26. Bölüm

Aşk ve Merhametin Gözyaşı

LEZZA
_vandes_

Gökyüzü şimdi sessizdi. Hortum dağılıp parçalar halinde yere serilmiş, toz ve küllerin kokusu ağır ağır çökmüştü.

Erethel Kristali, Valtor’un kılıcından yayılan karanlığın titreşimiyle birlikte göğün ortasında asılı kalmış, damarlarındaki mor ışık onun nefes alışına uyuyormuş gibi ritmikçe atıyordu. Her atış Valtor’un adımlarına, her soluk onun bakışına cevap veriyordu.

Bloom hâlâ havadaydı. Gözleri Valtor’dan ayrılmıyordu; baktıkça yüzündeki ifadede yeni çatlaklar beliriyordu. Şok olmuştu ama altında kaynayan bir hesaplaşma vardı.

Onun gözlerinde endişe, korku, suçluluk ve itiraf etmese de kırılgan bir çekim birbirine geçmişti.

Winx yanındaydı ama araları bir uçurum kadar açıktı. Stella’nın yüzünde donuk bir korku vardı. Layla’nın bakışı hem suçlu hem kaygılıydı. Tecna, hiç konuşmuyordu; dudakları kıpırdamadan, gözleri donuk bir mercek gibi Valtor’u ölçüyordu. Trix’in yüzleri, bir an için birleşmiş bir endişe ve şaşkınlık resmi çiziyordu.

Kimse konuşamıyor, kimse adım atamıyordu. Halk geride, sarsılmış, gözleri kanlı kılıcın ve kristalin karanlığı arasında savruluyordu.

Valtor yerdeydi, kanla kaplı. Kılıcı hâlâ elindeydi. Ellerini yavaşça üzerinde sarkan kumaşa sildi; parmaklarına, bileklerine ve zırhının girintilerine sinmiş kan kırmızısı hâlâ canlıydı. Yüzünde zaferin soğuk sakinliği vardı. Zafer onun için neyi değiştirmişti? Her şeyi.

Kristal, onun emrine geçmişti. Mor damarlar şimdi Valtor’un siluetini takip ediyor, onun ruhuyla senkronize oluyordu.

Bloom’un içindeki alev hâlâ yanıyordu ama şimdi alevin kıyısında bir kül vardı. O kül Valtor’un karanlığından geliyordu.

Bloom, herkesin gözü önünde güç vermeye devam etmiş, Kristal’in yıkımını sınırlamaya çalışmıştı. Bu mücadele ona sadece yıpranmış bir enerji, yarım kalmış bir zafer verdi. Valtor ise o boşluğu kanla doldurmuştu.

Valtor ağır adımlarla Bloom’un altına doğru yaklaştı. Her adım, havayı kesen bir sessizlik bıraktı. İnsanlar geri çekildi. Valtor’un varlığı meydanın merkezini yeniden belirliyordu.

Valtor Bloom’a baktı. Gözlerinin içindeki ateş bu sefer tanıdık değildi; bir şefkat kırıntısı yoktu. Yerine, sahiplenme vardı.

"İstediğinin bu olduğunu söyledin." dedi alçakça ve sadece ikisinin duyabileceği bir şekilde. "Ellerini kana bulamana izin veremezdim." Söyleyişi kırılmaz bir inancın cümlesiydi.

Bloom’un kalbinde bir şey çatladı. O çatlak, yılların ağırlığını taşıyan bir kırılmaydı. Bloom, Valtor’un nedenini anlayabiliyordu.

Valtor, onun adına günaha batmıştı. Bu, bir koruma eylemi miydi, yoksa sahiplenmenin en son, en vahşi biçimi mi?

Bloom’un gökyüzündeki ateşi, ilk defa bir şefkatin nemiyle buharlaştı. Hafifçe aşağı doğru süzüldü ama hâlâ havada asılıydı; ayakları yerden iki - üç metre yukarıdaydı. Aşağı inmeye cesaret edemiyordu.

Yer, az önce Valtor'un kılıcının bıraktığı kanın koyu, yapışkan gölüne dönmüştü. Eğer ayaklarını dahi o lekeye dokundurursa, sadece ihanet değil, ihanetin en utanç verici biçimi olacaktı. Valtor'un amacını reddetmek, ona, sana ihtiyacım yoktu demek anlamına gelirdi.

Gözleri, Valtor’un siluetine kilitlenmiş, bir yaprağın sonbahar rüzgarıyla süzülüşü gibi, titrek ve narin bir hareketle havayı yardı. Kırmızı saçları, alçalışının yarattığı minik rüzgârla dalgalanıyordu.

Zaman, bu ikisi arasındaki boşlukta eriyip kaybolmuştu.

