
Karan'dan Devam
Yıldız ile konuşmamızdan sonra Rıza Albaya haber vermiştim, o da sahada bulunan timi oraya yönlendirmişti. Bende geçen bu zaman içinde, bir çok kez Yıldızla iletişime geçmeye çalıştım ama hiç bir şekilde geri dönüş alamadım.
Bu durum fazlası ile endişelenmeme neden oluyordu, vakit kaybetmeden durumu Rıza Albaya bildirdim, o da benim gibi endişelenmişti. Rıza Albaydan aldığım emir ile sahada ki muhbirlere ve askerlere Hayalet'in en son görüldüğü yeri kontrol etmeleri ile ilgili bir haber vermiştim.
"Karan, hala bir haber yok mu?"
"Maalesef Fatih, bende muhbirlerden haber bekliyorum."
"Bu kız bir anda nereye kaybolmuş olabilir? Umarım bu işin içinde Sahra yoktur."
"Umarım doktor, umarım o soysuz Yıldıza zarar vermeye kalkmaz."
Telefonuma gelen mesaj ile dikkatimi ona verdim, mesaj sahadaki muhbirlerimizden birisindendi. Hayalet en son bizim baskın için belirlediğimiz kampın yakınlarında görülmüş, bunu zaten biliyordum o kız için planı değiştirmişti. Benim asıl dikkatimi çeken şey mesajın devamı oldu, o bölgenin yakınlarındaki mağaranın önünde bir kaç şerefsizin leşi varmış ama ordan sonra herhangi bir iz yokmuş.
"Karan, kötü bir haber mi? Rengin attı."
"Ferit, haber geldi hayalet en son belirlediğimiz bölgenin yakınlarındaki bir mağarada görülmüş, ayrıca bahsettiğim yerde şerefsizlerin leşleri varmış. Ordan sonra hiç bir iz yokmuş, sanki kuş oldu ve uçtu."
"Karan, aklıma kötü şeyler geliyor."
"Sinan, hemen bu bilgiyi Rıza Albaya ulaştır. Bizde araştırmaya devam edelim, doktor ve Ferit siz bölgeye gidin, şu mağarayı inceleyin belki gözden kaçan bir şey vardır."
"O zaman daha fazla zaman kaybetmeyelim, hadi Ferit."
Herkes üzerine düşeni yapmak için harekete geçmişti, odada yalnız kalmam ile kalbime bir ağırlık çöktü.
"Yıldız,inşallah aklıma gelen şey olmamıştır."
Savaştan Devam
Annemin ölüm haberini aldıktan sonra kendime gelememiştim ve bir an dünyadan soyutlanmıştım, Salih'in beni sarsması ile kendime gelmiştim, kimseye bir şey söylemeden hızlıca Rıza Albay'ın yanına gittim ve durumu anlattım, o da gitmem için izin verdi.
Gitmeliydim ama kardeşimde yanımda, benimle olmalıydı. Bu isteğimi Rıza Albaya söylediğimde, kendisinin Yıldızla konuşup yanıma gelmesini sağlayacağını söyledi. Daha fazla vakit kaybetmeden uçak bileti aldım ve üzerimi değiştirip yola çıktım.
O kadar hızlı hareket ediyordum ki neler olduğunu ya da ne yaptığımı algılayamıyordum, hatta ne zaman uçağa bidim ve Sivas'a geldim hatırlamıyorum bile. Hava alanından bir taksiye bindim ve evin adresini verdim, evin önüne gelince taksiden indim.
Evimizin kapısı açıktı ve bir sürü insan vardı, içeri girdim beni ilk fark eden kişi Ayşe teyze oldu, hemen yanıma geldi ve bana sarıldı, o ağlıyordu bana bir şeyler söylüyordu ama ben tepki veremiyordum, duvarda asılı olan annemle çekildiğimiz fotoğraflara bakıyordum. Bir şeyler söylemek istiyordum ama sanki kelimeler ağzımdan çıkmak istemiyorlardı.
Sonunda konuşmuştum ve Ayşe teyzeye annemin nerde olduğunu sormuştum, o da bana morgda olduğunu ve benim gidip almam gerektiğini söyledi. Ayşe teyze ve oğlu Ahmet ile yola çıktık ama ben kendimde değildim, ruhum çekilmiş gibiydi.
Hastaneye geldiğimizde morga indik, kapıdaki görevli bizi içeri aldı ve annemi bana gösterdi, işte o an gerçekler yüzüme tokat olarak ardı ardına çarptı. Benim annem ölmüştü, beni büyüten kadın, bütün kötülüklerden koruyup kollayan kadın ölmüştü.
Annemin suratı bembeyazdı, dudakları morarmıştı hemen elini tutum buz gibiydi, her zaman hissettiğim o sıcaklığı yoktu. O artık üşüyordu ve onunla birlikte bende üşüyordum çünkü ben artık yuvasız kalmıştım. Annemin, o çok sevdiğim saçları dökülmüş ve çok zayıflamıştı.
Annemi alnından öptüm, işte o an gözyaşlarım ardı ardına akmaya başladı. Hani erkekler ağlamaz derler ya, işte o kocaman bir yalan, bizde insanız herkes gibi duygularımız var, sadece bazı durumlarda o duyguları saklıyorduk.
Daha fazla ayakta duramadım ve dizlerimin üzerine çöktüm, ne kadar süre öyle ağladım bilmiyorum ama artık gözlerim sızlıyordu, Ayşe teyze ve Ahmet beni yerden kaldırmışlardı. Gerekli işlemleri hallettik ve annemi aldık ordan, sağolsun Ayşe teyze bütün her şeyi hazırlamıştı.
Annemi, gül kokulu meleğimi babamın yanına gömecektik, iki aşık kalp uzun süre sonra sonsuzlukta buluşacaktı. Mezarlığa gelmiştik ve defin işlemleri yapılıyordu, annemi kendi ellerimle mezara koymuştum tıpkı babamı koyduğum gibi.
İşte her şey bu kadardı, sen doğarsın, büyürsün, anne baba olursun, yaşlanırsın ve ölürsün sonrada bir avuç toprağa gömülürsün, ardında da bu dünyada bir mezar taşı kadar bir yer kaplamaya başlarsın. Sen gidersin geride kalanlar yanar, herkes gitmişti mezarlıkta sadece Ayşe teyze, ben ve hoca kalmıştık, son kez annemin yanına gittim.
"Özür dilerim gül kokulum, senin yanında olamadığım için, sen acılar içinde günden güne erirken ben elini tutamadığım için özür dilerim.
Sana kızamıyorum annem, her zamanki gibi beni düşünüp hiç bir şey söylememişsin ama ben bu sefer yıkıldım annem. Bir ev vardı, babam gitti o ev sallandı şimdi de sen gittin ve o ev benim üzerime yıkıldı, ben ise o koca enkazın altında tek başıma kaldım.
Ama sizin için mutluyum çünkü siz iki aşık kavuştunuz, belki bir gün bende yanınıza gelirim, o zamana kadar sizi hep kalbimde taşıyacağım. Ben şimdi gidiyorum ama sakın unutmayın, ikinizide çok seviyorum."
Cebimden iki mendil çıkardım ve birine annemin toprağından, diğerinede babamın toprağından koydum, belki bunlar benim yanımda olursa onları hep yanımda hissedebilirim.
Ayşe teyze koluma girmişti, mezarlıktan çıktık ve evimize geldik, ıssız kalan, annesiz babasız kalan evimiz, her taşında çocukluk anılarımla dolu olan yuvam.
Ayşe teyze, bir günde yıkılmış olan koca bedenimi yukarıya çıkardı. O beni odama götürecekti ki ben oraya gitmedim ve annemle babamın odasına girdim. Dolabın kapağını açtım be içinden anneme ait olan bir şalı aldım ve yatağa uzandım.
Ne annem ne babam kimsem kalmadı, sonbaharda ağaçtan kopan bir yaprak gibi ordan oraya savruluyorum, bu hayatta tutunacak tek bir dalım var o da kardeşim, Yıldızım eğer o da giderse ben sonsuzlukta kaybolurum.
