
Layla, Ovir’in cesareti ve beklenmedik desteği sayesinde güvenini kazanmış, Riven ise şaşırtıcı bir şekilde gruba katılmıştı. Winx’in çoğu kapıdan geçmeyi başarmış, Su Yıldızları’na bir adım daha yaklaşmıştı.
Altın Kapı, Winx için parıltılı bir yol açmıştı. Bloom ise Altın Kapı’dan girememişti. Enchantix’in gücü hâlâ tam değildi; peri tozu, vücudunda titreşiyor ama kapının gerektirdiği enerjiyi sağlayamıyordu.
Nehrin kenarına oturdu. Kanatlarını indirdi, ayaklarını suya soktu ve dalgaların arasında kırılan yansımalarına baktı. Saçları rüzgârda savruluyor, ışığın oyunları onu olağanüstü bir şekilde ortaya çıkarıyordu.
Uzmanlar, sıkıntılarını bastırmak için oyunlar oynamaya başlamış, kahkahalar ve şakalaşmalar nehrin ötesinden duyuluyordu.
Ama Bloom için zaman neredeyse durmuştu; suda dalgalanan kendi yansıması ve kanatlarının sarkışı, hem güçsüzlüğünü hem de öfkesini yansıtıyordu.
Sky sessizce yaklaştı, gözleri Bloom’dan bir an bile ayrılmıyordu.
Sky dizlerini hafifçe kıvırıp yanına oturmaya çalıştı, ama Bloom, ona bakmadan cevap verdi. Sesi keskin ve soğuktu. "Tek bir adım daha yaklaşırsan seni canlı canlı yakarım."
Sky gözlerini kısarak onu izledi, hâlâ kendini saplantılı bir aşkın kurbanı sanıyordu. “Bloom… ben… seni korumak istiyorum. Yanında olmamı istemez misin?”
Bloom, suda oynayan parmak uçlarına bakarak soğuk bir kahkaha attı. “Korumak mı? Burada senin korumana ihtiyacı olan son kişi benim. Senin varlığın… iğrenç bir yük, Sky. Bana saplantılı aşkla bağlanıyor olman, benim için sadece mide bulandırıcı.”
Sky gözlerini daha da kısarak, ellerini yumrukladı. “Ne diyorsun? Bloom… sen bana hâlâ… seni sevdiğimi bilmiyor musun?”
Bloom’un gözleri karardı, sesi keskinleşti. “Beni sevdiğini mi sanıyorsun? Sen sevginin ne demek olduğunu biliyor musun ki? Ben sana güvenmiyorum, sana tahammül edemiyorum. Ne aşk ne sadakat… senin varlığın, bana iğrenç geliyor.”
Sky gerildi, kalbi sıkıştı; hâlâ yanlış bir umut taşıyordu ama Bloom’un gözlerinde gerçek, acı bir soğukluk vardı.
Uzun bir sessizlik çöktü; rüzgâr saçlarıyla oynuyor, nehrin dalgaları hafifçe Bloom’un ayaklarını yalıyor, Sky ise olduğu yerde donup kalmıştı.
Bloom kanatlarını biraz daha indirerek sudaki yansımasına baktı. Kendi güzelliği, kırılganlığı ve öfkesiyle birleşmiş bir tablo gibi parlıyordu.
Sky ise hâlâ onun üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışıyor, yanlış bir aşk yanılsamasıyla Bloom’un yanına yaklaşmayı deniyordu.
Nehrin kenarında sessizliği yalnızca suyun hafif dalgalanması ve rüzgârın hışırtısı bozuyordu.
Bloom, kanatlarını sarkıtmış, ayaklarını suya sokmuş, dalgalanan yansımasını izlerken Sky dayanamayacak hâle gelmişti.
Gözlerinde karışık bir öfke ve saplantılı bir arzuyla yüzüne adeta tokmak gibi vuran bakışlar vardı.