Bloom, son birkaç adımı havada kayarak aldı. Ayakları, kristalin mor titreşimleriyle aydınlanan kanlı toprağa milimler kala durdu. Artık tamamen Valtor’un önündeydi; boyları neredeyse eşitti. Gözlerinin duvarları, aşk ve merhametin gözyaşını tutuyordu.

Valtor hareketsizdi. Kanla kaplıydı. Kılıcı hâlâ elinde, başı yukarıda. Bu zaferin ağırlığı, omuzlarına inmiş gibiydi ama yüzü hâlâ o soğuk, mesafeli sakinliği koruyordu.

Bloom’un narin eli yavaşça kalktı. Parmak uçları, tereddüt dolu bir anın ardından Valtor’un keskin, kemikli yüzüne, kanla lekelenmiş yanağına dokundu.

​Dokunuş, bir şok dalgası gibiydi. O kadar nazik, o kadar beklemedikti ki, Valtor’un kasları istemsizce gerildi. Yüzündeki o kan kırmızısı lekeler, Bloom’un parmaklarının altından bir gölge gibi uçuşmaya başladı. Bloom'un sihrinin minik, altın kıvılcımları, kan parçacıklarını yakaladı ve onları havada saf enerjiye dönüştürdü. Sadece bir dokunuşla, onun kirini temizliyordu.

Bloom’un gözleri, bu arınma anında acı dolu bir empatiyle doldu. Yanaklarındaki lekeler uçup giderken, Valtor’un alnındaki ve kirpiklerinin ucundaki her bir kan damlası, Bloom’un kalbine saplanıyordu.

Ona acıyordu. Ona, bu kadar ileri gitmesine izin verdiği için acıyordu.

"Valtor..." fısıltısı, parçalanmış bir cam sesi gibiydi. Adı, dudaklarından bir itiraf gibi süzüldü. Gözyaşları, duvarları aştı ve sıcak bir akışla yanaklarından aşağı süzüldü. Bu, korkudan ya da yenilgiden dökülen gözyaşları değildi; bu, senin için endişelendim, ne yaptığını anlıyorum. sözlerinin sessiz çığlığıydı.

Parmakları, şimdi Valtor’un temizlenmiş, soluk ve ince derisinde geziniyordu. Gözleri kapandı.

O anda, kanlı meydan, gerideki insanlar, hatta havada asılı duran Erethel Kristali de kayboldu. Sadece o ve Valtor vardı.

Yavaşça yükseldi, dudakları Valtor’un dudaklarına yaklaştı. Bu bir öpücük değildi; bu, kırık ruhların birleşme anıydı. İki alevin, en nihayetinde, karşı konulmaz bir çekimle bir araya gelişiydi. Dudakları birleştiğinde, ortamdaki tüm gerilim bir anda çözüldü. Valtor’un sert, soğuk dudakları, Bloom’un sıcaklığıyla birleşince, sanki donmuş bir nehir çözülüyordu.

Valtor’un boşta duran sol eli, kılıçsız olanı, tereddüt etmeden, kararlı ama inanılmaz derecede nazik bir hareketle Bloom’un ince belini kavradı. Pençelemedi, baskı uygulamadı; sadece tuttu. Tıpkı bir yuvayı, bir sığınağı bulmuş gibiydi.

Eli, Bloom’un sıcak derisine kenetlenmiş, onu kendisine çekiyordu. O tutuşta, tüm zaferler, tüm karanlık hırslar, bir anlığına yerini basit, saf bir arzuya bıraktı: onu yanında tutma arzusuna.

Öpücük uzadı. Bloom'un dudakları, ona acı veren karanlığı, onun kanlı eylemini, affediyordu. Valtor'un dudakları ise, ondan beklediği tek şeyi, kabulü, alıyordu.

​Bloom ve Valtor’un dudaklarının teması, kanlı meydanın üzerindeki sessizliği yutan, görünmez bir yemin gibiydi. Zaman, o birleşmede hem durmuş hem de sonsuzluğa uzanmıştı.

Bloom’un kolları, Valtor’un omuzlarına nazikçe dolanmış, ateşi, ateşini harmanlıyordu. Valtor’un belindeki tutuşu ise, onun dünyayı yenen gücüne karşı tek teslimiyet noktasıydı.

Nihayet, Bloom yavaşça geri çekildi. Öpücüğün yarattığı şok, geride donuk, sıcak bir karıncalanma bırakmıştı. Gözleri, ilk kez, içinde hiçbir ikilem olmadan Valtor’un gözlerine baktı. Okyanus mavisi ve alev kırmızısının kesiştiği yerde, bir anlayış parıltısı vardı.

Geri çekilirken, elini Valtor’un yüzünde tutmaya devam etti. Parmak uçları, sanki o anı bir daha kaçırmak istemiyormuş gibi, çene hattını takip etti. Ardından, eli usulca düştü.