Rıza Albaydan Devam
Her şey üst üste gelmişti, daha Savaş'ın annesinin ölüm haberini yeni almıştık ki Karan'dan gelen bilgi ile bir sarsıntı daha yaşadım. Yıldıza hiç bir şekilde ulaşılamıyorduk, üstelik en son görüldüğü yerde de kimse yoktu, hiç bir iz yoktu.
Savaş'ın gitmesinin üzerinden bir gün geçmişti ve Savaş, beni bir kaç kez arayıp hala neden Yıldız'ın yanına gelmediğini sormuştu, bende Yıldız'ın bir görev için uzak bir bölgeye gittiğini ve onunla henüz irtibata geçemediğimi söylemiştim. Savaş, zaten yıkılmış bir haldeydi şimdi Yıldız'ın ortadan kaybolduğunu söyleyemezdim. Telefonum çalmaya başladı, Karan'ın aradığını görünce hemen açtım.
"Karan, bana bir iz bulduğunu söyle."
"Komutanım, Fatih ve Ferit Yıldız'ın en son görüldüğü mağaraya gitmişlerdi, mağarada bir şırınga bulmuşlar. İçinde kalan sıvıyı inceledik ve uyuşturan bir ilaç olduğunu tesbit ettik.
Komutanım, bunu söylemek istemiyorum ama Yıldız, o tuzağa düşürülmüş olabilir."
"Allah kahretsin, bu nasıl olur?"
"Yıldız, en son konuşmamızda bir kızdan bahsetmişti, şerefsizler onu esir olarak tutuyormuş. Yıldız, kızı kurtarmıştı, zaten o olaydan sonra irtibatımız kesildi."
"Tabi ya, şerefsizler masum birisinin kılığına girip Hayaleti gafil avladılar. Karan, sınırdaki adamlarımıza haber ver, Yıldızı ülke sınırları içinde tutmayabilirler."
"Emredersiniz komutanım. Komutan, bu durumdan Savaş'ın haberi var mı?"
"Yok evlat, ona şu an da bir acı daha yaşatamam."
"Anlamadım komutanım."
"Savaş, dün annesinin ölüm haberini aldı. Şu an da Sivas'ta, Yıldız'ın durumunu bilmiyor, o geri dönene kadar ben Savaşı bir şekilde oyalayacağım ama o dönmeden bizim Yıldız'ı bulmamız lazım."
"Başımız sağolsun komutanım, merak etmeyin Yıldız'ı onlara bırakmayız."
Telefonu kapattıktan sonra düşünmeye başladım, kendimi uzun zamandır hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Kapımın tıklatılması ile kendime geldim, içeriye bir asker girdi ve hemen tekmil verdi,ardından da tedirgin bir şekilde konuşmaya başladı.
"Komutanım, harekat odasına gelseniz iyi olur."
"Ne oldu asker?"
"Komutanım, az önce elimize bir video ulaştı"
"Yürü asker, yürü."
Odaya girdiğimizde askerler, videoyu büyük ekrana yansıttı ve oynatmaya başladı. Videonun başlaması ile ekranda Sahra göründü.
"Merhaba Albay, sana çok güzel bir haberim var.
Hayaleti, boşuna arama. Adamlarım hayaleti şu an da benim yanıma getirmek üzer yola çıktılar.
Hiç merak etme Albay, ona tahmininden çok iyi bakacağım, ayrıca gizli kahramanınızın kim olduğunu çok merak ediyordum çok yakında onuda öğreneceğim.
Şşşt, merak etmeyin kim olduğu aramızda kalacak, kahramanınız gelince yine konuşuruz Albay. Bu arada Poyraz yüzbaşıya çok selamımı söyle Albay."
Ekran karanlığa bürününce sinirle masaya yumruk attım, Sahra'nın yaptığını biliyorduk ama onun o pislik akan suratındaki gülümsemeyi görmek sinirlerimi bozmuştu.
"Asker,Anka timine ve Gölge timine haber ver, hemen toplantı odasına gelsinler."
"Emredersiniz komutanım."
Bende vakit kaybetmeden odama gittim ve Karan ile konuşup videodan bahsettim, ardından da bir kaç istihbaratçı arkadaşım ile konuştum. Yıldız'ı, Sahra'nın eline geçmeden bulmalıydık, eğer kimliği açığa çıkarsa çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalıcaktı. Görüşmelerim son bulunca açıklama yapmam gerek iki tim olduğu aklıma geldi ve toplantı odasına gittim, herkes burdaydı ve merak ile bana bakıyorlardı.
"Sizi buraya çağırma sebebim hayalet, dün görev için sığınaktan ayrılmış ama bir süre sonra irtibat kesilmiş. Araştırma yaptık, en son görüldüğü yer gidecek olduğu bölgeydi.
Bazı tahminlerimiz vardı ve biraz önce, Sahra tarafından bize gönderilen video ile tahminlerimiz doğru çıktı. Sahra, Hayaleti bir şekilde tuzağa düşürmüş ve şu an da Sahra'nın yanına götürülüyormuş.
Bizim görevimiz ise Hayalet, Sahra'ya götürülmeden bulmak. Bir konu daha var, Savaş'ın bu olanlardan haberi yok, yaşadığı çöküşü biliyorsunuz onu bir kuyuya daha atamayız bu yüzden o bu olanları öğrenmeden biz kardeşini bulacağız."
Bakışlarım ile tek tek hepsini kontrol ettim, hepsi içlerinde yanan ateşe rağmen keskin bakışları ve dimdik duran başları ile karşımda oturuyorlardı, Poyraz'ın konuşması ile bakışlarımın odağı o oldu.
"K-komutanım, Yıldız'ın en son görüldüğü bölgede, bir k-kan izine ulaşılmış mı?"
"Hayır Poyraz, şırınga bulunmuş büyük olasılıkla bayıltıp öyle etkisiz hale getirdiler. Poyraz, şimdi dağılma zamanı değil, şu an da dimdik ayakta durma zamanı. Anka timi siz hemen hazırlıklarınızı yapıp yola çıkın, Gölge timi sizde her an göreve gitmek için hazırda bekleyin."
"Emredersiniz komutanım."
Emirlerimi uygulamak için herkes odadan çıktı, bende toplantı odasından çıkıp kendi odama geldim. Masamda bulunan eski tim arkadaşlarımızla çekildiğimiz fotoğraf dikkatimi çekti.
"Özür dilerim kardeşim, özür dilerim Erhan çocuklarını koruyamadım. Savaş, bir ailesini daha kaybetmenin acısını yaşıyor, Yıldız ise hainlerin elinde ne halde olduğunu bilmiyoruz. Beni affet kardeşim."
Yıldızdan Devam
Yavaş yavaş kendime geliyordum ve başımda bir ağrı vardı, en son neler olduğu aklıma gelince sinirle kafamı kaldırdım. Ellerimi hareket ettirmeye çalıştım ama başarısız oldum, ellerime baktığımda yukarıdan zincirlenmiş olduğunu gördüm. Nerde olduğumu anlamak istercesine bulunduğum ortamı incelemeye başladım.
Burası bir eve benziyordu ama çok pis bir odadaydım, ben etrafı incelerken kapı açıldı ve içeriye masum dediğim ama beni tuzağa düşüren o kız geldi, sinirle üzerine gitmek istedim ama zinciler buna engel oldu.
"Hahaha, ne oldu Hayalet, kıpırdayamadın mı?"
"Seni elime bir geçirirsem, derini yüzüp o sahibinin önüne atacağım soysuz!"
"Cık cık cık, sana hiç böyle konuşmalar yakıyor mu? Oysa beni kurtardığını sandığında, bana çok iyi davranıyordun şimdi ne değişti?"
"Lan!Siz nasıl bir kanı bozuksunuz? Tabi şaşırmamak lazım, sizin gibi amiplerin duygularıda olmaz."
"Sakin ol şampiyon, biz normalizde siz fazla duygusalsınız, özelliklede masum ve çaresiz birilerini gördüğünüzde, hemen yardım etmek istiyorsunuz ama bak tamda bu yüzden elimize düştün.
Hayalet, biliyor musun? Sahra senden bahsettiğinde yakalamanın zor olacağını düşünmüştüm ama sen beni hiç zorlamadın."
"Nerde o yılan, kendisi karşıma çıkamaya korktuda senin gibi emrindeki bir köpeği mi gönderdi?"
Söylediklerim zoruna gitmiş olacak ki, sinirle yanıma geldi ve karnıma yumruk attı, canım biraz yanmış olsada bunu ona belli etmeyecektim, aksine sinir bozucu bir kahkaha attım.
"Hahaha, gerçekten de çok acıdı, ne bu? Şimdide beni okşamayamı başladın, hadi çöz ellerimide sana yumruk nasıl atılıyor göstereyim."
"Merak etme Hayalet, Sahra birazdan burda olacak işte o zaman asıl acın başalayacak. Ah Hayalet,biliyor musun kim olduğunu çok merak ediyorum ve bunu öğrenmemiz çok yakın."
Rojin, suratında ki pis gülümsemesi ile odadan çıktı, bende sinirle ne yapacağımı düşünmeye başladım. Kıyafetimin bilek kısmının, biraz içinde bir takip cihazı vardı ama onu aktif hale getirmem gerekiyordu. Maalesef, yukarıdan zincirli olan ellerim bana hiç yardımcı olmuyordu.
"Allah kahretsin! Hayalet, bu sefer işin oldukça zor görünüyor. Umarım kimliğim açığa çıkmadan burdan kurtulurum."
Nerdeyse yarım saat geçmişti, Sahra dışarı çıkmıştı ama başıma bir nöbetçi dikmişti, bu yüzden hiç bir şey yapamıyordum. Bu durum fazlası ile canımı sıkmaya başlamıştı, kapının açılması ile bakışlarımı oraya çevirdim.
İçeriye yanındaki soysuz ile Sahra girdi, bakışları beni bulunca yüzündeki sinir bozucu gülümseme ile süzdü, ardından memnun bir şekilde konuşmaya başladı.
"Aferin Rojin, o kadar kişinin yapamadığını sen yaptın."
"Hahaha, abartma Sahra bahsettiğin kadarda zor olmadı."
Sahra, bana biraz daha yaklaştı ve konuşmasına devam etti.
"Kusura bakma Hayalet, biraz geç kaldım. Umarım sana iyi bakmışlardır. "
"Nerdeydin Sahra? Uzun zamandır kayıptın, o kadar kamp patlattım burnunu deliğinden daha yeni çıkartabildin.
Benden bu kadar korktuğunu bilmiyordum, tabi sende haklısın bende ki iman gücünün bir damlası bile sende yok.
Bak işte tam karşındayım, üstelik ellerimide kullanamıyorum ama sen hala benden uzak duruyorsun, Sahra, benden bu kadar mı korkuyorsun?"
Sahra söylediklerimden sonra sinirlendi, odada ki adamda şüphe ile Sahra'ya bakıyordu. Sahra bir adım attı ve bana yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.
"Fazla konuşuyorsun Hayalet, unutma burda esirsin ve sana ne istersem onu yaparım.
Tıpkı, o meydanda bir sürü kişiyi gözümü kırpmadan patlattığım gibi senide hiç acımadan gebertirim."
Aklıma o günün gelmesi ile sinirle gözlerinin içine bakmaya başladım, o da sinirimi anlamış olacak ki üzerime gelmeye devam etti.
"Ah, o günki yaptığım şenliği sende duydun değil mi? Gerçi sende haklısın, duyulmayacak gibi değildi ki.
Bak sana en sevdiğim kısmı anlatacağım, bir yüzbaşı küçük kızın başında perişan haldeydi, o an hiç içim acımadı, aksine sevinçle onun o perişan halini izledim. Ah, çok güzel bir gündü, bir sürü insan ağlıyordu ve korkuyla yardım çığlığı atıyorlardı."
Bunları söylerken Sahra iyice bana yaklaşmıştı. Bende sinirle konuşmaya başladım.
" Sahra, sakın ama sakın bu söylediklerini unutma, o insanlara yaşattığının, o çocuklara yaptığının daha beterini ben sana yapacağım.
Öyle bir acı çekeceksin ki, ölmek isteyeceksin ama ben seni öldürmeyeceğim, aksine süründüreceğim."
Sahra, hala daha bana sinir bozucu bir şekilde gülümserken, daha fazla dayanamdım ve ona güçlü bir şekilde kafa attım. Aldığı darbe ile acıyla burnunu tutu ve geri sendeledi. Rojin denilen köpek silahını bana doğrultmuştu, bende onların bu hallerine gülüyordum ama maskeden dolayı fark edilmiyordu.
"Ahhhh! Rojin, indir o silahı."
Rojin silahı indirdi, Sahra belinden çıkardığı demir sopayı önce bacaklarıma, ardından da karnıma vurdu. O vurdukça ben sesli bir şekilde gülüyordum, artık ağzıma kanın metalik tadı gelmeye başlamıştı ama bu bile umrumda değildi.
Sahra yorulmuş olacak ki vurmayı bıraktı, o nefes nefese kalmıştı ama ben hala başım dik duruyordum, benim bu halimi gören Sahra daha da sinirlendi.
"Ne o Sahra, bakıyorum moralin bozuldu, senin bu yaptığın benim için hiç bir şey."
"Bu daha başlangıçtı Hayalet, ufak bir ısınma turuydu.
Ama böyle eğlencesi hiç çıkmıyor, çok sevgili Albaya ve askerlerde bu filmi izlemeli.
Alın şunu, içerideki sandalyeye bağlayın. "
Sahra'nın söylediği şey benim gülümsememe neden olmuştu, bir anlık boşluk takip cihazını aktif etmem için yeterdi. Şerefsiz aldığı emirler ellerimi çözdü, tam ayaklarımı çözecekken suratına sert bir yumruk attım ve boynunu kırdım, bu hareketimle Sahra'nın çok sevgili adamı silahını tekrardan bana doğrulttu, işte o kargaşada kıyafetin bilek kısmındaki küçük düğmeye bastım.
Yanıma yaklaştılar ve iki kişi zorla kollarımı arkadan bağladı, beni yan taraftaki odaya götürdüler. Sandalyeye bağladıktan sonra önüme bir kamera ve bilgisayar koydular, ardından da Sahra yanıma geldi. Kurulan bağlantıdan sonra Sahra konuşmaya başladı.
"Tekrardan merhaba Albay, bak bakalım yanımda kim var? Ne olur kusura bakmayın, sizi aramadan önce biz biraz eğlendik ama eğlencenin devamını sizde izleyin istiyorum. Bakalım Hayalet bana ne kadar dayanabilecek?"
Ali'nin konuşması ile bakışlarımı ona çevirdim.
"Ulan soysuz, hangi deliktesin lan! Çıksana karşımıza,korkak."
"Şşşt, sakin ol asker burda büyükler konuşuyor, sen haddini bil. Ayrıca hiç merak etmeyin sıra sizede gelecek, Hayalet önümdeki küçük bir engeldi, bugün onun işi bitecek sonra sıra size gelecek."
Sahra adamalarına bir şeyler söyledi ve adamları içeriye bir masa getirdiler, masanın üzerinde bir kaç işkence aleti vardı. Bunlar beni korkutmuyordu çünkü yıllarca bir çok işkenceye maruz kalmıştım, Sahra eline dikenli bir sopa aldı, işte başlıyorduk.
"İyi izle Albay, bu film sadece size özel."
Dikenli sopayı önce karnıma vurdu, dikenleri o kadar sivriydiki üzerimde Hayalet kıyafeti olmasına rağmen derime batmıştı ve canımı yakmıştı. Aynı yere bir kaç kez vurdu, artık dikenler kan olmuştu ardından kollarıma ve bacaklarımada vurdu. Bilgisayarın ekranında askerlerimi, arkadaşlarımı ve Rıza Albay'ı görüyordum, hepsi bana hüzünle bakıyordu.
Sahra,dikenli sopayı bıraktı ve eline kırbacı aldı, arkama geçti ve sırtıma ardı ardına vurmaya başladı. O vurdukça derim parçalanıyordu ama ben bağırmamak için kendimi kasıyordum, çektiğim acıyı belli edip onu sevindiremezdim. Bakışlarım Poyrazı buldu, bana bakamıyordu, Sahra benim derimi parçalarken o bakamıyordu.
"Ovvv, yoruldum ya, Hayalet eğer yaşarsan biz bunu arada seninle tekrarlayalım, fazlası ile stresimi attım."
"Merak etme S-sahra, uygulamalı olarak senin üzerinde tekrarlayacağım."
"Ah, kıyamam sana , canını çok mu yaktım? Hani bunlar sana bir şey yapmazdı?"
"Cık, canım yanmadı neden biliyor musun? Benim kalbimde yanan bir vatan aşkı var, onun ateşinin yanında senin bu yaptıklarının lafı bile olmaz."
"İyi o zaman biz devam edelim. Poyraz, ne oldu? Neden bu tarafa bakamıyorsun? Yoksa bu film sana ağır mı geldi?"
"Sahra, senin derini yüzüp ardından da sana tuz banyosu yaptırtacağım."
"Ah Poyraz, her zaman böyle hırçındın. Biraz sakin ol ve yapacakalarımı izle."
Sahra adamlarına bir işaret yaptı, ardından adamı içeriye bir dolu teneke köz ve içindeki demir çubukla girdi. İşte, en acı veren şey kızgın demir.
"Hani dedin ya, içimde yanan bir vatan ateşi var diye, bakalım bu kızgın demir o ateşi söndürebilecek mi?"
"Biz ölsek bile o ateş asla sönmez."
Közün içindeki demir çubuğu aldı ve yuvalarak ucunu sol koluma bastırdı, derimden çıkan ses demirin ne kadar sıcak olduğunun kanıtıydı. İşte bu acı dayanılmazdı ama ben yinede bağırmadım, dudaklarımı ısırmaktan kanattım ama bağırmadım. Aynı işlemi bu seferde sağ koluma yaptı, o zaman ağzımdan ufak bir inleme çıktı, bu bile Sahra'yı gülümsetmeye yetmişti.
Bir kez de kızgın demiri boynuma bastırdı, o an dayanamadım ve az öncekinden daha yüksek bir inleme çıktı ağzımdan. Sahra kızgın demiri benden uzaklaştırdı ama vücudum hala yanıyordu, ayrıca bir çok yerimden de kan akıyordu. Bakışlarımı bilgisayarın ekranına çevirdiğimde hepsinin gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm, onların bu haline dayanamadım ve başımı kaldırıp konuşmaya başladım.
"Başını dik tut asker, hiç bir haini sevindirme, ona sakın yalvarma, güçlü dur! Sen güçlü durdukça o yıkılacak ve ayağının altında paspas olacak, sen dik dur asker!"
Sahra'ya döndüm ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam ettim.
"Siz ve sizin gibiler sinek gibi avlanırsınız, ardından da kendi canınızı kurtarmak için ortadan kaybolursunuz ama bizden birisi şehit olursa, diğer askerler onun intikamı alır ve asla kaçmaz.
Sen şimdi bana işkence ettiğini düşünüyorsun ve bunu Türk askerine izletiyorsun ya, ben burda ölsem onlar sizi bulup intikamımı alır. O yüzden istediğini yap, sizin hükmünüz ancak Bozkurt ayağa kalkana kadardır."
Rıza albay ve diğerleri gururla bana bakarken Sahra sinirlendi ve kuvvetli bir şekilde kırbaçla kanayan sırtıma vurdu. Çektiğim acıya rağmen sadece gülümsüyordum, çünkü biliyordum ki Allah benimleydi. Sahra istediği tepkiyi alamamış olacak ki sinirle kırbacı yere attı ve benim tam karşımda durdu.
"Hayalet, bu kadar şaklabanlık yeter! Artık o maskeyi çıkaralım ve altındaki gerçek yüzü görelim değil mi?"
Sahra bana doğru yaklaşmaya başladı, ben her ne kadar geri gitmeye çalışsamda başarısız oldum. Sahra'nın emri ile kansızlar beni tutu ve hareket edemez oldum, Sahra elini maskeme attı ve çıkarmaya çalıştı. Çıkmadığını fark edince masadaki makası aldı ve maskeyi kesmeye başladı, bir süre sonra maske açıldı Sahra çenemden tuttu ve kafamı yukarı kaldırdı işte o an Sahra ile göz göze geldik.
"SEN!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 34.91k Okunma |
3.04k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |