşkınlığımdan sıyrılıp ona kafamın içinde oluşan sorulardan birini soramadan Tamay konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
"Gelmene bir yandan da bu yüzden sevindim. Belki benim arkadaşım olabilirsin diye... Olur musun?"
Beklenti dolu bakışlar beni merceği altına alırken ilkten ne diyeceğimi bilemeyerek bir iki kelimelik bocaladım. "Ben... şey..."
Bocalamamın farkına hızla varıp susarak kendime birkaç saniyelik toparlanma süresi tanıdım. Ama bu süreçte umut dolu yüzü düşen Tamay beni yanlış anlamış olsa gerek ki utançla başını başka yöne çevirdi. Pişman olmuş gibiydi sanki bu söylediklerine. Böyle düşüncelere kapılıp üzüldüğünü fark etmemle kendime kızmadan edemedim. Onu üzmek istememiştim ben sadece bir an ne diyeceğimi bilememiştim.
Yaptığım ayıbın farkında olarak hızla atıldım söze ve bir şeyleri toparlamak adına birkaç cümle sarf ettim.
"Neden olmasın? İlk günlerden yeni hayatımda bir kız arkadaş edinme şansını bana verdiğin için teşekkür bile ederim."
Hızla kaldırdığı bakışlarıyla göz göze gelirken koyu kahverengi hareler de parıltılar gördüğüme yemin edebilirdim. Durumu toparlayabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes verirken kapıdaki hareketlilikle ikimizde oraya döndük.
Başını araladığı kapının aralığından yarım yamalak içeri sokmuş Bars'ı görünce oturuşumu düzelterek yerimde olabildiğince dikildim.
"Yavru hadi gidiyoruz."
Parıltıların hala eşlik ettiği harelerle yerinden ayaklandı Tamay. Bende ona eşlik ederek açık gri fayanstan oluşan zeminde dikildim.
"Tamam geliyorum sevgilim." diyerek sözleriyle Bars'ı önden göndermeye teşvik etti Tamay.
Önce sevgilisini bakışlarıyla onaylayan Bars kafasını geri çekip gözden kaybolmadan önce bana da bir baş selamı verdi. Ona aynı şekilde karşılık verirken üzerimdeki şaşkınlık arttıkça artıyordu.
"Yarın yine geliriz biz sende o zamana kadar iyice dinlen ve çabucak toparlanmaya bak."
Bana doğru attığı adımlara eşlik ederek bende birkaç adım attım aynı zamanda onu yanıtsız bırakmadan. "Tamam."
Kendinden emin adımları kısa sürede bana ulaştı ve çok gecikmeden kollarını bedenime doladı. Yine birkaç saniyelik şaşırmanın ardından kendimi toparladım. Kollarımı aynı şekilde ona dolarken benden kısa olan boyu yüzünden hafifçe eğilmiştim.
Dünya zamanında kısa bendeyse uzun sayılan bir sürenin ardından geniş tebessümüyle benden ayrıldı. Bende elimden geldiğince tebessüm etmeye çalışsam da ne kadar başarılı olabilmiştim bu konuda bir fikrim yoktu.
Kısa sürede bulunduğumuz odayı terk eden Tamay'la yalnız kalırken bir süre ne yapacağımı bilemeden olduğum yerde öylece dikildim. Ta ki aşağıdan gelen sokak kapısının güçlü kapanma sesini duyana kadar.
Hafiften irkilir gibi olmamla temiz hava alma ihtiyacı hissettim ve adımlarımı odanın içindeki sürgülü kapıya yönlendirdim. Tamay'ın bu arkadaş mevzusu kafama takılmıştı ama bunu ona nasıl sorabilirdim bilmiyordum.
Belki Ares'e bahsedip ondan biraz bilgi alabilirdim bu konuyla ilgili. Çünkü bilinçsizce davranmak istemezdim Tamay'a karşı. İyi bir kadındı ve bana çok iyiliği dokunmuştu. Kimse onun gibi kalkıp hiç tanımadığı birine öylesine içten yardım etmezdi. Bu konuyu şimdilik rafa kaldırırken Ares'e sorma fikrini kesinleştirmiştim kafamda.
Biraz uğraş sonucunda araladığım sürgülü kapıyla içeri soğuk havanın doluşması bir oldu. Hızla cılız bedenimi yarattığım aralıktan dışarı atarak arkamdan kapıyı gerisin geri kapattım. Odanın soğumasını istemezdim.
Alt kattaki terasın aksine daha küçük olan teras yine de ferah duruyordu. Zeminin temiz olması dikkatimden kaçmazken yer yer ıslaklıkların olması yeni yıkandığını gösteriyordu. Kim kasım ayında balkon yıkardı? Bu zenginlerin işlerine akıl sır ermiyordu.
Adımlarımı sık tutarak korkuluklara doğru hızla giderken soğuk çoktan bedenimi esir almıştı. Eve geldikten sonra içeride harcadığım zaman içerisinde havanın kararıp peşinden etrafı büyük bir sessizliğe sürüklediğini gördüm. Akşam saatlerine girmiştik galiba. Gündüzün karmaşası ve telaşı yerlerini sakinliğe ve dinginliğe bırakmıştı.