“Yeter artık, Bloom!” diye haykırdı Sky, sesi keskin bir çığlık gibi yankılandı. “Bu saçmalığa bir son ver artık! Ben olmadan… sen bir hiçsin!”
Bloom başını çevirip suya baktı, soğuk ve donuk gözlerle Sky’a karşı herhangi bir duygu göstermiyordu. “Ne istersen söyle, Sky… senin gibi önemsiz birinin sözleriyle kırılacak kadar sığ değilim.”
Ama Sky bu kez yaklaşmaya çalıştı, ellerini kaldırıp onu omuzlarından yakaladı ve sertçe sarstı, geriye doğru iteklerken Bloom hazırlıksız yakalanmanın verdiği etkiyle kanatlarını koruyamadı ve kanatlarına temas eden taşlar, acıyla inlemesine neden oldu.
“Sen bana karşı durmaya cüret edemezsin... Sen benimsin! Anladın mı! Benimsin!”
Bloom daha fazla buna katlanmaya tahammül edemeyerek onu tüm gücüyle geriye fırlattı ve Sky, karnında açılan yanıkla yere yapıştığında uzmanlar, gürlütünün kaynağına, onlara doğru koşmaya başladılar.
Sky öfkesine hakim olamayarak yerden kalktığında Riven, daha fazla duramadı. Yumruğunu kaldırdı ve Sky’ın yüzüne sert bir darbe indirdi; çarpmanın sesi nehrin uğultusuna karıştı. Sky geri sendeledi, karnında açılan yanığın da verdiği sersemlemeyle yere yapıştı.
“İyice kendini kaybettin!” diye haykırdı Riven, nefretini kusarak. “Kendini affettirme yöntemin bu mu Sky? Onu aşağılamaya, korkutmaya hakkın yok! Sen… bir hiçsin!”
Ovir hızlıca gelip yerde, oturmuş vaziyette ve kanatlarını inceleyen Bloom'u nazikçe kaldırdı ve büyülü güçlerini kullanıp iyileştirme güçlerini Bloom'un kanatlarına yönlendirdi.
Bu sırada Sky gözlerini kısarak Riven’a bakarken yüzünde hınç ve şaşkınlık karışımı bir ifade belirdi. “Sen… sen anlamıyorsun! Bloom’un aklını… O sapık, Valtor denen herif karıştırdı! Anlamıyor musun! En başta... En başta beni, onunla aldatan zaten Bloom'du! Beni reddetti çünkü eminim ki defalarca onun altına yattı! Ondan başka ne beklenir ki? O bir fahişe!”
Riven dudaklarını sıktı, gözlerinde derin bir öfke vardı. “Seni geberteceğim."
Gökyüzü bir anda kararmış, fırtına patlamıştı. Rüzgâr, nehir kıyısındaki dalları hırpalıyor, şimşekler ağaçları neredeyse yerinden sökecek kadar şiddetli çakıyordu. Bulutlar, karanlık bir ağı gibi etrafı sarmıştı.
Tam o anda, bulutların arasından Valtor süzüldü. Kolları ve dizlerinin altı siyah pullarla kaplıydı; her pul, kızıl ışıkla titreşiyor, hareket ettikçe ejderha sırtı gibi çatırdıyordu.
Üst bedeninin yarısı çıplaktı, omuzlarında ve kollarında gümüş zırh parçaları güneş ışığını silik bir şekilde yutuyor, kanatlarının arasından süzülen fırtına güçlü hırıltılar çıkarıyordu.
Belinden aşağıya uzanan siyah pullu kuyruk, arkasındaki kasırgayı şekillendiriyordu.
Gözleri artık insan değildi; kızıl ve siyahın delici karışımı, etrafa korku salıyordu.
Valtor bir adım attığında Sky’ın gözleri dehşetle açıldı. “Sen… sen nasıl…” diye başlayabildi ama sözleri Valtor’un karanlık öfkesi karşısında kesildi.
“Benim kadınımı… aşağılamaya, küçümsemeye nasıl cüret edersin.” Valtor’un sesi bir canavarın kükremesi gibi yankılandı. Her kelimesi bir ölüm tokadı gibi Sky’ın kafatasına çarparak yankılandı.
Sky sürünerek korku dolu gözlerle geri çekilmeye çalıştı, Valtor yere indiğinde adımlarını attığı her toprak zerresi ateşiyle yanıyor, yeryüzü adeta bir depreme yakalanmış gibi sarsılıyordu.
Karanlık, alev alev yanan gözlerini tek bir saniye dahi ondan ayırmazken, “İğrençsin.” diye fısıldadı ama bu fısıldama bir kükremeden farksızdı ve hemen ardından Sky'ın bedeni hızla havalanıp sertçe yere çakıldı.
“Sen bir hiçken... Ne cürretle o pis ağzını bana ait olana yöneltirsin."
Cümleleri yakıcıydı. Ve belli ki kendine hakim olamıyordu, olmak istediği de söylenemezdi çünkü bir an sonra, sanki güçlerini onun gibi bir böcek için kullanmak aşağılanmaymış gibi yumruğunu sertçe Sky'ın suratına indirdi.
Darbe üstüne darbe indiriyor yetmediğini düşündüğünde yakasından tutup yere çalıyordu. Ve Sky, yüzü tamamen kan revan içinde kaldığında aptalca bir cesaretle Valtor'a saldırmaya çalıştı ama bu, Valtor'un psikopatça sırıtmasından başka bir işe yaramamıştı.
“Hiçbir şansın yok.”
Sky dizlerinin üzerinde çökmüş, elleriyle başını korumaya çalışıyordu. Valtor onu sürükledi, havaya kaldırıp tekrar yere çarptı, öyle bir güçle vuruyordu ki neredeyse kemikleri parçalanacak gibiydi. Her darbede Sky’ın nefesi kesiliyor, gözlerinde dehşet ve çaresizlik büyüyordu.
“Sen,” diye fısıldadı Valtor, dudaklarında ince bir gülümseme, gözlerinde psikopat bir zevk. “Ölmek için fazla çabalıyorsun.”
Sky’ın nefesi kesildi, titremeye başladı. Valtor’nun her hamlesi, onu adeta parçalayarak ruhunu deşiyordu. Bir yumruk göğsüne, bir tekme karnına, bir darbeyle kafası taşlara çarpıyordu. Her darbede Valtor onu aşağılıyor, hor görüyor, varlığını tehdit ediyordu.
Sky’ın gözleri dolmuş, ağzından kesik kesik nefesler çıkıyordu. Riven, gözlerini Valtor’dan ayırmadan, Sky’ın aldığı dayaktan keyif alıyor, Uzmanların müdahalesini engelliyordu. Herkes şokta, ne yapacaklarını bilemez hâlde bekliyordu.
Valtor, Sky’ı havaya kaldırdı, yere çarptı; tekrar kaldırdı, sürükledi, duvara vurdu. Her darbede psikopat bir zevkle alay ediyor, nefretini kusuyor, Sky’ın ruhunu paramparça ediyordu.
Sky artık nefes alamıyor, gözleri kararıyor, neredeyse bayılacak hâle gelmişti. Valtor ise durmuyor, her darbede gücünü, öfkesini ve psikopat zevkini daha da belirgin gösteriyordu.
Son bir hamleyle Sky’ı havaya kaldırıp tekrar yere çarptı, dizini hafifçe bastırarak onu yerle bir etti. Sky’ın bedeni titriyor, nefesi kesilmişti.
Sky yerde, neredeyse bilinçsiz hâlde yatarken, Valtor’un gözlerinde ölümcül, psikopat bir zevk vardı; onu sadece bedeniyle değil, ruhuyla da parçalamıştı.
Riven, Sky’ın çaresizliğini izleyerek keyfini çıkarmaya devam etti; Uzmanlar hâlâ müdahale etmeye cesaret edemiyordu.
Valtor, Sky’ın kanlar içindeki bedeninin başında dikildi. Yerde nefes nefese yatan Sky’ın göğsüne bastı. Toprak çatladı, Sky’ın boğazından derin, acılı bir inilti koptu. Valtor’un gözlerinde kıpkızıl bir ateş yanıyordu, dudakları ince bir çizgi hâline gelmişti.
“Bu hâlinle bile… nefes alman hakaret.” dedi, sesi buz gibi soğuk ve ölüm kadar ağırdı. “Senin gibiler… var olmaya bile lâyık değil.”
Bir an sonra elini kaldırdı; parmak uçlarında karanlık, kızıl bir alev toplanmaya başladı. Hava çatırdadı, gökyüzündeki şimşekler bile onun gücüne boyun eğmiş gibiydi. Tek bir hamleyle Sky’ın kalbini durdurabilirdi.
Ama o an, bir ses kasırganın uğultusunu delip geçti.
“Valtor! Yeter!”
Bloom’du. Sesi titremiyor, ama kararlıydı. Kanatları az da olsa Ovir sayesinde iyileşmişti, yüzünde hâlâ acı vardı, fakat gözlerinde şaşmaz bir inanç parlıyordu.
Valtor’un ellerinde toplanan karanlık alev bir an titredi, sonra sönmedi ama sabitlendi. Gözleri Sky’dan Bloom’a çevrildi. O kıpkızıl bakış, aniden daha da karardı.
Adımlarını attığında, toprağın her bir zerresi yanıyor, yeryüzü yeniden titriyordu. Uzmanlar geri çekildi. Riven bile nefesini tutmuştu. Hiçbiri onun önünde durmaya cesaret edemiyordu.
Hiçbiri… tek bir kişi hariç.
Ovir, Bloom’un önüne geçti. Kollarını iki yana açtı, gözleri korkusuzca Valtor’a dikilmişti.
“Daha fazla yaklaşma Valtor.” dedi sert bir sesle. “Uzak dur.”
Bir anda rüzgâr yön değiştirdi, Valtor’un gözlerindeki kızıllık kömürleşmiş siyaha döndü. Bakışları adeta Ovir’in ruhunu yakıyordu. Göz kapakları yarıya inmiş, yüzünde boğucu bir öfke vardı. Konuştuğunda sesi derin bir uğultu gibi geldi
“Eğer çekilmezsen... Gölgeni bile parçalara ayırırım.”
Ovir geri adım atmadı. Ona karşı koyamayacağını biliyordu ama Bloom’u ona bırakma düşüncesi nedense doğru hissettirmiyordu. Elini yumruk yapmıştı, büyüyle parlayan damarı titriyordu.
Ama Bloom birden öne atıldı. Elleriyle Ovir’in kollarını tuttu ve onu nazikçe geri çekti.
“Ovir… yapma.” dedi, sesi yumuşak ama kesin. “Valtor bana zarar vermez...”
Ovir’in bakışları şaşkınlıkla Bloom’a, ardından Valtor’a kaydı.
Valtor, bir anlığına Bloom’a çevrilen gözlerinde fırtınayı durdurdu. Öfke hâlâ oradaydı, ama Bloom’un sözleri kasırganın ortasındaki dinginlik gibi bir yankı uyandırmıştı.
Valtor, Ovir’in üzerine eğildiğinde, gözlerindeki karanlık ateş yeniden parladı. “Bir daha…” dedi, dişlerinin arasından çıkan her harf Ovir’in kulak zarını parçalayan bir tını gibiydi, “yoluma çıkarsan… seni var eden karanlığı bile yok ederim.”
Güçlü adımlarını Bloom’a yöneltti. Etrafındaki hava ağırlaştı, sanki tüm dünya onunla birlikte nefes alıyordu. Kimse araya girmedi. Riven bile gözlerini kısmış, olanı olduğu gibi izliyordu.
Valtor ağır adımlarla Bloom’un karşısına geldi. Yüzünde hâlâ öfkenin izleri vardı, gözleri kızıl bir cehennem gibi yanıyordu.
Onun varlığı bile etrafı nefessiz bırakıyor, rüzgâr yön değiştiriyor, gökyüzü kasırganın boğucu ağırlığı altında inliyordu.
Ama Bloom geri çekilmedi. Başını kaldırdı, gözlerini hiç ayırmadan Valtor’a baktı.
İkisi arasındaki hava, kıvılcım dolu bir sessizliğe gömüldü. Herkes, tek bir nefes bile almayı unutmuştu.
Valtor’un göğsü öfkeyle kalkıp inerken, Bloom yavaşça elini uzattı. Parmakları Valtor’un sert, karanlıktan beslenen yanaklarına dokundu.
Ve o an…
Bir şey oldu.
Bloom’un içindeki saf ateş, kalbinin en derininden süzülen o iyileştirici ışık, Valtor’un yanaklarına değdiğinde karanlık geri çekilmeye başladı.
Onu yutan, boğan, her an zehirleyen o kızıl öfke… Bloom’un dokunuşuyla çatladı, sarsıldı, ağır zincirler gibi çözülmeye başladı.
Valtor’un gözleri bir an kapandı. Kaşları çatıldı, derin bir acının içinden geçiyormuş gibi. Ama sonra… yüzündeki öfkenin yerine bambaşka bir şey oturdu.
Bloom’un parmaklarının sıcaklığı, karanlığının içindeki fırtınayı susturuyordu.
Valtor’un nefesi ağırlaştı. Ellerinden biri, hiç düşünmeden Bloom’un beline kaydı. Onu kendine doğru çekti. Sert, hakimiyet dolu bir hareketti ama içinde tarifsiz bir açlık ve çaresizlik de vardı.
Bloom, çarpan kalbine rağmen geri çekilmedi. Gözleri Valtor’un gözlerinde kaldı, dudaklarından yalnızca bir fısıltı döküldü, “sen... Benim için geldin.”
Bu söz, Valtor’un zihninde yankılandı. Her zaman karanlığına tutsak, yalnız ve nefretle beslenen bir varlıkken, Bloom’un sesi onun içine işleyen tek ışık gibiydi.
O an birbirlerine öyle yakındılar ki, nefesleri birbirine karıştı. Aralarındaki mesafe bir nefes, bir titreşim kadardı.
Ve etraflarında, güçleri çarpışmaya başladı.
Bloom’un ateşi, Valtor’un karanlık alevleriyle kaynaştı. Karanlık ve ışık, nefret ve aşk, gökyüzünde kıvılcımlar saçan bir dansa dönüştü. Etrafları bir girdap gibi alevlerle sarıldı. Nehir bile bu güçle dalgalandı.
O an… herkes gördü.
Uzmanlar nefeslerini tutmuştu. Riven bile ilk defa şaşkınlıkla donup kalmıştı. Winx, koşarak geldiklerinde donakaldılar. Stella, Musa, Flora, Tecna ve Layla… hepsi gözlerine inanamadı.
Çünkü karşılarında gördükleri şey, bir tehdit değil… kaderin işaretiydi.
Valtor’un kollarında Bloom, Bloom’un parmakları Valtor’un yüzünde, ikisini saran alevler ve karanlık ışık… İkisinin de birbirine ait olduğunu haykırıyordu.
O an, oradaki herkes tek bir gerçeği hissetti: Bloom ile Valtor birbirlerinin hem sonu, hem de başlangıcıydı.
Valtor, Bloom’un alnına yaslandı. Sesi boğuk, ama tutkuyla doluydu, “benim olacaksın… sonsuza kadar.”
Bloom, gözlerini kapadı. Dudakları titredi, ama sözleri ateşin içinden çıkan bir ilahi gibiydi. “Seninim…”
Valtor’un alnı hâlâ Bloom’un alnına yaslıydı. Onların alevlerle sarılı bu karanlık yakınlığı, etraflarındaki herkesi adeta büyülemişti. Kimse kıpırdayamıyordu.
Ama Valtor, gözlerini kıstı. Dudaklarının kenarında ince, ölümcül bir gülümseme belirdi. Sesini, bir emir gibi gölgelerin içinden fısıldadı. “Onları alın.”
Bu iki kelime, fırtınayı bile susturdu.
Ve gölgeler kıpırdadı.
Trix, sisin içinden hızla belirdi. Icy’nin soğuk gülümsemesi, Darcy’nin uğursuz bakışları, Stormy’nin çığlık gibi yankılanan kahkahası ortalığı doldurdu. Hepsi bir anda Winx’e doğru saldırıya geçti.
Kaos patladı.
Stella yıldız ışıklarını çağırıp kalkan kurdu, Musa sesiyle etrafı titretti, Layla su zincirleriyle Trix’i durdurmaya çalıştı, Flora kökler ve dikenler yükseltti, Tecna büyüyle enerji alanları kurdu.
Her biri tüm gücüyle savaşıyordu.
Ama Trix, yılların öfkesini ve karanlığını içinde taşıyan vahşi bir hızla saldırıyordu.
Icy’nin donuk büyüsü, Stella’nın kalkanlarını parçaladı.
Darcy, karanlık illüzyonlarla Winx’in gözlerini kör etti.
Stormy, gökyüzünü parçalayarak şimşeklerini üstlerine yağdırdı.
Çığlıklar, patlamalar, çatırdayan büyüler… Ortalık cehenneme dönmüştü.
Bloom, şaşkınlıktan dona kalmıştı. Ne Valtor’un emir verişine, ne Trix’in bir anda ortaya çıkışına tepki verebilmişti. Gözleri endişeyle büyümüş, dudakları titremişti.
Ama tam Valtor'un kollarından sıyrılacak, Trix’in saldırılarına karşı çıkmaya çalışacakken…
Valtor’un bakışları üzerine saplandı.
O kızıl karanlık gözler… Bloom’u olduğundan ağır hissettirdi. Bir anlığına nefesi kesildi. Kalbi çarptı, sonra… bir boşluk.
Valtor’un parmakları yanağından kaydı.
Bloom’un gözleri karardı.
Ve o, Valtor’un kollarında yığılıp kaldı.
Bir anda bayılmıştı.
Valtor’un kollarında bir bebek gibi hareketsizdi. Yüzünde bir huzur vardı ama onu gören herkes, bu görüntünün korkunç derecede yanlış olduğunu biliyordu.
“Bloom!!!”
Stella’nın sesi gökleri yırttı.
Ama Valtor dönüp bakmadı bile.
Trix, son hamleleriyle Winx’in direncini kırdı. Su Yıldızları parıldadı. Güçleri Winx’in elinden kayıp Trix’in ellerine geçti.
O an gökyüzü daha da karardı.
Winx dizlerinin üzerine çökmüştü. Stella’nın yıldızları sönmüş, Musa’nın sesi boğulmuş, Flora’nın bitkileri yanmış, Tecna’nın bariyerleri dağılmış, Layla’nın zincirleri kırılmıştı.
Trix’in kahkahaları yankılandı. Ellerinde parlayan Su Yıldızları, artık onların zaferini ilan ediyordu.
Ve Valtor, Bloom’u kollarında taşırken tek bir büyüyle karanlığı çağırdı.
Gölgeler yükseldi.
Bir girdap gibi hepsini sardı. Trix, ellerinde Su Yıldızlarıyla geri çekildi.
Valtor, Bloom’u göğsüne daha da yakın bastırarak gözlerden kayboldu.
O an Stella’nın dizleri çözüldü. Gözyaşları yanaklarına aktı. Yumruklarını yere vurdu, boğazı parçalanırcasına haykırdı, "BLOOM!!!”
Sesi gökyüzünü yırttı.
Ama Bloom artık orada değildi.
Onun yokluğunda sadece yankılanan fırtına ve Stella’nın kalbi paramparça eden çığlığı kalmıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 32k Okunma |
2.35k Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |