2. Bölüm

Gölge Kırıntısı

LEZZA
_vandes_

"Buna inanamıyorum!" diye bağırarak odasından çıktı Stella. Elindeki parşömeni parçalara ayırdıktan sonra öfkeyle Bloom'un yanına oturdu. Musa kulaklığını çıkarıp "ne oldu Stella?" diye sorma cesaretini gösterir göstermez Stella, bu soruyu bekliyormuşçasına öfke ile haykırmaya başladı. "Kontes ve kızı resmi olarak Solaria'nın kraliyetine dahil olmamalarına rağmen yönetimi ele geçirmişler! Üstelik artık babam doğru düzgün odasından çıkmıyormuş bile, krallığımızı o sürtüğün eline bıraktığına inanamıyorum!"

Flora her zamanki iyimserliği ile, "belki de biraz rahatsızlanmıştır? Baloda olanlardan sonra kafasını toplamak için zamana ihtiyacı olması çok normal." diye karşılık verdi ama Stella bunun fazlasıyla saçma olduğundan emindi.

Tecna konuyu değiştirmek amacıyla, "Andros'ta durumlar nasıl?" diye sorduğunda Layla dizlerinin arasına gömdüğü başını kaldırdı, çehresi gözyaşları ile ıslanmış, gözleri ağlamaktan kızarmıştı.

Musa hızla yerinden kalkıp Layla'yı kolları arasına aldı. "Endişelenme Layla, söz veriyorum sana yardım edeceğiz. Biz her zaman yanındayız."

Layla, gözyaşlarını koluyla silip burnunu çektikten sonra derin bir nefes aldı. "Karanlık bir büyücü bir şekilde Omega Boyutundan kaçmayı başardı."

Bloom merakla, "ama Omega Boyutundan kaçmak imkansız değil mi?" diye sordu. Layla ise onaylar anlamda kafasını salladı. "Öyle olması gerekiyordu ama bu büyücü, bir şekilde kaçmayı başardı ve tüm denizkızlarını birer canavara dönüştürdü. Ailem, sarayda saklanıyor ama söylediklerine göre artık orası bile güvenli değil. Gözcü uçaklar her gün sağ kalan denizkızlarını kurtarmak, Valtor adındaki büyücüyü tespit etmek için sefere çıkıyorlar ama bu neredeyse imkansız hâle geldi. Uçaklar her seferinde ağır hasarla geri dönüyor veya hiç dönmüyorlar."

Flora endişeyle, "durum gerçekten çok kötü görünüyor." diye karşılık verdiğinde Bloom, sakince ayağa kalktı ve Layla'ya yaklaşıp yanına çömeldi. "Elimizden geleni yapacağız Layla. Andros'un Domino ile aynı kaderi paylaşmasına asla izin vermeyeceğim, söz veriyorum."

Tecna merakla, "peki ya dersler ne olacak?" diye sorduğunda Stella hızla ayaklandı. "Bunu bana bırakın!" diye karşılık verdi ve askılıkta duran atkıyı boynuna sarıp sahte bir ses tonuyla öksürmeye başladı. "Ç-çok üzgünüm okul hemşiresi (öhö), ama k-korkarım (öhö) çok f-fena üşütmüşüm (öhö)."

Bloom alayla, "sizi bilmem ama benim dünyamda kimse buna kanmaz." diye karşılık verdiğine Tecna, şaşkınlıkla kafasını onaylar anlamda salladı. Muhtemelen Tecna da mantıksızlığını sorguluyordu.

Andros'un kaotik havası ciğerlerine dolar dolmaz gözlerini araladı. Burası gerçekten harap olmuş durumdaydı ve okyanus sanki lanetlenmiş, önüne gelen her şeyi içine almak isteyen bir tabaka haline gelmişti.

Layla hüzünle, "önceden çok güzeldi, hâlâ okyanusuma olanlara inanamıyorum..."

"Hey! O ilerideki şey de ne?" diye işaret eden Flora ile Layla kafasını kaldırdı. "Onlar Valtor'un dönüştürdüğü denizkızları."

Musa, "Valtor gerçekten çok güçlü olmalı." diye endişeyle fısıldadı. Tecna ise sert bir tavırla, "öyle bile olsa, her gücün bir karşıtı vardır. Eğer o denizkızlarından birini normale dönüştürmeyi başarırsak Valtor'a da karşı koymanın bir yolunu da bulabiliriz."

Yine de Winx, tüm bu azme rağmen her denemelerinde başarısız olmaya devam ettiler. Öyle ki umudun zerre zerre kaybolduğunu ve çaresizliğin etraflarında kol gezdiğini hissetmeye başlamışlardı.

Tecna, "bu böyle olmayacak, bu işi kökünden bitirmek için ilk önce Valtor'u bulmalıyız." dediğinde herkes onun haklı olduğunu biliyordu.

O sırada beşine de ait olmayan bir ses ilişti. "Valtor, sizin gibi ergen tavuklarla vakit harcar mı sanıyorsunuz?"

Flora şaşkınlıkla, "Trix! Omega Boyutundan kaçmayı nasıl başardınız?!" diye bağırdı.

Icy ise alayla, "her işe burnunuzu sokmanız artık canımı sıkmaya başladı." diyerek kollarını önünde bağdaştırdı ve buz mavisi gözleriyle Bloom'u baştan aşağı süzdü. Ona karşılık olarak Bloom ciddiyetsiz bir tavırla, "hizmet sektörünüzü bu kez Valtor'a mı bağladınız? Sizi hayal kırıklığına uğratacağım ama onun sonu da Darkar'dan farksız olmayacak ve bu kez, sizden temelli kurtulduğumuzdan emin olacağım, söz veriyorum."

Icy, öfkeyle buz kütlelerinden birkaçını Bloom'un üzerine fırlattığında Bloom, bir hışımla ona doğru yöneldi ve bedenini saran alevini Icy'e yöneltti. Icy üzerine gelen ateşi, oluşturduğu devasa buz kütlesi ile engelledi ve kütleyi Bloom'un üzerine fırlattı. Bloom, etrafını saran alevini kalkan haline getirip buz kütlesinden sıyrıldıysa da Bloom'u teğet geçen buz kütlesi, yardıma gelen Flora'ya çarpmıştı.

"Flora!"

Bloom hızla Florayı yakalamak için inişe geçtiği sırada kanatlarında hissettiği soğukluk ile bedeni ağırlaşmaya başladı. Icy'nin alaylı kahkahaları kulaklarında yankılanırken çırpınışları kasılmaya, bedeni ısınmaya, gözleri öfkeyle parlamaya başlamıştı.

"BU KADARI YETER!"

Öfkesinin yarattığı güç patlaması, kanatlarındaki buzu eritmiş alevleri Icy'i hazırlıksız yakalamış ve onu saf dışı bırakmıştı.

Tüm bu olanları izleyen biri daha vardı. Gölgelerin içindeki silüet, elini merakla Bloom'un sudaki yansımasında gezdirdi. "O diğerleri gibi değil, hissedebiliyorum."

Bu sırada Darcy ve Stormy'i etkisiz kılan Winx, Bloom'un yanına geldiler.

Musa, "şimdi gidip Valtor'u bulalım."

Ama umdukları gibi olmadı: Bloom'u arkasından vuran devasa buz kütlesi ile hepsi şaşkınlıkla buzun kaynağına, Icy'e bakakaldılar. Layla öfkeyle saldırıya geçtiği sırada Bloom'un bedeni hızla soğuk suyla buluşmuş, dalgalar hışımla onu yutmuştu. Ciğerlerine dolan su ve kapanan gözleri, bilincinin tamamen kapanmasına, büyüsünün zerre zerre akıp gitmesine neden olmuştu. Bedeni kayalıklara yığıldığında bilinçsiz bedeninin kasılmasına neden olan basınç, kayalıkların yavaşça yüzeye yönelmesi ile artmaya başlamıştı.
Bloom, ciğerlerine aniden dolan hava ile öksürmeye ve neredeyse boğulmasına neden olan suyu dışarı atmaya başlamıştı. Gözlerini kamaştıran güneş ışığını engellemek için sol elini gözlerinin önüne getirdiği sırada kulaklarında yankılanmaya başlamayan ayak sesleri ile merakla elini gözlerinin önünden çekti.

Gözlerinin üzerine düşen ıslak saçları, nazikçe toplayıp kulağına doğru çeken soğuk bir el ile şaşkınlıkla olduğu yere mıhlanmış, gözleri aralanmış, kalbi olması gerekenden daha hızlı atmaya başlamıştı. Görüş açısına giren tanıdık sima; dilinin tutulmasına, istemsizce gerilmesine neden olmuş, ne yapacağını bilemez hale gelmişti.

Onun dokunuşundan kaçınmak için hafifçe geri çekileceği sırada tanıdık, nazik ama güçlü bir ses doldurdu kulaklarını. "Benden korkmana gerek yok Bloom. Daha önce Solaria'da tanışmıştık, ben Valtor."
Kulaklarında yankılanan isim tüm geçmişi gözler önüne sürmüştü: Onunla sohbet etmiş, neredeyse kavga etmiş, yakasına yapışmış, onun hayatını kurtarmasını seyretmiş ve hatta onunla dans etmişti.

Öfke, yavaş yavaş bedenine hücum ederken sakinliğini koruması gerektiğini biliyordu. Karanlık tarafını bastırmak için az miktarda iyileştirme güçlerini kullanmak zorundaydı, yumruk haline getirdiği avcundan bedenine sarılan iyileştirici ateş, az da olsa sakinleşmesini sağlamıştı.

Valtor, içi kurnazlıkla parlayan gri gözlerine kıyasla fazlasıyla nazik ve duyarlı davranıyor, karşısında güçsüz düşmüş perisini ürkütmek niyetinde olmadığını açıkça gösteriyordu.

Bloom, sakinliğini koruyarak, "sen Omega Boyutundan kaçtın, Andros kapısını kırdın, Solaria'nın gücünü çaldın, denizkızlarını birer canavara çevirdin ve Trix ile işbirliği yaptın. Neden? Ne istiyorsun? Amacın ne?" Bütün bu soruların cevabı aslında Bloom için basitti, o kötüydü ve kötülerin kötülük yapmak için nedene ihtiyaçları yoktu.

Valtor, yüzüne yerleştirdiği kurnaz gülümsemesi ile arkasındaki kolona yaslandı ve kollarını birbirine bağlayıp gri gözlerini uzaklara çevirdi. "Eskiden saygı duyulan güçlü bir büyücüydüm ama bunu, benden çaldılar." Kafasını Bloom'a çevirip yavaşça kolondan uzaklaştı. "Amacım, eski görkemime ulaşmak, Büyülü Boyutun en yüksek büyücüsü olmak ve seni de yoluma çıkmamak konusunda uyarıyorum Bloom. Pek anlayışlı biri sayılmam."

Bloom olduğu yerden hızlı kalktı ve elinde canlandırdığı alevi ile tehditkâr bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Unut bunu! Sen bir suçlusun ve sana iltimas göstermeyeceğim!"

Valtor'un tok kahkahası kulaklarını doldururken öfkesi daha da körüklenmeye başlamıştı. Valtor ise sakinliğini koruyarak devam etti sözlerine. "Ben, sadece ne istediğini bilen kararlı bir adamım. Gerektiğinden fazla yıkım ve ölüm istemiyorum."

Bloom içinde tuttuğu öfkesine engel olamayarak elinde biriktirdiği ateş topunu Valtor'a fırlattıysa da hiçbir işe yaramamış Valtor, zahmetsizce Bloom'un ateşini söndürmüştü.

"Şu anda savaşmak için fazla yorgunsun ve ben, kolay zaferlerden hoşlanmam. İkimizin düşman olmak için doğduğunu hissediyorum. Savaşacağız ama doğru zamanda, doğru yerde."

Bloom alayla gülümsedi ve ondan asla beklenmeyecek bir sakinlikle, kollarını önünde bağladı. "Ya da... teslim olup işleri benim için daha zahmetsiz hâle getirmek isteyebilirsin. Belki bu sayede hayatın da kurtulur."

Valtor, belirsizlikle parlayan gözlerle, "çok komiksin küçük perim. Ama sana, başka bir anlaşma önerebilirim." dediğinde Bloom, alışılmadık bir şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Ne anlaşması?"
Valtor, gülümseyerek Bloom'a yaklaştı ve sol elini Bloom'un çenesine yerleştirip nazikçe yukarı kaldırdı. Buz mavisi gözleri, kurnazlık ve bilinmeyen bir duyguyla parlayan gri gözleri bulduğunda kalbinin atışı nedensizce kulaklarında duyulmaya başlamıştı, sanki okyanusun tüm uğultusu bir anda dinginleşmişti. Ardından başka bir ses daha yükseldi nazikçe. "Bana katıl Bloom. Benimle savaşma, benimle birlikte savaş."

İstemsizce yutkunduğu sırada kafasındaki uğultu, ikisi harici birinden yükselen tehditle son buldu. "Valtor! Ondan uzak dur!"

Hızla onun elini savuşturup geri çekildi. Yüzüne iğrenti dolu bir ifade yerleştirmesinin hemen ardından kızarmış dudaklarını araladı. "Unut bunu. Senin gibi biriyle anlaşmak yerine yok olmayı olmayı tercih ederim."

Valtor'un yüzündeki kurnazlık dolu ifadesinin yerini, ciddiyet ve acımasızlıkla dolu gözler aldığında Layla öfkeyle aralarına girip art arda saldırmaya başladı. "Gezegenime yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!"

Tam o anda okyanus, olduğundan daha güçlü bir kasırganın etkisiyle şiddetli dalgalarını savurmaya başladı ve sanki yer, yarılıyormuşcasına sallanıyor; gökyüzü, içindeki ışık sömürülüyormuşcasına karanlığa gömülüyordu.

Bloom, bedenini iten güce karşı koyamayarak kanatlarını harekete geçirdiği sırada gözlerini kamaştıran karanlık güç ile kollarını önüne siper etti ve artık tek duyabildiği, Valtor'un acımasız ve her kelimesi korkutucu bir yankıyla uğuldayan sesiydi.

"Andros Prensesi, şimdi de sen bu işe yaramaz dünyayla aynı kaderi paylaşacaksın ve dostların, gözlerine baktığı zaman en güçlüyle karşılaşmanın ne kadar pahalıya mâl olduğunu her zaman hatırlayacaklar. Valtor adına, sonsuz karanlık sarsın seni!"

Göz kamaştırıcı ışık karanlık bir aurayla tüm Andros'u çepeçevre sardıktan sonra güç zerre zerre azalmaya başladı ve Bloom, üzerindeki baskının azaldığını fark eder etmez hızla Valtor ve Layla'nın olduğu kaleye yöneldi. "Layla!"
Yere iner inmez yerde neredeyse baygın duran, güçsüz düşmüş Layla'nın bedenine sarıldı. Kalbi korkuyla atıyor, ona ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Layla titreyen bedeniyle, kollarından ve Bloom'dan destek alarak yavaşça dikleştiğinde korkuyla gözlerini araladı.

"G-göremiyorum... Göremiyorum. Kör oldum!"

...

Tüm bu olanlara hâlâ anlam veremiyordu. Andros'ta olanlar hâlâ aklını kurcalıyordu, o aklını kurcalıyordu, Valtor... Onun sözleri aklını kurcalıyordu.

"Bana katıl Bloom. Benimle savaşma, benimle birlikte savaş."

Bunu söyleyen ilk kişiydi ama onu kötü yapmak isteyen tek kişi Valtor olmamıştı; yine de sanki Valtor, onu kötü yapmak niyetinde de değildi ve bu onu ölesiye korkutuyordu. O kadar güçlü bir varlığı nasıl durduracağını bilmiyordu. Darkar'dan sonra onunla başa çıkabilir miydi? Sanmıyordu, sanki güçleri ona işlemiyordu. Belki bu, onun da ejderha ateşinden yaratılmasından kaynaklıydı ama Valtor'un gücü Bloom'u etkileyebiliyordu, bu bir bahane değildi.

Andros'u koruyamamıştı, Winx'i koruyamamıştı, Layla'yı koruyamamıştı, kendini dahi koruyamamıştı... Ejderha Ateşinin Koruyucusuydu ama o daha kendini dahi koruyamazken, Büyülü Boyutu nasıl koruyacaktı?

"İşe yaramazın tekiyim."

Dolu gözlerinden firar eden gözyaşlarını gizlemek için kafasını dizlerinin arasına gömdü. Kalbi sıkışıyordu, bu kadar güçsüz olduğu gerçeği onu delirtiyordu ve tüm Büyülü Boyutun ondan bir beklentisinin olması onu endişelendiriyordu. Biliyordu, gelecekte bir savaş olacaktı ve Büyülü Boyut, yine Winx'i; Bloom'u, Valtor'un önüne atacaktı.

O sırada omzunda hissettiği sıcak parmaklar ve kulağına dolan kadife gibi yumuşacık sesle kafasını yavaşça kaldırdı. "Küçük çiçeğim, iyi misin?"

"Özür dilerim Flora..." Ağlamaklı sesi odayı doldurduğunda istemsizce akan gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.

Flora, derin bir nefes verdi ve sıcacık kollarıyla Bloom'un bedenini sarmaladı. "Senin hiçbir suçun yok Bloom," diye cevapladı sakince. "Sadece sen değil, hepimiz tam anlamıyla çaresizdik. Valtor'a karşı hiçbir şansımız yoktu. Bunun için kendini suçlamamalısın."

Flora'nın teskin edici cümlesi her ne kadar mutluluk verici olsa da Bloom, içinde bir yerlerde bunun doğru olmadığına inanıyordu. "Hayır, Flora..." diye fısıldadı, sanki transa geçmiş gibi gözleri belirsizlikle dolmuş, buz mavisi rengi bir anlığına ışıltısını yitirmişti. "Bir şeyler yapabilirdim."

Flora endişeyle kafasını kaldırdı, kolları yavaşça gevşedi ve merakla yeşil gözlerini Bloom'un ifadesiz yüzünde gezdirdi. "Ne demek istiyorsun Bloom?"

Bloom, "ona karşı direnebilirdim." diye fısıldadı ve mavi gözlerini Flora'ya çevirdi. "Ama korktum. O kadar korktum ki sanki güçlerim birbirine bağlandı, tüm ateşim içimden akıp gidiyormuş gibi hissettim."

Flora şok olmuş ifadesini gizleyemiyordu, ilk kez Bloom'u bu şekilde görüyordu. Darkar'ın karanlığından kurtulduktan sonra dahi o bu kadar korku dolu değildi. Sesli bir şekilde yutkundu. "Son zamanlarda üst üste pek çok şey yaşadık Bloom, Relix'in düşüşünden hemen sonra bunları yaşıyor olmak bünyeni kötü etkilemiş olmalı, ayrıca Valtor küçümsenmeyecek kadar güçlü bir düşman. Onun varlığı, doğayı dahi ürkütüyor ve güçlerinle alakalı olan konu hakkında, ikiniz de Ejderha Ateşinin gücünü taşıyorsunuz. Onunla bir bağlantı hissetmenin nedeni bu olmalı, yine de hâlâ rahat değilsen, bu konuyu Bayan Faragonda'ya danışabilirsin."

Bloom kuşkuyla cevapladı, "şu sıralar Bayan Faragonda'nın bana karşı çok dürüst olduğunu düşünmüyorum. Nedense beni başından savmaya çalışıyor gibi hissediyorum."

Flora hafif bir kıkırdamanın ardından, "belki de her şeyi zamana geldiğinde kendinin çözümlemeni istiyordur." diye cevapladığında Bloom içinde bulunduğu ruh halini istemsizce terk ederek kıkırdamaya başladı. "Bununla alakalı iyi bir tecrübemiz olmasa da haklı olabilirsin."

Bu doğruydu, en son Faragonda onlardan bir şey sakladığında tüm büyülü boyut neredeyse Trix tarafından yok ediliyordu.

Flora, "ama şu anda endişe etmen gereken başka bir şey yok mu sence de? Örneğin... Yarın ki balo gibi."

Onun bu sırnaşık halleri istemsizce Bloom'un gülümsemesine neden oldu. Bununla ilgili nedense iyi şeyler hissetmiyordu.

...

Eraklyon'a geldiğinden beri içini kaplayan bir huzursuzluk vardı. İçindeki ateş nedensizce kaynıyordu ve kalbi, olması gerekenden daha hızlı atıyordu. Heyecandan mıydı? Oysa bu sıralar Sky ile araları iyi değildi, bu kadar heyecanlanması için nedeni yoktu. Üstelik ondan ayrılmayı düşünmüyor değildi ve burası, maalesef ki bunun için en kötü yerdi.

Stella, elinde içecek dolu bir bardakla yanına gelirken Bloom'u rahatlatmak için yüzüne kondurduğu tebessümü daha da büyüttü. "Sakin olmalısın, aşırı gergin görünüyorsun."

Bloom, Stella'nın uzattığı bardağı alıp bir dikişle bitirdiğinde boğazını yakarak geçen içecek ile gözleri şaşkınlıkla aralandı. Stella, samimiyetle gülümseyerek, "sakinleşmene yardımcı olur diye düşündüm, endişelenme seni sarhoş edecek kadar etkili değil. Ama keşke bir dikişte içmeseydin."

Stella tereddütle Bloom'un elindeki bardağı alıp gelen herhangi bir garsonun tuttuğu tepsiye, kendi bardağıyla birlikte koydu ve nazikçe Bloom'un koluna girdi. "Sky açıklama yapana kadar bir elini yüzünü yıka istersen. Yanakların kıpkırmızı oldu."

Bloom kurnazlıkla gülümseyerek, "çünkü alkole karşı hiç bağışıklığım yok Stella..." diye söylendiği sırada Tecna yanlarına geldi ve merakla, "neler oluyor?" diye sordu.
Stella tereddütle ağzında gevelerken Bloom kısık bir kıkırdama salıverdi ve Tecna'nın artık bir cevaba ihtiyacı kalmamıştı. "İnanamıyorum Stella! Gerçekten mi?!"

Stella anında savunmaya geçerek, "sadece sakinleşsin diye verdim! Nereden bilebilirdim bir dikişte içeceğini!"

Bloom, kollarını Stella'nın parmaklarından kurtarıp bıkkınlıkla el salladı. "Sorun yok Tecna, elimi yüzümü yıkarsam eminim iyi gelir."

Stella ve Tecna ona eşlik etmekte ne kadar ısrar etseler de Bloom, kesinlikle onları reddetmiş hızlı adımlarla saraya girmişti. Sarayı biliyordu daha önce Diaspro'yu kurtarmak için Eraklyon'a geldiklerinde Sky, tüm sarayı ona göstermişti ama şu an, tüm duvarlar ayağının altından çekiliyormuş gibiydi.

Ayağı bir anda bir yere takılmış elbisesi yere doğru sertçe çekilirken dengesini kaybetmiş gözlerini korkuyla kapatmıştı ama sarhoşluktan mı bilinmez yere düşme süresi fazlasıyla uzamıştı.

Sırtında ve bir müddet sonra omuzlarında hissettiği soğukluk ve boynuna vurduğundan emin olduğu ılıklık ile gözlerini araladı. Bakışları, belini kavrayan güçlü parmakları ve sonra boynunun hizasında duran alışılmadık gözleri bulduğunda kalbinde cayır cayır yanmaya başlayan ateşiyle derin derin nefesler almaya, tanıdık hissiyatla duygularına engel olamamaya başlamıştı.

"İyi misiniz Prenses?"

Kulaklarını dolduran ılık, sakinleştirici ses kalp atışlarını düzenlemesine yardımcı olurken sağ elini, belini kavrayan parmakların üzerine yerleştirdi ve sakince geri çekildi.

"Yardımınız için teşekkür ederim. Korkarım biraz... Sarhoşum."

Adam, kuşku uyandıran gözlerini yavaşça indirdiği sırada nedensizce bir süre donakaldı. Sesli bir şekilde yutkunduktan sonra sahte bir öksürükle kafasını çevirdi ve tüm bu tepkilerinin nedenini anlayamayan Bloom merakla kafasını, az önce adamın baktığı yere çevirdi.
Utançtan kıpkırmızı kesilmişti. Alelacele göğüslerinin yarısına inmiş elbisesini düzeltti ve kollarını hızla önünde bağdaştırdı.

Bu gerçekten çok utanç vericiydi.

Adam, Bloom'un bu telaşlı tepkisine kıkırdamadan edemedi. Kısa süre sonra nazikçe parmaklarını Bloom'un utançtan ve sarhoşluktan kıpkırmızı olmuş yanağında gezdirirken Bloom, bedenini saran soğuklukla derin bir nefes verdi ve gözlerini, bedenini ele geçiren ayıklığın etkisiyle yumdu. Artık başı dönmüyordu. Buz mavisi gözleri; griye yakın, parlayan gözleri bulduğunda kalbi, bir anda bedenini sarsmıştı.

Hayır...

Bu o değildi.

Gözleri...

Onun gözleri değildi.

Tedirginlikle yutkunup gözlerini yere çevirdi ve yavaşça ondan uzaklaştı. Aceleci bir referans sunarken, "tekrar teşekkür ederim, yardımınız için." diye karşılık verdi ve tekrar ona bakmamak için gayret göstererek koridorda hızlı adımlarla hatta koşarak, ondan uzaklaştı.

Adam, elini hâlâ kaplamakta olan sıcaklık ile yüzüne kurnaz bir tebessüm yerleştirdi. "Kaç bakalım küçük perim, şimdilik buna göz yumacağım." diye fısıldadıktan sonra sıcaklığı azalmakta olan avucunu pantolonunun cebine soktu ve yüzünü anında kaplayan acımasız ifade, tanıdık bir sima sundu.

Onda bir gariplik hissetmişti: Ateşine sarılı bir etken vardı. Belli ki onu etkileyen bir etken, bir peride olmaması gereken türden bir etken.

...

Stella, "nerede kaldın? Sky seni arıyordu." diye öne atılıp Bloom'un ellerini yakaladı ve gözleriyle Bloom'un arkasını işaret ederek, "bak geliyor."

Bloom derin nefes alarak arkasını döndüğünde Sky, Bloom'un boştaki elini avucunun içine aldı ve elinin üzerine nazik bir buse yerleştirdi.

Bloom tereddütlüydü, onun gözlerine bakamıyordu ama Sky, bu tereddütü heyecan sanmış ve hatta Bloom'un bu tavırlarını utanca bağlayıp mutlu olmuştu. "Seni tüm dünyaya kız arkadaşım olarak tanıtacak olmak beni ne kadar mutlu kılıyor, tahmin dahi edemezsin Bloom."

Bloom bakışlarını yerden kaldırdığında Sky'ın mutlulukla parlayan gülümsemesine eşlik etmek için hafif bir tebessüm kondurdu yüzüne. Bu durumda ne yapması gerektiği hakkında zerre fikri yoktu.

Sky, Bloom'a daha da yaklaşarak sol elini Bloom'un beline sardı ve yavaşça kulağına doğru eğildi. "Benimle dans et Bloom."

Bu bir istekten çok zorunluluk gibi hissettiriyordu ama şu an Bloom'un sorun çıkarmak gibi bir niyeti yoktu, ne de olsa sadece bir danstı, öyle değil mi?

Onların her hareketini izleyen gözler için bu dans, fevkalade olabilirdi ama Bloom düzgün düşünemiyordu. Belini saran sıcaklık, ona yabancı geliyordu. Sanki gözlerine mühürlenmiş mavi gözler, başka bir simayı çağrıştırıyordu.

Kısa süreliğine gözlerini yumup sessizce yutkundu. Buz mavisi gözleri, Sky'ın arkasında duran tanıdık simayı bulduğunda tedirginlikle geri çekildi ama gözleri, tekrar orayı taradığında artık orada hiçbir şey yoktu.

Sky, Bloom'un sağ elini yüz hizasında kaldırdı ve parmaklarının üzerine nazik bir öpücük kondurup yavaşça geri çekildi. Bloom hiçbir şey söylemedi, onu arkasında bırakan Sky'a bir süre sessizce baktı ve bu donukluğu bozan Stella'nın sıcak, samimi sesiydi. "Bu harikaydı Bloom!"

Flora gülümseyerek, "gerçek bir masaldan fırlamış gibi görünüyordunuz." diyerek karşılık verdiğinde Bloom, yüzüne sahte bir tebessüm kondurdu.

Musa kuşkuyla, "neden Diaspro'nun yanına gitti ki şimdi?" diye sorduğunda Bloom, bakışlarını Musa'nın baktığı yöne çevirdi.

Önceden olsa şu manzara karşısında deliye dönerdi ama şimdi, kalbinde zerre hareketlenme olmuyordu.

"Önemi yok Musa." diye karşılık verdiğinde Tecna şok olmuş ifadesini gizleyememiş, şaşkınlıkla aralanmış gözlerini Musa'ya çevirmişti.

Bu sırada Sky, Diaspro'nun yanından ayrılmış ailesinin yanına yönelmişti.

Bloom derin bir nefes aldı. Sky eğer onu, şimdi tüm dünyaya kız arkadaşı olarak tanıtırsa nişanlanmaları kaçınılmaz olacaktı. Ona engel olmak istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Bunun için fazlasıyla geç kalmış olmalıydı.

"Burada olduğunuz ve bu anı bizimle paylaştığınız için herkese teşekkür ederiz."

Bloom bunun olmasını istemiyordu. Bir şeyler yapmalıydı...

"Bugün bu konuşmayı yapıyorum çünkü sizleri, tüm büyülü boyutun en tatlı, en güzel ve en hassas kızıyla tanıştırmak istiyorum."

"Sky..." diye fısıldadı ama kimse onu duymadı. Gerginlikle, parmaklarıyla elbisesini kavradı ve belli belirsiz ileriye doğru bir adım attı."

"O kişi, Prenses..." ama belli ki her şey için fazlasıyla geç kalmıştı.

"Diaspro."

Şaşkınlıkla az önce kapattığı mavi gözlerini araladı. Kulakları yanlış duymuşsa dahi gözleri yalan söylüyor olamazdı. Bu, ne demekti?

Onu eskisi gibi sevmiyor olabilirdi ama bu... En başından beri Sky'ın amacı sadece onu kullanmak mıydı yani? Onu geçiştirdiği her saniyenin nedenini Diaspro muydu? Ona özen göstermemesi, istediği tek şeyin son zamanlarda arzu olmasının nedeni Diaspro muydu?

Yavaş yavaş kalbini dolduran, damarlarına yayılan, öfkeyle harmanlanan ateşi parmaklarından akın etmeye çalışırken Bloom neredeyse sarıya dönmüş gözlerini, kendini dinginleştirmek amacıyla yumdu.

Kendini kontrol edebilirdi ama öfkesini asla...

Onu artık sevmiyorduysa açıkça söylemeliydi ve ondan ayrılmalıydı. Onu aldatmış olmasının asla hafifletici bir sebebi olamazdı.

Bedenini ele geçiren deliliğe engel olamayarak yavaş fısıltılarla kıkırdamaya başladığında yanında şok içinde kalmış Stella, bakışlarını endişeyle Bloom'a çevirdi. "B-Bloom?.."

Dışarı taşan kahkahası tüm Eraklyon'u sessizliğe gömerken Winx neler olduğunu anlayamıyor, endişeleri yüzlerinden belli oluyordu ama bu endişe, Bloom'un gözlerini gördükleri anda korkuya evrilmişti.

Musa telaşla, "LAYLA!" diye bağırdığı anda Layla ileri atılmaya yeltendi ama Tecna, onu hızla kolundan yakalayıp fısıldadı. "Bu, sadece işleri daha da kötü hale getirir."

Bloom, deliliğini serbest bıraktığını ilan eden kahkahasını sonlandırdığında göz bebekleri, bir ejderhanın gözleri misali dikeyleşmiş sarı gözlerini araladı. Samimiyetsiz, kasvetli, güçlü sesi tüm sessizliğe yayıldı. "Vay vay... Ne kadar da şaşırtıcı."
İleri doğru attığı her adımda yanan çimenlerin çatırtısı kulaklarını doldururken öfkeli siması, Sky'ın kolları arasında gizlenmiş Diaspro'yu buldu. Onunla bir derdi yoktu, ikisini de elde etmeye çalışıp kandıran kişiyle bir derdi vardı ve bu derdi, yakacaktı.

"Muhafızlar! Yakalayın onları! Onlar Valtor'un işbirlikçileri!"

Sky'ın emrinin ardından Winx ve Bloom'un etrafını çepeçevre saran muhafızlara karşılık Winx, dönüşümünü tamamlamış Bloom ise olduğu yerde durmaya devam etmişti.

Ruhsuzca, "beni kandırdın." diye seslendi Bloom ve bedenini yavaşça saran güç, muhafızların tedirginlikle geri çekilmesine neden oldu. "Ve bunun bedelini ödeyeceksin."

Yer, küçük sarsıntılarla sallanmaya başladığı sırada Eraklyon Sarayının çevresi yarılmaya, yarıklardan taşan lavlar saraya hücum etmeye başlamıştı. Diaspro korku ve endişeyle bilincini kaybedip Sky'ın kollarına yığıldığında Bloom'un gözleri, yavaş eski haline döndü. Alayla karışık tehditkâr sesiyle muhafızlara, "sizin yerinizde olsam bana değil yanmakta olan saraya odaklanırdım, aksi durumda başınız beş parasız, siz de işsiz kalacaksınız." diyerek bir öneri sundu ve elbette ki bu öneri, geçerliliği olan bir öneriydi.

Winx'in ve Bloom'un etrafını saran muhafızlar, sarayın etrafını bariyerle örmek için uzaklaştıkları sırada Bloom, alayla bir referans gerçekleştirdi. "Bu da benim, size nişan hediyem, ekselansları."

~Hayal Son Bulur~

Bloom, gözlerini araladığında Stella'nın endişeli yüzeyiyle karşılaştı. Ruhsuzca gözleriyle etrafını inceledi: Bir Prens ve bir prenses, mutlulukla birbirlerine sarılmış arkalarında Kral ve Kraliçe; onların ilişkilerini onaylıyor, destekliyorlar ve bu birliktelikten hoşnut olan; onları; kendi kurguladıkları romantik dünyalarda hayal ederek alkışlayan yüzlerce insan...

Bloom ifadesizliğini koruyarak arkasını döndü. "Gidelim, burada bir işimiz kalmadı."
Attığı her adımda onu, geçmişini geride bırakıyordu ve pişman değildi, asla olmayacaktı ama o, pişman olacaktı, bunu biliyordu.

Winx şaşkındı, Bloom'un bu tepkisi onlar için etrafı yakıp yıkmasından daha korkutucuydu. Fırtına önceki sessizlik gibi...
Winx Kızılçeşme aracına binerken Bloom, elinde gizlice yarattığı alevi bıraktı. Alev, yolunu biliyordu.
Sessizce gitmesi sessiz kalacağı anlamına gelmiyordu. Her şeyin bir bedeli olmalıydı ve Bloom'un bu durumu göz ardı etmek gibi bir niyeti yoktu.

...

Ertesi sabah her yerde Eraklyon'daki korkunç yangından bahsediliyordu. Yangın, kara büyü kaynaklı olduğu için uzun bir süre söndürülememiş, Kraliyet Ormanı tamamen kül olmuş, sarayın küçük bir kısmı zarar görmüştü ve herkes, bu yangını Valtor'a bağlamıştı.

Winx hariç...

Bloom, kapının tıklatılması ile derin bir nefes aldı. "Girin." dedi sakince ve elindeki kitabı, yanındaki komodine bıraktı.

Stella önde olmak üzere Winx, sakince Bloom'un odasına girdiklerinde Bloom bacaklarını kendine doğru çekti ve kollarını bacaklarına sardı. "Ne oldu kızlar?" diye sordu Bloom merakla, az çok neyden bahsedeceklerini biliyordu bu yüzden sakin olmalıydı, onların karanlığı öğrenmesini istemiyordu.

Stella, Bloom'un yanına oturdu sağ elini nazikçe Bloom'un elinin üzerine yerleştirdi ve yüzüne samimi ama tedirgin bir tebessüm kondurdu. "Eraklyon'da olanlar hakkında..." diye başladı sözlerine ama Bloom, bu konuyu konuşmak istemiyordu. Bir şekilde onları geçiştirmeliydi. Bloom, ağzını açıp konuşmak üzereydi ki Layla sert ses tonuyla, "Eraklyon'daki yangını senin başlattığını biliyoruz Bloom. Bunu neden yaptın?" sorguladı ve bu, Bloom'un hiç hoşuna gitmemişti.
Sinirini sesine yansıtarak, "öylece çekip gitmemi ve hatta onlara mutluluklar dilememi beklerdin Layla? Öyleyse bir dahakine yanımda tebrik çikolatası da götürür özür dilerim, olur mu?"
Alayla aktardığı sözler karşısında Layla cevap vermedi, onun haklı olduğunu biliyordu ama yangın, ona göre bu, bir çözüm değildi.

Flora, "hayır tatlım biz yangından bahsetmiyoruz. Elbette bu, kötü bir şey ama herkes hata yapabilir. O durumda öfkene yenik düşmemen imkansızdı zaten." diye karşılık verdiğinde Bloom, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

Tecna ifadesizliğini koruyarak, "yangını başlatan kara büyüden bahsediyoruz." dediğinde Bloom istemsizce yutkundu. "Kızlar ben..."

O sırada bir uğultuyla okulun etrafından yükselen ses ile olduğu yerde donakaldı. Musa koşarak pencereye yönelirken, "saldırı altında mıyız?!" diye sorguladı ama görünürde tek bir düşman dahi yoktu.

Stella, "içimde kötü bir his var." diye karşılık verdiği sırada okulda yankılanan sese kulak kabarttılar. "Sevgili periler, lütfen telaş yapmayın ve derhal konferans salonunda toplanmaya özen gösterin! Müdüre Faragonda önemli bir konuşma yapacaktır!"

Valtor, barış şehri Espero'ya saldırmış ve orada korunan güçlü büyüleri çalmış. Bu nedenle Alfea'nın çevresi bir koruma kalkanı ile sarılmış, içerideki büyüler koruma altına alınmıştı. Giriş çıkışları ise Grizelda tarafından kontrol edilecekti.

Bu durumdan ise en çok Stella şikayetçiydi. "Harika! İşte şimdi asla dışarı çıkamayacağız!"

Yine de bu, Winx için geçerli değildi.

Ne kadar kızgın olurlarsa olsunlar Sky'ın hal ve hareketleri, hepsi için fazlasıyla şüpheliydi ve Winx, o gece Faragonda'dan gizli okuldan çıkmış, Eraklyon'a doğru yola koyulmuşlardı.

Koridorlarda dikkatli ve sessizce ilerliyor, muhafızlarla karşılaşmamak için duvar aralarını saklanmak için kullanıyorlardı.

Bloom, nedensizce kalbinde bir ağırlık hissediyordu, tıpkı geçen sefer hissettiğindeki gibi...

Winx koridorda ilerlemeye devam ederken olduğu yerde bir süre durdu, o buradaydı...

Dönüşümünü harekete geçirip geçirmemekte kararsızdı. Emin olduğu tek şey koşması gerektiğiydi.

Hissediyordu, o buradaydı. En başından beri hissettiği bu ateş, onun ateşiydi.

Koridordan hızlıca döndüğü anda ayaklarını sertçe yere bastı ve olduğu yerde durdu.

"Sen!.."

Nefes nefese kalmıştı. Onu bulmuştu ama şimdi ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu ama emindi, Sky'ı bu hale getiren o olmalıydı.

"Beni fark etmen sandığımdan daha uzun sürdü, küçük perim."

Yüzündeki o çılgın gülümsemeye sinir oluyordu, onun o olaylı sesine sinir oluyordu, içini donduran gri gözlerine, kalbini yakan lanetli ateşine, bedenini soğutan tenine, dudaklarına sinir oluyordu. Ondan nefret ediyordu.

"Seni pislik!"

İçinde kabaran ateşini, öfkeyle Valtor'a fırlattığında ateş, bedenine daha fazla hücum etmeye başlamıştı. Güçleri ağırlaşıyor, kendine hakim olamıyor, avucunu dolduran her ateşi ona fırlatıyordu ama o, etrafı sanki bir bariyerle örülüymüşçesine ateşten neredeyse hiç etkilenmiyordu.

"Yeter!"

Öfkeli sesi, Bloom'un tedirgin olmasına neden olurken bu anlamsız saldırılara daha fazla katlanmamak amacıyla Bloom'un havada durakalmış elini yakaladı ve onun, başka bir hamle yapmasına izin vermeden hızla kendine doğru çekip onun bedenini, bedeninde sabitledi.

Bloom, onun kolları arasında çırpınmaya devam ederken yavaşça Bloom'un boynuna eğildi. "Sevgilinin ihaneti anlaşılan seni bayağı öfkelendirmiş."

"Ona ne yaptın!" diye tısladı Bloom öfkeyle. Öncekine kıyasla onun kollarında daha az çırpınıyordu.

Valtor alayla, "Diaspro'ya bir iksir vermiş olabilirim ama iksir, içinde o kişiye karşı bir şeyler hissetmeyen biri için etkisizdir." diye karşılık verdiğinde Bloom, öfkeyle dizini kaldırıp Valtor'un bacağına güçlü bir tekme attı ve onun kendisini bırakmasını sağlayıp ondan hızla bir iki adım uzaklaştı.

"YALAN!" diye haykırdı Bloom. "Senin gibi birine inanacak değilim!"

Valtor ifadesizliğini koruyarak, "sana yalan söylemem için hiçbir neden yok Bloom. Ayrıca onun eski nişanlısına karşı hiçbir şey hissetmediğine inanacak kadar aptalı oynaman seni gerçekten aptal kılar. Bunun farkına varmalısın." dedi ve Bloom'un öfkesi, zerre zerre yerini hüzne bıraktı.

"Git." diye fısıldadı Bloom. Onun önünde ağlamak gibi bir niyeti yoktu. "Git!" diye bağırdığında dahi Valtor olduğu yerden bir milim kıpırdamamıştı.

Valtor, "elbette gideceğim, uzun uzun kalmak gibi bir niyetim yok." diye karşılık verdi ve yavaş adımlarla Bloom ile arasındaki iki adamlık mesafeyi tamamladı. Gri gözleri, Bloom'un öfke kusan mavi gözlerine sabitlendiğinde ruhsuz sesi Bloom'un kulaklarını doldurdu. "Sevgilinin sarayını yakmaktan fazlasını yaparsın diye düşünmüştüm. Böylelikle ünüm, ufak bir yangınla zedelenmezdi."

Bloom tamamen şok olmuş ifadesi ile, "s-sen..." diye karşılık verdiğinde Valtor'un yüzü alaylı bir tebessümle donatıldı.

"Bu karanlığı senden çekip çıkarabilirim Bloom."

Soğuk parmakları, Bloom'un yanaklarında gezinmeye başladığında Bloom, istemsizce gözlerini yumdu. İçini darmaduman eden bu güç, onu baştan çıkartıyordu.

"Onlar, sana yardım edemezler, seni anlayamazlar." Bloom'un çenesini nazikçe kavrayıp onun başını kaldırdı ve mavi gözleri, gözlerine sabitledi. "Bu karanlığı, yalnızca ben, senden çekip çıkarabilirim."

Bloom kafasını hafifçe geri çekip temaslarını sonlandırır sonlandırmaz yüzüne kurnaz bir gülümseme yerleştirdi. "Sana neden güveneyim?" diye sorduğunda Valtor derin bir nefes aldı ve sakince geri çekildi. "O karanlığı özümsemek benim için yararlı olacaktır. Karşılıklı yarar ilişkisi olarak düşünebilirsin."

Bu mantıklı sayılabilirdi ama Bloom, ona güvenmek gibi bir hata yapmak niyetinde değildi.

Valtor, "düşmanlığımızı bitirmek niyetinde değilim Bloom. Kötü biri olabilirim ama yalancı değilim." dediğinde Bloom nedensizce yutkundu kafasını eğdi, gözleri yerdeki beyaz fayansları inceledi bir süre. Ne yapacağını, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ona güvenemezdi ama nedense başka şansı olmadığını hissediyordu.

O sırada gözlerinin önünde küçük, beyaz bir kristal belirdi. Merakla kafasını kaldırdı, gözleri Valtor'un imalı suratını bulduğunda istemsizce yüzünü ekşitti.

"Bu akşam için, seni bekliyor olacağım. Taşı, bariyerden çıktıktan sonra kullan."

Bloom, taşı avucunun içine aldığında bedenine yayılan ferah hissiyat gevşemesini sağlamıştı.

Valtor, Bloom'un boştaki elini avucunun içine alıp parmaklarının üzerine nazik bir öpücük kondurduğunda Bloom gerginlikle yutkundu.

Valtor, "tekrar görüşmek üzere, küçük perim." diye fısıldadığında Bloom yavaşça elini çekti.

Valtor gitmişti ama içini dolduran soğukluğu, hâlâ yayılıyordu.

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.05.2025 18:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...