Bakışlarımı etrafta öylece gezdirirken dün uzaktan az da olsa gördüğüm deniz ve boğaz manzarası yoktu. Hafif bir göz kısılmasıyla bu durumu düşünürken bulunduğum odanın binanın arka cephesine yani sitenin giriş kısmına, otoparkın olduğu yöne doğru baktığını fark ettim. Bu durum biraz hüzünlenmeme sebep olsa da çok da uzun sürmedi. Babamın evinde de boğaza bakan odaya doğmamıştım ya.
Soğuk hava gitgide bedenimi esir alırken titremeye başladığımı fark ettim ama bunu önemsemedim. Soğuk iyiydi. Soğuğu her zaman sıcağa tercih ederdim. Kendimde olmamı ve aksi şekilde uyuşmamı sağlıyordu.
Sıska kollarımı cılız bedenime doladım. İçime derin derin nefesler çekerken havanın kendini temizlemeye başladığını fark ettim. İstanbul gibi kalabalık ve büyük şehirlerde temiz hava almak imkânsız gibi bir şeydi. Ancak gecenin hüküm sürdüğü vakitlerde böyle bir şey mümkündü. O da geçim derdine düşmüş insanların çoğunlukta olduğu böyle şehirlerde gece vakitlerinde evlerinde olmalarından sebepti. Ortalıkta pek kimse olmaz böylelikle herhangi bir kirliliğe de mahal vermezlerdi.
Bedenimin titremesi her geçen saniye artarken gözlerimi kasvetli gökyüzünden ısrarla çekmiyordum. Böyle havalar her ne kadar nefes almamı engelleyerek beni boğsa da seviyordum.
Belli bir noktaya diktiğim gözlerimi yerlerinden kıpırdatmazken aklımda saniye başı beliren ailemi geri planda tutmaya çalışıyordum. Yaşanılan olaylar zihnimde tekrar tekrar oynarken her şeyi unutmak istiyordum. Artık geçmişi düşünmek istemiyordum. Gerimde kalanların aklıma gelmesini istemiyordum. Ben iyi olmak istiyordum. Bir tek kendimi iyi hissetmek, kendimi düşünmek istiyordum. Ama ben en çok ölmek istiyordum sanırım.
Düşündüklerim ve yaptıklarım arasında okyanuslarca tezatlıklar olsa da kendimi biliyordum ki ben ecelim gelmeden kendi kendimi öldürecek cesarette biri değildim. Hayatta kalmaya hatta ve hatta böyle tanımadığım insanlarla bilmediğim bir yerde sil baştan yapmaya cesaret ederken, ölmeyi düşünemeyecek kadar cesaretsiz birisiydim.
Zihnimin içinde gittikçe ağırlaşmaya başlayan düşüncelerin altında kalmak üzereyken buna mâni olan bir ses geldi arka tarafımdan. Anında dikkatim dağılırken yönümü sesin geldiği tarafa doğru çevirdim. Sürgülü camın ardında dikilmiş, çattığı kaşlarıyla cama vuran Ares işaret ve orta parmağını bir iki kere avucuna doğru kıvırarak içeri gelmemi işaret ediyordu.
Kendime gelmek ister gibi silkelenirken hızlı adımlarımı içeri yönelttim ve kısa sürede sürgülü kapıyı aralayarak arkamdan gerisin geri kapattım. Odanın ortasında dikilmiş vaziyette beni bekleyen Ares'e doğru birkaç adım atarken soru dolu bakışlarla bakmayı ihmal etmedim.
"Bir şey mi oldu?" dedim.
Başını olumsuzca sallarken bakışlarıyla yatağı işaret etti.
"Hayır. Kremlerini getirdim sür diye."
Bakışlarım gösterdiği yöne doğru döndü. Nevresimin üstündeki daha önce de kullandığım ilaç kutuları vardı. Rastgele fırlatılmış gibi dağınık bir biçimde duruyorlardı düz yüzeyin üzerinde.
"Sağ ol." diye mırıldanarak göz merceğime aldım onu.
Önemli değil gibisinden bir omuz hareketi yapan Ares son sözlerini söyleyerek arkasını döndü.
"Kremlerini sürüp dinlen biraz. Tamamen iyileşmiş sayılmazsın."
Uzun bacakları sayesinde attığı bir iki iri adımla kapıya hemen ulaşırken adını seslenerek durmasını sağladım.
"Ares."
Ağır çekimde bana dönerken ne var dercesine baktı. İlkten ne diyeceğimi bilemezken onu böylesine ani durdurduğum için pişman oldum. Birkaç saniyelik düşüncenin ardından Tamay'ın bu arkadaş mevzusunu ona sormak istediğimi hatırladım.
"Sana bir şey sorabilir miyim?" diye mırıldandım usulca.
Sorumla meraklanmış olacak ki bedenini tamamıyla bana doğru çevirdi ve gerisin geri birkaç adım atarak bana yaklaştı. "Sor?"
Odanın ortasında dikili kalmamız sanki ayak üstü bir şey konuşacakmışız izlenimi verirken bundan rahatsız oldum ama bunu ona yansıtmadım. Başımı hafifçe geriye yatırırken doğrudan Ares'le göz teması kurdum ve direkt konuya girdim.
"Tamay bugün bana daha önce hiç kız arkadaşı olmadığını söyledi ve onunla arkadaş olup olamayacağımı sordu."