İki figür, şimdi, meydanın merkezinde, havada asılı duran Erethel Kristali’nin mor titreşimleri altında, birbirlerinden bir nefes uzaklığında duruyordu. Aralarındaki boşluk, az önce paylaştıkları yoğunlukla doluydu.

Sessizlik... O kadar kalındı ki, havayı bir bıçak gibi kesiyordu.

Winx, Trix, Işık Askerleri ve halk... Hepsi, nefeslerini tutmuş, sadece bu iki figüre kilitlenmişti.

Kanın kokusu, tozun ağırlığı ve kristalin garip, canlı mor ışığı, bu sessizliği daha da keskinleştiriyordu.

Ve sonra...

Sarsılmış halk kalabalığının en arkasından, çekingen, tek bir alkış sesi yükseldi.

​Sanki bir damla su, durgun bir gölün yüzeyine düşmüştü. Herkesin bakışları, sesin geldiği yöne döndü. Yaşlı, yıpranmış bir adamdı bu. Gözleri yaşlıydı ama yüzünde, yıllardır ilk kez gördükleri bir umut pırıltısı vardı.

​Hemen ardından, tekil alkış, bir ikincisine, sonra üçüncüsüne dönüştü. Tereddüt, yavaş yavaş çözülüyordu. Bu alkışlar, ne Valtor’a duyulan sevgi, ne de onun eylemlerine duyulan hayranlıktı. Bu, Konsey’in zalim boyunduruğunun son buluşuna verilen bir tepkiydi. Bu, kurtuluşa, özgürlüğe verilen bir yanıttı.

​Alkışlar, birkaç saniye içinde bir şok dalgasına dönüştü.

​"Konsey düştü! Özgürüz!"

​"Valtor… Teşekkürler!"

​Korku ve endişe, yerini ani, taşkın bir rahatlama seline bıraktı. Yüzlerce yıllık sömürge sona ermişti.

Bunu yapan kişi, halkın kılıçlarını çekmeye korktuğu, karanlık bir figürdü. O bir kahraman değildi, ama eylemi, onları kurtarmıştı.

​"Yaşa, Valtor!"

Naraları, meydanı doldurmaya başladı. Her ne kadar bu, onun adını anmak anlamına gelse de, bu haykırışlar aslında kendi kurtuluşlarına atılan çığlıklardı.

​Işık Askerleri, önde duran mızraklı bölük, ilk başta tepkisizdi. Komutanları Bloom'un adamıydı ve bu genç Komutan, Tharion, mızrağını ritmik bir sesle kanlı toprağa vurdu.

Bu, bir itaatsizlik eylemi değildi; bu, yeni bir düzene verilen, kararlı bir destekti.

​Diğer askerler de onu takip etti. Mızraklar, peş peşe toprağa vuruldukça, meydan ritmik bir destek sesine dönüştü.

​Valtor, bu ani sevgi ve takdir selinin ortasında, yüzünde hiçbir duygu belirtisi olmadan duruyordu. Gözleri, Bloom’un gözlerinde kilitli kalmıştı.

Bu alkışlar, bu destek naraları... Bunlar onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. O, ne alkış için ne de takdir için savaştı. Onun amacı, Bloom'un amacıydı.

​Bakışları, Bloom’a, sonra arkasındaki titreyen kristale kaydı. Zafer, onun için zaten oradaydı. Halkın hisleri... Bu, ikincil ve önemsiz bir gürültüden ibaretti.

​Bloom, mızrakların ve alkışların ortasında, Valtor’un bu umursamazlığını anladı. Onu, bu yüzden seviyordu. Zira Valtor, bu eylemi ne şan ne de zafer için gerçekleştirmişti. Tek motivasyonu, Bloom’u, günaha batmış bu yolda yürüme zorunluluğundan kurtarmak, onun adına kendini kirletmekti.

Bloom, Valtor'un umursamazlığını bir zafer nişanesi gibi kucakladı. Onun karanlık ruhunun, dış onay için yalvarmaması, onu daha da erişilmez, daha da kendi kılıyordu. Bu, onu Valtor'a çeken o vahşi, saf sadakatin kanıtıydı. O, dünyaya değil, Bloom’a aitti.

Valtor, başını hafifçe, gökyüzünde asılı duran Erethel Kristali’ne çevirdi. Bu, bir komut vermekten çok, yeni Efendisinin emriydi. Kristal, emri sessizce algıladı.

Mor ışığı titreşerek, sanki bir kalp atışı hızlanıyormuş gibi ritmini artırdı ve ardından hızla küçülerek, Valtor’un ellerine doğru süzüldü.

​Kristal, Valtor’un avuçlarının hemen üzerinde durdu.

Valtor’un yüzündeki ifade, şimdiye kadarki soğuk sakinliğini yitirdi; yerine, daha önceden dünyaya gösterdiği bencil ve güç arzusuyla dolup taşan ifadesini sundu.

​Valtor, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Bedenini çevreleyen karanlık enerji, kristale doğru aktı.

Kristal, yüzyıllardır yıkılmış krallıklardan, yok edilmiş medeniyetlerden ve yozlaşmış Konsey’in açgözlülüğünden, Obsidyen Boyutundan topladığı sihrin tortusuyla doluydu.

​Valtor’un bedeninden yayılan mor ışık, kristalin içindeki hapsedilmiş enerjiyi çekmeye başladı.

​Bloom, o an dehşetle kasıldı. Gözleri, kristalin içinden akıp giden sayısız sihir akımını görüyordu.

Bu, muazzam bir güçtü ve Valtor, bu gücü özümsemek üzereydi. Bedeni, Kristalin içindeki karanlığı, Obsidyen Boyutuna ait güç kalıntılarını içine çekiyor ve geri kalan büyüleri; bu boyuta, yıkılmış krallıklara ait olan büyüleri ait oldukları yere gönderiyordu.

Bloom, Valtor'un bu karanlığı özümsemesine karşı çıkmak ve sessiz kalmak arasında gidip gelirken kalbinde yankılanan ses, tüm şüphelerini susturdu: O, benim için günah işledi. Kendi karalarını, kendi vermeli.

Sonunda, Erethel Kristali, Valtor’un avuçlarında bir parıltı halinde eridi. Mor ışık, onun derisine, kemiklerine ve ruhuna işledi. Artık kristalin gücü, Valtor’un ta kendisiydi.

​Valtor’un gözleri açıldığında, ifadesi öfkesini, hırslı ateşini, öz benliğini en gözalıcı şekilde yansıtıyordu.

Bloom’un gözleri doldu. Kendini artık onu yargılama hakkına sahip hissetmiyordu. Onun yanında duracaktı; her ne kadar karanlık olsa da.

Bloom, bakışlarını Valtor’dan ayırdı ve kalabalığa döndü. Halkın ve askerlerin gürültüsü, onun bu ani hareketle getirdiği sessizliğin karşısında anında duruldu.

​Bloom’un sesi, Ejder Ateşi’nin gücüyle yükseldi; ne yumuşak ne de sertti, kararlı ve yanılmazdı. "Işık Askerleri!"

Mızraklarını yere vuran ritmi durduran askerler, anında dik duruşa geçtiler.

Komutanları Tharion, önde, kılıcının kabzasına kenetlenmiş bir halde emir bekliyordu.

"Konsey Binası’da, ait olduğu krallıklardan çalınmış ne varsa; hepsini ait oldukları yerlere iade edin."

​Bloom’un sesi sertleşti, bakışları binanın yanan kalıntılarına kaydı. "İade bittikten sonra..." Bir an duraksadı. Bu, geçmişle aralarına çekilecek kesin çizgi olacaktı. "...Bu binayı yerle bir edin. Tek bir taş, tek bir kalıntı dahi ayakta kalmayacak. Konsey’in varlığına dair hiçbir iz bırakmayın. Bu mekânı, tarihten silin!"

Emir, askerlerin arasında güçlü bir kabulleniş dalgası yarattı. Tharion, gür bir sesle onayladı. "Emredersiniz!"

Bloom, bir adım ileri çıktı. Valtor, onun hemen arkasındaydı; bir gölge değil, arkasındaki kaynak gibiydi.

"Bugünden itibaren!" Bloom’un sesi, meydanın her köşesinde yankılandı. "Krallıkların himayesinde, yozlaşmış bir 'konsey' adı altında yürütülen baskı sona erecek."

"Bundan böyle, sihirli boyutlar tek bir otoritenin, tek bir kararlılığın himayesiyle yönetilecek." Bloom’un bakışı, insanları delip geçiyordu. "İnsanlar köle değildir. Hiç kimse, gücünü ya da mevkiini başkalarının benliğini ve haklarını süistimal etmek için kullanamaz. Krallıklar, halklarına hizmet etmek için vardır, onları sömürmek için değil. Her kim olursa olsun, gücün ya da kanın ardına saklanıp bu yeni düzene karşı gelmeye kalkarsa..."

Valtor, Bloom’un yanına, neredeyse omuz omuza gelecek şekilde yürüdü. "...Sonu, şüphesiz aynı olacaktır," diye tamamladı Valtor’un soğuk sesi. Bu, bir tehditten çok, bir kanun ilanıydı.

Bu an, hem halk hem de Winx için sarsıcıydı.

