24. Bölüm

Ateş ve Kalbin Şarkısı

LEZZA
_vandes_

Ay ışığı odanın ağır perdelerinden sızarak beyaz mermer zeminde solgun bir iz bırakıyordu. Mumlar, titreyen alevleriyle duvarlara dans eden gölgeler düşürüyordu.

Bloom, ince saten geceliğinin arasından boynuna değen serin havayı hissederken, Valtor’un kucağında oturuyordu.

Adamın göğsü, yarı açık gömleğinden belli belirsiz görünüyor; sol eli Bloom’un baldırında ağır ağır dolaşıyor, parmakları sanki bilinçli bir büyü gibi kadının bedenini saran sıcak bir alev yayıyordu.

Valtor’un diğer eli, üzerinde solgun mürekkep lekeleri olan bir parşömeni sıkıca kavramıştı.

Sessizlikte Bloom’un sesi yankılandı; yumuşak ama kararsız, masumiyetin arkasına saklanmış bir merakla. “Bazı büyüler doğrudan ruhu hedef alıyor. Karanlık, yalnızca güç değil… aynı zamanda açlık. Kullanıcıya ait olmayanı da çekiyor, sahipleniyor.”

Sözleri, odanın havasını biraz daha ağırlaştırdı. Valtor başını hafifçe eğip dikkatle dinledi. Gözlerinde ciddiyet vardı, dudak kenarında belli belirsiz bir kıpırtı, hem merak hem de tehlikeli bir keyif.

“Devam et,” dedi sesi derin ve buyurgan bir tonla. “Bu büyüleri bu kadar özel kılan nedir sence? Onları sadece yıkım olarak mı görüyorsun, yoksa başka bir şey mi?”

Bloom, gözlerini kısa süreliğine parşömendeki yazılardan kaldırıp onun bakışlarına kilitlendi. Kalbinde bir çarpıntı, boğazında düğümlenen bir nefes. Dudakları aralandı, sanki büyülerin cazibesini kendi içinde tartıyormuş gibi. “Onlarda… tuhaf bir güzellik var. Tehlike ile birleşen bir çekim. Karanlık, insanı korkuturken aynı zamanda içine çekiyor. Bir kere baktığında, bir daha gözlerini çeviremiyorsun.”

Valtor’un parmakları Bloom’un baldırında biraz daha yukarı kaydı, ama hareketi hâlâ nazikti, neredeyse dikkatini dağıtmamak istercesine.

“Bu, fazlasıyla tanıdık, Bloom.” diye fısıldadı. "Madem bu konuyu açtın," diye devam etti sözlerine ve elindeki parşömen, büyüsüyle havalanıp odanın diğer köşesindeki çekmeceye yerleşti. "Uzun zamandır sormak istediğim bir şey var."

Bloom’un parmakları, farkında olmadan geceliğinin ince kumaşını sıkıca kavradı. Sessizlik, boğucu bir şekilde uzadı.

Valtor’un dudaklarından sessiz bir cümle döküldü. “Ember’ın kılığına büründüğün gün, Darcy’e karşı kullandığın o büyü, kan büyüsü... Bloom, bunu nasıl, nereden öğrendin?”

Bloom’un kalbi bir an için sertçe çarptı. Yutkundu, gözleri hafifçe kaçamak bir şekilde odanın loş köşelerine kaydı. Vücudu, Valtor’un sıcak elinin teninde bıraktığı izlerle yanarken, zihni soğuk bir ürpertiyle dolmuştu.

“Ben…” Sesinde kararsızlık vardı. “B-bu...”

Valtor’un kaşları hafifçe çatıldı, ama yüzünde sabırlı bir ifade kaldı. Parmakları Bloom’un baldırında gezinirken, temasını hiç kesmedi; sanki cevabını daha da zorlamak için nazik bir güven kuruyordu.

“Bloom,” dedi yavaşça. “Kan büyüsü, yalnızca karanlığın en eski öğretilerini bilenlerin kullanabileceği bir sanattır. Bu büyüyü bilen kişiler... İsimlerini dahi anmak istemediğim kişiler.”

Bloom’un boğazında düğümlenen bir nefes, dudaklarının arasından sessizce kaçtı. İçinde biriken gerginlik, omuzlarını hafifçe kasmıştı.

Bloom’un dudakları titredi, bakışları Valtor’un gözlerinden kaçıp yeniden ona dönerken yanaklarından ince bir yaş süzüldü. Önce tek damla, sonra diğerini çağıran çaresiz bir sel gibi…

Valtor’un parmakları durdu, teninde hâlâ sıcaklığını bıraksa da artık hareketsizdi. Gözlerindeki kıvılcım, merakla birlikte öfkenin gölgesine büründü. Ama bu öfke, Bloom’a karşı değil; onun canını yakmaya cesaret eden her şeye karşıydı.

“Bloom,” dedi, sesi bu kez daha nazik, daha sert. “Bana bak.”

Bloom başını yavaşça kaldırdı, gözlerinden yaşlar hâlâ süzülüyordu. Dudaklarından neredeyse boğuk bir fısıltı döküldü. “Çok acıyordu… O kadar çok ki… Bedenim… ruhum… her şeyim parçalanıyor gibiydi.”

Sesi kırık, neredeyse bir itiraf gibi yankılandı.

Valtor’un eli bu kez baldırından ayrıldı, parmak uçları Bloom’un çenesine dokunarak yüzünü kendine çevirdi. Bakışları sertti, ama o sertliğin altında kıskıvrak zincirlenmiş bir öfke yatıyordu.

“Sakın, bana...” dedi dişlerinin arasından, sakin görünmeye çalışsa da sesindeki keskinlik saklanamazdı. “Kim yaptı sana bunu?"

Bloom başını sağa çevirdi, sanki dudaklarından dökülmek üzere olan ismi söylemek, nefesinden bile ağır geliyordu. Omuzları titredi, gözyaşları durmadan süzülürken geceliğinin yakasına düşüyordu.

Valtor’un parmakları çenesinden kayıp yanaklarını sildi, ama gözlerindeki alev daha da büyümüştü. Nefesi sertleşmişti.

“Bloom,” dedi karanlık bir yemin gibi, fısıltısı dudaklarının arasından keskin bir kılıç gibi çıktı. “Bu büyüyü senin üzerinde kullanan, o şerefsiz miydi?”

Bloom’un gözlerinde korkunun gölgesi belirdi, dudakları titredi, gözleri yeniden Valtor’unkilerle buluştu. İçinde saklamaya çalıştığı acı, gözyaşlarıyla birlikte artık taşmıştı. Nefesi titrek bir fısıltıyla döküldü. “Evet…” dedi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısık. “Lord Darkar.”