Böyle bir şey beklememiş olacak ki kaşları havaya kalkarken devam et der gibi başını salladı. Konuyu nereye bağlayacağımı merakla bekler gibi bir hali varken onu çok bekletmedim.
"Ben sana bu durumu soracaktım yani neden diye. Normalde beni ilgilendirmez bu konu biliyorum ama..." dedikten sonra duraksadım. Derin bir nefes alarak gittikçe uzayan konuşmamı toparlayarak sonlandırdım. "...bu konu hakkında genel birkaç şey bilirsem ona göre davranırım diye düşündüm. Farkında olmadan onu kırmayayım diye."
Biten konuşmamın ardından kaşları bu kez hayretle kalkarken bir şeyler demesini bekledim. "Normalde de bu kadar ince düşünür müsün?"
Ne dediğini ilk saniyelerde algılayamazken gözlerim istemsizce kısıldı. Bu tavrım benim genel halimdi zaten. İnce mi düşünüyordum?
"Genel tavrım bu desem?" diyerek usulca mırıldandım.
"Türünün tek örneği olabilirsin. Seni çözemiyorum." dedi.
Sıkkın sesi beni bir paradoksa sürüklerken iyi mi kötü mü bir şey olduğunu çözemedim. Garipsenecek bir davranışta bulunduğumu düşünmüyordum.
"Sorumu yanıtlayacak mısın?" derken konuyu değiştirerek istediğim yanıta ulaşmayı amaçladım.
Karşımda bir şey demeden dikilmesini sürdüren Ares biraz duraksamanın ardından gerek gördüğü ölçüde açıklamasını yapmaya başladı. "Aslında aile meselesi bu. Bazı sebeplerden dolayı doğduğunda erkek olarak gösterildi Tamay. Yurt dışında gözden uzak bir yerde dışarı Tamer'le ikiz erkek çocuklarıymış gibi lanse edilerek büyütüldü." Sustu. Sağ eli sıkıntıyla saçlarının arasına daldırırken bunun derin bir mevzu olduğunu anlamam çok da zor olmadı.
"O zamanın şartları ve onun durumuyla kız arkadaşı olması gibi bir olay pek mümkün değildi. Belli bir zaman sonra bazı şartlar sağlandığı için kendi kimliğine geri döndü ama ondan sonra da imkanı varken bile kendisi kız arkadaş yapmadı."
Her ne kadar neler döndüğüne dair bir fikir yürütemesem de anladım dercesine başımı salladım. Tam o esnada alt kattan zil sesi duyuldu. Ani gelen sesle irkilirken şüpheyle Ares'e baktım. Tamay'lar bir şey mi unutmuştu acaba ya da başka birisi mi gelmişti? Ares birini mi bekliyordu diye düşünürken onun sesini duydum.
Odanın çıkış kapısına doğru ilerlerken bana hitaben konuştu. "Kremlerini sür ve aşağıya gel. Yemek söyledim onu yer öyle yatarsın."
"Tamam." diyerek ardından seslendim. Ares söyleyene kadar açlığımın farkın da bile değildim. Uzun zaman sonra adam akıllı oturup bir şeyler yemek iyi gelebilirdi. Bu yüzden hızlı hareketlerle sürmem gereken kremleri çabucak sürerek işimi kısa sürede hallettim. Birazda Ares'i bekletmek istememden de olabilirdi bu hızım.
Kremleri gerektiği gibi kullandığıma kanaat getirerek odadaki banyoya gittim. Ellerimi yıkamak için direkt lavaboya yönelsem de ilk defa girdiğim için incelemeden de edemedim. Tıpkı yatak odası ve giyim odası gibi grinin birkaç çeşit tonlarından oluşuyordu. Ares'in odasındaki banyoya oranla boyutu küçüktü ama normal bir insana göre gayet yetecek nitelikteydi. Bir adet camdan duşakabin bir adet klozet ve lavabo vardı. Lavabo, banyo dolaplarının ortasına konumlandırılmış vaziyetteyken duşakabin ve klozet yan yanaydı.
Etrafı incelemekten ellerimi yıkamam normalinden uzun bir vakit alırken buna bir son verdim. Kenarda bulunan havluyla ellerimi kuruladıktan sonra seri adımlarla bulunduğum yeri terk ettim. Adımlarımın hızını kesmeden odadan da çıkarken üstüme başıma bir çeki düzen verdim.
Uzun holü arşınlayan adımlarım sonunda merdivenlere ulaşırken temkinli adımlarla aşağı kata indim. Basamakların sonunda tam karşımda mutfak kalırken burnuma güzel bir koku ulaştı. Holün sonuna kadar gelen yemek kokusu midemin guruldamasına sebep olurken mutfağa ilerlememe ara vermedim ve kısa sürede loş ışığını karanlık hole yansıtan mutfağa giriş yaptım.
Davlumbazdan ve dolap altında olup tezgâha yansıyan ışıklardan sebep mutfak loş bir havadaydı. Bakışlarımı hafif kısarak odanın içini tararken onu bulmam çok zor olmadı. Mutfak adasında oturmuş birkaç poşetten bir şeyler çıkarıyordu. Tam karşısına oturdum.
Tamamen boşalttığı poşetleri kenara iterken önüme silindir şeklinde kâğıda sarılmış bir şey ve ayran koydu. Kendi önünde de aynı şeyler varken ortaya iki tane alüminyumdan oluşan kap koydu. Kabın üstünü kapatan kartonları açarken kapların birinden patates kızartması diğerinden de soğan halkası ve ona benzer birkaç kızartma çıktı.
Önündeki yiyeceğe ilk yönelen Ares oldu. Silindir şeklindeki sarılı kâğıdı aralarken bakışları anlık bana kaydı. Bende zaten ona baktığım için direkt göz göze geldik.
"Et dürüm söyledim ama... Et yiyorsun değil mi?"
Surat ifadesinde şüphe vardı. Sanki bana fikrimi sormadan bir şey yaptığı için rahatsız gibiydi. Belki de bu sadece benim yanılmamdan ibaretti. Bilemedim.
"Evet, pek yemek ayırmam." derken bende dürüm olduğunu öğrendiğim şeyi elime aldım ve sarılı kağıdını aralamaya başladım.
Kokusu enfesti. Yemek için sabırsızlanırken bunu dışarı yansıtmamaya çalıştım. Hiç yemek görmemiş gibi davranmanın alemi yoktu.
Sessizlik içinde yemek yemeye başlamamızın üstünden beş dakika bile geçmezken Ares yemeğini çoktan bitirmiş, arkasına yaslanmıştı. Ben daha elimdeki dürümü yarılayamamışken onun bu kadar hızlı yemek yemesi benim nefes nefese kalmama sebep olmuştu. Elimdeki dürümden bir ısırık daha alırken doyduğumu hissettim. Ortadaki yiyeceklerden neredeyse hiç yememişken tam doymak istemiyordum. Onlarda da gözüm vardı bu yüzden dürümü masanın üzerine bırakarak ayranımdan bir yudum aldım ve ağzımdaki lokmayı çiğnememi daha da kolaylaştırdım.
"Ben daha fazla yiyemeyeceğim." derken Ares'e baktım. O zaten bana bakıyordu. Bu durum beni biraz utandırdı ve birazda gerdi. Her şey çok yeniydi ve benim bir şeyleri algılayıp bir şeylere alışmam biraz zaman alacağa benziyordu.
"Ne yedinde doydun?"
Sorusuna karşı omuz silktim. Benim yeme durumumda bir anım bir anıma tutmazdı ve şu anda bu kadardı.
"Ortadakilerden yiyeceğim birazda."
Sağ elimi çatal kullanmaya gerek bile görmeden patateslere götürdüm ve bir tanesini parmaklarımla kavradım. Ares'te zaten çatal koymamıştı masaya bende kalkıp almamıştım. Başından beri böyle yeniliyordu kızartmalar.
Ağzıma tek lokmada attığım patatesi çiğnerken Ares önümdeki dürümü alarak kendisi yemeye başladı. Bu durum biraz duraksamama sebep olurken şaşırmadan edemedim. Ben öyle herkesin yediği şeyleri yiyemezdim o galiba benim gibi değildi. Çünkü hiç duraksamadan büyük ısırıklarla yiyordu benim yemeğimi.
Şaşkınlığımı kısa süreli tutarken aklıma iş durumu geldi. O ne olacaktı sahi? Bu soruyu Ares'e sormaya karar verdim ve ağzıma peşi sıra tıkıştırdığım patatesleri iyice çiğnedikten sonra yutkundum.
"Ares bu iş olayı ne olacak?"
Elindeki son lokmayı da ağzına attı ve bakışlarını bana çevirdi. Bir süre lokmasını yutmasını bekleyeceğim diye düşünürken o beni yanıltarak ağzı dolu konuştu.
"Bir toparlan bakarız."
Olayların üstünden çok geçmemesine rağmen gayet iyi toparlanmıştım. En azından çalışabilecek haldeydim yani ben öyle olduğumu düşünüyordum. Toparlanmaktan kastı bugün gördüğü morlukların tamamen geçmesiyse bunun baya zaman alacağı aşikardı ve ben o kadar süre bu evde öylece yatarak zaman harcayamazdım.
"Ben iyiyim." derken şüpheli bakışlarını bana yönlendirdi.
"Emin misin?" dedi.
Olumlu anlamda başımı sallarken yanıtladım onu. "Evet çalışmaya başlayabilirim."
Verdiğim cevapla pek hoşnut olmuş gibi gözükmese de olumsuz bir şey de demedi.
"Peki yarın gideriz."
Hazırlıksız yakalandığım cümleyle gözlerim anında irileşti. Tamam istediğim yanıt buydu ama bu kadar çabuk ve ani olmasını da beklemiyordum. Yarın mı demişti o? Evet kesinlikle öyle demişti.
Nasıl olacaktı acaba ya da ne iş yapacaktım orada? Şirket demişlerdi ama böyle büyük kocaman bir holding gibi miydi yoksa ufak bir aile iş yeri gibi miydi? Ay ne giyinecektim ben?
Aklımda bir sürü soru peşi sıra ortaya çıkarken bunların hepsine sorsam da yanıt vereceğini sanmıyordum Ares'in. Aklıma bu konularda bana yardımcı olacak tek kişi geliyordu o da Tamay'dı. Ama ona da şu anda nasıl ulaşacağımı bilmiyordum. Saat kaçtı? Ares'ten onu aramasını istesem arar mıydı? Bunu ona sormadan bilemeyeceğimi bildiğimden direkt konuya girdim.
"Senden bir şey isteyebilir miyim?"
Elindeki ayranı masanın üstüne bırakırken ne var der gibi bana baktı ve bunun yanında olumluca başını salladı.
"Saat çok geç olmadıysa Tamay'ı arayabilir miyiz?"
Usulca kaşları havalandı. "Neden?" derken sesi sorgulayıcı çıkmıştı.
"Onunla konuşmak istiyorum." dedim basitçe. Şimdi kalkıp yarın için kıyafet kombini yapacağım diyemezdim. Herhalde güzel bir küfrederdi bana.
Oturduğu yerde biraz geriye doğru gerinirken cebinden telefonunu çıkardı ve bana hitaben gözlerini telefonunun ekranından çekmeden konuştu.
"Saat ona geliyor. Uyumamıştır daha."
Bir erkeğe göre uzun olan parmakları telefon ekranında peşi sıra bir yerlere dokundu ve hemen ardından bana uzattı. Avuçlarımın arasına hapsettiğim telefonun hakimiyetini kurarken ekrana baktım.
Tamay Sancaktar aranıyor...
Gördüğüm yazıyla telefonu hemen kulağıma dayarken oturduğum yerden ayaklandım. Arama yanıtlanmadan önce bana meraklı bakışlarla bakan Ares'e birkaç şey söyleyip mutfaktan çıktım.
"Ben odadayım işim bitince getiririm telefonu."
Hızlı adımlarımı peş peşe sıralarken en acilinden kaldığım odaya çıkmak istiyordum çünkü Ares'in beni dinlemesini istemiyordum. Onca problemin arasından kombin derdine düştüğümü bilmesine gerek yoktu. Telefon ahizesinden Tamay'ın sesi duyulurken adımlarımda daha da aceleci davrandım.
"Kuzen hayırdır?" derken ses tonu meraklı çıkmıştı Tamay'ın.
"Şey... Benim Lavinia, Ares değil."
Önce kısa bir sessizliğin ardından bir şaşırma nidası ulaştı kulaklarıma ardından Tamay'ın daha da meraklanan sesi. "A Lavinia bir şey mi oldu canım?"
Üst kata çıkan merdivenlerin son basamağını da aşarak hole ulaştım. Mutfaktan bir hayli uzaklaşmamın etkisiyle adımlarımı normal seviyeye düşürürken Tamay'ın merakını giderdim.
"Önemli bir şey yok aslında ben sana birkaç şey danışacaktım. Müsaitsin değil mi rahatsız etmiyorum?"
Arka fondan ilk birkaç hışırtı geldi daha sonra da Tamay'ın sesi ulaştı kulaklarıma. Galiba konunun merakından yerinde dikilmişti ya da duruşunu düzeltmişti.
"Müsaidim canım seni dinliyorum?"
Kısa bir süre zihnimde neler diyeceğimi toparlarken kaldığım odaya girdim ve ışıkları yakmadan direkt baş ucumdaki abajura yönelerek onun aydınlanmasını sağladım. Böylelikle odanın içinde loş bir ortam sağlanırken ben bunun memnuniyetiyle gülümsedim. Fazla aydınlığı ve ışığı sevmezdim.
"Ares'le konuştuk da yarın işe geleceğiz. Ben ne giymem gerektiğini bilemedim o yüzden sana sormak istedim. İlk gün ya yanlış bir şey yapmayayım dedim."
Peşi sıra ağır ağır attığım adımlarımla giyim odasına yöneldim ve oranın ışığını yakarak odanın aydınlanmasını sağladım. Burada maalesef loş ortam sağlayacak bir ışık seçeneği yoktu. Bunu dert etmedim.
"Daha erken değil mi canım?"
Yerleşmiş kıyafetlerin arasında dolanırken alıcı gözüyle onları inceliyordum. Kararsız ve gergindim.
"Daha fazla beklemeye gerek yok bence boşa zaman kaybı olur diye düşündüm."
Bakışlarım sırasıyla yan yana dizilmiş ayakkabılara takıldı. Topuklular çoğunluktayken şükür ki düz tabanda vardı. Her ne kadar çoğunluğun topuk boyu fazla yüksek olmasa da arada bir iki tane aşırı yüksek topuklunun olması gözümden kaçmamıştı.
Tamay bunları alırken ne düşünmüştü bilmiyorum ama on sekizi henüz bitmekte olan bir genç kızın ya da en azından benim sürekli topuklu giyinmediğim aşikardı. Hatta ve hatta bir elin beş parmağını geçmemiştir şu zamana kadar giyindiğim topuklular buna emindim.
"Peki o zaman sen bilirsin canım. Nasıl giyinmek istersin? Aldığım şeylerin hepsi aklımda değil ama bir iki kombin oluşturabiliriz."
"Yaşıma göre abartısız giyinmek isterim..." dedikten sonra biraz duraksadım ve ortalarında kaldığım markalı son derece şık kıyafetlere şöyle bir göz atarken sözlerime mırıltı şeklinde devam ettim. "... ama sanırım bu pek mümkün değil gibi?"
Telefon ahizesinden gelen gür bir kahkaha hafif irkilip telefonu kulağımdan uzaklaştırmama sebep olurken bu kadar komik olan şeyin ne olduğunu düşündüm. Espri falan yapmamıştım Tamay ama yine de sen bilirsin.
"Giyim odasında kıyafetleri mi inceliyorsun?" derken ses tonu epey keyifliydi.
"Evet ve sanırım pijamayla geleceğim."
Sözlerimi tamamlamanın üstüne bir kez daha gülen Tamay'la iyice gerilmiştim. Cidden komiklik olsun diye dememiştim ve şu an onu aradığıma pişman olmuştum.
"Aldığım bebek gibi parçaların yerine pijama seçersen sanırım bu duruma biraz kırılırım."
Nereden kalkışmıştım ben bu işe tanrım? Ah! doğru mükemmel ailemin yıkılmasıyla. Bir an unutur gibi olmuştum ve bu durum yine mümkün olmamıştı.
"Bebek gibi parçaların sana daha çok yakışır eminim." derken kendi kıyafetlerime yönelmiştim bile.
Kendi bildiğin yoldan şaşmamak en iyisi düşüncesine körü körüne bağlı olmasam da şu anda daha mantıklısını bulamamıştım. Pantolon kazak ikilisiyle gitsem olmaz mıydı? Ayrıca bedenimi şu sıralar olabildiğince gizlesem iyi olurdu çünkü dışarıda insanların renklerin ahengiyle çevrelenmiş bedenimi pek de hoş karşılayacaklarını sanmıyordum.
"Orasını bende biliyorum canım dedim ya arada döneceğiz zaten ama şimdilik ilk bir sen giyin."
Sağ elimde telefonu tuttuğumdan bir tek sol elim boştaydı. Tek elle rahat hareket edemeyeceğimi düşündüğümden telefonu hoparlöre alarak herhangi bir rafa gelişi güzel koydum ve elime askılıktan kendi kazaklarımdan birini aldım.
"Kazak ve mom jeans ikilisi fazla mı günlük olur?"
Body tarzı dapdar duran siyah simli kazakta olan bakışlarımı telefona diktim. Bu hareketimle aynı anda Tamay cevabını verirken sanki beni görüyormuş gibi hissettim.
"Hayır aslında topuklu bir botla güzel kombin oluşturulabilir."
Pekâlâ bu fikirden vazgeçmiştim. Sıkıntıyla oflarken Tamay'ın sesi bir kez daha ulaştı kulaklarıma.
"A bak şey vardı aslında o tam uyar ilk gün için. Imm nasıl anlatsam..."
Meraklı bakışlarımı sanki görebilecekmiş gibi telefona dikerek sabırsızca anlatmasını bekledim. Ama çok geçmeden bu hareketimin ne kadar saçma olduğunu fark ederek kendi kendime suratımı buruşturdum ve Tamay'a seslendim.
"Nasıl bir şey?" diyerek anlatımında yardımcı olmak istedim. Bu sırada gözlerimi etrafımdaki kıyafetlerde gezdirerek hangisinden bahsediyor diye kendimce tahmin yürütmeden edemedim.
Umarım şu parıl parıl parlayan elbiseden söz etmiyordur ya da şu siyah deri etekten.
"Ya yeşil renginde bir takımdı. Altlı üstlü bir şey... Altı bol paçalı pantolon, üstü balon kollu bir kazaktı sanırım. Bluz da olabilir kazakta pek emin değilim."
Tarif ettiği şeye bakınmak adına etrafımda bir iki tur dönerken yanıtladım onu.
"Bakınıyorum şu an."
"Tamam bekliyorum canım."
Yeşil bir şey demişti galiba diyerek yeşil rengine odaklanırken az ilerimde yan yana asılı iki askıda yeşilin güzel tonlarından birine sahip kıyafetler çarptı gözüme. Hızla onu elime alırken Tamay'ın verdiği tarife uyduğunu gördüm.
"Buldum sanırım."
"Heh! Çok güzel değil mi? Hem bence tam sana göre fiziğine falan çok iyi uyar. Kum saati gibi kızsın maşAllah."
Gereksiz bulduğum enerjisine göz devirmek istesem de bunu yapmadım ve onun aksine sakince yanıtladım onu.
"Evet güzel duruyor bu olabilir."
En azından düz kazak pantolondan iyidir. Bir de ilk günden rezil olmak var bu yüzden riske hiç gerek yok düşüncesiyle Tamay'ın bu makul isteğini onayladım.
"Bence direkt olur."
"Bence de."
Elimdeki takımı incelemeyi kesip yerine koyarken bunda kesin olarak karar kılmıştım. Yardımcı olduğu için Tamay'a teşekkür edecekken benden önce o konuştu.
"Peki ayakkabı ne düşünüyorsun baktın mı hiç onlara da?"
Ayakkabı da vardı değil mi? Normalde olsam ince eleyip sık dokuyacağım bu konular şu anda bana çok uzak geliyordu. Üstümde sebebi gayet belli bir hayattan bıkmışlık vardı.
"Spor ayakkabı?" derken sesimde tereddüt vardı. Tamay bu özensizliğime ve salmışlığıma her an küfür basabilir gibi geliyordu.
Benim bu düşüncelerime karşılık Tamay gayet sakin bir biçimde beni yanıtlarken bana özenli bir sabır gösterdiğini düşündüm.
"Orada kısa topuklu beyaz botlar olacaktı onlar uyar."
Bakışlarım anında bahsettiği botları bulurken topuk boyunu şöyle bir süzdüm. Dört-beş santim bir şey olmalıydı en fazla. Bunu sorun etmedim ve daha fazla şansımı zorlamadan onu direkt onayladım.
"Tamamdır teşekkür ederim. Seni de rahatsız ettim akşam akşam."
"Lafı bile olmaz canım. Aradığına sevindim istediğin her konuda beni böyle arayabilirsin. Hatta Ares'ten numaramı al her seferinde böyle uğraşmazsın."
Birkaç adımla ulaştığım telefonu tekrardan elimle kavrarken hoparlörden çıkararak kulağıma dayadım ve son sözlerimi söyleyerek ondan bir yanıtın gelmesini bekledim.
"Tamamdır iyi akşamlar sana."
"Sana da canım."
Aldığım yanıtla aramayı sonlandırırken derin bir soluk verdim. Bu işi de halletmiştim geriye bir tek uyuyup uyanmak kalıyordu. Yatmadan önce bir duş alsam iyi olur diye düşünürken aklıma Tamay'ın konuşma esnasında söylediği sözler geldi. Bedenim için kum saati gibi demişti. Buna seslice söylenmeden edemedim.
"Kum saati gibi bedenin var dedi. Peh! Yıkanmam da yardımcı olurken iyi inceledi galiba. Ayrıca ne beden ama kum saatinden sanatsal tabloya döndü her renk mevcut şu an!"
Kollarımı bıkkınlıkla iki yanımda sallandırırken burada işimin bittiğini fark ederek arkamı döndüm. Amacım yatak odasına geri dönmekken ara kapıda Ares'in dikildiğini fark ettim. Aniden onu görmek beni korkuturken ufak bir çığlık kaçtı dudaklarımın arasından.
"Ay!"
Sol omuzunu yasladığı kapı pervazından çeken Ares sakin olmamı istercesine iki elini havaya kaldırdı. Telefonun olmadığı sol elimi depar atar gibi atan kalbimi sakinleştirmek adına sol göğsüme yaslarken konuştum.
"Korkuttun beni! Niye sessizce geliyorsun?" Ses tonum isyan edercesine çıkmıştı ve birazda azarlar gibi. Ki öyleydi de zaten. Gerçekten onu görmeyi beklemiyordum.
"İçeri girerken seslendim ama duymadın." derken ben suçsuzum der gibi omuz silkti.
Hızlı adımlarla yatak odasına geçerken o da peşimden geldi. Odanın tam ortasına geldikten sonra arkamı dönerek Ares'le karşı karşıya geldim. Elimdeki telefonunu uzattım.
"Teşekkür ederim arama için."
"Önemsiz." diyerek elimden aldığı telefonuyla odadaki josefine yöneldi ve rahat bir pozisyonda oturdu.
Çıkmaya niyeti yoktu galiba? Neyse adamın kendi evi istediğini yapar düşüncesiyle kendi kendime omuz silktim ve kendi telefonuma yöneldim. Açtığım kilit ekranından sonra elim arama kısmına giderken yatağın ucuna doğru çöktüm usulca.
Annemi aramak istiyordum. Gözlerim sağ üst köşeye kayarken saati kontrol ettim. Saat 22.58 idi. Umarım uyumuyordur düşüncesiyle numarasını tuşlayarak aramayı başlattım. Telefonu direkt kulağıma dayarken Ares'in meraklı bakışları üstümdeydi ama ağzını açıp da herhangi bir şey sormamıştı.
"Alo."
Birkaç uzun çalıştan sonra aramam yanıtlanırken ilkten ne diyeceğimi bilemedim ama bu durumu kısa tuttum ve hemen benden bir yanıt bekleyen annemi cevapladım.
"Anne, uyuyor muydun?"
"Hayır ne oldu?"
Ne mi olmuştu? Çok şey olmuştu anne ne ara unuttun hepsini. Nerede beni merak ettiğine dair peşi sıra yineleyeceğin soruların ya da hayırsız bir evlat olduğuma dair söyleyeceğin hakaretlerin?
"Be-ben nasıl olduğunuzu merak ettim... Bir de ben iyiyim onu söyleyecektim."
Derin bir soluk verdi ya da daha doğrusu bıkkınca ofladı.
"Gayet iyiyiz biz. Ayrıca hangi cehennemde iyi olduğun en son çekip gittiğinden beri umurumda değil."
Pekâlâ... Annemin her zaman çok kötü olduğunu düşünmüyordum zaten. Gayet iyi olduğu zamanları da olmuştu ama daha önceden hiç bu kadar kötü olmuş muydu? Sanırım buna cevabım hayır olacaktı.
"Anne niye böyle konuşuyorsun? Biliy-"
"Ben artık hepinizden bıktım usandım! Kendi kafasına göre çekip giden sende, o pezevenk babanda umurumda değilsiniz! Ne bok yerseniz yiyin beni rahatsız etmeyin!"
Daha ne kadar kırıcı olabileceğine dair tahmin yürütemediğim sözlerinin ardından aramanın sonlandığına dair ses yankılandı telefonun ahizesinden kulaklarıma doğru.