Bloom, kendi otoritesini, Valtor'un karanlık gücüyle mühürlüyordu. Onlar artık sadece sevgili değil, aynı tahtı paylaşan, aynı amaca hizmet eden kader ortaklarıydı.

​Işık Askerleri, Konsey Binası’na doğru hareketlenirken, Komutan Tharion, küçük birliğiyle geri döndü. Askerler, dört eski ve tanınmış figürü önlerinde yürütüyorlardı.

Bulutlu Kule Müdiresi Griffin, yüzünde yorgun ve keskin bir ifadeyle yürüyordu. Kılıç Ustası Hugn, başı eğik, pişmanlığı tüm vücuduna sinmişti.

Onlar, devrim sürecinde Konsey’in baskısına karşı gelerek Bloom’un safına geçmiş, kısmen de olsa sadakatlerini kanıtlamışlardı.

Ancak arkalarındaki iki figürün durumu farklıydı.

Kızılçeşme Müdürü Saladin ve Alfea Müdiresi Faragonda.

Saladin’in yüzünde hâlâ kibirli bir meydan okuma vardı; Faragonda’nın ise yaşlı yüzü, derin bir hayal kırıklığı ve korkuyla kaplanmıştı.

Bu iki figür, 'Işık Ortaklığı' adı altında Sparks Kralı Oritel'e ihanet eden, savaştan kaçan ve en son ana kadar Konsey safını açıkça tutan kişilerdi.

Onların ihaneti, yeni düzenin başlangıcında temizlenmesi gereken en büyük lekeydi.

Tharion, dört kişiyi de Bloom ve Valtor’un önüne dizdi ve saygıyla eğildi. "Ejderha Varisi," dedi. "İhanet edenler, huzurunuzda."

Bloom’un bakışı, Faragonda’ya ve Saladin’e kilitlendi. Gözlerinde ne öfke ne de nefret vardı; sadece, zorunluluk vardı.

Bu yeni düzen, bir lütufla başlayamazdı; bir yargı ile mühürlenmeliydi.

Bloom, Tharion’a döndü. "Griffin ve Hugn’ın affedilme koşulları bellidir. Devrime hizmetleri kabul edilmiştir. Cezaları: Bulundukları tüm mevkilerden men edilmeleridir. Alfea, Kızılçeşme ve Bulutlu Kule’de hiçbir otoriteye sahip olamayacaklardır. Özgürdürler, ancak hizmetleri sonsuza dek bitmiştir."

Griffin ve Hugn, hafif bir rahatlama ile başlarını eğdiler. Cezaları ağırdı ama hayattaydılar.

Bloom, bakışlarını Saladin ve Faragonda’ya çevirdi.

Valtor, bir adım öne çıktı ve onun varlığı, cezayı daha kaçınılmaz hale getiriyordu.

"Saladin, Faragonda." dedi Bloom. Sesi, bir buz kütlesi gibiydi. "Siz, Konsey’in gölgesinde saklandınız. En çok ihtiyaç duyulduğu anda savaştan kaçtınız. Yüzlerce yıl süren baskının devam etmesi için açıkça Konsey’i tuttunuz."

Bloom, başını kaldırdı. Merhamet yoktu. "Cezanız bellidir."

Valtor, elini uzattı. Mor ışık, havada yayıldı. Işık, doğrudan Faragonda ve Saladin’in göğüslerine, güçlerinin merkezlerine odaklandı.

"Güçleriniz..." dedi Bloom, sesi bir hüküm gibi kesindi. "Sizlerden alınacak."

Mor ışık, iki yaşlı figürü sarmaladı. Faragonda’nın yüzünde, büyük bir ıstırap belirdi; sihirli özünün, vücudundan zorla sökülüp alındığını hissetti. Güçlerinin çekilmesi, onları sadece yaşlı ve yorgun bedenlere indirgedi. Işık Ortaklığı’nın bu iki kilit ismi, bir anda tüm ihtişamlarını kaybetti.

Bloom’un gözleri keskindi; tek bir şüphe veya duygu belirtisi yoktu kalbinde.

​Bloom, Tharion’a son emri verdi. "Ve bu ihanetin bedeli olarak, Omega Boyutu’na hapsedileceksiniz. Sonsuza kadar."

​...

Gece saatleriydi. Dışarıdaki gökyüzünü kaplayan ayın soluk ışığı, Valtor'un Bulutlu Kule'deki yatak odasına sızıyordu.

Bloom, Valtor’un güçlü ve sıcak kolları arasından usulca sıyrıldı. Yumuşak ipek çarşaflar hafif bir hışırtıyla yer değiştirdi. Hâlâ uykunun derinliklerinde olan Valtor’u uyandırmamaya özen göstererek yataktan indi ve çıplak ayakları soğuk zemine dokundu.

Vücudu nedensizce içeriden yanıyormuş gibi hissediyordu. Hava almanın, teninin serin bir esintiyle buluşmasının anlık bir rahatlama sağlayacağını umarak odanın geniş balkonuna doğru yürüdü. Kapıyı sessizce açıp dışarı adım attı.

Balkonun korkuluklarına yaslandığında, içeriden gelen ılıklığın aksine gecenin serin, nemli havası ciğerlerine doldu.

Derin bir nefes aldı.

Gözleri, karanlığın içinde belirginleşen muhteşem manzaraya takıldı: uzakta gürleyen bir şelale, kadifemsi ormanların sonsuz silüeti ve başının üstünde parlayan, milyonlarca kristal gibi ay ve yıldızlar...

Oysa bu nefes alışverişi, içindeki karmaşayı çözmekten uzaktı.

Bloom, her şeyin nihayete ereceği bu an geldiğinde, kalbinde büyük bir zafer çığlığı ya da tarifsiz bir mutluluk hissedeceğini düşünmüştü. Süren bu mücadelenin, verilen kayıpların ve fedakârlıkların ardından gelen Konsey'in düşüşü; bu, hayatının en önemli dönüm noktasıydı.

Tüm o kaos ve korku bittiğinde, yerini saf bir sevinç almalıydı, değil mi? Ama ne zaferin ateşi ne de mutluluğun sıcaklığı vardı. Hissettiği şey, tuhaf bir boşluktu.

Sanki canla başla koştuğu o uzun, zorlu yarışın bitiş çizgisine ulaşmış, ama o çizgiden sonra artık nereye gideceğini bilemeyen yorgun bir ruh gibiydi. Amacın, savaşın ve mücadelenin yarattığı o büyük boşluk, beklenmedik bir ağırlıkla göğsüne oturmuştu. Bu, bir yenilgi duygusu değildi ama kesinlikle beklediği galibiyet coşkusu da değildi.

Sadece... durulmuş bir göl gibi, ne kıpırtı ne dalga... yalnızca donuk bir dinginlik hakimdi.

Tam bu kafa karışıklığı içindeyken, sırtından başlayıp ensesine yayılan tanıdık, güçlü bir sıcaklık hissetti. Bir anlık irkilme yerini anında bir güvene ve derin bir huzura bıraktı. Yüzüne istemsiz bir gülümseme yayıldı.

Kendi yansıması gibi hissediyordu bu sıcaklığı; ona ait, onu tamamlayan bir parça gibi.

Sert, büyük kollar etrafını nazik ama kararlı bir şekilde sardı. Valtor, uyanmış ve onu takip etmişti. "Umarım beni yatakta bırakmanın gerekli bir açıklaması vardır,

Bloom." diye fısıldadı Valtor, sesi uykudan henüz sıyrılmış, kadifemsi ve derindi. Çenesini Bloom'un omzuna yasladı, sıcak nefesi narin boynunu okşuyordu. "Biliyorsun, ben kıskanç bir adamım ve sen, benim yerime bu balkonu tercih ediyorsun."

Bloom, başını hafifçe geriye, Valtor'un omzuna yasladı, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. "Bu evrende sana tercih edeceğim hiçbir şey yok, Valtor." diye mırıldandı, sesi cam gibi kırılgandı. "Ama sanırım... sadece nefes almak istedim. Ya da belki de," sözleri havada asılı kaldı, manzaraya dalıp gitti.

Valtor, onu daha da sıkı sararak cevapladı. Vücutlarının birleştiği her noktadan, Bloom'un içindeki o yakan boşluğu dolduran, dünyevi olmayan bir güç akıyordu. "Biliyorum," dedi, sesi şaşırtıcı bir şefkatle yumuşaktı. "Bunun normal olduğunu bilmeni istiyorum, aşkım."

Kollarından biri, Bloom'un belini daha sıkıca kavrarken, diğeri yavaşça boynundan yukarı çıktı ve ipeksi saçlarının arasına gömüldü.

"Normal mi? Konsey'i düşürmüşken, hissettiğim tek şey bu boşluk mu olmalı?"

Valtor, başını Bloom'un saçlarına gömdü, kokusunu içine çekti. "Sen, kendini bir amaç için, bir ideal için adadın, Bloom. Düşmanının düşüşü, seni özgür kılan bir zaferdi, ama aynı zamanda hayatının bir bölümünü tanımlayan şeyin de sonuydu. İnsan, büyük mücadeleler bittiğinde kendini sorgular. 'Şimdi ne olacak? Ben kime dönüşeceğim?' diye sorar. Mücadelenin kendisi, çoğu zaman, sonuçtan daha somut ve tanımlayıcıdır. Şimdi amaç gitti... ve geriye sadece sen kaldın. Bu, korkutucudur."

Parmakları, Bloom'un saç tellerinde ritmik, rahatlatıcı daireler çizmeye başladı. Bu basit, sevgi dolu dokunuş, Bloom'un kasılmış omuzlarının yavaşça gevşemesine neden oldu.

"Benim için... yaptığın şey..." diye fısıldadı Bloom, sesi alçalmıştı.

Valtor hafifçe gülümsedi. "Benim amacım seni kazanmaktı, tüm bunları seninle paylaşmaktı. Benim için zafer, bu gece, seninle uyanmakla başladı. Bu, yeni bir başlangıçtı, sadece ne yöne gideceğini henüz bilmiyorsun."

Valtor, Bloom'u yavaşça kendine çevirdi. Gözleri, ay ışığının aydınlattığı yüzünde buluştu. Ateşli turuncu saçları rüzgarda hafifçe dalgalanıyordu.

"Şu anki amacın ne olmalı biliyor musun?" diye fısıldadı, sesi bir sır gibiydi.

Bloom, merakla başını salladı, mavi gözleri Valtor'un koyu, delici bakışlarına kilitlenmişti.

Valtor, ellerini Bloom'un yüzüne koydu, avuç içlerinin sıcaklığı yanaklarını yakıyordu. Başparmakları, yumuşakça elmacık kemiklerini okşadı. "Şu anki amacın... hissetmek olmalı."

Vücutları birbirine çok yakındı. Valtor, Bloom'un yüzünü yavaşça kendine doğru çekti, aralarındaki mesafe eridi. Beklenti ve arzu havada yoğunlaştı.

Dudakları birleştiğinde Valtor, sanki onun omuzlarındaki tüm o yorgunluğu ve boşluğu emmek istermiş gibi derin ve yavaş öptü.

Öpücük, tutkulu ve güçlüydü ama aynı zamanda yumuşak ve şefkatliydi.

Bloom, bu yakınlaşmaya tüm kalbiyle karşılık verdi, kollarını Valtor'un boynuna doladı. Onun dudaklarındaki bu tanıdık ateş, içerideki soğuk boşluğu yavaşça eritip yerini her şeyi tüketen bir ateşe bırakıyordu.

Valtor, Bloom'u bir an olsun ayırmadan, onu kollarında kaldırıp tekrar içeriye, yatağın sıcaklığına doğru taşıdı.

Valtor Bloom'u yatağın ipeksi çarşaflarının yumuşaklığına bıraktı.

Ay ışığı, pencereden süzülerek odanın loşluğunu yarıyordu ve çiftin üzerindeki havayı altın bir parıltıyla kaplıyordu.

Valtor, Bloom'un üzerine eğildi, ağırlığının bir kısmını kollarına vererek onu ezmemeye dikkat etti. Gözleri, arzu ve derin bir sevgi karışımıyla parlıyordu. "Seni istediğimi biliyorsun, öyle değil mi Bloom?" diye fısıldadı, sesi bu yakınlıkta daha da derindi.

Bloom, kolları hâlâ Valtor'un boynuna sarılıyken onu onaylarcasına mırıldandı.

Valtor, yavaşça geri çekildi, sadece nefes alabilecekleri kadar bir mesafe bıraktı. Nazik ama kararlı parmakları, Bloom'un üzerindeki saten lacivert geceliğin askılarını buldu. İpek kumaş, omuzlarından aşağı doğru kayarken, tenlerinin buluşmasıyla yayılan heyecan, havadaki gerilimi artırdı.

Kumaş beline düştüğünde, Valtor'un gözleri bir anlığına Bloom'un artık özgürleşen vücudunda oyalandı. Ardından, dudaklarını önce Bloom'un narin boyun girintisine bastırdı. Sahiplenici bir öpücüktü, ama aynı zamanda şefkat doluydu, sanki oradaki tüm yorgunluğu ve kafa karışıklığını gidermek ister gibiydi.

Dudakları, bir kelebeğin kanat çırpışı gibi, Bloom'un boynunda izler bırakarak aşağı doğru ilerledi.

Güçlü ellerinden biri, nazikçe göğsüne uzandı, hassas bir dokunuşla etrafını okşarken, parmak uçları titrek bir ritimle Bloom'un nefesini hızlandırdı.

Bu anda, Bloom'un zihnindeki tüm boşluk eriyip gitti. Yerini sadece Valtor'un varlığı, onun sıcaklığı ve dudaklarının izlediği yol dolduruyordu.

Hazdan beli hafifçe kavislenmeye başladı, sırtı ipek çarşaflara gömülürken, kollarını Valtor'un omuzlarına daha sıkı sardı, tırnakları istem dışı kaslı etine hafifçe gömüldü.

Valtor, Bloom'un verdiği tepkiyi bir onay gibi kabul ederek, öpücüklerini daha da cürretkar bir noktaya taşıdı.

Diğer eli, Bloom'un baldırından yavaşça yukarı doğru bir keşif yolculuğuna çıktı, teninin sıcaklığını ve pürüzsüzlüğünü hissederek.

Parmakları, iç uyluğunun belirli noktalarına ulaştığında, Bloom'dan boğuk bir inilti yükseldi.

Valtor, bu inlemeyi fırsat bilerek dudaklarını göğsünden ayırdı ve Bloom'un kendinden geçmiş yüzüne baktı. Mavi gözlerinde artık boşluk değil, her şeyi yutan bir ateş vardı.

Ardından dudakları tekrar birleşti. Bu seferki öpücük, az önceki şefkatin ötesine geçti. Kontrollü bir güçle, Valtor vücudunu Bloom'un üzerine yerleştirdi.

Bloom, onu hissetmek için can atıyordu. Bacaklarını, Valtor'un beline doladı, aralarındaki her boşluğu kapatarak.

Parmakları, Valtor'un ipeksi saçlarında geziniyor, onu daha da yakınlaştırmak istercesine saçlarını çekiştiriyordu.

Valtor, bir elini belinin altına yerleştirdi, onu biraz daha yukarı çekerek bedenini, bedenine yaklaştırdı.

Valtor, Bloom'u bir an olsun dudaklarından ayırmadan, tek eliyle belini kavrarken diğer eliyle hızlıca, pürüzsüz bir hareketle kendi pantolonunun düğmelerini çözdü. Kumaş, yatağın kenarına düştü.

Yavaşça, Valtor, Bloom'un uyluklarını nazikçe iki yana itti, Bloom'un iç uyluklarının hassas kısımlarını okşadı.

Ardından, yavaş, temkinli ve nazik bir hareketle, sertliği Bloom'un en hassas yerine dokundu. Bloom, hafifçe geriye doğru kavis çizerek bir nefesi içine çekti. Valtor, ona acı vermemek, sadece saf hazza odaklanmak istercesine, yavaşça ilerledi.

​İçeriye doğru ilk itiş yavaş ve kontrollüydü. Bloom, gözlerini sıkıca kapattı, dudaklarından derin, boğuk bir inilti kaçtı.

Valtor, gözlerini Bloom'un yüzünden ayırmadan, yavaş ve derin bir ritimle hareket etmeye başladı. Her yavaş itişi, Bloom'un içinde hazza odaklanmış yeni bir dalga yarattı.

Bloom, her harekette içindeki ateşin yayıldığını hissediyordu. Gözlerinden yanaklarına doğru tek bir sıcak gözyaşı süzüldü; bu, bir duygusal yoğunluk anıydı.

Valtor, ritmini koruyarak, Bloom'un fısıltılarını ve hafif inlemelerini dudaklarıyla yakaladı. Onu daha sıkı tuttu, gövdesi Bloom'un gövdesine mühürlenmişti. İkisinin arasındaki her hareket, karşılıklı sevgi ve derin bir arzu ile doluydu.

​Bu duygusal ve tensel birleşme, onları bir zirveye doğru taşıyordu. Bloom'un beli, Valtor'un her itişiyle daha da kavisleniyor, nefesi kesiliyordu. Kalbi, göğsünde deli gibi çarpıyordu.

Çarşafların hışırtısı, iki vücudun birbirine sürtünme sesleri ve boğuk inlemelerden oluşan bir senfoni, loş odayı dolduruyordu.

Valtor, başını Bloom'un boynuna gömdü. Islak öpücükleri ve dişlerinin hafifçe dokunuşu, Bloom'un teninde minik elektrik şokları yaratıyordu. Bu sahiplenici dokunuşlar, Valtor'un Bloom'a olan vahşi ve sınırsız sadakatinin sessiz bir ilanıydı.

İçerideki ritim hızlanıp yoğunlaştıkça, her ikisinin de nefesleri düzensizleşti. Bloom'un dudakları, sessiz, boğuk hıçkırıklar ve kesik kesik inlemelerle aralandı. Mavi gözleri, hazzın ağırlığı altında kapalıydı; göz kapaklarının titrek hareketleri, içerideki fırtınanın şiddetini gösteriyordu.

​Valtor, Bloom'un tepkisine odaklanmıştı. Onun yüzündeki her ifade, her inilti, gücünü ve arzusunu daha da artırıyordu. Gözlerindeki koyu, delici bakış, bir anlığına zayıfladı ve yerini, bu yoğun birleşmeden doğan saf, tüketici bir şefkat aldı.

O, bu kadını seviyordu ve bu eylem, onunla paylaştığı kaderin en tatlı mührüydü.

Bölüm : 29.10.2025 06:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...