Söz, odanın karanlığında bir yemin gibi yankılandı. Söylenir söylenmez Bloom’un bütün bedeni yeniden titredi; geceliğinin ince kumaşı altında omuzları hafifçe sarsılıyor, gözlerinden boşalan yaşlar sanki içini yakıyordu.

Valtor’un yüzü karardı. Çenesinin hattı gerildi, gözlerinde parlayan kızıl kıvılcım bir alev topuna dönüştü. Parmakları hâlâ Bloom’un yüzünde, yanaklarına dokunuyordu; ama o dokunuşun ardında, zor dizginlenmiş bir öfkenin kasveti vardı.

“O, şerefsiz,” diye hırladı, sesi derin ve uğursuz bir yankı gibi. “Sana dokunan… buna cüret eden… o aşağılık.”

Bloom, başını göğsüne yasladı, gözleri kapanmış, hâlâ sessizce titriyordu. Ama Valtor, onun bu kırılganlığını gözetirken bile öfkesini bastıramıyordu. Kolları Bloom’u sarmıştı, ama bakışları çoktan odanın ötesine, hayali bir düşmana çevrilmişti.

“Darkar,” dedi dişlerinin arasından sıyrılan bir fısıltıyla. Onu paramparça edecekti. Zamanın ötesinden gelmesi veya yenilemez olması, umurunda değildi. Onunla bağ kuram tüm büyüleri tek tek sökecek, kanını kurutacaktı. Onun ruhunu, Bloom’a yaşattığından bin kat daha fazla acıyla lime lime edecekti.

“Bunun bedelini ödeyecek. Onu senin gözlerinin önünde yok edeceğim. Bir daha kimse sana dokunamayacak.”

Bloom gözyaşları arasından başını kaldırdı. "Ama, o çoktan..."

"Hayır..." diye gısıldadı Valtor öfkeyle. "O yaratık Ejderha Ateşinin karşıt gücü, tam olarak yok olması imkansız."

Valtor’un bakışlarındaki alev, bir intikamın değil, onun kırılganlığını koruma hırsının ateşiydi. Ve o ateş, mumların titrek ışığını bile bastıracak kadar güçlüydü.

Odada sessizlik çöktü; tek duyulan Bloom’un kesik nefesleri ve Valtor’un karanlık yeminlerinin yankısıydı.

Valtor, bir anlığına öfkesinin pençesinden sıyrıldı ve Bloom’un titreyen omuzlarına, gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne odaklandı. İçindeki kızgınlık, hâlâ sıcak ve keskin bir bıçak gibi varlığını sürdürüyordu; ama şimdi öncelik, Bloom’un kırılganlığıydı. Parmak uçları yavaşça yanaklarından kaydı, saçlarını nazikçe aralayarak alnına dokundu.

“Shh… sakin ol,” dedi, sesi hala derin ve gölgeli ama artık bir tehditten çok bir güven vaadi taşıyordu. “Sana zarar gelmeyecek. Artık kimse sana dokunmaya cüret edemez.”

Bloom, başını Valtor’un göğsüne yasladı, titremesi yavaş yavaş hafifledi. Nefesleri hâlâ düzensizdi, ama dokunuşun sıcaklığı, korku ve acısını bir nebze olsun bastırıyordu.

Valtor, ellerini Bloom’un beline doladı, onu daha sıkı sararak kendi kontrolü altına aldı. Öfkesini tamamen serbest bırakmadı; ama içindeki intikam ateşi, gözlerinin derinliklerinde hâlâ kırmızı bir alev gibi parlıyordu.

Bloom, Valtor’un güçlü kolları arasında kendini biraz daha bırakabildi; hâlâ gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama titremesi azalmıştı. Valtor’un nefesi saçlarına karışırken, öfkesinin sıcaklığı ile koruyucu sevgisi bir arada var oluyordu; sessiz bir denge, karanlık ve güven arasında titrek bir çizgi çiziyordu.

“Valtor…” diye fısıldadı, sesi hâlâ yumuşak ama kararlıydı. “Ben yanındayım…”

Valtor, gözlerini açtı; içindeki öfke, bir an için duraklamış, yerine dikkatle Bloom’a odaklanmış bir kıvılcım gelmişti. Bloom’un teniyle temas eden elleri, karanlık enerjisini dengeliyor gibi hissediyordu.

Kadının dokunuşu, öfkesinin kontrolden çıkmasını engelleyen bir fren, aynı zamanda ona güç veren bir bağ gibi işliyordu.

Bloom, nefesini derinleştirerek Valtor’un elini tuttu ve enerjisini, onun dengesizleşen karanlık dalgalarına yönlendirdi.

Valtor’un gözleri karanlık ve tutkulu bir alevle parlıyordu; Bloom’un dokunuşu ve enerjisiyle öfke bir biçimde duruldu, keskin kenarları yumuşadı, ama derinlerde sessiz bir intikam arzusu hâlâ varlığını sürdürüyordu.

Valtor’un kolları Bloom’un etrafında sıkı bir daire çizdi; dudakları Bloom’un alnına dokundu, nefesi sıcak ve karanlık bir rüzgar gibi çarpıyordu. “Sen… benim kıvılcımım...” dedi, sesi karışık bir hayranlık ve arzuyla titriyordu. “Bazen, kendi gücümün altında ezildiğimi hissediyorum… ama sen… sen bu ateşi şekle sokuyorsun.”

Bloom, başını hafifçe kaldırdı, bakışlarını Valtor’un gizemli ve güçlü gözlerine kilitledi. “Senin öfken, seni güçlendiriyor. Sana güveniyorum… hem güçlerini hem de kendini yönlendirebilirsin.”

Valtor, dudaklarının kenarında zarif bir kıvrımla hafifçe gülümsedi; gülümsemesi karanlık ve tehlikeli, ama Bloom’a karşı koruyucu ve sahiplenici bir ifade taşıyordu. “Sen yanımda oldukça… her şey mümkün, Bloom. Seninle… her şeyden geçebilirim”

Bloom’un elleri hâlâ Valtor’un göğsüne dokunuyor, enerjilerini birleştirerek hem onu sakinleştiriyor hem de aralarındaki bağın derinleşmesine izin veriyordu.

Gözleri kapalı, nefesi Valtor’un karanlık aurasına karışmış, ses siz bir ahenk içinde birbirlerini dengeliyorlardı.

“Valtor… yakında buradan ayrılmamız gerekiyor. Artık… gerçekliğe dönmemiz lazım. Sonsuza kadar burada kalamayız.”

Valtor, başını hafifçe kaldırdı, gözlerinde hâlâ o kırmızı kıvılcım dans ediyordu. Dudakları kıvrıldı, ama bu gülümseme hem karanlık hem de gizemli bir oyun gibi parlıyordu. “Gerçeklik…” dedi, sesi alçak ve büyüleyici. “Bundan önce… sana göstermem gereken bir şey var, Bloom.”

Bloom, dudaklarını hafifçe araladı; merak ve hafif bir endişe arasında titreyen bakışlarını Valtor’a kilitledi. “Ne?” diye sordu, sesi hâlâ yumuşak ama kararlıydı.

Valtor, başını hafifçe yana eğip gözlerini kapattı; bir anlık sessizlik, odadaki mum ışıklarıyla dans eden gölgeleri daha da uzun ve derin yapıyordu. Sonra, Bloom’un elini kendi eliyle kavradı ve parmaklarının üstüne nazikçe bir öpücük kondurdu. "Bunun için, hazırlanman gerekiyor."

Bloom’un kalbi hızla çarptı; parmakları Valtor’un elinde titredi. “Hazırlanmak mı?"

... 

Ay gecenin en parlak hâlindeydi. Bahçenin derinliklerinde, alabildiğine uzanan güllerin kokusu havayı dolduruyor, rüzgâr yaprakları hafifçe titretiyordu.

Devasa bahçenin kalbinde yükselen siyah taştan çardak, gümüş ay ışığını içine çekmiş gibi parlıyor, etrafındaki gölette süzülen alev kırmızısı gül yaprakları geceye gizemli bir ihtişam katıyordu.

Valtor, gül asmalarının gölgeleri arasında bekliyordu. Üzerinde siyah, gümüş işlemeli takımı vardı; omuzlarına düşen platin saçları karanlıkla ışık arasında titreşiyordu. Gözleri sabit, derin ve yanıcıydı.

Bloom, ağır adımlarla bahçede ilerledi. Üzerindeki kırmızı, yakutlarla bezeli elbise, geceyi yakarcasına parlıyordu; derin yırtmacı yürüdükçe ışıkla kıvılcımlar saçıyor, kayık yaka omuzlarını açıkta bırakıyordu. Kızıl saçları, omuzlarından beline dökülerek adeta alev gibi dans ediyordu.

Valtor, onu gördüğünde bir an nefesini tuttu, ardından dudaklarının kenarında karanlık ama yumuşak bir gülümseme belirdi.

Bloom, çardağa adım atarken göletteki gül yaprakları dalgalandı, sanki bahçenin büyüsü bile bu karşılaşmaya boyun eğiyordu.

Bloom’un bakışları Valtor’a kilitlendi. Dudaklarında hafif bir kıpırdanma vardı ama kelimeler boğazında düğümlenmişti. O an yalnızca kalbinin hızlı atışını ve etraflarındaki büyülü sessizliği duyabiliyordu.

Valtor bir an hiç hareket etmedi, yalnızca gözlerini Bloom’a sabitledi.

O bakışların içindeki yoğunluk, Bloom’un nefesini kesiyor, kalbini daha da hızlı çarptırıyordu. Dudaklarının kenarında beliren o karanlık ama yumuşak gülümseme, bir davet kadar güçlü, bir hüküm kadar kesindi.

Bloom ne yapacağını bilemeden bir adım daha attı.

Tam o anda Valtor, gölgelerden ileri çıktı ve onu belinden nazik ama kesin bir şekilde kavradı.

Bloom’un gözleri kocaman açıldı, nefesi dudaklarında düğümlendi.

Sonraki an, Valtor’un dudakları onun dudaklarına kapandı. Öpücük, bir fısıltı gibi yumuşak başlamıştı ama birkaç kalp atışı içinde tutkuyla derinleşti.

Bloom, göğsünün içinde çarpan kalbinin göğüs kafesini kırıp dışarı fırlayacağını sandı.

Valtor’un ne planladığını, neyi amaçladığını bilmiyordu ama o anda önemi yoktu: güveniyordu. Ona delicesine, geri dönülmez bir biçimde âşıktı.

Valtor öpücüğü sonlandırdığında, alnını Bloom’un alnına yasladı. Gözlerini hiç ayırmadan, sesini fısıltıyla karıştırdı, ama her kelimesi bu dünyaya ağır gelen bir yankı gibiydi. “Beni büyülüyorsun, Bloom. Her adımınla, her nefesinle beni daha derine sürüklüyorsun. Sana baktığımda, evrenin geri kalanı çöküyor. Gecenin karanlığı bile senin ışığını kıskanıyor.”

Valtor, elini yavaşça Bloom’un belinden çekti. Avucunu açtığında, gölgelerden yükselen kızıl bir alev belirdi. Alev, onun kalbinden koparılmış bir parça gibi çırpınıyor, kıvılcımları Valtor’un damarlarını ışıldatıyordu. Alev yavaşça biçim aldı, altın bir yüzüğün içine mühürlendi.

Yüzüğün üzerinde küçük elmaslar titreşiyor, tam ortasındaki yakut geceyi yakan yıldızlar gibi parlıyordu. Ama en derininde, yakutun gölgesinde gizlenen kıvılcım hâlâ canlıydı.

Bloom’un nefesi kesildi. “Valtor… bu nedir?” diye fısıldadı, sesi heyecan ile hayranlık arasında asılı kalmıştı.

Valtor, yüzüğü parmaklarının ucunda tutarken, gözlerini Bloom’dan hiç ayırmadı. Sesi, gecenin tüm sessizliğini delen bir kararlılıkla konuştu. “Bunu sana sunuyorum, Bloom. Bu yüzük, içinde benim yaşam ateşimden bir parça var. Kalbimden kopardığım, sadece seninle yanmak üzere sana verdiğim kıvılcım.”

Bloom’un nefesi kesildi. Dudakları titredi, gözleri yüzüğün kızıl parıltısında donakaldı. “Sen… bana kalbini mi veriyorsun?” diye fısıldadı. Sesinde hayranlıkla heyecan birbirine karışmıştı.

Valtor yaklaştı, yüzüğü Bloom'un parmağına takarken dudaklarının kenarında karanlık bir gülümseme belirdi. “Evet. Hayatım, artık senin damarlarında akacak. Kalbim, senin kalbinde çarpacak. Ve sen, bana ait olduğun kadar ben de sana ait olacağım.”

Bulutlu Kule

Yemekhane, beklenmedik bir canlılığa sahne oluyordu.

Uzun taş masalar boyunca cadılar oturmuş, gülüşüyor, sihirli ışık toplarını birbirlerine fırlatarak oyunlar oynuyor, bazılarıysa büyülü içeceklerin dumanlı bardaklarını tokuşturuyordu.

Ortam, Alfea’daki neşeli yemekhaneyi andırsa da havası çok daha serbest, çok daha kural tanımazdı.

Gürültülü kahkahaların, büyü kıvılcımlarının ve alaycı sohbetlerin arasında Winx ve uzmanlar masalarında gergin bir sessizliğe gömülmüştü.

Stella, tabağına konmuş tuhaf mor renkli yemeğe burun kıvırdı. Çatalıyla karıştırarak suratını ekşitti. “Buna yemek mi diyorsunuz? Güneşte kurutulmuş yosun mu bu?”

Musa kaşlarını çattı, çatalını tabağa vurdu. “Sürekli şikâyet etme Stella, yemek yemeyi denesen belki karnın doyar. Aç kalmak seni daha da huysuz yapıyor.”

Stella gözlerini devirdi, Musa’ya ters ters baktı. “Huysuz değilim, sadece… bu iğrenç şeyleri yememeyi tercih ediyorum.”

Bu sırada birkaç masa ötede oturan Trix kahkahalarla gülüyordu. Icy, elindeki kristal kupayı kaldırıp Winx’in masasına doğru eğildi. “Ah… prenses yemek beğenmiyor.” dedi, alaycı bir tonda. “Sanırım burada herkesin burnu havada değil, değil mi?”

Stormy, gülüşünü bastıramadı. “Belki de yemekler fazla ‘karanlık’ onun için. O ışıklı diyetine dönmek istiyor olabilir.”

Darcy, daha sakin ama bir o kadar iğneleyici bir sesle ekledi. “Ama şunu kabul edelim… en azından Bloom yemekle değil, başka şeylerle meşgul. Hatta beş gündür gayet keyifli görünüyor.”

Masada bir sessizlik oldu. Musa’nın çatalı elinden kayıp tabağa düştü. Stella’nın yüzü kıpkırmızıya dönmüştü; gözleri Darcy’ye dikildi. “sürekli bundan bahsedip durma Darcy!” diye hırladı. “Sürekli papağan gibi aynı şeyleri tekrar ediyorsun. Valtor’un siz üçünüz arasından birinizi seçmemesine şaşmamalı.”

Icy, kupasını masaya sertçe bıraktı, gözleri Stella’ya kilitlendi. “Dikkat et Solarya prensesi…” dedi buz gibi bir sesle, gözlerinde ince ince parlayan tehdit. “Böyle keskin bir dil, burada uzun süre hayatta kalmanı sağlamaz.”

Brandon, Stella’nın arkasında dikildi; gözleri Trix’e, omuzları gergindi. “Artık yeter. Biz kimseyi tahrik etmek için burada değiliz. Bloom için geldik, ve bu mesele yaklaşan savaşla ilgili.” Sesi kararlı, ama kavgadan kaçınmaya niyetliydi.

Stormy dudaklarını bükse de bir hamle yapmadı; Icy ise hafifçe başını yana eğip sırıttı, keyif aldığı açıkça okunuyordu.

Stella, “senin buzdan tehditlerinden korkacak değilim, Icy. İstediğin kadar bana öyle bak. Biraz daha damarıma basarsan, hak ettiğini aldığından emin olacağım.”

Icy kısık bir kahkaha attı, parmağının ucunda ince bir buz kristali belirdi. “Denemek istersen, sana şov yapmaktan mutluluk duyarım prenses.”

Layla, Stella’nın koluna dokundu. “seni kışkırtmalarına izin verme, Stella. İşleri daha da beter etmeye çalışıyorlar.”

Ama Stella öfkesini bastıramıyordu. “Onlar başlattı Layla. Ben sadece cevap veriyorum.”

Darcy, masasına yaslandı, sesi ipek gibi ama zehirliydi. “Oh, lütfen. Korktuğunuzu bu kadar belli etmeyin.”

Helia, sandalyesini gürültüyle itti, gözlerini Darcy’ye dikti. “Kesin şu saçmalığı, birbirimize katlanamadığımız bir sır değil, en azından bunun için uğraşmayın.”

Stormy, gürültülü bir kahkaha attı, masasının üzerine çıktı. Elleri elektrikle parladı. “Bak hele, kahramanımız prensesi koruyor! Ne tatlı… Ama savaş yaklaşırken böyle pamuk gibi olmak sizi mahveder.”

Stella artık kendini tutamadı, parmaklarının ucunda altın bir ışık patladı. “Senin saçlarını tutuşturmakla başlayabilirim Stormy!”

Uzmanlar bir anda ayağa fırladı. Helia, Brandon'un önüne geçti; Riven yumruğunu sıktı. Yemekhane’deki diğer cadılar tezahürat yapar gibi alkışlıyor, büyü kıvılcımları havada patlıyordu.

Darcy gözlerini daraltıp hafifçe fısıldadı, ama sesi büyüyle yankılandı. “Bloom burada olsaydı, çoktan bizim tarafımızda olurdu. Ve sen, Stella… bir hiç olarak kalırdın.”

Stella’nın yüzü bir anda öfkeyle gerildi. Masada duran mor renkli yemeğe son bir kez tiksintiyle baktı, sonra tabağı öfkeyle kavrayıp hızla Darcy’ye fırlattı. Tabak havada döndü, içindeki yapışkan yemek dalga gibi sıçrayarak Darcy’nin saçlarına ve elbisesine yapıştı.

Darcy anında ayağa fırladı, gözlerinden öfke parladı. “Ah! Seni...” diye tısladı. Elleriyle saçlarına bulaşmış mor karışımı silerken gözlerinden siyah büyü dumanı yükseldi.

Stella masanın üstüne doğru bir adım attı, parmak uçlarında ışık patladı. “Geldiği yerde daha fazlası var, Darcy.”

Yemekhane bir anda kargaşaya sürüklendi. Masalar devrilmeye, cadılar tezahürat yapmaya başladı. Bazıları alkışlıyor, bazıları büyü fısıldıyordu.

Darcy öne doğru yürüdü, elini kaldırarak Stella’ya siyah bir enerji topu fırlattı. Stella son anda kollarını çaprazlayıp altın bir kalkanla büyüyü geri itti. Enerji kalkanın üstünde patladı, kıvılcımlar masalara ve yemeklere sıçradı.

Stormy, çığlık atarak kahkaha attı. “İşte bunu bekliyordum!” dedi ve eline aldığı kızarmış et parçasını Riven’a fırlattı. Et doğrudan Riven’ın göğsüne çarptı.

Riven yumruğunu masaya vurdu. “Sakın beni bu işe bulaştırma Stormy!” dedi ama sesindeki öfke kontrolden çıkmaya hazırdı.

Musa, Stella’ya destek vermek için ayağa kalktı. “Onu yalnız bırakmam!” dedi ve masanın üstündeki su dolu bardağı Icy’nin üzerine fırlattı. Bardağın içindeki su Icy’nin omuzlarına döküldü.

Icy, öfkeli bir kahkaha attı. “Kendi silahımı bana karşı kullanmaya mı kalkıyorsun?” dedi ve su damlacıklarını anında dondurup Musa’ya buz parçaları halinde geri gönderdi. Musa eğildi ama saçlarının ucu buzla kaplandı.

Stella, bu sırada Darcy’ye ışık patlaması fırlattı. Darcy büyüyü savuşturmak için elini kaldırdı, ışık masanın yanındaki yemeğe çarptı ve patlama sonucunda kızıl bir sos havaya sıçrayarak etrafa yağmur gibi yağdı.

Layla, öfkeyle ayağa kalktı. “Yeter artık!” dedi ama başka bir cadı ona kızgın, kaynar çorbayı fırlattı. Layla refleksle suyu büyüsüyle çorbayı kontrol altına aldı ve geri gönderdi. Çorba bir grup cadının üstüne dökülünce ortam daha da karıştı.

Stormy, kahkaha atarak elektrik patlaması gönderdi. “Hadi Stella! Daha parlak bir şey göster!”

Stella öfkeyle bağırdı. “Al bakalım!” ve masadaki bütün tabakları altın ışıkla kapladı. Tabaklar havalanıp birer ateş topu gibi Trix’in üzerine yağmaya başladı.

Darcy ellerini yana açtı, bir gölge bariyeriyle çoğunu savuşturdu ama içlerinden biri Stormy’nin başına çarptı. Yemeğin yapışkan sosu saçlarına bulaştı.

Stormy çığlık attı: “Saçlarım! Bunun hesabını vereceksin!” dedi ve parmaklarından şimşekler yağdırarak Stella’ya saldırdı.

Stella bir masanın üstüne sıçrayarak kaçtı, ışık patlamalarıyla cevap verdi. Yemekhane artık tam anlamıyla savaş alanına dönmüştü. Masalar devrilmiş, yemekler havada uçuşuyor, büyüler çarpışıyor, cadılar koro halinde tezahürat yapıyordu.

Icy, gözlerini Musa'ya kilitleyerek buzdan devasa bir mızrak yarattı. “Şimdi seni donduracağım!”

Musa, gözleri parlayarak karşılık verdi. “Çok beklersin!” dedi ve parmaklarından pembe frekans yayları saçıldı.

Flora, Musa’ya doğru fırlatılan buz sarkıtlarını görünce refleksle ellerini havaya kaldırdı. Anında yemekhane zemininden yeşil sarmaşıklar fışkırdı. Kalın, kıvrımlı sarmaşıklar buz sarkıtlarının önünde örülüp bir duvar oluşturdu.

Buz parçaları sarmaşıklara saplanarak çatırdadı, ardından ince çatlaklar boyunca toz olup döküldü.

Flora nefes nefese, “Musa, dikkat et! Sarkıtlar doğrudan seni hedef alıyor.”

Musa, dudaklarını ısırarak. “Teşekkür ederim Flora.” diye cevapladı.

Icy, gülerek buz kristallerini yeniden çağırmaya hazırlanırken Tecna araya girdi. Kollarındaki sihirli panel aniden açıldı, mor ekrandan holografik semboller yağdı.

Tecna. “Icy’nin enerji çıkışını bozabilirim. Koordinatlarını hesapladım. Musa, Flora, şimdi!”

Elini öne savurdu; pembe-mor dijital ışık parçacıkları Icy’nin büyüsünü dağıtarak kristallerin uçlarını kırdı. Parçalar havada toz gibi çözülüp yere yağdı.

Icy, tiksintiyle tıslayarak. “Ahh, o sinir bozucu zekânla yine işime karışıyorsun, Tecna!” diye karşılık verdi.

O sırada uzmanlar da yerlerinde durmamıştı.

Brandon, Stella’yı korumak için kılıcını çekmişti. Önüne atlayan iki cadının büyü oklarını kılıcıyla savuşturdu; kıvılcımlar havada dans ederken Stella’nın arkasında bir koruyucu gibi durdu.

Brandon. “Arkana bakma Stella, ben buradayım!”

Stella bağırarak, “teşekkür ederim aşkım!”

Helia, daha sakin ama keskin bir tedbirle hareket ediyordu. Çevik adımlarla masaların arasından ilerledi, elindeki kaligrafik fırçası havada çizgiler bırakıyordu. Çizgiler anında keskin enerji bıçaklarına dönüştü ve ona saldıran iki cadıyı geri püskürttü.

Helia, “sakinleşin! Bunu daha fazla uzatmak iki taraf için de iyi olmaz.” diye bağırdı ama neredeyse kimse onu dinlemiyordu ve hatta sözleri tezahürat yapan cadılar arasında sadece kahkahayla karşılık buldu.

Timmy, yemekhane avizelerindeki kristallere nişan aldı. Küçük enerji tabancasından çıkan atışlar, kristallerin frekansını bozdu. Avizeden yayılan titreşim dalgası cadıların etrafındaki gölge büyülerini bir anlığına parçaladı.

Riven çoktan sabırsızlanmıştı. "Eğlenceli görünüyor!"

Nabu, Layla’nın yanında belirmişti. Kollarında dönen sihirli halkaları çağırdı. Halkalar ışıkla örülüp bir cadının saldırısını yakaladı, ardından onu geriye fırlattı.

Nabu gülerek, “sanırım bu akşam biraz dans vakti!”

Layla alayla, “evet, uzun zaman olmuştu!”

Yemekhanede kargaşa giderek büyüyordu.

Büyülerin ışığıyla duvarlar titreşiyor, tabaklar ve bardaklar havada uçuşuyordu. Bazı cadılar tezahürat yaparken, bazıları fırsattan yararlanıp doğrudan Winx’e saldırıyordu.

Stella masanın üstünde ışık patlamaları gönderiyor, Musa frekans dalgalarıyla saldırıları bastırıyor, Flora sarmaşıklarla sürekli savunma yapıyordu.

Tecna ise kontrol ekranlarını açıp ortamın kaosunu analiz ederek ekiplere yönlendirme yapıyordu.

Ama Icy, Darcy ve Stormy hâlâ ayaktaydı; büyüleri giderek daha ölümcül, daha kışkırtıcı bir hâl alıyordu. Yemekhane, artık bir okul yemekhanesinden çok kavgaya girişmiş öğrencilerin karmaşasını hatırlatıyordu. Bu, Bulutlu Kule için yeni bir şey değildi.

Yemekhanede büyüler birbirine çarparken çıkan uğultu kulakları sağır eder gibiydi. Altın ışıklarla buz kristalleri çarpışıyor, sarmaşıklar gölgelerle boğuşuyor, şimşekler masaları parçalayıp kıvılcımlar saçıyordu.

Kaos, tam bir savaş alanıydı… ama giderek herkesin yüzünde garip bir şey belirmeye başladı: keyif.

Stella, masanın üstünde ellerini havaya kaldırarak büyük bir ışık küresi patlattı. Patlamayla birlikte üç cadı geriye devrildi, üzerleri duman içinde kaldı. Cadılar yere düşerken Stella kahkahasını tutamadı.

“Biraz bronzlaşmaya ihtiyacınız vardı!” diye bağırdı, sesinde hem öfke hem eğlence vardı.

Stormy, saçlarına bulaşmış yemekten hâlâ sinirliydi ama Stella’nın kahkahasını duyunca kıkırdamadan edemedi. “Seninle uğraşmak eğlenceli olacak prenses!” dedi, parmaklarından şimşekler yağdırarak masaları hedef aldı. Ama bu sefer Stella son anda eğildi, şimşekler arkasındaki yemek kazanına çarptı. Kazan devrildi, içindeki sıcak yemek dalga gibi yere yayıldı.

Musa, hemen melodik bir frekansla kazanın içindeki sıvıyı havada titreştirdi, sonra parmak şıklatmasıyla kazanı geri yerine dikti. “Sakarlığın bir yetenek sayılıyorsa, Stormy, sen şampiyonsun!” dedi, gözlerinde muzır bir ışıltı.

Stormy, Musa’ya öfkeyle parmağını uzattı. “Sana biraz şok terapisi lazım!” Ama gözlerinin kenarında bir tebessüm belirdi; gerçekten eğleniyordu.

Darcy, Stella’ya saldırı hazırlığındayken Helia’nın çizdiği parlak hatlarla engellendi. Gözlerini kısarak Helia’ya baktı. “Şiirsel kahraman yine sahnede…” dedi alayla. Ama Helia’nın sessiz sakin tavrı bile ortamın kaosuna farklı bir tat katıyordu.

Masadan yükselen gölge dalgalarıyla ışık çizgileri çarpışınca, patlayan kıvılcımlar cadıların tezahüratlarını daha da yükseltti.

“Devam edin!” diye bağırdı bir grup cadı, ellerinde bardaklarla tezahürat yapıyordu. “Bitir işini Darcy!”

Brandon, Stella’nın önüne atlayarak bir saldırıyı savuşturduktan sonra kılıcını masaya sapladı. “Bu iş artık turnuvaya dönüyor!” dedi. Ardından Stella’ya dönüp gülümsedi. “İyi ki senin takımındayım.”

Stella göz kırptı. “İyi ki, yoksa saçlarını yakardım.”

O sırada Tecna, panellerinden yayılan holografik kareleri cadıların üzerine fırlattı.

Enerjiyle parlayan dijital ağlar gölgeleri dağıttı. “Eğlenceli falan diyorsunuz ama bu tamamen kaos!” diye bağırdı. Ama yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti; bilgisayar gibi disiplinli bile olsa, ortamın çılgınlığına kapılmaya başlamıştı.

Layla, elinde su kamçısını salladı, bir cadının ayağına sararak onu düşürdü. “Bunu eğlence diye mi adlandırıyoruz artık?” dedi ama ardından Nabu’nun kahkahasıyla cevap buldu.

“Evet! Dansın tam zamanı!” dedi Nabu ve halka büyüleriyle masaları döndürmeye başladı.

Bir masa, cadıları üzerinde kaydırarak koca bir buz pisti gibi hareket ediyordu. Üstündeki cadılar çığlık atıyor ama düşmek yerine kahkaha atıyordu.

Riven ise Stormy’ye yumruk salladı ama Stormy elektriğini kalkan gibi kullanıp onu geri itti. Riven yere düştü, alnındaki saçlarını geri atıp öfkeyle baktı. “Şaka mı yapıyorsun?” dedi.

Stormy, ellerini beline koydu, kahkahasını bastıramadı. “Bence sen bana şaka yapıyorsun, kaslı çocuk!” dedi. İkisi göz göze geldiğinde kavgadan çok söz düellosuna dönüşmüştü.

Icy, bu sırada Musa’ya yaklaşıp buzdan bir kılıç yarattı. “Bu oyunda kimse eğlenmemeli, ben hariç!” dedi ama Musa çabucak frekans dalgalarıyla kılıcı titreştirdi. Buz kılıç paramparça oldu, parıltılar etrafa dağıldı.

Musa gülerek başını yana eğdi. “Sanırım şarkımı beğenmedin.”

Icy öfkeyle tısladı ama dudaklarının kenarında küçücük bir gülümseme belirdi.

Artık yemekhanede gerçek bir savaşın değil, kontrolsüz bir meydan eğlencesinin izleri vardı. Masalar devrilmiş, tabaklar uçuşmuş, büyüler gökyüzünde havai fişek gibi çarpışıyordu.

Winx ve uzmanlar, Trix ve cadılarla ölümüne değil, neredeyse oyun oynar gibi kavga ediyorlardı.

Çığlıklar, kahkahalar ve tezahüratlar yemekhaneyi doldururken, kimse bu kavgayı bitirmek istemiyor gibiydi. Çünkü herkes, içten içe, bu çılgınlığın tadını çıkarıyordu.

Stella, eline aldığı tabağı öfkeyle kavradı; içinde hâlâ yarısı yenmemiş mor renkli yemek vardı. Gözleri Darcy’ye kilitlendi, dudaklarının kenarında sinirden doğan alaycı bir gülümseme belirdi.

“Bence senin biraz vitamin alman lazım, Darcy!” diye bağırdı ve tabağı bütün gücüyle fırlattı.

Tabak, havada döne döne ilerlerken mor sos etrafa saçıldı. Darcy’nin gözleri bir an büyüdü, gölgeden bir dalga çağırarak hızla geri çekildi. Tabağın kenarı, saçlarının ucundan teğet geçti. Darcy geri sıçrayıp kurtuldu ama tabak yoluna devam etti.

Yemekhanedeki kahkahalar bir anda daha da yükseldi, tezahüratlar arttı. Tabak hızla, doğrudan yemekhanenin kapısına yönelmişti. Tam o sırada kapı gıcırdayarak açıldı.

Bloom, içeri adımını attığında tabak tam alnına çarpacak gibiydi. Kızıl saçlarının ateş gibi dalgaları omuzlarından savruldu, gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Ah..!” diye irkilirken, tabak birdenbire sert bir şekilde yön değiştirdi.

Valtor’un parmaklarının ucundan siyah-mor bir enerji dalgası süzülmüştü. Tabak havada donmuş gibi titredi, ardından büyük bir hızla gerisin geri fırlatıldı. Tabağın içindeki yemek yere sıçrayarak dağıldı, kırık parçalar masaların arasına yayıldı.

Sessizlik...

Bir an önce kahkahalarla çınlayan yemekhanede, şimdi tek bir nefes bile duyulmaz olmuştu. Tüm cadılar, Winx ve uzmanlar, gözlerini girişe çevirmişti.

Bloom, şaşkınlıkla etrafına bakındı. Gözleri önce darmadağın olmuş masaları, sonra birbirine bakan ama gülüşlerini yarıda bırakmış cadıları süzdü. Yavaşça kaşlarını çattı, dudakları aralandı. “Burada… neler oluyor?” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar yumuşaktı.

Valtor, onun birkaç adım gerisinde belirdi. Uzun cüppesi yerde sürünürken gözleri buz gibi bir sertlikle yemekhaneyi taradı. Yüzünde tek bir kıpırtı yoktu; ne öfke, ne merak, sadece soğuk bir ciddiyet.

“Evet,” dedi, sesi kısık ama buyurgan. “Ben de aynı şeyi soracaktım.”

Bir anlık sessizlik daha uzadı. Kimse konuşmaya cesaret edemedi. Kahkahalara boğulmuş ortam, Valtor’un soğuk bakışıyla buz kesmişti.

O an, Stella’nın kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarptı. Gözleri, kapıda duran Bloom’un yüzüne kilitlendi. Aylar, belki yıllar gibi gelen o ayrılığın ardından onu bir anda karşısında görmek… gerçek olamayacak kadar güzeldi.

“Bloom…!” diye fısıldadı, sesi titrek, gözleri parıltılarla dolu.

Sonra tereddüt etmeden, masanın üzerinden aşağıya atladı. Topuklarının çıkardığı gürültü sessizliğin ortasında yankılandı ama umursamadı.

O an, Stella’nın koşuşuyla birlikte sanki herkes büyüden uyanmış gibi oldu. Winx’in diğer üyeleri de hemen ardından masalardan atlayarak aşağıya indiler. Musa, gözleri hâlâ nemlenmiş halde Stella’nın yanına geldi; Layla, Bloom’u görür görmez soluğunu tuttu; Tecna, gözlüklerinin ardında duygularını gizleyemeyerek başını eğdi. Hepsi, sanki aynı rüyadan uyanmış gibi Bloom’a koştu.

Uzmanlar da tereddüt etmedi. Brandon, Stella’nın arkasında sessizce Bloom’a yaklaşırken gözleri parlıyordu; Helia, kollarını kavuşturup gülümsedi; Riven bile dudaklarını aralayıp bir şey demeden gözlerini kaçırdı. Nabu, Layla’ya bir bakış atarak ona eşlik etti.

Ve şaşırtıcı biçimde, Trix bile hareketlenmişti. Icy, kollarını göğsünde kavuşturmuş, bakışlarını Bloom’a dikmişti; Darcy’nin yüzünde alışılmadık bir merak ifadesi vardı, Stormy ise dişlerinin arasından kısık bir kahkaha kaçırdı. Onlar bile bu kavuşma anını bozacak kadar kalpsiz değildi.

Stella, birkaç adımda Bloom’a ulaştı, gözlerinden süzülen yaşları saklamaya bile çalışmadan, neredeyse ağlayarak kollarını kızın boynuna doladı.

“Ah Bloom… sonunda!” dedi, boğuk bir sesle. Burnunu onun omzuna gömdü, soluğu titredi. “Seni o kadar özledim ki… O kadar korktum ki…”

Bloom, şaşkın bakışlarını Stella’nın yüzüne indirdi. Arkadaşının sarılışı öyle sıkıydı ki, sanki bir daha bırakırsa yeniden kaybedecekmiş gibi… Gözleri istemsizce doldu; dudaklarından sessizce Stella’nın adını döküldü. “Stella…”

Stella, Bloom’u bırakmadı. Kollarıyla onu daha da sıktı, sanki kelimeler yetmezmiş gibi. “Bir daha… bir daha kaybolma. Biz sensiz… sensiz hiçbir şey yapamadık.”

Bloom’un kalbi sıkıştı. Arkadaşlarının gözlerindeki özlemi ve sevgiyi bir arada görmek, boğazına düğümlendi. Kollarını Stella’nın beline sardı, onu aynı sıcaklıkla kucakladı.

Stella hâlâ bırakmamıştı. Onun sarılışındaki sıcaklık Bloom’un içini eritiyor, aylarca bastırdığı özlemi daha da ağır hissettiriyordu. Stella’nın gözyaşları Bloom’un omzuna damlarken, Bloom da başını arkadaşının omzuna yasladı. O an, ikisi için zaman durmuş gibiydi.

Musa en sonunda dayanamayıp Stella’nın yanından geçip Bloom'un diğer yanından kucakladı. “Seni çok özledik,” dedi, sesi kısık ama kararlıydı. Bloom’u sıkıca kucakladı, yüzünü onun saçlarına gömdü. “Bir daha sakın kaybolma.”

Layla da ardından geldi. Gözlerinden yaşlar süzülürken, elleri Bloom’un omuzlarına kapandı. “Sanırım ağlayacağım...” dedi. Sonra, kelimeler tükenmiş gibi onu bağrına bastı.

Tecna, genelde mesafeli tavrını bir kenara bırakarak Bloom’a sarıldığında, sesinde hafif bir titreme vardı. “Mantığım bana güçlü olmamı söyledi. Ama kalbim… sensiz yarımdı.”

Flora’nın gözleri çoktan dolmuştu. Çekingen adımlarla Bloom’un yanına geldi, ellerini onun ellerine kenetledi. “Sana sarılmadan ayakta duramayacağım,” dedi fısıltıyla. Ve o da Bloom’u kucakladı, gözyaşlarını gizlemeden.

Artık hepsi bir aradaydı. Birbirine dolanmış kollar, aynı anda atmaya çalışan kalpler…

O an, Winx yeniden tamdı. Sessizce gözyaşlarına boğuldular, ama bu gözyaşları acıdan değil, kavuşmanın verdiği tarifsiz sevinçten doğuyordu.

Uzmanlar ise onları kenardan izliyordu. Brandon’ın gözleri Stella’da, Helia’nın bakışları Flora’da, Musa’nın yanında duran Riven’ın yüzünde ise tuhaf bir yumuşama vardı. Nabu, Layla’nın Bloom’a sarılışını görünce başını saygıyla eğdi.

Onlar da bu bütünlüğün bir parçasıydı ve şimdi eksik olan parça geri dönmüştü.

Bloom, arkadaşlarının kollarında hâlâ hafifçe sarsılırken, bedeninde hissettiği ağrı ile içi bir anlığına sıkıştı.

Flora, Bloom’un yüzündeki ifadeyi fark ederek hafifçe eğildi, sesi endişeyle titredi. “Bloom… iyi misin? Bir yerin mi acıyor?”

Bloom, zorlukla gülümsedi ama gözleri utanmıştı. “Biraz… ağrıyor,” diye fısıldadı. Sanki sözcükler boğazına düğümlenmişti.

Stella, Bloom’un bileğini kavrayıp morluklara odaklandı. Gözleri kısılıp öfke doldu; kalbi hızlı atıyordu. “Bloom… bu… bu da ne?!”

Bloom, içten içe utanırken hızlıca ellerini kaldırdı. "Ben… şey…”

Stella, hala şaşkın ama öfkeli bir ifadeyle Bloom’a baktı. “Bunu, bunları... O sana zarar vermiş!”

Flora ve Musa da yanına geldi, endişeli gözlerle Bloom’a bakıyorlardı. “Bunlar nasıl oldu?” diye sordu Musa, sesi hem öfke hem koruma isteğiyle doluydu.

Bloom, kelimeleri seçmekte zorlanıyordu. Utanç yüzüne yansımıştı; kalbi hızlı atıyor, bakışları kaçıyordu ama kızları durdurmaya çalıştı. “Lütfen… sakin olun. Bana zarar vermedi, gerçekten.” dedi, sesi kısık ama kararlıydı.

Stella gözlerini kocaman açtı, bir an için Bloom’un açıklamasını sindirmeye çalıştı. Sonra dudağını ısırıp gözlerini kısarak morluklara tekrar baktı, kalbi sıkıştı. “Bloom… sen… ne demek zarar vermedi? Bunlar...” diye sordu, sesi hem öfke hem korku doluydu.

Trix, bu sessizliği alaycı bir şekilde bozdu. “Anlamanız için gerçekten daha ne kadar beklemeliyiz?” dedi, dudaklarının kenarına sinsi bir gülümseme yerleştirerek. “Oysa ne olduğu, çok açık.”

Layla, Flora ve Stella, aralarında kısa bir bakış attılar. Öfkeleri ve endişeleri Valtor’a yöneldi; Bloom’u korumak için hemen öne geçtiler. “Sen… Sen… Bloom’a ne yaptın?!” diye bağırdılar, elleri hazır, gözlerinde koruma içgüdüsü.

Valtor, kollarını göğsünde kavuşturmuş, soğuk bakışlarla onları süzdü. Hiçbir ifade kaybetmeden, hafif bir gülümsemeyle durdu; sanki ne yaptığını bildiğini ve hiçbir şeyin onu rahatsız etmediğini söylüyordu.

Flora ve Layla da başlarını salladılar, Bloom’un yanında durmaya devam ederek onu korumak için hazır oldular. Winx’in bütün koruyucu duruşu, Valtor’a karşı birleşmiş bir duvar gibi duruyordu.

Valtor, sessizce Winx’in önünde durdu; kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözleri buz gibi keskin ve alay doluydu. Bir an duraksadı, sonra dudaklarının kenarında hafif bir kıvrım belirdi. “Bloom'a zarar vermek mi?” dedi yavaşça, sesinde kışkırtıcı bir tını. “Kalbimi taşıyan birine zarar vermek, pek mantıklı değil.”

Bloom, bir adım geriye çekildi, utanç ve şaşkınlık arasında tereddüt etti.

Valtor gözlerini ona çevirdi, bakışları sıcak ama oyunbazdı. “Küçük alevim…” dedi, sanki tek kelimesiyle hem Winx’i hem Bloom’u deniyormuş gibi. “Sanırım sevgili arkadaşların bir yanılsamanın içindeler.”

Winx hâlâ Bloom’un etrafındaydı; Stella’nın elleri hâlâ titriyordu, Flora ve Layla hazır bekliyordu, Musa ve Tecna gergin ama dikkatli duruyordu.

Valtor ise adım adım, sanki her hareketi bilinçliymiş gibi, Bloom’un yanına doğru yürüdü.

Bloom, bir an nefesini tuttu. Kızların önünde olmak, utançla karışık bir heyecan yaratıyordu.

Valtor, gözlerini Winx’in üzerinde gezdirerek, alaycı bir tonla sordu. “Onları bu yanılsamadan kurtarmalıyız gibi görünüyor…”

Her sözü Winx’i kışkırtıyor, onları sinirden ve koruma içgüdüsünden daha da tetikliyordu. Stella, “Valtor!” diye bağırdı, sesi hem öfke hem korku doluydu, adeta bağırmakla kalmayıp kalbini ortaya koyuyordu.

Valtor, hiçbir hız kaybetmeden Bloom’un yüzüne yaklaştı. Dudaklarını Bloom’un dudaklarına bastı; öpücük, utanç ve tutkunun kesiştiği bir anda, Winx’in gözleri önünde gerçekleşti.

Bloom’un gözleri büyüdü, bir an ne yapacağını bilemedi. Vücudu, istemsiz bir sıcaklık ve heyecanla titredi.

Bloom, utanarak gözlerini kapattı ama Valtor’un dudaklarından ayrılmak istemedi.

Kucaklaması ve dokunuşlarıyla hem kışkırtıyor hem de güven veriyordu; kalbinin hızlı atışını engelleyemiyordu.

Valtor, bu kısa öpücükle hem Bloom’u hem Winx’i hem de ortamı kontrol altında tutuyor, herkesin dikkatini tek bir noktada topluyordu.

Winx, aralarında sıkışıp kalmış, karmaşık duygular içinde ne yapacağını bilemez haldeydi. Stella gözlerini kocaman açtı, Dudaklarını ısırdı; Flora, Musa ve Layla nefeslerini tutmuştu; Tecna'nın gözleri şaşkınlık ve merak arasında gidip geliyordu.

Valtor, Bloom’un saçlarını nazikçe arkasına attı, dudaklarından hafif bir gülümseme süzüldü.

Bloom, yüzünü elleriyle kapatmak istedi, utanç ve heyecan birbirine karışmıştı. Ama kalbi, Valtor’un yanındaki varlığını kabullenerek hızla atıyordu.

Stella, bir adım öne çıkmak istedi ama Brandon onu durdurdu; kimse, bu özel anı bozacak bir adım atmak istemiyordu.

Valtor, bunun farkındaydı ve küçük bir zaferle dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Şimdi… Kafa karışıklığınızın giderildiğine inanıyorum,” dedi, sesinde hem tehdit hem şaka karışımı bir ton vardı.

Bölüm : 17.09.2025 21:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...