Ne yapmam gerektiğini bilemez bir halde kalakalırken telefonu tutan elim usulca boş kucağıma düştü. Gözlerim anında buğulanırken burnum en derinlerinden sızlıyordu. Boğazımdaki düğümün yerini kocaman kaya parçası almış gibi hissediyordum.
Bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim ellerimden çekmedim. Ares bana bakıyordu bunu gözlerimle görmesem de böyle olduğuna emindim. Ağlamak istiyordum ama Ares'in varlığı buna engel oluyordu.
"Ne dedi?" diyerek sanki varlığını daha da belli etmek isteyen Ares'e çevirmeden bakışlarımı sessizce yanıtladım.
"Hiç."
Cılız ve titrek çıkan ses tonuma hiçbir şekilde engel olamazken kendi sesimi bu halde duymak ağlama isteğimi daha da arttırdı. Ne diyebilirdim ki zaten? Gerçekten de galiba kimsesiz kalmıştım. Artık bu yaşam adına verdiğim mücadelelerde bir başımaydım. Şu saatten sonra ölmüşüm ya da kalmışım kimin umurunda olurdu? Ne için savaşacaktım?
Tüm bu isyanlarımı sesli bir biçimde dile getirmesem de Ares sanki beni duymuş gibi oturduğu yerden ayaklandı. İri adımları onu bana birkaç saniyede getirirken o da usulca yanıma çöktü.
"Her şey iyi olacak." dedi ifadesiz bir biçimde. Dediği bu şeye sanki kendisi de inanmıyormuş gibiydi.
"Yalan söyleme." dedim usulca.
Doluluğunda en ufak bir eksilme olmayan gözlerimi ela harelerine çıkarttım. Zaten bana bakmakta olan bakışları ona dönmemle kesişti. Söylediğim şeyden memnun olmamış gibi kaşlarını çatarken surat ifadesi olduğunca katı duruyordu.
"Ben yalan söylemem. Yalan söylemiyorum sadece öyle olmasını umuyorum."
Başımı olumsuzca iki yana sallarken sol gözümde bir intihar gerçekleşti. İri damla göz pınarlarımdan çıkarak çeneme doğru yol alırken gittikçe küçüldü, gerisinde kendinden parçalar bırakarak usulca yol aldı.
Göz yaşımın aldığı yolu kısık gözleriyle takip eden Ares'e titrek bir gülümseme bahşettim.
"Galiba artık benim bir umudum kalmadı."
Sesim gittikçe kısıldı. Mümkünmüş gibi kaşları daha da çatılan Ares'in yüzüne bakmayı sürdürdüm.
Sadece lambaderlerden gelen turumcumsu ışık sayesinde loş olan ortamda bir süre öylece oturduk Ares'le. Son sözlerimin ardından sadece çattığı kaşlarıyla kalan Ares ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi.
"Hala nefes alıyorsun." dedi bir an bana bir şeyler kanıtlamak istercesine. Sanki bu dediği yaşamak adına bir umudum olabilirmiş gibi.
Peki nefes almam bana yeterli bir neden miydi bundan pek emin değildim. Bu yüzden bir şey demedim. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama en azından gözlerimin doluluğu geçmişti. Boğazımdaki o histe herhangi bir değişiklik olmazken sanki saniyeler geçtikçe daha da ağırlaşıyormuş gibi hissediyordum.
"Ares." dedim bir anda hiç düşünmeksizin.
Daha fazla susmak istemiyordum. Belki biraz onunla konuşsam bir şeyler düzelirdi ya da ben öyle olsun istiyordum.
"Efendim?"
"Senin ailen nerede?"
Saf bir merakla sorduğum soru yanımdaki Ares'i bir anlık dumura uğratır gibi olsa da çabuk toparlandı. Daha önce suratında hiç görmediğim bir ifadesizlik ve ciddiyet bir arada olurken bu soruyu böylesine pat diye sorduğuma pişman oldum.
"Burada gördüğün kişiler işte." dedi hızlıca. Sanki beni geçiştirmek istercesine söylemişti bu sözleri.
Bakışlarımı ela harelerinde asılı tutarak gözlerimi kıstım. Oradaki ifadenin ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordum. Belki de kendimi düşünmemek için zihnimi oyalayacak bir şeyler arıyordum.
Her ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir ifade çıkaramadığım gözleri bu durumu daha da kurcalamamı istemiyormuş gibi bakıyordu.
"Annen ve babanı soruyorum ya da varsa kardeşlerini."
Sınırını fazlaca zorluyormuş gibi hissettim bir an. Bu durum beni gerse de merakım daha ağırlıktaydı. Beni tersleyebilir ve bunlar seni ilgilendirmez diyerek evinden kovabilirdi. Eğer böyle bir şey yaparsa da bir şey diyemezdim. Onun için bunlar hassas bir konu olabilirdi ama tüm bu seçeneklerin olmamasını istedim.
Israrcı halim üzerine oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Bakışlarını benden çekerek yere indirirken ondan bu kadar sert bir ses tonu duymayı beklemiyordum.
"Öldüler."
Hayır hayır ondan bu kadar sert bir ses tonuyla böyle bir yanıt duymayı beklemiyordum.
-BÖLÜM SONU-
Yeni bölümü nasıl buldunuz?
Kitabın İnstagram kullanıcı adı: lalehveniserwatty Bana buradan kolayca ulaşabilirsiniz!
Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın, seviliyorsunuz!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |